"KORKU"NUN DERECELERİ

İmam-ı Gazalî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

"KORKU"NUN DERECELERİ

Mesaj gönderen aNKa »

“KORKU”NUN DERECELERİ

Ey sâlih kişi!
Sen bil ki, KORKU üç derecedir:


1 — Zayıf derece.
2 — Kuvvetli derece.
3 — ORTA DERECELİ.

KORKUnun makbul olanı, “ORTA DERECELİ KORKU”dur.

“Zayıf korku”, kadınlar gibi yufka yürekli olmaktır.

“Kuvvetli korku” da umutsuzluğa kapılmaktır.
Onda bu tehlike vardır.
Hastalık, de­li olmak, belki ölmek korkusu bile bulunur.

Bu iki “korku”nun ikisi de kötüdür.
Çünkü
“KORKU”, esasında bir kemâl değildir.
Ne tevhîd, ne marifet, ne de muhabbettir.
Onlara hiç benzemez.
Bundan ötürüdür ki;
“KORKU”, HAKK TEÂL’nın sıfatlarından olmadı.
Belki “KORKU” acz ve cehalet olan yerde bulunur.
“KORKU” onlarsız olmaz.
Çünkü akıbeti meçhul olmayınca, tehlikelerden kaçınılmayınca “KORKU” olmaz.
Lâkin gaflet içinde bulunanların “korku” kemâlidir.
“Korku” o zaman bir kamçı gibi­dir ki, o “kamçı” ile çocuklara ders okuturlar, hayvanları yola getirirler.
Eğer o kamçının açtığı yara zayıf olursa çok acıtmaz.
Çocuğa bir şey öğretilmez, hayvanı da yola getir­mez.
Yahut onun acısı çok derin olsa, çocukları ve hayvanları yaralasa veya öldürse bu hallerin ikisi de amele yaramaz.

Öyleyse
“KORKU” “ORTA DERECEDE” olmalıdır.
Ne çok zayıf, ne de çok kuvvetli!
Tâ ki, kişi;
“KORKU”dan dolayı, günahtan kurtulmalı, tâate yönelmelidir.

Bir kimse daha âlim bir kişi ise âhiretin korkusu da
“ORTA DERECEDE” olur.
Çünkü “kor­ku”su sınırı aşar derecede olsa
RECÂ (ümid) sebeplerini düşünmeğe baslar.

Eğer “korku”su zayıfsa, âhiretin tehlikelerini düşünmeye başlar.
Eğer bir kimse işin tehlikesini fikretmezse, kendisine:


— “Ben âlim kişiyim!” derse, o kimse yalnız beyhudelik öğrenmiş olur.

O, ilim öğrenmiş olmaz.
Pazarda olan falcılar gibi kendilerine hakîm (feylesof) di­ye ad takarlar.
Oysa hikmetten (felsefeden) haberi yoktur.

Bütün marifetlerin başlangıcı kişinin kendisini ve
HAKK’ı bilmesidir.
Kendisinin kusurlu olduğunu bilmektir.


CENÂB-I HAKK da azamet ve yücelik sahibidir.
Bu âlemin sona ermesinden
HAKK TEÂLÂ'nın hiç bir korku ve endişesi olmadığı da bilinmelidir.

İşte, açıkladığımız bu iki marifet
“KORKU”dan başka bir şeyle olamaz.
Bundan ötürü­dür ki,
RASÛLULLAH (S.A.V.) şöyle buyurdu:

"İlim başlangıcı, ALLAHÜ TEÂLÂ'yı Cebbar ve Kahhar bilmektir. İlmîn sonu ise, bütün işleri kul gibi ona ısmarlamaktır."

Ey sâlih kişi!
Sen bil ki! Senin hiç bir şeyi yapmağa kudretin yoktur.
Kendin hiç bir şey değilsin.
Bunları bilen kişi için de
“KORKMAK” nasıl mümkün olmaz?

---İmam Gazali “Kimya-yı Saadet”---
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

ÖMRÜN KÖTÜ SONUÇLANMASI KORKUSU

Ey sâlih kişi!
Sen bil ki, korkanların çoğu, sonlarının ne olacağından korkmuşlardır.
Şundan ötürüdür ki, Âdemoğlu’nun gönlü daima değişir.
Bir şekilden bîr şekle kalbolur.
Ölüm vakti yüce bir vakittir.
Gönlün, ölüm vaktinde ne karar tutacağı bilinemez.


Arif kişilerden birisi şöyle demiştir:
— “Eğer bir kimsenin elli yıl tevhid üzere olduğunu bilsem, benden bir saat uzaklaşıp bir duvarın ardına varsa, onu tevhidine şehâdette bulunamam. Çünkü gönlün hâli değişmek yolundadır. Nasıl bir halde geri döneceğini bilemem.”

Yine yüce kişilerden birisi de şöyle demiştir:
— “Eğer bana: "Evin kapısında şehâdet yolunda ölmeğe mi razı olursun, yoksa, bir göz odanın kapısında İslâm olarak ölmeğe mi razı olursun?"
deseler, ben: "Bir göz odanın kapısında Müslüman olarak ölmeğe razı olurum!" derim. Çünkü evin kapısına varıncaya kadar İslâm kalır mıyım, ya da kalmaz mıyım, bilemem.”

Ebû Derdâ (Allah ondan razı olsun) yemîn edip şöyle derdi:
— “Hiç bir kişi yoktur ki, ölüm vaktinde imânının geriye alınmasından emin olabilsin. Belki de onu geri alırlar!.”

Ebû Yezîd-i Bestâmî
de şöyle demiştir:
— “Otuz yedi aydır, her ne zaman mescide gitsem belimle bir zünnarın (papaz kemerinin) sallandığını görmekteyim. Tâ mescid kapısına girinceye dek korkarım. Sanırım ki, beni kiliseye götüreceklerdir. Her gün beş vakit ibâdette bu hale düşerim.”

İsa aleyhi selâm, Havvariyyuna:
— “Siz, her ne kadar günahtan korkarsanız, biz Peygamberler küfürden korkarız!” dedi.

Yine Peygamberlerden birisi nice yıllar aç kaldı, susuz kaldı, giyimsiz kaldı, çok mihnete uğradı. Bir gün
Hakk Teâlâ'ya yalvardı.
Ona bîr vahiy indî.
Şöyle buyuruldu:

— “Senin gönlünü küfürden sakladık. Bu dereceyle kanaat etmez de dünyayı mı istersin?”
O Peygamber:
— “Yâ Rabbi, tevbe kıldım, kanaât ettim!”

diyerek utancından başına toprak saçtı.
Sonun hayırlı olmamasının alâmetlerinden birisi de Nifâk'tır.
Bundan ötürüdür ki, ashâb-ı kiram nifâk'tan çok çekinir, kaçınırlardı.


Hasan-ı Basri Hazretleri der ki:
— “Eğer kendimde nifak olmadığını bilseydim, bu hali yeryüzünde olan şeylerin hepsinden daha sevgili olarak görürdüm.”

Hasan-ı Basrî hazretleri
yine söyle dedi:
— “Zâhir'in bâtına (yâni dışın içe), kalbin dile muhalif olması, ona uygun düşmemesi Nifâk'tandır.”

---İmam Gazali “Kimya-yı Saadet”---
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

KORKUNUN HAKİKATİ

Ey sâlih kişi!
Sen bil ki, korku gönül hallerinden bir haldir.
O bir ateştir ki, gönülde belirir.
Onun bir sebebi ve semeresi (faydası) vardır.
Ama sebebi ilim ve marifettir.
Kişi, âhiretin tehlikesini düşünür ve kendisinin helak sebeplerini üstün ve hazır görürse, hiç kuşku yok ki, bu derdin ateşi onun canının içinde peyda olur.


Bu ateş de iki marifetten doğar:

Birinci marifet:
Kişi, kendi kusur ve ayıplarını, günahlarını, ibadetinin eksikliklerini, kötü ahlâkın cinayetini gerçeklikle görür.
Bütün bunların yanında HAKK TEÂLÂ'nın kendisine verdiği nimetleri ve o nimetlerin şükründe olan kusurlarını da görür.
Onun benzeri, bir padişahtan çok nimet ve ihsan görmüş bir kimse gibidir.
Bundan sonra da o padişahın harem ve hazinesine hıyanetler eyler.
Sonra ansızın yakalandığını ve padişahın kendisini hıyanette gördüğünü anlar.
Hem de padişahın ne kadar intikam alıcı olduğunu ve kimseden korkusu olmadığını bilir.
Kendisine de padişah katında şefaat edecek hiç bir kimse yoktur.
Ne bir aracı vardır, ne padişaha yaklaştıran!
Bunları bilince de, hiç kuşku yok ki kendisini çaresizlik içinde görür, canına bu derdin ateşi düşer.


İkinci marifet: Korku, kişinin kendi sıfatından değil, belki HAKK TEÂLÂ'nın kudretini ve korkusuzluğunu bilmekten doğar.
Nitekim bir kişi bir arslanın pençesine düşse korkar.
Fakat kendisinin günahından ötürü korku duymaz, aksine arslanın sıfatını bildiğinden ötürü korkar.
Bilir ki, arslanın tabiatı öldürmek, parçalamaktır.
Onun korkusu bu yönden olunca kendisinin zayıflığından değildir.


Bu korku da çok yüksek olan bir korkudur.
Bundan ötürüdür ki, bir kişi HAKK TEÂLÂ'nın sıfatlarını anlamalı, celâlini, yüceler yücesi olduğunu ve kudretini bilmelidir.
Eğer iki âlemi helak etse ve ebedî Cehennemde onları hapsetse O'nun zâtına bir zerre olsun noksan gelmez.
HAKK TEÂLÂ'nın hakkında söylenilen rikkat ve şefkatin hakikatinden HAKK TEÂLÂ'nın zatı münezzehtir.
Bunları düşünenin korkmakta hakkı vardır.
Bu korku, her ne kadar günahtan masum oldukların bildikleri halde Peygamberlerde de vardır.
Bir kimse HAKK TEÂLÂ'yı ziyâde bilirse o kişinin HAKK TEÂLÂ'dan korkusu da fazla olur.
Bundan ötürüdür ki, Resul (S.A.V.) şöyle buyurdu:

— “Ben HAKK TEÂLÂ'yı sizden çok biliciyim. HAKK TEÂLÂ'dan en çok korkan da benim.”

HAKK TEÂLÂ Hazretleri de ona şöyle buyurdu:
“Allah'tan korkan ancak âlim olan kullardır." (Fatır Sûresi: 28).
Çünkü kim daha cahil olursa o kendini daha çok emniyette bilir...
Dâvud aleyhisselama vahiy inmişti.
Şöyle Duyuruluyordu:

— “Ey Dâvûd! Benden hışımlı arslandan korkar gibi kork.”

Korkunun sebebi de işte budur.
Ama korkunun neticesi gönülde, vücutta ve öteki uzuvlardadır.
Gönül'de olanı, dünya şehvetlerini kedisine acı olarak göstermektir.
O zaman onda şehvet kaygısı kalmaz.
Bu gibi şeylere rağbet etmez olur.
Çünkü bir kişide nikâh şehveti (isteği) yada, yemek şehveti olsa, o demde, kendisi arslan pençesine düşse veya zâlim bir sultanın zindanına atılsa, üstünde şehvet arzusu kalmaz.
Aksine kalbi, korkudan huzû ve huşu (tevazu) içinde kalır.
Başına gelecekleri düşünmekten onları düşünmeye vakit bulamaz.
Yâni, her anda kendi kendini yoklar, kendi kendini hesaba çeker.
Gönlünü dinler, akıbetini, düşünür.
O kişide ne kibir kalır, ne haset, ne dünya hırsı, ne de gaflet.
Ama korkunun vücuttaki meyvesi, kırıklık ve sarı benizliktir.
Korkunun öteki uzuvlardaki semeresi de o kişiyi günah işlemekten alıkoymak ve tâatte edep üzere bulunmaktır.
Korkunun dereceleri çoktur.
Eğer kişi kendini şehvetten yasaklarsa ona "iffet" denir.
Eğer haramlardan yasaklayabiliyorsa ona "Vera" denir, ve eğer şüpheli şeylerden yasaklıyor, menediyorsa, ona "Takva" derler.
Eğer âhiret yolunun azığı olmayan şeylerden kendisine el çektirirse onu da "Sıddık" derler.
"İffet" ve "Verâ", "Takvâ"nın içindedir.
Üçü ise "Sıddık"ta mevcuttur.
Gerçekte korku budur.
Fakat göz yaşı akıtıp silmeğe ve:


— "Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi" deyip gafletle olmaya korku demezler, kadın tabiatlı derler.
Çünkü bir kişi, bir kimseden korkarsa ondan uzaklaşır.
Bir kimsenin yanınde bir şey olsa, onu yoklasa ve araştırıp onun yılan olduğunu görse;

— "La havle.", demekle kalmaz, belki onu götürüp yabana alır.

Zinnun'a:

—"Korkucu kul kimdir?" diye sordular.
O da şu cevabı verdi:

— "Kendisini bir hastalığa salıp, ölüm korkusundan, bütün şehvetlerden sakınandır."

---İmam Gazali “Kimya-yı Saadet”---
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

KORKUNUN ELE GEÇİRİLMESİ

Ey sâlih kişi!
Sen bil ki, dîn makamlarının ilki yakîn ve marifettir (kesin bilgi ve ALLAH'ı tanımaktır).
Yine bilesin ki, marifetten doğan şey korkudur.
Korkudansa:

l — Zühd,
2 — Sabır,
3 — Tevbe,
4 — Devamlı ihlas, zikir ve fikri işletmek.

Bundan da üns ve sevgi meydana gelir.
Bütün makamların sonu budur.
Rızâ (ALLAH'ın emirlerine razı olmak) ve tefviz (her işi ALLAHÜ TEÂLÂ'ya bırakmak) ve şevk yalnızca muhabbete tâbidir.
Böylece Kimyâ-yı Saadet, yakîn ve marifetten sonra korkudur.
Ondan sonra gelenlerden hiç biri, korkusuz olmaz.

Korku üç şeyle ele girer:


l — Birincisi: İlim ve marifettir ki, bir kişi kendisini ve HAKK TEÂL’yı bilir, tanırsa, zaruri olarak korku duyar.
Çünkü bir kimse arslan pençesine düşse, arslanın ne olduğunu bilir.
Hatta arslanı bilmesi de korkunun kendisi olur.

Bir kişi HAKK TEÂLÂ'nın kemâl, celâl ve kudret sıfatlarıyla muttasıf olup halka muhtaçsızlığını ve kendinin çaresizliğiyle âczini bilse, HAKK TEÂLÂ'nın tâ kıyamete kadar kimisine saadetle, kimisine de şekavetle hükmeylediğini bilse belki korkar.

Bunun için
RASÛLULLAH (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
Âdemle Musa, RABB’lerinin katında bir tanışma yaptılar. Âdem, Musa'ya üstün geldi. Musa, Âdem'e dedi ki:

— “Seni Cennete koydu. Ve şu kadar nimetler verdi. Ruhundan sana üfledi. Melekleri secde ettirdi. Seni Cennette oturttu. Bir hatan dolayısıyla bütün insanları yer yüzüne indirten hem bizi, hem kendini belâya uğratan sen değil inisin?”
Âdem dedi ki:
— “O günahı tâ ezelden benim üzerime yazmışlardı. Ya sen ALLAHÜ TEÂLÂ'nın risâleti ve kelâmı ile seçtiği, sonra her şeyi açıklayan levhaları verdiği ve kendine yaklaştırıp sırdaş kıldığı Musa değil misin?”
Musa: “Evet!” dedi.
Âdem:
“ALLAHÜ TEÂLÂ'nın beni yaratmadan kaç yıl önce Tevrat'ı yazdığını biliyor musun?” dedi.
Musa:
“Tastamam kırk yıl önce yazdı!” dedi.
Adem:
“Orada: "Âdem RABB'ine âsi oldu ve azdı!" yazısını buldun mu?” dedi.
Musa:
“Evet buldum!” diye cevap verince,
Adem:
“Sen, yapmadan ve yaratılmadan kırk yıl önce ALLAHÜ TEÂL aleyhinde "yaptı" diye yazdıktan sonra yaptığım bir işten dolayı beni kınamağa mı yelteniyorsun?” dedi.
Ayrıca da şöyle sordu:
“Yazılanın hükmüne karşı durabilir miydim?”

RASÛLULLAH (S.A.V.):
“Âdem böyle söylemekle Musa'ya üstün geldi!”
buyurdu.

Kendisinden korkunun meydana geldiği marifetin çeşitleri çoktur.
Bir kişi ne kadar arif olursa o kadar çok korkak olur.
Onların güven içinde olmamaları marifetlerinin kemâlindendi.
Belki de CENÂB-I HAKK'ın "güvenli olun!" demesi bir imtihan, olmasın? dediler.
Elbette bu sözün altında bîr ilâhî sır vardır ki, biz onu anlamaktan âciziz.

Bedir gazası gününde önce İslâm askeri zayıf oldu.

RASÛLULLAH (S.A. V.) korktu ve:
— “Yâ Rabbi, eğer bu Müslümanlar helak olurlarsa yeryüzünde Sana ibâdet eden kimse kalmaz.” Dedi.
Hz. Sıddık (ALLAH ondan razı olsun) dedi ki:
— “Ey ALLAH'ın Rasulü! HAKK TEÂLÂ'ya niçin böyle soru soruyorsun? Sana nusret ve zafer vaad eden O'dur. Hiç şüphe yok ki, vaadinden aykırı iş yapmaz.”

Bu zamanda Ebû Bekir Sıddık'ın makamı kerem vaadine güveniyor, RASÛLULLAH (S.A.V.) in de makamı HAKK TEÂLÂ'nın vaadettiği nusret ve zaferden vazgeçip vazgeçemeyeceği korkusuydu.
Bu, Sıddık'ın makamından daha üstün, daha yüksekti.
Çünkü, RASÛLULLAH (S.A.V.) biliyordu ki, kimse HAKK TEÂLÂ'nın işlerinin, sırlarına ve memleket tedbirindeki takdirinin sonuna vakıf olamaz.


2 — İkincisi: ALLAH korkusuna kavuşmanın ikinci yolu da şudur ki, kişi eğer marifetten âciz olursa korkak kimselerle sohbet etmeli, konuşmalıdır.
Tâ ki, o kişilerin korkusu kendin benliğine sirayet eylesin.
Gaflet ehlinden ırak olmalıdır.
O zaman bu anlattıklarımızla korku meydana gelir.
Taklîdî bile olsa korku doğmuş olur.
Çocuğun yılandan kaçması ve ondan korkması, babasının yılandan kaçtığını görüp onu taklit etmesindendir.
Çocuk yılanın sıfatlarından habersizdir, bu taklitten ileri gelen korku, marifetten ileri gelen korkudan daha zayıftır.
Eğer o çocuk birkaç kez şerbetli denen bir kişinin yılan tuttuğunu görse onu taklit eder, korku duymaz, yılana elini uzatır.
Eğer bir kimse yılanın sıfatını bilirse bu taklitten güven duymaz.
Taklitçi kişi, gaflet ehlinin sohbetinden sakınmalıdır.


3 — Üçüncüsü: Bir korku yolu da şudur ki, sohbet için marifet olan kişiler bulunmazsa —ki bu zamanda onlar çok azdır— onların hallerini dinlemeli, kitaplarını okumalı.
Bundan ötürü enbiyânın, evliyanın korkuları konusunda biz hallerini hikâye edelim.
Tâ ki, bir kimsenin aklı ne kadar az olsa bile, Peygamberlerin, ileri gelen velîlerin halkın çok akıllıları, arif ve muttakî kişiler olduğunu bilir.
Madem kî, onlar böyle korkuyorlar, başkalarının daha çok korkması lâzım geldiğini anlar.


---İmam Gazali “Kimya-yı Saadet”---
Resim
Cevapla

“►İmam-ı Gazali◄” sayfasına dön