İmam Gazali - Mükâşefetü'l Kulûb.. - Kalplerin Keşfi

İmam-ı Gazalî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

İmam Gazali - Mükâşefetü'l Kulûb.. - Kalplerin Keşfi

Mesaj gönderen NuruM »

Resim


İmam Gazali - Mükaşefetü´l Kulub - Kalplerin Keşfi


Esselamu aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu, sevgili kardeşimlerim, Rabbımız bu muhteşem eseri okuyup anlama kolaylığı ihsan etsin.

İmam Gazali k.s Hazretlerine de bir Fatiha'ı-Şerif okuyalım inşaallah.

Allah (c.c) sizlerden razı olsun.



Kalplerin Keşfi / Mükaşefetül Kulub , İmam Gazali

İman ve İslâm'ın Vasıfları:
İmâm-ı Gazâli Hazretlerinin bu eseri, mevzuu itibariyle tasavvufî ve ahlâkî bir eserdir. Eşsiz bir vaaz, nasihat, öğüt ve irşat kitabıdır. Kalbleri hassas bir İslâmi hayata sevk etmeyi, oraya İslâmî yaşayışı yerleştirmeyi hedefler. Büyük bir ehemmiyeti haizdir. İçerisinde tam 111 müstakil bölüm (konu) yer almaktadır.



ÖNSÖZ


Allah (C.C.)'a hamdü senâ, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimize, Âl ve Ashâbına Salâtü selâm olsun.
Mükâşefetül Kulûb mevzuu i'tîbariyle tasavvufî bir eserdir. Mahiy-yet i'tibariyle kalbleri hassas bir İslâmi hayata sevketmeyi, oraya saf bir İslâmı hayatı dercetmeyi istihdaf eden bir eserdir. Başka bir tabirle anlatmak gerekirse Mükaşefetü'l Kulûb bir «Kalbleri ihyâ» kitabıdır. Durumlarını tesbit ve keşfedip aralıyarak, ortaya çıkararak ıslâha çalış-mayı öğreten bir eserdir. Esasen tasavvuf denince de akla ilk gelen, erbabınca, bu ma'nâ olur. Tasavvuf kalb ile meşgul olan bir ilimdir. Ma'lûmdur ki, kalb nasıl olursa dış a'zâ ve yaşayış da ona uygun bir manzara arzeder. Allah Teâlânın, her kulun kalbini günde bir kaç kere kontrol ettiği hadisinin manâsına i'tibarla tasavvufta amellerin zuhur mahalli olan kalb ele alınmıştır. Bu her İslâm âliminin, Hakka ubâdiyyete kendini adamış her âbid ve zâhidin başta ya da sonda yaşadıkları bir hayat tarzıdır. Cenâb-ı Hakkın her gün ziyaret ettiği kalb hiç şüphesiz ki temiz olmaya lâyıktır. Çünkü bu kulun, Rabbına karşı (kölenin efen-disine misali) bir edeb kaidesidir. Edebi olmayan bir kulun Rabbı yanın-da i-'tibarı olmaz. Halbuki bir köle için gaye ,efendisinin teveccühünü kazanmasıdır. Kulun saadet ve huzuru da buna bağlıdır. Bu bakımdan kalb, kalblerin keşfi ve hallerinin bilinmesi (Mükâşefetü'l-Kulûb) gayet mühimdir.
İmâm-ı Gazâli ve benzeri âlimler bugün semeresine her zaman-kinden fazla muhtaç olduğumuz kalb ile ilgili böyle bir çalışmayı asır-larca önce yapmışlar ve bu sahada eserler yazmışlardır. Ancak bu gibi âlimler böyle eserleri yazmadan önce ya da yazarlarken mevzuu bahs olan tasavvufi hayatı yaşamışlardır. İmâm-ı Gazâli bu zatların başla-rında gelir. Eserleri diğer tasavvuf erbâbına nazaran kuvvetli bir İslâm kültürünü ihtiva eder. O her tasavvufi mevzûu İslâmın başlıca kültürü olan Âyet ve hadislerle ele almıştır. Âyet ve hadise uyacak tarzda işle-miştir. Mes'eleyi İslâm kültürü ile bağdaştırmıştır. Bu bakımdan o, ilim adamları arasında diğer mevzularda olduğu gibi bu mevzuda da güven ve i'tibarca başta gelir. Okuyucu halk için de bu böyledir. Denebilir ki: Eserleri en dikkatli, en çok okunan bir İslâm âlimidir.
İmâm-i Gazâlinin her eseri hemen hemen aynı kıymeti hâizdir. O bu sahadaki her eserini ilmî bir otorite ve tasavvufî bir sâfiyetle yazmıştır. En büyük eserlerinde küçüklerinin ve en küçük eserlerinde de büyük-lerinin hulâsasını bulmak mümkündür Eserlerindeki her mevzuu ben-zerlerinden daha güzel şekilde işlemiştir. Bütün bunlar da üstün bir zekâ, yüksek bir İslâm kültürü, derin bir tasavvuf ve temiz bir İslâmi ya-şayıştan ileri gelmiştir.
H. 450/505 - M. 1058/1111 tarihleri arasında Horasan'ın (İran) Tûs kasabasının Gazâl Köyünde doğup yine aynı yerde vefat eden Huccetül İsiâm İmâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b.muhammed ei-Ga-zâli (Rahmetullâhi Aleyh) nin ikiyüz civarında eseri bulunduğu kaynak-larda zikredilmektedir. Takdim ettiğimiz «Mükâşefetü'l Kulûb» Onun yukarıda arzettiğimiz kıymetli eserlerinden biridir.
Başta da ifade ettiğimiz gibi (Mükâşefetü'l-kulûb): Kalbin iyi ve kötü durumlarını açıklayıp bunlara karşı alınacak tedbirleri, çareleri bildirip bir Müslümanın nasıl bir hayata sahip olması gerektiğini anlat-maktadır. Merhumun her eseri gibi bu eserinin de dikkatli okunarak ona göre yaşayışı tanzim etmek gerekir. Tevfik ve hidâyet Allahtandır.

28 C. Evvel 1400
14 Nisan 1980


ALINTI
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

ALLAH KORKUSU

BİRİNCİ BÖLÜM

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

«Ulu Allah (C.C.). kanatlarının biri doğuya, öbürü batıya uzanan ayakları yedinci kat yere inen bir kuş yarattı. Kuşun üzerinde bütün varlıkların sayısı kadar tüy vardır. Ümmetimden kadın - erkek herhangi bir kimse bana selât-ü selâm getirdigi zaman ulu Allah bu kuşa :

Arşın altında bulunan nurdan bir denize dalmasını emreder. Kuş denize dalıp çıkarak kanatlarını silkeleyince her tüyünden bir damla akar. Ulu Allah akan her damladan, üzerime kıyamete kadar selâtî-ü selâm getiren kul hesabına istigfar edecek bir melek yaratır.»


Ehl-i Hikmet'ten biri şöyle der:

«Vücudun selâmeti az yemekte, ruhun selâmeti ez günah işlemekte ve dînin selâmeti de varlıklarin en hayırlısına (Peygamber (S.A.V)'imize) selât-ü se­lâm getirmektedir.»

Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki:

Resim
«Ey iman edenler! Allah'dan korkunuz ve O'na itaat ediniz ve her kes yarin için (kıyamet gününe ne amel islediğine) baksın (yani sadaka verin ve Allah'ın emrine uygun ameller işleyin ki. Kıyamet günü sevabını bulasınız) Allah'tan korkunuz, çünkü O, (iyilik olsun, kötülük olsun) yaptiğinız her hareketten haberdardır»
(59 - Hasr Suresi 18).

Çünkü Kıyamet günü melekler, gökler, yeryüzü, gece, gündüz - iyilik olsun, kötülük olsun - insanoğlunun islediği her şeye şehitlik edeceklerdir. Hatta vücudun azaları bile insanoğluna karşı şahit tutulacaktır.

Yeryüzü, günah işlemekten sakınarak iyiliğe koşan (zahid) ve mü­min kulun lehine şahitlik ederek: «Bu adam üzerimde namaz kıldı, oruç tuttu, hacca gitti, cihad etti» diyecek, günahtan ((sekmarak)) iyiliğe, koşan mümin kul da bu şahitliğe sevinecektir. Buna karşılık Aynı yeryüzü, kâfir ve günahkârların aleyhinde de şahitlik ederek: «Bu adam üzerimde Allah (C.C)'a şirk koştu, ((zina işledi)), içki içti, haram yedi» diyecektir. Merhametlilerin en merhemettisi olan ulu Allah (C.C.) kâfir ve günahkârları inceden inceye sorguya çekerse vay hallerine!

Mümin, vücudunun bütün azaları ile Allah (C.C)'tan korkandır. Nitekim büyük ahlâk ve fikih bilgini Ebu Leys es-Semerkandî der ki:

— Allah korkusunun, yedi alâmeti vardır:

— Birinci alâmet dil'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul dilini ya­landan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan ve boş konuşmaktan aîi-kor. bunlar yerine onu zikirle, Kur'an okumakla ve ilmî konuşmalarla mesgûl eder.

İkinci alâmet kalpte belirir: Allah korkusu taşıyan kul başkalarına karşı kalbinde düşmanlık, iftira ve kıskançlık barındırmaz. Çünkü kıskançlık iyilikleri mahveder.


Nitekim Peygamberimiz (S.A.S.) söyle buyurur:

«— Ateş odunu nasıl yerse (yakarsa) kıskançlık da iyilikleri öyle yer» (yok eder) Bilesin ki. kıskançlık, kalb hastalıklarının başlıcalarından biridir ve ou hastalıklar da ancak ilimle ve iyi emeller işleyerek tedavi edilebilir.

Üçüncü alâmet göz'de belirir: Allah (C.C) korkusu taşıyan kul. Haram yiyeceğe, haram içeceğe, haram giyeceğe... (kısacası) haram olan hiç bir şeye bakmaz. Dünyaya aç ve muhteris gözlerle değil, ibret almak amacı ile bakar. Helâl olmayan şeylerden bakışlarini uzak tutar.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

«— Kim gözünü haramla doldurursa Allah (C.C) da onun gözünü kıyamet günü ateşle doldurur.»

Dördüncü arâmet karin'da beîrrir: Allah (C.C) korkusu tasiyan kul, karnına haram lokma sokmaz, çünkü haram lokma yemek ağır günahlardan biridir.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

«— insanoğlunun karnına haram bir lokma inince, lokma midesinde kaldigi süreç yerde ve göklerdeki melekler tekrar tekrar üzerine lanet Yagdirirlar O lokmayi hazmederken öldügü takdirde varacagi yer cehennemdir.»

Besinci alâmet eller'de belirir: Allah (C.C) korkusu tasiyan kimse, ellerini harama degil, Allah (C.C)'in rizasina uygun seylere dogru uzatir. Nitekim sahabîlerden Kâ'b'ul Ahbar'm (R.A.) söyle dedigi rivayet edilir:

«—- Ulu Allah (C.C), her bir bölümü yetmis bin gözlü yetmis bin bölümü olan yakuttan yapilma bir kösk yaratmistir. Kiyamet günü bu köske ancak önlerine çikan haram seylerden Allah (C.C) korkusu ile uzak duranlar girebileceklerdir.»

Altinci alâmet ayaklarda belirir: Allah korkusu tasiyan kimse, günah islemeye degil. Allah'in emrine uygun ve O'nun rizasini kazandiracak islere dogru yürür, alimlerle ve iyi amel isleyenlerle bulusmak gayesi ile adim atar.

Yedinci alamet Amerde belirir: Allah korkusu tasiyan kimse ibadetini sirf Allah (C.C) rizasi için yapar, riyadan ve münafikliktan kaçinir, böylelikle Allah (C.C)'in haklarinda söyle buyurdugu kimselerden biri olur:
Resim

"Rabb´inin katinda Ahiret, günahlardan korkanlar icindir"
(43 - Zuhruf Suresi, 35)

Böyleleri için Ulu Allah baska bir ayette söyle buyurur:
Resim

"Günahlardan sakinanlar, hic süphesiz, cennetlerde ve pinarlar(´inin baslarin) dadirlar"
(43 - Zariat Suresi, 15)

Başka bir âyette de şöyle buyuruluyor:
Resim

"Günahlardan sakinanlar cennet ve nimetler icindedirler"
(52 - Tur Suresi, 17)

Diger bir âyette de şöyle buyurulur:

Resim
"Günahlardan sakinanlar emin bir makamdadirlar."
(44 - Duhan Suresi, 51)

Bu ayetlere bakinca Ulu Allah (C.C)´in neredeyse "bu kimseler, Kiyamet günü cehennemden kurtulurlar" diye buyurdugu görütür.
Müminin korku ile ümit arasinda bulunmasi gerekir. Buna göre bir yandan ümit kesmeksizin Allah (C.C)´in rahmetini beklerken diger yandan ibadet hali içinde çirkin hareketlerden vazgeçerek Allah'a tevbe eder.

Nitekim ulu Allah (C.C.) söyle buyurur:
Resim
"Sakın Allah'in rahmetinden ümit kesmeyin."



ResimHİKAYE

Hz.Davud - Allah (C.C)´in selami üzerine olsun.

Kürsü üzerine oturmus Zebur okurken gözleri yerde sürünen kirmizi bir kurda ilisir ve icinden "Acaba Allah´in bu kurdu yaratmaktan muradi ne ola ki" diye düsünür. Bunu üzerine Allah´in izni ile dile gelen kurt O,na söyle der:

"Ey Allah´in Resulu! Her gün, gündüzleri bin kere - Subhanallahi velhamdülillahi ve lailahe illellahu vellahu ekber (Allah´i noksanliklarinin her türlüsünden tenzih ederim, hamd O,na mahsustur. O´ndan baska ilah yoktur. Allah en büyüktür) demeyi Allah bana ilham etti.
Geceleri ise yine bin kere - Allahümme salli ala seyyidina Muhammedininnebiyyil (ümmiyi) ve ala alihi ve sahbihi ve sellem (Allah´im! Okuma yazmasiz Peygamberin olan Muhammed´e, O´nun soyundan gelenlere ve O´nun sahabilerine rahmet ve selam ihsan eyle) dememi ilham etti. Sen zikrederken neler söylüyorsun banada bildir de istifade edeyim."

Bu sözleri isiten Hz.Davud (A.S) kirmizi kurdu kücümsedigine pisman olur, Allah´dan korkarak O´na tövbe eder ve dergahina siginir.


Hz.Ibrahim (A.S) isledigi bir günahi hatirlayinca bayginlik gecirir ve kalbinin carpintisi (neredeyse) bir mil uzaktan duyulurdu, Allah´in emri ile bir gün kendisine Cebrail (A.S) gelir ve derki:

"Allah sana selam ediyor ve - dostundan korkan bir dost gördünmü - diye soruyor.

Hz.İbrahim (A.S) Cebrail´e şöyle cevap verir;

"Ey Cebrail kusurum aklıma gelince ve cezasınıda düşündükçe dostluğumu unutuyorum"


İşte Peygamberlerin, velilerin ve salihlerin tutumu budur. Ötesi var sen düşün!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB


ALLAH KORKUSU

IKINCI BÖLÜM


Büyük ahlak ve fıkıh alimi Ebü´l Leys es-Semerkandi (rahimehullahu) şöyle der:

Allah (C.C)´in yedinci kat semada bir takim melekleri var ki, yaratıldıkları andan beri secdededirler. Böğürleri Allah (C.C) korkusu ile devamli titrer haldedir. kıyamet günü başlarını secdeden kaldırarak:

"Ey noksanlıkların her türlüsünden beri olan Allah´ımız! Sana layık olduğun derecede ibadet edebilmiş değiliz" diyeceklerdir.

Kur´an-ı Kerim şu ayeti, onların bu hallerine işaret eder:

Resim
"Üstlerindeki Rabb´lerinden korkarlar ve emrolunduklarını yaparlar (göz açıp kapayana kadar bile Allah´ın emrini kırmazlar"

Kur´an Kerim. - Nahl Suresi 50


Peygamberimiz (S.A.V) söyle buyurur:

"Kulun vücudu, Allah korkusu ile ürperdiği zaman, yapraklari dökülen ağaç gibi günahlarından sıyrılır."


HİKAYE

Adamın biri bir kadına tutulur. Günün birinde kadın bir iş için yolculuğa çıkar. Adam peşine takılır. Kafilenin mola verdiği bir sırada yol arkadaşlarının uykuya dalmalarını firsat bilerek kadınla başbaşa kalmayı başaran aşık ona sırrını açar.

Kadın adama: "bak bakalım herkez uyuyormu" der.

Bu sözü, karşı tarafın arzusuna ram olmak üzere olduğu şekilde yorumlayarak sevince kapılan asil derhal yerinden fırlayarak kafilenin etrafinda bir tut atar. Herkesin mişil mişil uyuduğunu görür. Kadının yanına dönerek "evet, herkez uyuyor" der.

Bunun üzerine kadın adama: "acaba Allah hakkında ne dersin, o da mi uyuyor?" diye sorar.

Adam "Allah uyumaz. O´nu hiç bir zaman ne uyku ve nede uyuklama hali yakalamaz" diye karşılık verir.

O zaman kadın der ki "insanlar bizi görmüyorsada su anda uykuda olmayan ve hiç bir zaman uyumayan Allah bizi görüyor. Buna göre asıl O´ndan korkmalıyız"

Kadının bu sözleri üzerine adam korkarak tuttuğu kötü yoldan vazgeçer de kadının yanından ayrılır, evine döner.

Öldüğü zaman bir tanıdığı onu rüyasında görür, "Allah sana nasıl muamele etti" diye sorar.

Adam: "Allah´dan korkarak o günahı islemediğim için O beni affetti" diye cevap verir.


HİKAYE

Zamanın birinde İsrailoğullarından biri vardı, adam kendini ibadete vermişti. Çoluk çocuk sahibi idi. Günün birinde ailece aç kalırlar. Tamamen çaresiz kaldığı için yiyecek bir şeyler bulup getirsin diye karısını dışarıya gönderir.

Kadın bir tüccarın evine varır, çoluk - çocuğuna yedirecek bir şeyler ister. Tüccar, kadına "olur fakat önce bana kendini teslim et"diye teklif eder. Kadın hiçbir cevap vermeden çıkar, evine döner.

Yavrularını "anneciğim açlıktan öleceğiz, bize yiyecek bir şey ver" diye feryad eder durumda bulur.

Geri çıkarak tekrar tüccarın yanına varır, yavrularının acıklı durumunu anlatır.

tüccar "istediğim olacak mı ?" diye sorar.

Kadın "evet" der.

İkisi baş başa kalınca kadının mafsallari (eklemleri) öylesine titremeye baslar ki, azaları çıkacak gibi olur.

Tüccar "ne oluyor sana?" diye sorar.

Kadın "Allah´dan korkuyorum" diye cevap verir.

Aldığı cevap üzerine kendine gelen adam:

"sen su sıkışık durumuna rağmen bu günahdan dolayı Allah´dan korkuyorsun, oysa asıl benim korkmam gerekir" diyerek yapacağı işten vazgeçer. İstediklerini vererek kadını gönderir. Kadın kucağındaki yiyecekler ile yavrularına döner. Çocukların sevinci sonsuzdur.

Bu sırada ulu Allah´dan tüccar hakkında Hz.Musa,ya (A.S) vahiy gelir.

Allah (C.C) :

"falan oğlu filana bütün günahlarını affettigimi söyle" diye bildirir.

Bunun üzerine Hz.Musa (S.A) tüccari bulur, ona "mutlaka Allah (C.C) ile aranızda sır kalan bir hayır islemiş olmalısın" der.

O zaman tüccar kendisine yoksul kadınla arasında geçenleri anlatır.

Hz.Musa (A.S): "işte bu yüzden Allah, geçmiş bütün günahlarını bağışladı" diyerek tüccara müjdeyi verir.

(Mecmu´ul Letaif)



Rivayete göre Peygamberimiz (S.A.V) demişti ki:


"Ulu Allah söyle buyurur:

Şu iki korku ile iki gün aynı kulumda biraraya getiremem. Dünyada benden korkanın Ahiretini emin kılarım. Buna karşılık dünyada iken benim korkumu yüreğinde taşımayanları Kıyamet günü korkuya düşürürüm"


Ulu Allah (C.C) şöyle buyuruyor:
Resim

"İnsanlardan değil benden korkunuz"
(Maide suresi, 44)

Diğer bir Ayette söyle buyurur:

Resim
"Eğer mümimseniz, onlardan değil, benden korkunuz"

(Al-i Imran suresi, 175)


Hz.Ömer (R.A) Kur´andan dinlediği zaman yere baygın düşerdi. bir gün eline bir saman kırıntısı alarak söyle dedi:

"keşke ben de bir saman kırıntısı olsaydım, adi anılmaya değer bir şey olmasaydım. Keşke anam beni doğdurmamış olsaydı"

O çok ağlardı, hüngür hüngür yas dökerdi. Bu yüzden yanaklarından süzülen yaşların bıraktığı iki siyah iz her zaman yüzünde görülürdü.

Peygamberimiz (S.A.V) buyuruyor ki:

"Sağılan süt memeye dönmedikçe Allah korkusu ile ağlayan kimde cehenneme girmez."

Rivayet edilir ki, Kiyamet günü bir kul Allah çıkılacak ve günahlarının ağır bastığı görülerek cehenneme atılması emredilecektir. Bu sırada kirpiklerinden bir tel dile gelerek söyle diyecektir:

"Ey Rabb´im senin Resul´un Muhammed (S.A.V) kim Allah korkusu ile ağlarsa Allah onun yas döken gözlerini cehenneme haram kılar" diye bildirdi. Ben senin korkundan ağlamıştım.

Bunun üzerine dünyada Allah korkusu ile ağlayan bir kirpik teli sayesinde adam affedilecektir.

Cebrail (A.S): "falan oğlu filan bir tek kirpik sayesinde kurtuldu" diyerek bu durumu ilan edecektir.
(REKAIK UL AHBAR)


Rivayet edilir ki, Kıyamet günü cehennem ortaya çıkınca öylesine kükreyecek ki, bütün ümmetler dehşetinden dizüstü kapaklanacaklardır.

Nitekim yüce Allah (C.C) buyuruyor ki:
Resim

"...Ve sen her ümmeti dizüstü çökmüş (ne olacağını endişe ile bekler) görürsün. Her ümmet amel defterini almaya çağırılır"

(Casiye Suresi, 28)

İnsanlar cehenneme yaklaştırildıklarınde onun öfke ve kükreyişini duyacaklar, bu beşyüz yıllık mesafeden duyulacaktır.
O zaman Peygamberler dahil herkes kendi derdine düşerek "ben ne olacağım" diyecektir. Yanlız Peygamberlerin ulusu olan Hazreti Muhammed (S.A.V) müstesna, O "ümmetim ne olacak, ümmetim ne olacak" diyecektir.

O sırada cehennemden dağlar gibi ateş kütlesi çıkacaktır. Peygamber´imizin (S.A.V) ümmeti "ey ateş kütlesi! Namaz kılanlar, doğruluktan ayrılmayanlar, Allah´dan korkanlar ve oruç tutanlar hakki için geri dönermisin" diye yalvararak ateşi geldiği yere göndermeyi çalışacaklar, fakat ateş geri dönmeyecektir.

Bu sırada Cebrail´in (A.S) "ateş kütlesi Muhammed´(S.A.V)in ümmeti üzerine yöneldi" diye seslendiği duyulacaktır. bunun üzerine Cebrail (A.S), bir bardak su getirerek Peygamber´imize (S.A.V) uzatacak ve "ey Allah´in Resulü! Bunu al, ateşin üzerine at" diyecektir. Peygamber´imiz (S.A.V) Cebrail´den (A.S) aldığı bardağı ateşin üzerine boşaltır boşaltmaz ates sönecektir.

Peygamber´imiz (S.A.V) "bu su nedir?" diye soracak ve Cebrail´den (A.S) su cevabi alacaktir:

"Bu senin ümmetinin, Allah korkusu ile ağlayan günahlarlarinin gözyaşıdır. şimdi ateşin üzerine serpip onu Allah´in izni ile - söndüresin diye sana getirme emri aldım" *
(*BIDAYET`ÜL HIDAYE)


Peygamber´imiz (S.A.V) söyle dua ederdi:

" - Allah´im! Bana senin korkun ile ağlayan iki göz bağışla"

Gözyasi dökmek konusunda su beyit ne kadar düsüncürüdür:

"Ey gözlerim, günahıma ağlar misiniz?
Ömrüm elimden uçup gitti, gittide farkında olmadım.


Peygamber´imiz (S.A.V) söyle buyurduğu bildiriliyor:

"Hiç bir mümin düşünülülemez ki Allah korkusu ile gözünden sinek başı kadar yaş çıksın ve elmacık kemiğine kadar insinde o kula cehennem ateşi değsin"

HIKAYE

Anlatıldığına göre Muhammed Ibni Munzir (rahimehullahialeyh) ağladığı zaman gözyaşları ile yüzünü, sakalını ovar "duyduğuma göre gözyaşı değen yere cehennem ateşi değmez" derdi.
Mümin Allah’ın gazabından korkmalı ve kendini nefsin azgın arzularına uymaktan sakındırmalıdır.

Nitekim (Allah (C.C.) söyle buyuruyor:
Resim
"Nefsinin azgın arzularına uyan ve dünya hayatını (Ahirete) tercih edenlerin varacağı yer cehennemdir. Rabb'uin makamından ve nefsini azgın arzulardan alıkoyanların varacağı yer ise cennettir"

(Naziat Suresi, 37-41)

Allah´ın gazabından kurtularak sevap ve rahmetine nail olmak isteyenler, dünyanın sıkıntılarına sabırla katlanmalı, Allah´in buyruklarına uymakta ısrar etmeli ve günahlardan sakınmalıdırlar.

Rivayete göre Peygamber´imiz (S.A.V) buyuruyor ki:

"Cennetlikler cennete girdikleri zaman melekler onları türlü türlü hayır ve nimetlerler karşılarlar, onlar için sedirler kurularak döşenir. Kendilerine çeşit çeşit yemek ve meyvalar ikram edilir. Bu nimetlere rağmen üzerlerinde bir durgunluk fark edilir, belirli bir bekleyiş havası içinde bulundukları görülür. O zaman ulu Allah (C.C) "ey kullarım! Burası durgun ve bekleyiş içinde olunacak bir yer olmadığı haldeki sizdeki bu durgunluk ve bekleme hali nedir?" diye buyurur.

Cennetlikler: "bize yapılmış bir vaad vardı, simdi zamanı geldi" diye cevap verirler.

Bu cevap üzerine Allah (C.C) meleklere:

"perdeleri yüzlerinden kaldırın" diye emir buyurur.

Melekler: "Ey Rabb´imiz! Bunlar seni nasıl görebilirler, dünyada günah islemişlerdi" derler. Meleklerin bu sözlerine karşılık ulu Allah emrine tekrar ederek söyle buyurur:

"Perdeleri kaldırın, onlar dünyada iken bana kavuşmak arzusu ile zikretmişler, secde etmişler ve gözyaşı dökmüşlerdir"

Perdeler kaldırılır ve bakarlar, ansızın Allah katında secdeye kapanırlar. O zaman Allah onlara "kaldırın başınızı zira burası amel yeri değil, bağış ve mükafat yeridir" diye buyurur. Başlarını kaldırınca keyfiyet ölçüleri dışında onlara cemalini gösterir.

Arkasından Sevinçlerini zirveye çıkarmak üzere onlara söyle seslenir:

"ey kullarım, selam üzerinize olsun! Ben sizden hoşnudum, sizde benden hoşnud oldunuz mu?"

Cennetlikler söyle cevap verirler: "ey Rabb´imiz! Nasıl hosnud olmayalım ki, sen bize hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insanin hayalinde canlandırmadığı nimetler verdin"
(*ZEHR-UR RIYAZ)


Bu konuda ulu Allah (C.C.) söyle buyurur:
Resim

"Allah onlardan hoşnud oldu, onlar da Allah´dan hoşnud oldu."

(Kur´an-i Kerim - Beyyine Suresi, 8)

Resim

"Rahim olan Rabb´den selam vardır (onlara)"

(Kur´an-i Kerim - Yasin Suresi, 58)

(6) Kur'ân-i Kerim/Nehr Sûresi, 50
(7) Mecmu'ul Letaif
(8) Kur'an-ı Kerim/Maide Sûresi, 44.
(9) Kur'an-ı Kerim/AI-i mran Sûresi, 175
(10) Rekaik-ul Ahbar
(11) Kur'an-ı Kerim/Casiye Sûresi, 28
(12) Bidayet-ül Hidâye
(13) Kur'an-ı Kerim/Naziat Sûresi, 37-41
(14) Zehr-ur riyaz
(15) Kur'an-ı Kerim/Beyyine Sûresi, 8
(16) Kur'an-ı Kerim/Yasin Sûresi. 58
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Sevgili NuruM kardeşim hizmetiniz daim olsun. Ne iyi yaptınız mubareğin eserini bizlere aktarıyorsunuz ellerinize sağlık

GÖNÜL dolusu MUHAMMEDi MuHABBEtlerimİZi sunarız...
Resim
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Sevgili nur-ye Yüreğinizden sevgi, kaleminizden kelimeler hiç eksilmesin hep var olsun...
Sevgi ve muhabbetlerimle...

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

RİYAZET VE NEFSANİ ŞEHVET


* Ulu Allah (C.C.) Hazreti Musa'ya (AS.) bildirdi ki, «Ya Musa! Eğer benim sana sözümün, diline, içinden geçenlerle ruhunun bedenine, gör-me gücünün gözüne ve işitme gücünün kulağına olan yakınlığından daha yakın olmamı istiyorsan Muhammed'e (A.S.A.) çok selât-ü selâm getir.»

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:
Resim
— Herkes yarın ne gönderdiğine (Kıyamet günü için ne amel işledi-ğine) baksın» (18)

Ey insan! Bilmelisin ki, kötülüğü ısrarla emreden nefis, sana İblis'-den daha düşmandır. Şeytan, ancak nefsin heva ve azgın istekleri yolu ile senin üzerinde baskı kurabilir. Nefsin seni aşırı emellerle ve dayanak-sız kuruntularla aldatmasın.
Çünkü gamsızlık, gaflet, vurdumduymazlık, rehavet düşkünlüğü, tem-bellik ve miskinlik nefsin karakteristik özelliklerindendir. Her zaman eğri hedefleri ileri sürer, onun her şeyi kof ve dayanaksızdır.
Ondan hoşnut olup dediğine uyarsan mahvolursun, onu bir an kont-rol ve hesabından kaçınırsan batarsın, ona karşı gelmeyi başaramayıp ar-zularına boyun eğersen seni cehenneme götürür. Hayra yöneltilemez, belâların başı, rezilliklerin kaynağı» şeytanın hazinesi, her türlü kötülüğün sığınağıdır. Onu ancak yaratıcısı bilin Allah (C.C.) şöyle buyurun
Resim
— Âllah'dan korkunuz. Çünkü O, (iyi-kötü) yaptığınız her şeyden haberdardır» (19)
Kul, Ahiret hazırlığı yolunda kullanıp kullanmadığı nokta-i nazarından ömrünün geride kalan kısmını değerlendirse, bu düşünme ameliyesi kalb hesabına bir temizlenme fırsatı olur. Nitekim Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
«— Bir saat düşünmek, bir yıllık «nâfile ve câhilâne olarak yapılan) ibadetten daha hayırlıdır» Ebu'l - Leys'in Tefsirinden böyle beyan edilmiştir.)

Aklı başında olanın geçmiş günahlarına tevbe etmesi, âhirette ken-disini kurtarıp saadete ulaştıracak şeyler üzerine düşünmesi, aşırı emelleri gemlemesi, zaman geçirmeden tevbe etmesi, Allah'ı zikretmesi, yasaklardan kaçınması, nefsine karşı direnmesi ve onun azgın arzularına boyun eğlemesi gerekir.
Nefis bir puttur, nefsine boyun eğen puta tapmış olur Allah'a ihlâsla kul olanlar, sırf O'na kulluk etmeyi başaranlar, nefislerine yenen kimselerdir.
Rivayet edilir ki, Malik İbni Dinar (rahimehullahu) bir gün Basra çar-şısında gezinirken gözü incire takılır, canı çeker. Yanında parası olmadığı için ayağındaki terliği çıkararak bakkala verir, .«karşılığında bana in-cir ver» diye teklif eder.Terliği gözden geçiren bakkal «bu hiç bir şey etmez» der. Malik de geçer, gider.
Bakkala «bu adamı tanımıyor musun» diye sorarlar, bakkal «hayır»
der, ona «bu adam Malik İbni Dinar'dır» derler.
Bunun üzerine bakkal bir tabağa incir doldurarak kölesinin başı üzerine yerleştirir ve «şu ilerde yürüyen adam bu incir tabağını senin elinden almayı kabul ederse seni âzâd edeceğim» der.
Köle Malikin peşinden koşar, yetişinçe ona «bu incir dolu tabağı

Lokman-ı Hakim demişti. «Oğlum! Uykuda ve yemekte ölçüyü ka-çırma. Çünkü çok yiyip çok uyuyanlar; Kıyamet gününe, salih amel yönün-den eli boş varırlar» Münyetil - Müthi'de böyle denilmiştir.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
— Çok yeyip içerek kalbi öldürmeyin. Çünkü çok sulanmış bitkinin kuruması gibi oburluk da kalbi öldürür.»
Salihlerden biri mideyi, kalbin altında kaynayan ve buharı kalbi sa-ran bir kazana benzetir, buharın çokluğu kalbi lekeler, hatta karartır.
Oburluk, anlayış ve bilgi azlığına yol açar, mide şişkinliği. zekâ kes-kinliğini giderir.
Anlatıldığına göre bir gün ***** İbni Zekeriyya (A.S.) şeytan ile kar-şılaşır. İblisin kucağında bir tomar yular vardır. Hz. ***** ona «bunlar nedir» diye sorar. Şeytan «bunlar insanoğullarını avlamama yarayan az-gın nefsi arzulardır» diye cevap verir.
Hz. ***** «aralarında bana ait bir şey var mı» diye sorar. Şeytan «hayır yok, yalnız sen bir gece yemeği fazla kaçırmıştın da seni namaz-dan alakoyduk» karşılığını verir.
Bunun üzerine Hz. ***** «öyleyse bundan sonra hiç bir zaman do-yasıya yememeye kesinlikle karar veriyorum» der. Şeytan da «o halde ben de bundan sonra hiç kimseye nasihat vermemeye kesin karar veri-yorum» karşılığını verir.
Bu durum ömründe bir gece yemeğinin ölçüsünü kaçıran içindir, bu-na karşılık ömründe bir gece bile acıkdığını hissetmeyen ve buna rağmen kendini ibadet heveslisi sayan kimsenin haline ne dersiniz?!
Yine anlatıldığına göre ***** Bin Hz. Zekeriyya (A.S.) bir keresinde karnını arpa ekmeği ile fazlaca doyurur, o gece her zamanki zikrini ya-pamadan uykuya dalar. Allah (C.C.) O'nu vahiy yolu ile şöyle azarlar, «ey *****! Benim evimden daha hayırlı bir ev mi buldun, yoksa bana yakın olmaktan sana daha faydalı bir muhit mi buldun? izzet ve celâlim hak-kı için, eğer Firdevs ile cehennemin her ikisini yakından görüp mukaye-se etsen gözyaşı yerine irin ağlar ve dikişli elbise yerine demir giyerdin.»

Hz. Ebubekir (R,A\) şöyle buyurur, «Allah'a ibadet etmenin tadına varayım diye müslüman olduğumdan beri doyasıya yemedim. Allah'a kavuşmak şevki ile kanasıya içmedim. Çünkü, çok yemek, az ibadete sebep olur, insan çok yiyince vücudu ağırlaşır, gözkapaklarına ağırlık çöker, azalan gevşer. Böyle bir kimsenin elinden, kendini ne kadar zorlarsa zorlasın uykudan başka bir şey gelmez, çöplüğe atılmış bir leş gibi olur» Minlacil alezhinde böyle denilmiştir.

_________________________
(18) Kur'an-ı Kerim/-Haşr Sûresi, 18
(19) Kur'ân-ı Kerim/Haşr Sûresi, 18
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB


DÖRTÜNCÜ BÖLÜM

SABIR VE HASTALIK



Allah'ın azabından kurtulmak, O'nun sevab ve rahmetine nail olarak cennetine girmek isteyenler, nefislerini dünyaya ait azgın arzulara kapıl-maktan alıkoymalı, hayatın sıkıntısı ve musibetlerine karşı sabırla katlan-malıdırlar. Nitekim ulu Allah (C.C.)
Resim
«Allah sabredenleri sever» buyuruyor. (17)

Sabır bir kaç türlüdür: Allah'ın emirlerine uymakta sabretmek (sebat), Allah'ın yasaklarından uzak durmada sabretmek (direnmek), musibete, bilhassa ilk şok anının sarsıntısına karşı sabretmek (katlanmak)
Allah'ın buyruklarına uymakta (itaatte) sabır gösterenlere Allah, Kı-yamet günü cennette, her biri yerle gök arası kadar olan üçyüz derece verecektir.
Allah'ın yasaklarından uzak durmada sabır gösterenlere Allah, Kı-yamet günü, her biri yedinci yerle yedinci gök arası kadar olan altıyüz derece verecektir.
Allah'dan gelen musibetlere sabırla katlananlara Allah, Kıyamet gü-nü her biri Arş ile yeryüzü arası kadar olan yediyüz derece verecektir.


— HİKÂYE —

Anlatıldığına göre Zekeriyya (A.S.) bir gün yahudîlerden kaçar, on-lar da ardına düşerler. İz sürücüler kendisine yaklaşınca kalın dallı bir ağaç görür, «Ey ağaç yarıl da beni içine al» diye yalvarır. Bu sırada açı-lan ağaç Hz. Zekeriyya'yı gövdesine aldıktan sonra tekrar kapanır.
Derken İblis ortaya çıkar, iz sürücülerini iri gövdeli ağacın yanına ge-tirir, bir testere ile ağacı keserek Hz. Zekerriya'nın ölmesini sağlamalarını söyledi. Onlar da İblisin dediği gibi yaparlar. Hz. Zekerriyya (A.S.) Allah'a değil, ağaca sığındığı için bu yanlış tutum, helâkine yol açar ve teste-reyle ikiye bölünür.
Nitekim Peygamber'imizden (S.A.S.) gelen bir rivayette: Ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:
— Başına bir belâ geldiği zaman bana sığınan kulun, daha o hiç bir istekte bulunmadan, dileğini yerine getirir ve daha yalvarmadan duasını kabul ederim. Buna karşılık başına bir belâ geldiği zaman bana değil de varlıklardan birine sığınan kulun yüzüne bütün gökyüzü kapılarını kitlerim». demiştir.
(Hikâyeye devam edelim) Testerenin dişleri beynine geçince Hz. Zekeriyya (A.S.) feryadı koparır. Bunun üzerine kendisine şöyle sesle-nilir:
—- Ey Zekeriyya! Allah sana şöyle buyuruyor: Niye belâya sabretmi-yorsun da «ah» diyorsun. Eğer bu sözü ikinci sefer tekrar edersen adını peygamberler defterinden silerim.»
Bu ağır ihtar üzerine Hz. Zekeriyya ağzından hiç bir feryad ifadesi kaçmasın diye dudaklarını ısırır, iki parçaya biçilinceye kadar sabreder.
Aklı başında, olan kimse şikâyetçi olmaksızın başına gelen belâya sabretmeli, dünya ve ahiret azabından kurtulmalıdır. Zira belâların (im-tihanların) en çetini ile peygamberler ve veliler karşılaşır.
Cüneyd-i Bağdadî (rahimehullahu Aleyh) der ki: «Belâ, ariflerin kan-dili, muridlerin uyarıcısı, müminlerin silâhı ve gafillerin helâk alma sebe-bidir. Başına belâ gelip de hoşnutluk ve sabır göstermedikçe hiç kimse imanın tadına varamaz.»

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
— Bir gece hastalanıp da Allah'dan gelen acıya gönül hoşnudluğu ile katlanan kimse, anasından doğduğu gün gibi günahlardan arınır. O halde hasta olduğunuz zaman iyileşmeyi temenni etmeyiniz.»

Dahhak der ki, «her kırk gecede bir başına ya bir belâ ya bir keder veya bir musibet gelmeyen kimsenin hesabına, Allah katında hiç bir hayır yazılmaz».

Muaz Îbni Cebel (R.A.) der ki, «Allah bir kulun başına bir hastalık verince sol yanındaki meleğe «çek ondan kalemi», sağ yanındaki meleğe de «bu kulumun hesabına yapageldiği amellerin en iyilerini yaz» diye ta-limat verir.

• Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:
— Bir kul hastalanınca Allah ona iki melek göndererek «bakın baka-lım, kulum ne diyor» diye talimat verir. Eğer hasta «Elhamdülillah» derse bu sözü melekler tarafından Allah'a ulaştırılır. —-O, zaten bilir ya!— O zaman Allah buyurur ki, «bu kulumun eğer canını alırsam onu kesinlikle cennete yerleştireceğim ve eğer ona şifa verirsem etini daha semiz et-terle, kanını daha daha yarayışlı bir kanla değiştireceğim gibi günahlarını da muhakkak sileceğim.»

— H İ K  YE-


İsrailoğulları arasında bir fasık vardı, fasıklıktan bir türlü vazgeçmi-yordu, günün birinde beldesinin halkı ondan iyice bıktı, koyulduğu kötü yoldan onu vazgeçirmekten ümitler kesilince ondan kurtulmak için Al-lah'a yalvardılar.
Allah (C.C.) Hz. Musa'ya (A.S.) vahyetti ki, «İsrailoğulları arasında fasık bir delikanlı var, onu beldelerinden sür ki, onun kötülüğü yüzünden üzerlerine ateş yağmasın.»
Hz. Musa da o beldeye vararak delikanlıyı sürdü. Delikanlı beldesin-den çıkarak bir köye sığındı. Bunun üzerine Allah'dan o köyden de onu kovma emrini alan Hz. Musa, delikanlıyı yeni yurdundan da çıkardı.
İkinci sefer sürgüne çıkan delikanlı bu defa insansız, bitkisiz, vahşî hayvansız ve kuş uçmaz bir mağaraya sığındı. Bu ıpıssız mağarada yalnız, kendisi ile başbaşa kalan delikanlı çok geçmeden hastalandı, yanında ba-kacak hiç kimsesi yoktu.
Toprağın üzerine yığıldı, başını da yere koydu. Bu acıklı durumda dudaklarından şöyle mırıldandı, «Annem başucumda olsaydı, halime acır ve zilletime ağlardı. Babam yanımda olsa yardımıma koşar, başımın ça-resine bakardı. Karım burada olsa ayrılığımızın acısına ağlardı... Çocuk-larım yanımda olsalar, cenazemin arkasından gözyaşı döker ve «Al lah'ımız! Garib, zavallı, günahkâr, beldesinden yabancı bir köye sürülmüş, orada da barındırılmayacak ıssız bir mağaraya koyulmuş ve ıssız mağa-rada da dünyadan ayrılarak ümitsiz bir ahiret yolculuğuna çıkmak üzere olan babamızı sen af eyle» diye dua ederlerdi.
Allah'ım! Beni ana - babamdan, evlâdımdan, karımdan ayrı düşür-dün, fakat rahmetinden mahrum etme. Onların acısı ile kalbimi yaktın, fakat günahıma karşılık beni ateşinde yakma.
Delikanlının bu acıklı yalvarmaları üzerine Allah, delikanlıya anası ve karısı kılığında birer huri, çocuklarının kılığına girmiş genç.melekler ve ba-bası kılığında da bir melek gönderdi. Gelen huri ve melekler yanbaşına oturarak üzerine ağladılar. Delikanlı da «İşte ana-babam, karım ve ço-cuklarım, sonunda bana gelmişler!» diyerek ölçüsüz bir sevince boğuldu, gönlü feraha kavuşarak günahtan arınmış ve affa uğramış bir halde Al-lah'ın rahmetine kavuştu.
Bunun üzerine Allah (C.C.) Hz. Musa'ya (A.S.) bildirdi ki, «filân yer-deki falan kuytu mağaraya git, orada velilerimden bir veli öldü, yanına var, ona karşı yapılacak görevleri bizzat yürüterek ölüsünü defnet.»
Allah'ın bu talimatına uyan Hz. Musa (A.S.) kuytu mağaraya varınca Allah'ın emri ile önce kendi beldesinden ve sonra sürgün olarak yaşadığı köyden kovduğu delikanlının ölüsü ile karşı karşıya olduğunu ve cena-zesinin çevresini melekler ile hurilerin tuttuğunu görür.
O zaman Hz. Musa (A.S.) Allah'a «Allah'ım! Bu ölü, senin emrin uya-rınca beldesinden ve sürgün yerinden kovduğum delikanlı değil mi» diye sorar.
Ulu Allah Hz. Musa'ya cevap verir, «evet ya Musa, fakat sonra ben onu rahmetimin şemsiyesi altına alarak affettim. Çünkü toprak üzerinde uzanmış, yatarken bana yakardı. Memleket, ana - baba, eş ve çocuk has-retine katlandı. Ona son nefesinde gurbetteki acıklı durumunun elemine katılsınlar diye son nefesinde anası ve eşi kılığına birer huri, babası ve çocukları kılığında melekler gönderdim.
Bilirsin ki, bir garip öldüğü zaman yer ve gök ehlinin hepsi onun için yas tutarlar. Ben merhametlilerin en merhametlisi iken ona nasıl acımaz-dım.»
Garip bir kimse komaya girdiği zaman Allah meleklerine buyurur ki, «ey meleklerim! Bu adam gariptir, yolcudur, çoluk - çocuğundan, eşinden, ana - babasından ayrı düştü. Ölünce arkasından ağlayacak, yasını tuta-cak bir kimsesi yoktur.»
Arkasından Allah, meleklerden birini babası kılığına, bir başkasını çocuğu kılığına, bir diğerini yakın akrabasından birisi kılığına koyar.
Bunlar son nefesinde yanına varırlar. Garip hasta gözlerini açar. ana- babasını, eşini görür, yüreği rahatlar, ruhunu huzur ve sevinç içinde teslimeder.
Daha sonra cenazesi yola çıkarıldığı zaman, melekler onu uğurlar ve mezarı başında Kıyamet gününe kadar dua ederler.

İşte ulu Allah'ın (C.C.) «Allah'ın kullarına karşı lütuf sahibidir» âyet-i celilesinin tecellilerinden birisi de budur.


——İbni Ata (rahimehullahu aleyh) der ki, «Kulun gerçek mümin olup ol-madığı belâ ve ferahlıkla karşılaştığı anlarda belli olur. Ferahlık günle-rinde şükredip belâ günlerinde sızlanan kimse, (kulluk ve müminlik iddia-sında) yalancıdır.
- Eğer bir kimse bütün insanların ve cinlerin bilgisini nefsinde topla-mış olsa da üzerine doğru belâ rüzgârı estiği zaman başına gelenlerden ötürü açıktan açığa şikâyet ederse, ilminin ve amelinin ona hiç bir faydası yoktur.»


Nitekim bir Hadis-i Kudsî'de şöyle buyurulur:
— Benim takdirime razı olmayanlar ve benim verdiğime şükretme yenler benden başka bir rabb arasınlar.»

Vehb İbni Münebbih (rehimehullahu) in anlattığına göre peygamberlerden biri elli yıl Allah'a ibadet etmiş. Allah da ona «seni affettim» diye bildirmiş. Peygamber de bu bildiriye karşı «Allah'ım, hiç bir günah işlemedim ki, neyimi affediyorsun» demiş.
Bunun üzerine Allah boyun damarlarından birine hızla atmasını emretmiş, Peygamber o gece uyuyamamış. Gün ağardığı zaman sabah meleği yanına gelince boyun damarının hızlı atışından ötürü çektiği rahatsızlıktan ona yakınmış. O zaman melek ona şöyle demiş, «Allah'ın sana diyor ki, elli senelik ibadetinin sevabı boyun damarından şikâyet etmenin günahını bile karşılayamaz.»

___________________________________
(17) Kur'ân-ı Kerim/Ali îmran Sûresi, 146
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB


5. NEFSİ YENMEK VE ŞEYTANA KARŞI KOYMAK

* Maneviyat
* Şehvet



Aklı başında olan kimsenin, nefsin azgın arzularını açlıkla sindirmesi gerekir. Çünkü Allah'ın (C.C.) düşmanını (nefsin azgın arzularını) ancak açlık gemleyebilir.

Nefsin azgın arzuları, yemek ve içmek şeytanın vasıtalarıdır. Nitekim Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

— Şeytan, insan vücudunda kan damarları yolu ile dolaşır, Binan-aleyh siz onun dolaşım yolunu açlıkla daraltınız. Kıyamet günü, insanla-rın Allah'a en yakın olanı, en uzun müddet aç ve susuz kalanıdır.»

İnsanoğlu hesabına en büyük tehlike kaynağı, midenin doyumsuz ar-zularıdır. Hz. Adem (A.S.) ile Havva'nın huzur ve istikrar yurdundan (cen-netten) çıkarılarak horluk ve yokluk diyarına (dünyaya) gönderilmeleri-nin sebebi odur.

Bilindiği gibi bir ağaç meyvesinden yemek, kendilerine Allah tarafın-dan yasaklandığı halde azgın arzularına yenilerek sözkonusu ağacın mey-vesinden yediler de çırılçıplak kalıverdiler.

Tahkike göre, mide, aşırı arzuların kaynağıdır. Hikmet ehlinden biri der ki, «nefsinin kontrolu altına giren kimse, onun azgın arzularından hoş-lanmaya mahkûm olmuş, onun yanılmalar zindanında tutuklanmış ve kal-bini faydalı şeylerden mahrunr etmiş olur. Vücud azaları toprağını azgın arzularla sulayanlar, kalblerinde pişmanlık ağacı dikmiş olurlar.»

Ulu Allah (C.C.) canlıları üç türlü yaratmıştır: Melekleri akıllı ve fa-kat azgın isteksiz yaratmıştır. Hayvanları azgın isteklerle donatmış fa-kat onların yapısına akıl katmamıştır.

İnsanoğlunu ise akıl ve arzuları birarada yapısına katarak yaratmış-tır. Buna göre aklını azgın arzularının kontrolüne veren kimse hayvan-lardan aşağıdır, bunun tersine azgın arzularını aklının kontrolü altında tutan kimse de meleklerden üstündür.

—HİKÂYE—

İbrahim Havvas (raimehullahu) anlatıyor: Bir gün Likâm dağında idim. Bir nar ağacı gördüm, canım çekti, ondan bir nar kopararak yar-dım, ekşiymiş, elimden attım ve yoluma devam ettim. Az ileride birini gör-düm, yere serilmiş ve üzerine arılar üşüşmüştü.

Adama selâm verince «aleykümselâm, ya İbrahim» diye cevap ver-di. «Beni nereden tanıyorsun» diye sordum. «Allah'ı tanıyanlara hiç bir şey saklı değildir» karşılığını verdi. Ona «anlaşılan Allah ile münasebetin var, şu arılardan seni kurtarmasını O'ndan istesene» diye takıldım.

Bana şu cevabı verdi, «ben de senin Allah ile münasebetin olduğunu sanıyordum. Asıl kendin, nar düşkünlüğünden seni kurtarmasını istesene! Nar düşkünlüğünün acısını insan ahirette çeker, oysa arı sokmasının acı-sı dünyadadır. Öte yandan arı sokması vücudu incittiği halde azgın arzu-lar, iğnelerini kalbe batırırlar.»

Bana ağır, fakat faydalı bir ders veren adamı kendi halinde bıraka-rak yoluma devam ettim.» .

Nefsin aşırı arzuları padişahları köle yaptığı gibi sabır da köleleri pa dişahlığa yükseltir. Hz. Yusuf (A.S.) sabrı sayesinde Mısır meliki oldu. Bu-na karşılık Züleyha, nefsinin azgın arzusu yüzünden, Hz. Yusuf'a (A.S.) karşı duyduğu aşkı gemleyemediği için zavallı, düşkün, yoksul, yaşlı ve gözlerinden mahrum bir duruma düştü.

Ebul Hasan Errazi'nin (rehimehullahu) anlattığına göre,ölümünden iki yıl sonra babasını rüyasında görür, üzerinde katrandan bir elbise var-dır. Ona sorar, «babacığım, niye seni cehennemliklerin kılığı içinde görü-yorum.»

Babası «yavrum, nefsim beni cehenneme sürükledi! Sakın nefsine al-danma» der.

Şairin biri bu konuda şöyle der:

Başıma dört belâ sarıldı.

Sapıklığım ve iradesizliğim yüzünden düştüm pençelerine:

Şeytan, dünya, nefsim ve sonu olmayan arzular. '

Hepsi de düşmanım, acaba kurtuluş nasıl?

İhtiras ve kuruntuların karanlığında

Nefsimin beni sonu olmayan arzulara çağırdığını görüyorum.»

. .

Hatem'ül Asam (rehimehullahu) der ki, «nefsim ayakbağım, ilmim silâhım günahım hayal kırıklığım ve şeytan da düşmanımdır. Nefsimin ar-zusuna, hiç bir zaman, uymam.»

Ehli marifetten bir zatın şöyle, dediği nakledilir: Cihad üç türlüdür. Birincisi kâfirlerle savaşmaktır ki, bu zahirî cihad'dır. Ulu Allah'ın «Allah yolunda cihad edenler...» âyet-i celilesinde, cihadın bu çeşidine işaret edilmiştir (20).

İkinci çeşit cihad ilimle ve inandırıcı deliller ile batılın taraftarlarına karşı verilen cihaddır. «En iyi usulle onlara karşı koy» âyet-i kerimesi, bu çeşit cihada işaret eder. (21)

Üçüncü çeşit cihad, kötülüğü emreden nefse karşı verilen cihaddır. Bunun hakkında Allah şöyle buyurur:

b

—Bizim uğrumuzda cihad edenlere yollarımızı gösteririz» (22).

Peygamber'imiz (S.A.S.) de bu konuda şöyle buyurur:

— En faziletli cihad, nefse karşı verilen cihaddır.»

Nitekim sahabîler (Allah onlardan razı olsun) kâfirlere karşı verilen bir savaştan dönünce «küçük cihaddan büyük cihada döndük» derlerdi.

Nefse, şeytana ve azgın isteklere karşı verilen cihada «büyük cihad» ismini vermelerinin sebebi şudur: Nefse ve azgın arzulara karşı verilen ci-had aralıksızdır, oysa kâfire karşı arasıra savaş verilir. Öte yandan cephe savaşçısı düşmanını görür, fakat şeytan görünmez, görünür düşmana karşı cihad vermek, görünmez düşmanla cihad etmekten daha kolaydır.

Bir de şeytana karşı savaşırken onun, senin nefsinde bir destekçi-si vardır, bu destekçi nefsin azgın arzularıdır, oysa ki kâfirlerle yapılan savaşta onların senin nefsinde öyle bir yardımcıları yoktur, bu yüzden şeytana karşı verilen cihad daha çetindir.

Yine savaşta kâfir öidürürsen zafer ve ganimet elde edersin, kâfir seni öldürürse şehitlik rütbesi ile cennet kazanırsın. Halbuki şeytanı öl-düremezsin, ama eğer o seni öldürecek olursa Allah'ın cezasına çarpı-lırsın.

Nitekim derler ki: «Savaşta atını elinden kaçıran kimse düşmanın eline düşer, buna karşılık imanını yitiren kimse Allah'ın gazabına uğrar, böyle bir şeyden Allah'a sığınırız!...»

Diğer yandan, kâfirlerin eline esir düşen kimsenin elleri boynuna bağlanmaz, ayaklarına pranga vurulmaz, aç ve çıplak bırakılmaz. Oysa Allah'ın öfkesine muhatap olan kimsenin yüzü kara olur, elleri boynuna kelepçelenir, ayakları ateşten prangalara vurulur, yediği ateş, giydiği ateş ve içtiği ateş olur.


_______________________________
(20) Kur'an-ı Kerim/Maide Suresi, 54
(21) Kur'an-ı Kerim/Nah! Sûresi, 125
(22) Kur'an-ı Kerim/Ankebut Sûresi, 69
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB


6. GAFLET




Gaflet pişmanlığa yol açar. Gaflet nimetin elden gitmesine sebep olur. Gaflet faydalılığı engeller. Gaflet kıskançlığı azdırır. Gaflet kınan-maya ve nedamete sebep olur.

Hikâye edilir ki, salihlerden biri rüyasında hocasını görür ve ona «en çok neden pişmansınız» diye sorar. Hocası da ona «en büyük pişmanlığım gafletimdendir» diye cevap verir.

Yine anlatılır ki, salihlerden biri Zunnun-i Mısrî'yi (rehimehullahu) rüyasında görür ve ona «Allah sana ne yaptı» diye sorar.

Zunnun-i Mısrî de «beni karşısına dikerek seni gidi palavracı, seni gidi yalancı! Beni sevdiğini ileri sürdün, sonra da benden gaflete düştün diye beni azarladı» cevabını verdi.

Şair bu konuda şöyle der:

Kendin gaflettesin, kalbin yanılmada
Ömür geçti, günahlar olduğu gibi

Anlatıldığına göre salihlerden biri babasını rüyasında görür, ona «ba-bacığım! Nasılsın, durumun nasıl» diye sorar. Babası da «yavrum! Dün-yada gafil yaşadık ve gafil olarak öldük» diye cevap verir.

Zehril Riyazda rivayet edildiğine göre Hz. Yakub (A.S.) ölüm meleği (azrail) ile dosttu. Bir gün Azrail, Hz. Yakub'u ziyarete gider. Hz. Yakub O'na «Ya Azrail, görüşmeye mi geldin, yoksa canımı almaya mı» diye sorar. Azrail «gelişim ziyaret içindir» cevabını verir.

Hz. Yakub «senden bir ricam var» der. Azrail «nedir» der. Hz. Yakub «ölümümün yaklaştığını, canımı almaya hazırlandığını bana önceden bildirmeni istiyorum» der, Azrail «hay hay, sana iki veya üç haberci gön-deririm» karşılığını verir.

Hz, Yakub'un ömrü dolunca bir gün yine ölüm meleği karşısına di-kilir. Hz. Yakub yine sorar, «ziyaretçi misin, yoksa canımı almaya mı gel-din» Azrail «canını almaya geldim» cevabını verir.

Hz. Yakub «sen bana daha önce iki veya üç haberci göndereceğini söylemedin mi» diye sorar. Azrail şu cevabı verir, «söylediğimi yaparak sana üç haberci gönderdim: Önce siyah iken sonra ağaran saçın, güç-lü iken halsizleşen vücudun ve dimdik iken kamburlaşan vücudun, ey Ya-kub, işte bunlar benim ademoğullarına gönderdiğim ön habercilerdir.»

Şair bu durumu şöyle tasvir eder:

Geçti yıllar, günler, günahlar üremekte

Geldi ölüm habercisi, fakat kalb gafil

Dünyadan nasibin aldanmak ve pişmanlık

Dünyada kalman ise imkânsız ve boş kuruntu

Ebu Ali ed-Dekkak (rehimehullahu) anlatıyor: «Hasta olan salih bir dostumu ziyaret etmeye vardım, büyük bir şeyh idi, etrafını talebeleri çevirmişti, ağlıyordu, iyice yaşlanmıştı. «Ey şeyh! Neye ağlıyorsun, yok-sa dünyaya mı» diye sordum. «Asla! Kaçırdığım namazlara ağlıyorum» diye cevap verdi. «Nasıl olur, sen namazını kaçırmazdın» dedim. Bana şu cevabı verdi. «Şu günüme kadar geldim, ne gafletsiz secdeye var-dığım oldu, ns de gafletsiz secceden başımı kaldırdığım var. İşte şimdi de gaflet içinde ölüyorum.»

Arkasından derin bir nefes çekerek şu şiiri söyledi: Mezarımdan doğrulacağım günü ve mahşere varacağımı düşündüm Dört köşelik çukurumdaki ikamet süremi Yapayalnız ve tek başıma, nice izzet ve mevkiden sonra Günahımın ve toprağımın tutuklusu olarak, onunla başbaşa hesap-laşman üzerinde eni boyu düşündüm.

Ve amel defterim verildiği zamanki halimin perişanlığını

Fakat ümidim sendedir, Rabb'im, yaratıcım!

Umarım ki, ey Allah'ım sen bağışlarsın günahkârı!

Uyun-ul Ahbar adlı eserde Şakık el-Belhî'nin (rehimehullahu) şu söz-leri nakledilir: «İnsanlar şu üç sözü söylerler, ama davranışları sözleri-ne ters düşer. Birincisi «biz Allah'ın kuluyuz» derler, fakat başıboşlar gibi davranırlar, bu durum sözlerine ters düşer, «Allah bizim rızkımıza kefildir» derler, fakat kalbleri yalnız dünya ile dünya varlığı biriktirmekle tatmin olur. Bu davranış da sözlerine ters düşer. «Ölümden kurtuluş-muz yoktur» derler, fakat hiç ölmeyecekmiş gibi hareket ederler, bu du-rum da hiç şüphesiz sözlerine ters düşer.

Ey kardeşim, sen kendine bak! Hangi vücudla Allah'ın huzuruna dikileceksin, hangi dille O'na cevap vereceksin, her şeyi inceden inceye sana sorduğunda ne cevap vereceksin.

Sorulara cevap ve cevaplara doğruluk hazırla, Allah'dan kork, çünkü «O, iyi-kötü bütün davranışlarınızdan haberdardır.»

Şakık-ul Belhî sözlerine devam ederek müminlere, Allah'ın emrin-den ayrılmamalarını ve gizli - açık her durumda O'nu tek ilâh olarak bilmelerini öğütledi.

Hadisi Şerif'de varid olduğuna göre: Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle •buyurmuştur.

— Arş'ın direğinde yazar ki, «bana itaat edenin ben de mükâfatını veririm, beni seveni ben de severim, bana yalvaranın isteğini karşıla-rım, benden af dileyenin günahlarını bağışlarım.»

Aklı başında olan kimsenin Allah'a korku içinde ve ibadetini sırf O'na yönelterek O'nun takdirinden hoşnut olarak O'ndan gelen belâya sabır-la katlanarak verdiği nimetlere şükreder ve verdiği ile yetinerek itaat etmesi gerekir.

Nitekim ulu Allah buyurur ki, «benim takdir ettiğimden hoşnut ol-mayanlar, gönderdiğim belâya sabırla katlanmayanlar, nimetlerime şük-retmeyenler ve verdiğimi yeterli bulmayanlar, benden başka Allah ara-sınlar.»

Biri Hasan el-Basrî'ye (rehimehullahu) «ibadetten zevk almıyorum» der. Hasan el-Basrî de ona «her halde sen Allah'dan korkmayan birinin yüzüne bakmışsın! Kulluk, her şeyden hakkıyla sıyrılarak Allah'a yönel-mektir» cevabını verir.

Başka birisi de aynı konuyu Ebu Yezid ol-Bestamî'ye (rehimehul-lahu) açar, «ibadetten zevk almıyorum» der. Ebu Yezid el-Bestamî de ona şöyle cevap verir. «Çünkü sen ibadete tapıyorsun, Allah'a ibadet etmi-yorsun! Allah'a ibadet et ki, ibadetten lezzet alasın.»

Anlatıldığına göre adamın biri namaza durur, «fatiha» süresini okur-ken sıra «iyyake na'budü (sırf sana kulluk ederiz)» ayetine geldiği za-man gerçekten sırf Allah'a kulluk ettiğini içinden geçirir. O sırada gizli bir ses ona «yalan söylüyorsun, sen insanlara kulluk ediyorsun» diye seslenir. Hemen tevbe eder. insanlarla münasebetlerini keser ve yine na-maza durur.

Yine sıra «iyyake na'budü» ayetine gelince ayni sesi bir kere daha duyar. «Yalan söylüyorsun, sen servetine tapıyorsun» Bu azar üzerine bütün varlığını fakirlere dağıtır, yine namaza durur, sıra yine «iyyake na'budü» ayetine geldiği zaman gizli ses bir daha kulağına gelir, «yalan söylüyorsun, sen elbiselerinin kölesisin.»

Derhal vücudunu örtmek için gerekli olanlarının dışında kalan bü-tün elbiselerini fakirlere verir ve namaza durur. Sıra bir daha «iyyake na'budü» ayetine gelince bu sefer gizli ses kulağına şöyle seslenir, «şim-di doğru söylüyorsun, gerçekten şu anda sen sırf Allah'a kulluk ediyor-sun.»

Revnakul - Meranîs de der ki: «Adamın biri heybesini kaybetmiş,

kime verdiğini bir türlü hatırlayamıyormuş, bu düşünce içinde namaza durmuş, namazda iken heybeyi kime verdiğini hatırlamış. Selâm verince kölesini çağırmış, «falan oğlu filâna git heybemizi geri al» demiş.

Köle «onda olduğu ne zaman hatırına geldi» diye sormuş, adam «na-mazda iken» diye cevap vermiş. Bunun üzerine köle ona şöyle demiş, «efendim, demek ki sen Allah'ın rızası peşinde değil, heybenin peşinde imişsin» Adam da sağlam itikadına hürmet ederek köleyi derhal azad etmiş.

Bundan dolayı aklı başında olan kimsenin dünyadan gönül sıyırarak sırf Allah'a kulluk etmesi, ilerisini düşünerek ahiret saadetini araması gerekir. Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

Resim

— Kim ki, Ahiret ürününü (sevabını) dilerse onun ürününü artırırız. Buna karşılık dünya ürününe (elbise, yiyecek, içecek gibi dünya lezzetlerine) talip ise ondan payını veririz, fakat onun ahirette hiç bir payı olmaz (ahiret sevgisi kalbinden çıkarılır)» (22).

Böyle olduğu içindir ki. Hz. Ebubekir (R.A.) Peygamber'imiz uğruna kırk bin dinar açıktan ve kırk bin dinar gizlice harcamış ve sonunda ken-disine hiç bir şey bırakmamıştır. Peygamber'imizin (S.A.S.) kendisi olsun, yakınları olsun dünyadan, onun azgın istek ve arzularından yüz çevir-mişlerdi.

Nitekim Hz. Fatma (R. Anha) nın Hz. Ali (kerremellahu vechehu) ile evlendiği zaman çeyizi debbağlanmış koç derisi bir post ile içine ağaç kabuğu doldurulmuş deri bir yastıktan ibaretti.


___________________________________
(22) Kur'an-ı Kerim/Şûra Sûresi. 20
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB


7. ALLAH'I UNUTMAK, FASIKLIK VE NİFAK




Kadının biri Hasan el-Basrî'ye (rehimehullahu) gelir, «genç bir kızım vardı, öldü, onu rüyamda görmek istiyorum, onu rüyada görmeni sağla-yacak bir dua öğretesin diye sana geldim» der.

Hasan el-Basrî (rehimehullahu) da kadının arzusunu yerine getirir. Ka-dın kızını rüyasında görür ki, aman Allah'ım! Üzerinde katrandan bir el-bise, boynuna bukağu ve ayaklarına prangalar vurulmuş.

Durumu Hasan el-Basrî'ye bildirir, veli de bu hale üzülür.

Aradan zaman geçer, bu defa kızı rüyasında Hasan el-Basrî görür. Kız cennettedir ve başı taçlıdır. Kız «Veli»ye «beni hatırladın mı? Ben sa-na gelerek şöyle şöyle ricada bulunan kadının kızıyım» der.

Hasan el-Basrî «seni gördüğüm duruma getiren sebep nedir» diye sorar. Kız şu cevabı verir, «Adamın biri bizim mezarlığın yanından geçer-ken Peygamber'imize (S.A.S.) bir defa selât-ü selâm getirdi, mezarlıkta azâb çeken beşyüz elli ölü vardık. O adamın selât-selâmı sayesinde —bunlardan azabı kaldırın— diye emir geldi.»

Şimdi düşünelim. Bir adamın Peygamber'imize (S.A.S.) getirdiği se-lât-ü selâm hürmetine o kadar kişi affedilince elli yıllık ömrü boyunca O'na selât-ü selâm getiren kimsenin Kıyamet günü, O'nun şefaatine nail olmaması düşünülebilir mi?

Ulu Allah (C.C.) «o kimseler gibi (yâni münafıklar gibi) olmayın (güna-ha dalmayın) ki, onlar Allah'ı unutmuşlardır (yani Allah'ın emrinden ay-rılarak tersini yapmışlar, dünyalık azgın arzulardan tad almşlar ve onun aldatıcı görüntülerine gönül vermişlerdir).»

Peygamber'imize (S.A.S.) «mümin ve münafık kimdir» diye sormuş-lar, Peygamber'imiz şu cevabı vermiştir:

— Müminin gözü namazda, oruçta olur, münafığın gözü işe —hayvanlarda olduğu gibi-— yemekte, içmekte, ibadet ve namazdan uzak durmakta olur. Mümin, eli vardıkça sadaka verir, Allah'dan günahlarının affedilmesini diler. Münafık ise ihtiras ve boş kuruntular peşindedir. Mü-minin Allah'dan başka hiç bir kimsede umudu olmaz, münafık ise AI-lah'dan başka herkese umut bağlar.

Mümin, dini yerine malını feda eder, münafık ise malı uğruna dinini satar. Mümin Allah'dan başka hiç kimseden korkmaz. Münafık ise Allah-dan başka herkesten çekinir. Mümin iyilik işlemekle birlikte ağlar, mü-nafık ise kötülük işlediği halde güler.

Mümin yalnızlıktan ve kendi başına kalmaktan hoşlanır. Münafık ise girişkenlikten ve kalabalıktan hoşlanır.

Mümin tohum eker, (yapıcı ve üreticidir) kargaşalıktan hoşlanmaz, münafık ise yıkıcıdır, bununla birlikte emeksiz ürün peşindedir. Mümin dininin prensiplerine uygun bir idare uğruna emir verir ve yasaklar ko-yar, düzelticidir. Münafık ise baş olma ihtirası uğruna emirler verir ve yasaklar koyar, yıkıcıdır. Daha doğrusu kötülüğü emrederken iyiliği ve doğruyu yasaklar.»

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor;

Resim

— Münafık erkekler de münafık kadınlar da biribirlerinin parçaları-dırlar (hepsi biribirine benzer) Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten vaz-geçirmeye çalışırlar. Onlar avuçlarını yumarlar (cimridirler) Onlar Allah'ı unutmuşlardır, Allah da onları unuttu. Hiç şüphesiz münafıklar, fasıkla-rın ta kendileridirler.

Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebediyyen kalmak üzere cehennem ateşini. va'detmiştir. Bu onlara ye-ter. Ayrıca Allah onları rahmetinden kovdu, onlar için tükenmez azap vardır» (23).

Yine ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:

Resim

«— Allah münafıklar ile kâfirlerin hepsini (kâfir ve münafık olarak öldükleri takdirde) cehennemde biraraya getirecektir» (24).

Âyet-i celilede münafıkların daha önce zikredilmelerinin sebebi, bun-ların kâfirlerden daha kötü olmaları yüzündedir. Arkasından da her iki zümrenin birlikte varacağı yerin cehennem olduğunu bildirmiştir.

Yine ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

— Hiç şüphesiz, Münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Onlar için hiç bir kurtarıcı bulamayacaksın» (25).

Münafık kelime manas bakımından «nafik-ul Yerbu» deyiminden tü-remiştir. Tarla faresinin yuvasında karşılıklı iki delik bulunduğu söyle-nir, birine «nafıka» diğerine «kasıa» denir. Tarla faresi birinin ucundan başını gösterir, Öbüründen çıkıp gider.

İşte münafığa o yüzden bu ad takılmıştır. Çünkü kendini müslüman-mış gibi gösterir, öte yandan İslâmdan çıkarak kâfirliğe girer.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

Resim

- Münafık, iki koyun sürüsü arasında gâh sürünün birine, gâh öbü-rüne katılan şaşkın bir koyun gibidir. O bu sürülerin hiç birinde devamlı barınmaz, çünkü her iki sürüye de yabancıdır. Münafık da tıpkı böyledir, ne tamamen müslümanlarla kaynaşabilir ve ne de kâfirlerle.»

Ulu Allah (C.C.) cehennemi yedi kapılı olarak yaratmıştır. Nitekim

«cehennemin yedi kapısı vardır» diye buyuruyor (26)

Resim

Bu kapılar, lânetle kaplanmış demirdendir, cehennem duvarlarının dış yüzü bakırdan ve iç yüzü kurşundandır. Tabanında azap ve tavanında öfke ve acımazlık vardır. Zemini cam, kurşun, bakır ve demir karışımıdır. Cehennemlikler üstten, alttan, sağdan ve soldan ateşle kuşatılmışlardır. Birbiri üzerinde duran katlardan meydana gelmiştir. İşte münafık-lar için bu katların en altta olanı ayrılmıştır.

Rivayete göre Cebrail'in (A.S.) gelişlerinden birinde Peygamber'imiz (S.A.S.) O'na «ya Cebrail, bana cehennemi ve onun hararet derecesini tasvir et» der. Cebrail de Peygamber'imizin (S.A.S.) isteği üzerine şun-ları anlatır, «Ulu Allah, cehennem ateşini yarattıktan sonra bin yıl bo-yunca yaktı, sonunda kıpkırmızı oldu. Arkasından bin yıl daha yaktı, ni-hayet ağardı. Daha sonra onu koyu bir kara renge bürününceye kadar bin yıl daha yaktı.

Seni hak dinle Peygamber olarak gönderen Allah adına yemin ede-rim ki, cehennemliklerin üzerlerindeki elbiselerden biri yeryüzü halkına gösterilecek olsa, hepsi ölürlerdi. Yine eğer cehennem içeceğinin bir tek kovası yervüzü sularının tamamına katılsa, tadanlar derhal ölürdü.

Ulu Allah'ın «sonra onu boyu yetmiş arşın zincire vururuz» ayetinde belirttiği zincirden bir arşın kadarı —ki o arşının uzunluğu doğu ile ba-tı arası kadardır— dünya dağlarına düşse, dağlar erirdi. Eğer aranızdan biri cehenneme girdikten sonra çıkarılarak aranıza gönderilse yeryüzün-dekiler, kokusununun keskinliğinden bayılarak ölürlerdi.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) Cebrail'in sözünün burasında araya gire-rek «ya Cebrail, bana cehennemin kapılarını tarif et, şu bildiğimiz kapı-lar gibi midirler?» diye sordu.

Cebrail (A.S.) «hayır», Ya Rasulellah fakat birbiri üzerinde katlar ha-lindedirler. Kapıdan kapıya yetmiş yıllık mesafe vardır. Her kapının ısı de-recesi üzerindekinden yetmiş kat fazladır.

Peygamber'imiz (S.A.S.) Cebrail'e bu kapılara tekabül eden katlara kimlerin gireceğini sordu, Cebrail şöyle cevap verdi, «ismi —haviye— olan en alt katın kapısından münafıklar gireceklerdir. Nitekim ulu Allah

Resim

«hiç şüphesiz, münafıklar cehennemin en alt katindadırlar» buyuruyor (27) İsmi —cahim— olan ikinci katın kapısından Allah'a ortak koşanlar gireceklerdir. İsmi —Sakar— olan üçüncü katın kapısından yıldızlara ta-pan putperestler (sabiiler) gireceklerdir.

Adı —Lezza— olan dördüncü katın kapısından şeytan ile birlikte ona uyan ateşperestler girecektir Adı —hutame— olan beşinci katın kapı-sından yahudiler gireceklerdir. İsmi - Sair— olan altıncı katın kapısından hristiyanlar gireceklerdir.»

Cebrâil, sözünün burasında susunca Peygamber'imiz (S.A.S.) «hani yedinci katın kapısından girecek olanları söylemedin» diye sordu. Ceb-rail bu soruya Ya Muhammed «onu sorma» diye cevap verdi. Peygam-ber'imiz «söyle» diye ısrar edince Cebrail «yedinci kapıdan da senin üm-metinden tevbesiz ölen büyük günahkârlar gireceklerdir» diye sözünü ta-mamladı. Rivayete göre:

Resim

«Hepiniz teker teker oraya (cehenneme) mutlaka gireceksiniz»

mealindeki âyet-i kerime indiği zaman Peygamber'imizin ümmeti hesabı-na duyduğu korku artmış ve hüngür hüngür ağlamıştı (28).

Allah'ı tanıyan, O'nun sillesinin ve hışmının şiddetini bilen kimse O'n-dan olanca derecesi ile korkar. Anlatılan sıkıntılarla henüz karşılaşma-dan, o korkunç ve ürkütücü ev (cehennem) gözü önüne dikilmeden, per-de düşüp intikamı pek çetin olan Allah'ın (C.C.) huzuruna çıkarılmadan ve cehenneme sevkedilmeden kendine ve sapıklıklarına gözyaşı döker.

Orada nice yaşlı kimse «hey gidi yaşlılığım» diye feryad eder, nice genç «eyvah gençliğime» diye bağırır. Nice kadın da «eyvah rezillikleri-me, yazık yırtılan sır perdelerime» diye figan eder. Orada herkesin yüzü ve vücudu kapkaradır, beli bükülecektir.

Ne büyüklere saygı gösterilir, ne de küçüklere acınır, kadınlar çırıl-çıplaktır.

Allah'ım, ey bağışlayıcıların ulusu! Rahmetin sayesinde bizi ateşten ve ateşe yaklaştıracak her türlü kötülükten koru, bizi iyilerle birlikte cen-nete koy.

Allah'ım! Kusurlarımıza göz yum, başırnızdakileri güvenilir kıl. ayak sürçmelerimizden sonra dengeye kavuşmamızı nasib eyle ve huzurunda bizi rezil eyleme, ey merhametlilerin en merhametlisi.

Salât ve selâm Peygamber'imize, O'nun yakınları ile sahabîleri üze-rine olsun.

________________________________________

(23) Kur'an-ı Kerim/Tevbe Sûresi, 67-68
(24) Kur'an-ı Kerimı/Nisa Sûresi, 140
(25) Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi, 145
(26) Kur'an-ı Kerim/Hıcr Sûresi, 44
(27) Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi/145
(23) Kur'an-ı Kerim/Meryem Sûresi, 71
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB


8. TEVBE





* Tevbe

Tevbe her müslüman erkek ve kadına farzdır. Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:
Resim

— Ey iman edenler! Dönülmez bir tevbe ile Allah'a yöneliniz» (29).

Emir vücup içindir.

Yine ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:
Resim

— Allah'ı unuttukları için Allah'ın kendilerini kendilerine unutturdu-ğu kimseler gibi olmayınız. Onlar fasıkların ta kendileridir» (30).

Ayet-i kerimedeki «Allah'ı unuttular» ifadesi, Allah'a daha önce söz vermiş oldukları halde O'nun kitabına, uymaktan cayanlar demektir, «Allah da onlara kendi kendilerini unutturdu» cümlesi de kötülüklerinden vazgeçip kendileri hesabına iyi davranışlara girişmek üzere kendi kendi-lerini değerlendirmelerini hatırlarına getirmedi demektir. Nitekim Pey-gamber'imiz (S.AS.) şöyle buyuruyor:

— Allah'a kavuşmayı dileyen kimseye kavuşmaktan Allah hoşnut olur. Buna karşılık Allah'a kavuşmaktan hoşlanmayan kimseye kavuşmayı Allah da istemez.»

«Ayetteki «onlar fasıkların ta kendileridir» ifadesi de günah işleme-yi tabiî bir yol haline getirenler, verdikleri sözden cayanlar» hidayet, rah-met ve mağfiret yolundan sapanlar demektir.

«Fasık» iki türlüdür: Biri «kâfir fasık», diğeri «facır fasık» «Kâfir fa-sıf» Allah'a ve O'nun Resul'üne inanmayan, hidayet yolundan çıkarak sa-pıklık çıkmazına koyulan kimsedir. Nitekim ulu Allah (C.C.) böylesi fasık-lar hakkında şöyle buyuruyor:

Resim

— O, Rabb'inin emrinden çıkmıştır» (31).

Yani iman ederek Allah'ın emrine uyma yolundan ayrılmıştır.

«Facır fasık»a gelince içki içen, haram yiyen, zina eden, çeşitli gü-nahlar işleyerek ibadet yolundan sapıp isyan yoluna giren ve fakat Allah'a ortak koşmamış olan kimselerdir.

Aralarında fark da şudur. Ölmeden önce tevbe edip kelime-i şaha-det getirmedikçe kâfir fasığın affedilmesi umulmaz. Buna karşılık facır fasık, ölmeden önce sadece tevbe ederek işlediklerinden pişmanlık duy-duğu takdirde affa uğraması beklenebilir.

Bilinmelidir ki, sebebi nefsin azgın arzuları olan her günahın affedil-mesi beklenebilir. Buna karşılık sebebi kibir olan günahın affı beklene-mez. Nitekim şeytanın baş kaldırmasına sebep kibri olduğu için affedil-memiştir.

Buna göre ölmeden önce günahlarından vazgeçip Allah'a tevbe et-men gerekir ki, Allah'ın dileğini kabul buyurmasını beklemeye haklı ola-sın. Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:

Resim

«— Kullarından gelen tevbeferi kabul ederek kötülükleri affeden O' dur» (32).

Demek ki ulu Allah, tevbeyi kabul ederek yapılmış olan kötülükleri bağışlıyor. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Günahlarından tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş kimse gibidir.»

Anlatıldığına göre adamın biri her günah işlediğinde işlediği güna-hı bir deftere yazardı. Günün birinde yeni bir günah daha işler, yaz-mak için defterini açar. Fakat günah listesinin kayıtlı olduğu sayfalarda
Resim
«o kimseler ki Allah onların kötülüklerini iyiliklerle değiştirir» mealindeki ayet-i kerimeden başka hiç bir satır bulamaz (33) Ayetten murat Allah şirkin yerine imanı, zinanın yerine affı, günahın yerine ismet ve taatı de-ğiştirir demektir.

Yine anlatıldığına göre Hz. Ömer (R.A.) bir gün Medine mahallelerin-den birini dolaşırken bir delikanlı ile karşılaşır. Delikanlı, elbisesinin al-tında içki şişesi taşımaktadır. Hz. Ömer «delikanlı, elbisenin altında ne var» diye sorar. Delikanlı az kalsın «İçki» diye cevap verecekti ki o anda içinden şöyle dua etti. «Allah'ım! Beni Ömer'in karşısında rezil etme, rüsvay etme, ayıbımı gözünden sakla, bundan sonra bir daha içki iç-meyeceğim.»

Arkasından «Ey Emirü'l - Mü'minin elbisemi altında taşıdığım sirke şi-şeşidir» diye cevap verir. Hz.Ömer «göreyim» der. Delikanlı elbisesini

kaldırır, Hz. Ömer bakar gerçekten şişe sirke olmuştur! Demek ki içki sirkeye dönüşmüştür.

Kul korkusu ile tevbe ettiği için samimiyetinden dolayı AİIah'ın içki-sini sirkeye değiştirdiğini görüyorsun. Bu böyle olunca kötülüğe batmış bir günahkâr, dönülmez bir tevbe ederek işlediği kötülüklerden vazge-çecek olsa ulu Allah onun günah içkisini ibadet sirkesine dönüştüre-cektir.

Ebu Hureyre (R.A.) anlatıyor:

Bir gece yatsı namazını Allah Rasulü ile birlikte kıldıktan sonra yola çıktım, yürürken önüme bir kadın çıktı, «ey Ebu Hureyre, ben bir günah işledim, acaba tevbem kabul olur mu» diye sordu.

«İşlediğin günâh nedir» diye sordum. Kadın «zina yaptım ve zinadan peydahladığım çocuğu da öldürdüm» cevabını verdi. Kadına «mahvoldun ve cana kıydın, yemin ederim ki, senin yapacağın tevbe kabul edilmez» karşılığını verdim, ben böyle der-demez kadın bayılarak yere düştü.

Yoluma devam ettim, yürürken içimden «Allah Rasul'ü henüz ara-mızda iken ben fetva veriyorum, bu doğru değil» dedim. Bu düşünce ile geriye döndüm, Peygamber'imize vardım, karşılaştığım olayı O'na anlat-tım.

Bana dedi ki, «mahvoldun ve kadını da mahvettin. Şu ayetler nerede, senin tutumun nerede! Ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

Resim

— Onlar ki, Allah'ın yanına başka bir ilâh katıp tapmazlar, kesin bir adalet hükmü olmaksızın Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar, zina et-mezler (işte onlar Allah'ın gerçek kullarıdırlar) Kim bu haramları işlerse cezaya çarpılır.

Kıyamet günü o kimsenin azabı kat kat olur ve perişanlık içinde azab ile ebediyyen başbaşa bırakılır. Yalnız tevbe ederek salih ameller işleyen

konuda kimse kesin bir hükme varamaz, fakat tevbenin kabul edilip edil-mediğine işaret eden bazı alâmetler vardır. Başlıcaları şöyle sıralanabilir:

1 — Kulun kendisini günahtan uzak hissetmesi gerekir.

2 — Kalbinden sevincin silindiğini, her baktığı yerde Allah'ın var-lığını hissetmesi gerekir.

3 — Günahkârlardan uzak durarak iyilik işleyenlere yakınlık duyma-sı gerekir.

4 — Dünya kazancının azını çok. ahiret amelinin çoğunu az görme-si gerekir.

5 — Kalbini devamlı olarak Allah'ın farz kıldığı ibadetler ile ilgili görmelidir.

6 —- Az konuşması, aralıksız bir düşünce hali yaşaması, daha ev-vel işlediği günahlardan dolayı devamlı olarak üzgün ve pişman görün-mesi gerekir
.


____________________________________
(29) Kur'an-ı Kerim/Tahrim Sûresi. 8
(30) Kur'an-ı Kerim/Haşr Sûresi, 19
(31) Kur'an-ı Kerim/Kebf Sûresi, 50
(32) Kur'an-ı Kerim/Şûra Sûresi, 25
(33) Kur'an-ı Kerim/Furkan Sûresi. 70
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Seleme
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 94
Kayıt: 01 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen Seleme »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB
9. SEVGİ

* Sevgi

Anlatıldığına göre adamın biri çöl ortasında yürürken gözünün önü-ne çirkin bir yüz dikilir. Adam «sen kimsin» der. Çirkin yüz «ben senin çirkin amellerinim», diye cevap verir. Adama «senden kurtulmanın yolu nedir» diye sorar. Adam «Peygamber'e selât-ü selâm getirmektir.»

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Bana getirilen selât-ü selâm, sırat köprüsü üzerinde ışıktır, cu-ma günü seksen kere selât-ü selâm getiren kimsenin geçmiş seksen yıl-lık günahı affedilir» der.

Yine anlatıldığına göre adamın biri Peygamber'imize Hz. Muham-med'e selâm getirmezdi, bir gece rüyasında Peygamber'imizi (S.A.S.) görür, fakat Peygamber'imiz yüzünü adama çevirmez. Adam «ey Allah'ın Resul'ü! Yoksa bana kızgın mısın» diye sorar, Peygamber'imiz «hayır» diye cevap verir. Adam «o halde niye yüzüme bakmıyorsun» diye sorar. Peygamber'imiz «çünkü seni tanımıyorum» diye karşılık verir.

Adam «beni nasıl tanımazsın, ben senin ümmetinden biriyim, alim-lerin anlattığına göre sen ümmetini ananın çocuğunu tanıdığından da-ha iyi tanırsın» der. Peygamber'imizin cevabı şöyle olur: «Alimler doğru söylemişler, yalnız sen üzerime selât-ü selâm getirerek beni hatırlama-dın ki! Benim ümmetimi tanımam, üzerime getirecekleri selât-ü selâm ile ölçülüdür.»

Bu arada adam uyanır, ve her gün Peygamber'imize (S.A.S.) yüz ke-re selât-ü selâm getirmeyi üzerine borç haline getirir ve bunu yapar. Bir müddet sonra Peygamber'imizi yine rüyasında görür. Peygamber'imiz ona «şimdi seni tanıyorum ve sana şefaat edeceğim» diye müjde verir. Çün-ki adam Rasulüllahı sever olmuştur.
Resim
Allah (C.C.) buyurur ki: ,

«— Ey Rasulüm! De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz da Al-

lah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayı-cı ve esirgeyicidir» (34).

Ayet-i kerimenin nüzül sebebi şöyle nakledilir: Peygamber'imiz (S.A.S.) K'ab İbni Eşref ile adamlarını İslâmı kabul etmeye davet ettiği zaman on-lar da Peygamber'imize «biz Allah'ın oğulları yerindeyiz, o yüzden biz Al-lah'ı daha çok severiz» diye cevap verdiler.

Adamların bu cevabına karşılık ulu Allah (C.C.) Peygamber'in onla-ra şu mahiyette bir cevap vermesini murat etmiş olmalıdır: Eğer siz Al-lah'ı seviyorsanız, tebliğ ettiğim dini kabul ederek bana uyunuz. Çünkü ben O'nun bildirisini size ulaştıran ve sizinle ilgili hükümlerini açıklayan bir Allah Rasûlüyüm. Eğer benim O'nun adına yaptığım davete uyar-sanız, o sizi sever ve günahlarınızı bağışlar. Hiç şüphesiz O, bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Mü'minlerin Allah'ı sevmesi, O'nun emrine uymakla, ibadetine koş-makla ve hoşnutluğunu aramakla olur.

Allah'ın (C.C.) mü'minleri sevmesi, onlara merhametle muamele et-mesi, onları mükâfatlandırması, günahlarını bağışlaması, onlara rahmet günahtan korunma ve başarı ihsan eylemesi demektir.

İmam-ı Gazalî (rehimehullahu) «ihya-ul Ulûm ud-Din» adlı eserinde der ki, «dört şeyi yapmaksızın dört şeyi iddia eden kimse yalancıdır:

1 — Cenneti sevdiğini söylediği halde ibadet etmeyen kimse yalan-cıdır. '

2— Peygamber'imizi (S.A.S.) sevdiğini ileri sürdüğü halde alimler ile fakirleri sevmeyen yalancıdır.

3 — Cehennemden korktuğunu iddia ettiği halde günah işlemekten vazgeçmeyen kimse yalancıdır.

Nitekim Rabia-i Adviyye'nin (rahimehullaha) şu iki beyti bu noktayı güzel izah eder:

Allah'a isyan ediyorsun, oysa O'nu sever görünüyorsun

Hayatım hakkı için bu durum, mantık prensiplerini alt-üst eder.

Eğer sevgin doğru olsaydı, O'nun emirlerine uyardın

Çünkü aşık, sevgilisinin sözünden çıkmaz

Sevginin alâmeti, sevgilinin arzusuna, uymak ve onunla ters düş-mekten sakınmaktır.

Anlatıldığına göre bir gün bir gurup Şibli'yi (rahirnehullahu) ziyarete gider. Büyük Veli «siz kimsiniz» diye sorar. Gelenler «biz seni sevenle-riz» diye, cevap verirler.

Bu sırada Şiblî yüzünü onlara döner, sonra onları taşlamaya baş-lar, adamlar Veliden kaçarlar. Veli onları «benden niye kaçıyorsunuz, eğer gerçekten beni sevseydiniz, belâmdan kaçınmazdınız» diye azarlar. Arkasından sözlerine şöyle devam eder:

Muhabbet ehli, sevgi kadehinden içtiler, beldeler ve yeryüzü onlara dar geldi, Allah'ı hakkı ile bildiler, O'nun ululuk ve kudreti karşısında şaş-kın kaldılar. O'nun sevgi kadehinden içtiler, O'nun ünsiyet denizinde bo-ğuldular, yalnız O'na seslenmekten zevk alır oldular.

Arkasından şu beyti söyledi:

Ey mevlâm! Sevgini hatırlamak sarhoş etti beni

Sen sarhoş olmayan hiç bir aşık gördün mü?

Söylendiğine göre deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez ve her zaman taşıdığının bir kaç katı kadar yük sırtına vurulsa yükle-neni taşımazlık etmez. Çünkü kalbinde sevgilisinin hatırası kıpırdayınca artık ne yem yer ve ne de ağır yük taşımaktan kaçınır, sebep sevgilisine karşı duyduğu şevktir.

Deve deve iken sevgilisi uğruna nefsinin isteğini gemleyerek ağır yük taşımaya katlandığı halde siz Allah için hiç bir yiyecek veya içecek-ten vazgeçtiğiniz oldu mu? Allah (C.C.) için üzerinize herhangi ağır bir yük aldınız mı? Bu sayılan iyi amellerden hiç birini yapmamışsanız, si-zin Allah sevgisi iddianız ne dünyada ne de Ahirette ne insanlar gözün-de ne Allah katında hiç bir şeye yaramayan boş bir sözden ibarettir.

Hz. Ali (kerremellahu veçhehu) şöyle der:

— Cenneti seven kimse iyiliklere koşar. Cehennemden korkan kim-se, Nefsini aşırı arzulardan alakor. Ölümün kaçınılmazlığına inanan kim-senin gözünde dünyalık hazlar önemsizleşir.

İbrahim el-Havvas'a (rehimehullahu) «muhabbet nedir» diye sorar-lar. Şu cevabı verir; «İstekleri yoketmek, bütün hacet ve sıfatları yakmak ve kulun kendisini işaretler denizinde boğulmasıdır.»

(34} Kur'an-ı Kerim/Al-i İmran Sûresi, 31

DOKUZUNCU BÖLÜM BİTTİ
[img][/img]
Kullanıcı avatarı
Seleme
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 94
Kayıt: 01 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen Seleme »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB
10. AŞK

«Sevgi» canlı varlığın, haz veren bir nesneye karşı meyil duyması-dır. Söz konusu meylin pekişip güçlenmesi haline «aşk» denir.

Aşk duygusu, aşkın sevgilisine kul olması ve sahip olduğu her şeyi uğrunda feda etmesine yol açacağı bir dereceye varabilir.

Züleyha'nın Hz. Yusuf'a (A.S.) karşı duyduğu aşkın ne dereceye var-dığına bir baksana! Kadının bütün servet ve güzelliği bu uğurda gitmiş. Yetmiş deve yükü mücevher ve gerdanlığının var olduğu söylenir, hepsi-ni Hz. Yusuf'un (A.S.) aşkı uğruna harcamış, «Bu gün Hz. Yusuf'u gör-düm» diyen herkese eline geçeni zengin edecek değerde bir mücevher vere vere elinde hiç bir şey kalmamış.

Aşırı aşkından dolayı diğer her şey aklından çıktığı için karşılaş-tığı her şeyi «Yusuf» diye çağırır olmuş, o kadar ki, başın göğe kal-dırdığı zaman Hz. Yusuf'un (A.S.) adını yıldızların üzerinde yazılı görür-müş.

Rivayete göre Züleyha iman edip Hz. Yusuf (A.S.) onunla evlendik-ten sonra eski aşığı ve yeni kocasından ayrı yaşamaya yönelerek kendi-sini ibadete vermiş, varlığını tamamen Allah'a adamış. Hz. Yusuf (A.S.) kendisini gündüz yatağa çağırsa «akşama» diye savar, akşam çağırınca da «yarına» diye ertelermiş.

Nihayet bir gün Hz. Yusuf'a (A.S.) demiş ki, «ben sana Allah'ı tanı-madan önce aşık olmuştum, fakat O'nu tanıyınca kendisine karşı duydu-ğum muhabbet, diğer her şeyin sevgisini gönlümden giderdi. O'nun sev-gisine bedel istemiyorum.»

Hz. Yusuf Züleyha'nın bu sözlerine şöyle karşılık verdi, «seninle bir-leşmemi emreden ulu Allah'dır. Senden iki çocuğumuz olacağını ve bun-ları Peygamber olarak görevlendireceğini bana bildirdi.»

Bunun üzerine Züheyla, «Allah sana böyle emrettiğine ve beni de

böyle bir neticeye vesile olarak seçtiğine göre Allah'ın emri başım üze-rine!» demiş. Bundan sonra ancak kendini Hz. Yusuf'a (A.S.) teslim et-miştir.

«Leylâ ile Mecnun'un aşk hikâyesini herkes duymuştur» Mecnuna adın nedir diye sorarlar, «Leylâ» diye cevap verir. Bir gün yine Mec-nuna «Leylâ ölmedi mi» derler. «Hayır, Leylâ kalbimde yaşıyor ölmedi, Leylâ benim» diye karşılık verir.

Yine bir gün Mecnun, Leylâ'nın evi önüne gider ve gözlerini gök yü-züne diker. Ona «ey Mecnun, gök yüzüne değil, Leylâ'nın odasının du-varına bak, belki onu görürsün» derler. O böyle diyenlere «gölgesi Ley-lâ'nın evine düşen yıldız bana yeter» diye cevap verir.

Anlatıldığına göre Hallac-ı Mansur'u (rehimehullahu) seksen gün hap-setmişler, İmam-ı Şiblî (rehimehullahu) bir gün ziyaretine gitmiş ve «ey Mansur, Muhabbet nedir» diye sormuş. Mansur «bu soruyu bana bugün değil, yarın sor» demiş. Ertesi gün olunca Mansur'u zindandan çıkarır-lar, ve üzerinde boynunu vurmak üzere yere yaygı yayarlar, bu sırada İmam-ı Şibli çıka gelerek karşısında dikilir. Bu anda Mansur ona sesle-nir, «ey Şiblî! Sevginin başı yangın, sonu ise ölümdür.

Hallac-ı Mansur'un nazarında Allah'dan başka her şeyin batıl oldu-ğuna kesin kanaat gelince ve yalnız Allah'ın hak olduğunu bilince, hak isminin onun kendi adı olduğunu unutmuş ve sen kimsin sorusuna muha-tap olunca «ben hakkım» diye cevap vermiştir.

Anlatıldığına göre sahici muhabbet, şu üç davranışta belli olur:

1 - Aşık, sevdiğinin sözünü diğerlerinin sözlerine tercih eder.

2 — Aşık, sevgilisi ile oturup kalkmayı başkaları ile birarada olma-ya tercih eder.

3 — Yine aşık, sevgilisinin rızasını kazanmayı, başkalarının hoşnut-luğunu elde etmeye tercih eder. (El Münteha - Nam Kitapta da böyledir.)

Söylendiğine göre «aşk» perdeyi yırtmak ve sırları keşfetmektir. «Vecd» hali ise zikrin lezzetine varıldığı anda ruhun, arzunun taşkınlığı-na katlanamamasıdır, öyle ki, bu hali yaşayan kimsenin azalarından biri kesilse hiç bir şey duymaz.

Anlatıldığına göre adamın, biri Fırat nehrinde yıkanıyormuş, bu ara-da:
Resim
«ey günahkârlar! Bugün seçiliniz» mealindeki âyet-i kerimeyi okuyan bir adamı duymuş (35). Ayetin içine saldığı dehşetin etkisi ile çırpınmaya başlamış ve sonunda boğulmuş ve ölmüş.

Muhammed İbni Abdullah el-Bağdadî (rehimehullahu) diyor ki, «Bas-ra şehrinde iken bir gün yüksek bir çatıya çıkmış bir delikanlı gördüm, yüzünü halka dönmüştü, şöyle diyordu: «Aşık olarak ölen kimse işte böy-ledir. Uğrunda ölüm olmayan aşkın hiç bir değeri yoktur.»

Bu sözlerin arkasından kendini boşluğa attı. «manzarayı hayretle seyreden halk» tarafından «ölüsü» alıp götürüldü.

Cüneydül Bağdadî (rehimehullahu). «Tasavvuf, ihtiyarı terketmektir» demiştir.

Hikâye edildiğine göre Zünnun'ül Mısrî (rehimehullahu) bir gün Mes-cid-i Haram'a girer, sütunlardan birinin altında çırılçıplak, yerde yatan hasta bir delikanlı görür, delikanlı yanık bir sesle inlemektedir. Bundan sonrasını Şeyh'in kendisinde dinleyelim:

«Yanına sokuldum, selâm verdim ve «ey delikanlı, sen kimsin» diye sordum. «Ben aşık bir garibim» diye cevap verdi. Ne demek istediğini anlamıştım, «ben de senin gibiyim» dedim.

Bu sırada ağlamaya başladı, onun ağlaması beni de ağlattı. Bana «sen de mi ağlıyorsun» diye sordu, «ben de senin gibiyim» diye karşılık verdim. Bunun üzerine daha yüksek bir sesle ağlamaya başladı ve gür, yüksek bir nara attı, hemencecik ruhunu teslim etti.

Elbisemi üzerine örttüm, kefen bulmak için yanından ayrıldım, kefen satın alıp dönünce onu yerinde bulamadım. Şaşkınlık içinde «sübhanel-lah» dedim. Bu sırada kulağıma gizli bir ses geldi, şöyle diyordu: «Ey Zün-nun! O öyle bir garibdir ki, onu dünyada şeytan aradı, bulamadı. Malik aradı/bulamadı, cennette Rıdvan aradı, o da bulamadı.» «O nerededir?» diye seslendim. Kulağıma şu cevap geldi: «Samimî muhabbeti, çok iba-det etmesi ve hatasından derhal tevbe etmesi sayesinde Muktedir Mâ-lik'in (ulu Allah'ın) yanında sadakat koltuğundadır (36).

Şeyhlerden birine «Allah'ı seven nasıl olur, alâmetleri nelerdir» di-ye sormuşlar, şu cevabı vermiş: «İnsanlarla az münasebet kurar, zama-nının çoğunu kendisi ile başbaşa geçirir, devamlı düşünme halindedir, çok az konuşur, bakar fakat görmez, çağrıldığında duymaz, kendisine söyleneni anlamaz, başına gelen belâya üzülmez, acıktığını hissetmez, vücudunun bir yeri çıplak kalsa farkına varmaz, kendisine ağır söz söy-lense korkmaz.

Yalnızlığında Allah'a nazar eder. O'nunla ünsiyet kurar, O'na yal-varır. Dünya ehliyle dünya işleri için hiç bir tartışmaya girişmez.

Ebu Türab al-Nahbaşî (rehimehullahu) Allah sevgisinin alâmetleri hak-kında şu beyitleri söylemiştir:

«Sakın aldanma! Sevenin alâmetleri vardır.

Onun üzerinde sevgili tarafından armağan edilmiş nişanlar vardır.

Bunlardan biri ondan gelen belâdan haz duymasıdır.

Onun her yaptığına sevinmesidir.

Ondan gelen yokluk, makbul bir hediyedir.

Yoksulluk ise bir ikram, bir geçici ihsandır.

Delillerden biri, onun kararlı görmedir.

Sevgilisine itaat hususunda bütün kışkırtıcı kınamalara rağmen

Delillerden biri güler yüzlü görünmesidir.

Kalbinde sevgiliden gelen heyecan kaynaşır

Delillerden biri anlayışlı görünmesidir

Nazarında sevgi sahibi olan bir soranın sözüne karşı

Delillerden biri de tedirgin görünmesidir

Söylediği her sözü tartarak konuşan.

Nakledildiğine göre Hz. İsa (A.S.) bir gün bahçe sulayan bir delikan-lı ile karşılaşır. Delikanlı Hz. İsa'ya «Rabb'inden, sevgisinin zerre ağırlığın-daki bir kısmını bana bağışlamasını dile» der. Hz. İsa ona «sen zerre ka-darına dayanamazsın» diye karşılık verir. Delikanlı «o halde zerre kadarı-nın yarısını versin» der. Bunun üzerine Hz. İsa onun için «ya Rabb'i! bu gence sevginin zerre kadarının yarısını bağışla» diye dua eder ve yolu-na devam eder.

Epeyce bir müddet sonra Hz. isa'nın (A.S.) yolu yine oraya düşer, delikanlıyı sorar, «delirdi, dağlara çıktı» derler. Hz. İsa delikanlıyı ken-disine göstermesi için Allah'a dua eder. O sırada delikanlıyı dağlar ara-sında görür; onu gözlerini gök yüzüne dikmiş ve bir kaya üzerinde dim-dik ayakta dururken bulur.

Hz. İsa (A.S.) delikanlıya selâm verir, selâmını almaz, «ben İsa'yım» diye kendisini tanıtarak delikanlının ilgisini çekmeye çalışırken ulu Allah'-dan kendisine şu vahiy gelir: Kalbinde benim sevgimin yarım zerresini taşıyan kimse insanoğlunun sözünü hiç duyar m»? İzzet ve celâlim hak-kı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz.»

Üç şeyden kendini kurtarmaksızın şu üç şeyi iddia eden kimse al-danmıştır:

1 — Dünyayı sevmesine rağmen Allah'ı zikretmekten lezzet aldığını söyleyen kimse,

2 — İnsanları pohpohlamayı sevdiği halde amelde ihlâsı sevdiğini id-dia eden kimse,

3 —Nefsinin burnunu kırmaksızın Allah'ı sevdiğini ileri süren kimse

Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Öyle bir gün gelecek ki, ümmetim beş şeyi unutarak beş şeyi se-vecektir:

1 — Dünyayı sevecek, ahireti unutacaklardır.

2 _ Malı sevecekler, fakat ahiret günü hesaplaşmasını unutacak-lardır.

3 — Mahlukatı sevecekler, yaratıcıyı unutacaklardır,

4 — Günahları sevecekler, tevbeyi unutacaklardır.

5 - Köşkleri sevecekler, mezarları unutacaklardır.

Mansur İbni Ammar (rehimehullahu), bir delikanlıya öğüt verirken ona der ki, «ey delikanlı! Gençliğin seni aldatmasın. Boş kuruntulara dala-rak tevbe etmeyi hep ileriye bırakan ve öleceğini düşünmeyen nice genç vardır ki» «Yarın, ya da öbür gün tevbe edeceğim» diye cevap verir. Oy-sa tevbeye sıra getirmeden ölüm meleği ona geliverir ve kabrin boşluğu-na yuvarlanır, artık orada ona ne malın, ne kölenin, ne çoluk-çocuğun ve ne de ana-babanın bir faydası vardır.

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:
Resim
— Ne malın ve nede çoluk-çocuğun fayda vermediği gün. Yalnız Allah'a temiz kalb ile gelen müstesna» (36).

Allah'ım! Bize ölmeden evvel tevbe etmeyi nasib eyle, gaflette iken bizi ikaz buyur ve elçilerin önderi olan Peygamber'imizin şefaatinden fay-dalanmamızı müyesser eyle.

Müminin özelliği, günah işler-işlemez hemen o gün, hatta o anda tevbe etmesi, işlediği kusura karşı pişmanlık duyması, dünyadan azık edecek kadar bir paya razı olarak onun ile oyalanmaması, kendini ahiret için amel etmeye vermesi ve Allah'a ihlâs içinde ibadet etmesidir.

Anlatıldığına göre münafık ve cimri bir adam varmış, karısına hiç kimseye sadaka vermeyeceğine dair yemin verdirmiş, aksi halde boşa-yacağını söylemiş.

Günün birinde kapıya bir dilenci gelmiş ve «ey hane halkı! Allah hakkı için bana bir şey verir misiniz,» diye seslenmiş, kadın da dilenci-ye üç çörek vermiş, dilenci yolda münafıkla karşılaşmış, adam «bu çörekleri sana kim verdi» diye sormuş, dilenci de «işte şu evin hanımı» di-ye cevap vermiş, dilencinin tarif ettiği ev, kendi eviymiş.

Münafık koca öfke ile eve girmiş ve karısına sen «hiç kimseye bir şey vermeyesin diye yemin etmedin mi» diye bağırmış. Kadın «Allah için verdim» diye cevap vermiş.

Adam kalkmış, tandırı yakmış ve tam kızınca karısına «kalk, kendini Allah için şu tandıra at bakalım» diye emretmiş. Kadın kalkmış ziynetleri-ni almış Münafık ziynetlerini bırak» diye bağırmış, kadın «seven sevgi-lisi için süslenir, ben sevgilimi ziyaret etmeye gidiyorum» diyerek yeni el-biselerini giymiş olarak kendini kızgın tandıra atmış, adam da kapağını kapatarak oradan uzaklaşmış.

Aradan üç günün geçmesi üzerine münafık, tandırın başına gel-miş kapağını kaldırınca kadının Allah'ın izni ile yanmadan içerde sapa-sağlam durduğunu görerek şaşkına dönmüş, o sırada gizliden kulağına şöyle bir ses gelmiş, «ateşin sevdiklerimizi yakmadığını bilmiyor muydun?»

Nakledildiğine göre Firavun'un karısı Asiye kocasından gizli olarak iman etmiş, imanını saklıyormuş. Fakat Firavun sonunda durumu öğ-renince, ona işkence edilmesini emretmiş, çeşit çeşit işkencelerden ge-çirildikten sonra Firavun ona «imanından dön» diye teklif etmiş, fakat Asiye dönmemiş.

Bunun üzerine Firavun bir tomar kazık getirtmiş, bunlarla Asiye'nin vücudunun çeşitli yerlerine vurmuşlar sonra. Firavun karısına bir daha «dininden dön» diye teklif etmiş. Asiye ona şöyle cevap vermiş, «senin zorbalığın ancak benim nefsime hükmedebilir, kalbim ise Allah'ın hima-yesindedir. Beni kıymık kıymık doğrasan bile sadece Allah'a karşı duy-duğum sevginin artmasına sebep olabilirsin.»

Derken Hz. Musa (A.S.) Asiye'nin yanma varmış, Asiye onu görün-ce «ey Musa! Söyle bana, Rabb'im benden hoşnut mu, yoksa bana kızgın mı?» diye seslenmiş. Hz. Musa ona şu cevabı vermiş, «ey Asiye! Göklerin melekleri senin yolunu gözlüyor, yani hepsi senin özlemini çekiyor, ulu Allah seninle iftihar ediyor, ne istiyorsan bana söyle, mutlaka yerine ge-tirilecektir.»

Bunun üzerine Asiye şöyle dua etmiş, Asiye'nin bu duası Kur'an-ı ke-rimde Allah tarafından bize nakledilmektedir. Ulu Allah şöyle buyuruyor:
Resim
<<—EyRabb'im! Bana Cennette senin yanında bir ev yap. Beni Fira-vundan ve onun amelinden kurtar. Beni zalimler gürühundan kurtar» (37).

Selman-ı Farisî'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavu'nun karısı Asiye'ye uygulanan işkencelerden birisi de kızgın güneş altında yanmaya bırakılması idi» fakat işkenceciler çekilip gidince, melekler onu kanatları-nın gölgesi altına alırlardı, bu sırada cennetteki evini görürdü.

Hz. Ebu Hüreyre'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavun, karısı Asiye için yere dört kazık çakmış, kadını bunların üzerine yatırmış, göğ-sünün üstüne bir değirmen taşı bindirerek bu durumda onu kızgın güneşe doğru çevirip yanmaya bırakmış. Asiye bu halde iken başını göğe kal-dırarak az önce naklettiğimiz ayetteki dua ile Allah'a seslenmiş ve «Ey Rabbim bana cennette senin yanında bir ev yap...» demiş.

Hasan-ül Basrî (rahimehullahu) der ki, «Allah O'nu en şerefli bir şe-kilde kurtararak cennete çıkardı. O orada yer, içer.» Bundan anlaşıldığına göre Allah'a (C.C.) sığınmak, O'ndan yardım dilemek, sıkıntı ve belâ anın-da O'ndan kurtuluş istemek salihlerin bir geleneği ve müminlerin bir gö-reneğidir.


(35) Kur'an-ı Kerim/Yasin Sûresi, 59
(36) Zehr-ur Riyaz
(36) Kur'an-ı Kerim/Şuara Sûresi, 88—89
(37) Kur'an-ı Kerim/Tahrifti Sûresi. 11

ONUNCU BÖLÜM AŞK BİTTİ
[img][/img]
Kullanıcı avatarı
Seleme
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 94
Kayıt: 01 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen Seleme »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

11. ALLAH'A İTAAT, ONU SEVMEK, RESULÜNÜ SEVMEK

Ulu Allah (C.C.) buyuruyor:

— De ki, «eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin» (38).

Allah'ın rahmeti üzerinde olsun, bil ki, kulun Allah'ı ve O'nun Resul'ü-nü sevmesi, onlara boyun eğmekle, onların emrine uymakla olur. Allah'ın kullarını sevmesi de onlara mağfiret suretiyle ikramda bulunmasıdır.

Denilir ki, kul gerçek kemâlin yalnız Allah'da olduğunu, kendisine ve-ya başkasında gördüğü her kemâlin gerçek kemalin Allah'dan ve Allah sayesinde olduğunu bilince ne Allah'dan başkasını sevebilir ve ne de Allah'a dayanmayan bir sevgiye gönlünde yer verebilir.

Bu bilgi de Allah'a ibadet etmek isteğini, O'na yaklaştıracak davra-nışları arzu etmeyi gerektirir. Böyle olduğu için Allah sevgisi, ibadet is-teği ile yorumlanmış ve yine bu sevgi ibadet ederken Peygamber'imize (S.A.S.) uyma ona itaate teşvik şartına bağlanmıştır.

Hasan el-Basrî'den (rehimehullahu) rivayet edildiğine göre Peygam-ber'imizin (S.A.S.) zamanında bir takım kimseler «ey Muhammed! Biz Rabb'imizi çok severiz» demeleri üzerine yukarıdaki ayeti kerime inmiştir.

Bişr el-Hafi (R.A.) diyor ki, «bir gece Peygamber'imizi (S.A.S.) rü-yamda gördüm, bana dedi ki, «ey Bişr! Allah senin dereceni arkadaşların arasında neden yüksek kıldı, biliyor musun? «Hayır, ya Rasulellah» diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber'imiz, salihlere hizmet ettiğin için, mümin kardeşlerine nasihat ettiğin için, dostlarını ve yolumdan ay-rılmayanları sevdiğin için ve yolumdan gittiğin için» diye kendi sorusuna cevap verdi. Peygamber'imizi (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Benim sünnetimi ihya eden beni sevmiş olur, beni sevenler de Kıyamet günü cennette benimle birlikte olurlar.»

Bize kadar intikal eden bütün meşhur islâmî eserlerde belirtildiğine göre ahlâkın bozulduğu ve halkın çeşit çeşit mezheplere kapıldığı zaman-larda Resullerin efendisi olan Peygamber'imizin sünnetine sımsıkı sarı-lanlara yüz şehidin ecri verilecektir. Meşhur «Şırat-ül İslâm» adlı kitab-da da böyle yazar.

Yine Peygamber'imizi (S.A.S.) şöyle buyurur:

— Bana yüz çevirenler müstesna, ümmetimin hepsi cennete gire-cektir» Sahabîler sordular, «ey Allah'ın Resul'ü! Yüz çevirenler, kimler-dir?» Peygamber'imiz sözlerine şöyle devam etti, «kim bana uyarsa cen-nete girecek, bana isyan edenler, bana yüz çevirmişler demektir. Sünne-time uygun olarak yapılmayan her iş, isyandır.»

Ehl-i tasavvuftan biri der ki Allah'ın-farz, kıldığı ibadetlerden birini bile bile terkeden veya sünnetlerden birine bilerek uymayan bir şeyhi ha-vada uçarken, denizde yürürken, ateş yerken veya daha başka olağan-üstü davranışlar gösterirken görseniz, bütün bunlara rağmen adamın da-vasında yalancı olduğunu, gösterdiği olağanüstülüklerin «keramet» de-ğil, olsa olsa «istidrac» olduğunu biliniz. Allah böyle kimselerden cüm-lemizi korusun.

Cüneyd ül-Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «Allah'a ancak yine Al-lah'ın sayesinde ulaşılabilir, Allah'a ulaşmanın yolu da Peygamber'imizin (S.A.S.) yoludur.»

Ahmed ül-Hıvarî (rehimehullahu) der ki, «sünnete uymaksızın işlenen her amel batıldır. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

Şiratül islâmda bildirilmiştir.

— Sünnetimi yozlaştıranlar şefaatimden mahrum kalırlar.»

Hikâye edildiğine göre, adamın biri bir delinin cahil sayılacak bir işi-ni görür ve durumu Ma'ruf ul-Kerhî'ye (rahimehullahu) bildirir. Ma'ruf gü-lümseyerek der ki. «kardeşim! Allah'ı sevenler içinde küçüğü, büyüğü, akıllısı, delisi vardır. Senin gördüğün bu adam, onların delilerinden biri-dir.»

Cüneyd-ül Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «bir gün şeyhimiz Sırri (rehimehullahu) hastalandı, hastalığının ne sebebini anlayabildik ve ne de nasıl tedavi edileceğini bilebildik.

Bize mütehassis bir doktor tavsiye ettiler,şeyhin idrarını bir şişeye koyarak ona götürdük, doktor idrara uzun uzadıya baktı. Sonra bize dö-nerek «zannederim bu idrar aşık birine ait olsa» dedi. Ben bir nara ko-yuvererek bayılmışım, idrar şişesi de elimden düşmüş.

Dönünce Sırrîye durumu anlattım, gülümseyerek «Allah canını al-masın, nasıl da gördü!» diye cevap verdi. «Şeyhim, demek ki, muhabbet idrardan bile belli olurmuş» dedim, bana «tabii» karşılığını verdi.

Fudayl (rehimehullahu) der ki, «sana, Allah'ı seviyor musun, diye sordukları zaman, sus. cevap verme. Çünkü eğer, hayır, diyecek olsan imandan çıkarsın, buna karşılık, evet, diyecek olsan ve Allah'ı sevenlere yakışmayacak tavsif de bulunsan Allah'ın gazabından kork.»

Süfyan (rehimehullahu) der ki. «Allah'ı sevenleri seven kimse as-lında Allah'ı seviyor demektir. Allah'a ikram eden kimselere ikram eden kimse, aslında Allah'a ikram ediyor demektir.»

Sehl (rehimehullahu) der ki, «Allah'ı sevmenin alâmeti Kur'an-ı ke-rimi sevmektir. Allah ve Kur'an sevgisinin alâmeti ise Peygamber (S.A.S.) sevmektir. Peygamber (S.A.S.) sevgisinin alâmeti ise sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alâmeti ise, Ahireti sevmektir. Ahireti sevmenin alâmeti ise dünyadan hoşlanmamaktır. Dünyadan hoşlanmamanın alâmeti de Ahiret azığı olabilecek kadarının dışında onun varlığından uzak dur-maktır.»

Ebul Hasan ül-Zencanî (rehimehullahu) der ki. «İbadet binasının te-meli üç direk üzerinde oturur. Göz, kalb ve dil. Gözün ibadeti, ibret al-makladır. Kalbin ibadeti, düşünmek ve duymakladır. Dilin ibadeti ise doğru konuşmak ve Allah'ı zikretmekle olur. Nitekim ulu Allah şöyle bu-yurur
Resim
— Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikrediniz. O'nu sabah - akşam noksan sıfatlardan tenzih ediniz.» (39).

Anlatıldığına göre bir gün Abdullah ile Ahmed İbni Hab bir yerde bir-likte bulunuyorlardı. Bu arada Ahmed İbni Hab yerden bir ot kopardı. Bu-nun üzerine Abdullah ona dedi ki. «bu hareket sana beş şeye mal oldu

1 — Bu hareketle kalbini Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun.

2 —- Bu hareketle kendini Allah'ın zikrinden başka bir işle oyalan-maya alıştırdın.

3 — Bu hareketinle başkalarının da aynı davranışta bulunmalarına önayak oldun.

4 — O ot parçasını Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun.

5 — Bu hareketinle Kıyamet günü Allah'a kendi aleyhinde bir de-lil meydana getirdin,» (Revmak-ül Mucaniste böyle anlatılmıştır.)

Sirrî (R.A.) der ki, «bir gün Gürcanî'yi kavrulmuş un yutarken gör-düm, «neden başka bir şey yemiyorsun» diye sordum,bana şöyle dedi: Yiyeceği çiğnemek ile yutmak arasında yetmiş tesbihlik bir zaman geç-tiğini hesab ettim, o yüzden kırk yıldır hiç ekmek çiğnemedim.»

Nakledildiğine göre Sehl İbni Abdullah onbeş günde bir yemek yer-di. Bütün Ramazan ayı boyunca sadece bir kere yemek yerdi. Bazen yet-miş gün geçer de hiç yemek yemediği olurdu. Yemek yediği zaman za-yıflar, aç kalınca kuvvetlendiği görülürdü. Mescid-i Haram'da otuz yıl Ebu Hammad ül-Esved'e komşu oldu da yerken veya içerken hiç görül-medi, her an Allah'ı zikrederdi.

Anlatıldığına göre Amr İbni Ubeyd {rehimehullahu) yalnız şu üç şey için evinden dışarı çıkardı:

1 — Cemaatle namaz kılmak

2 — Hasta ziyaret etmek

3—Cenaze namazı kılmak

O derdi ki, «insanları hırsız ve yankesici olarak görüyorum. Ömür, paha biçilmez bir nadide mücevherdir. Ondan Ahirete kalacak bir hazine doldurmak gerekir. İyi bilmelisiniz ki, Ahirete talip olanların dünya ha-yatından el-etek çekmeleri gerekir. Ancak o zaman kulun ulaşmak is-tediği hedef tek olur ve içi ile dışı arasında uyumsuzluk kalmaz. Böyle bir hali muhafaza etmek, ancak kulun içini ve dışını devamlı kontrol al-tında tutması İle mümkündür.

İmam-ı Şiblî (rehimehullahu) der ki, «İlk intisap ettiğim günlerde uy-kum bastırınca göz kapaklarıma tuz sürerdim. Durum daha da ağırla-şınca mili kızdırıp göz kapaklarıma sürme çekerdim.»

İbrahim İbni Hâkim der ki, «babamın uykusu geldiği zaman denize girer yüzmeye başlardı, o yüzerken denizdeki balıklar etrafına üşüşür, onunla birlikte teşbih ederlerdi.»

Anlatıldığına göre Vehb İbni Münebbih (rahimehullahu), geceleyin uyuma ihtiyacının üzerinden kaldırması için Allah'a dua etmiş ve duası kabul edilerek kırk yıl hiç uykusu gelmemiştir.

Hasan El-Hallac (rehimehullahu), kendi kendine topuğundan dizine kadar onüç pranga vurur ve bu durumda her gün ve gece bin rekat na-maz kılardı.

Cüneyd ül-Bağdadî (rehimehullahu) ilk intisab ettiği günlerde çarşı-ya gelir, mağazasını açar, içeri girer ve hemen namaza dururdu. Dört yüz rekat kıldıktan sonra evine dönerdi.

Habeşî İbnî Davud'un (rehimehullahu) kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı bildirilmiştir.

Mü'minin her zaman abdestli bulunması gerekir. Her abdest bozduğunda abdest tazeleyerek iki rek'at namaz kılmalıdır. Nerede oturursa otursun, kıbleye yüzünün dönük bulunmasına dikkat etmesi gerekir. Ken-disini daima Peygamber'imizin (S.A.S.) huzurunda oturuyormuş gibi farz ederek ona göre kendisine çeki düzen vermelidir. Ta ki, bu düşünce altın-da her hareketi vakar ve ağırbaşlı olsun, kabalıklara katlanarak her çir-kin harekete karşılık vermesin, kusurlarına karşılık hemen istiğfar etsin, kendini ve amelini beğenip böbürlenmesin. Çünkü kendini beğenmek, şeytanın sıfatlarındandır. Tersine kendini küçümsesin, buna karşılık sa-lihlere hürmet ve mühimseme nazarı ile baksın. Çünkü salihlere hürmet etmeyi bilmeyenleri Allah (C.C.) onlarla birarada bulunma nimetinden mahrum eder. İbadete hürmet etmeyi bilmeyenlerin de Allah, kalblerin-den ibadet lezzetini çıkarır.

Anlatıldığına göre Ebu Ali, Fudayl İbni İyad'a (rahimehullahu) sor-dular ki, «ey Şeyh! İnsan ne zaman salih sıfatını kazanır?» O şöyle ce-vap verdi: «Kulun niyeti, başkalarına nasihat etmek, kalbinde Allah kor-kusu, dilinde doğru sözlülük bulunur ve bütün davranışları salih amel olduğu zaman o kimse salih sıfatını taşımaya hak kazanır. Ulu Allah Mi'rac'da Peygamber'imize «ey Ahmed! Eğer insanların günahlardan en kaçınanı ve dünyadan en el-etek çekmişi olmak istiyorsan, Ahirete yö-nel>> diye buyurdu. Peygamber'imiz «dünyadan nasıl el-etek çekeyim» di-ye sordu. Ulu Allah «dünya varlığı olarak sadece yiyecek, içecek ve gi-yecek kadar yanında bulundur. Yarın için hiç bir şey biriktirme, hiç dur-madan beni zikret» diye buyurdu.

Bunun üzerine Peygamber'imiz «Allah'ım! Seni nasıl devamlı zikre-deyim» diye sordu. Ulu Allah «insanlardan uzak durmakla; uykunu na-maz, yemeğini açlık yap» .diye buyurdu.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S. buyuruyor ki:

— Dünyadan uzak durmak hem bedeni ve hem de kalbi huzura ka-vuşturur. Buna karşılık dünya tutkunluğu keder ve üzüntüyü artırır. Dün-ya sevgisi, her günahın başıdır, ondan uzak durmak da her iyilik ve iba-detin ilk adımıdır.»

Anlatıldığına göre salihlerden biri bir cematin yanından geçiyordu. Baktı ki, bir doktor, hastalıkları sayıyor ve bahsettiği her hastalığın nasıl tedavi edileceğini tarif ediyordu. Salih kişi doktora seslendi, «ey be-denlerin tedavi edicisi! Kalbleri de tedavi edebilir misin?» Doktor «evet, hastalığını bana anlat» dedi. Salih kimse «bahsettiğim kalbi atışında da büzülüşünde de günahlar karartmıştır. Onun tedavisi var mıdır?» dedi.

Doktor şu cevabı verdi, «böyle bir kalbin ilâcı, gece-gündüz Allah'a yalvarmak, yakarmak, O'ndan af dilemek, O'na ibadet etmeye koyulmak. O'ndan özür dilemektir. Kalblerin tedavisi böyledir, şifa ise gayblerin bi-licisi olan Allah'dandır.»

Doktordan bu cevabı alan salih kişi yüksek bir nara atarak ağlaya ağlaya yoluna devam etti. Yürürken şöyle dedi, «Sen ne iyi doktorsun, kalbimin tedavisini doğru bildin» Doktor sözlerini şöyle bitirdi, «bu tari-fim, tevbe ederek kalbiyle tevbelerin kabul edicisi olan Allah'a yönelen-lerin tedavisidir.»

Anlatıldığına göre adamın biri bir köle satın alır. Köle efendisine der ki, «efendim, aramızda şu üç şart bulunacak.

1 — Vakit geldiğinde farz namazları kılmama engel olmayacaksın

2 — Gündüz bana ne iş buyurursan buyur, geceleri bana iş ver-meyeceksin.

3 — Evinde bana, benden başka hiç kimsenin giremeyeceği bir oda ayıracaksın.»

Adam köleye «bu şartlarını kabul ediyorum, kalk evleri gez, kendine kendin bir oda seç» der.

Evleri dolaşan köle orada yıkık bir ev bulunca «burayı seçtim» der; Adam «oğlum, neden yıkık bir ev seçtin» der. Köle «efendim. Allah ile birlikte olunca yıkıntıların bakımlı bahçe gibi olduğunu bilmiyor musu-nuz» der.

Köle gündüzleri efendisine hizmet eder, geceleri Allah'ına ibadete ayırırdı.

Bu böyle devam edip giderken bir gece «efendi evi gezmeye çıkar, kölenin kapısı önüne varınca odayı apaydınlık içinde ve köleyi de sec-deye kapanmış görür, başından aşağı yerle gök arasına asılmış bir kan-dil göz kamaştırıcı bir ışık saçmaktadır. Köle Allah'ına şu sözlerle yal-varıp seslenmektedir. «Allah'ım! Efendimin hakkını omuzlarıma yükledin, ben de ona gündüzleri hizmet ediyorum. Eğer böyle olmasaydı, gece-gün-düzünü sırf sana ibadet ederek geçirirdim. Beni mazur gör, ya Rabb'i.»

Köle secdeye kapanmış böyle dua ederken efendisi ondan gözlerini ayırmıyor, nihayet tanyeri ağarır, kandil geri alınır ve odanın tavanı geri-ye kapanır.

Adam geri döner, varıp olup bitenleri karısına anlatır. Ertesi gece olunca bu sefer karısının elinden tutarak odanın kapısı önüne ikisi gelir-ler. Köle yine secdeye kapanmıştır, kandil yine başından, aşağı sark-mıştır.

Karı-koca kapının önünde dikilip gözyaşları içinde köleye bakarlar. Sonunda yine gün ağarır.

Bunun üzerine efendi köleyi çağırarak ona der ki, «sen Allah rizası için azadsın, böylelikle kendini artık tamamen kendisine mazeret beyan ettiğinin (Allah'ın) ibadetine verebilesin.» /

Köle ellerini havaya kaldırarak şu beyti söyler:

Ey sır sahibi! Artık o sır açığa çıktı.

Halim başkalarına malum olduktan sonra artık yaşamak istemiyo-rum.

Sonra Allah'a şöyle yalvarır, «Allah'ım! Senden ölüm istiyorum» Dua-sı biter bitmez derhal yere düşer ve ölür.

İşte salihlerin, Allah aşıklarının ve O'nun rızası peşinde koşanların hali!

Zehri Riyaz'da rivayet edildiğine göre Hz. Musa (A.S.) nın samimi bir arkadaşı vardır, birlikte hoş vakit geçirirlerdi. Bir gün dostu Hz. Musa'ya «Allah'a yalvar, kendini bana iyice tanıtsın» der. Dostunun ricasına uya-rak Allah'a dua eden Hz. Musa'nın duası kabul edilir.

Bir müddet sonra Hz. Musa'nın dostu dağlara düşer, vahşî hayvan-lara karışır, Musa onu iyice kaybetmiştir. Allah'a şöyle yakarır, «Rabb'ım! O benim yakın dostum, kardeşimdi. Şimdi onu kaybettim.»

Gizli bir ses ona der ki, «ey Musa! Beni iyice tanıyan kimse artık hiç bir insanoğlu ile düşüp kalkmaz.»

Rivayete göre bir gün Hz. Yahya (A.S.) ile Hz. İsa (A.S.) çarşıda yü-rürken karşıdan gelen bir kadın aralarından çarparak geçer. Hz. Yahya «vallahi ben bir şey anlamadım» der. Hz. İsa, Yahya'ya «sübhanellah! Vü-cudun yanımda, ama kalbin nerede» der.

Hz. Yahya şöyle karşılık verir, «Ey Halamoğlu göz kapayıp açasıya kadar bile kalbim Allah'ımdan başkası ile irtibat kursa Allah'ı tanıma-dığımı anlarım.»

Bildirildiğine göre Allah'ı gerçekten tanımak, dünya ve Ahiretin her ikisinden sıyrılarak sırf Allah'a yönelmek, muhabbet şarabı ile bir kere sarhoş olduktan sonra onun cemalini görünceye kadar ayılmamaktır. O kimse rabbinin nuru içindedir.


(38) Kuran-ı Kerim/Al- imran Sûresi. 31
(39) Kur'an-ı Kerim/Ahzab Suresi, 41

ONBİRİNCİ BÖLÜM BİTTİ
[img][/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Seleme kardeşim paylaşımın için çok teşekürler Muhammedinur yuvamızda seni tekrar görmek ne hoş. Nuriye hanımdan rica ettim eserin orjinallerini özel mesajdan gönderdim. Affınıza sığınırım senin mesajında ki ayetleri ilave edecek.
Cümlenizden Allah razı olsun...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

12. İBLİS VE AZABINI BEYAN

Ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:
Resim
— Eğer dönerlerse (Allah'ın emrine uymaktan ve Resul'ünün gös-terdiği yoldan yüz çevirirlerse) bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez (onların ne tevbelerini kabul eder ve ne de günahlarını bağışlar)» (40).

Nitekim ulu Allah kendini büyük görüp Allah'ın ululuğunu kabul et-mediği için iblisin tevbesini kabul etmemiştir. Buna karşılık Hz. Adem'e tevbe etmeyi ilham etmesi ve tevbesini kabul etmesi, kendi dili ile güna-hını itiraf etmesi, pişmanlık duyması ve kendini suçlamasından dolayıdır.

Üstelik Hz. Adem'in (A.S.) işlediği kusur, gerçek manada günah sa-yılmaz. Çünkü peygamberler (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) masum-durlar alimler tarafından kabul edilen sahih görüşe göre ne peygamber olmadan önce ve ne de peygamberken günah işlemezler, günaha düş-mekten korunmuşturlar. Hz. Adem'in (A.S.) kusuru, sadece görünüşte gü-nahtır Buna rağmen o ve Havva, Allah'a şöyle seslenmişlerdir: Kur'an-ı kerimde ulu Allah bize onların yakarışını şöyle bildirmektedir:
Resim
— Ey Rabb'imiz! Biz kendi kendimize zulmettik. Eğer sen bizi ba-ğışlamaz, bize merhamet etmezsen, hiç şüphesiz hüsrana uğrayanlar-dan olacağız» (41).

Görülüyor ki, Hz, Adem (A.S.) ve Havva yaptıklarına pişman olarak hemen tevbeye yönelmişler ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmemişlerdir.

Nitekim ulu Allah şöyle buyuruyor:
Resim
— Allah'ın rahmetinden sakın ümit kesmeyiniz» (42).

İblise gelince, o ne günahını itiraf etmiş, ne yaptığına pişman ol-muş, ne kendini suçlamış ve ne de tevbe etmeye yönelmiş, üstelik de Allah'ın rahmetinden ümit kesmiş, kendini beğenmiştir.

Her kim ki, tutumu şeytan gibi olursa tevbesi kabul edilmez. Buna karşılık günah işledikten sonraki tavrı Hz. Adem (A.S) gibi olanların tevbelerini Allah kabul eder.

Çünkü kaynağı nefsî arzuların azgınlığı olan her günahın affedil-mesi umulur, ama kendini beğenmişliğe dayanan hiç bir günahın affedil-mesi beklenemez. Hz. Adem'in (A.S.) kusuru nefsî arzuların azgınlığına dayanıyorken şeytanın günahı ise kendini, beğenmişlikten ileri geliyordu.

Anlatıldığına göre İblis bir gün Hz. Musa'ya (A.S.) gelir ve ona so-rar ki, «Allah'ın kendisine elci olarak seçtiği ve zaman zaman konuştuğu kimse sen misin?» Hz. Musa «evet, fakat sen kimsin ve ne istiyorsun» diye karşılık verir.

Şeytan kendini tanıtmadan Hz. Musa'ya (A.S.) şu teklifte bulunur, «Allah'ına bildir ki yarattıklarından biri senden tevbesinin kabul edilmesi-ni diliyor.»

Bunun üzerine Allah'dan Hz. Musa'ya (A.S.) şu vahiy gelir, «ey Mu-sa, ona de ki, senin hatırın için dileğini kabul ediyorum. Yalnız ona Hz. Adem'in kabrine secde etmesini söyle. Eğer secde ederse tevbesini ka-bul ederek günahlarını bağışlayacağım.»

Hz. Musa (A.S.) durumu şeytana bildirince o küplere biner, eski bü-yüklenme edasını yine takınarak şöyle der, «ey Musa! Ben ona cen-nette iken secde etmemiştim de şimdi ölüsüne mi secde edeceğim.»

Rivayete göre cehennemde İblis'in azabı ağırlaştırır ve ona «Allah'-ın azabını nasıl buluyorsun» diye sorulur, «olabileceğinden daha ağır» di-ye cevap verir. Bunun üzerine ona denir ki, «Adem, cennet bahçelerin-dedir. Ona secde et, özür dile de bağışlanasın.» Fakat o bu teklifi kabul etmeye yanaşmaz, bunun üzerine çektiği azab, bütün cehennemliklerin azabının yetmiş bin katı kadar ağırlaştırılır.

Haberde bildirildiğine göre ulu Allah, her yüz bin senelik azab dev-resinden sonra şeytanı cehennemden çıkarır ve Hz. Adem'i (A.S.) cen-netten çıkararak şeytana ona secde etmesini emreder, fakat şeytan bu emre uymaya yanaşmayınca yeniden ateşe atılır.

Kardeşlerim! Şeytan'dan kurtulmak istiyorsanız, Allah'a sarılınız, O'na sığınınız.

Kıyamet günü gelince meydana ateşten bir kürsi kurulur, üzerinde İblis çıkar; bütün şeytanlar ve kâfirler çevresinde toplanır, sesi anıran bir eşek sesi gibidir, şöyle konuşur, «ey cehennemlikler! Allah'ın daha ev-vel va'dettikieri bugün nasıl buldunuz?» Etrafındakiler hep bir ağızdan <

Şeytan da onlara der ki, «bu gün merhametten umut kestiğim bir gündür.» Bunun üzerine Allah meleklere onu ve yardakçılarını ateşten topuzlarla dövmelerini emreder. Ebediyen çıkarma emri duymaksızın kırk sene burada işkence çekerler. Cehennem azabından Allah'a sığınırız.

Anlatıldığına göre Kıyamet günü İblis mahşere getirilir, daha önce kurulan ateşten bir koltuğa oturması emredilir. Boynunda lânet hal-kası vardır. Allah azab meleklerine onu oturduğu koltuktan sürükleyerek cehenneme atmalarını emreder. Fakat boynundaki halkaya asılan melek-ler, onu sürüklemeyi başaramazlar.

Bunun üzerine Allah Cebrail'e yanına seksen bin melek alarak onu cehenneme çekmelerini emreder, fakat o da başaramaz. Arkasından Allah İsrafil ve Azrail'e de yanlarına atacakları seksen biner kişi ile birlik-te ayni emri verir, fakat bunlar da onu yerinden kıpırdatamaz. Bunun üzerine Allah buyurur ki, «boynunda o lânet halkası varken yaratmış ol-duğum bütün meleklerin bin kaç katı bile biraraya gelseler, onu cehen-neme taşıyamazlar.»

Anlatıldığına göre, İblisin birinci kat gökte iken ismi «Abid», ikinci kat gökte iken ismi «Zahid», üçüncü, kat gökte iken ismi «Arif», dördün-cü kat gökte iken ismi «Veli», beşinci kat gökte iken adı «Takı», altıncı kat gökte iken adı «Hazin», yedinci kat gökte iken adı «Azazil» idi.

Fakat Levh-i Mahfuz'daki adı, «İblis» idi, o sonunda başına gelecek olanları bilmiyordu.

Ulu Allah kendisine Hz. Adem'e (A.S.) secde etmesini emredince Allah'a dedi ki, «onu benden üstün mü tutuyorsun? Ben ondan daha ha-yırlıyım. Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın» Allah şeytana «ben di-lediğimi yaparım» diye cevap verdi.

Kendini daha şerefli gördüğü için burun kıvırarak ve tepeden baka-rak Hz. Adem'e (A.S.) secde edeceği yerde arkasını çevirdi, diğer bütün melekler bu emre Uyarak kapandıkları secdede uzun bir müddet bekler-ken o sipsivri olarak ayakta kaldı.

Melekler başlarını kaldırıp da onun kendileri ile birlikte secde et-memiş olduğunu görünce şükür maksadı ile ikinci sefer secdeye kapan-dılar. O ise arkadaşlarına yan yan bakarak, onlara katılmayı asla düşün-meyerek ve Allah'ın emrini kırdı diye hiç bir pişmanlık duymayarak yine tek başına ayakta kaldı.

Bunun üzerine Allah yakışıklı vücudunu bozdu, onu domuz sureti-ne çevirdi, başını deve başı ve göğsünü büyük deve hörgüçü biçimine koydu, yüzü maymun yüzüne döndü, gözleri yüzü boyunca uzanan iki ya-rık halini aldı, burun delikleri hakamet çanağı gibi açıldı, dudakları ökü-zünkilere döndü, azı dişleri domuzunkiler gibi ağzından dışarıya fırladı, sakalı yolundu, çenesinde sadece yedi seyrek tüy kaldı.

Allah onu önce cennetten, sonra gökten ve daha sonra yeryüzün-den kovarak adalara sürdü. Şimdi yeryüzüne ancak gizli gizli ayak ba-sabiliyor. Kâfirlerden biri olduğu için Allah'ın lâneti Kıyamet gününe ka-dar onunla birliktedir.

Oysa ki, daha önce yakışıklı, dört kanadlı, bilgili, çok ibadet işleyen, meleklerin Tavusu ve en büyüğü olan, daha bir çok imrenilir, sıfatlar ta-şıyan bir kimse idi. Bunların hiç birisinin ona faydası olmadı. Bundan herkesin ibret alması gerekir.

Söylendiğine göre İblis tuzağa düşürülünce Cebrail ve Mikâil ağla-maya başlarlar. Allah, onlara «niye ağlıyorsunuz» diye sorar. Onlar da «sana varan yolda tuzağa düşmeyeceğimizden emin değiliz» derler, Ulu Allah da onlara «işte öyle olunuz, benim yolumda tuzağa düşmeyeceği-nize hiç bir zaman güvenmeyiniz» buyurur.

Anlatıldığına göre İblis Allah'ın katından kovulunca O'na der ki, «ey Rabb'ım! Adem yüzünden beni cennetten kovdun. Ben ondan kendi başı-ma öç alamam, ancak sen beni üzerine salarsan öcümü alabilirim» Allah ona «seni onun oğulları üzerine salıyorum,çünkü peygamberler senin tu-zağından korunmuşlardır» diye karşılık verir.

O «daha başka imkânlar istiyorum» der. Allah ona «O'nun soyundan gelen her çocuğa karşılık senin soyun iki kat hızla üreyecek» diye cevap verir.

Şeytan yine «daha da isterim» der. Allah ona «onun soyundan ge-lenlerin kalbleri senin yatağındır, onların damarlarında dolaşabilirsin» di-ye karşılık verir. Şeytan «daha da isterim» der. Allah ona «atlı yaya bütün yardakçılarını onun soyundan gelenlerin üzerine sal, mallarına ortak ol, yani haram yollardan kazanarak meşru olmayan yerlere sarfetmelerini sağ-lamaya çalış. Çocuklarına ortak ol, yani onların haram yollardan veya gü-nah olan çiftleşme şekilleri ile çocuk peydahlamalarına çalış, çocuklarına putperestlik inancını hortlatan isimler taktırmaya çalış, batıl dinlere ve gayrı meşru mesleklere yönlendirilmelerine sebep ol. Onları kandırabil-mek için bol bol asılsız vaadlerde bulun.

Meselâ putların koruyuculuğuna güvenmelerini sağlamaya çalış. Babalarının soyluluğundan medet ummayı tavsiye et, tevbeyi sonraya bı-rakabilecekleri hususunda onları, kandırmaya çalış» diye cevap verdi. Ama, Allahın tavsiyesi tehdit yolu ile olmuştur. Nitekim, «dilediğinizi ya-pın» âyetinde de böyledir.

Şeytanın bu tuzağına karşı Hz. Adem (A.S.) de Allah'a der ki, «ya Rabb'i! Onu benim üzerime saldın, eğer senin yardımın olmazsa ona karşı kendimi savunamam» Allah Hz. Adem'e «senin soyundan her yeni doğan çocuğun başına meleklerden bir koruyucu veriyorum» diye cevap verir.

Hz. Adem «daha çok isterim» der. Allah ona «iyiliklerin mükâfatı on kattır» diye karşılık verir. Hz. Adem «daha da isterim» der. Allah ona «zürriyetinin canları çıkmadıkça tevbe etme imkânını ellerinden almam» diye cevap verir. Hz. Adem «daha da isterim» der. Nihayet Allah «ince eleyip sık dokumadan onları affederim» diye cevap verince Hz. Adem «Bununla yetiniyorum» der.

Bunun üzerine İblis tekrar ortaya çıkarak der ki, «ya Rabb'i! Adem'-in soyundan peygamberler yarattın, onlara kitaplar indirdin, hani benim elçilerim» Allah «kâhinler» diye cevap verir. Şeytan «kitaplarım ne ola-cak» diye sorar. Allah «vücudlara döğmeler yolu ile işlenen yazı ve re-simler» cevabını verir. Şeytan «sözüm ne olacak» der. Allah «yalan» diye karşılık verir. Şeytan «Kur'ânım ne olacak» der. Allah «şiir» diye ce-vap verir. Şeytan «müezzinim kim olacak» der. Allah «çalgı âletleri» diye cevap verir.

Şeytan «mescidim neresi» der. AlIah «çarşı ve pazar» diye karşılık verîr. Şeytan «Evim neresi» diye sorar. Allah «hamam» diye cevap verir..

Şeytan «yiyeceğim ne olacak» der. Allah «üzerinde adım anılmayan her türlü gıda maddesi» diye karşılık verir.

Şeytan «ne içeceğim» Her. Allah «sarhoşluk veren bütün içecekler senin» karşılığını verir Seytan « tuzağım neler olacak» der. Allah «kadınlar» cevabını verir.

(40) Kur'an-ı Kerim/Al- İmran, 32
(41) Kur'an-ı Kerim/A'raf Sûresi, 23
(42) Kur'an-ı Kerim/Zumer Sûresi, 53

ONİKİNCİ BÖLÜM BİTTİ
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

13. EMANET

Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki:

Resim

— Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara crzettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan ürktüler« (43)

Âyet-i kerimedeki «emanet» in mânası, karşılığında sevap yahut ceza tahakkuk eden ibadet ve farzlardır.

Kurtubî'ye göre «emanet» bütün din görevlerini içine alır,âlimlerin çoğunluğunun görüşü ve sahih fetva bu şekildedir. Fakat ayrıntılarda çe-şitli görüşler vardır. îbni Mes'ud'a göre âyet-i,kerime, mal güvenliği ile ilgilidir, emanetler ve benzeri gibi. Yine ona isnad edilen başka bir gö-rüşe göre âyette bütün farzlar kasdedilmekle birlikte özellikle mal gü-venliği sözkonusudur.

Ebu Derda «cünübluktan arınmak emanettir» der. İbni Ömer «insan vücudunda Allah'ın ilk yarattığı organ cinsiyet uzvudur. Sanki Allah ku-tuna «bu uzuv,senin uhdene tevdi edilmiş bir emanettir, onu mutlaka yerinde kullan,onu koruduğun müddetçe ben de seni korurum» demlştir. Buna göre cinsiyet uzvu bir emanettir, söz gibi emanettir, kulaklar birer emanettir,dil bir emanetir,karın,eller ve ayaklar birer emanettir.Emaneti korumayanın imanı yoktur.

Hasan der ki, «emanet göklere, yere ve dağlara arzedildi, bunların hepsi içindekilerle beraber titrediler. Çünkü Allah onlara teker teker «eğer emaneti iyi kullanırsan seni mükâfatlandırırım, eğer kötüye kullanırsan cezalandırırım» diye buyurdu.

Bunun için her biri «hayır» cevabını verdi.

Mucahid (rehimehullahu) der ki, «Allah Hz. Adem'i yarattığı za-man emaneti ona da ayni şartlarla teklif etti. Adem «onu yükleniyorum» dedi.

Hiç şüphesiz Allah emaneti göklere, yere ve dağlara mecbur tuta-rak değil, onları gönüllü bırakarak arzetmiştlr. Yoksa eğer onu onlara, mecbur tutarak teklif etmiş olsaydı, onlar da onu üzerlerine almaktan ka-çınmazlardı.

Kaffal ve onun görüşünde olanlara göre âyetteki «arzetme, teklif etme» ifadesi sembolik (temsilî) dir. Yani gökyüzü, yer ve dağlar, bütün iriliklerine rağmen, eğer emaneti yüklenmeye elverişli olsalardı, karşı-lığı olan mükâfat ve azabın önemi yüzünden, şeriatı omuzlamak bunlara ağır gelirdi Demektir ki, şeriatı yüklenmek, göklerin, yeryüzünün ve dağ-ların kaçınmasını haklı çıkaracak kadar dev bir iştir.

Bununla birlikte ulu Allah'ın «insan onu yüklendi» diye belirttiği üze-re, insanoğlu bu yükün altına girmiştir. Yani Hz. Adem tohum âleminde zürriyeti belinden çıkarken ve onlardan Allah'ı tanıyacaklarına dair söz alınırken kendisine arzedilen emanetin sorumluluğunu benimsemiştir.

Ulu Allah âyet-i kerimenin devamında «hiç şüphesiz o, (yani insan) çok zalim ve pek cahildir» buyuruyor. Demektir ki, o, bu yükü yüklenir-ken nefsine ağır şekilde zulmetmiştir, ayrıca yüklendiği sorumluluğun ağırlığı hususunda pek cahildir veya Allah'ın emirlerinin ne olduğunu bil-memektedir.

İbni Abbas'dan (R.A.) rivayet edildiğine göre şöyle buyuruyor: Ema-net, Hz. Adem'e arzedildi, «bunu içindekilerle birlikte al, eğer itaat eder-sen seni affederim. Eğer emrimi kırarsan seni azaba çarptırırım» denildi. Hz. Adem «peki, onu içindekilerle birlikte kabul ediyorum» diye cevap verdi. Fakat o günün ikindisi ile akşamı arasındaki kadar bir zaman he-nüz geçmişti ki, Hz. Adem yasak ağacın meyvasını yedi. Ne var ki, Allah hemen rahmetini arkasından yetiştirdi de kusuruna karşılık tevbe «ede-rek yine doğru yola döndü.

«Emanet» kelime olarak «iman» kelimesi ile ayni köktendir. Buna göre Allah'ın emanetini koruyan kimsenin Allah da imanını korur. Pey-gamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

« — Emanete karşı titizlik göstermeyenlerin imanı yoktur.Sözünde durmayanın dini de yoktur.»

Bu konuda bir şair şöyle der:

Korkarak hiyanete razı olanın boynu devrilsin!

O yüzden emaneti korumaya yan çizenin

Dini ve insanlığı bir yana bırakarak başını alıp gitmiştir.

Yaşadıkça başına gelecek belâlar birbirini takip edecektir.

Diğer bir şair de şöyle der:

Hıyanete boyun eğmeği huy edinen kimse

Pek kısa zamanda sıranın kendisine gelmesine lâyıktır.

Zilletler durmadan elemlerini yağdırırlar

Zimmetine hıyanet edenler ile sözünü tutmayanlara.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

-« Mü'min hıyanet ve yalan ile ilgisi olmayan her huyu edinebilir.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Ümmetim, emaneti ganimet ve sadakayı angarya saymadıkça iyi yoldadır»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Emaneti güvendiğin kimseye teslim et, sana hainlik edene sen de karşılık verme.»

Buharî ile Müslim'de Ebu Hureyre'den (R.A.) rivayet edilerek nakle-dildiğine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, verdiği sözü tutmaz, uhdesine verilen emanete hiyanet eder.»

Demektir ki, münafık bir kimseye birisi güvenip bir sır verse hemen hıyanet ederek onu başkalarına açar, uhdesine maddî bir emanet tevdi edilse onu inkâr ederek veya korumayarak veyahut izinsiz kullanarak ona karşı hıyanet eder.

Emaneti korumak, mukarreb meleklerin, peygamberler'in sıfatı ve Allah korkusu taşıyan iyilerin huyudur. Ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:

— Hiç şüphesiz Allah size emanetleri lâyık olanlara vermenizi em-reder.» (44)

Bütün tefsir âlimleri, bu âyet-i kerimenin şeriatın bir çok temel pren-sibini kapsadığı görüşündedirler. Âyet-i kerimenin muhatabı idare eden olsun, idare edilen olsun, bütün mükelleflerdir.

Buna göre idarecilerin mazlumu destekleyip hakkını ortaya çıkar-maları gerekir, bu bir emanettir. Başta yetimler olmak üzere müslüman-İarın mallarını korumaları gerekir, çünkü o bir emanettir. Âlimlerin halka dinin hükümlerini öğretmeleri gerekir, bu âlimlerin koruyuculuğuna tes-lim edilmiş bir emanettir.

Ana-babanın çocuğuna iyi terbiye vererek göz - kulak olması gere-kir, çünkü çocuk ana - babaya teslim edilmiş bir emanettir.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Hepiniz ayrı ayrı birer çobansınız, herkes sürüsünden sorumludur.»

Zehr-ur Rİyaz adlı kitapta anlatıldığına göre bir kul Kıyamet günü getiririlerek ulu Allah'ın huzuruna dikilir. Ulu Allah ona «falanın emanetini geri verdin mi» diye sorar. Kul «hayır, ya Rabbl!» diye cevap verir.

Bunun üzerine Allah bir meleğe emir verir, elinden tutar, onu ce-henneme götürür ve cehennemin dibine düşmüş olan o emaneti adama gösterir ve onu ateşe atar. Adam, cehennemin dibine ininceye kadar yetmiş yıl ateşte batmaya devam eder. Dibe inince orada duran ema-neti alıp yükselmeye başlar. Cehennemin ağzına çıkınca ayağı kayar, yine batmaya başlar. Sonra yine yükselir, yine batar. Peygamber'imi-zin (S.A.S.) şefaati sayesinde Allah'ın lütfu imdadına yetişerek emanet sahibi ona hakkını helâl edinceye kadar bu iniş - çıkışlar ayni şekilde devam eder.

Ebu Seleme (R.A.) şöyle rivayet ediyor, «bir gün Peygamber'imizle (S.A.S.) birlikte oturuyorken bir cenaze getirildi, namazı kılınacaktı. Pey-gamber'imiz «üzerinde borç var mı» diye sordu, «hayır» diye cevap ver-diler. Bunun üzerine cenaze namazını kıldırdı.

Arkasından bir başka cenaze getirdiler. Peygamber'imiz yine «borcu var mı» diye sordu, «evet, var» diye cevap verdiler. Peygamber «arkada bir şey bıraktı mı» diye sordu, «evet, üç dinar» dediler. Bunun üzerine Peygamber'imiz bu cenazenin de. namazını kıldırdı.

Derken üçüncü bir cenaze getirdiler, Peygamber'imiz (S.A.S.) «bor-cu var mı» diye sordu, «evet,» diye cevap verdiler. Peygamber'imiz «ar-kada bir şey bıraktı mı» diye sordu, «hayır» dediler. Bunun üzerine «ar-kadaşınızın cenaze namazını siz kılınız» dedi.


(43) Kur'an-ı Kerim/Ahzab Sûresi,72
(44) Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi, 58

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM BİTTİ
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

14. NAMAZI HUZUR VE HUŞU İLE TAMAMLAMAK

Ulu Allah (CC.) buyuruyor ki:

— Namazlarında huşu içinde olan mü'minler kurtuluşa ermişler-dir» (45).

Bilesin ki, dil âlimleri «huşu» kelimesini «korkmak» ve «çekinmek» gi-bi kalb eylemlerinden» sayar, bazıları da «sükûnet», «öteye - beriye bak-mamak» ve «oynamamak» gibi davranış eylemlerinden kabul eder.

Fıkıh âlimleri «huşu»un namazın farzlarından mı olduğu, yoksa fa-ziletlerinden mi sayılması gerektiği hususunda anlaşmazlık halindedirler, her iki görüşü de ileri sürenler vardır. Birinci görüşü savunanlar şu ha-dis ve âyete dayanıyorlar. Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Kulun ancak aklı tam yerinde iken kıldığı namaz, namaz yerine geçer.»

Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki: «— Namazı beni hatırlamak için kil!» (Tahâ: 14). İlk görüşü savunanlara göre gaflet hali «zikir» le, yani Allah'ı hatır-da tutma eylemi ile bağdaşmaz, bu yüzden ulu Allah:
Resim

«Sakın gafillerden olma» diye buyurur (46).
Resim

Resim

Beyhakî'nin Muhammed İbni Sirin (R.A.) dan rivayetine göre Mu-hammed İbni Sirin şöyle demiştir «Haber aldım ki Peygamber'imiz (S.A.S.) namaz kılarken gözlerini havaya kaldırdığı için bu âyet inmiştir.» Abdur-rezzak'ın (R.A.) ayni konudaki rivayetinde bu âyet inince Peygamber'i-mizin kendisine namazda huşu içinde olmasını ve gözlerini secde yerin-den ayırmamasını emrettiği ilâve edilmektedir.

Hakim ve Beyhakî'nin birlikte Ebu Hureyre (R.A.) dan naklettiklerine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) namaz kıldığı vakit gözlerini semaya diker-di. Bunun üzerine kendisine yukardaki âyet inmiş, oda hemen başını eğ-mişti.»

Hasan'dan (R.A.) rivayet edildiğine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Beş vakit namaz, birinizin evin önünden akan suyu çok bir nehir gibidir, her gün beş kere bu nehre girip yıkanırsa üzerinde kir namına bir şey kalabilir mi?»

Peygamber'imiz (S.A.S.) demek istiyor ki, büyükleri dışında bütün günahları, geride hiç bir şey bırakmamak üzere, beş vakit namaz gide-rir. Elbette ki bu durum, huşu içinde ve kalb huzuru ile kılınan namaz için söz konusudur, böyle olmayan namaz da zaten sahibine reddedilir.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Dünyanın her şeyi ile ilgisini keserek iki rek'at namaz kılan kim-senin geçmiş »bütün günahları affedilir»

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Namaz kılmak, hacca gitmek, Beytüllah'ı tavaf etmek ve diğer usulü belirlenen ibadetler,Allah'ı hatırda tutmayı sağlamak için emredil-miştir. Hatırlanan hakkında —ki asıl amaç ve hedef o'dur— kalbinde say-gı ve ürperme bulunmayınca böyle bir hatırlamanın (zikrin) ne kıymeti vardır?»

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Kötü ve çirkin davranışlardan sahibine alıkoyamayan namaz ku-lun Allah'dan daha çok uzaklaşmasına sebep olur,»

Bekir İbni Abdullah der ki, «ey insanoğlu! Allah'ın huzuruna izin-siz girip kendisi ile tercümansız konuşmak istersen bunu yapabilirsin.» Kendisine «bu nasıl olabilir» diye sorarlar. Bekr İbni Abdullah şöyle ce-vap verir, «iyicene bir abdest alırsın, ve namaz yerine gidersin. İşte o an-da Allah'ın huzuruna izinsiz girmiş, tercümansız O'nunla konuşmuş olur-sun.»

Hz. Ayşe (R. Anha) diyor ki, «Rasulüllah ile karşılıklı konuşurduk O bize bir şey der, biz de O'na karşılığında bir şey söylerdik. Fakat namaz vakti girince Allah'ın azameti ile öylesine meşgul olurdu ki, sanki ne O bizi tanır ve ne de biz O'nu tanır olurduk.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Allah, kulun kalbi ile bedenini birlikte hazırlayarak kılmadığı na-mazin tarafına bakmaz.»

Allah'ın dostu Hz. İbrahim (A.S.) namaza durduğu zaman iki mil uzaktan kalbinin atışı duyulurdu.

Said ül-Tenuhî (rehimehullahu) namaz kılarken yanağından sakalına süzülen göz yaşlan dinmezdi.

Peygamber'imiz (S.A.S.) adamın birini namazda sakalı ile oynarken gördü ve «eğer bu adamın kalbi Allah korkusu taşısa azaları da taşırdı» diye buyurdu.

Anlatıldığına göre Hz. Ali (kerremellahu vechehu) namaz vakti gi-rince titremeye başlar, rengi atardı. »Ne oluyor sana, ya emirülmüminin» dediklerinde «göklere yere ve dağlara arzedilince ürkerek yüklenmekten çekindikleri halde benim üzerime aldığım emânetin vakti geldi» diye cevap verirdi.

Rivayete göre Ali İbni Hüseyin (rehimehullahu) abdest alırken rengi sararırdı, yakınları ona «abdest alırken sana niye böyle oluyor» sorarlar, O da şu cevabı verirdi, «kimin karşısına dikilmek istediğimi biliyor mu-sunuz?»

Rivayete göre Hatem ül.Asam'a (R.A.) namazı nasıl kıldığı hakkında soru soruldu, o da Şöyle cevap verdi: «Namaz vakti girince güzelcene abdest alır, namaz kılacağım yere varırım. azalarım verine otursun diye önce bir müddet otururum. Sonra kalkar. kaşlarımın arasında Kabe. ayaklarımın altında Sırat köpsüsü, sağımda cennet, solumda cehennem, arkamda_ölüm meleği olan Azrail varmış gibi farzederek ve kılacağım son namazmış gibi kabul ederek korku ve ümid arası bir ruh hali içinde

usulüne uygun bir tekbir alarak namaza dururum.

Düzenli bir şekilde «Fatiha» ve «zammı sure » okurum, tevazu içinde ruküa vararak huşu icinde secdeye kapanırım. Sonra sol ayağımın dışını yere, sağ ayağımı baş parmak üzere dikerek bağdaş kurar, otururum,

bu yaptıklarıma ihlas halini katarım. Sonunda «kıldığım namaz acaba ka-bul oldu mu, yoksa olmadı mı» bilemem.

İbni Abbas (R. Anhuma) der ki, «tefekkür hali içinde kılınan ne uzun ne kısa (orta) iki rek'atlık namaz, başıboş bir kalb ile kılınan bir gecelik namazdan daha hayırlıdır.»

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Ahir zamanda ümmetimden öyleleri gelecek ki, camilere varacak, halka kurup oturacaklar. Dillerinden dünya ve dünya sevgisi düşmeyecektir. Öyleleri ile oturup kalkmayın, Allahın onlara hiç bir haceti yoktur.»

Hasan El Basri'den (R.A.) rivayet edildiğine göre: «Peygamberimiz

(S.A.S.) bir gün «size insanlar arasında en çirkin hırsız kimdir, haber ve-reyim mi» diye buyurdu. Orada bulunanlar «kimdir ya Resulullah» diye sordular. Peygamber'imiz «Namazından çalandır» diye cevap verdi. Ora-dakiler «namazından çalması nasıl olur» diye sordular. Peygamber'imiz «namazın ruküunu ve secdesini eksik - eksik yaparak» cevabını verdi.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Kıyamet günü kul, ilk önce namazdan hesaba çekilecektir. Namaz-dan yana bir eksiği çıkmadığı takdirde hesaplaşması kolay geçer.Fakat eğer namazdan yana bir eksiği çıkarsa ulu Allah meleklerine «bu kulumun nafile ibadetleri varsa ondan borca kalmış farzları yerine koyun» diye buyurur.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

—Bir kula verilebilecek en hayırlı hediye iki rek'at namaz kılsın di-ye kendisine izin vermektir.»

Namaza duracağı zaman Hz. Ömer'in (R.A.) böğürleri titrer ve dişleri takırdardı. Bu halin sebebi kendisine sorulunca «emaneti yerine getirme-nin ve farz borcunu ödemenin vakti geldi, bilmem ki, onu nasıl yerine ge-tireceğim?»

Anlatıldığına göre Half İbni Eyyüb (R.A.) bir gün namazda iken bir yerinden arı sokar. Sokulan yer kanar, fakat Half hiç bir şey duymaz.

Bu sırada İbni Said çıkagelir, Half'e üzerinden kan geldiğini bildirir de o da elbisesini yıkar. Ona sorarlar, «nasıl oluyor, arı seni sokuyor, vücudunu kanatıyor da sen hiç bir şey duymuyorsun?»

O da şu cevabı verir, «Melik ül-Cebbar olan Allah'ın huzurunda du-ran, başından Azrail dikilen, solunda cehennem ve ayaklarının altında Sırat köprüsü bulunan kimse böyle bir şeyi nasıl duyabilir?»

Amr İbni Zerrin (rehimehullahu) eli kanser olmuş, kendisi ibadet ve takvada hayli yüksek dereceye varmış bir zat idi, doktorlar «elini mut-laka kesmemiz gerekiyor» dediler. O da «öyle ise kesin» dedi. Doktor-lar «seni ipler ile bağlamadan kesemeyiz» dediler.

Bunun üzerine «beni bağlamanızı istemiyorum, namaza durduğum zaman kesiniz» dedi. Nitekim namaza durunca elini kestiler, o ise hiç bir şey duymadı bile.

— 80 —

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM BITTI

(45) Kur'an-ı Kerim/Mu'm'nun Sûresi, 1
(46) Kur'an-ı Kerim/Araf Sûresi, 205.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

16. ŞEYTANIN DÜŞMANLIĞI



Her müminin, âlimleri ve salihieri sevmesi, onlar ile düşüp kalkmayı huy edinmesi,gereken bilgileri onlara sorup edinmesi, nasihatlerini tut-ması, çirkin davranışlardan kaçınması ve şeytanı düşman bilmesi gerekir.

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:
Resim
— Şeytan size düşmandır, siz de onu düşman tutun» (52).

Yani Allah'ın emrine uyarak şeytana karşı çıkın, yoksa Allah'ın emir-lerine karşı gelerek ona uymayın. Bütün tutumlarınızda, davranışlarınız-da ve inançlarınızda samimiyetle ondan sakının.

Yaptığınız her işte şuurlu olun. Çünkü onun içinize riya sokması çir-kin davranışları gözünüzde süslemesi her zaman mümkündür. Ona karşı koyarken Allah'dan yardım dileyin.

Abdullah îbni Mes'ud (R.A.) der ki. «bir gün Peygamber'imiz bize bir çizgi çizdi ve «işte bu, Allah'ın yoludur» dedi. Sonra onun sağından ve solundan birkaç çizgi daha çizdi ve şöyle dedi, «bunların her biri de birer yanyoldur, her birinin üzerinde bu yan yollara sapmaya çağıran birer şey-tan vardır.» Arkasından bize şu âyet-i kerimeyi okudu:
Resim
«Hiç şüphesiz, bu benim dosdoğru yolumdur, hep birlikte bunu takip ediniz. Yan yollara sapmayınız ki, O'nun dosdoğru yolundan sizi ayır-masınlar. Allah bunları size, kötülükten sakınasınız diye emretmekte-dir (53).

Âyeti okuduktan sonra, Peygamber'imiz (S.A.S.) bize şeytanın yolla-rının çokluğu hakkında açıklama yaptı.

Peygamber'imizden naklen bildirildiğine göre şöyle buyurmuştur. Beni İsrail zamanında bir rahip vardı şeytan bir genç kıza kasdederek onu bogor sonra da ailesine kızlarını rahibin tedavi edebileceğine inan-dırır, ailesi de kızı rahibe götürür.

Rahip önce kızı tedavi etmeye yanaşmaz, fakat ailesinin ısrarlarına dayanamayarak kabul eder. Tedavi için kız rahibin yanında bulunduğu sırada şeytan hemen rahibe koşar, onu kızın ırzına geçmeye teşvik eder» rahip bir müddet direnirse de sonunda şeytana yenilir ve hastasının ır-zına geçer, genç kız gebe kalır.

Bunun üzerine şeytan rahibe yeniden sokularak der ki, «kızın ailesi yakında gelir, durumu öğrenirler ise rezil olursun. En iyisi onu öldür, aile-si sorarlarsa «kızınız öldü» dersin. Rahip şeytanın teklifini kabul eder, genç kızı öldürerek gizlice gömer.

Bu sırada şeytan yine boş durmaz. Hemen genç kızın ailesine koşar, «rahip kızınızı önce gebe bıraktı, sonra da öldürüp gizlice gömdü» diye olup biteni anlatıp kalplerine vesvese eder.

Bunun üzerine kızın yakınları rahibe koşarlar, «kız nerede» diye so-rarlar, rahip şeytanın öğrettiği cevabı verir, «öldü» der. (Durumu gelme-den önce şeytandan öğrenen kız yakınları) rahibi yakalayıp götürürler, kızlarına karşılık onu öldürmeye karar verirler.

Bu sırada şeytan hemen rahibe koşar, «kızı boğulmasına ben sebep oldum, onu sana getirmelerini tavsiye eden de benim. Şimdi de benim de-diklerimi yaparsan seni onların ellerinden kurtarırım» der.

«Can korkusuna düşen rahip», «ne yapmamı istiyorsun» diye sorar. Şeytan, «bana iki kere secde edeceksin» der Çaresiz rahip şeytanın teklifini kabul ederek ona üstüste iki secde yapar, her şeyi istediği gibi sonuçlandıran şeytan ikinci secdeden başını kaldıran rahibe son sözlerini söyler, «seninle artık hiç bir ilgim yok» der ve kaybolur.

Ulu Allah (C.C.) bu hıssa hakkında şöyle buyuruyor:

— Yahudileri savaşa kışkırtan münafıkların sözleri, tıpkı şeytanın tu-tumu gibidir. Hani şeytan insana önce «küfret» dermiş de insan küfre-dince ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabb'inden korkarım» demişti.» (54).

Rivayete göre İblis bir gün İmam-ı Şâfi''ye (rehimehullahu) sorar, «ey İmam! Beni dilediği gibi yaratan ve dilediği yolda kullanan sonra da diler-se cennete koyacak ve dilerse cehenneme gönderecek olan Allah hak-kında ne düşünüyorsun, tutumunda adil midir, yoksa zalim mi?»

Şafiî onun bu sözüne düşünür sonra şöyle cevap verir «behey herif! Eğer seni senin arzuna uyarak yarattı ise sana zulmetmiştir, yok eğer kendi muradına binaen seni varetti ise O, yaptığından mes'ul değildir.»

Şeytan aldığı cevabın karşısında öyle perişan oldu ki, nerede ise ye-rin dibine geçeyazdı. Fakat çok geçmeden kendisini toparlayarak Şafiiye dedi ki, «ey İmam! Ben bu soru ile yetmiş bin abidin zihnini bulandırarak onları kulluk divanından çıkardım.»

Bilesin ki, kalb bir kale gibidir, şeytan da oraya girip onu ele geçir-mek, onu fethetmek isteyen bir düşman. Kaleyi düşmana karşı savunmak için onun kapılarından giriş yerlerinde ve gediklerinde nöbetçi bulundur-mak gerekir. Bu nöbetçilik ve muhafızlık görevini kaleyi iyice tanımayan-lar başaramaz.

Kalbi şeytanın vesveselerine karşı korumak, gereklidir, bu görev, her mükellefin omuzlarına yüklenmiş bir «farz-ı ayn»dir. Gerekli olan bir neticeye kendisi olmaksızın ulaşılmayan vasıta da gereklidir.

Şeytanın sızma yollarını bilmeksizin kalbi ona karşı savunmakta ba-şarıya ulaşılamaz. Demek ki, onun sızma yollarını bilmek farz oluyor Şey-tanın kaleye benzettiğimiz kalbe girmek için kullanacağı yollar ve sızma yerleri kulun bir takım sıfatlarıdır. Bunlar çoktur. Bazıları şunlardır:

1 — Öfke ve azgın istek.

Öfke, aklı ürkütüp kaçıran bir canavardır, akıl zayıflayınca şeytanın ordusu hücuma geçer. insan öfkelendikçe, çocuğun topla oynadığı gi-bi şeytan onunla oynar.
Resim
Anlatıldığına göre Allah'ın velilerinden biri İblise «ademoğlunun na-sıl yendiğini bana söyle» der. Şeytan da «öfke ve azgın arzuları kabar-dığı zaman onu ele alırım» diye cevab verir.

2 — Kıskançlık ve ihtiras.

İnsan bir şeye karşı ihtiras bağlayınca ihtirası, gözünü kör ve ku-lağını sağır eder. Böyle olunca da şeytana aradığı fırsat verilmiş olur. Aslında kötü ve çirkin de olsa, arzusuna vardıran her vasıta,muhterisin gözüne güzel gelir.

Rivayete göre Hz. Nuh (A.S.) Allah'ın emrine uyarak her canlı türün-den birer çift alarak gemiye bindiği zaman tanımadığı bir ihtiyarın ge-minin bir köşesine sindiğini görür, ona «gemiye niye girdin» diye so-rar. İhtiyar «adamlarının kalblerine sızmak için girdim, öylece kalbleri benim elimde kalırken senin yanında sadece vücudları kalacak» diye ce-vap verir.

Bu cevap üzerine ihtiyarın kimliğini teşhiste gecikmeyen Hz. Nuh, «defol buradan,, ey Allah'ın düşmanı, sen mel'un şeytandan başkası de-ğilsin» diye onu kovmak ister.

Bu sırada İblis, Hz. Nuh'a «ben insanları beş şey vasıtası ile helâke sürüklerim, şimdi üçünü sana anlatacağım. Fakat geri kalan ikisini söy-lemem» der.

O anda ulu Allah Hz. Nuh'a «sana ikisini söylesin, geriye kalan üç tanesi mühim değil» diye vahiy gönderir. Bunun üzerine Hz. Nuh şeyta-na «ikisini söyle yeter» der. Şeytan Hz. Nuh'a şu karşılığı verir, «o ikisi öyle vasıtalardır ki, beni hiç yalancı çıkarmamışlardır, hiç bir zaman beni hedefimden geri bırakmamışlardır, insanları bunlar sayesinde mahvede-rim. Bunlar ihtiras ve kıskançlıktır. Kıskançlık yüzünden ben kendim lâ-netlenerek kovuldum. İhtirasa gelince, bir ağacın meyvası dışında cen-netteki her şey Adem'e mubah kılınmıştı, ihtirasını alevlendirerek onu yasak ağacın meyvasından yemeye iknâ ettim.»

3 — Oburluktur.

İsterse yenen yemek sırf helâl olsun. Çünkü oburluk nefsin aşı-rı isteklerini güçlendirir, aşırı arzular da şeytanın silahlarıdır.

Rivayete göre bir gün İblis Hz. Yahya'ya (A.S.) görünür, elinde çe-şitli maddelerden yapılmış bir yular tomarı vardır. Hz. Yahya «bu yular-lar nedir» diye sorar. Şeytan «bunlar insanları yakalamaya yarayan çeşit çeşit arzulardır» diye cevap verir.

Hz. Yahya şeytana «içlerinde bana ait olanı var mı» diye sorar Şey-tan der ki, «galiba bir keresinde karnını tıka-basa doyurmuştun da seni böylelikle namazdan ve zikirden alakoymuştuk» Hz. Yahya «başka bir şey var mı» diye sorar. Şeytan «hayır» der.

Bunun üzerine Hz. Yahya «bir daha karnımı tıka-basa» doldurma-mak, bundan sonra boynumun borcu olsun» der.

Şeytan da Hz. Yahya'ya «andolsun ki, bundan sonra bende hiç bir müslümana nasihat etmeyeceğim» diye k arşılık verir.

4 — Bu huylardan biri de elbise, ev mobilyada süs düşkünlüğüdür.

Şeytan insanın kalbinde süse düşkünlük olduğunu görünce, bu yol-dan tohum atar ve tohumların yumurtlamasını sağlar. Şeytan böyle şey-lere karşı zaafı olan kimseyi durmadan yeni evler yapmaya, yapıların duvar ve tavanlarını türlü türlü geleneklere göre süslemeye ve odaların genişletmeye çağırır, çeşit çeşit kıyafetler ve binek hayvanları ile bezen-meye davet eder ve insanı ömrü boyunca bu çeşit arzuların esiri halinde tutar.

Zaten bu yolda şeytan insanı bir kere kandırdıktan sonra ikinci bir sefer onu ele alması gerekmez, çünkü bu zaafların biri diğerini çeker, ku-lun ömrü doluncaya kadar bu yolda yürür, nihayet günün birinde şeyta-nın yolunda ve doyumsuz arzuların emrinde iken ölüverir.

Böyle kimselerin akibetinin kötü olmasından korkulur. Allah hepimi-zi korusun!

5 — Bu huylardan biri insanlara umut bağlamaktır.

Sefvan îbni Selim (R.A.) der ki, «bir gün Abdullah İbni Hanzele'ye İblis görünür ve der ki, «ya İbni Hanzele! Sana bir şey öğretmek istiyo-rum» İbni Hanzele «ihtiyacım yok» diye karşılık verir.

Şeytan ona «bir dinle de bak, eğer yararlı ise kabul eder, değilse reddedersin» Ey İbni Hanzele, Allah'dan başka hiç kimseden kesin ürnid bağlayarak bir şey isteme. Kızınca ne hale düştüğünü gör, çünkü öfke-lendiğin zaman seni kolayca ele geçiririm.»

6.— Bu huylardan biri acelecilik ve sebatsızlıktır.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: — Acelecilik şeytandan ağır davranmak ise Allah'dandır.» Çünkü insan aceleye kapılınca, şeytan ona, hiç ummadığı taraftan kötülüğünü benimsetir.

Rivayete göre Hz. İsa (A.S.) doğduğu zaman, yandaşları derhal ibli-se koşup derler ki, «yeryüzünde bütün putların başı eğildi» Şeytan onla-ra «olan oldu, siz yerinizde kalın» diyerek hemen uçuşa geçer. Yeryüzünün altını üstüne getirir, putların boyun eğmesine sebep olan olayı öğ-renemez.

Sonunda Hz. İsa'nın (A.S.) doğduğunu tesbit eder, çevresini bütün meleklerin kuşattığını görür. Bunun üzerine hemen yandaşlarının yanına döner ve onlara şöyle der, «dün gece dünyaya bir peygamber geldi, bu çocuk hariç, hiç bir gebelik ve doğum hadisesi olmamıştır ki, ben yanında bulunmayayım. Bu geceden sonra artık putlara tapılmaz, bundan ümidi-nizi kesin. Bundan sonra ademoğullarına acelecilik ve densizlik yolu ile sokulmaya bakın.»

7 — Bu huylardan biri para ve mal düşkünlüğüdür.

Yiyecek - içecek ile diğer zarurî ihtiyaçların ötesinde kalan bütün varlık, hayvanat ve akabat şeytanın konağıdır.

Sabit ül-Bünananî (R.A.) der ki, «Peygamber'imize (S.A.S.) peygam-berlik görevi verildiği zaman İblis şeytanlarına şunu söyledi, «bir şey ol-du, ama nedir bilmiyorum, gidin iyice öğrenin.»

İblis'in adamları her tarafı araştırdılar, fakat ne olduğunu öğrene-meyerek geri döndüler, «bir şey öğrenemedik» dediler. Bunun üzerine İblis «ben size şimdi haber getiririm» diyerek kayboldu.

Bir müddet sonra çıkageldi ve adamlarına «Allah, Hz, Muhammed'i peygamber olarak görevlendirmiştir» dedi.

Bundan sonra İblis adamlarını Peygamber'imizin sahabilerine (Allah onlardan razı olsun) göndermeye başladı, fakat hepsi her seferinde eli boş ve hayal kırıklığı içinde dönüyorlardı, dönüşte sözleri şunlar oluyor-du, «hayatımızda bir gün böyle adamlarla karşılaşmadık, tam yanlarına sokuluyoruz, namaza kalkıyorlar, böylece bütün gayretlerimiz boşa çı-kıyor.»

Bu sözleri dinleyen İblis adamlarına şöyle dedi. «onları bir müddet kendi hallerine bırakın, Allah'ın izni ile yakında bütün dünyayı fethede-ceklerdir, o zaman biz de onlardan istediklerimizi sızdırırız.»

Rivayete göre Hz. İsa (A.S.) bir gün bir taş parçasını yastık edine-rek yere yaslanıp bu sırada yanına gelen şeytan,ona «ya İsa! Galiba dünyadan hoşlanıyorsun» der.

Bunun üzerine Hz. İsa (A.S.) taşı başının altından kaldırıp atar ve şeytana «dünya ile birlikte bu da senin olsun» der.

8 — Bu huylardan biri de cimrilik ve yoksul düşme korkusudur.

insanı fakirlere yardım etmekten, sadaka vermekten alakoyan, bi-riktirme ve varlık yığma hırsını kışkırtarak neticede acı azaba sürükle-yen bu huydur. Pintiliğin afetlerinden biri mal biriktirmek için çarşı -pazar dolaşmaktır. Zaten böyle yerler şeytanların cirit attıkları yerler-dir.

9 — Bu huylardan biri taassub.

Kendi görüşlerine körü - körüne bağlanmak, karşı taraftakilere kin beslemek onlara küçümseyen bakışlarla bakmaktır»

Bu tutum, cemiyetin hem iyilerini ve hem de kötülerini birlikte helâ-ke sürükler.

Hasan ül-Basrî der ki, duyduğumuza göre İblis şöyle demiş «Mu-hammed'in ümmetini ayartarak bazı günahlara soktum, fakat Allah'dan af dileyip kusurlarını bağışlatarak belimi kırdılar. Fakat ben onlara öyle günahlar işletiyorum ki, onlar için Allah'dan af dilemezler. Bunlar boş arzu ve heveslere kapılarak burunlarının doğrusuna gitmeye dayanır.»

Şeytan doğru söylüyor. Böyleleri, saplantıları yüzünden günahlara sürüklendiklerini bilmezler ki tevbe etsinler.

10— Bunlardan biri Müslümanlara su-i zânda bulunmaktır.

Bundan hatta kötüleri itham etmekten bile kaçınmak gerekir. Her-kesin kusurunu okuyarak, onun-bunun hakkında kötü düşünceleri ileri sü-ren kimse gördün mü, bilesin ki, onun, içi pistir ve kendi iç pisliği, dışına sızmaktadır.

Şu halde insan şeytanın içeri girmesini önlemek için kalbinin bu ka-pılarını kapatmalı. Bunlara karşılık Allah'ı zikretmesine yardımcı olma-lıdır.

İbni İshak (rehimehullahu) şöyle der: Kureyş kâfirleri sahabîlerin Mekke'den Medine'ye hicret ettiğini görünce ve Peygamber'imizin (S.A.S.) yeni taraftarlar kazandığını duyunca O'nun gücünden korkmaya başladı-lar, çünkü O'nun kendileri ile savaşmak üzere ordu topladığını anlamış-lardı.

Bunun üzerine her zamanki toplantı yerleri olan Kuzey İbni Kılâb'ın evi olan (Dar'ül Nedve'de), durumu görüşmek için biraraya geldiler. Kabile-nin bütün kararlan bu evde yapılan toplantılarda alındığı için ona bu isim verilmiştir. Kureyş herşeye mutlaka burada karar verirdi. Bu toplantılara kırk yaşını doldurmamış Kureyş'li olmayanlar alınmazdı.Kureyşliler de bu şart aranmazdı.ebü Cehil'in başkanlığında bir cumartesi günü toplanmışlardı. Bundan dolayıdır ki; cumartesi günü Mekir ve Hiyie günüdür» buyurulmuştur Necd'li bir ihtiyar kılığına girmiş olan İblis aralarında bu-lunuyordu İblis'in aralarına girmesi şöyle oldu. İpek bir cübbe veya tay-lasan giyerek alımlı bir ihtiyar kılığında kapıda belirmişti.

Münafıklar bu «ihtiyar kimdir» diye sordular. İblis cevap verdi, «Necd li bir adam, ne için toplandığınızı duydum da söyleyeceklerinizi dinleme-ye geldi, bazı noktalarda size fikir verme ve nasihatlerde bulunma ihti-mali de vardır.» Bunun üzerine ona «içeri gir» dediler, o da girdi ve ko-nuşmalara katıldı.

Peygamber'imize (S.A.S.) ne yapılması gerektiği konusunda tartışıyorlardı, yüz kişi idiler, bir rivayete göre ise onbeş kişi idiler. İleri gelen-lerinden biri olan Ebul Buhteri —ki kâfir olarak Bedr savaşında öldü-şu görüşü ileri sürdü, «O'nu zincire vurup hapsedin, kapıyı üzerine kit-leyin ve bundan sonra O'ndan evvel gelip geçmiş şair ve büyücülerin başına gelen akıbetin O'nun da başına gelmesini bekleyin (yani zin-danda ölmesini bekleyin).»

Necd'li ihtiyar (yani aslında şeytan) bu fikre karşı çıkarak der ki, «bu fikir isabetli değildir, Allah'a yemin ederim ki, eğer siz O'nu zin-cire vurup hapsedecek olsanız, daha üzerine kapıyı kapatır-kapatmaz başına gelenleri adamları duyacak, hemen baskın düzenleyip O'nu eli-nizden alacaklar, sonra da karşınızda hindi gibi kabararak mukaveme-tinizi kıracaklardır, o yüzden bu fikir isabetli değildir, başka bir çare dü-şünün.

İleri gelenlerden bir diğeri olan Ebul Esved Rabia Bin Amrül Amiri şu görüşü ileri sürer, «O'nu aramızdan çıkarır, beldemizden sürelim ne-reye isterse gitsin, hiç ilgilenmeyelim.»

Necd'li (Allah'ın lâneti üzerine olsun) bu görüşe de derhal karşı çıkar ve der ki, «Vallahi bu da çıkar yol değildir. Ne güzel konuştuğunu, ne kadar çekici bir mantığa sahip olduğunu ve ileri sürdüğü yeni gö-rüşler ile herkesin kalbini ne biçim büyülediğini görmüyor musunuz?

Eğer O'nu buradan kovacak olursanız, bir arap kabilesine varıp araya yerleşebilir, onları tatlı dili ile kandırarak size karşı kışkırtabilin Sonra da toplayacağı bir ordu ile üzerinize yürüyerek elinizden iktidarı alabilir ve size istediğini yapabilir

O'nun hakkında başka bir çare düşünmelisiniz.»

Bunun üzerine meşhur Ebul Cehl söz alarak der ki, «vallahi, O'nun hakkında benim bir fikrim var, ama sizin sözleriniz buna uzak kalıyor. Ba-na kalırsa her kabileden gözü pek, atılgan, becerikli birer delikanlı seçe-ceksiniz, ellerine birer keskin kılıç vereceksiniz, üzerine çullanacaklar, hepsi bir adam vuruyormuş gibi, ayni anda kılıçlarını çekip üzerine in-direcekler ve nefes almaya fırsat vermeden canını alacaklar, böylece O'ndan kurtulmuş oluruz.

Bütün kabileler suç ortağı olacağı için O'nun kabilesi olan Abdül Menaf kabilesi, diğerlerinin tümüne karşı O'nun kan davasını gütmeye cesaret edemezler, hep birlikte diyetini veririz, olur-biter.»

Necd'li ihtiyar. (Allah'ın lâneti üzerine olsun) Ebul Cehl'in sözü bi-tince der ki, «görüş budur, başka çare göremiyorum

Böylece o toplantıda Peygamber'imizi (S.A.S.) öldürmeye karar ve-rerek dağıldılar.Fakat bu sırada Cebrail (A.S.) Peygamber'imize (S.A.S.) gelerek «bu gece her zamanki yatağında yatman diye talimat verir.

Gece olunca Kureyş kâfirlerinin seçkin silâhşörleri Peygamber'imi-zin evi önünde pusu kurdular, uyumasını gözetliyorlardı, uyuyunca üze-rine çullanacaklardı.

Öte yandan Peygamber'imiz (S.A.S.) Hz. Ali'yi (keremellahu vec-hehu) o gece yatağında yatmakla görevlendirdi, Hz. Ali bu hadiseden sonra Peygamber'imizin cuma ve bayramlarda giyindiği yeşil bir paltoyu üstüne çekerek yatağa uzandı. Böylelikle Hz. Ali (kerremellahu vechehu» kendini Allah'a adayarak Peygamber'imizin hayatını kurtaran ilk müslü-man oldu. Bu konuda bizzat Hz. Ali'nin söylediği bir şiir şöyledir:

Kendini ileri sürerek toprağa ayak basanların en hayırlısını korudum

Beytül Atık'a ve Hacerul Esved'i tavaf edeni.

O Allah'ın Resul'üdür, O'na tuzak kurmalarından çekinmişti.

Kudret eli her yere uzanan ulu Allah O'nu tuzaktan korudu.

Allah'ın Resul'ü, mağarada güven içinde geceyi geçirdi.

Allah'ın örtü ve himayesi altında saklanarak

Ben ise onları ve bana yapabileceklerini bekleyerek geceyi geçirdim. Kendimi ö!üme ve esarete adamıştım.

O gece Peygamber'imiz (S.A.S.) silâhşörlerin önünde evden çıktı, Allah onların gözünü kararttığı için hiç biri O'nu göremedi, Peygambe-r'imiz «Yasin» suresinin şu kısmını okuyarak onların her birinin başına daha önce avucuna almış olduğu toprağı saçmıştı. Peygamber'imizin okuduğu âyetler şunlardır. Ulu Allah buyuruyor ki:
Resim
— YASİN, Hikmet dolu Kur'an hakkı için, hiç şüphesiz, san pay* gamberferden birisin, dosdoğru yol uyarınca. O kitab (Kur'an), gücü her şeye yeten, bağışlayıcı tarafından indirilmiştir, ataları ikaz edilmemiş olan bir kavmi ikaz etmek için. Onların çoğu üzerinde söz (hüküm) gerçekleşti, onlar artık iman etmezler.

Biz onların boyunlarına, çenelerine kadar dayanan tasmalar taktık, bu yüzden başlarını sağa- sola çeviremezler. Ayrıca biz onların önlerine ve arkalarına birer set çektik ve onları örttük, bundan dolayı göremezler» (55).

Böylece Peygamberimiz (S.A.S.) evden ayrılarak dilediği yere yolcu öldü.

Bu sırada silâhşörlerin yanina, daha önce aralarında bulunmayan bir yabancı geldi, onlara «burda ne bekliyorsunuz» diye sordu. Silâhşörler «Muhammedi» diye cevap verdiler. Yabancı onlara dedi ki. tAllah sizi hayal kırıklığına uğrattı. Vallahi O, sizin önünüzden geçip gitti. Giderken de her birinizin başına toprak serpti ve dilediği yolu tuttu. Başınızın üstüne bakasanız a!.»

Bunun üzerine herkes eli ile başını yokladı, tepelerine toprağın ser-

pitdiğini gördüler. Hemen pusudan çıkarak Peygamberimiz (S.A.S.)'ın odasına girdiler, ve Hz. Ali'yi (kerremellahu vechehu) Peygamberimizin paltosuna bürünmüş yatakta buldular, «vallahi, bu Muhammed'dir, işte, paltosuna bürünmüş, uyuyor» dediler. ,

Bu düşünce ile sabahladılar, fakat yataktan Hz. Ali (keremellahu vechehu) kalktı. O zaman «bizimle geceleyin konuşan yabancı doğru söylemiş» dediler. Kur'an-ı kerimin şu âyeti bu konuda indi. Ulu Allah şöyle buyuruyor:
Resim
—Hani bir keresinde o kâfirler, ya öldürmek veya sürmek üzere seni tutuklamak için tuzak kurmuşlardı. Onlar tuzak kurarlar, ama Allah onların tuzağını boşa çıkarır. Hiç şüphesiz Allah tuzaklarını en hayırlı şekilde boşa çıkarandır» (56).

Bu konuda bir şair şöyle der: Canını sıkma! Zorluğun arkası kolaylıktır. Her şeyin bir vakti ve takdiri vardı^

Takdir sahibi, bizim halimizi şüphesiz görüyor Bizim tedbirimizin üstünde Allah'ın tedbiri vardır.

Bu olayın arkasından ulu Allah Peygamber'imizin Mekke'den Medi-ne'ye göç etmesine izin verdi. İbni Abbas (R.A.) «ey Rabb'im! Bana doğ-ru şekilde girip doğru şekilde çıkmak nasib eyle, bana kendi nezdin-den yardıma bir kılavuz ihsan eyle» âyet-i kerimesinin tefsiri sırasında «Cebrail, Peygamber'imize yanına Hz. Ebu Bekr'i almasını emretti» der.

Hakim, Hz. Ali'ye dayanarak rivayet eder ki, Peygamber'imiz (S.A.S.) göçme emrini aldığı zaman Cebrail'e «yanımda kim olacak>> diye sorar, Cebrail (A.S.) de «Hz. Ebu Bekr» diye cevap verir. Öteyandan Peygam-ber'imiz çıkışını Hz. Ali'ye bildirdi, yanında bulunan emanetleri sahiple-rine teslim etmek üzere onu yerine bıraktı.

Hz. Ayşe (R. Anha) hicret olayını şöyle anlatır: Bir gün biz Ebu Bekr'in (babamın) evinde otururken kuşluk sıraları, aşağı - yukarı günün en sıcak saatlerinde Peygamber'imizin eve doğru geldiğini gördüm.

Hz. Ebu Bekr'in diğer bir kızı olan Hz. Esma (R. Anha) ise Taberanî'-nin rivayetine göre olayın bu kısmı hakkında şunları söylemektedir. «Re-sulüllah. Mekke'de iken biri sabah, öbürü akşamleyin olmak üzere günde iki defa bize gelirdi. O gün ise (hicret öncesi günü) kuşluk vakti eve gel-mekte olduğunu görerek babama dedim ki, «babacığım, şu gelen Resu-lüllah, başını sarmış, buraya doğru geliyor, oysa ki bu saatte bize gel-mek huyu değildi.»

Hz. Ebu Bekr, Esma'nın sözlerine şöyle cevap verdi» «anam-babam O'nun uğruna feda olsun, yemin ederim ki, bu saatte O'nu buraya gel-meye mutlaka mühim bir olay sevketmiştir.»

Bundan sonra olanları Hz. Ayşe şöyle anlatmaya devam ediyor, «Re-sulüllah kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi, Hz. Ebu Bekr izin verin-ce içeri girdi. Ebu Bekr oturmakta olduğu sedirden inerek O'na yer ver-di. Oturunca Ebu Bekr'e «yanındakileri dışarı çıkar» dedi. Ebu Bekr «bun-lar senin ev halkındır yani Ayşe ile Esma'dır dedi.

Başka bir rivayette ise «yabancı yok. İki kızım var burada» diye ce-vap verdi. Bunun üzerine Peygamber'imiz (S.A.S.) söze girerek Ebu Bekr'e «göç etmeme izin verildi» dedi. Hz. Ebu Bekr «ana-babam uğruna feda olsun, benim de yanında gelmemi istiyor musun? diye sordu. Peygam-ber'imiz «evet» dedi.

Bu sırada Ebu Bekr'in ağladığını gördüm, o zamana kadar hiçbir kim-senin sevincinden ağlayacağını sanmazdım.

Hz. Ebu Bekr (R.A.) Peygamber'imize (S.AS.) «anam-babam yoluna feda olsun, şu iki binek hayvanımdan birini kendine al» dedi. Peygam-ber'imiz (S.A.S.) «eğer parası ile satmaya razı olursan alırım» diye ce-vap verdi.

— 98 —

Bir rivayette: (Dilersen kıymetini verir alırım) buyurdu, binek hayva-nın ancak para karşılığında kabul etmesi, Allah yolunda yapacağı göçün hem mal ve hem de beden ile işlenen bir ibadet haline gelerek eksiksiz bir mahiyet kazanmasını istemesinden ileri geliyordu.

Hemen yol hazırlıklarına giriştik, azık torbalarını hazırladık içine bir pişmiş koyun koyduk. Kız kardeşim Esma bel kuşağından bir parça ke-serek dağarcığın ağzını bağladı, bu yüzden adı ondan sonra «çift kuşak-lı» diye kaldı.

Böylece yola çıkan Rasûlüllah (S.A.S.) ile Ebû Bekr (R.A.) «Sevr» mağarasına vardılar, üç gün burada saklandılar. «Sevr» Mekke yakınla-rındaki bir dağın adıdır, oraya ilk defa çıkan Sevr İbni Abdü'l-Menat'ın adına izafeten bu ismi almıştır.

Diğer bir rivâyete göre Rasûlüllah ile Ebû Bekr, evin arka kapısından çıkarak yola koyuldular. Yine bir rivâyete göre yolda Ebû Cehl ile karşılaş-tılar, fakat onları onun gözlerinden Allah sakladı ve o farketmeden geçip gittiler.

Hz. Esma (R. Anha) der ki, «Hz. Bekr, beş bin dirhem olan bütün parasını yanına alarak bu yolculuğa çıkmıştır.»

Kureyş'liler Peygamber'imizi (S.A.S.) ellerinden kaçırınca, Mekke'-nin her tarafını aradılar, altını üstüne getirdiler. Her tarafa iz sürücüler çıkardılar. Mağaranın yolunu tutan iz'ciler, onların izlerini tesbit ettiler ve mağaranın ağzına kadar izlerini sürdüler.

Peygamber'imizi ellerinden kaçırmak, Kureyş'lilere ağır geldi, bu işe canları çok sıkıldı, bu yüzden O'nu yakalayana yüz deve adadılar.

Kadı İyad'dan (R.A.) rivâyet edildiğine göre Sebir Dağı Peygamberi-mize «Yâ Rasûlüllah! Benden kaç, çünki üzerimde iken öldürülmenden ve o yüzden Allah'ın lânetine uğramaktan korkuyorum» diye seslendi. Buna karşılık Hıra Dağı da «Bana gel, yâ Rasûlellah!» diye O'na seslendi.

Rivâyete göre Peygamber'imiz ile Ebû Bekr (R.A.) mağaraya girince Allah'ın emri ile mağaranın ağzında hemencecik bir «ummu gayicn» ağacı bitiverdi ve bu ağacın varlığı mağaranın yolunu kâfirlerin gözlerinden sakladı. Öte yandan ulu Allah, örümceğe mağaranın ağzını ağla örmesini emretti, bir çift yabanî güvercin de yine kapıda yuva kurdular.

Bunların hepsi müşrikleri mağaraya girmekten alakoydu. Yine rivâ-yete göre, bugün Harem-i Şerif'de görülen güvercinler o çiftin soyundan gelir. Peygamber'imize sağlamış oldukları himayenin karşılığında, nesil-lerinin artması ve Harem'de avlanma tehlikesinden uzak olarak güven içinde yaşamakla mükâfatlandırıldılar.

Kureyş kabilesinin her öbeğinden seçilen delikanlılar, elleri sopalı, baltalı ve kılıçlı olarak mağaranın kapısına dayandılar. Aralarından biri

ayrılarak mağaranın ağzına sokuldu, orda yuva yapmış bir çift güvercini görünce arkadaşlarının yanına döndü, Ona «Ne var, ne yok» dediler, o da «Kapıda iki yabanî güvercin görünce içerde hiç kimsenin bulun-madığını anladım» diye karşılık verdi. Peygamber'imiz (S.A.S.) bu ko-nuşmayı içerden duydu ve Allah'ın düşmanlarını savdığını anladı.

Buna rağmen delikanlılardan biri «içeri girin» dedi. Fakat onlardan biri olan Ümeyye İbni Half ona şu cevabı verdi, «içeri girip ne yapacak-sınız. Kapı Muhammed'in doğumundan bile daha eski bir örümcek ağı ile örülmüş, eğer O içeri girmiş olsaydı yumurtaların kırılmış ve ağın parçalanmış olması gerekirdi.»

Bu durum Kureyşlileri askeri harekâta girişmekten kesinlikle ala-koydu. Görüyor musun, ağaç, arananı nasıl saklayarak kovalayanı şa-şırttı, öte yandan örümcek geldi, mağara kapısını perdeledi,boşluğun yüzünü ağı ile örerek iz'cilerin gözünü bağladı da aramaktan caydılar. Böylelikle örümcek Peygamber'imizi (S.A.S.) koruma şerefi kazandı. İbni Nakîb'in bu husustaki şiiri ne kadar güzeldir:

«İpek böceği koza örer, her çeşit elbiseye yakışır. Fakat örümcek ondan daha üstündür, Peygamber'in başına ördüğü ağ sayesinde..,»

Buharî ile Müslim'in Hz. Enes'den rivâyet ettiğine göre şöyle demiştir: Ebû Bekr (R.A.) bana şöyle dedi, «Mağarada iken Peygamber'imize «eğer iz'cilerden biri ayaklarının ucuna baksaydı bizi görecekti» dedim, O bana «Sen bu iki kişiyi ne sanıyorsun» bunların üçüncüsü Allah'dır», diye ce-vap verdi.»

Siyer yazarlarından birine göre Hz. Ebû Bekr, Peygamber'imize «Bun-lardan biri ayak parmaklarının ucuna baksa bizi görecekti» dediği zaman Peygamber'imiz ona şöyle cevap verdi: «Onlar o taraftan bize doğru gel-selerdi,, biz de bu taraftan giderdik.»

Hz. Ebû Bekr, Peygamber'imizin gösterdiği tarafa bakınca mağara-nın açıldığını, bir denizin belirdiğini ve bir geminin karaya yanaşmış dur-duğunu gördü.

Hasan'ül - Basrî'den rivâyet edildiğine göre Peygamber'imiz ile Hz. Ebû Bekr, gece mağaraya doğru yol alırlarken Hz. Ebû Bekr, Peygam-ber'imizin bazan önünden bazan da arkasından yürüyordu. Peygamber'i-miz O'na bu davranışının sebebini sorunca Ebû Bekr (R.A.) şu cevabı ver-di, «Kılavuzluk aklıma gelince önün sıra yürüyorum, sonra gözetleme gö-revimi hatırlayınca geride kalıp arkan sıra yürüyorum.» Peygamber'imiz O'na «Başımıza bir hal gelse benim uğruma seve seve ölür müsün?» diye sordu. Ebû Bekr, «Seni, Hakkı tebliğ etmek üzere gönderene (Al-lah'a) yemin ederim ki, evet» diye cevap verdi.

Mağaraya vardıklarında Ebû Bekr, Peygamber'imize «Olduğun yer-de dur, yâ Rasûlellah, ben mağarayı senin için temizleyeyim» dedi ve öteyi-beriyi temizlemeye koyuldu. Mağaranın zeminini el yordamı ile yoklarken rastladığı her deliği paltosundan bir parça keserek tıkıyordu, böyle böyle paltosunu bitirdi, fakat son bir delik açık kaldı, onu da her hangi bir canlı çıkıp Peygamber'imizi ısırmasın diye topuğu ile tıkadı.

Bundan sonra Peygamber'imiz içeri girdi, başını Ebû Bekr'in dizine dayayarak uykuya daldı, o sırada bir canlı Ebû Bekr'in topuğunu ısırdı, fakat Peygamber'imizi uyandırmamak için kımıldamadı, acıdan gözleri yaşarınca damlalardan biri Peygamber'imizin yüzüne aktı ve O'nu uyan-dırdı. Peygamber'imiz Ebû Bekr'e «Ne oluyor sana» diye sordu, «Anam -babam yoluna feda olsun, ısırıldım» diye cevap verdi. Peygamber'imiz so-kulan yere tükürük bastı ve acısı dindi. Meşhur İslâm Şâiri Hassan İbni Sâbit (R.A.) bu mevzûda ne güzel söyler:

«O şerefli, mağaradaki iki kişinin ikincisi idi,

O ikisi dağa çıkınca, düşman oranın her tarafını aradı.

Düşmanlar bütün canlılardan öğrendiler ki;

Peygamber'imize karşı duyulan sevginin dengi yoktur.»

Peygamber'imiz Mekke'den perşembe günü yola çıkmıştı, mağaradan da Pazartesi gecesi ayrılmış olmalıydı, çünki orada üç gece kaldı. Bu olay Rebiülevvel ayının başlarında meydana geldi, Rebiülevvel ayının onikinci Cum'a günü ise Medine'ye vardı.

Anlatıldığına göre adı Zekeriyya olan bir Zâhid şiddetli bir hasta-lığa yakalanır, ölmek üzeredir, son demlerinde bir arkadaşı başına gelir ve ona «Lâilâhe illellah, Muhammed'ür - Rasûlüllah» demeyi telkîn eder, fakat zâhid bu telkînı yüzünü ekşiterek reddeder.

Arkadaşı ikinci sefer telkîn eder, zâhid yine yüzünü çevirir, arkada-şının üçüncü telkînini ise «hayır, söylemiyorum» diye sözlü olarak red-deder. Arkasından bayılır, başı arkadaşının dizleri üzerine düşer, bir müd-det böyle kalır, arkasından biraz açılır ve gözlerini açınca «bana bir şey dediniz mi?» diye sorar, ona «evet, sana üç kere Kelime-i Şehâdet ge-tirmeni telkîn ettik. İki keresinde yüzünü döndün, üçüncüsünde de, «söy-lemiyorum» diye cevap verdin» derler

Zâhid onlara durumu şöyle açıklar, «Bana İblis geldi, elinde bir bar-dak su vardı, sağımda durdu, bardağı sallayarak «su ister misin?» dedi, «tabiî» dedim. Bunun üzerine «İsa Allah'ın oğludur» dedi, o yüzden yü-zümü öbür tarafa çevirdim.

Sonra ayak uçlarımdan yana bana sokuldu, ayni sözü söyledi, ona yine yüzümü döndüm. Üçüncü defa bana ayni cümleyi tekrar ettirmek is-teyince «hayır, söylemiyorum» diye cevap verdim. İşte o zaman su dolu bardağı hırsından yere çaldı ve ortalıktan kayboldu.

İşte ben şeytanı reddettim, yoksa sizin telkîninizi değil, şimdi söy-lüyorum: «Eşhedü ellâilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve rasûlühü.»

. Rivâyete göre Ömer - Bin Abdülâziz (R.A.) der ki, «Sâlihlerden biri. şeytanın insanoğlunun kalbinin neresinde olduğunu kendisine göster-mesini Allâh'dan ister.Bunun üzerine rüyada içi dışından görünen yarı şeffaf bir insan vücudu görür, adamın başı omuz ile kulağı arasındaki boşlukta ve sol omuzu üzerinde kurbağa şekline girmiş olarak şeytanı görür, uzun ince bir hortumu vardır, onu adamın omuzundan kalbine uzat-mıştır, bu yoldan oraya vesvese akıtmaktadır. Fakat, adam Allah'ın adını andığı zaman kurbağa kılığına girmiş olan şeytan görünmez oluyor.» . Allah'ım! Lânetlik şeytanı ve kıskançların dilini üzerimize musallat eyleme, Peygamberlerinin sonuncusu olan Hz. Muhammed (SAV.) hür-metine sana zikir ve şükürde bulunmamıza yardım buyur.


— 102 —

ONALTINCI BÖLÜM BITTI

(52) Kur-an-ı Kerim/ En'am Sûre-i Celilesi. 153.

(53) Kur'an-ı Kerim/En'am Sûresi, 53
(54) Kur'an-ı Kerim/Haşr Sûresî. 16
(55) Kur'an-ı Kerim/Yasin Sûresi, 1-9
(56) Kur'an-ı Kerim/Enfal Sûresi. 30
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

17.Emânet ve Tevbe


Rivayete göre Muhammed Ibni Münhedir, söyle der:
«Babamın bana söyle anlattığını hatırlıyorum:

Bir defa Süfyan'üs - Sevrî, Harem-i Serifi tavaf ederken her adim basinda Peygamberimize (S.A.S.) salât-ü selâm getiren bir adam görür, der ki: «Behey adam! Sen tesbih ve tehlili bırakmışsın, kendini tamamen Peygamber'imize salât-ü selâm getirmeye vermişsin, bu husûsda bir bildiğin mi var?» dedim.

Bana «Allah (C.C) günahını bağışlasın, sen kimsin?» diye sordu, ona «Süfyan'üs - Sevrî'yim» diye cevap verdim. Bunun üzerine bana şunları söyledi: «Eğer sen zamanının en büyük zahidi olmasaydın sana durumumu anlatmaz, seni sırrıma ortak etmezdim. Simdi dinle:

Babamla birlikte hacc için yola çıkmıştık, konak yerlerinden birinde babam hastalandi, yolculuktan geri kalarak onun durumu ile ilgilendim. Fakat sonunda öldü, ruhu çikinca yüzü kapkara kesildi.
Ben dehşete kapılarak «Innâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun» (Hiç şüphe siz biz Allah içiniz ve O'na döneceğiz) dedim ve yüzünü örttüm.
Bu sırada göz kapaklarım ağırlaştı, üzgün bir ruh hali içinde uykuya daldım. Rüyada, bu kadar güzel yüzlüsünü, bu kadar temiz kılıklısını ve bu derecede hoş kokulusunu hayatta görmediğim birini gördüm, ağır adımlar ile yürüyerek babamın yanına sokuldu, kefeni yüzünden kaldırarak avucunu çehresinin üzerinden geçirir geçirmez, babamın yüzü ağarıverdi. Sonra, yerinden kalkmış, gidiyordu, elbisesinin ucuna asılarak "Ey Allah (C.C)'in kulu. kimsin sen ki bu gurbet elinde Allah (C.C) seni babama ihsan buyurduğu ni'mete vasıta kılmıştır" diye sordum. Bana söyle cevap verdi: «Beni tanımadın mi? Ben Abdullah oğlu Muhammed (S.A.V)'im, Kur'ân'm sahibi.
Baban günahkâr bir kimse idi, fakat bana çok salât-ü selâm getirirdi. Ölürken başına bu hal gelince benden imdat istedi, ben ise üzerime salât-ü selâm getirenlerin imdadına hemen koşarım.»

Bu sırada uyandım, bir de baktım ki, babamin yüzü gerçekten bembeyaz oldu.»

Amr Ibni Dinar'in (R.A.) Ebû Cafer'den (R.A.) rivayet ettiğine göre. Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

«Bana selât-ü selâm getirmeyi unutanlar, Cennet'in yolunu bulamazlar.»

Bilesin ki, «emânet» kelimesi «emin» (güven) mastarından türemiştir. Çünki bu sıfatın varlığı, haksızlığın önlenmesini güven altına alır. Emanetin zıddı olan «hiyanet» ise «havn» mastarından türemiştir, kelime manası ile «eksiklik» demektir. Çünkü sen birine her hangi bir husûsda hâinlik ederken, o şeyde ona bir eksiklik, bir yetersizlik gösteriyorsun demektir.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

«Hile, aldatma ve emânete hiyanet, cehennemliktir»

(Bu sıfatları taşıyanlar cehenneme gireceklerdir.)

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

"İnsanlar île münasebet kurup onların hakkini yemeyenler, başkaları ile konuşup onlara yalan söylemeyenler, mertliği kemâle erdiren, adalete bağlılığını ortaya koyan ve kardeşlik duyguları olgunlaşmış kimseler; kurtulmaları vâcib olan kimselerdir."

Bir gün bir çöl bedevisi, bir kavmi su sözler ile medhetmisti; «Emânete saygı hakkında son derece titizdirler, kendilerine teslim edilmiş olan hiç bir vazifede haktan ayrılmazlar. Hiç bir müslümanin temel haklarından birini çiğnemezler. Onların omuzlarında hiç kimsenin mes'ûliyyeti kalmaz. Onlar, ümmetlerin en hayırlısıdır.»

Ben de diyorum ki: çöl bedevisinin övdüğü bu çeşit kimselerin artik soyu kurumuştur, biz simdi bu zamanda "sadece insan kılığında kurtlar görüyoruz."

Nitekim sairin biri söyle der:

«İnsan bir sey yapmak isterken kime güvensin

Mert ve soyluları nerede dost bulabilsin?!

Çok azi hariç bu insanlar olmuştur.

Vücudlari elbiseli - birer kurt»

Diğer bir sair de ayni konuda söyle der:

«Yok artik kaybedildikleri zaman haklarında denenler.

«Keski beldeler ve üzerindekiler yerin dibinde geçseydi de, o ölmeseydi.»

Huzeyfe'nin (R.A.) rivayet ettiğine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

«Gün gelecek, güven öylesine ortadan kalkacaktır ki, insanlar
birbirleri ile alis - veriş yapacaklar, fakat hiç biri emâneti korumaya yanaşmayacak ve «filân oğullan arasında güvenilir biri var» diye konuşulacaktır.»

Bilesin ki, günâhlardan tevbe etmek hem âyet ve hem de hadisler ile farz kılınmıştır.

Nitekim ulu Allah (C.C.) söyle buyurur:

"Ey iman edenler! Hepiniz Allah'a tevbe ediniz, ola ki, felaha eresiniz"

(Nur Sûre-i celilesi - 31))

Bu Âyet-i Kerime kayıtsız şartsız bütün mü'minlere umûmî bir emirdir.

Yine ulu Allah (C.C) söyle buyurur:

"Ey imân edenler! Günahlarından Tevbe-i Nasûh ile tevbe ediniz. Hiç süphesiz Rabb'iniz kusurlarınızı örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah, Peygamberi île iman edip O'nunla beraber olanları rezil etmeyecek, bu kimselerin nurları sağlarında ve önlerinde koşacak, onlar «ey Rabb'imiz, nurumuzu tamamla, günahlarımızı bağışla, hiç şüphesiz, sen her şeye kadirsin. Diyecekler. (Tahrim Sûrei celilesi - 8)

Ayet-i Kerimede gecen "Nasuh" sıfatı, "sırf Allah (C.C) Rizasi icin olan her türlü
lekeden beri olan" demektir ve «nasuh» mastarından türemiştir; tevbenin faziletlisini ifade eder. Yine ulu Allah (C.C) söyle buyuruyor:

"Hiç süphesiz, Allah sık sık tövbe edenleri ve tertemiz olanları sever."
(Bakara Suresi - 222)

Peygamber'imiz (S.A.V.) buyuruyor ki:

"Günahlarından tevbe eden, Allah’ın sevgilisidir. Günahlarından tevbe eden, hiç günahı olmayan kimse gibidir."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Ulu Allah (C.C), mü'min kulun, günahlarından tevbe etmesine su adamdan daha çok sevinir:

Adam tehlikeli bir çölde konaklamıştır, yanında yiyecek ev suyunu taşıyan bir binek hayvani vardır, başını yere dayar ve bir müddet uyur, uyanınca görür ki, binek hayvani ortalıkta yoktur.
Onu aramaya koyulur, fakat uzun dolaşmaları esnasında açlıktan, susuzluktan ve bunlara eklenen daha nice sıkıntıdan imanı gevremiştir. «Konak yerine döneyim, yatıp uyuyayım da öyle öleyim» der.

Konak yerine varıp yere çöker, başını dizlerine dayar ve «öleyim» diye uyur. Fakat uyanınca binek hayvanini yanı başında görür, yiyecek ve suyu da hayvanin sırtındadır. İste. ulu Allah (C.C) tevbe eden kulu için karsısında binek hayvanini, hiç ummadığı bir anda buluveren bu çöl yolcusunun duyduğu sevinçten daha şiddetli bir sevinç île çok sevinir."

Hasan'dan (R.A.) naklen bildirildiğine göre Hz. Âdem (A.S.) kusurundan tevbe edip de tevbesi Allah (C.C) tarafından kabul edilince, melekler kendisini tebrik ettiler. Cebrail ile Mikâil (selâm üzerlerine olsun) yanına inerek O"na «Ey Âdem! Gözün aydın, Allah (C.C) tevbeni kabul etti» dediler.

Hz. Âdem (A.S.) Cebrail'e (A.S.) «Ey Cebrail, tevbem kabul buyrulduğuna göre, bundan sonraki durumumu öğrenmek istiyorum» dedi. Bunun üzerine ulu Allah (C.C) vahiy yolu ile Hz. Âdem (A.S)'e şunları bildirdi; «Yâ Âdem! soyundan gelenlere. Sen sıkıntı ve kederi miras bırakıyorsun. Ben de onlara tevbeyi miras sayıyorum. Onlar içinden hangisi bana dua ederse. Senin dileğini nasıl yerine getirdimse onun da duasını öylece kabul ederim. Kim Benden günahlarının bağışlanmasını isterse, bağışımı ondan esirgemem. Çünkü Ben; Bana el açanların en yakini ve dileklerinin kar-silayicisiyim. Günahlarından tevbe edenleri, duaları kabul edilmiş, sevinçli ve güler yüzlü olarak kabirlerinden çıkarıp Mahşer’e yolcu ederim.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Güneş battığı yerden doğuncaya (Kıyamete) kadar ulu Allah (C.C) gece günah isleyenlere gündüz, gündüz günah isleyenlere de geceleyin elini uzatır."

Buradaki «el uzatmak» ifâdesi, tevbe etmeyi istemekten kinayedir. «İsteyen, kabul edenden» daha geri bir mânâ taşır. Çünkü nice «kabûl eden» var ki istemez. Oysa ki, «isteyen» mutlaka kabul eder.

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Üst üste yığılsa da, göğe yükselecek kadar çok günah isteseniz bile, arkasindan yaptıklarınıza karşı pişmanlık duysanız, kuvvetle ümid edilir ki, Allah (C.C) tevbenizi kabul eder."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyurur ki:

"Kul günah isler de o günahla Cennete girer."

Oradakiler: «Bu nasıl olur ya Rasûlallah» diye sorarlar.

Peygamberimiz onlara söyle cevap verir. «Göz açıp kapayasıya günahından uzaklaşarak hemen tevbe eder, böyle Cennete girer.»

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyurur ki:

"Günahın kefareti, pişmanlık duygusudur."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

"Günahlarından tevbe edenler, hiç günahı olmayan kimseler gibi olurlar."

Rivayete göre bir Habes'li Peygamber'imize (S.A.V.) gelerek sorar". «Yâ Rasulallah! Eger ben çirkin davranışlarda bulunsam tevbem kabul olunur mu?» Peygamber (S.A.V.)'imiz ona «tabii» diye cevap verdi. Bunun üzerine kalkıp gitti, sonra geri dönerek. Peygamber (S.A.V.)'imize yine sordu: «Ben o çirkin davranışları islerken Allah (C.C)beni görüyor mu?» Peygamberimiz «tabii» diye cevap verince Habes'li öyle bir nâra bastı ki; arkasından hemen yere düşerek can verdi.

Rivayet edildiğine göre, Ulu Allah (C.C) İblisi dergâhından kovunca. O. Allah (C.C)'dan uzun ömür istedi. Allah (C.C) da dileğini kabul ederek ona Kıyamet gününe kader ömür tanıdı.
Bunun üzerine İblis Allah (C.C)'a «izzetin ve celâlin hakki için canlı kaldıkça adem oğulunun kalbinden çıkmam» dedi. Buna karşılık ulu Allah (C.C) da Şeytana «izzet ve celâlim hakki için, can teninde durdukça ben de onun tövbesini reddetmem» diye cevap verdi.

Peygamber'imiz (S.A.V.) buyurur ki:

"Suyun kiri yıkayıp gidermesi gibi, iyilikler kötülükleri giderir.»

Said Ibni Museyib'in (rahimehullahu) bildirdigine göre, ulu Allah (C.C) «Şüphesiz ki O, günahlarından dönenleri bağışlayıcıdır» Âyet-i Kerime-
sini, günah isleyip tevbe ettikten sonra tevbesini bozarak yine günah isledikten sonra tevbe eden bir adam hakkında indirmiştir.

Fudayl (R.A.) der ki: «Ulu Allah (C.C) söyle buyurur; «Günah isleyenleri müjdele ki, eğer tevbe ederler ise tevbelerini kabul ederim. Dosdoğru yoldan yürüyerek ibadet isleyenler. Siddiklara da bildir ki, eğer onlara sırf adaletime göre muamelede bulunursam, onları azaba çarptırırım.»

Abdullah Ibni Ömer {R.A.) der ki: «İslediği günah aklına geldiği zaman onun üzerinde duran ve bu yüzden kalbi ürperen kimsenin günahı, ana defterden (ümmül Kitab'dan) silinir.»

Söylendiğine göre, peygamberlerden biri günün birinde bir kusur isler, ulu Allah (C.C) ona bildirir ki: «İzzetim hakki için eğer bir daha yaparsan seni azaba çarptırırım.»

Peygamber de, Allah (C.C)'a söyle cevap verir: «Yâ Rabb'i Sen sensin, bense ben. Izzetin hakki için eger beni korumazsan, yine o kusuru isleyebilirim.»

Bu cevab üzerine ulu Allah (C.C), onu bir daha o kusuru islemekten korudu.

Bildirildiğine göre. adamın biri bir gün Ibni Mes'ûd'a (R.A.) içini kemiren bir günahını söyleyerek tövbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sorar.

Ibni Mes'ûd (R.A)söylediklerini duyunca yüzünü ondan çevirir, sonra adama bakarak göz pınarlarının yaşardığını görür, o zaman ona der ki: «Cennetin sekiz kapısı vardir, hepsi açılır ve kapanır, yalnız tevbe kapısı müstesna, onun basında her zaman nöbet tutan bir melek bulunur ve hiç bir zaman kapanmaz. Bunu bilerek iyi amel isle ve sakin umudunu kesme.»

Anlatıldığına göre, İsrail oğullarından bir delikanlı, yirmi sene Allah (C.C)'a ibadet ettikten sonra sapıtarak yirmi sene de günah ve kötülük islemiş, bir gün aynaya bakarken sakalına ak düştüğünü görür, bu duruma cani sikilir ve Allah (C.C)'a söyle seslenir, «Allah (C.C)'im! Sana yirmi sene ibadet ettikten sonra sapıtarak yirmi yıl boyunca günah isledim. Simdi yine sana dö­nersem beni kabul eder misin?»
Kulağına söyle bir gizli ses gelir. «Bizi sevdin, biz de seni sevdik. Bizi bıraktın. Biz de seni bıraktık. Bize karsi geldin, seni kendi haline bıraktık. Eger bize dönersen seni yine kabul ederiz.»

Ibni Abbas'dan (R.A.) rivayet edildigine göre. Peygamber (S.A.S.)'imiz söyle buyuruyor:

"Kul günahından tevbe ettiği zaman, Allah (C.C) tövbesini kabul ettiği gibi solundaki meleklere, onun aleyhinde yazmış olduktan kötü amellerini unutturur. Vücudunun azalarına, yeryüzündeki ikametgâhına ve gökteki makamına da günahlarını unutturur. Böylece Kıyamet günü Allah (C.C)'in huzuruna gelince aleyhinde şahitlik yapacak hiç bir varlık bulunmaz.»

Hz. Ali'den (kerrermallahu vechehu) rivayet edildigine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

"Varlıkların yaratılışından dört bin yıl önce Arş’ın eteklerinde su yazı vardı: Ben, tevbe eden, iman edip iyi amel isleyen ve sonra da doğru yolda ilerleyenlerin günahlarını mutlaka bağışlayacağım."

Bilesin ki, gerek büyük ve gerek ise küçük, bütün günahlardan hemen tevbe etmek «farz-i ayn»´ dir. Cünki küçük günahları islemeye devam etmek onları, büyük günahlara dâhil eder.

Nitekim, ulu Allah (C.C) söyle buyuruyor:

«— Allah'dan korkan kullar çirkin bir is yaptıkları zaman, yahut nefislerine zulmettikleri vakit, Allah’ı hatırlayarak günahlarının affedilmesini dilerler, zâten Allah'dan başka günahları kim afvedebiiir? Ayrıca bu kimseler bile bile yapmış oldukları kötülüklerde ısrar etmezler»

(Al-i Imran suresi - 135)

"Nasûh Tövbesi" kulun hem dışından ve hem de içinden, bir daha günah islemeye dönmemek için kesin kararlı olarak tövbe etmesidir.

Sadece dıştan günahlarına tövbe edenlerin durumu, üzerine ipek örtü serilen bir çöplüğe benzer. İnsanlar bu ipekle saklanmış yığına hoşlanarak bakarlar, fakat örtü kalkınca yüzlerini ondan çevirirler.
Bunun gibi. insanlar görünüşte ibadet isleyenlere imrenerek bakarlar, ama Kıyamet günü, sırların ortaya ektiği gün. örtü kalkınca melekler onlardan yüz çevirir.

Nitekim Peygamberimiz (S.A.V.) söyle buyurur:

"Allah sizin kaliblariniza, dış görünüşlerinize değil, kalbilerinize
ve niyetlerinize bakar."

Ibni Abbas'dan (R.A.) rivayet edildiğine göre. Peygamber (S.A.V.)`imiz buyurur ki:

"Nice tövbekar kimseler vardır ki. Kıyamet günü kendilerini tövbe etmiş sanarak Allah (C.C)'in huzuruna gelirler. Oysa ki, gerçekte tövbe etmiş değildirler."

Çünkü onlar tövbenin aşağıdaki esâslarini tamamlamamışlardır. Tövbenin esasları şunlardır:

1) Pişmanlık duygusu.

2) Terkettigi günahı bir daha islememeyi kesin karar vermek.

3) Haksızlığa uğratılanlara mümkün ise haklarını geri verip elden geliyorsa bu hususta helâlliklerini almak.

4) Bu mümkün degilse tevbe eden kimsenin gerek kendi hesabına ve gerekse haksizlik ettiği kimseler namına Allah (C.C)'dan sık sık mağfiret dilemesidir.

Böylelikle, ola ki Allah (C.C), haksızlığa uğrayanların kendisinden hoşnut olmalarını soglar.
Günahları unutmak ise en çirkin musibetlerdendir. Buna göre, akli başında olan herkesin kendisi ile her zaman hesaplaşması ve günahlarını unutmaması gerekir.

Nitekim buna dâir. bir sâir söyle der:

«Ey, cürümlerini sayan günahkâr,

Günahlarını unutma, geçmiştekileri de hatirla,

ölmeden önce Allah (C.C)'a tevbe et ve yenisinden kendini alakoy

Ey âsî! itiraf edeceksen, günâhini itiraf et.»

Fakih Ebû'l-Leys (rahimehullahu) buyurur:

«Bir gün Hz. Ömer. R.A.) Peygamberimizin (S.A.V.) huzuruna aglayarak girdi. Peygamberimiz O'na: «Niçin ağlıyorsun» dive sordu. Hz. Ömer: «Kapıda bir delikanlı var, öylesine ağlıyor ki, yüreğimi yaktı» diye cevap verdi.

Peygamber (S.A.V.)´imiz Hz. Ömer'e «Onu içeri al» buyurdu. Delikanlı ağlayarak içeri girdi. Peygamber (S.A.V.)´imiz ona «Ey delikanlı, niçin ağlıyorsun?» diye sordu. Delikanli «Ey Allah (C.C)'in Rasûi'u! Birçok günahıma ağlıyorum, bana kızgın olan Allah (C.C)'dan korkuyorum» diye cevap verdi.

Peygamber (S.A.V.)´imiz ona «Allah (C.C)'a ortak koştun mu?» diye sordu. Delikanlı. «Hayır» dedi. Peygamber (S.A.V.)´imiz: «Haksiz yere adam öldürdün mü?» diye sordu, delikanlı «Hayır» dedi.
Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)´imiz, delikanlıya «O halde yedi kat gök, yedi ket yer ve daglar kadar bile olsa. Allah (C.C) günahlarını affeder» dedi.

Delikanlı «Yâ Rasûlallah (S.A.V.)! Benim günahlarım bunlardan daha büyüktür» dedi. Peygamber (S.A.V.)´imiz, delikanlıya: «Senin günahların Kürsî'den daha mi büyük?» diye sordu, delikanlı: «Evet, daha büyük» diye cevap verdi. Peygamber (S.A.V.)´imiz delikanlıya: «Senin günahların mi, yoksa Ars mi daha büyüktür» diye sordu. Delikanlı: «Günahlarım daha büyük» diye cevap verdi.
Peygamber (S.A.V.)´imiz delikanlıya: «Senin günahların mi büyük, yoksa Allah (C.C)'in afvi mi?» diye sordu, delikanlı: «Hiç şüphesiz Allah (C.C) daha büyük ve uludur» diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Allah (C.C)´imiz delikanlıya: «Hiç şüphesiz, kocaman bir günah yiginni ancak ulu olan Allah (C.C) affeder, O'nun ulu bagislayiciligi bu yigini silebilir.» dedi.

Daha sonra Peygamber (S.A.V.)'imiz delikanlıyı «İslediğin günahı bana söyle» dedi. delikanlı: «Senden utanırım, yâ Rasûlallah» diye cevap verdi. Peygamber (S.A.V.)'imiz de gencin söylemesi için ısrar edince, genç şunları anlattı; «Ben yedi yıldan beri kefen soyardım. geçenlerde Ensar'dan bir cariye ölmüştü, vardım kabrini açtım, kefenini soydum.
Kalktım, henüz bir kaç adim uzaklaşmıştım ki. şeytan beni dürttü, geri döndüm ve ölü cariyenin ırzına geçtim. Yine kalkmış gidiyordum, henüz bir kaç adim uzaklaşmıştım ki, cariyenin ayakları üzerine dikildiğini gördüm, bana söyle sesleniyordu: «Ey delikanlı, yazik sana! Mazlumun hakkini zâlimden alan Allah (C.C)'dan utanmıyor musun? Beni ölüler arasında Çıplak ve Allah (C.C) katında cünûb bıraktın.»

Bu itirafı duyan Peygamber (S.A.V.)'imiz son derece teessür ve hiddete düşerek, genci huzurundan dışarı çıkarırlar.
Peygamberimizin huzurundan kovulan genç, kırk gece Allah (C.C)'a devamlı tevbe etti. Kırkıncı gece dolunca başını göğe kaldırarak söyle seslendi.

«Ey Muhammed'in, (S.A.V.) Âdem'in (A.S.) ve İbrahim’in (A.S) Rabb'i. Eğer beni affettiysen, bunu Hz. Muhammed'e (S.A.V.) ve O'nun sahabelerine bildir, değilse gökten ateş indir ve beni içinde yok, böylece beni Âhiret azabından kurtar.»

Bu sırada Cebrail (A.S.) Peygamber (S.A.V.)'imize inerek O'na söyle dedi; «Yâ Muhammedi (S.A.V.) Rabb'in Sena selâm ediyor ve «varlıkları sen mi yarattın?» diye soruyor»

Peygamber (S.A.V.)'imiz Cebrail'e «Hâsâ, hem beni ve hem de onları yaratan, benim ve onların rızkını veren O'dur» diye cevap verdi. Bunun üzerine Cebrail, Peygamberimize «Allah (C.C) sana bildiriyor ki, Ben o delikanlının tövbesini kabul ettim.»

Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)'imiz hemen delikanlıyı yanına çağırır ve Allah (C.C)'in, tövbesini kabul ettiğini kendisine müjdeler.

Anlatıldığına göre Hz. Mûsâ (A.S.) zamanında, tövbesinde durmayan, yaptığı her tövbeyi çok geçmeden bozan bir adam vardı. Böylece yirmi yıl geçti. Bir gün ulu Allah (C.C), bu adam hakkında Hz. Musa (A.S)'ya «falan kuluma söyle ki, ona gazap ettim» diye vehyetti.

Hz. Müsâ (A.S.)´da, kendisine bildirileni adama ulaştırdı. Adam üzüldü, çöle çıktı ve söyle seslendi.

«Allah (C.C)'im! Senin rahmetin mi tükendi, yoksa benim günahım, sana bir zarar mi dokundurdu? Yoksa, afv hazinelerin mi bitti, yoksa kullarına karşı cimri mi oldun? Hangi günah senin afvindan daha büyük olabilir ki! Kerem senin makbûl ve eski sıfatlarından biri, düşüklük ise benim fani sıfatlarımdan biridir.

Benim sıfatım Senin sıfatından daha mi baskın çıkıyor yoksa! Kullarını Sen rahmetinden uzak tutarsan, onlar kime yalvarsınlar! Sen onları kovarsan kime bas vursunlar!

Allah (C.C)'im! Eğer üzerimdeki rahmetin sona ermiş ve beni mutlaka azaba çarptiracaksan, o zaman bütün kullarının azabını bana yükle, ben nefsimi onlara feda ettim.»

Adamın bu yakarışı üzerine ulu Allah (C.C). Hz. Musa'ya (A.S.) söyle vahyetti. «Yâ Mûsâ! O kuluma var, de ki: Kudretimin, bagislayaciligimin ve merhametimin kemâli ile beni tanıdığına göre, günahları bütün yeryüzünü doldursa bile seni bağışlıyorum.»

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

«Allah (C.C) katında en sevimli ses; tevbekâr bir günahkârın; «Yâ Rabb'i» diyen sesidir. Ulu Allah (C.C), bu sese söyle cevap verir: «Buyur yâ kulum! Ne istiyorsan söyle, sen benim katımda meleklerimden biri gibisin.

Ben senin hem sağında, hem solunda ve hem de üstündeyim, içinden gecen duygularından sana daha yakinim!

Ey meleklerim, sâhid olun, bu kulumu afvettim!»

Zunnun'ül-Misrî (rahimehullahu) buyurur:

«Allah (C.C)'in öyle kulları vardır ki, kalb çiçeği diker gibi, günah ağaçları diktiler, onları tövbe ile suladılar, meyveleri pişmanlık ve hüzün oldu. Deli olmadıkları halde delirmiş gibi görünürler, bilinenin dışında söyleşerek mest olurlar, bunlar Allah (C.C)'i ve O'nun Rasûl'ünü tanıyan tatlı ve düzgün sözlü kimselerdir.

Sefa bardağından su içmişlerdir, uzun süreli belâlara katlanmak onlara miras kalmıştır. Kalbleri «Meleküt» âleminde hayrete dalmış, düşünceleri «Ceberut» kıvrımları arasında dolaşmış, pişmanlık revaki altında gölgelenerek günah defterlerini okumuşlardır, nefislerini eleme varis saymışlar, böylece «vera» merdiveninden tırmanarak «zühd» doruğuna ulaşmışlardır.

Dünyanın ayrılık acısını tatlı görmüşler, mezarın sertliğini yumuşak bulmuşlar, böylece kurtuluş ipine ve selâmet kulpuna tutunmaya muvaffak olmuşlardır.

Yükseklerde uçuşan ruhları «naim» bahçelerine konmuş ve hayat denizine dalmışlardır. Elem hendeklerini doldurmuşlar, azgın nefsî arzuların köprülerini aşmışlar, böylece ilim vahasına inerek hikmet pınarından kana kana içmişlerdir.

Zekâ gemisine binmişler, selâmet denizinde kurtuluş rüzgârı ile yelken şişirerek «rahat» bahçelerine, yücelik ve soyluluk kaynağına ulaşmışlardır»
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB

18.Merhametli Olmanin Fazileti


Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Cennet'e sadece merhametliler girecektir."

Orada bulunan sahabiler: «yâ Rasûlallah! Biz hepimiz merhametliyiz» derler.

Peygamber'imiz. (S.A.S.) onlara söyle cevap verir;

"Sirf nefsini esirgeyen kimse merhametli degildir; merhametli kimse hem kendini ve hem de baskalarini esirgeyendir."

Insanin kendine karsi merhametli olmasi; kendini Allah (C.C)'in azabindan esirgemesi, yasaklarin: islemekden, emirlerini yapmaktan sakinmasidir. Bu da günah islemekten vazgeçerek, islenmis günahlardan tevbe ederek, ibadet ederek ve ibadet ederken sirf Allah (C.C) rizasini gözeterek olur.

Baskasina karsi merhametli olmak da . Islâm'in tesbit ettigi kul haklarina ve canlilara hürmet — riâyet, baskalarina zarar vermemektir.

Nitekim Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Müslüman eli ile ve dili ile baskalarina zarar vermeyen, hayvanlara merhamet ederek onlari güçleri disinda kalan is ve yüklere kosmayandir."

Peygamber'imiz, (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Adamin biri, bir gün yolda giderken susuzluktan yanacak gibi olur, bir kuyu bulur, basamaklarindan inerek suyun yanina ulasir, kana kana içerek yukari çikar. Bu orada gözüne susuzluktan dili sarkmis bir köpek ilisir, içinden (bu zavalli köpek, az önce benim oldugum gibi siddetli bir susuzluk çekiyor) der. Yeniden kuyuya iner, ayakkabisina su doldurur ve köpege bu suyu verir, hayvanin susuzlugunu giderir. Adamin hareketi Allah (C.C)'in hosuna gider, karsilik olarak onun günahlarini afveder."

Dinleyen sahabiler, Peygamber (S.A.S.)'imize «Hayvanlardan dolayi da ecir kazanabilir miyiz?» diye sordular. Peygamber (S.A.S.)'imiz «Her cigeri kurumamis (canli) varlik sayesinde ecir kazanilir.»

Enes bin Mâlik (R.A.) buyurur; «Bir gece Hz. Ömer (R.A.) dolasirken bir kösede konaklamis yolcu kafilesine rastlar, onlara hirsizlik yapilmasindcn korkar.
Hemen Abdullah Ibni Avf'a (R.A.) varir. Abdullah. Hz. Ömer'e: «Yâ Emirel - mü'minîn! Gecenin bu saatindeki ziyaretinin sebebi nedir?» diye sorar.

Hz. Ömer «Yolda gezinirken bir yolcu kaafilesine rastladim, bir kösede konaklamislar. Içimden «Bunlar simdi uykuya dalinca, hirsiz baskinina ugrayabilirler» dedim. Gel, ikimiz onlara bekçilik edelim» diye c­vap verir.

Böylece ikisi birlikte yola çikarlar, kafileye yakin bir yerde yere cömelerek sabaha kadar yolculara bekçi olurlar. Tan yeri agarmca Hz. Ömer (R.A)«Ey yolcular, haydin namaza» diye seslenir. Bunun üzerine yolcularda kipirdamalar baslayinca. Hz. Ömer (R.A)´de oradan ayrilir.»

Bize düsen, sahabîlerin (Allah (C.C)onlardan razi olsun) yolundan ayrilmamaktir. Allah (C.C) onlari «birbirlerine karsi merhametli» diye övmüstür. Onlar hem müslümanlara, hem de bütün canlilara karsi, hattâ müslüman olmayan azinliklara karsi merhametli idiler.

Bildirildigine göre, bir gün Hz. Ömer (R.A) kapi kapi dolanarak dilenen yasli bir gayri müsiim ile karsilasinca der ki. «Sana karsi haksizlik ettik, gençliginde senden «cizye» aldik, simdi ise seni perisan birakdik.»
Arkasindan da, adamin ölünceye kadarki geçiminin «beytülmabden karsilanmasini emreder.

Hz. Ali. (kerramellahu vechehu) buyurur ki: «Bir sabah erken saatlerde Hz. Ömer (R.A)'i deve üzerinde bir vadide yol alirken gördüm. O'na «Ey mü'minlerin emiri, nereye gidiyorsun?» diye sordum. «Zekât gelirlerinden bir deve kaybolmus da onu ariyorum» diye cevap verdi. Kendisine «Senden sonra gelecek olan Halifelerin canina okudun» diye takildim.

Bana söyle cevap verdi. «Ey Hasan'in babasi, beni kinama. Hz. Muhammed'i (S.A.S.) peygamber olarak gönderene (Allah (C.C)'a) yemin ederim ki. Firat nehri kenarinda bir kuzu kaybolsa. Kiyamet günü hesabi Ömer'den sorulur. Çünki ne müslümanlari perisan eden devlet baskanma ve ne de mü'minierin yüreklerine korku salan fasik idareciye itaat yoktur.»

Hz.Hasan'in (R.A.) bildirdigine göre. Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Ümmetimin seçkinleri, çok oruç tuttuktan icin ve cok namaz kildiktan için degil, herkese karsi temiz kalbli, cömert ve merhametü davranmatan sayesinde Cennet'e girerler."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Merhametlileri, Rahman olan Allah (C.C) esirger. Yeryüzündekilere karsi merhametli davraniniz ki, gökte olan da sizi esirgesin."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Baskalarina karsi merhametli davranmayanlar, esirgenmez. Baskalarinin kusurlarini bagislamayanlarin günahlari afvedilmez."

Mâlik lbni Enes'den (R.A.) rivayet edildigine göre, Peygamrber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Yâ Enes, su dört sey müslümanlarin senin üzerindeki haklarindandir:

1) Iyilerini destekleyeceksin. 2)

Günahkârlari için Allah (C.C)'dan afv dileyeceksin.

3) Hastalarini ziyaret edeceksin.

4) Tevbekarlarina sev´gi göstereceksin.»

Bildirildigine göre. bir gün Hz. Mûsâ (A.S.) Allah (C.C)'a. «Yâ Rabb'i! Beni ne yüzden kendine safi yaptin?» diye sorar. Ulu Allah (C.C) da «Yaratiklarima karsi merhametli davrandigin için» diye cevcp verir.

Anlatildigina göre, sahabilerden Ebu'd - Derda (R.A.) çocuklarin arkasindan gider ve yakaladiktan serçeleri onlardan satin atarak «Haydi gidin» diyerek saliverirdi.

Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Birbirlerine merhametli davranmakta, sevismekte ve aralarinda
yakin münasebetler yürütmekte mü'minler, bir yeri sancidigi zaman geriye kalan kisminin atesi çikan ve uykusu kaçan canli bir vücûd gibidir."

Büyük bir kitlik yilinda. Israilogullarindan bir abid, yoida yürürken bir kum yiginina rastlar, o anda içinden «Keski, su kum yigini un olsaydi da Israiiogullarinin karnini doyursaydim» diye geçirir. Bunun üzerine yüce Allah (C.C), Israilogullarin o günkü peygamberine bildirir ki:
falana söyle «O kum yigini un olsaydi da halkin karnini doyursaydin elde edecegin sevabi ulu Allah (C.C) senin amel defterine yazmistir.»

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) söyîe buyuruyor:

"Mü'minin niyyeti; emelinden daha hayirlidir."

Hikâye ederler ki: Hz. Isâ (A.S.) bir gün yolda IbLis ile karsilasir, bir elinde bal, digerinde kül vardir. Hz. isâ (A.S.) ona «Ey Allah (C.C)'in düsmani, bu bal ile külü ne yapacaksin?» diye sorar. Iblis söyle cevap verir: «Bali dedikoducularin agzina çaliyorum ki, hic dilleri takilmadan dedikodunun doruguna ulassinlar. Külü ise baskalari onlara hor gözle baksin diye yetimlerin yüzlerine serpiyorum."

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) söyîe buyuruyor:

"Yetim, tokatlandigi zaman aglayinca onun sesindir. «Rahmân'in
Arsi» sarsilir ve ulu Allah (C.C) meleklerine söyle buyurur: «Ey meleklerim!
Ana - babasini toprak altinda gizledigim su yavruyu kim aglatiyor?"

Yine Peygamber'imiz (S.AS.) söyie buyuruyor:

"Kim bir yetimi yedirir, içirir, barindirirsa: ulu Allah (C.C) onu kesinlikle
Cennete koyar."

«Ravzat'ül - Ulema» adli eserde bildirildigine göre:

Hz.Ibrahim (A.S.) yemek yiyecegi zaman bir mil yürüyerek, birlikte yiyecegi birini arardi.

Bir gün Hz. Ali (kerramelîahu vechehu) aglamis. «Niye agliyorsun?» diye sorarlar, O söyle cevap verir; «Yedi gündür evime misafir gelmiyor, ulu Allah (C.C) beni gözden düsürdü diye korkuyorum.»

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Yalnizca Allah (C.C) Rizasini dileyerek, kim bir acin karnini doyurursa Cennete girmesi kuvvetle umulur. Buna karsilik, kim bir aca yemek vermekten kaçinirsa, ulu Allah (C.C) da Kiyamet günü, onu faziletlerinden mahrum tutar ve cehennem azabina çarptirir.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Cömert, Allah (C.C)'a, Cennete ve insanlara yakin. Cehenneme uzaktir. Buna karsilik cimri ise Allah (C.C)'a, Cennete ve insanlara uzak, Cehenneme yakindir."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Câhil, fakat cömert bir mümin: Allah (C.C) katinda ibadete devamli fakat cimri bir mü'minden daha sevimlidir."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

"Kiyamet Günü su dört kimse hesaplasmasiz olarak Cennet'e girer:

1 — ilmi ile amel eden âlim.

2 — Hacca varip döndükten sonra ölünceye kadar onun bununla didismeyen ve günah islemekten titizlikle kaçinan kimse.

3 — Isiâmiyetin nüfuzunu artirmak için savas alaninda can veren sehid.

4 — Helâl yollardan kazandigi maldan, gösterise kapilmaksizin Allah (C.C) yolunda bagista bulunan cömert kimse.

Bu dört kimse Kiyamet günü «Sen mi daha önce gireceksin, yoksa ben mi? diye Cennet kapisinda tartisacaklardir."

Ibni Abbas'dan (R.A.) rivayet edildigine göre, Peygamber (S.A.V)'imiz söyle buyuruyor:

"Ulu Allah (C.C)'in öyle kullari vardir ki, halka fayda versinler diye, Allah (C.C) onlarin eline varlik verir. Bu kimseler halki ni'metlendirmekten kaçindiklari takdirde, Allah (C.C) ellerindeki varligi alarak, baskalarina verir."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Cömertlik, dallaRI yeryüzüne sarkmIs bir Cennet agacidir, bu dallardan birine tutunan kimse, onun rehberliginde Cennet'e varir."

Sahâbîlerden Câbir (R.A.) den rivayet edildigine göre, Peygamber'imize (S.A.S.) «En faziletli amel hangisidir?» diye sorarlar. Peygamber (S.A.V)'imiz: «Sabir ve câmertlik» diye cevap verir.

Mikdam Ibni Süreyh (rahimehullah) bildiriyor, o babasindan, babasi da dedesinden duymus, dedesi demis ki: "Ben Peygamber (S.A.V)'imize" «Yâ Rasûlallah! Bana Cennet'e girmeme vesile olacak bir emel söyle» dedim. Peygamber (S.A.V)´imiz bana söyle cevap verdi; "Yemek yedirmek, selâm vermek ve tatli dilli olmak afva ugramayi icâb ettirir..."
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
KUL OLMA GAYESİ
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 5
Kayıt: 12 Şub 2013, 02:13

Re: İmam Gazali - Mükâşefetü'l Kulûb.. - Kalplerin Keşfi

Mesaj gönderen KUL OLMA GAYESİ »

EMEĞİNİZE SAĞLIK ALLAH RAZI OLSUN

SELAM VE DUA İLE

KARDEŞİNİZ KUL OLMA GAYESİ
Cevapla

“►İmam-ı Gazali◄” sayfasına dön