AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Muhammed Sıddık Hekim (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerimiz;
ALLÂHu zu'l-CELÂL hâşâ kimseye zulmetmez.
Zulmeden zâlimler ve zulmedilen mazlumlar da netîcelerini görürler.
Haklı hakkını mutlaka alır. Müstehak olduğuna varır.
Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm, sâdece şefaatı ile alâkalı 40 hadis sıralamıştır.
Nasıl olur da okumazlar? Görmemezlikten gelirler?
Hazreti Ömer radiyallâhu anhu dahi hutbesinde şefaatı anlatmıştır.
Şefaat-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem o kadar yaygındır ki bir müslim bir mü’min olsunda şefaat husûsundaki İslâm hükümlerini bilmesin hiç sanmıyorum. Az çok ma'lûmâtları vardır ve dinleyip duymuşlardır.
Böylesine Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem şefaatını külleyip hiç hükmüne getireceklerini sanmak cidden ahmakça ve zor bir meseledir. Çünkü, açıkçadır ve 40 küsur hadisle sâbittir. Hatta şefaat dahi çok çeşitli ve bir çok yönleri vardır. Sâdece şefaat-ı kübra değil bir çok şefaatlar vardır.

Onun için şefaat, istiğâse saygı gösterip ta’zim etmek yönünden başta Âdem aleyhi's-selâm olmak üzere ki; zelleye düştüğünde kendisi Aleyhi's-selâtu ve’s-selâma başvurmuştur.
Hattâ ALLÂHu zu'l-CELÂL kendisine sormuştur:
Ya Âdem nerden biliyorsun?O ise:Ya RABBii; Lâ ilâhe İllâllah Muhammede’r- Resûlullah’ı meleklerin alınlarında, cennetin bazı yerlerinde hatta arşın sakında dahi yazılı gördüm. Ve bu kimse muhakkak Allah nezdinde en çok değer ve kıymeti olan bir kimsedir diye O’na iltica ettimdeyince:Haklısın, senin evlâdlarından bir kimsedirbuyurur. Âdem aleyhi's-selâm iseŞu halde benim böyle olan bir evlâdım yüzü suyu hürmetine hatalı olan babasını affet!diye diledi.
Bunun benzerleri pek çoktur. Bir kimse ki gözleri âmâ olmuştur. Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve sellem başvurduğunda:
Eğer böyle âmâ olarak kalırsan ALLÂHu zu'l-CELÂL hadisi kudside buyuruyor ki:


اذا ابتليت عبدى بحببتيه عوضته منهما الجنة يريد عينيه

Bir kulumun en sevdiği iki gözünün nurunu alırsam karşılığı ancak ve ancak cennettir eğer sabrederse
Buna rağmen bu kimse:Yâ Rasûlullah ben senden ayrı kalmak, sen varken bu hayatımda sana yetişememek, gelememek benim için cennetten bunu tercih ederim!deyince ciddiyetine bakıp dayanamıyor ve şu duayı buyuruyor ki, git abdest al, iki rekât namaz kıl ve arkasından da şu duayı yap:


اللهم انى اسئلك واتوجه اليك بنبيك نبى الرحمة يا محمد انى توجهت بك الى ربى فى قضاء جاجة هذه لتقضىلى

Allâhumme innî eseluke ve etevecceh ileyke binebiyyike nebiyyi’r- rahmet yâ MuhaMMed innî teveccehtu bike ilâ RaBBî fî kadâi hâceti hâzihî le takdâlî..!..

O kimse buyurulanları yapıyor gözlerinin verilmesini diliyor veYa Muhammed sana iltica ettimdiyor. Hakikâten gözleri açılmış olarak meclise gelip gidiyor. İşte hadise, istiğâse, ilticâ ve şefaat...

Aziz kardeşlerimiz;

Vehhabîlik mezhebi ile ilgili ma'lûmât verdik.
Biliyorsunuz ki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem 73 fırkadan birisi Fırka-i Nâciye buyurunca biz Fırka-i Nâciye dışına çıkamıyoruz. Dışında bir hükümde veremiyoruz ve sâdece ona uyarız.
Vehhabîlik mezhebi ki; bir kimse ölmüş ise O’na asla değer vermemektedir.
Hayret ederiz ki, vefât edenlere saygı duyup ziyâretine gitmek, istiğase etmeye bir peygamber dahi olsa öldükten sonra asla kıymet ve değer vermiyorlar.
Sorarsan cevabları hazır olup
ölmüşdiyorlar.
Ölmüş ama bu dünyadaki çalışmasının nisbetine göre kendisine öbür âlemde bir kıymet ve değeri vardır.
Yoksa, hayvanlar gibi öldükten sonra her şey bitiyor mu?
Hayatında iken çalışmış yarar, zarar yapmıştır. ALLÂHu zu'l-CELÂL insanoğlunu sorumlu kılmıştır.
Dünyâda ve âhirette sorumlu olacağını, kabrinde sual ve cevaplar olacağını kabirinde ise:


روضة من رياض الجنة اوحفرة من حفر النيران

Ya cennet bahçesi" veyâ "ateş çukuru" olacağını bildirmiştir.
Hal böyle iken peygamberimize sallallâhu aleyhi ve sellem lâkaydlık içinde kendisine hiç bir işlem yapılmasına, saygı duyulmasına ve iltica edilmesine ihtiyaç görmüyorlar.
Eğer mezhebleri ehl-i sünnet ve’l-cemaat olsa idi kesinlikle bunun sorumluluğunun altından kalkamazlardı. Zira geleni gideni görüyor ve biliyor.


Fırka-ı Nâciyekitabımızda ruh ve kabir hakkında mâlümât vermişiz.
Şimdilik gereken ve kısaca söyleyeceğimiz şu ki; Vehhabî mezhebi eğer tenasüh
(reenkarnasyon) ehli kısmından ise o zaman bu dünyada ne isterse yapar öldükten sonra ise başka bir bedene başka bir kimseye giderler. Ruh başka bir kimseye gidiyor ve sahib oluyor. Onun için kabir hayatı diye bir şey yoktur deyip kabir de de bir şeyler beklemiyorlar. Ruh çıkar başkasına geçer böylece devam eder mahşer hayatı vs. tanımıyorlar. Hatta iyi bir ruh ise meleklere, kötü bir ruh ise hayvanların bedenlerine girebilir diyorlar ve inançlarının temelinde bu vardır. Tenasüh ehli böyledir. Böyle olunca daölenlerin hiçbir kıymeti yoktur ölmüş gitmiş işleri de bitmiştirderler.
Eğer
kabir ve mahşeri kabul ediyoruzdiyorlar da böyle davranıyorlarsa Mu’tezile Fırkasından olmalıdırlar.
Mu’tezile fırkası inancı ise;
Cennete girecek olan ruhtur beden değildirderler. Onların inancına göre önemli olan ruh olunca ruh istediği yerde gezer.Kabrin bir önemi de yokturderler. Kıyamet günü cennete sadece ruh girecek olunca kabir, beden vs. gibi şeylere bağlılığı yoktur deyip bunlara önem vermiyorlar. İşte böyle inanıncada Vehhabîler Mu’tezile fırkasından olurlar. Ehl-i Sünnet ve’l cemaatın dışında kalırlar. Zira Mu’tezile Fırkası:Cennete girecek olan sadece ruhtur ve gıdasını somurarak alır ve vücûd gibi yeme içme özelliği olmayıp mücerred ve çıplaktırderler.

Kardeşlerimiz, biz bunları ortaya getiriyoruz ki, iyice bir inceleyin diye.
Esâsen bu Vehhabîler hangi mezhebe tam olarak bağlı bilemiyoruz.
Pek çok sapık mezhebden bir şeyler almışlar.
Ölenlere değer vermeyişleri iki sebebten olabilir. Ya tenâsüh ehlidirler öldükten sonra kıymet ve değeri bitmiştir kalıb kalıyor kabrinde ve rûhun ise kimlere gittiği belli değildir. Ya da Mu’tezile ise zâten onlar kabir hayâtına vs. önem vermedikleri gibi cennete girişin ceseden değilde sâdece ruh ile olduğuna inanırlar.
Ruh ise zâten bir yere bağlanıp zabdedilemez. ALLÂHu zu'l-CELÂLin yaratmış olduğu ruhun aslı
Âlemu’l- Emrdendir. Âlemu’l- Halktan değildir. Âlemu’l- Emr ise Arş’ın daha ötesindeki bir âlemdir.
Âlemu’l- Halk, Arş’dan bu tarafa daha aşağısını kapsayan âlemdir. Kursî, cennetin tabanı Arş ise cennetin tavanıdır. Arş, cennet, kursî, 7. ci gök, 6. cı gök vs. yeryüzüne kadar. Cenâb-ı Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem buyurduğu;
Yer ve gök birlikte, Kursî’nin azameti karşısında çöle atılmış bir yüzük halkası gibi cesâmeti vardır.


وسع كرسيه السماوات والأرض

(Bakara / 255)
Onun Kursisi gökleri ve yeri içine alırbuyurduğu kursî, yeri ve gökleri tamâmen kapsamış vus’at etmiştir. Kursî’nin azâmeti karşısında basit ve cürüm teşkil edebilirler. Kursî böylesine azimdir. Buna rağmen, yer, gökler ve Kursî birlikte olmak üzere Arş’ın azâmeti karşısında yine ayni çöle atılan bir halka cürmü hükmünde kalıyorlar ki Arş bu kadar muazzam bir vus’ata sâhibdir.Arşu’l- Azîmbuyuruyor. Arş’ın berisinde halkedilen mahlûkat vardır. Arş’ın ötesi ise Âlemu’l- Emr dir. Âlemu’l- Halk’ın sonu arştır. Arştan bu yana cehennemin esfeline kadar olan bölüm Âlemu’l- Halk’tır.

Hülâsa kardeşlerimiz; Arş’ın ötesi Âlemu’l- Emr dir. Hattâki Âlemu’l- Emr’den gelecek olan Rûhu’l Akdes aleyhi's-selâm İsrâfile gereken emirleri verir, İsrâfil aleyhi's-selâm ise mâiyetinde olan Cebrâile aleyhi's-selâm, Mikâile aleyhi's-selâm, Ezrâile aleyhi's-selâm görevli oldukları hususlardaki emirleri tebliğ eder.

Âlemu’l- Emr bilinemez. Âlemu’l- Emr karşısında Arş ve muhteviyatı bir damlacık bile değildir. Onun için, ALLÂHu zu'l-CELÂL azâmet, kudret ve hükümlerini bir nutfeden var olmuş bir beşerin tasavvur etmesi mümkün değildir. Onun için cehennemden cennete kadar tamâmen halktır. Ruh ise Âlemu’l- Emr den halk olmuştur ve lâhûtî'dir
(Ulûhiyyet âlemine âit), Nâsûtî (mahlûkiyet âlemine mensub) değildir. Nâsût olan beden, nefis ve kalbimiz gibidir. Fakat Ruh Lâhûtî'dir. Âlemu’l- Emr’den olduğu içinde ölmeye mahkûm değildir. Hiçbir zaman ölmez. Yaratılmış ve berzah âlemine yerleştirilmiş,Elestu bi rabbikum devresinde ictima’ olmuşlardır. Ne mal olduklarını yarar ve zarar, itaatkâr veya inkârcı oluşlarıelestü bi rabbikumdevresinde bir seçenek yapılmıştır. Ve tekrar Âlemu’l- Berzah’daki petek gibi olan yerlerine yerleşmişlerdir. Ne zamanki bir kimse ana rahminde tekmil oldu ise üç defa 40 gün ki 120 gün sonrası 122. gün oldu mu Ruh kalıbına bedenine gelir girer. Onun için Âlemu’l- Berzah’ın olduğu yerdeki nasıl ki İsrâfil aleyhi's-selâm nefhatun fi’s-sûr olunca petek gözleri gibi yerlere yerleşen ruhları üfürünce her ruh kabrinde cesedini bulur ve onu kaldırır.

Onun için, Âlemu’l- Berzah'ta bekleyen ruhlar henüz bir şey işlemedikleri için hepisi eşittir. Yalnız ezelde ne oldu ise, tenafür veyâ tearûf hangi seçeneği seçti ise
الارواح جنود مجندة :Ervah âdetâ bir asker gibidir.Bir kimse bir kimseyi orada tearüf etti (tanıdı) ise buraya geldiklerinde de birbirlerini tanırlar aralarında da ülfet olur. Ama o zamanda aralarında tenafür (hoşlaşmama) nefret etme oldu ise buraya gelişlerinde de birbirlerinden hoşlaşmazlar.
Hülâsa Ruh işi böyledir. Gerçi herkesler söylüyor Âlemu’l- Berzah vs. diye ama, ancak erbâbı olanlar görebilirler. Orada ruhların meskenleri de vardır. Ne zaman ki vakti geldi ve bir kalıba ihtiyaç duydu ise o zaman bir melek tarafından getirilir ve ana rahminde kalıbına girer. Kemâliyet buluncaya kadar da sorumluluğu yoktur. Çünkü bu hayatta 3 kişi sorumlu değildir. Aklı olmayan deli, bülûğ çağına gelmemiş çocuk ve uyanmadıkça uyuyan kimsenin sorumluluğu yoktur. Bülûğa erince artık ruh, yarar veya zarar gereken işlemleri yapar. Ruh ile nefis karşı karşıya kalırlar ayni kabın içinde. Ruh lâhûtî'dir, nefis nâsûtî'dir. Yapıları zıddır ve karşı karşıyadır.

Onun için kalbimizde iki kapı vardır ki;
birisi açıkken diğeri mutlaka kapalıdır. Emme basma tulumba gibidir. Ayni anda ikisi Bir den açık veya kapalı olamaz. Daima birisi açık öbürüsü kapalıdır. Bu kapıların birisinde Nefis - Şehevat (her türlü aşırı istek, akl-ı maaş ve arzular) ve Şeytan üçlüsü bulunur. Üçü bu kapıyı tutmuşlardır. Öbür kapıda ise Ruh-Akıl-(akl-ı maad)- Melek bulunur. Bu kapıyıda bu üçü tutmuştur. Bu kapıların durumları mutlaka terstir. Birlikte işlemezler.

İşte ruhun hadisesi bu minval üzeredir. Ruh evvelâ kalıbına girmiş, insan bu dünyada yaşamış ne işledi ise işlemiş, seçeneklerini yapmış ve ölmüştür. Kabrine konulduğunda eğer ale’l iman ise melekler 7. ci gün üzerlerine varırlar ve o zaman tescil ederler ki:



كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ

Kellâ inne kitâbe'l-ebrâri lefî illiyyîn(illiyyîne): Hayır, muhakkak ki ebrar olanların (ALLAH'a ulaşmayı dileyenlerin, hidâyette olanların) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin'dedir.
(Mutaffifin 83/18)


وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ

Ve mâ edrâke mâ ılliyyûn(ılliyyûne): Ve illiyyin'in ne olduğunu sana bildiren nedir?
(Mutaffifin 83/19)


كِتَابٌ مَّرْقُومٌ

Kitâbun merkûm(merkûmun): (O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır
(Mutaffifin 83/20)


يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ

Yeşheduhu'l-mukarrebûn(mukarrebûne): Ona, mukarrebin (yakın olan melekler) şahit olurlar.
(Mutaffifin 83/21)


إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ

İnne'l-ebrâre le fî naîm(naîmi): Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni'metler içindedir.
(Mutaffifin 83/22)


Böylece kendisi kaydu küyûd edilir. Eğer ehl-i îman değil ise Yemen Hadramud’undaki Berhud kuyusundan aşağı doğru esfeli sâfilîne gider. Azab nisbetine göre yer tabakalarından birisini belki de cehenneme kadar varanlarda olabilir.


Resim

Müstehak: Hak eden, hak etmiş. * Kendisi kazanmış.
İstiğâse: Medet isteyiş. Yardım istemek.
Şefaat: Şefaat etmek. Af için vesile olmak. * Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhi's-salâtu Ve's-selâm ve sâir büyük zâtların ALLAH Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
Mücerred: (C.: Mücerredât) Yalnız, tek. * Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına. * Çıplak, soyulmuş.
vus’at: genişlik.
Nâsûtî: Dünya ile ilgili, insanlığa ait, insanlıkla ilgili.
Lâhûtî: Ulûhiyyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Rûhânî âlemle alâkalı.
İctima’: Toplantı. Toplanmak. Bir araya gelmek. Kavuşmak.
Tenâfur: Birbirinden kaçmak. Ürkmek. * Uzağa çekilmek.
Teâruf: Tanışmak. Birbirini tanımak. Birbirine tanış çıkmak.
Minval: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz.



Rasûlullah sallallâhuu aleyhi ve sellem:Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.O bir tâne kurtulan fırka kimlerdir yâ Resûlullah? sorusuna:Onlar benim ve ashabımın üzerinde gittiğimiz yola gidenlerdir.buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, Îmân 18; Ibn. Mâce, Fiten 17; İ. Ahmed II/332)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur." Buyurmuştur.
(bk. el-Akidetu’t-Tahaviye,1/169; Ahmed b. Hanbel, el-Akide, s.64-76; el-lalekâî, İtikadu ehli’s-sünne, 1/156, 158, 166-şamile).


Resim

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ

Allâhu lâ ilâhe illâ huve'l-hayyu'l-kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm(nevmun), lehu mâ fî's-semâvâti ve mâ fi'l-ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu's-semâvâti ve'l-ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve'l-aliyyu'l-azîm(azîmu): ALLAH ki, O'ndan başka ilâh yoktur (Sâdece O vardır). Hayy'dır Kayyum'dur. O'nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hâli tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O'nundur. Onun izni olmadan, O'nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O'nun lminden, O'nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), kendisine zor gelmez ve O A'lâ'dır (çok yücedir), Azîm'dir (çok büyüktür).
(Bakara / 255)


كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ

Kellâ inne kitâbe'l-ebrâri lefî illiyyîn(illiyyîne): Hayır, muhakkak ki ebrar olanların (ALLAH'a ulaşmayı dileyenlerin, hidâyette olanların) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin'dedir.
(Mutaffifin 83/18)


وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ

Ve mâ edrâke mâ ılliyyûn(ılliyyûne): Ve illiyyin'in ne olduğunu sana bildiren nedir?
(Mutaffifin 83/19)


كِتَابٌ مَّرْقُومٌ

Kitâbun merkûm(merkûmun): (O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır
(Mutaffifin 83/20)


يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ

Yeşheduhu'l-mukarrebûn(mukarrebûne): Ona, mukarrebin (yakın olan melekler) şahit olurlar.
(Mutaffifin 83/21)


إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ

İnne'l-ebrâre le fî naîm(naîmi): Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni'metler içindedir.
(Mutaffifin 83/22)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hülâsa kardeşlerimiz;
Fırka-i Nâciye kitabımızda bu hususda ma’lûmât verilmiştir.
Fakat buradaki gâyemiz Vehhâbî ve benzerlerinin kabir hayâtı karşısında lâkayd oluşları ve sanki,
kabir azabı vs. yokmuş, ölmüş gitmiştir ve geride azaları kalmıştırdemelerine cevabdır.
Şimdi ise rûhun elastikiyetini ve yapısını anlatayım.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
Bir kimse eğer abdestli olarak yatarsa Lâhûtî olan ruhu vatanı olan âlemu’l- emri arzular ki,vatan sevgisi îmandandırbuyuruluyor ama hadisin derecesine henüz bakmadım.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem dahi vatanı olan Mekke’ye dâir böyle buyurmuştur.
İşte Ruh da aslî vatanı olan Emr Âlemi’ni arzularda çok elastik yapısı olan ruh burun yoluyla süyer, uzar ve tâ Arş’a kadar ışık gibi gider. Vatanı Arş’ın ötesi olunca ALLAHu zu'l-Celâl kendisine bir düstur
(izin) verir de secde edebiliyor. Onun için abdestli yatarsanız rûhunuz arşa vardığı zamanda secde emredilirse secdeyle müşerref olursunuz. Abdesti yoksa secde edemiyor. Ruh kendi vatanına karşı o kadar da hevesli ki, elastik oluşu sebebiyle oraya kadar bedeninden ayrılmadan uzayabilip süyebiliyor. Dikkat ediniz ki kalıbını bırakıp alâkasını kesmiyor. Eğer kalıbından ilgisini ve bağlılığını keserse gaz lambası içindeki fitilin gazdan çıktığında tamâmen sönmeye mahkum olduğu gibi söner ve beden ölür.Ruh irtibatı keserse o beden de ölmüşdemektir. Ruh hayatta olduğu sürece bedeniyle bağlılığını kesmeden Arş’a kadar uzayabiliyor ise vefât ettikten sonrada kabri ile irtibâtını asla kesmiyor.
Kabirden uzayarak çıkış ve dolaşım yapabiliyor. Ancak, hayatta iken kul borcu varsa kabrinde hapsediliyor. Hiç bir yere gidemiyor. Esir değilse makâmına göre 1. ci gökten 7. ci göğe ve cennete kadar gidebiliyor. Ama, kabriyle hiç bir zaman irtibâtını kesemez.

Bu şaşkın insanlar neresine dayanarak bu şekilde
gelmiş geçmiş, ölmüş gitmişhesâbı içindeler bilmiyorum. Halbuysa ne demek ALLAH aşkına, daha gelecekte istikbâlimizde sorumluluklarımız vardır. Hesâbımız, kitabımız vardır. Nasıl oluyorda böyle şuursuzca kabirlere hiç bir değer ve kıymet vermiyorlar. Çok kıymetli olan Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm, diğer nebîler aleyhi's-selâm, sahâbeler, saadatlar, analarımız, babalarımız için ölmüş gitmiştir diyebiliyorlar. Bu nasıl inanç nasıl i’tikaddır?
Ruhların bu dünyâda da kabirleri ile irtibatları vardır. Ve arş’a kadarda makamları vardır. Asla kabirleriyle kesilme inkita’ olamaz. Ruhlar elastikidir ve uzama özelliğine sâhibdir. Işık gibidir. ALLAHu zu'l-Celâl böyle yaratmıştır ruhları.

Yok eğer ehl-i îman değilde ehl-i küfr üzere gitmişseler onlar bir karış dahi yukarı çıkamazlar ve haramdır. Gayr-i müslim olanların ruhları asla göklere ayak basamaz. Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem teşrif ettikten sonra şeytanların dahi ayakları göklerden kesilmiştir. Ne şeytan ne de gayri müslim olan ins ve cin asla göklere ayak basamazlar. Onlar anâsır-ı erba’a içinde bulunurlar. Onun için bu kâfir ve zâlimlerin irtibatları ancak yer altında ve cehenneme kadar yolları olup Arz’ın 7 tabakasından her bir tabaka aşağı indikçe azab şiddetlenir ve artar. Ta ki cehenneme varıncaya kadar.
İşte gayri müslim olanların ruhlarının halleri budur. Kabrinden irtibâtını kesmez ve azâbın şiddetini de yine kabrinde çeker. Ehl-i îman olanların ruhları ise kabrinden irtibâtını kesmemek şartıyla dolaşabilir ziyâret ve teanüm
(ni’metlenme) edebilir ki onların hâlide böyledir. Kabri basitten alıp bir kemik çukuru sanmasınlar. Başı boş olup ölenlerin hiç bir fayda ve zararları yoktur sanmasınlar. Tıpkı Dehriyyunlar gibi. Bu anlatmış olduğumuz gibi olanlar kabir hayâtını mühimsemeyen veyâ inkâr edenler gibi olanlar ya Mu’tezile ya da Tenâsüh inancı olanlardır.

Bu sapık fırkaların hepside ehl-i sünnet ve’l cemaat akidesi dışında olup kendi aralarında yakınlıkları mevcûddur.

Nitekim, Hâfız İbnu’l- Kayyume El-Cezvi
Kitâbu’r-ruhda şöyle buyuruyor:
Esâsen ruh lâhûtî olduğu için mutlaka ve mutlaka öbür âleme heveslidir. İyi şeyleri arzular ve dünyâdan hiçde hoşlanmaz. Çünkü dünyâ onun makâmı ve yeri değildir. Öbür âleme heveslidir. Gel ve lâkin anasırdan müteşekkil olan nâsûtî nefis gelip de işe karışınca o dünyâyı hâliyle çok sever. Çünkü, dünyâ onun sevgilisi, makâmı ve yeridir. Ruh kısmında akl-ı maad ve melekler vardır. Nefis kısmında ise şehevat ve şeytanlar vardır. Artık kim gâlib gelirse onun hükmü işlenir. Nefs gâlib gelirse zavallı ruh sâhibsiz ve etkisiz kalıyor. Çünkü gücü yetmiyor. Eğer, ruh gâlib gelirse ALLAHu zu'l-Celâlin izni ve inâyeti ile her iki âlemde de kazanmış olacaktır.

Kardeşlerimiz;
onun için kabirlerde halihazır ruhlar mevcûd olup, gelip gideni bile tâyin edib ve aynı zamanda azab ya da ni’metler içinde olup dururken nedir bu sapıkların sözleri ve işleri?
Vallâhu’l-Azîm Ebu Hureyre radiyallâhu anhu buyuruyor ki;
gelirlerde kabirlerine yatak sererler o kadar da kıymet ve değer verirler ki o kadar olsun.
Evet bakınca görüntüsü basit bir mezar amma:

روضة من رياض الجنة

Ravzatı min riyazu’l- cennet:Cennet bahçelerinden bir bahçedir.
Bunları nasıl inkâr ederler?

Esâsen biz Vehhâbî fırkasını koyacak bir kab bulamıyoruz aslında. ALLAHu zu'l-Celâl bizleri salah etsin. Âmin!.

Aziz kardeşlerimiz
ruh bir bütündür. İkiye, üçe bölünemez.


الروح جزء لاتتجزأ


Elastiktir. Fakat asla kesilip parçalanıp bölünemez.
Ruh icâbında hata işler kâfirlerle irtibat kurar. Diğer taraftan taat işler mü’minlerle irtibat kurardense o zaman ruh iki parçaya ayrılmış demek olur ki bu mümkün değildir. Ruh, tek bir vücuddur. Cüz’e ayrılamaz. İki cüz’ olamaz. Evet, elastikiyeti çoktur. Hatta Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:


فى الرفيق الأعلى


Refik-i âlâ da olmasına rağmen bir kimse kabrine varsa da:

السلام عليك يا رسول الله

diye selâm verdiği anda cevâbını verip selâmı aynı anda iâde edebiliyor. İşte rûh-u şerîfi’nin bir yönü. Refik-i A'lâ'da bir yönü de Kabr-i Şerif’inde Ravza-i Mutahhara’da olup esâsen geleni gideni biliyor selâmlarını alıp iâde de edebiliyor.
Nasıl oluyor derseniz, Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem misâl vermişti ki; Güneş gibidir. Yeter ki açıklık olsun her bir yere şavkı ışığı gelip duruyor. Nerde olursa olsun ışığı yaygın durumdadır. 4. cü gökten ışıkları nasıl ki yeryüzünün her zerresine geliyorsa ruh da böyledir. Ruh için bu misâli vermişler ve:


الروح جزء لاتتجزأ


bir cüz’düriki cüz olamaz yani inkita’ya uğrayamaz. Karşısına ister şer ister hayr gelsin ruh dâima bir vücûddur. Ne yapacaksa onu yapar. Yoksa, bir kısmı hayr’a bir kısmı şerre sâhib çıksa ikilik çıkar.

Anlayacağınız şu ki, Ruh kabından asla irtibatını kesmez, yükselebileceği makâma kadar güneşin ışığı gibi gidebilir.

Aziz kardeşlerimiz; Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm'ın buyurduğuna göre; bir mü’min yatağında olmasına rağmen rhu, vücûdu ile alâkasını kesmemek sûretiyle Arş’a kadar çıkabiliyor. Elastikiyetini de güneş ışığına benzetmişlerdir. Güneş ışığıda cüzler ayrılıp bölüm bölüm olamaz. Nerde açıklık varsa ışık verir. Ruhda bölünüp inkita’ya uğramaz. Onun için Cenâb-ı Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem rûhuda hem Ravza-i Mutahhara'da hem de Refîku’l- A'lâ’dadır. Gelen gideni tanıyıp selâmlarını alır ve cevab verir. Kâdir-i mutlak olan ALLAH herşeye kâdirdir.
ALLAHu zu'l-Celâl Kelâmullah’ında nebîler dahi değilde şehid olan kişiler hakkında buyuruyor ki:


ولا تحسبن الذين قتلوا في سبيل الله أمواتا بل أحياء عند ربهم يرزقون

(A’li-İmran / 169)
Sakın ALLAH yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Doğrusu onlar Rableri katında diridirler. Cennet meyvalarından rızıklanırlar.

Bu âyet-i celîle'ye ne diyecekler?
Nebî değilde onun çok altında olan şehîd için böyle buyuruluyor. Rasûllerin rasûlu olan Sallallâhu Teâlâ aleyhi ve sellem için çok mu görüyorlar?
Bir Gazvede şehîd olan bir mü’min için:
Siz bunları, ölmüşte sanmayınız. Allah nezdinde yerler içerlerde buna rağmen kabirlerinden alâkalarını hiç de kesmezler. Vehhâbîlerin bu yanlış inanç ve i’tikadları çok, çok ağır bir meseledir. Eğer onların hezeyanları gibi eğer, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ölmüş gitmiş de hiç bir tasarrufu kalmamış ise geleni gideni göremiyor, bilemiyorsa, bir şehid kadar bile olamamışsa çok yazık olur.
Bu inançda olanlar O’nda hiç bir şey bulamamışlar ki, tard ediyorlar. Bu inançta oluş Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem kıymet ve değerini bilemeyenler öbür âlemde de elbette hiç de onu bulamazlar. Zira, burası imtihan diyârıdır. Yarârımızı, zarârımızı hesâbımızı kitâbımızı bu dünyâda hazırlayıp, ayarlayıp da gideceğiz ve öylecede karşılanacağız. Orası hesab yeri orada başka bir şey yok. Hesab da ise buradaki yarar ve zararlarımızla karşı karşıyayız.
ALLAHu zu'l-Celâl bizleri böylesine fasid i’tikadlardan korusun. Âmin!.


Resim

Lâhûtî: Uluhiyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle alâkalı.
Anâsır-ı erba’a: Dört unsur: Toprak, hava, su, nur (veya ateş).
Tenâsüh: İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları. * Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi.
Dehriyyun: (Dehrî. C.) Dehriye fırkasından olanlar.
Dehrî: Dehr ve zamana dair ve müteallik.
dehriyye :Devre âit. Zamâna dâir ve müteallik. * Âlemin ezelî ve ebedîliğini iddia edip âhirete inanmıyan münkir ve imansız bir fırka.
Akl-ı maad: İrfan ve ilimle terbiye olan âhiretini düşünen akıl. Geleceği kavrayan akıl.

Resim

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Vatan sevgisi imandandır.”
(İmam-ı Rabbani, Mektubat kitabının 155. Mektubu: Mevlana Celaleddin Rumi Mesnevi)


Resim

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ

Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne): Ve ALLAH'ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), RABB'lerinin katında rızıklandırılırlar.
(Âli-İmrân 3/169)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerimiz;
ALLÂHu zu'l-Celâl kitabında şirk edenleri ve küfredenleri ilân etmiştir. Neden müşrik ve kâfir olduklarını bildirmiştir. Fakat, Vehhâbîler en basit bir nedenle, kabre ziyârete giderse, istiğase, ve istiâne ederse veyâ şefaat dilerse hemen saf dışı ederler. Küfrüne hükmederler.
Ölmüş gitmiş âdetâ murdar gibi hiç bir zararı yararı olmaz.derler.

Cenâb-ı Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem ümmeti 73 fırka olup 1 tânesi Fırka-i Nâciye dir ki;
اناواصحابى عليهاBenim ve ashabımın yolu üzeredirlerbuyurduğu fırkadır. Diğerleri ya dalâlete, sapıklığa ya da küfre varırlar. Her sapık yolun başında bir şeytan vardır. ALLAH muhafaza etsin. Âmin!.

Daha önce tenâsüh ehli ve Mu’tezile ile alâkalı oluşlarını anlatmıştık.
Şimdi ise Hâricîye fırkası ile Vehhâbîlerin alâkasını anlatacağız. Çünkü, Hâricîlerin müslümanları küfre eletmeye çok hevesleri vardır. Olur olmaz şeylerden ehl-i îmân küfrüne hemen hüküm verirler. Nitekim, Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm hadisinde açıkça belirtmiş ve bizâtihî Hâricîlere atfetmiştir ki:


Hadis-i Şerif:


الحديث الشريف : روى البخارى عن عبدالله ابن عمر رضىالله عنهما فى وصف الخوارج انهم انطلقوا الى ايات نزلت فى الكفار فحملواهاعلى المؤمنين


Hadis meâli: Buharî, Abdullah İbn-i Ömer radiyallâhu anhu’dan rivâyetle Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: Kur’ân-ı Kerimde olan müşrik ve kâfirlerle ilgili âyetleri (Havaric=) Haricîler doğrudan doğruya mü’minlerin üzerine hamledip yüklerler. Demek ki Vehhâbîler, Hâricîlere daha yakındırlar. Künyelerini de Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bizâtihi vermiştir.
Hadisin râvisi şöyle buyuruyor:


فهذاالوصف صادق على ابن عبد الوهاب واتباعه

Eğer gerçekten İbn-i Abdulvehhab ve avânesinin dediği gibi tevessül etmek gerçekten müşriklik ve kâfirlik getirmiş olsa idi, Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendisi ashâbına aslâ müsaâde etmezdi. Ta’lim edip tevessül ve istiğaseyi öğretmezdi. Öyle ya ashâbı tevessül ve istiğaseyi tatbik edip dururken Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem onları tekfir mi eder? Men etmeden: اللهم انى اسئلك بحق السائلين عليك ve benzeri pek çoktur.

Bu husus ise ayrı bir mesele olup ilerde ma’lûmât vereceğiz.

Aziz kardeşlerimiz;
İşte Havâric’in mezhebi işte Vehhâbîler. Künyelerini de Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem vermiştir.
Vehhâbîler, Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm'ın kabrini ziyâreti, istiğaseyi ilticâ etmeyi ve şefaatı dahi tasvib etmeyip inkar ediyorlar. İnsaf artık insaf ki bir de
Ümmet-i Muhammedizdiyebiliyorlar. ALLAH bizlere şuûr versin!.
Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve selleme bu kadarda buğuzkâr olup getirdiklerini küllemeye çalışan bu zümre mensublarını bu dünyâda ne yapabiliyorsa yaparlar ama geleceğe inanmıyorsa bunlara birşey diyemeyiz. Ama, Müslüman da diyemeyiz!..
Gerçi ALLÂHu zu'l-Celâl ne ettiyse ezel etmiş. Biz ne kadar üzülsekte yazıklar olsun desekte olanlar ezel olmuş da şimdi zuhur ediyor. İnsanoğlu ahsen-i takvim üzere halkedilmiş iken neden dalâlete gidiyor!..
Ama, kader kaderullah, hidâyet hidâyetullah:
من يهدالله فلامضل له ومن يضلل فلاهادىله ALLAH bir dalalete sevketti ise zülum mu etmiş hâşâ.
Kendi rûhî fıtratlarında vardır. Elestü devresinde de seçenek yapıp mâliyetlerini ortaya koymuşlardır. İster mü’min ister kâfir ister münâfık olsun ruhların seçenekleridir.
Fırka-i Nâciye adlı kitabımızda da bu hususda ma’lûmât vardır.

Şimdilik gâyemiz ise;
Vehhâbîlik Mezhebinin insanları dalâlete sevkeden bir yol üzere oldukları hakkında ma’lûmât vermektir. Bu zarûrîdir ve mü’min kardeşlerimizin bilmeleri lâzımdır. Bilinmesi lâzımdır ki her âlemde deveran eden her ne varsa yoksa Cenâb-ı Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem hüneridir. O bizden hoşnut oldu mu her yerde geçerlidir. Ama, Vehhâbîler gibi, hiçbir yetkisi olmayan, attal-battal olmuş, ziyaretine bile gerek görülmeyen, kendisine iltica edilmeyen ve şefaatı tanınmayan birisi kabul edilirse o zaman onlara sorulur ki siz gerçekten müslüman olduğunuzu mu sanıyorsunuz?

Ah kardeşlerim ah!
Esâsen ALLÂHu zu'l-Celâl Habibini sallallâhu aleyhi ve sellem âleme rahmet olarak getirmiştir:


وما أرسلناك إلا رحمة للعالمين

(Enbiyâ / 107)
Seni resûl olarak gönderen ALLAH sadece âleme rahmet olarak göndermiştir." Sertlik yoktur. Nikmet değil ni’mettir. Kimsenin üzerine külfeti yoktur rahmeti vardır. Hattâ Ebû Hasani’l Şâzeli şöyle buyuruyor: Nebîlerin hepsi rahmetten yaratılmışlar, rahmet ise Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem tâ kendisidir.
Rahmetin kendisi Rasûlullah'dır sallallâhu aleyhi ve sellem ALLÂHu zu'l-Celâl öyle buyuruyor:


وماارسلناك الارحمةللعالمين

Diğer nebîlerde Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem rahmetinden bölümler almışlardır.Şüphesiz ALLÂHu zu'l-Celâl insanlara karşı Rauf ve Rahîmdir.

إن الله بالناس لرءوف رحيم

(Hac / 65)
Çünkü ALLAH, insanlara çok şefkatli ve çok merhâmetlidir.

Esâsen böyle olmayınca idâre edilemez. Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ise âlemlere rahmet olmuşmü’minlere ise hem Rauf hem de Rahîm'dir.


بالمؤمنين رءوف رحيم

(Tevbe / 128)

Evet, ALLÂHu zu'l-Celâlin kulları içinde kâfirde zâlimde mü’minde fâsıkda olacaktır. Buna rağmen idâre yönündendir
إن الله بالناس لرءوف رحيم
(Hac / 65)

Yoksa başka sıfatları olsa idi kulları üzerine, hemen onları yok ederdi.


Resim

Şirk: En büyük günah olan ALLAH'a (C.C.) ortak kabul etmek. ALLAH'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.)
İstiğase: Medet isteyiş. Yardım istemek.
İstiâne: Duâ. Yardım istemek. İâne istemek.
Murdar: f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kâidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan.
Fırka-i Nâciye: Kur'ân-ı Kerîm'e ve Sünnet-i Seniyyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyâmete kadar lütf-u İlâhî ile devam eder.
Tenâsüh: İslâm'dan hariç olan bâtıl bir fırkaya göre, rûhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan bâtıl inanışları. * Miras sâhibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi.
Hâricî Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhu veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashâbından her biri.

Avâne: Yardımcı, nâsır.
Tevessül: ALLAH'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak.


Resim

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ

Vemâ erselnâke illâ rahmeten li'l-Âlemîn: Ve biz seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.(Enbiyâ 21/107)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

Elem tera ennallâhe seḣḣara lekum mâ fî'l-ardi ve'l-fulke tecrî fî'l-bahri biemrihi ve yumsiku's-semâe en teka’a ‘alâ'l-ardi illâ biiżnih innallâhe bi'n-nâsi le raûfun rahîm(un): Görmedin mi, ALLAH, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden gemileri sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz ALLAH insanlara karşı şefkatlidir, çok merhâmetlidir.
(Hac 22/65)


لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ

Lekad câekum rasûlun min enfusikum ‘azîzun ‘aleyhi mâ ‘anittum harîsun ‘aleykum bilmuminîne raûfun rahîm(un): Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.
(Tevbe 9/128)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerimiz;
Benim şimdilerde hafsalama sağmıyor ki, neden acaba hutbelerde, kürsülerde salavat-ı şerifeyi getirmeyi fazladan görüyorlar ve
fazlaca getirmeyin!demelerinin sebebini bir türlü bulamıyorum. Bir zıddıyet var, Cenâb-ı Rasûlullah’a karşı... Yani, Aleyhissalatü ve’s selâm’ı fazlaca anarsak şirk mi oluyor kendilerine göre?...
Öyle ya,
ALLAHu zu'l-Celâli çokça zikredinizbuyurulunca;


ياأيها الذين آمنوا اذكروا الله ذكرا كثيرا

Ey inananlar! ALLAH’ı çokça zikredin.”
Ey îmân edenler ALLAH’ı çokça zikredin.Âyet-i celîlesi oluncaartık, salâvatta zikrullahla yarışmasın yoksa şirk olurmu demek istiyorlar bilemiyorum. Fikirlerindeki nedir acaba?.. Kafalarında böyle bir şey mi var?
Zira, dikkat ediniz ki; cuma günü âmâ olmasına rağmen minârede ezanı okuyor da arkasından aşkından şevkinden bir salatu selâm getiriyor sâlâ veriyor.
Nitekim, Cenâb-ı Rasûlullah’da sallallâhu aleyhi ve sellem:


اكثروا من الصلاة على يوم الجمعة

Cuma günü benim üzerime çokça salavat getirinizbuyurduğu için aşkıyla yanarak salavat getirmiş...
Getirmiş ama, hemen alıp götürmüşler kendi mahkemelerinde bu suçtan katline cevâz verip hemen orada şehîd etmişlerdir. Peki, neye dayanmışlar? Ne bir mesned, ne akıl, ne mantık ne de din var... Kabul edilecek mesele değil ve düpedüz zülûm...
İnanınız ki hiçbir dinde dahi benzeri yoktur. Peygamberine salât etti diye öldürmek... Çok salavat getirmiş diye kâtillik olur mu?
Böylesi bir vâkıa hiç bir devrede olmamıştır. Demek ki müşrik kabul etmişler...
ALLAH’a ait olan ezanın arkasından salavat getirince Rasülullah’ı sallallâhu aleyhi ve sellem ALLAH’a ortaklaşma yaptın ve böylece müşrik olmuş oldun! diyorlar... "Evet,


ياأيها الذين آمنوا اذكروا الله ذكرا كثيرا

ALLAH’ı çokça zikredin" "diye emrediyor ancak, salavatı da çokça getirirseniz o zaman zikirle salavat eş duruma gelir ki; o hal ise ortaklaşma ve şirk olur.diyorlar. Anlaşılan bu...
Peki, Rasûlullah’a sallallâhu aleyhi ve sellem bu kadar hasım ve zıddıyet içinde iseniz,
adını ve salavatını fazla anmayın!diyorsanız (hâşâ) o zaman ezândaki: “Eşhedu enne Muhammede’r- Rasûllulah”ı da yok edinde kurtulun..
Bunu da yapın ki kurtulduk sanın ey ahmaklar!..

Ümmet-i Muhammed’in mensubu olan bir mü’min nasıl olur da, Rasûlullah’a sallallâhu aleyhi ve sellem karşı bu kadar zıddıyet ve nefret sâhibi olabilir.
Bunu Müslümanım diyen düşünemez. Bu kadar gılzât nasıl olabilir?
Belki ilk yazılışlarında;


صم بكم عمي فهم لا يرجعون

Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeble onlar geri dönemezlervar ise ne diyelim?..
Bu kadar da gılzâtınız varsa, salavat sizi rahatsız ediyorsa ki; çokça salavat getirenden nefret ediyorsunuz ve ismini dahi duymak istemiyorsunuz anlaşılan... Demek ki mesele bu...

O zaman ne yapmamız lâzım? Doğrudan doğruya dünyâdan çıkmamız mı lâzımdır?. Hayır, dünyâdan çıkmayacaksınız. Bakınız RABBımız ve RABBınız olan ALLAHu zu'l-Celâl ne buyurmuştur:


ياأيها الذين آمنوا صلوا عليه وسلموا تسليما

Ey mü’minler! Sizde O’na (peygamberinize) salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.

Buna ne diyeceksiniz söyleyin?
Eğer gerçekten iman ehli iseniz mutlaka buna uymanız gerekmektedir.

Zira ALLAHu zu'l-Celâl ilân ediyor ve teşviken ALLAHu zu'l-Celâl kendisi, melekleriyle birlikte Habîbine sallallâhu aleyhi ve sellem salât u selâm getiriyorlar. Kendisi de getiriyor ve meleklerine de salât u selâm getirtiyor ki, bize örnek olup, teşvik ederek emrediyor. Artık ihmâl etmememizi buyuruyor.
Tabiki ALLAHu zu'l-Celâl salât u selâm getirdikten sonra biz durur muyuz. Rasûlunu sevip kıymet ve değer verdiğinden salât u selâm getiriyor ve ardından da:

Ey îman şerefiyle şereflenen mü’minler siz de çok çok salât u selâm getirin!diye emreder.
Hem emir, hem hüküm, hem tergib hem de teşviktir bu...
İşte ALLAHu zu'l-Celâl’in emri ve tasvibiyle Habibi sallallâhu aleyhi ve sellem için emretmiş olduğu salât u selâmı yerine getirmek esâsen emri, hükmü ve rızâsıdır. Bunu nasıl hafife alıyorsunuz ey ahmaklar?
Dikkat ediniz ki;


التحيات لله والصلوات والطيبات السلام عليك ايهاالنبى ورحمةالله وبركاته

Ettehıyyâtu lİllâhi ve's-selavati ve't-tayyibâti es-selâmu aleyke yâ eyyuhennebîyyu ve rahmetullâhi ve berekâtuh...

Buna ne dersiniz?
Bu kıymete karşı bir kıymet ve değer var mıdır?
Esâsen bizim sevinmemiz lâzım eğer inanıyorsak!..
Daha, daha da peygamberimizdir, ümmetiyiz diye haz duymalıyız bundan.
Biz doğrusu bunun için ALLAHu zu'l-Celâl’e nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz...
Cenâb-ı Rasûlullah’ı sallallâhu aleyhi ve sellem sevsenizde sevmesenizde O, ALLAHu zu'l-Celâl’in Habîbi’dir. ALLAHu zu'l-Celâl’in Habîbi olunca O’na gereken kıymet ve değeri vermiş ve verecektir şükürler olsun!.
Ne var ki; i’tikadınızda bir değişiklik varsa ve istikbâlde gelecek olan kabir ve mahşer ile ilgili îmanı olmayan fırkalardan iseniz varın gidin bu dünyâda ne yaparsanız yapın. Çünkü, görüp göreceğiniz bu ve başkada kârınız yoktur. Olmuşu olacağı budur ve başka bir yolu da yoktur.
Nitekim Mu’tezile fırkası da bu yöne meyillidir ve Vehhâbîliğin benzeridir. Tenâsuha inanıp rûhun bedenden bedene aktarma olacağını kabul eder.
Ölenin rûhu başka bir bedene geçerderler!..

Onun için, geleceğini düşünmüyorsa, istikbâlini aramıyorsa ve
bu dünyâda ne yaparsak kârımızdırdiyorlarsa işte ona diyeceğimiz yoktur.
O zaman
dünyâmız ma’mur olsun da dînimiz vs. varsın harab olsundiyebilirler.
Demek ki, kâle almıyorlar..
Eğer işlerinin bu dünyâda bittiğine âhiret vs. gibi gelecek olmadığına inanıyorlarsa o zaman ne diyelim.

Dünyâmız ma’mur olsun ve âhiretimiz viran olsun" derler demesine ama gerçekten tahammülleri olur mu bilmem?..
Böylesine basitten alan bir akaide ne denilir?..

ALLAHu zu'l-Celâl


وإذا قيل لهم لا تفسدوا في الأرض قالوا إنما نحن مصلحون

Onlara: Yeryüzünde fesad çıkarmayın, denildiği zaman “Biz ancak islah edicileriz” derler.”

derler demesine ama ALLAHu zu'l-Celâl:


ألا إنـهم هم المفسدون ولكن لا يشعرون

Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.
Salah değil de fesad getiriyorlar.
Ama şuûrsuz olduklarından belki yaptıklarını salah sanıyorlar.
Şuûrsuzluk, şuûrsuzluk her şeyi yaptırır. ALLAHu zu'l-Celâl izân versin.
RABBımız bizleri nefsimizle başbaşa bırakmasın. Âmin!


Resim

Gılzat: Kabalık, sertlik. Kalınlık, galizlik.
Hafsala: Anlayış.
Tasvib: Münâsib görmek. Uygun ve doğru bulmak.
İstikbâl: Ati, gelecek zaman.
Mu’tezile: Aklına güvenerek ve "kul, fiilinin hâlikıdır" demekle hak mezheblerden ayrılan bir fırka. Bunlar dalâlet fırkalarının birincisidir. Vâsıl İbn-i Atâ nâmında birisi buna sebeb olmuştur. Bu kişi Hasan Basri Hazretlerinin talebesi iken, günah-ı kebireyi işleyen bir kimsenin ne mü'min ve ne de kâfir olmayıp, tövbesiz âhirete giderse ebedi cehennemde kalacağını söyleyerek hocasından ayrılmıştır. İtizal etmiştir. Mu'tezile tâifesi: "İnsanlar kendi ef'âl-i ihtiyâriyelerini halkederler" diyerek, bu fiillerde kaza ve kaderin tesirini inkâr ederler. Kendilerine kaderiyeciler de denmektedir.
Ma’mur: İ'mar edilen, tamir edilmiş.
Salah: Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik. Dine olan bağlılık. Her hayra câmi faziletlerin toplanmasında hâsıl olan yüksek bir sıfat.
Fesad: Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecavüz edip zulmetmek[/font]


Resim

OKUNUŞU:
Et-tahiyyâtu lillâhi ve's-salevâti ve't-tayibât. Es-selâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve rahmetullâhi ve berakâtuh, Es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-Sâlihîn. Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve Rasûluh.

ANLAMI:
Dil ile, beden ve mal ile yapılan bütün ibâdetler ALLAH’adır. Ey Peygamber! ALLAH’ın selâmı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm bizim üzerimize ve ALLAH’ın sâlih kulları üzerine olsun. Şâhitlik ederim ki, ALLAH’tan başka ilah yoktur. Yine şâhitlik ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve Rasûludur.


Resim

Cuma günü benim üzerime çokça salavat getiriniz:

Resim--- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Cuma günü benim üzerime çokça salavat-ı şerife getirin. Zira bana az önce Cebrail gelerek ALLAHu Teâlâ’nın;Yeryüzündeki Müslümanlardan her kim senin üzerine salavat-ı şerife getirirse, ben ve meleklerim ona on salat ederiz.buyurduğunu haber verdi.Buyurdu.
(Taberaniî/ Helalller ve Haramlar)

Resim--- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Cuma gecesi ve cuma günü bana çok salat u selâm getiriniz. Çünkü gece ile gündüz sizin salât u selâmınızı bana ulaştırırlar. Yer peygamberlerin cesetlerini çürütmez. Hiçbir Müslüman yoktur ki, bana salat u selam getirsin de onu bir melek yüklenip bana ulaştırmasın ve o kimsenin ismini bana söylemesin. Hattâ melek,Falan şöyle şöyle diyor.der.Buyurdu.
(İbn-i Şihab)

Resim--- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Cuma günü bana çokça salavat-ı şerife getirin. Zira ümmetimin salavatı, cuma günü bana arz olunur. Kimin getirdiği salavat daha çok ise o kimse bana daha çok yakın olur.Buyurdu.
(Beyhakî / Helaller ve Haramlar)


Resim


وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ

Resim---Ve iżâ kîle lehum lâ tufsidû fi'l-ardi kâlû innemâ nahnu muslihûn(e): Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.
(Bakara 2/11)


أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ

Resim---Elâ innehum humu-lmufsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn(e): Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.
(Bakara 2/12)


صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ

Resim---Summun bukmun ‘umyun fehum lâ yerci’ûn(e): Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.
(Bakara 2/18)


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا

Resim---Yâ eyyuhâ'lleżîne âmenû'żkurû'llâhe żikran keśîrâ(n): Ey îman edenler, ALLAH'ı çokça zikredin.
(Ahzab 33 /41)


إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).: Muhakkak ki ALLAH ve melekleri, Nebî'ye (Peygamber'e) salat ederler. Ey âmenû olanlar, siz (de) O'na sall edin! Ve (O'na) teslim olarak sell edin!
(Ahzab 33/56)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerimiz,
Futuhat-ı İslamiyye, Zeynid Dahlan onların devrelerinde yaşayan bir kimse ve aynı zamanda Mekke’nin de müftüsü durumundadır. Bunların devresinde yaşamıştır. Vehhabîlerin ettikleri elef telefe de şâhid olmuştur. Bunlarda vicdan, insaf ve şefkat denilen şey asla yoktur. Bunlar işte böyle kişilerdir. Taif’e girdiklerinde hiçbir şey bırakmamışlar öldürdüklerini öldürmüş, aldıklarını almışlardır. Harab hale getirmişlerdir. Zilhicce ayı olduğundan Hac mevsimi diye cesaret edememişler, Mekke’ye girememişler ve Zilhicceden sonra Mekke’yi de kendilerine mal etmişlerdir. Muhammed ibn-i Abdülvehhab diyoruz ama bu ismine de yazıktır. Çünkü, Rasûlullah’a sallallâhu aleyhi ve sellem karşı bu kadar buğuzkâr ve hain olanın bu ismin sahibi olmaması lâzımdır. Fiiliyatına göre ismi de mutlaka değişecektir. Şöyle söylemiş bu kişi:

من استغاث باالنبى صلىالله تعالى عليه وسلم اوبغير من الانبياء والاولياء والصالحين اوناداه اوسئله شفاعة فانه مثل هؤلاء المشركين
Hükmetmiş ki;
Bir kimse Rasûlullah veya başka nebîlere başvurup da herhangi bir talebde bulunursa, bir şey beklerse veya bana şefaat edin derse müşriktir.deyip âdeta gerçek müşriklerle aynı seviyeye getiriyor Müslümanları...
Yâni, Kur’ân’daki müşrik ve kâfir âyetlerinin hükmü altına sokuyor.

Böyle yapıp böyle derlerse bunlar da o müşrik ve kâfirler gibidirlerdiyor.
Tabi ki müşrik etti mi arkasından mürted hükmünü veriyor ve canını, malını ve ırzını bırakmıyor talan ediyor.

O zaman ki âlimlerin söylediklerine iyice dikkat ediniz:

فكيف يجوز لابن عبدالوهاب ومن تبعه ان يجعل المؤمنين الموحدين مثل اولئك المشركين الذين يعتقدون الالوهية الاثنام لجميع الايات المتقدمة وكان مثل الخاص باالكفار والمشركين لايدخل فيه من المؤمنين
İbn-i Abdülvehhab, ALLAHu zu'l-Celâl’in Habibi ve Resûlü olan Muhammed Aleyhisselatü ve’s selâma saygı duyan, Fırka-i ehli necât ve ehl-i sünnet olanların üzerlerine Kur’ân’da ne kadar müşrik ve kâfir âyetleri varsa haml edip kendilerini âdeta müşrik ve kâfir kabul eder. Nasıl olur da Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem ümmeti olan muvahhid bir mü’min hakkında müşrik, kâfir hükmüne cevâz verirsin? Nasıl oluyor da onların üzerlerine mürtedliği yakıştırıp yapıştırıyorsun?

ALLAH şerlerinden muhafaza etsin!.
Ehl-i sünnet ve’l cemaat âlimleri, Vehhabîlerin bu i’tikadî zulmünden mü’minleri tenzih ediyorlar. Vehhabîleri uyarıyorlar. Ama ne çare ki haklayamıyorlar. Ehl-i sünnet ve’l cemaat burada bir hadis getirip mü’min olan bir kimsenin kâfir durumuna düşürülemeyeceğine delil getiriyorlar:


Hadis-i Şerif:


روى البخارى عن عبدالله ابن عمر رضىالله عنهما عن النبى صلىالله تعالى عليه وسلم فى وصف الخوارج انهم انطلقوا الى ايات نزلت فى الكفار وحملواها على المؤمنين

Hadis Meâli:
Buharî’nin Abdullah ibn-i Ömer’den radiyallâhu anhu rivâyet ettiği hadiste Aleyhi's-salatu ve’s-selâm; Hâricîlerin sıfatlarını belirtmiştir. Hâricîler ne yapmışlar? Kur’ândaki kâfirlerle alâkalı âyetleri mü’minlere haml etmişlerdir.
Biliyorsunuz İmam-ı Ali kerremullahiveche; için Kur’ân’da,

ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الكافرون
Kim ALLAH’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmez ise işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir.

Hükmü dururken kendi kendine hüküm verip hakemeyni çıkardın diye küfrüne hükmettiler.

İşte Aleyhi's-salatu ve’s-selâm’ın buyurduğu:
"Bu kimseler (Hâricîler) Kur’ân’da bulunan kefere ve müşrik âyetlerini onlarla alâkadar âyetleri tamamen mü’minlere hamledip yüklerler...buyuruyor.

Başka bir rivâyete göre ise:

اخوف مااخاف على امتى رجل يتأول القرأن يضعه فى غير موض

Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: Ümmetimin başına gelebilecek hallerden en korktuğum şudur ki; Bedbaht olan bir kimse Kur’ân’ı okur da bu âyetleri (gayr-i mevda’ı) gerçek yerinde kullanmayarak kendi çıkar ve menfaatına uygun halde te’vil ve tefsir etmesidir. Ümmetime en çok zarar verecek olan ve en çok korktuğum bu kimselerdir. En çok korktuğum Kur’ân-ı Kerim’i ve hadislerimi gerçek yerleri ve mânâlarıdışında kendi keyf ve arzularına göre yorumlayıp te’vil ve tefsir edenlerdir.

Böylesi zındıklar, kur’ân’daki müşrik ve kâfir âyetlerini peygamberleri olan Muhammedi sallallâhu aleyhi ve sellem sevip saygı gösretiyorlar diye haksız yere insafsızca onların üzerlerine yükleyip yapıştırmaya çalışıyorlar. Katl-ü-kitalleride çok çok olmuştur.

Hele bilhassa Zeyni’d Dahlan buyuruyor;

Esâsen Medine ülemâsını haklayamadılar. Gel velâkin Vehhabîlerin onları haklayamadıklarıyetmedi ki, i’tikaden Muhammed İbn-i Abdulvehhab, siyâseten Muhammed İbn-i Suûd birleşerek, İngilizlerin tefrika çıkarmak ve islamiyeti yıkmak için gösterdikleri her türlü destek ve tezgahla onlardan da güç alarak Hicaz’ın her tarafını kendilerine mal etmişlerdir. Hicaz tamamen tasarruflarıaltına girmiştir. Hatta Riyad kısmında Vehhabîlerin ellerindeki paranın bolluğunu, mebzul (çok bol) durumunda olduğunu anlatır.
Bu kadar parayı nereden buldular diye benim acayibime giderdi hep. Demek ki İngilizlerin işi imiş.
İngiliz ajanlarıhatıralarını anlatıyorlar
İslamı nasıl yok edelim,Hatırat-ı Hampher-- Nehir Yayınlarıve diğerleri. Nasıl elde ettikleri iyice anlaşılıyor. Yoksa bir avuç kimse ile imkansızlık içinde böylesi yaygın hale gelmeleri imkansız idi.

Onun için böylesi âlimlere Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm:
O devrelerdeki âlimlerin dünyalarıdinlerinden tercihlidir. Yeter ki dünyâları için nâhoşluk olmasın da isterse dinlerinin yarısı olmasınbuyuruyor. İşte bu günümüz için en uygun hadis Âhir Zaman ulemâsının dünyâsı herşeyin üstündedir. Dünyâları ma’mur olsun da isterse dinleri harab olsun. Kale alıp umursamazlar bile.
ALLAHu zu'l-Celâl bizleri muhafaza etsin ve muîn olsun. Âmin!.


Resim

Haml: Yük. * Sırtına yük alıp getirmek. * Kadının karnındaki çocuk. * İsnad. Yüklenme.
Cevâz: Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma. * Yol, tarik ve meslek.
Tenzih: Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek. * Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
Haricî: Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit. * Zorba ve âsi olan. * Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden. * Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhu veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri.
Hakemeyn: İki hakem. * Tar: Sıffîn Vak'asında Hz. Ali (R.A.) ile Hz. Muaviye (R.A.) arasında hakem seçilen Amr İbn-ül As ile Ebu Muse-l Eş'arî.
Te’vil: (Tef'il veznindendir) Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek. Te'vil kelimesi, bazı müfessirlere göre, rücu' mânasına olan "Evl: " den alınmıştır.
Tefsir: Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek. * Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak. * Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab. * Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir.


Ahmet bin Zeyni Dahlan:

On dokuzuncu yüzyılda Haremeyn’de (Mekke ve Medîne) yetişen âlimlerden. İsmi Ahmed bin Seyyid Zeynî Dahlân’dır. 1816 (H.1231) senesinde Mekke-i mükerremede doğdu, 1886 (H.1304) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.

Zamânın âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. İlimde yüksek dereceye ulaştı. 1871 (H. 1288) senesinde Mekke-i mükerreme Şâfiî müftîsi oldu ve Şeyh-ül-ulemâ (Mekke ulemâsının reisi) ünvânını kazandı.

Harem-i şerîfte ders okutup talebe yetiştirdi. Etrâfına ilim ve irfan nurları saçarak Müslüman sapık ve bid’at fırkalarına karşı uyandırdı. Ehl-i sünnetin savunuculuğunu yaparak yazdığı kıymetli kitap ve risâlelerle Ehl-i sünnet îtikâdı dışında olan kimselere susturucu cevaplar verdi. Sünnî îtikâda sâhip olan âlimleri eser yazmaya teşvik etti. Hindistan’da İngiliz misyonerleriyle mücâdele eden, müstemlekecilerin zulmünden dolayı Mekke-i mükerremeye hicret eden Rahmetullah bin Halîlürrahmân el-Hindî es-Saharenpûrî hazretleriyle görüşüp sohbet etti. Rahmetullah Efendi Şeyh Seyyid Zeynî Dahlân hazretlerinin teşvik ve desteğiyle İzhâr-ul-Hak adlı eserini yazdı.

Bilhassa Mekke Şâfiî müftülüğü makâmına geçtikten sonra vaktinin büyük bir kısmını dînî sualleri cevaplandırmak, müşkülleri halletmek ve fetvâ vermekle geçiren Zeynî Dahlân hazretleri hayâtının son senelerinde daha çok eser yazmakla meşgul oldu.Mekke’de ilk matbaa onun zamânında kurulmuştur. Zeynî Dahlân hazretleri eserlerinin çoğunu bu matbaada bastırdığı gibi, birçok kıymetli İslâmî eserlerin de basılmasını teşvik etmiştir.

Mekke Şerîfi Avn-ür-Refik ile Osmanlı vâlisi Osman Paşanın arasında çıkan bir anlaşmazlık üzerine Avn-ür-Refik’le birlikte Medîne-i münevvereye göç eden Seyyid Zeynî Dahlân hazretleri yolculuk esnâsında rahatsızlandı. Medîne’de 1886 (H.1304) senesinde vefât etti ve orada defnedildi. Hicaz’ı işgal eden Vehhâbiler, Medîne-i münevveredeki diğer zâtların kabirleri gibi onun kabrini de düzleyip, belirsiz hâle getirmişlerdir.

Eserleri; Seyyid Ahmed Zeynî Dahlân’ın yazmış olduğu 29 eserinden bâzıları şunlardır:

1. Şerh-ul-Ecrümiyye: Müellifin en tanınmış eserlerinden olup, Kahire’de, Mekke’de ve Medîne’de defâlarca basılmıştır.
2. Mecmuâ Müştemil alâ Erbaa Resâil: Müslümanları namaza ve cemâate teşvik edici bir irşâd kitabıdır.
3. El-Ezhar ez-Zeyniyye fî Şerhi Metn-il-Elfiyye: Arapça dil bilgisine dâir bir eser olup Kahire’de basılmıştır.
4. Esne’l-Metâlib fî Necâti Ebî Tâlib: Peygamber efendimizin amcası Ebû Tâlib’in kurtulmuş olup olmadığı ile ilgilidir. Mekkeli şeyh Muhammed Hasaballah’a karşı reddiyedir. Kahire’de basılmıştır.
5. Takrîb-ül-Usûl lit-Teshîl-il-Vüsûl li-Ma’rifet-ir-Rabbi ver-Resûl: Tasavvufa dâirdir.
6. Hulâsat-ül-Kelâm fî Beyâni Ümerâ-i Beled-il-Haram: Vehhâbilerin ortaya çıkışı ve yaptıkları zulümleri anlatmaktadır. Kahire’de, Mekke’de ve bir kısmı İstanbul’da Hakîkat Kitabevi tarafından bastırılmıştır.
7. Ed-Dürer-üs-Seniyye fî-Reddi alel-Vehhâbiyye: Necid’de Muhammed bin Abdülvehhâb adında biri tarafından ortaya atılan veEhl-i sünnet âlimleri tarafından reddedilen Vehhâbiliğe karşı yazdığı reddiyedir. Mısır’da basılmıştır. Ayrıca bir kısmı İstanbul’da Hakîkat Kitabevi tarafından bastırılmıştır.
8. Risâletün fi Cevâz-it-Tevessül: Bu da Vehhâbilere ve İbn-i Teymiyyecilere cevaptır. Kahire’de basılmıştır.
9. Fî-Redd-i alel-Vehhâbiyyeti-Etbâ-ı Mezheb-i İbn-i Teymiyye.


Muhammed ibn-i Abdülvehhab:

Vahhabilik mezhebinin fikir babası ve İlk Suudi Devleti'nin iki kurucusundan biridir. 1703 yılında Nejd bölgesi'de Diriye civarlarında doğmuştur. Dedesi, günümüzdeki Suud kraliyet ailesinin aile babası kabul edilmektedir. Tam olarak nerede doğduğu bilinmemek ile birlikte Diriye çevreleri (Günümüzde El Kasım Bölgesi) olduğu sanılmaktadır. Gençliğinde Selefiyye akımını inciledi ve bu görüşü benimsedi. Çevre kabileler ile ilişkiler kurdu ve kabile şefliği yaptı. Yeğeni Diriyah prensi Muhammed İbn Suud ile birlikte Vahhabi davası için Bedeviler'den ve Ikhwan adı verilen, Hac kafilelerini yağmalamakla geçinen Arap çetelerinden oluşan düzensiz bir ordu kurdu ve kabileleri birleştirip bölgede denetimi sağladı. Bu gelişme ile birlikte İlk Suudi Devleti kurulmuş oldu. Osmanlı'ya karşı savaş emri verdikten sonra 1792 yılında 90 yaşında öldü. Ardından onun yerine geçen Diriyah prensi Muhammed İbn Suud, Osmanlı İmparatorluğuna karşı bir yıpratma savaşı başlattı. Kısa süre sonra Şiîlerin kutsal mekânı Kerbelâ talan edildi (1801). Mekke ve Medine'yi ele geçirmek için hücuma kalktılar ve 1517 yılından beri Hicaz topraklarını elinde bulunduran Osmanlı, 1802 yılında bu toprakları da kaybetti. Osmanlı'nın Zend Hanedanlığı ile savaşa girdiği için Arabistan'a birlik gönderilmedi. Bu fırsattan yararlanan Ibn Suud, ordularını güneye çekti ve Yemen-Umman imamlığının üzerine saldı ve bütün bir Arap Yarımadası denetimi altına girmiş oldu. Osmanlı iyice zor duruma girince Mısır Eyaleti'ni elinde bulunduran Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan yardım istedi. Fakat Sudan'daki Func Devleti ile uğraştığı için en büyük oğlu Tosun Paşa'yı görevlendirdi. Osmanlı-Suudi Savaşları başladı ve Tosun Paşa kısa sürede Arabistan'ı Osmanlı İmparatorluğu adına geri aldı. Suudiler doğuya ve güneye çekildiler. Ardından İkinci Suudi Devleti'ni kurdular. 1891 yılında, Osmanlı'nın yarı müttefiki El Reşid Devleti, İkinci Suudi Devleti'ni yıktı. I. Dünya Savaşı ve diğer iç karışıklıklar neticesinde Hicaz Krallığı ve Nejd Sultanlığı ortaya çıktı. Bu karşılıkları İngiliz casus Arabistanlı Lawrence sebep olmuştur. Hicaz Krallığı ve Nejd Sultanlığı, Osmanlı'ya ayaklanan Abdülaziz El Suud tarafından zorla birleştirildi ve Üçüncü Suudi Devleti kuruldu. Bu devlet günümüzde daha çok Suudi Arabistan olarak bilinmektedir. Vahhabilik, günümüzde Suudi Arabistan'da resmi mezhep konumundadır. Günümüzün Suudi Kralı Abdullah bin Abdül Aziz'dir. Prens ise Sultan bin Abdul-Aziz Al Suud'dur. Aile, Muhammed bin Abdülvahhab'ın soyundan gelmektedir.

Abdülaziz el-Suūd:

İbni Suud, (d. 1876 - ö. 9 Kasım 1953, Arapça: عبدالعزيز آل سعود). Suudi Arabistan Krallığı'nın kurucusu ve ilk kralı. Abd el-Rahman bin Faysal bin Türki El Suud ve Sare bint Ahmed el-Kebir Sudeyri'nin oğlu olarak Riyad'ın yüksek taraflarındaki Neced bölgesinde doğan İbni Suud 1953'te Taif kentinde hayatını kaybetti.
1890 yılında, 14 yaşındayken ailesiyle birlikte kalmakta olduğu Riyad kentinden, Reşidi Ailesi tarafından, ailesiyle beraber Kuveyt'e sürgün edildi. Gençliğini Kuveyt'te geçirdi. Yıllar sonra Osmanlı Hükümetinden bölgede toprak satın alarak yurduna geri döndü. Kardeşi Muhammed ve öteki kuzenleriyle birleşerek Reşidilere saldırdı ve Riyad kentinin yönetimini ele geçirdi (1902).
İki yıl sonra Reşidiler yeniden harekete geçerek Neced üzerinde hakimiyet kurdular. Ayrıca Suud Ailesinin bölgedeki gücünden endişe duyan Osmanlı birliklerinin de desteğini sağlamışlardı İbni Suud, bir savunma savaşı vererek orduyu oyaladı. Bu sırada yeterince adam toplamış olan Suudi Ailesi de ordusunu harekete geçirdi. Suudilerin zafer kazanmalarına karşın, bölge uzun bir süre iki aile arasındaki çatışmalara sahne oldu.
Sonunda İbni Suud, Neced'de kontrolü sağlayarak (1912) bölgede organize bir güç durumuna geldi. Bir Vahhabi dini militan grubu olan İkhvan'ın kurulmasını sağladı. Suudi Hanedanı Vahhabilik adlı dini görüşün savunucusuydular. I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz Hükümetiyle anlaşan İbni Suud, Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali ile birlik olarak Osmanlı ordusuna savaş ilan etti. Bunun karşılında Suud Ailesinin toprakları İngiliz Hükümetinin güvencesi altına alındı. İngilizlerin desteğini kazanan İbni Suud, Osmanlının ve İbni Reşid'in güçlerine karşı bir toplu saldırı başlattı.
Bu sırada harekete geçen İbni Reşid, bölgedeki gücünü arttırarak egemenlik alanını İbni Suud aleyhine genişletti. Buna rağmen, 1920'de Reşidi kuvvetlerini yenen İbni Suud, İbni Reşid'i 1922 yılında tamamen yenilgiye uğrattı. 1924 yılında, tüm Reşidi topraklarının hakimiyetini ele geçirdi.
1925'te Suudi orduları kutsal şehir Mekke'yi ele geçirerek, Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali ve 700 yıllık Haşimi iktidarını yenilgiye uğrattılar. 10 Ocak 1926'da kente gelen İbni Suud, Hicaz Kralı olarak taç giydi.
1927'de rakibi Hüseyin'in taraftarlarını yenilgiye uğrattı. İngiliz Hükümeti bu yüzden Suud Ailesinin egemenliğini kabul etti. 20 Mayıs'taki Cidde görüşmelerinde Necd Sultanı ve Necd Kralı ilan edildi.
1927 - 1932 yılları arasında Arabistan yarımadasının kontrolünü ele geçirmek için birçok harekat düzenledi. Mart 1929'da emrindeki İkhvan birlikleri Irak'ın bir kısmını işgal ettiler.1932 yılında Arabistan yarımadasının neredeyse tamamını idaresi altına aldıktan sonra, Neced ve Hicaz ülkelerini birleştirerek günümüzdeki Suudi Arabistan Krallığı nı kurdu. Aynı yıl, kendisini ilk Suudi Arabistan Kralı ilan etti.

Resim
İbni Suud, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin Roosevelt ile birlikte

Tahta oturan İbni Suud, ülkede karışıklık çıkarmak isteyen gruplar ve azınlıklarla mücadeleye başladı. 1938'de ülkesinde petrol bulunması sonucunda büyük bir servetin sahibi haline geldi. Amerikan petrol şirketleriyle yakın ilişkilere girerek onları ülkesine davet etti.
Onun çocuklarının tamamı, "bin (erkek) ya da bint (kız) Abdül Aziz El Saud" soyadını aldılar. İbni Suud, 1953 yılında, Taif kentinde hayatını kaybetti. Onun ölümünden sonra en büyük oğlu Suud, ikinci Suudi Arabistan Kralı olarak tahta çıktı.

Resim

Hâricilerle ilgili hadisler:

Ebu Said radiyallâhu Anh:Ben Haruriyye’nin kimler olduğunu bilmiyorum. Lâkin Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den işittim:Bu ümmet içinde öyle bir kavim çıkacak ki siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı küçük göreceksiniz. Onlar; Kur’ân’da okuyacaklar, fakat Kur’ân onların boğazlarını geçmeyecek. Onlar okun avdan çıkdığı gibi dinden çıkacaklar…buyurdu.
(Müslim 147, Buhari 6796, 6797)

Ali bin Ebi Tâlib kerremullâhi veche şöyle demiştir:Ben size Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den bir hadis tahdis ettiğimde andolsun ki gökden düşmem bana O’nun dilinden yalan uydurmamdan daha sevimlidir.
Ben Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den işittim:
"Zamanın sonunda yaşları küçük, akılları zayıf bir kavim meydana çıkacaktır. Onlar mahlûkatın hayırlısı olan Nebî’nin sözünü söyleyecekler. Fakat bunların imanları boğazlarından öteye geçmeyecektir. Onlar okun avdan çıkışı gibi dinden çıkacaklar. Siz onlara nerede rastgelirseniz, onları öldürünüz. Çünkü bunları öldürmekte, öldüren kişiye kıyamet gününde ecir ve sevab vardırbuyurdu.
(Buharî 6795, 6796, Ebu Davud 4765, 4767)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Onlar mahlukatin en şerlileridir”. buyurdu.
(Muslim 1067)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:ALLAHın en çok bugz ettiği varlıklarıdırbuyurdu.
(Muslim 1066)

Abdullah Ibn Ebi Rafi’nin hadisinde, hâriciler Ali kerremullâhi veche’ye:Hüküm ancak ALLAHındırdiyorlardı, Ali kerremullahi veche de:Kendisinden bâtıl kasd edilen dogru sözdiyordu.
(Muslim 1066)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Kur’ânı okurlar ve bu Kur’ân onların lehine olduğunu zannederler, halbuki Kur’ân onların aleyhinedirbuyurdu.
(Muslim 10766)

Hâriciler Ali kerremullâhi veche’den biati geri çekip yeryüzünde ifsada başladıklarında Ali kerremullâhi veche müslümanları onlara karşı savaşa teşvik edip:Ey insanlar! Bunları bırakıp zürriyet ve mallarınızla oynamalarına râzı mısınız? Vallâhi umut ediyorum ki bunlar Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin haber verdiği kavimdir, çünkü bunlar haram kanları akıttılar ve mü’minlere saldırdılar, ALLAHın ismi ile sereyaan edinbuyurdu.
(Muslim 1066)

Âişe radiyallâhu anha, Abdullah Ibn Seddad’a:Ali onları (haricileri) katletti mi?Abdullah Ibn Seddad’da: Vallâhi nezaman ki yolları kesdiler, kanları akıttılar, ve müslüman devletinde anlaşma ile yaşayan kafirlerin kanlarını akıttılar, ozaman Ali kerremullahi veche onları katletti!dedi.
(İmam Ahmed, Musned 1/86)


Resim

إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ وَكَانُواْ عَلَيْهِ شُهَدَاء فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

İnnâ enzelne't-tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu bihen nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne ve'l-ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevû'n-nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humu'l-kâfirûn(kâfirûne).: Muhakkak ki Tevrat'ı Biz indirdik, onda hidayet ve nur vardır. Kendileri (HAKK'a) teslim olmuş peygamberler, yahudilere, onunla hükmeder. Rabbanîler (kendilerini RABB'lerine adamış olanlar) ve Ahbar olanlar da (zâhidler, yahudi âlimler, hahamlar) ALLAH'ın Kitab'ından korumakla görevli olduklarıile hüküm verirler ve onlar, onun üzerine şâhitler oldular. Artık insanlardan korkmayın, Ben'den korkun ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, ALLAH'ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kâfirlerdir.
(Mâide 5/44)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Bazı âlimler söylemişlerdir ki: “Ey İbn-i Abdulvehhab, kendini topla. Çünkü, sallallahu aleyhi ve sellem, Sevadü’l- Azam olan İslam câmiasını haklayamazsınız ve bu şekilde de tekfir etmeye hiç de hakkınız yoktur. Eğer tekfir etmek gerekiyorsa senin gibi kişilere lâyık ve lâzımdır. Çünkü sen, hak yoldan çıkmış olan bir kimsesin. Olsa olsa tekfir sana lâyık olur. Ayni zamanda da arkasından şu âyet-i celîleyi yapıştırıyorlar kendisine:
ومن يشاقق الرسول من بعد ما تبين له الهدى ويتبع غير سبيل المؤمنين نوله ما تولى ونصله جهنم وساءت مصيرا

“Her kimde kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygambere aykırı harekette bulunur ve mü’minlerin yolundan başkasına uyar giderse onu döndüğü sapıklıkta bırakırız. Âhirette de kendisini cehenneme koyarız ki, o ne kötü bir dönüş yeridir.”
“Sevad-ı Azam (ulu topluluk) olan Ümmet-i Muhammedi ehl-i sünnet ve’l- cemaatı haklayıp tümünün tekfirini kabul ettirebileceğini mi sanıyorsun? Tekfir ancak sana ve senin gibi zındıklara yakışır!.”


Çünkü yukardaki âyet-i celilede Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem hükümleri arasında bir değişiklik getirmeye çalışan ve karşılaştırıp ayrıcalık arayan kimseler ki; mü’minlerin yollarına girmeyip ayrılıp karşı çıkarlar. Mü’minlerin yollarına tebaiyyet göstermeyip kendine mal etmiyorlar esâsen. Bunlara, Allahü Zülcelâl dalalet mührünü vurmuştur. Hatta tekfiri de mümkündür. Çünkü, bir kimse bir müslümana kâfir, müşrik, mel’un dediği takdirde bu kelimeyi hiç bir yer kabul etmez. Ağzından çıktıktan derhal kimin hakkında söylediği ise oraya gider, eğer o kimse hakikâten dediği gibi ise; kâfirse, müşrikse, mel’unsa üzerinde durur. Yok eğer değilse söyleyene geri döner, sahibine avdet eder de söyleyen olur kâfir, müşrik veya mel’un.

Onun için cevab veren mübârekler: “Tekfire siz uygun ve lâyıksınız!” diye söylemeleri bundan dolayıdır. Zira âyet-i celîlede de: “Hidâyet olunduktan sonra Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem muhalefet yapmak, mü’minlerin yolundan başka değişik bir yol aramak istiyorsa o zaman varacağı yer belli ve cehennem ona lâyık olmuştur.”
Bu âyet-i celîle kendilerine akîbetlerini bildirip ilân ediyor.

Kardeşlerimiz;
Allahü Zülcelâl hâşâ kimseye zülmetmez, zulmeden zâlimler ve zulmedilen mazlumlarda neticelerini görürler. Haklı hakkını mutlaka alır. Müstehak olduğuna varır.
Aleyhisselâtü ve’s selâm; sadece şefaatı ile alâkalı 40 hadis sıralamıştır. Nasıl olur da okumazlar? Görmemezlikten gelirler?
Hazreti Ömer radiyallahuanhu dahi hutbesinde dahi şefaatı anlatmıştır.
Şefaat-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o kadar yaygındır ki bir müslim bir mü’min olsunda şefaat hususundaki islam hükümlerini bilmesin hiç sanmıyorum. Az çok mâlümâtlarıvardır ve dinleyip duymuşlardır.
Böylesine Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatını külleyip hiç hükmüne getireceklerini sanmak cidden ahmakça ve zor bir meseledir.
Çünkü, açıkçadır ve 40 küsur hadisle sabittir. Hatta şefaat dahi çok çeşitli ve bir çok yönleri vardır. Sadece şefaat-ı kübra değil bir çok şefaatlar vardır.

Onun için şefaat, istigase saygı gösterip ta’zim etmek yönünden başta Âdem aleyhisselâm olmak üzere ki; zelleye düştüğünde kendisi Aleyhisselâtü ve’s selâma başvurmuştur.
Hatta Allahü Zülcelâl kendisine sormuştur: “Ya Âdem nerden biliyorsun?” O ise: “Ya Rabbi; “Lâ ilâhe İllâllah Muhammede’r- Resûlullah” ı meleklerin alınlarında, cennetin bazı yerlerinde hatta arşın sakında dahi yazılı gördüm. Ve bu kimse muhakkak Allah nezdinde en çok değer ve kıymeti olan bir kimsedir diye O’na iltica ettim” deyince “Haklısın, senin evlâdlarından bir kimsedir” buyurur.
Âdem aleyhisselâm ise: “Şu halde benim böyle olan bir evlâdım yüzü suyu hürmetine hatalı olan babasını affet” diye diledi.

Bunun benzerleri pek çoktur. Bir kimse ki gözleri âmâ olmuştur.
Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem başvurduğunda “Eğer böyle âmâ olarak kalırsan Allahü Zülcelâl hadisi kudside buyuruyor ki:

اذا ابتليت عبدى بحببتيه عوضته منهما الجنة يريد عينيه
“Bir kulumun en sevdiği iki gözünün nurunu alırsam karşılığı ancak ve ancak cennettir eğer sabrederse” Buna rağmen bu kimse “Ya Rasûlullah ben senden ayrı kalmak, sen varken bu hayatımda sana yetişememek, gelememek benim için cennetten bunu tercih ederim”deyince ciddiyetine bakıp dayanamıyor ve şu duayı buyuruyor ki, git abdest al, iki rekât namaz kıl ve arkasından da şu duayı yap:

اللهم انى اسئلك واتوجه اليك بنبيك نبى الرحمة يا محمد انى توجهت بك الى ربى فى قضاء جاجة هذه لتقضىلى
O kimse buyurulanları yapıyor gözlerinin verilmesini diliyor ve “Ya Muhammed sana iltica ettim” diyor. Hakikâten gözleri açılmış olarak meclise gelip gidiyor. İşte hadise, istigase, iltica ve şefaat...


Resim

Tebaiyet: Uyma, tabi olma. İtaat, inkıyad ve imtisal etme.
Mel’un: Lânetlenmiş. Lânete lâyık. * Kovulmuş, tard olunmuş.
İstigase: Medet isteyiş. Yardım istemek
İltica: Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.


Resim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin a’mâ bir sahabeye buyurduğu Hacet DUÂsı:

اللهم انى اسئلك واتوجه اليك بنبيك نبى الرحمة يا محمد انى توجهت بك الى ربى فى قضاء جاجة هذه لتقضىلى
"Allahumme innî vetevecccühü ileyke binebiyyike nebîyyi’r- rahmeti! Yâ MuhaMMed innî teveccehtü bike ilâ Rabbî fî Kazae hâcet hazihi li takzalî: Allahım! Ben, Rahmet Peygamberi Nebîn ile sana teveccüh ettim! Yâ MuhaMMed aleyhi's-selâm, şu hacetimin-ihtiyacımın yerine getirilimesinde-kazasında ben Seninle RaBBıma teveccüh ediyorum!"

Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme.. vesile-sebeb bilerek şefaatını dileyerek dönme-yönelme..

Resim---Osman b. Huneyf radiyallahu anhu da bir rivayetinde şunları anlatmıştır: “Gözleri görmeyen bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve: “Ya Rasûlallah, dua edin de gözlerim iyi olsun!” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İstersen dua edeyim, istersen sabret. Ama sabretmen senin için daha hayırlıdır.” buyurdu. Adam, görmüyor olmanın kendisine çok ağır geldiğini ve açılması için dua etmesini istedi. O zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Öyleyse git, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra şöyle dua et: “Ya Rabbi, ben senden diliyorum. Rahmet Peygamber’i ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Ben seninle Rabbine yöneliyorum, istiyorum ki bu yönelişim sebebiyle gözlerim açılsın. Ya Rabbi! O’nun şefaatini benim hakkımda kabul eyle ve benim de kendim için yaptığım duayı kabul et.”

Osman b. Huneyf radiyallahu anhu şöyle diyor: “Bu zat gitti, biz daha Rasulullah s.a.v.’in huzurundan ayrılmamıştık ki tekrar geldi. Gözleri iyileşmişti.”
(Tirmizî, Deavât, 119; İbn Mâce, İkâme, 189; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/138; Hâkim, el-Müstedrek, 1/526; Heysemî, ez-Zevâid, 2/279)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ALLAH celle celâluhu: “ Kulumun dünyada iken iki sevgili uzvunu (göz nurlarını) alırsam onun Benim yanımdaki mükâfatı ancak Cennettir.” buyurdu.
(Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Zühd: 58; İ. Ahmed, Müsned, 5:258.)
ž
Tirmizî: Bu konuda Ebû Hüreyre’den ve Zeyd b. Erkâm’dan da hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: “Bu hadis bu şekliyle hasen garibtir-tektir.” demiştir.


Resim--- buyurdu.
(Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan; Dârimî, Rıkak: 76)

Resim---Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’dan merfu olarak şöyle rivâyet edilmiştir: Allah şöyle buyurur: “Her kimin iki sevimli organını giderirsem o da sabredip mükafatını benden beklerse ona Cennet’ten başka bir karşılığa razı olmam.” buyurdu.
(Dârimî, Rıkak: 76)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ALLAH celle celâluhu: "Kimin iki kızını veya iki gözünü alırsam, onun mükafatı ebedi cennetimde kalmak ve Benim Cemalime bakmaktır." buyurdu.
(Hadis'i Kûdsî / Taberanî)

Endülüslü büyük âlim Kadı Iyaz’ın “Şifa-i Şerif” inde geçtiği üzere, Hz. Âdem aleyhi's-selâm , kendisine yasaklanan meyveden yedikten sonra, Cenâb-ı Allah’a O’nu şefaatçi ederek yalvarmış;
Âdem aleyhi's-selâm: “Muhammed hürmetine beni affet!” demiştir.
Cenâb-ı Allah’ın: “Sen Muhammed’i nereden biliyorsun?” sorusuna karşılık da,
Âdem aleyhi's-selâm: “Ben, Cennet’in kapısında ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün rasûlüllah' yazısını gördüm. İsmi, Senin İsm-i Şerifi’nin yanında anılan biri, Sen’in yanında en kıymetli olmalıdır.” şeklinde cevap vermiştir.

Resim

وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَىٰ وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّىٰ وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ ۖ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
Resim---Vemen yuşâkiki-rrasûle min ba’di mâ tebeyyene lehu-lhudâ veyettebi’ ġayra sebîli-lmu/minîne nuvellihi mâ tevellâ venuslihi cehennem(e)(s) vesâet masîrâ(n): Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..” (Nİsâ 4/115)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz kardeşlerimiz;

Vehhabîlik mezhebi ile ilgili malumât verdik.
Biliyorsunuz ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem 73 fırkadan birisi Fırka-i Nâciye buyurunca biz Fırka-i Nâciye dışına çıkamıyoruz.
Dışında bir hükümde veremiyoruz ve sadece ona uyarız.
Vehhabîlik mezhebi ki; bir kimse ölmüş ise O’na asla değer vermemektedir.
Hayret ederiz ki, vefât edenlere saygı duyup ziyâretine gitmek, istiğase etmeye bir peygamber dahi olsa öldükten sonra asla kıymet ve değer vermiyorlar.
Sorarsan cevablarıhazır olup “ölmüş” diyorlar. Ölmüş ama bu dünyadaki çalışmasının nisbetine göre kendisine öbür âlemde bir kıymet ve değeri vardır.
Yoksa, hayvanlar gibi öldükten sonra her şey bitiyor mu?
Hayatında iken çalışmış yarar, zarar yapmıştır. Allahü Zülcelâl insanoğlunu sorumlu kılmıştır. Dünyada ve âhirette sorumlu olacağını, kabrinde sual ve cevaplar olacağını kabirinde ise:
روضة من رياض الجنة اوحفرة من حفر النيران
“Ya cennet bahçesi veya ateş çukuru olacağını” bildirmiştir.
Hal böyle iken peygamberimize sallallahu aleyhi ve sellem lâkaydlık içinde kendisine hiç bir işlem yapılmasına, saygı duyulmasına ve iltica edilmesine ihtiyaç görmüyorlar.
Eğer mezhebleri ehl-i sünnet ve’l cemaat olsa idi kesinlikle bunun sorumluluğunun altından kalkamazlardı. Zira geleni gideni görüyor ve biliyor.
Fırka-ı Nâciye kitabımızda ruh ve kabir hakkında mâlümât vermişiz.

Şimdilik gereken ve kısaca söyleyeceğimiz şu ki;
Vehhabî mezhebi eğer tenasüh (reankarnasyon) ehli kısmından ise o zaman bu dünyada ne isterse yapar öldükten sonra ise başka bir bedene başka bir kimseye giderler. Ruh başka bir kimseye gidiyor ve sahib oluyor. Onun için kabir hayatı diye bir şey yoktur deyip kabir de de bir şeyler beklemiyorlar. Ruh çıkar başkasına geçer böylece devam eder mahşer hayatı vs. tanımıyorlar.
Hatta “iyi bir ruh ise meleklere, kötü bir ruh ise hayvanların bedenlerine girebilir” diyorlar ve inançlarının temelinde bu vardır. Tenasüh ehli böyledir.
Böyle olunca da:“ölenlerin hiçbir kıymeti yoktur ölmüş gitmiş işleri de bitmiştir” derler.
Eğer kabir ve mahşeri kabul ediyoruz diyorlar da böyle davranıyorlarsa mu’tezile fırkasından olmalıdırlar.
Mu’tezile fırkası inancı ise:“Cennete girecek olan ruhtur beden değildir” derler.
Onların inancına göre önemli olan ruh olunca ruh istediği yerde gezer.
“Kabrin bir önemi de yoktur”derler. Kıyamet günü cennete sadece ruh girecek olunca kabir, beden vs. gibi şeylere bağlılığı yoktur deyip bunlara önem vermiyorlar.

İşte böyle inanınca da Vehhabîler Mu’tezile fırkasından olurlar. Ehl-i Sünnet ve’l cemaatın dışında kalırlar. Zira Mu’tezile fırkası “cennete girecek olan sadece ruhtur ve gıdasını somurarak alır ve vücûd gibi yeme içme özelliği olmayıp mücerred ve çıplaktır” derler.

Kardeşlerimiz, biz bunları ortaya getiriyoruz ki, iyice bir inceleyin diye.
Esâsen bu Vehhabîler hangi mezhebe tam olarak bağlı bilemiyoruz.
Pek çok sapık mezhebden bir şeyler almışlar. Ölenlere değer vermeyişleri iki sebebten olabilir.
Ya tenasüh ehlidirler öldükten sonra kıymet ve değeri bitmiştir kalıb kalıyor kabrinde ve ruhun ise kimlere gittiği belli değildir.
Ya da Mu’tezile ise zâten onlar kabir hayatına vs. önem vermedikleri gibi cennete girişin ceseden değilde sadece ruh ile olduğuna inanırlar.
Ruh ise zâten bir yere bağlanıp zabdedilemez. Allahü Zülcelâlin yaratmış olduğu ruhun aslı “Âlemü’l- Emr” dendir. “Âlemü’l- Halk” tan değildir.
Âlemü’l- Emr ise Arş’ın daha ötesindeki bir âlemdir. Âlemü’l- Halk, Arş’dan bu tarafa daha aşağısını kapsayan âlemdir.
Kursî, cennetin tabanı Arş ise cennetin tavanıdır. Arş, cennet, kursî, 7. ci gök, 6. cı gök vs. yeryüzüne kadar.
Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem buyurduğu; Yer ve gök birlikte, Kursî’nin azameti karşısında çöle atılmış bir yüzük halkası gibi cesâmeti vardır.

وسع كرسيه السماوات والأرض

“Onun Kursisi gökleri ve yeri içine alır” buyurduğu kursî, yeri ve gökleri tamamen kapsamış vus’at etmiştir. Kursî’nin azameti karşısında basit ve cürüm teşkil edebilirler. Kursî böylesine azimdir.
Buna rağmen, yer, gökler ve Kursî birlikte olmak üzere Arş’ın azameti karşısında yine ayni çöle atılan bir halka cürmü hükmünde kalıyorlar ki Arş bu kadar muazzam bir vus’ata sahibdir. “Arşü’l- azim” buyuruyor.
Arş’ın berisinde halkedilen mahlûkat vardır. Arş’ın ötesi ise Âlemü’l- Emr dir. Âlemü’l- Halk’ın sonu arştır.
Arştan bu yana cehennemin esfeline kadar olan bölüm Âlemü’l- Halk’tır.


Resim

İstiğase: Medet isteyiş. Yardım istemek.
Lâkayd: Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
Tenasüh: İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları. * Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi
Mu’tezile: Aklına güvenerek ve "kul, fiilinin hâlikıdır" demekle hak mezheblerden ayrılan bir fırka. Bunlar dalâlet fırkalarının birincisidir. Vâsıl İbn-i Atâ nâmında birisi buna sebeb olmuştur. Bu kişi Hasan Basri Hazretlerinin talebesi iken, günah-ı kebireyi işleyen bir kimsenin ne mü'min ve ne de kâfir olmayıp, tövbesiz âhirete giderse ebedi cehennemde kalacağını söyleyerek hocasından ayrılmıştır. İtizal etmiştir. Mu'tezile tâifesi: "İnsanlar kendi ef'âl-i ihtiyâriyelerini halkederler" diyerek, bu fiillerde kaza ve kaderin tesirini inkâr ederler. Kendilerine kaderiyeciler de denmektedir.


Resim

Ya cennet bahçesi veya ateş çukuru:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur." buyurdu.
(el-Akidetu’t-Tahaviye,1/169; Ahmed b. Hanbel, el-Akide, s.64-76; el-lalekâî, İtikadu ehli’s-sünne, 1/156, 158, 166-şamile).

Aşağıdaki hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere, Rabbimiz ve Peygamberimiz (asv) ile ilgili ilk sorgulama kabirde başlayacaktır.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.” buyurdu.
(Tirmizî, Kıyamet, 26).

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ölü kabre konduktan sonra, Münker ve Nekir adında iki melek gelip Peygamber Efendimizi (asv)kastederek ‘Bu adam hakkında ne düşünüyorsunuz?’ diye sorarlar. Mümin kimse daha önce/ dünyada iken dediği gibi der: ‘O Allah’ın kulu ve resulüdür. Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve resulüdür.’ Melekler; ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk’ derler ve kabrini genişletip aydınlatırlar. Münafık -ve kâfir- kimse ise, bu soruya ‘Bilmiyorum’ diye cevap verir. Melekler ona da ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk’ derler. Yere denilir, o da adamın kaburgalarını iç içe geçirecek şekilde onu sıkar ve kıyamete kadar orada azap çeker.” buyurdu.
(Buharî, Cenaiz, 87; Tirmizî, Cenaiz, 70; -hadis meali özet olarak Tirmizi’den alınmıştır).

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ölünün defninden sonra ölüye telkin vermenin müstahap olduğuna dair rivayetler vardır. Telkinlerin başında Allah’ın rububiyeti gelir: Ölüye hitaben: “De ki: Rabbim Allah’tır, Dinim İslam’dır, Peygamberim Muhammed (a.s.m)’dir” buyurdu.
(Neylu’l-evtar, IV/89).

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah iman edenleri hem dünyada hem ahirette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar”(İbrahim, 14/27)’ âyeti kabir sorgusu ile ilgili olarak nazil olmuştur. Ona denilir ki; ‘Rabbin kim?’ o da ‘Rabbim Allah’tır, dinim Muhammed’in(a.s.m) dinidir.” İşte “Allah iman edenleri hem dünyada hem ahirette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar’ ayeti bu sağlam söze işaret etmektedir.” buyurdu.
( Bera b. Azib ‘den; Müslim, Cennet, 73; Nesâî, Cenaiz, 114; Tirmizî, Tefsir, 14).

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavlis sâbiti fil hayâtid dunyâ ve fil âhıreh(âhıreti), ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâ’(yeşâu).: Allah âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) sabit sözle dünya ve ahiret hayatında sebat ettirir. Ve zalimleri dalâlette bırakır. Allah dilediği şeyi yapar.(İbrahim, 14/27)

d. Tirmizî, İbn Mace ve Hakim’in rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte ise şöyle bildirilmiştir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kabir, ahiret menzillerinden ilk menzildir. Eğer kişi ondan kurtulursa, artık ondan sonrası daha da kolay olur. Eğer ondan kurtulmazsa, ondan sonrası daha da sıkıntılı olur." buyurdu.
( Tirmizî; İbn Mâce ; Hakim; Kenzu’l-ummal, h. No: 42504).

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yedi kat gök ile yedi kat yerin Kürsî karşısında büyüklükleri, ancak bir çölün ortasına atılmış bir kapı veya yüzük halkası kadardır. Arş’ın da Kürsî’ye göre büyüklüğü, o çölün o halkaya nazaran büyüklüğü ölçüsündedir.” buyurmuştur.” [Buhari] . Ebu Zer’in rivayet ettiği bir hadis de Kürsi’nin arş karşısındaki durumunu belirler: “Arş içinde Kürsi, yeryüzünde bir çölün içine atılmış demir bir halka (yüzük) kadardır” buyurdu.
(İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azım, I, 309)

Resim

Ruhun aslı “Âlemü’l- Emr”dendir.:
Âlem-i Emir: Sâdece bir emr-i İlâhî ile işlerin hemen olduğu âlem. Yaradılışa ait kanunlar âlemi.

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).: Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.” (İsrâ 17/85)

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm(nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul azîm(azîmu).: Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur (Sadece O vardır). Hayy'dır Kayyum'dur. O'nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O'nundur. Onun izni olmadan, O'nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O'nun lminden, O'nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), kendisine zor gelmez ve O Alâ'dır (çok yücedir), Azîm'dir (çok büyüktür).(Bakara 2/255)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hülasa kardeşlerimiz;
Arş’ın ötesi Âlemü’l- Emr dir. Hattaki Âlemü’l- Emr’den gelecek olan Ruhu’l- Akdes aleyhisselâm İsrafile gereken emirleri verir, İsrafil aleyhisselâm ise mâiyetinde olan Cebraile aleyhisselâm, Mikaile aleyhisselâm, Ezraile aleyhisselâm görevli oldukları hususlardaki emirleri tebliğ eder.

Âlemü’l- Emr bilinemez. Âlemü’l- Emr karşısında Arş ve muhteviyatı bir damlacık bile değildir. Onun için, Allahü Zülcelâl azamet, kudret ve hükümlerini bir nutfeden var olmuş bir beşerin tasavvur etmesi mümkün değildir. Onun için cehennemden cennete kadar tamamen halktır. Ruh ise Âlemü’l- Emr den halk olmuştur ve lahutîdir. (Uluhiyyet âlemine ait), Nasutî (mahlukiyet âlemine mensub) değildir. Nasut olan beden, nefis ve kalbimiz gibidir. Fakat ruh Lahutîdir. Âlemü’l- Emr’den olduğu içinde ölmeye mahkum değildir. Hiçbir zaman ölmez. Yaratılmış ve berzah âlemine yerleştirilmiş, “Elestü bi rabbiküm” devresinde ictima’ olmuşlardır. Ne mal olduklarını yarar ve zarar, itaatkâr veya inkârcı oluşları “elestü bi rabbikum” devresinde bir seçenek yapılmıştır. Ve tekrar Âlemü’l- Berzah’daki petek gibi olan yerlerine yerleşmişlerdir. Ne zamanki bir kimse ana rahminde tekmil oldu ise üç defa 40 gün ki 120 gün sonrası 122. gün oldu mu ruh kalıbına bedenine gelir girer. Onun için Âlemü’l- Berzah’ın olduğu yerdeki nasıl ki İsrafil aleyhisselâm “nefhatün fi’s sûr” olunca petek gözleri gibi yerlere yerleşen ruhları üfürünce her ruh kabrinde cesedini bulur ve onu kaldırır.

Onun için, Âlemü’l- Berzahta bekleyen ruhlar henüz bir şey işlemedikleri için hepisi eşittir. Yalnız ezelde ne oldu ise, tenafür veya tearûf hangi seçeneği seçti ise الارواح جنود مجندة :“Ervah âdetâ bir asker gibidir.”Bir kimse bir kimseyi orada tearüf etti (tanıdı) ise buraya geldiklerinde de birbirlerini tanırlar aralarında da ülfet olur. Ama o zamanda aralarında tenafür (hoşlaşmama) nefret etme oldu ise buraya gelişlerinde de birbirlerinden hoşlaşmazlar.

Hülasa ruh işi böyledir. Gerçi herkesler söylüyor Âlemü’l- Berzah vs. diye ama, ancak erbabı olanlar görebilirler. Orada ruhların meskenleri de vardır. Ne zaman ki vakti geldi ve bir kalıba ihtiyaç duydu ise o zaman bir melek tarafından getirilir ve ana rahminde kalıbına girer. Kemâliyet buluncaya kadar da sorumluluğu yoktur. Çünkü bu hayatta 3 kişi sorumlu değildir: Aklı olmayan deli, bülûğ çağına gelmemiş çocuk ve uyanmadıkça uyuyan kimsenin sorumluluğu yoktur. Bülûğa erince artık ruh, yarar veya zarar gereken işlemleri yapar. Ruh ile nefis karşı karşıya kalırlar ayni kabın içinde. Ruh lahutîdir, nefis nasûtîdir. Yapılarızıddır ve karşı karşıyadır.

Onun için kalbimizde iki kapı vardır ki; birisi açıkken diğeri mutlaka kapalıdır. Emme basma tulumba gibidir. Ayni anda ikisi Bir den açık veya kapalı olamaz. Daima birisi açık öbürüsü kapalıdır. Bu kapıların birisinde nefis - şehevat (her türlü aşırı istek, akl-ı maaş ve arzular) ve şeytan üçlüsü bulunur. Üçü bu kapıyı tutmuşlardır. Öbür kapıda ise Ruh-akıl-(akl-ı maad)- melek bulunur. Bu kapıyıda bu üçü tutmuştur. Bu kapıların durumlarımutlaka terstir. Birlikte işlemezler.

İşte ruhun hadisesi bu minval üzeredir. Ruh evvelâ kalıbına girmiş, insan bu dünyada yaşamış ne işledi ise işlemiş, seçeneklerini yapmış ve ölmüştür. Kabrine konulduğunda eğer ale’l iman ise melekler 7. ci gün üzerlerine varırlar ve o zaman tescil ederler ki:
كلا إن كتاب الأبرار لفي عليين { وما أدراك ما عليون { كتاب مرقوم {
يشهده المقربون { إن الأبرار لفي نعيم ( Mutaffifin / 18-22)
“Hayır, andolsun iyilerin kitabı İlliyyûn’dadır. İliyyûn nedir bilir misin? (O İliyyûn’daki kitab) içinde ameller kaydedilmiş bir kitabdır. O kitabı, Allah’a yakın olanlar görür. İyiler kesinkes cennettedir”
Böylece kendisi kayd ü kuyûd edilir. Eğer ehl-i iman değil ise Yemen Hadramud’undaki Berhud kuyusundan aşağı doğru esfeli safiline gider. Azab nisbetine göre yer tabakalarından birisini belki de cehenneme kadar varanlarda olabilir.


Resim

Lahutî: Uluhiyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle alâkalı.
Nasutî: Dünya ile ilgili, insanlığa ait, insanlıkla ilgili.
Nasut: İnsanlık. İnsanlar ve onlarla alâkalı şeyler.
Berzah âlemi: Berzah âlemi. Kabir âlemi. (Bak: Kabr)(Âlem-i ziyâ, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehriba, âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esir, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de, ihtilâlsiz, müsâdemesiz küçük bir yerde içtimâ ederler.
Âlemü’l- Emr: Sâdece bir emr-i İlâhî ile işlerin hemen olduğu âlem. Yaradılışa ait kanunlar âlemi.
Tenafür: Birbirinden kaçmak. Ürkmek. Uzağa çekilmek.
Tearrûf: Bir şeyi araştırarak öğrenme.
Bülûğ: Erginlik. Olgunluk. Çocukluk devresini tamamlayıp ergenliğe geçiş. Ergenliğe ulaşan genç, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi farzlarla mükellef (yükümlü) olur. *
Akl-ı bülûğ: Erginlik. Olgunluk. Çocukluk devresini tamamlayıp ergenliğe geçiş. Ergenliğe ulaşan genç, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi farzlarla mükellef (yükümlü) olur.
Akl-ı maad: İrfan ve ilimle terbiye olan âhiretini düşünen akıl. Geleceği kavrayan akıl.
Akl-ı maaş: Aklın en alt tabakası. Dünyada geçim işini düşünen akıl.
Akl-ı Silm: (Hiss-i selim) İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikatı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren akıl ve düşünüş. Normal ve müsbet düşünce.
Minval: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz
Ale’l- iman: İman üzerine.
Tescil: Sicile geçirme, deftere kaydetme. * Sağlamlaştırma.
Kayd: Kelepçe, bağ. * Bağlamak. * Bir şeyi bir yere yazmak. * Deftere geçirmek. * Sınırlamak. * Şart.
Kuyûd: (Kayd. C.) Kayıtlar. Resmi muâmelelerin veya her hangi bir şeyin kayıtları, deftere geçirilmeleri, yazılmaları.
Esfel-i Sâfilin: Sefillerin en sefili. Cehennem'in en aşağı tabakasındakiler.

Resim

Ana rahminde tekmil oldu ise üç defa 40 gün ki 120 gün sonrası 122. gün oldu mu ruh kalıbına bedenine gelir girer:

Resim---Abdullah b. Mes'ud radiyallahu anhu şöyle söylemiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize, (insanın yaratılış evrelerini): "Sizden birinizin yaratılışı” annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada bunun gibi “alaka” olur. Sonra yine bunun gibi “mudğa” olur. Sonra Allah bir melek gönderir ve kendisine dört şey emredilir: Rızkı, eceli, ameli ve said mi yoksa şaki mi olacağı(nın yazılması)...” buyurdu.
(Buhari, Sahih, Kitabü Bed'i'l-halk (Babu zikri'l-melâike) 6/303, Hadis No:3208; Kitabü'l-Enbiya 1, VI/363 Hadis No:3332;Kitabü'l- Kader 1, XI/6594; Kitabü't-Tevhid 27, (Kavlühü Teâlâ ve lekad sebekat kelimetüna) XIII/440; Ebu Davud, Sünen, Kitabü's-Sünne 16 (bab fi'l-kader) II/530; Tirmizi, Muhammed b. İsa b. Sevra(Ö:279H/892M) el_Câmi', Dâru'l-Fikr, Beyrut 1980, V C, Kitabü'l-Kader 4, III/302, Hadis No: 2220; Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî (Ö.241H/855M), el-Müsned, VI C, Dâru'l-Fikr, Beyrut,I/382,430.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Sizden birinizin yaratılışı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra onda bunun gibi “alaka” olur.¨ Sonra yine bunun gibi “mudğa” olur. Sonra ona melek gönderilir ve kendisine ruh üflenir. Meleğe dört kelime emredilir: Rızkı, eceli, ameli ve said mi yoksa şaki mi olacağı(nın yazılması)..." buyurdu.
(Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2643, IV/2036)

Resim---Huzeyfe b. Esîd radiyallahu anhu, rivayetine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Nutfe, rahimde kırk yahut kırk beş gecede yerleştikten sonra, üzerine melek girer ve: “Ya rabbi, Şaki mi olacak, said mi?” diye sorar ve bunlar yazılırlar. Tekrar: “Ey Rabbim, erkek mi olacak yoksa dişi mi?” diye sorar. Bunlar da yazılır. Ameli, eseri, eceli ve rızkı hep yazılır. Sonra sayfalar dürülür. Artık o sayfalara ne bir ekleme yapılır ne de onlardan bir şey eksiltilir." buyurdu.
(Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2644, IV/2037; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/7.)

Resim---Huzeyfe b. Esîd radiyallahu anhu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir: "Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir. Melek ona şekil verir; kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiklerini yaratır. Sonra: “Ya Rabbi, erkek mi olacak, dişi mi?” diye sorar. Rabbin dilediğine hükmeder, melek de yazar. Sonra: 'Ya Rabbi eceli?' der. Rabbin dilediğini söyler. Melek yine yazar. Sonra: 'Rızkı?' der. Rabbin dilediğine hükmeder. Melek yine yazar. Sonra melek, yazılan sayfa elinde olduğu halde çıkar. Emrolunduğunun üzerine hiçbir ekleme yapmaz ve ondan hiçbir şey eksiltmez." buyurdu.
(Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2645, IV/2037.)

Resim---Huzeyfe b. Esîd radiyallahu anhu, kulaklarıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir: "Nutfe, rahimde kırk gece kalır. Sonra melek ona şekil verir..." buyurdu.
(Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2645, IV/2037.)

Resim---Huzeyfe b. Esîd radiyallahu anhu, kendisine ref' ederek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah, kendi izniyle bir şey yaratmak dilediği vakit, rahime müvekkel bir meleği, kırk küsur gece dolunca gönderir..." buyurdu.
(Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2645, IV/2037.)

Resim---Cabir b. Abdillah radiyallahu anhu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Nutfe, rahimde kırk gün yahut kırk gece karar kıldığı zaman Allah ona bir melek gönderir. Melek: “Ya Rabbi, rızkı nedir?” der..." buyurdu.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/397.)

Resim

Âlemü’l- Emr’den gelecek olan Ruhu’l Akdes:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ ۖ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا
Resim---Veyes-elûneke ‘ani-rrûh(i)(s) kuli-rrûhu min emri rabbî vemâ ûtîtum mine-l’ilmi illâ kalîlâ(n): Sana ruh'tan sorarlar; de ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.” (İsrâ 17/85)

Elestü bi rabbiküm:

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”
(A’raf 7/172)

كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ
Resim---Kellâ inne kitâbel ebrâri lefî illiyyîn(illiyyîne).: Hayır, muhakkak ki ebrar olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin, hidayette olanların) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin'dedir (zemin kattan 7 kat yukarıda olan birinci âlemdeki kader hücrelerindedir).” (Mutaffifin 83/18)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ
Resim---Ve mâ edrâke mâ ılliyyûn(ılliyyûne).: Ve illiyyin'in ne olduğunu sana bildiren nedir?(Mutaffifin 83/19)

كِتَابٌ مَّرْقُومٌ
Resim---Kitâbun merkûm(merkûmun).: (O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır (kayıttır, insanların hayat filmidir).” (Mutaffifin 83/20)

يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ
Resim---Yeşheduhul mukarrebûn(mukarrebûne). : Ona, mukarrebin (yakın olan melekler) şahit olurlar.” (Mutaffifin 83/18-22)

إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
Resim---İnnel ebrâre le fî naîm(naîmi).: Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni'metler içindedir.” (Mutaffifin 83/21)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).: Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın! (Sâd 38/72)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).: Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.(Secde 32/9)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hülasa kardeşlerimiz;
Fırka-i Nâciye kitabımızda bu hususda ma’lümât verilmiştir.
Fakat buradaki gâyemiz Vehhabî ve benzerlerinin kabir hayatı karşısında lâkayd oluşları ve sanki, “Kabir azabı vs. yokmuş, ölmüş gitmiştir ve geride azalarıkalmıştır” demelerine cevabdır.
Şimdi ise ruhun elastikiyetini ve yapısını anlatayım. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Bir kimse eğer abdestli olarak yatarsa Lahutî olan ruhu vatanı olan âlemü’l- emri arzular ki, “vatan sevgisi imandandır” buyuruluyor ama hadisin derecesine henüz bakmadım.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dahi vatanı olan Mekke’ye dair böyle buyurmuştur.
İşte Ruh da aslî vatanı olan Emr Âlemi’ni arzularda çok elastik yapısı olan ruh burun yoluyla süyer, uzar ve ta Arş’a kadar ışık gibi gider. Vatanı Arş’ın ötesi olunca Allahü Zülcelâl kendisine bir düstur (izin) verir de secde edebiliyor. Onun için abdestli yatarsanız ruhunuz arşa vardığı zamanda secde emredilirse secdeyle müşerref olursunuz. Abdesti yoksa secde edemiyor. Ruh kendi vatanına karşı o kadar da hevesli ki, elastik oluşu sebebiyle oraya kadar bedeninden ayrılmadan uzayabilip süyebiliyor. Dikkat edinizki kalıbını bırakıp âlâkasını kesmiyor. Eğer kalıbından ilgisini ve bağlılığını keserse gaz lambası içindeki fitilin gazdan çıktığında tamamen sönmeye mahkum olduğu gibi söner ve beden ölür.
Ruh irtibatı keserse o beden de ölmüş demektir. Ruh hayatta olduğu sürece bedeniyle bağlılığını kesmeden Arş’a kadar uzayabiliyor ise vefât ettikten sonrada kabri ile irtibâtını asla kesmiyor. Kabir den uzayarak çıkış ve dolaşım yapabiliyor. Ancak, hayatta iken kul borcu varsa kabrinde hapsediliyor. Hiç bir yere gidemiyor. Esir değilse makâmina göre 1. ci gökten 7. ci göğe ve cennete kadar gidebiliyor. Ama, kabriyle hiç bir zaman irtibâtını kesemez.

Bu şaşkın insanlar neyesine dayanarak bu şekilde “gelmiş geçmiş, ölmüş gitmiş”hesabı içindeler bilmiyorum. Halbuysa ne demek Allah aşkına, daha gelecekte istikbâlimizde sorumluluklarımız vardır. Hesabımız, kitabımız vardır. Nasıl oluyor da böyle şuursuzca kabirlere hiç bir değer ve kıymet vermiyorlar. Çok kıymetli olan Aleyhisselâtü ve’s selâm, diğer nebîler aleyhumusselâm, sahabeler, saadatlar, analarımız, babalarımız için ölmüş gitmiştir diyebiliyorlar.
Bu nasıl inanç nasıl i’tikaddır? Ruhların bu dünyada da kabirleri ile irtibatlarıvardır. Ve arş’a kadarda makamları vardır. Asla kabirleriyle kesilme inkita’ olamaz. Ruhlar elastikidir ve uzama özelliğine sahibdir. Işık gibidir. Allahü Zülcelâl böyle yaratmıştır ruhları.

Yok eğer ehl-i iman değilde ehl-i küfr üzere gitmişseler onlar bir karış dahi yukarı çıkamazlar ve haramdır. Gayr-i müslim olanların ruhları asla göklere ayak basamaz. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem teşrif ettikten sonra şeytanların dahi ayaklarıgöklerden kesilmiştir. Ne şeytan ne de gayri müslim olan ins ve cin asla göklere ayak basamazlar. Onlar anasır-ı erba’a içinde bulunurlar. Onun için bu kâfir ve zâlimlerin irtibatlarıancak yer altında ve cehenneme kadar yolları olup Arz’ın 7 tabakasından her bir tabaka aşağı indikçe azab şiddetlenir ve artar. Tâ ki cehenneme varıncaya kadar. İşte gayri müslim olanların ruhlarının halleri budur. Kabrinden irtibâtını kesmez ve azabın şiddetini de yine kabrinde çeker. Ehl-i iman olanların ruhları ise kabrinden irtibâtını kesmemek şartıyla dolaşabilir, ziyâret ve teanüm (ni’metlenme) edebilir ki onların hâlide böyledir. Kabri basitten alıp bir kemik çukuru sanmasınlar. Başı boş olup ölenlerin hiç bir fayda ve zararlarıyoktur sanmasınlar. Tıpkı Dehriyyunlar gibi. Bu anlatmış olduğumuz gibi olanlar kabir hayatını mühimsemeyen veya inkâr edenler gibi olanlar ya Mu’tezile ya da Tenasüh inancı olanlardır.

Bu sapık fırkaların hepside ehl-i sünnet ve’l cemaat akidesi dışında olup kendi aralarında yakınlıklarımevcûddur.

Nitekim, Hafız İbnü’l- Kayyume El Cezvi“Kitabü’r- ruh” da şöyle buyuruyor: “Esâsen ruh lahutî olduğu için mutlaka ve mutlaka öbür âleme heveslidir. İyi şeyleri arzular ve dünyadan hiçde hoşlanmaz. Çünkü dünya onun makamı ve yeri değildir. Öbür âleme heveslidir. Gel velâkin anasırdan müteşekkil olan nasutî nefis gelip de işe karışınca o dünyayı haliyle çok sever. Çünkü, dünya onun sevgilisi, makamı ve yeridir. Ruh kısmında akl-ı maad ve melekler vardır. Nefis kısmında ise şehevat ve şeytanlar vardır. Artık kim galib gelirse onun hükmü işlenir. Nefs galib gelirse zavallı ruh sahibsiz ve etkisiz kalıyor. Çünkü gücü yetmiyor. Eğer, ruh galib gelirse Allahü Zülcelâlin izni ve inâyeti ile her iki âlemde de kazanmış olacaktır.

Kardeşlerimiz; onun için kabirlerde halihazır ruhlar mevcûd olup, gelip gideni bile tayin edib ve ayni zamanda azab ya da ni’metler içinde olup dururken nedir bu sapıkların sözleri ve işleri?
Vallahü’l- azim Ebu Hüreyre radiyallahuanhu buyuruyor ki; gelirlerde kabirlerine yatak sererler o kadarda kıymet ve değer verirler ki o kadar olsun. Evet bakınca görüntüsü basit bir mezar amma:
روضة من رياض الجنة Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Bunları nasıl inkâr ederler?

Esâsen biz Vehhabî fırkasını koyacak bir kab bulamıyoruz aslında.
Allahü Zülcelâl bizleri salah etsin. Âmin!.


Resim

Lâkayd: Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
Elastikiyet: Fr. Esnek, toplanıp çekilir, uzayıp kısalan.
Lahutî: Uluhiyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle alâkalı.
İrtibat: Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.
Teşrif:. Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmakMüşerref: Şereflenmiş, şerefli. Herkesce kıymetli.
İ’tikad: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
Dehriyyun: Dehr ve zamana dair ve müteallik. DEHRİYE : Devre ait. Zamana dair ve müteallik. * Âlemin ezelî ve ebedîliğini iddia edip âhirete inanmıyan münkir ve imansız bir fırka.
Mu’tezile: Aklına güvenerek ve "kul, fiilinin hâlikıdır" demekle hak mezheblerden ayrılan bir fırka. Bunlar dalâlet fırkalarının birincisidir. Vâsıl İbn-i Atâ nâmında birisi buna sebeb olmuştur. Bu kişi Hasan Basri Hazretlerinin talebesi iken, günah-ı kebireyi işleyen bir kimsenin ne mü'min ve ne de kâfir olmayıp, tövbesiz âhirete giderse ebedi cehennemde kalacağını söyleyerek hocasından ayrılmıştır. İtizal etmiştir. Mu'tezile tâifesi: "İnsanlar kendi ef'âl-i ihtiyâriyelerini halkederler" diyerek, bu fiillerde kaza ve kaderin tesirini inkâr ederler. Kendilerine kaderiyeciler de denmektedir.
Tenasüh: İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları.
Akl-ı maad: İrfan ve ilimle terbiye olan âhiretini düşünen akıl. Geleceği kavrayan akıl.
Vehhabî: Muhammed İbn-i Abdulvehhab nâmında birisinin sebeb olduğu İslâmî bazı mes'elelerde ifrat gösteren ve dört hak mezheb hâricinde bir mezhepten olan. Fıkıhta Hanbelî, itikadda İbn-i Teymiye'ye bağlıdırlar. Tarikatlarına Muhammediye ismi verirler.


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim abdestli olarak yatarsa,ibadet edici olarak yatmış olur.Ruhu da Allah’a secde edici olarak uruc eder (yükselir), göreceği rüya da sadık bir rüya olur.Böyle olmazsa tabii ki bu imkanlara sahib olamaz.” buyurdu.
(Ramuz El Ehadis-Hadisler Deryası)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Abdestli yatanın ruhu Arşa yükselir ve gördüğü rüyalar doğru olur. Abdestsiz yatanın ruhu yükselmez, gördüğü rüyalar, karışık olur, doğru çıkmaz.” buyurdu.
(İmam Gazalî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir kimse abdestli olarak yatarsa, geceyi bir rahmet meleği ile geçirir. O kişi uyanır uyanmaz melek; ‘Allah ‘ım! Falan kulunu bağışla, çünkü o geceyi abdestli geçirdi, diye dua eder.” buyurdu.
(İbn Hibban)

Cennet bahçelerinden bir bahçedir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur" buyurdu.
(Tirmizî, kıyamet, 26)

Resim

şeytanların dahi ayaklarıgöklerden kesilmiştir:

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاء بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ
Resim---Ve le kad cealnâ fis semâi burûcen ve zeyyennâhâ lin nâzırîn(nâzırîne).: Andolsun ki; Biz semada burçlar kıldık. Ve bakanlar için onu süsledik.” (Hicr 15/16)

وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ
Resim---Ve hafıznâhâ min kulli şeytânin recîm(recîmin).: Ve Biz, onu taşlanmış (kovulmuş) şeytan(lar)ın hepsinden muhafaza ettik. (Hicr 15/17)

إِلاَّ مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُّبِينٌ
Resim---İllâ menisterakas sem’a fe etbeahu şihâbun mubîn(mubînun).: Ancak kim duyma hırsızlığı yaptıysa (gaybî bilgileri çalmak istediyse), o zaman onu açıkça yakıcı bir ateş parçası takip etti.(Hicr 15/18)

Emr Âlemi:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ ۖ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا
Resim---Veyes-elûneke ‘ani-rrûh(i)(s) kuli-rrûhu min emri rabbî vemâ ûtîtum mine-l’ilmi illâ kalîlâ(n): Sana ruh'tan sorarlar; de ki: 'Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.” (İsrâ 17/85)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz kardeşlerimiz;
“Ruh bir bütündür. İkiye, üçe bölünemez.” الروح جزء لاتتجزأ
Elastiktir. Fakat asla kesilip parçalanıp bölünemez. “Ruh icâbında hata işler kâfirlerle irtibat kurar. Diğer taraftan taat işler mü’minlerle irtibat kurar” dense o zaman ruh iki parçaya ayrılmış demek olur ki bu mümkün değildir.
Ruh, tek bir vücuddur. Cüz’e ayrılamaz. İki cüz’ olamaz. Evet, elastikiyeti çoktur. Hatta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: فى الرفيق الأعلى Refik-i âlâ da olmasına rağmen bir kimse kabrine varsa da:
السلام عليك يا رسول الله
diye selâm verdiği anda cevabını verip selâmı aynı anda iade edebiliyor.
İşte ruh-u şerifi’nin bir yönü. Refik-i âlâda bir yönü de Kabr-i Şerif’inde Ravza-i Mutahhara’da olup esâsen geleni gideni biliyor selâmlarını alıp iâde de edebiliyor. Nasıl oluyor derseniz, Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mİsâl vermişti ki; Güneş gibidir. Yeter ki açıklık olsun her bir yere şavkı ışığı gelip duruyor. Nerde olursa olsun ışığı yaygın durumdadır. 4. cü gökten ışıkları nasıl ki yeryüzünün her zerresine geliyorsa ruh da böyledir. Ruh için bu mİsâli vermişler ve: الروح جزء لاتتجزأ “bir cüz’dür iki cüz’”olamaz yani inkita’ya uğrayamaz. Karşısına ister şer ister hayr gelsin ruh daima bir vücûddur. Ne yapacaksa onu yapar. Yoksa, bir kısmı hayr’a bir kısmı şerre sahip çıksa ikilik çıkar.
Anlayacağınız şu ki, Ruh kabından asla irtibâtını kesmez, yükselebileceği makama kadar güneşin ışığı gibi gidebilir.

Aziz kardeşlerimiz;
Aleyhisselâtü ve’s selâmın buyurduğuna göre; bir mü’min yatağında olmasına rağmen ruhu, vücûdu ile alâkasını kesmemek sûretiyle Arş’a kadar çıkabiliyor. Elastikiyetini de güneş ışığına benzetmişlerdir. Güneş ışığıda cüzler ayrılıp bölüm bölüm olamaz. Nerde açıklık varsa ışık verir. Ruhda bölünüp inkita’ya uğramaz. Onun için Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ruhuda hem Ravza-i Mutahar’ada hem de Refikü’l- Âlâ’dadır. Gelen gideni tanıyıp selâmlarını alır ve cevab verir. Kadir-i mutlak olan Allah herşeye kadirdir. Allahü Zülcelâl Kelâmullah’ında nebîler dahi değilde şehid olan kişiler hakkında buyuruyor ki:

ولا تحسبن الذين قتلوا في سبيل الله أمواتا بل أحياء عند ربهم يرزقون
“Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Doğrusu onlar Rableri katında diridirler. Cennet meyvalarından rızıklanırlar.”

Bu âyet-i celîleye ne diyecekler?
Nebî değilde onun çok altında olan şehid için böyle buyuruluyor. Rasûllerin rasülü olan Sallahü Teâlâ aleyhi vesellem için çok mu görüyorlar?
Bir Gazvede şehid olan bir mü’min için: “Siz bunları, ölmüşte sanmayınız. Allah nezdinde yerler içerler” de buna rağmen kabirlerinden âlâkalarını hiç de kesmezler.
Vehhabîlerin bu yanlış inanç ve i’tikadlarıçok, çok ağır bir meseledir. Eğer onların hezeyanlarıgibi eğer, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ölmüş gitmiş de hiç bir tasarrufu kalmamış ise geleni gideni göremiyor, bilemiyorsa, bir şehid kadar bile olamamışsa çok yazık olur. Bu inançda olanlar O’nda hiç bir şey bulamamışlar ki, tard ediyorlar. Bu inançta oluş Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kıymet ve değerini bilemeyenler öbür âlemde de elbette hiç de onu bulamazlar.
Zirâ, burası imtihan diyarıdır. Yararımızı, zararımızı hesabımızı kitabımızı bu dünyada hazırlayıp, ayarlayıp da gideceğiz ve öylecede karşılanacağız.
Orası hesab yeri orada başka bir şey yok. Hesab da ise buradaki yarar ve zararlarımızla karşı karşıyayız. Allahü Zü'l-Celâl bizleri böylesine fasid i’tikadlardan korusun. Âmin!.


Resim

Refik-i âlâ: En iyi, en yüksek refik. Cenab-ı Hak (c.c.)
Ravza-i Mutahhara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Elastikiyet: Fr. Esneklik. Elâstiklik.


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir kimse üzerime salât ü selâm okursa, ALLAH celle celâluhu onun selamını alayım diye bana ruhumu mutlaka iade eder.”
(Buharî, Ebu Davud)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bana selam verene, ben de selam veririm.” buyurdu. (Beyhekî, Ebu Davud)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.” buyurdu.
(Beyhekî, Ebu Yâ’lâ)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.” buyurdu.
(İbni Mâce, Ebu Davud)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben bütün insanların efendisiyim.” buyurdu.
(Buharî)

Resim---Ömer radiyallahu anhu sorar: “Ya Resûlallah! Ruhsuz bedenlere nasıl böyle hitap ediyorsun? Onlar bundan ne anlarlar? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Söylediklerimi onlar sizden daha iyi duyarlar. Ancak cevap veremezler" buyurdu.
(Buharî, Megazi, 8, Cenaiz, 87; Müslim, el-Cennet, 76,77; Nesaî, Cenâiz, 117)

Resim

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
Resim---Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne).: Ve Allah'ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.(ÂLi-İmrân 3/169)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Kardeşlerimiz;
Allahü Zülcelâl kitabında şirkedenleri ve küfredenleri ilân etmiştir. Neden müşrik ve kâfir olduklarını bildirmiştir. Fakat, Vehhabîler en basit bir nedenle, kabre ziyarete giderse, istiğase, ve istiane ederse veya şefaat dilerse hemen saf dışı ederler. Küfrüne hükmederler. “Ölmüş gitmiş âdetâ murdar gibi hiç bir zararı yararı olmaz.” derler.

Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti 73 fırka olup 1 tanesi Fırka-i Nâciye dir ki;
اناواصحابى عليها “Benim ve ashabımın yolu üzeredirler” buyurduğu fırkadır. Diğerleri ya dalalete, sapıklığa ya da küfre varırlar. Her sapık yolun başında bir şeytan vardır. Allah muhafaza etsin!. Âmin!.

Daha önce tenasüh ehli ve Mu’tezile ile alâkalı oluşlarını anlatmıştık. Şimdi ise Haricîye fırkası ile Vehhabîlerin alâkasını anlatacağız. Çünkü, Haricîlerin Müslümanları küfre eletmeye çok hevesleri vardır. Olur olmaz şeylerden ehl-i iman küfrüni hemen hüküm verirler.
Nitekim, Aleyhisselâtü ve’s selâm hadisinde açıkça belirtmiş ve bizâtihi Haricîlere atfetmiştir ki:
Hadis-i Şerif:
الحديث الشريف : روى البخارى عن عبدالله ابن عمر رضىالله عنهما فى وصف الخوارج انهم انطلقوا الى ايات نزلت فى الكفار فحملواهاعلى المؤمنين
Hadis meâli: Buharî, Abdullah İbn-i Ömer radiyallahuanhu’dan rivâyetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: Kur’ân-ı Kerimde olan müşrik ve kâfirlerle ilgili âyetleri (Havaric) Haricîler doğrudan doğruya mü’minlerin üzerine hamledip yüklerler. Demek ki Vehhabîler, Haricîlere daha yakındırlar. Künyelerini de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizâtihi vermiştir.
Hadisin râvisi şöyle buyuruyor:
فهذاالوصف صادق على ابن عبد الوهاب واتباعه
Eğer gerçekten İbn-i Abdulvehhab ve avanesinin dediği gibi tevessül etmek gerçekten müşriklik ve kâfirlik getirmiş olsa idi, Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisi ashabına asla müsaâde etmezdi. Ta’lim edip tevessül ve istigaseyi öğretmezdi. Öyle ya ashabı tevessül ve istiğaseyi tatbik edip dururken Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onları tekfir mi eder?
Men etmeden: اللهم انى اسئلك بحق السائلين عليك ve benzeri pek çoktur.
Bu husus ise ayrı bir mesele olup ilerde ma’lumat vereceğiz.

Aziz kardeşlerimiz;
İşte Havaric’in mezhebi işte Vehhabîler. Künyelerini de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vermiştir. Vehhabîler, Aleyhisselâtü ve’s selâmın kabrini ziyâreti, istiğaseyi iltica etmeyi ve şefaatı dahi tasvib etmeyip inkar ediyorlar. İnsaf artık insaf ki bir de Ümmet-i Muhammediz diyebiliyorlar. Allah bizlere şuûr versin. Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem bu kadarda buğuzkâr olup getirdiklerini küllemeye çalışan bu zümre mensublarını bu dünyada ne yapabiliyorsa yaparlar ama geleceğe inanmıyorsa bunlara birşey diyemeyiz. Ama, müslümanda diyemeyiz!.. Gerçi Allahü Zülcelâl ne ettiyse ezel etmiş. Biz ne kadar üzülsekte yazıklar olsun desekte olanlar ezel olmuş da şimdi zühur ediyor. İnsanoğlu ahsen-i takvim üzere halkedilmiş iken neden dalalete gidiyor!.. Ama, kader kaderullah, hidâyet hidâyetullah: من يهدالله فلامضل له ومن يضلل فلاهادىله Allah bir dalalete sevketti ise zülum mu etmiş hâşâ. Kendi ruhî fıtratlarında vardır. Elestü devresinde de seçenek yapıp mâliyetlerini ortaya koymuşlardır. İster mü’min ister kâfir ister münafık olsun ruhların seçenekleridir. Fırka-i Nâciye adlı kitabımızda da bu hususda ma’lumat vardır.

Şimdilik gâyemiz ise;
Vehhabîlik Mezhebinin insanlarıdalalete sevkeden bir yol üzere olduklarıhakkında ma’lumat vermektir. Bu zarurîdir ve mü’min kardeşlerimizin bilmeleri lâzımdır. Bilinmesi lâzımdır ki her âlemde deveran eden her ne varsa yoksa Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem hüneridir. O bizden hoşnut oldu mu her yerde geçerlidir. Ama, Vehhabîler gibi, hiçbir yetkisi olmayan, attal-battal olmuş, ziyaretine bile gerek görülmeyen, kendisine iltica edilmeyen ve şefaatı tanınmayan birisi kabul edilirse o zaman onlara sorulur ki siz gerçekten müslüman olduğunuzu mu sanıyorsunuz?

Ah kardeşlerim ah!
Esâsen Allahü Zülcelâl Habibini sallallahu aleyhi ve sellem âleme rahmet olarak getirmiştir:
وما أرسلناك إلا رحمة للعالمين
“Seni resûl olarak gönderen Allah sadece âleme rahmet olarak göndermiştir. Sertlik yoktur. Nikmet değil ni’mettir. Kimsenin üzerine külfeti yoktur rahmeti vardır. Hatta Ebu Hasani’l Şazeli şöyle buyuruyor: Nebîlerin hepsi rahmetten yaratılmışlar, rahmet ise Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem tâ kendisidir. Rahmetin kendisi Rasûlullahdır sallallahu aleyhi ve sellem Allahü Zülcelâl öyle buyuruyor:
وماارسلناك الارحمةللعالمين
Diğer nebîlerde Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem rahmetinden bölümler almışlardır. “Şüphesiz Allahü Zülcelâl insanlara karşı Rauf ve Rahimdir.”
إن الله بالناس لرءوف رحيم
“Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.”

Esâsen böyle olmayınca idâre edilemez. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise âlemlere rahmet olmuş “mü’minlere ise hem Rauf hem de Rahimdir.”
بالمؤمنين رءوف رحيم
Evet, Allahü Zülcelâlin kullarıiçinde kâfirde zâlimde mü’minde fâsıkda olacaktır. Buna rağmen idâre yönünden إن الله بالناس لرءوف رحيم (Hac / 65) dir. Yoksa başka sıfatlarıolsa idi kulları üzerine, hemen onları yok ederdi.

Hülasa kardeşlerimiz; Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir nimet-i âzimedir ve bu nimeti âzimenin kıymet ve değerini bilmek lâzımdır. Hele bilhassa ümmeti olarak yaratıp denkleştirdiği için Allahü Zülcelâle ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu ise Allahü Zülcelâlin takdiri ve nizamıdır. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem müstasnâdır. Tüm nebîler bir kefeye girseler dengi olamazlar. Nasıl ki Hazreti Ebu Bekir i Sıddık radiyallahuanhu hakkında: “İman olarak tüm ümmetimin imanı bir kefeye konsa O’nun imanı racihtir, ağır gelir” buyuruyor Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle olmasın mı? Elbette tüm insanların Âdemden aleyhisselâm kıyamete kadar olan insanların imanı bir kefeye konsa diğer kefedeki Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem imanı racih gelir. Böylesi bir Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem ümmet olmuşlar, Allah denkleştirmiş teşekkür edecekleri yerde inkâra kalkışıyorlar.
...لئن شكرتم لأزيدنكم ولئن كفرتم إن عذابي لشديد (İbrahim / 7)
“...Eğer şükrederseniz, elbette size (ni’metimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!..”

“Eğer bu Ni’met-i Azimeye şükrederseniz artırırım mükafatlandırırım. Velâkin inkara kalkışırsanız, nankörlük yaparsanız azabım şiddetli olur”, buyuruyor. Allahü Zülcelâl bizleri ni’metin kıymet ve değerini bilip şükrünü lâyıkı ile yerine getirenlerden eylesin. Âmin!.

İ’tiraf edeyim ki; bir çok Arab ve Müslüman devletlerin devlet idârecileri, krallar ve melikleri karşısında tavır ve davranışlarıve acâyib kelimelerle mehdü senâlar etmektedirler. Bizâtihi Suudî kralları için “Ba’de Allah = Allahdan sonra” diyerek bu kişileri Allah’dan sonraya alıp Cenâb-ı Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem dahi tanımıyorlarda bu kişileri Allahü Zülcelâlden sonra yetki ve salahiyetli görüyorlar ve “Sahibü’l- Celâla el muazzam” gibi kelimeler kullanabiliyorlar. Hâşâ “Celâl sahibi ve “Azim olan” gibi sıfatlarıbir insan için bir kral için kullanıyorlar. Vallahı bu gibi acayib kelimeleri hiç bir zaman ve hiç bir millette ne duydum ne de okudum!.
Az çok biliyoruz ve okuyoruz. Demek ki bu Suudî halkına böyle bir kral takdir edilmesi zülûm değilde Allahın celle celâluhu bir âdaletidir. Esâsen kıymet ve değer verilmesi gereken Aleyhisselâtü ve’s selâm olması gerekirken siz böyle mi edersiniz?
O halde sizin gibi kullarımın başına böylesini dikerim de onu dilinizin dönebîldiği kadar kelimelerle medh-ü-senâ edersiniz. Fakat, Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem gelince “kabr-i şerifinde ziyâret edeceğim” dediniz mi cevablarıhazır ve basittir: “O ölmüş ve gitmiştir”
Ben, öbür âlemde buna nasıl cevab verecekler bilemiyorum. Allahü Zülcelâl’in Habibi sevgili peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ‘i öylesine basitten almak gerçekten hayret edilecek bir şeydir. Halbuki bu âlemde de o âlemde de din, Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem üzerinde dönmektedir ve dönecektir de. Allahü Zülcelâl bizleri sevgili Resûlümüzden ayrı kılmasın.
Onun şefûk ve atûf olan rahmetine iltica ediyoruz ki, Habibinden sallallahu aleyhi ve sellem bizleri orada da ayırmasın!. Cümlemizi şefaatına nâil eylesin!.
Her zaman kalbimizde muhabbeti olarak veli ni’metimiz olarak bilmemizi nâsib eylesin. Âmin!.

Evet diyeceksiniz ki, Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem karşı muhabbetimiz sevgimiz nasıl olmalıdır? Hadisinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Allah ve Rasûlullahı sevmedikçe iman sahibi olmak şöyle dursun imanın tadını dahi göremez” buyuruyor. Onun için Allahü Zülcelâle muhabbeti olmakla beraber, beraberinde Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem muhabbetinin olması da şarttır.

Resim

İstiane: Duâ. Yardım istemek. İane istemek.
Tevessül: Allah'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak
Ta’lim: Öğretmek. Yetiştirmek. Alıştırmak. Belli etmek. İdman.
İstiğase: Medet isteyiş. Yardım istemek.
İltica: Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.
İ’tiraf: (İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.
Şefûk: şefik. Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sahibi. Merhametli.
Atûf: Çok acıyan, pek merhametli.
İltica: Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.

Resim

Rasûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem : “Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.” “O bir tâne kurtulan fırka kimlerdir yâ Resûlullah?” sorusuna: “Onlar benim ve ashâbımın üzerinde gittiğimiz yola gidenlerdir.” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, Îmân 18; Ibn. Mâce, Fiten 17; İ. Ahmed II/332)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hiçbiriniz beni anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olmaz.” buyurdu.
(Müslim, İman: 69)

Resim

وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا
“Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).: Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.” (Kehf 18/17)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne).: Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاء أَن تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“E lem tere ennallâhe sahhara lekum mâ fîl ardı vel fulke tecrî fîl bahri bi emrih(emrihî), ve yumsikus semâe en tekaa alel ardı illâ bi iznih(iznihî), innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm(rahîmun).: Allah'ın yeryüzündeki herşeyi size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmedin mi? Ve gemiler, denizde onun emri ile akıp gider. Ve Allah'ın izni olmadıkça semanın, arz üzerine (yeryüzüne) düşmesini önler (semayı arzın üzerine düşmemesi için tutar). Muhakkak ki Allah, insanlara Rauf'tur, Rahîm'dir.” (Hac 22/65)

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).: Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
“Ve iz te’ezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd(şedîdun).: Ve o zaman Rabbiniz size bildirmişti ki; eğer şükrederseniz (ni'metlerinizi) artırırız, eğer küfredenlerden olursanız muhakkak ki azabım şiddetlidir. (İbrahim 14/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim
sekiz köşe kasketin.. sağa-solma bakmadan vakur yürüyüşün..ve yolda hep İhlâs OKUyuşunla.. RUHun ŞâD OLsun Azîz Hocam.. Sizsiz çok sıkıcı bu düNya..

Aziz kardeşlerimiz,
Tevbe sûresinin 23. ve 24. âyetlerinin tefsirine bakınız ki, insanoğlunun seveceği şeyleri tek tek sıralamıştır. İyice inceleyiniz ki ALLAHü Zülcelâlin muhabbeti olmakla berâber Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem muhabbeti nasıl olması lâzımdır?

Tevbe /23:Ey iman edenler, eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dosd edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.”

Tevbe /24:De ki; Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler size ALLAH’tan, Resûlünden ve ALLAH yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık ALLAH emrini getirinceye kadar bekleyin. ALLAH fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”

Görüyorsunuz ki, ALLAHü Zülcelâl ve Rasûlullahdan sallallahu aleyhi ve sellem başkasını çok sevenleri fâsıklar olarak vasıflandırmıştır. من احب شيئا اكثر من ذكره “Bir kimse fazlaca seviyorsa çokça anar”

Bunlar ise; Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve selleme: “Ya Rasûlullah!” dememizden bir zarar görüyorlarsa, “yok şirktir, yok küfürdür!” sözlerinden bıktık usandık bunların. Ama kendi krallarına gelince vasıfladıkları kelimeleri islam inancı olan şuûrlu bir insan bir insan için asla kullanamaz.

ALLAHü Zülcelâl biliyor ki bunlardan hiç hoşlaşmıyorum.
Huzurullahda söylüyorum ve ALLAHü Zülcelâl şâhidim olsun ki, ben, Rasûlullaha karşı bu şekilde böylesine hınçla basitten alışlarından asla hoşlaşmıyorum ve nefret ediyorum. Asla tasvib etmiyorum ve reddediyorum.
Kral için “Ba’de ALLAH” kelimesi ne demektir?
ALLAHü Zülcelâlden sonra Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem geldiğini ALLAHü Zülcelâl Kitabullahta defalarca ilân buyurmuştur. Esâsen şirk olan; rastgeleye birisini haksız yere ALLAH’dan sonra gelen diye ilân etmektir.

Aziz kardeşlerimiz;
Bundan sonra ise Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem ait hadislerle tevessül-istiğase-ziyâret ve şefaat yönünden bitmez tükenmez hadisler mevcûddur ve bir nebzecik anlatacağız.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini çok sevmiş, sahib çıkmış ve en güzel yolları belirtip ma’lümât vermiştir. Hiçbir şeyi muglak bırakmamıştır.
İstiğase olsun, ziyaret olsun hele bilhassa şefaat yönünden nice hadisleri vardır.
Nasıl müslümandır bunlar ki Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatını istemiyor ve inkâr ediyorlar. Bunca hadisler ve sahabelerin hayatlarıortada iken. Cenâb-ı Rasûlullah dahi kendisinde bir şey görmüyor ve: اناالدليل والهادى الله “Ben sadece delilim hidâyet ALLAHındır” buyuruyor. Hidâyet ve iman ALLAHü Zülcelâle aittir. Hâşâ Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem peşinen ben hidâyete erdirir iman dairesine sokarım dese “İşte baksanız ya amucasına dahi medâr olamadı” derler.

Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisini şirkten men ederken hâşâ ALLAHü Zülcelâlle ortak çalışacak ve kendisine tapılmasını emredecek de bizde ziyâretine gidip ona tapacakmışız inancı; olsa olsa böylesi şuûrsuz, ahmak ve zındıkların inancıdır. Bu şekilde inanan, ehl-i sünnet ve’l- cemaat dairesi içinde Fırka-i Nâciye yolunda bir ferd bile yoktur. İnancı gereği olamazda. Her zaman söylüyoruz, “her derdin devası vardır ancak ahmaklığın devası asla yoktur.” Ancak, ALLAHü Zülcelâl onları ezelden ehl-i dalal yarattı ise ona da söyleyecek sözümüz yoktur artık!.

ALLAHü Zülcelâlin taht-ı tasarrufunda kullarının mahiyetini ezelden ve ervah âleminden bilmektedir.
Hiçbir şey yok iken o var etmiştir.
كان الله ولا شيئ معه وهو ألآن على ماكان عليه : “Hiçbir şey yok iken ALLAH vardı. Herşeyler var edildiğinde de yine O, O’dur.”
Hâşâ fazlaca yarattı diye noksanlaşacak, yorulacak, yetersiz kalacak diye birşey asla yok.
ALLAHü Zülcelâl:
اذااراد شيئا ان يقول له كن فيكون
(Yâsîn /82) “Birşeyi yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı “Ol” demekten ibârettir. Hemen oluverir” Kaf, Nun’a varmadan dilediği olur.
ALLAHü Zülcelâlin bir hükmü bir kararı olduğu anda sadece “KUN!” diye buyurur ve Kaf Nun’a varmadan oluverir.
فسبحان الذى بيده ملكوت كل شيئ واليه ترجعون (Yâsîn /83) Herşeyin mülkü kendi elinde olan ALLAH’ın şanı ne kadar yücedir! Sizde O’na döneceksiniz

Kudreti azim olan celle celâlihu kâinatı var etmiş, zamanı gelecek ki yok edip لمن الملك اليوم “Bu gün mülk kimindir? diye soracak ta hiç bir yerden ses çıkmayacak ve soluk yoktur. Mülk gerçek sahibine dönmüş olacaktır. Bu ise “Nefhatün fi’s sûr” olduğunda olacaktır.
ونفخ في الصور فصعق من في السماوات ومن في الأرض إلا من شاء الله (Zümer/68)
“Sûr’a üfürülmüştür de ALLAHın dilediği müstesna olmak üzere göklerde ve yerde kim varsa ölmüştür.” Burada ALLAHü Zülcelâlin dilediği bazı kimseler hariç denilenler cennet hurileridir. Yoksa yeryüzünde olan hiç bir kimse yoktur ki cevab verip de “mülk benim” desin hâşâ!
Esâsen herkes yok olmuştur, durgundur.

Onun için لمن الملك “Bu mülk kimindir? Bu kadar uğraştınız ettiniz benim mülküm filân falan dediniz de ne oldu?”
الملك اليوم لله الواحد القهار
(Mü’min / 16)

“Bugün hükümranlık kimindir? Kahhâr olan tek ALLAH’ındır.”
“Bugün mülk, Vâhidü’l- Kahhar olan ALLAHındır.”
buyuracaktır o gün gelince...

Aziz kardeşlerimiz;
Haricîlere “Haricî” lakabını biz çıkarmadık. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizâtihi İmam-ı Ali radiyallahuanhu devresindeki vâkıa’ karşısında, “ALLAHın hükmü varken başka bir hüküm çıkardın” diyerekten İmam-ı Alinin radiyallahuanhu küfrüne hüküm verdiler. Ve kıtallar devam etmiştir. O günden bu güne haricîler diğer fırkalardan daha beterdir. Zirâ 73 fırkadan sadece birisi Fırka-ı Nâciye ki, Ehl-i sünnet ve’l cemâat tir. ALLAHü Zülcelâlin emri ve Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem sünneti seniyyesini işleyen müstesnâ kimselerdir. Rasûlullah ve ashabının hükmettikleri hüküm ve işledikleri minvâl üzere yollarını uyar ve saf dışı çıkmazlar. Ama, bundan ötesi esâsen 72 fırkadan bazılarıaşırı derecede zararlıdır.

Bir kısmı dalalete bir kısmı küfre ve şirke eletirler. Velhasılı bir karış bile olsa Fırka-i Nâciyeden çıkıp da ayrıldığı takdirde Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem uyarıyor. Bir karış ehl-i sünnet ve’l- cemaat dışına çıktığı takdirde hılkında olan müslüman ve iman yasasını boynundan çıkarıp atmıştır. Hadisi şerifini ilerde anlatacağız.

Onun için Haricîyye Fırkası hepsinden beterdir. Dikkat ederseniz İmam-ı Ali radiyallahuanhu’dan beri senelerce devam etmektedir mütemadiyyen. Gerçi İmam-ı Ali kerremullahiveche devresinde onlarla harbler yaptı ve epeyce elef-telef etti. Ama sonunda İmam-ı Ali radiyallahuanhu yi de şehid etti Haricîler. Hali hazır Vehhabîlik mezhebi ise Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem buyurduğuna göre; Kur’ânda bulunan müşrik ve kâfirlerle alâkalı olan âyetleri müslümanlara hamlettiklerinde onlar için de Haricîler diye ünvan ve künye vermiştir. Onun içinde Vehhabîlik Fırkası diğer fırkalardan çok sapık ve câni durumdadır. Bu ana kadar zâlimlikte daha üstün olan fırka görülmemiştir. Çok, çok tehlikelidir ve acâyiptir.

Nitekim ehl-i kitabda islam dinini çekemediklerinden dolayı hem Kur’ân ahkâmlarına hem de Resûlüne sallallahu aleyhi ve sellem karşı olsun bu dini aşağı düşürmek ve yok etmeye imkanlarınisbetinde çalışmışlar ve çalışıyorlar da.
Ama Vehhabîlerin yaptıklarını o zaman Hicaz müftüsü ve olayların şâhidi olan zât: “Taif’de yaptıkları katl-ü-kıtalı hiçbir câni fırka yeryüzünde işlememiştir” diyor. Bunları tek tek anlatıyor. Vehhabîlerin günümüzde yaygın durumları vardır.
Memleketimizde de yaygındır. Herhangi bir müslüman kimse bunların davasına inanıp hükmüne uymaz ise derhal katline cevâz verip uyguluyorlar.
Tıpkı Haricîlerin yaptıkları gibi. Bunlarda Hizbü’ş şeytan ve benzerleri gibi; müslümanların canına, malına ve ırzına düşmandırlar. Bunlarda merhamet diye bir nesne de yoktur.

Nitekim Almanya'da bulunan ve kâfir diyarında onların mandası altında hilâfetini ilân eden kişi ağzını açtığı zaman “kefere” diye söyler. Elinden gelse Türkiyeyi tamamen yok edecek. Bu günümüzde müslüman kisvesi altında gözüken ama aslında ehl-i sünnet ve’l- cemaatın dışında olanlar çokçadır. İster tarikat adı altında ister halife adı altında isterse başka kisveler altında olsunlar sistemleri bu olduktan sonra, hangi hoca efendi olursa olsun, hangi tarikat sahibi şeyh olursa olsun, hangi cemaat olursa olsun ne farkeder. Ehl-i sünnetin dışına çıktı mı 72 sapık fırkadan birine veya birkaçına Bir den girmiş demektir. İnsanoğlu, çok kıymetli, değerli ve mükerremdir. Meleklerden çok üstündür.
ALLAHü Zülcelâl meleklerine: “Çok sevdiğim üstün meziyetli kullarım vardır” buyuruyor.

لقد خلقنا الإنسان في أحسن تقويم (Tin / 4)
“Andolsun ki biz insanı ahsen-i takvim (en güzel kıvamda) olarak halkettik.” İnanın ki, insanın hılkıyeti gibi hiçbir hılkiyyet yaratılmamıştır. İnsan hılkıyeti en azimi ve en güzelidir. Hatta kavga ederseniz yüzüne asla vurmayınız. Yüzünü na-hoş bir hale getirmeyiniz. ALLAH katında azimdir. Kâbesinden de çok üstün ve daha çok kıymeti vardır.

Aleyhisselâtü ve’s selâm:
لزوال الدنيا علىالله اهون من قتل مؤمن بغير حق
“ALLAHü Zülcelâlin yaratmış olduğu dünya ve içindeki muhteviyatının tamamen yok olması bir mü’minin haksız olarak öldürülmesinden çok daha basittir.” Bu dünyanın yok olması mü’minin haksız öldürülmesiden çok daha hafiftir ALLAH nezdinde. Mü’minin öldürülmesi ALLAH katında daha azimdir. Dünyanın yok olmasına bile önem vermez.


Resim

Kesad: Alış veriş durgunluğu. Kıtlık. Eksiklik. Verimsizlik.
Fâsık: (Fısk. dan) Günahkâr. Hak yolundan hâriç olan. ALLAH'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse
Ba’de ALLAH: ALLAHtan sonra..
Tevessül:ALLAH'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. Sarılmak. Baş vurmak. İnanmak. Sebeb tutmak.
İstiğase: Medet isteyiş. Yardım istemek.
Muglak: (Galak. den) Kapalı, kilitli. Anlaşılmaz, çapraşık söz.
Haml: Yük. Sırtına yük alıp getirmek. Kadının karnındaki çocuk. İsnad. Yüklenme.
Vehhabî: Muhammed İbn-i Abdulvehhab nâmında birisinin sebeb olduğu İslâmî bazı mes'elelerde ifrat gösteren ve dört hak mezheb hâricinde bir mezhepten olan. Fıkıhta Hanbelî, itikadda İbn-i Teymiye'ye bağlıdırlar. Tarikatlarına Muhammediye ismi verirler.
Ahkâm: (Hüküm. C.) Hükümler. Kanunlar. Nizamlar.
Cevâz: Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma.
Haricî: Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit. Zorba ve âsi olan. Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden. * Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri.
Kisve: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.
Hılk: Yaratılışla alâkalı, hilkatte olan evsaf.
Kisve: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.
Nezd: f. Yan. Yakın. Karib. Göre, nazarında, fikrince.


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kıyamet gününde insanlar arasında hükmü verilecek ilk dava, kan davalarıdır." buyurmuştur.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardanda yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Resûlüllah (s.a.v.), “Cemaat” diye cevap verdi.
(S.İbn-i Mâce, Fiten 17)

İmam Tirmizî (rh.)’nin rivâyetinde ise şöyle buyurulmaktadır:
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç, bunların tamamı ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.”
(Tirmizî, Îman 18)

Resim

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû âbâekum ve ihvânekum evliyâe inistehabbûl kufre alâl îmâni, ve men yetevellehum minkum fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).: Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.(Tevbe 9/23)

قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Resim---Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâratun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye'tiyallâhu bi emrihî, vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn(fasikîne).: De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.(Tevbe 9/24)

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun): Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe 9/128)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.: (Yâsîn /82)

فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---Fe subhânellezî bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûn(turceûne).: Her şeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Siz O'na döndürüleceksiniz.” (Yâsîn /83)

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ
Resim---Ve nufiha fîs sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh(şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn(yanzurûne).: Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.” (Zümer 39/68)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulkul yevm(yevme), lillâhil vâhidil kahhâr(kahhâri).: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." (Mü’min 40/16)

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).: Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde-kıvamda yarattık.” (Tîn 95/4)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Haydi, başka ehl-i kitab veya başka din mensubları hased fesad edip islam dinini düşürmek isterler. Ya bunların yaptıklarına bir bakınız evvela Cenâb-ı Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem basitten almaktalar. Ziyaretini meşru’ görmeyip: “Efendim kabrindedir, ölmüştür” deyip hiç bir değer vermiyorlar. Bu Vehhabîlerin hakikâten Kâbeden çıkarları olmamış olsa ve İslam cemaatının karşısında güç bulabilseler Kâbe’ye de “puttur” deyip yıkmaya kalkışabilirler. Bu da olabilir! Ama, güçleri yetmiyor bu işe kalkışmaya. Çünkü, Rabbımız Haccı emretmiş farzdır diye. Farz olduğu için Kâbeyi yıkmaya kalkışanların karşısına İslâm câmiası topyekün çıkar. Bunu biliyorlarda ses çıkarmıyorlar. Esasen İngilizler ajanları vasıtasıyla İbn-i Abdulvehhab’dan Kâbeyi yıkmasını taleb edip israr etmişler ama cesaret edememiş.

Mü’minlere karşı en beter şiddet ve gılzâtı bunlarda görüyoruz. ALLAH bizleri korusun. Fakat, çok yaygındırlar. Vehhabîlik kitablarıçokça gelmektedir. Hacca giden her müslümana bedava Vehhabîlik kasetleri ve kitablarını dağıtıyorlar. Ülkemizde de yüzlerce Vehhabî eserleri tercüme ettirilip İslam adı altında piyasaya sürülüyor. Vehhabîler çeşitli yollarla pek çok vatandaşımızı bu işin içine çekmişlerdir.

Onun için bize düşen ve hakkiyet olan iş şudur ki; ALLAHü Zülcelâlin yarattığı kullarına karşı katl-ü-kıtal ve zülûm ile, haksız yere basit nedenlerle, salavat getirmiştir diye öldürmek, “Yok şöyle yapmış öldürün. Böyle demiş hemen öldürün” demek. Dünyanın kuruluşundan beri görülmüş değil ve gittikçe de beter oluyor.
Onun için Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem boşa buyurmamış: الخوارج كلاب النار “Haricîye fırkası mensubları cehennemin köpekleridir” Ben söylemiyorum, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle buyurup künyelerini kendisi veriyor. Hiçbir sapık fırka Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem bu kadar gazub ve hınçlı olup O’nu yok etmeye çalışmamıştır.
Onun muazzam olan şanını ve kâinatın güneşi oluşunu hiçe saymışlardır.
O olmasaydı VALLAHu’l azim hiç bir şey olmazdı esâsen. İlk yaratılan Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem nurudur. Ve neler var ise O’nun nurundan yaratılmıştır. Arş da cennet de O’nun nurudur. Cennete girdiğimizde Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem nurundan olduğu için bize karşı daha beşaşeti ve hoş görülü olacaktır. Yani, cennet ümmet-i Muhammede daha beşaşetlidir. Cennete Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmeti girmeden başkasının girmesi haramdır. Âdem aleyhisselâm, Nuh aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm kim olursa olsun.
Esâsen merkez O’dur ve diğerleri O’nun misâfirleri sayılıyor. Bu kadar kıymeti, değeri, şanı ve şöhreti olup dururken nasıl oluyorda ziyâretini dahi meşru’ görmüyorlar? Müslüman ve Onun ümmetine mensub olan kimse böylesi bir cür’ete asla girmez. Velevki sapık ola. Elbette karınlarını para pul ile doldurdular ise ve dünyalarını âhiretlerinden daha üstün gördülerse ona bir diyeceğimiz yoktur. Yoksa, zerre kadar aklı ve imanı olan hiç bir kimse kendi resûlüne Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem karşı böylesi bir gılzât ve zıddıyet içinde katiyetle olamaz. Asla yararı olamaz ve muhakkak ki zararı olur. Âleme rahmet gönderilmiştir. Mü’minlere ise:
بالمؤمنين رءوف رحيم (Tevbe / 128)
Mü’minlere karşı Raufu’r Rahim” dir.
O’nu sevmeyecek bir müslüman ferd olamaz.
Meğere, dünyayı daha çok sever âhirete ve geleceğe inancı yoktur. Dünyanın verdikleri ile yetiniyorsa ona ne diyelim biz?

Aleyhisselâtü ve’s selâm onlara:

Hadis-i Şerif:
من خالف جماعة المسلمين شبرا فقد خلع ربقة الاسلام من عنقه

Hadis meâli:
Ehl-i sünnet ve’l- cemaat olan Fırka-i Nâciye, benim ve ashabımın yolu üzeredir. Kim bunun bir karış dışına çıkarsa İslam ve iman hukukunu boynundan tamamen çıkarıp atmıştır.

Hadis-i Şerif:
قال عليه الصلاة والسلام: يجيئ قوم يميتون السنة ويغلون فى الدين فعلى اولئك لعنة الله ولعنة اللاعنين والملئكة والناس اجمعين

Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Bir kavim meydana gelecek ki, benim sünnet-i seniyyemi yok etmeye çalışacaklar ve kendi kendilerine başka te’villere kalkışacaklar. Dinde çok ihtilaflar çıkarıp değişik değişik fırıldaklar çevirecekler. Onun için Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem yasası dışında katli caiz olmayan müslümanın katline hüküm vermek. Müslüman olan bir kimseye müşrik veya kâfir diye uydurma sebeblerle hüküm ve karar vermek. İşte bu minval üzere yürüyen sapıklara Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “ALLAH’ın meleklerin ve tüm insanların la’netleri o kimselerin üzerlerine olsun” buyuruyor.
Deylemî Ebu Hüreyre radiyallahuanhu’dan rivâyet etti.

Hadis-i Şerif:
من غشىامتىفعليه لعنةالله والملئكةوالناس اجمعين

Hadis meâli:
Benim ümmetim iki, Ehl-i sünnet ve’l- cemaat olup benim ve ashabımın yolu olan Fırka-ı Nâciye yolunun dışına kandırarak çıkarılırlar; ALLAHın, meleklerin ve tüm insanların lâ’netine uğrasınlar.
Sormuşlar ki; “Ya RasûlALLAH neyle ve nasıl kandırırlar acaba?” Cevaben buyuruyor ki:
قالو يارسول الله وماالغش قال ان يبتدع له بدعة يعملون بها
Sünnetimin yerine bi’datlar getirirler ve halkıda buna yöneltirler, ve böylece sünnetlerim günden güne yok olur yerine de bi’datlar geçer
. Kurtubî Evtad’ında Enes İbn-i Malik radiyallahuanhu’dan rivâyet etti.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: ان الله تعالى لايقبل لصا حب بدعة صوما ولاصلاة ولاصدقة ولاحجا ولاعمرة ولاجهادا ولاصرفا ولاعدلا حتى يخرج من الاسلام كما يخرج الشعرة من العجين

Hadis meâli:
Deylemî Enes İbn-i Malik radiyallahuanhu’dan rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Sünnetim dışına çıkıpta bi’datlar getiren kimsenin ne namazını, orucunu, sadakasını (zekat), haccını, ümresini, ne de cihadını farz veya nafile ne olursa olsun ibadetlerinin hiç birisini ALLAHü Zülcelâl kabul etmez ve geçersizdir. Sünnetleri dışına çıkıp da yerine bid’at getirenler için bunu bildirirken “Hattaki kılın hamurdan kolayca çıktığı gibi iman ve İslam dairesinden çıkar” buyuruyor.

Hadis-i Şerif:
لايقبل الله لصا حب بدعة صوما ولاصلاة ولاصدقة ولاحجا ولاعمرة ولاجهادا ولاصرفا ولاعدلا حتى يخرج من الاسلام كما يخرج الشعرة من العجين

Hadis meâli:
İbn-i Ma’ce’nin Huzeyfe radiyallahuanhu’dan rivâyet ettiği hadisde Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: ALLAHü Zülcelâl; sünnetlerimi yok edipte yerine bid’at getiren kimsenin kesinlikle namaz, oruç, zekat, hac, cihad, farz, vâcib, sünnet, nafile tüm ibâdetlerini kabul etmez. Hatta hamurdan bir kılı basitten çekip çıkardığın gibi İslam dininden çıkar ve dışında kalır.

Hadis-i Şerif:
اصحاب البدعة كلاب النار

Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Sünnetimi yok edib yerine bid’at getirip koyan kimseler esâsen cehennemin kelbleridir.

Hadis-i Şerif:
اهل البدعة شر الخلق والخليقة

Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: bid’at sahibi olanlar halkın arasında şerlilerin en şerlileridirler. Bunların üstünde şerli olan yoktur.

Demek ki; söylediklerimiz çok da değil bunlara. Hakikaten bunlardan beterini ne duyduk ne de okuduk ne de gördük. O kadarda canilik, Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem ezâ, cefâ edici, O’na getirilen salavattan tiksinen ve salavat getireni öldürmeye karar veripte öldüren görülmüş müdür? Bir müslüman, bir mü’min ve Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti bu! Muhammedîdir. Bunlardan daha beterini bulamıyorum esâsen. Evet şudur budur olmuş, ama kendi nebîsine böylesine ihânet ve gaddarlık yapan yeryüzünde duyulmamıştır. Başka nebîye mensubdur da Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem muhalefet edebilir. Bu olabilir. Ama, hem mensubuyum diyeceksin hem de bu kadar insafsızca gılzât göstereceksin o mübârek Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem bunu hiç duymadık biz.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: ثلث من السنتى الصلاة خلف كل امام لك صلاتك وعليه اثمه والجهاد مع كل امير لك جهادك وعليه شره والصلاة على كل ميت من اهل التوحيد وان كان قاتل نفسه


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Üç nesne sünnetimdir ve yasamdır. Herhangi bir imâmin arkasında namaz kılıp kılmamaya tereddüd göstermeyiniz, kılınız. Beşerdir hatası olabilir. Ama, “Ben bunun arkasında namaz kılmam” demeyiniz. Ehl-i sünnet ve’l- cemaatın kararı budur. Fâsık, fâcir de olsa fısk-ü-fücûru kendinedir senin namazın tamamdır. ALLAHü Zülcelâl onun fıskı yüzünden namazdan mahrum etmiyor. Namazın mükafatını veriyor. İmâmin günahı varsa onu kendisi çeker.

Bir de herhangi bir padişah, melik, reisi cumhur; bir cihada kalkarsa mutlaka cihada katılıp “bu kimse yaramazdır ben bununla cihad etmem, şudur, budur”deme. Biz böyle şeyleri vaktiyle çok dinledik” “Bu devlete vergi verilmez” “Bu devlete askerlik yapılmaz”gibi sözleri çok duyduk. Başınızdaki idarece fâsık bile olsa onunla cihada gitmeye mecbursunuz. Neden? Senin cihadıyın karşılığını Rabbımız verir. O kimsenin şerri varsa o kendine aittir.

Bir de tevhid ehli olan bir kimseyi bir zenbinden günahından dolayı cenâzesini kılmamazlık etmeyiniz. “Lâ ilâhe İllâllah Muhammede’r- Resûlullah” diye şehâdet getiren bir kimsenin cenâze namazını kılınız. Velev ki kendi kendine intihar etmiş ise dahi... Çünkü bazı kimseler“intihar edenin cenâzesinin kılınması câiz değildir”diye tasavvur edebilirler. Ama Aleyhisselatü ve’s selâm bildirmiştir. Müslüman olup şehâdet getiren bir kimsenin cenâze namazını kılacaksın, yeter ki şehâdet getirsin. Bunun dışındaki hatası günahı ona aittir. Hadisi Kurtubî ve Deylemî, Abdullah İbn-i Mes’ud dan radiyallahuanhu rivâyet ettiler.

Hadis-i Şerif:
رحم الله من كف لسانه عن اهل القبلة الابأحسن


Hadis meâli: Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: ALLAH o kimseye rahmet etsin ki; ehl-i kıble olana dilini asla uzâtmaz kısar. Ne lâ’net, ne sebbetmek ne de herhangi bir kötü söz kullanır. Çünkü ehl-i kıble olan müslüman, mü’min bunlara lâyık da değildir.


Resim
Beşaşet: (Beşeş, beşüş) Açık yüzlü. Güler yüzlü.
Mensub: Nasbolunmuş, me'muriyete konulmuş. * Konulmuş, dikilmiş.
Fırka-i Nâciye: Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyamete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.
Bid’at: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir.
Fısk-ü-fücûru: Allah'a isyan içinde olmak, günah işlemek.


Resim
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hariciler cehennemin köpekleridir." buyurmuştur.
(İbnu Ebi Evfâ radiyalallahu anhu’dan; Kütüb-i sitte hads no: 5997; İbn Mâce)

Resim

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm: Size içinizden, sıkıntıya düşmeniz kendisine ağır gelen, size oldukça düşkün, mü'minlere karşı şefkatli ve merhametli olan bir Peygamber gelmiştir.” (Tevbe 9/128)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz Kardeşlerim;
Ehl-i kıble olup “Lâ ilâhe İllâllah Muhammede’r- Resûlullah” mensubu olanlar Muhammedîdirler. Kıble ehli olanlar ne gibi hata işlerlerse işlesinler tekfirine kalkışmayınız kâfirlikle suçlamayanız. Dilinizi bu yönden sakınınız. En güzel kelimeleri kullanınız. Küfür ve lânet gibi kelimeleri bir müslüman için kullanmaya asla cevaz vermiyor. Tevhid ehli olup şehâdeti tam getireni asla tekfir ve lâ’net olamaz.

Hadis-i Şerif:

المؤمن ليس بااللعان ولاباالتعان


Hadis meâli:
“Mü’min, kimseye lâ’net ve ta’n etmez.” Mü’min sıfatıyla sıfatlanmış bir kimse kâfir ve lâ’net gibi kelimeleri asla kullanmaz. Ve hiçbir kimseyi de ayıblamaz. Tekfirde etmez. Esâsen bir kimse için lâ’nettir kâfirdir diye bir kelime ağzından çıktığı anda o kimseye gider. Çünkü bu kelimeyi hiç bir yer kabul etmez. O zaman ne yapacak? O kelimeyi kimin hakkında söyledi ise o kimseyi bulur. Eğer o kimse hakikaten lâ’nete küfre ve şirke lâyık ise üzerine yapışır onda kalır. Yok değil ise söyleyene avdet edip döner ve onda durup karar kılar. Söyleyen kimse kendi kendine o sıfatlarıgiydirmiş olur. Onun için gerçekten mü’min olan kimse hiç bir kimseye ne lâ’net eder ne de ta’n eder.
Hatta Aleyhisselâtü ve’s selâm bir yere seyr-ü-sefer yaparken beraberinde bir hanım vardı ve kendisinin bineği olan naka (deve) nasılsa bir na-hoşluk edince “Mel’un” demiştir. Yâni, binmiş olduğu nakaya doğrudan doğruya “Mel’un” diye söylemiştir. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu kelimeyi duyunca “Bu hanım, bu nakadan hemen insin ve nakayı azad ediniz. Çünkü lâ’netlenmiş olan bir nakanın etide yenilmez ve kendisi de kullanılmaz. Bu deve artık hiç bir şeye yaramaz kendi haliyle başbaşa bırakınız gitsin.” buyurmuştur.
İşte lânet kelimesi bu kadar ağırdır..

Esâsen Ümmet-i Muhammede, lânet, kâfir, müşrik gibi kelimeler hiç yakışmıyor, çünkü filhakika söylediği bu sözler kimin hakkında ise o kimseye gider doğruysa onda kalır, değilse sahibi olan söyleyene geri döner gelir. İki de bir söylediği kâfir, müşrik lânet ne ise her defasında kendisine geri döner. Kendi kendisini lânetlemiş olur. Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mü’min kardeşlerinize en ahsen kelimeleri kullanınız buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: المتمسك بسنتى عند اختلاف امتى كاالقابض على جمر


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm; kim ki sünnetime mütemessik olur sımsıkı sarılır, dışına çıkmaz, hilafına işlemez, sahib çıkar ve kendine mal ederse ümmetimdendir. Ancak, âhir zamanda ise, bu kolay olmayacaktır. Öyle ki, bir kor ateşi avucunda tutmak bundan daha kolay olacaktır.
Hadisi Hakimü’t- Tirmizi, Abdullah İbn-i Mes’uddan radiyallahuanhu rivâyet etmiştir.

Hadis-i Şerif:

من تمسك بسنتى دخل الجنة


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâmın vasiyeti şudur ki, kendisinin ve ashabının yürüttükleri sünneti seniyyesi minvâli üzere, bu yasayı takip edip sonuna kadar herhangi bir ihtilaf çıkmadan sünneti seniyyesini ihya ederse öldürmeden yaşatırsa “Bilsin ki benimle beraber cennete girer” Nevadirü’l- Usûl de Hakimü’t- Tirmizi Hazreti Aişe radiyallahuanhu dan rivâyet etmiştir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: سألت ربى فيما يختلف فيه اصحابى من بعدى فأوحى الى يا محمد ان اصحابك عندى بمنـزلة النجوم فى السماء بعضها اضياء من بعض فمن اخذ بشيئ ممـا هم عليه من اختلافهم فهم عندى على هدى


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Rabbımdan bir şey sordum. Ne sormuş? “Benim ashabımdan, benden sonra ihtilaflar doğarsa nasıl olacak?” diye Rabbımdan sordum. ALLAHü Zülcelâl cevaben: “Ya Muhammed, bu yönden endişe edip üzülme, senin ashabın benim nezdimde gökteki olan yıldızlar gibidirler. Bazılarının şavkı ve nuru daha fazla bazılarının ise azdır. Hepisi de yıldızlar gibi müteberdir. Sahabelerinden birinin kavline uyarlarsa benim katımda geçerlidir ve ale’l- hak diye görürüm. Sahabeler arasında ihtilaflı sözler duyulsa da, birisi birşey başka birisi başka bir şey söylemişse hepsi de ale’l hak, ale’l hüda’dır. Hak yolundadırlar ve değişiklik görmem” buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اذا ظهرة البدع ولعن آخرهذه الامة اولها فمن كان عنده علم فلينشره فان كاتم العلم يومئذ ككاتم ما انزل الله على محمد


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Bir zaman gelip bi’datlar zuhûr ederse, o güne gelen insanlar geçmişlerine lâ’net ederlerse hor görürlerse, onlar bilemediler edemediler diye lâ’net dahi ederlerse ve ümmetimin bu hallere düştüklerini gördüğünüz takdirde; kendisinde ilim olanlar mutlaka ilmini neşretsin, ketmedip gizlemesin. Eğer ilmini ketmederse bilsin ki ALLAHü Zülcelâlin göndermiş olduğu Kur’ân-ı azimü’ş şanın hükümlerini gizlemiş gibi ağır bir yük yüklenmiş olur.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: بعثت باالحنفية السمحاء ومن خالف السنتى فليس منى


Hadis meâli:
Benim yasam olan sünnetim en ahseni (en doğrusu en güzeli ve en iyisi) dir. Zirâ, güvenilir hükümlerdir. Kim ki, benim sünnetime muhalefet yaparsa benden değildir. Böyle buyuruyor Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من فارق الجماعة شبرا فقد خلع ربقة الاسلام من عنقه


Hadis meâli:
Kim ki benim ve ashabımın bırakmış olduğumuz hükümlere ve sünnetime bir karışlık dahi olsa muhalefet edip dışına çıkarsa, bilsinler ki; İslam ve iman hükümlerini boyunlarından çıkarıp atmışlardır.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: يا كعبة ما اطيب ريحك ويا حجرمااعظم حقك والله للمسلم اعظم حقا منكما


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tavaf ederken Kâbeye şöyle bakmış ve “Ey Kâbe çok kıymetlisin ve çok hoş kokuların gelmektedir. İ‘tiraf ediyorum” buyurup Hacerü’l- Esved’e yönelmiş “Ey Hacer ALLAH katında çok azim bir hakkın vardır. Sana kıymet ve değer vermiştir.” buyurup sonunda ise “VALLAHi ister Kâbe ister Hacer olsun hukuk i’tibâriyle bir müslümanın hukuku, ALLAH nezdinde daha üstündür ve ALLAH mü’mine hak tanımıştır.”
ALLAH katında bir müslümanın bu ikisinden de çok üstün olduğunu ilân ediyor.

Hadis-i Şerif:

للمؤمن اكرم علىالله من ملئكة المقربين


Hadis meâli:“Bir mü’minin ALLAH nezdinde olan kıymet ve i’tibarı Melaike-i Mukarrebinlerden çok daha üstündür” diye tabir etmiştir Aleyhisselâtü ve’s selâm.

İnsanoğlu bu kadar da üstün, kıymetli ve değerli olmasına rağmen nasıl basitten alıp da hemence küfrüne, şirkine ve katline hüküm verip de bu hallere düşebiliyorlar. Bir hayvan kadar bile değer vermiyorlar. Bugün başka batılı milletlerde hayvan haklarına, inanın ki insan haklarından da çok daha fazla önem verip üzerinde duruyorlar. Ümmet-i Muhammede bu zulmü revâ gören haydutlarda güyâ hal-i hazır Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti olmalarına rağmen bırakın müslümanı insan hukukuna bile hayvan hukuku kadar riâyetleri yoktur. Olur olmaz hemen küfrüne katline hükmederler. ALLAHü Zülcelâl şerlerinden bizleri muhafaza etsin. Âmin!.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: ليس المؤمن بالتعان ولاباللعان ولا فاحشى البزيئ


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm mü’minin sıfatlarını sayıyor; Mü’min hiçbir kimseye ta’n etmez, lâ’net etmez ve üzecek olan fahiş kelimelerde kullanmaz.
حفظ اللسان سلامة الانسان
İnsanın selâmetini dilinin muhafazasına bağlamıştır. Onun için ta’n etmek, lâ’net etmek gibi kelimeleri bir mü’min için kullanmayı esâsen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiç de hoş görmemiş ve men etmiştir.
Hadisi Buharî, İmam-ı Ahmed, İbn-i Hibban ve Hakim; Abdullah İbn-i Mes’ud radiyallahuanhu dan rivâyet etmişlerdir.

Mü’minin kıymet ve değeri vardır. Böylesine lâ’nettir, keferedir gibi sözleri günümüzde de bir zümre mensublarıbaşka bir zümre mensublarıhakkında kolayca kullanıyorlar. İşleri güçleri bu maalesef!..

Hadis-i Kudsî:

قال الله تعالى عزوجل: عبدالمؤمن احب الى من بعض الملئكة


Hadis meâli:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ALLAHü Zülcelâl: “Kullarımın arasında bulunan mü’min kulum meleklerimden çok daha kıymetlidir benim nezdimde.” Buyurdu.
Hadisi Tabaranî Ebu Hureyre radiyallahuanhu’dan rivâyet etmiştir.

Hadis-i Şerif:

المؤمن اكرم علىالله من بعض ملئكته


Hadis meâli.
İbn-i Mâ’ce’nin Ebu Hureyre den rivâyet ettiği hadisde ise Aleyhisselâtü ve’s selâm: ALLAHü Zülcelâl mü’min kullarını Mukarrebün Meleklerinden de daha afdal ve sevgili görüyor.

Hadis-i Şerif:

ليس شيئ اكرم علىالله تعا لى من المؤمن


Hadis meâli:
Hiç bir nesne yok ki mü’minin ALLAHü Zülcelâl nezdindeki kıymet ve değerini tartabilsin. Hiçbir nesne yok ki ALLAH nezdinde mü’minden ekrem olsun. Kıymet ve değeri fazla olsun. Demek ki en ekremi en değerlisi mü’mindir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: امرت ان اقاتل الناس حتى يشهد ان لااله الاالله وإنى رسول الله فاذاقالواها عصم منى دمائهم واموالهم الابحقها وحسابهم علىالله تعالى


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Emrolundum ki, cihad etmeye, mukâtele etmeye. İnsanların hak dinine girmeleri için şirkten ve küfürden çıkarılmalarıiçin cihadla emrolondum.''


Resim

Mel’un: Lânetlenmiş. Lânete lâyık. * Kovulmuş, tard olunmuş.
Tekfir: Birisine "kâfir" deme, kâfirliğine hükmetme. * Ortadan kaldırma, yok etme. * Setretme, örtme. * Keffaret verme. * Elini göğsüne koyup tevazu yapma.
Ahsen: En güzel. Çok güzel.
Ale’l- hak: Hak olan..
Ta’n: Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek. * Küfretmek. * Muhalifin iddialarını çürütmek. * Vurmak. * Duhul etmek, dâhil olmak, girme.
Mukarreb: (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Ekrem: Çok cömert, daha kerim, en kerim.
Mukatele: (A, uzun okunur) Birbirini vurmak, öldürmek. Vuruşmak, kavga, döğüş.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resûl olarak gönderilen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem keyiflerine bıraksa belki de İslam dinine girip müslümanda olmazlar. Onun için ALLAHü Zülcelâl Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem cihada mecbur tutmuştur. Kullarına merhameten, şirkten ve küfürden kurtulup imana gelsinler diye cihadi ilân etmiştir. “Emrolundum!” buyuruyor. ALLAHü Zülcelâlin emri nedir?
“Lâ ilâhe İllâllah Muhammede’r- Resûlullah” deyip ALLAHü Zülcelâlin vahdaniyetini ve benim de risâletimi kabul edinceye kadar insanlarla cihad etmeye emrolundum” buyuruyor.
Bu şehâdeti getirip kabul ettiklerinde kanlarını, mallarını ve ırzlarını garanti altına alıyorlar ve hiç kimse dokunamıyor. Artık kıble ehlidir. Kıble ehlini ise hiç kimse öldüremez haramdır. Ancak, katli gerektiren islam hükümlerini işlediğinde o hükmün uygulanması müstesnâdır.
Yoksa:“Ya bizim mezhebimize cebri olarak gireceksin, ya da seni öldüreceğiz!” demek veyahutta keyflerine uymamıştır, inandıklarına inanmamıştır diye katline hükmetmelerine islam dininde asla cevâz yoktur.
Aleyhisselâtü ve’s selâmın getirdiği Kelimetü’ş şehâdet ile ALLAHü Zülcelâlin uluhhiyetini ve Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem risâletini kabullendikten sonra asla öldürülmez.
Tabi ki islamda öldürmeyi gerektiren hükümler vardır. Bir mü’mini haksız yere öldüren kısasen hemen aynı şekilde öldürülür. Ve bunlar müstesnâ hallerdir. Mü’mini haksız öldürmek ise asla...
Hadis Buharî ve Müslimde olup tevatüren sabittir.

Hadis-i Şerif:
لايحل دم امرء مسلم يشهد ان لااله الاالله وانى رسول الله الابإحدى ثلث الشيخ الزانى والنفس باالنفس وتارك لدينه المفارق للجماعة


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: Şehâdet getiren “Lâ ilâhe İllâlah Muhammede’r- Resûlullah” diyen bir müslüman 3 nesne müstesna olmak üzere katline asla cevaz yoktur.
Şehâdet getiren islam dairesine girmiştir. Katline cevaz verilen üç nesne ki
:

Birincisi: Zinâ işlemeyi huy haline getirmiş yaşlı kimse ki mütemadiyyen zinâ işliyorsa katline cevaz vermiştir.
İkincisi: Bir kimseyi amden katlettiyse, haksız yere öldürdüyse, kısas olarak katledilir.
Üçüncüsü: Dininden ayrılıp islam câmi’ası dışına çıkan mürted olan kimsenin de katli câizdir. İslam dininde olmasına rağmen islamı hor görüp başka bir dine geçti ise katli caizdir.

İşte bu üç sebeble bir kimsenin katli caizdir.
Hadisi Buharî, Müslim, İmam-ı Ahmed, Abdullah İbn-i Mes’ud radiyallahuanhu ‘dan rivâyetleri tevatüren sabittir.

Demek ki, islam hukukuna uygun olarak yaşlanmasına rağmen zinâ etmeye devam eden, amden haksız olarak birini öldüreni kısasen ve islam cemaatının dışına çıkan mürtedin mukatelesine cevâz verilmiştir.

Hadis-i Şerif:
والذى نفس محمد بيده لايسمع بى احدمن هذه الامة يهودياولانصرانيا ثم يموت ولم يؤمن باالذى ارسلت به الاكان من اصحاب النار


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yeminle buyuruyor ki:
“Ben geldikten sonra, benim devremde bulunan bir kimse ister Yahudî, ister Nasranî olsun benim getirdiğim yasaya uymazlarsa akîbetleri mutlaka cehennemdir.”
Neden? Çünkü, onların tabi’ oldukları Yahudî ve Nasranî yasalarının hükmü kalkmıştır ve bitmiştir. Ölünceye kadar Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem tasdik edip ümmeti olmadılar ve eski dinlerine bağlı kaldılarsa mutlaka ve mutlaka cehennemliktirler. Ve başka yolları da yoktur.
Çünkü eski yasalar nesholunmuştur. Ve başka yollarıda yoktur. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem en son yasayı getirmiştir ki tüm eski yasaları kapsamıştır.
Bunun karşısında eski yasa mı bulunur?
Çünkü Kur’ân-ı Azimü’ş şan ümmü’l- kitab dır. Önceki kitablar Kur’ânın içinde birer bölüm olarak bulunmaktadır. Kur’ân gelmeden önce her resûle birer parça halinde verilmiş ve devrelerinde onunla idâre etmişlerdir.
Amennâ, inandık hak olarak resûllerin resûlü sallallahu aleyhi ve sellem teşrif ettikten, Kur’ânı azimü’ş şan indirildikten sonra daha hâlâ onu tanımamak beğenmemek ve kabullenmemek cehennemi hak etmektir.
Hadis tevâtüren sabittir.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: ياأبى سعيد من رضى باالله ربا وباالاسلام دينا وبمحمد نبيا وجبت له الجنة


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ya Eba Said ALLAHü Zülcelâlin rububiyyetini ve vahdaniyyetini kabullenmesi, islam dinide dinlerin üstünde tasdik ve kabullenmesi, nübüvvet ve risâletimi tasdik ve kabüllenmesi, diğer nebîlerin vakitlerinin devrelerinin geçtiğini ve son peygamber olduğumu kabul edip bağlanması şartlarıyla o kimseye cennet vâcib olur” buyuruyor.


Resim

Risâlet: Birisini bir vazife ile bir yere göndermek. * Peygamberlik. Büyük kitapla gelen peygamberlik. * Elçilik.
Cebri: Zorla icra olunan, rızası olmadan zorla yaptırılan
Cevâz: Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma. * Yol, tarik ve meslek.
Müstesnâ: İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan..
Tevatür: Kuvvetli haber. * Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak. * Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia.
Nesne: şey, herhangi bir şey.
Müdemadi: Devamlı, kesiksiz, sürekli, daima.
Nesh: Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır.
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.
azimü’ş- şan: Şânı büyük. Namı çok yüce.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz kardeşlerimiz;

Vehhabî Mezhebini bir teraziye koyacağız, ALLAHü Zülcelâlin izni ve inâyetiyle ehl-i sünnet ve’l- cemaat’a göre ale’l hak mıdır değil midir? Bir ölçüye çekeceğiz. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi seviyorlar mı? yoksa nefret mi ediyorlar? Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bizzâtihi hadisleriyle giriş yapıp, hadis-i şeriflerin onları tasdik mi? yoksa tekzib edip yalanlıyorlar mı? ortaya koyup tek tek anlatacağım. Zirâ, her zaman söylüyorum. Böylesine bu şekilde çok gılzât kullanıyorlar. Ziyâretini meşru’ görmedikleri gibi Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem fazla anılmasını ve fazlaca salavat getirilmesini de pek hoş görmüyorlar. Halbu ise Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

من احب شيئا اكثر من ذكره
“Kişi bir şeyi çok seviyorsa onu çok çok anar”
Yâni, muhabbetin isbatı budur.
Eğer seviyoruz diyorlarsa bu şahsiyeti çokça anmalarıgerekir. Çünkü, andıkça hazz duyacaklar. Ama salavata karşı bu kadar gılzât kullanınca bunların içinde bulunduğu durumun isbatı için bir kaç hadisi şerifi ortaya koyacağız ki; acaba Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem muhabbetleri mevcûd mudur? Değil midir?
En doğru ve en kestirme yol ve yön budur. Çünkü bunu isbat ettikten sonra Cenâb-ı Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem ziyâret tevessül, istiğase ve şefaat yönlerinden de bir giriş yaparız inşaALLAH.

Hadis-i Şerif:
قال عليه السلام: لايؤمن احدكم حتى اكون احب اليه من ولده ووالده والناس اجمعين


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: Hiç kimse gerçek iman-ı Kâmil sahibi olamaz hatta ki; bana olan sevgi ve muhabbeti şu ölçüde olmadıkça., nasıl bir ölçü acaba? Kişinin kendi oğluna kızına ana babasına yâni veledine ve validine karşı olan muhabbeti, Evlâdın babaya, babanın evlâdına veya insanlar içinde en fazla sevdiğine olan sevgisinden daha fazla sevgisi benim üzerime olmadıkça, bana olan sevgisi, mahlukata olan sevgisini aşmadıkça, daha fazlalaşmadıkça kendisi iman-ı kâmil bir mü’min olamaz esâsen. İnsanlar içinde en çok kimi seviyorsa onunda üstüne çıkarmadıkça ve en çok beni sevmedikçe Kâmil bir mü’min olamaz. Bu bir mihenktir.
Hadisi; Buharî, İmam-ı Ahmed, Müslim Nesaî ve İbn-i Mâ’ce; Enes radiyallahuanhuden rivâyet ettiler.

İşte mihenktaşı budur. Bir kişi cidden çok seviyorsa çokça anar. Şimdi kısaca hali hazır sevdiği kişiyi gece gündüz andığı halleri hepinizde bilirsiniz. Bu hususu uzunca anlatmıyorum. Sporcular, particiler, ticarette kâr ve kazanç için koşanlar hiç dillerinden hayallerinden çıkarıyorlar mı? İyice bir düşünelim bakalım! İnsan sevdiğini daima hayalinden geçirir.

Nasıl buyurmuştu:

من احب شيئا اكثر من ذكره
“Bir kimse çok seviyorsa artık hep onun ismini anar ve andıkça daha fazla haz duyar.”
Terazi budur.
Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem aşkla şevkle yapılan salat-ü-selâm mütemadiyyen kulaklarımıza gelse bir hazz duymamız gerekir iken, salavatın çokça getirilmesini dahi hoş görmeyip ezânın arkasından salat-ü-selâm getiren âmâ bir zâtın katline cevâz verip şehid ediyorlar. Acaba bunun sebebi nedir? Cenâb-ı Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem çok sevdiklerinden mi? Sevdiklerinin isbatı bu mudur?
İnsan sevdiği dedesinin babasının ziyâretine varmayı nasıl hor ve hakir görebilir? Ziyaretlerine gidilmeyecek dense hoşuna gider mi?
Kaldı ki, Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu ümmetin reisidir esâsen. Ne bulduksa O’nun sayesinde bulduk ve bulacağız. Hem dünyamızda hem âhiretimizde.
Buna rağmen nasıl oluyor da Cenâb-ı Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem ziyaret edenlere hasmâne bakıyorlar ve hiç de karşısında durdurmuyorlar bile. Hemen, hemen: “Yallah Hacı!”
Ama ne çâre ki, ALLAHü Zülcelâl ellerine bırakmış. İnşaALLAH günün birisinde burada bulamazsak öbür âlemde mutlaka ve mutlaka bir hesablaşırız. Çünkü, Habibullah sallallahu aleyhi ve sellem bu. Bin can O’na feda olsun. Onun ziyaretine, O’na yaklaşmaya şöyle güzelce bir selâm vermeye ve birşeyler söylemeye asla fırsat vermiyorlar. O kadar gaddarlar ki artık bilemiyoruz. Oysa Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem hasretindeyiz. Ama maalesef fırsat bulamıyoruz.
Taa buralardan Ona koşuyoruz da engelleniyoruz.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : والذىنفس بيده لايؤمن احدكم حتى اكون احب الناس اليه والده وولده


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Ruhum kudret elinde olan ALLAH hakkı için; hiçbir ferdiniz kâmil iman sahibi olamaz, ancak; Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem olan muhabbeti hem evlâdından hem de ana babasından daha fazla olmadıkça. Bu şekide sevgisi olacak Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem.
Hadisi Buharî, İmam-ı Ahmed ve Ebu Ya’la; Ebu Hureyre radiyallahuanhu’dan rivâyet ettiler. Sağlıklı sıhhatlidir.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: ان تشهد ان لااله الاالله وحده لاشريكله وان محمدا عبده ورسوله وان يكون الله ورسوله احب اليك مماسواهما وان تحرق فى النار احب اليك من ان تشرك باالله وان تحب ذىنسب لاتحب الالله فاذاكنت كذالك فقد دخل حب الايمان فى قلبك كمادخل حب الماء للظمأن فى اليوم القائد


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem sormuşlar ki:“İman nasıl olacak?”
O zaman; “ALLAHü Zülcelâlin eşi ve ortağı olmadığına ve Muhammedin kulu ve resûlü olduğuna şehâdet eder ve ALLAH resûlüne olan Muhabbetinin her nesneye olan muhabbetlerinden üstün olması şartıyla” Şehâdet kelimesini buyurup arkasından ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem olan muhabbetle başka nesnelere olan sevgisi asla terazide tartılamaz ve terâziye giremez. Çünkü çok değerli bir kelimedir.
Bilki; bir âteş yakmışlar, hazırlamışlarda “Ya bu dinden çıkacaksın, Cenâb-ı ALLAH’I celle celâluhu ve Cenâb-ı Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem sevmeyeceksin veyahutta seni bu ateşe atacağız” dedikleri takdirde ateşe girmek ALLAHa şirk etmekten çok daha tercihlidir.
İşte o zaman hakikaten iman muhabbetinin kalbinde olduğunun isbatı budur esâsen. Nasıl ki susuzluktan ölmek üzere olana bir su verildiğinde içtiği gibi bu minvâl üzere, âdetâ o kimsenin suyu candan istediği gibi ateşe girmeyi öyle candan isterse.
“Ateşe gireyim varsın yeterki İslam dininin dışına çıkmayayım iman idrak ve şuûrunda olması. ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem karşı na-hoşluk kullanmayayım, her ikisinin de birlikte olarak muhabbetleri herşeyin üstünde olsun ve fedakârlığım dahi öyle osun ki ateşi tercih edeyim” dersen kâmil iman sahibisin. ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem muhabbetini ALLAH’dan gayrisinin muhabbetlerinin üstüne çıkarmadıkça kâmil bir imân sahibi olamaz.
Hadisi imam-ı Ahmed ve Ukaylî rivâyet ettiler sağlıklı ve sıhhatlidir.

Aziz kardeşlerimiz;
Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem olan muhabbetimiz ve O’na saygı duymamız hakkında az çok bir Ma’lumat vermiş oluyoruz. İnsanın sevdiği bir kimsenin ziyaretine gitmeye elbette bir aşk-ü-şevki olacaktır. Onun içinde Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretiyle ilgili bazı hadisleri imkanımız nisbetince sizlere tebliğ edib duyurmaya çalışacağız.

Biliyorsunuz ki başlangıçta Aleyhisselâtü ve’s selâm, ALLAHü Zülcelâlin zâtının nurundan var olmuştur. Kâinatın tümü de esâsen kendisine hem dünyada hem âhirette medyun, müteşekkir ve de muhtaçdır. ALLAHü Zülcelâlden sonra, her yerde her zaman ve her halde muhtaç olduğumuz Cenâb-ı Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem dır. Elbette O’na iltica edeceğiz ve bir fırsatını bulursak da ziyâret edeceğiz mutlaka ve mutlaka. Çünkü, Cenâb-ı Rasûlullahdan sallallahu aleyhi ve sellem daha iyisini, keremlisini ve güzelini ALLAHü Zülcelâl yaratmamıştır. Mahlûkatın ibtida’sı ve başlangıcı esâsen Aleyhisselâtü ve’s selâmdır.
Bundan dolayı ziyâretine karşı olup gayr-ı meşru’’’ deyişleri ve kabr-i şerifinde mü’minlere bir hak tanımadıklarına karşılık olarak Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem bizzâtihi mübârek hadislerinden bu hususla âlakalı olanlarından bir kaçını serdedeceğiz ve duyurmaya çalışacağız İnşşALLAHü Teâlâ.
Halihazır sizlere duyuracağımız kitabın ismi “Şifaü’l- Sikam fi Ziyaretü’l- Hayrü’l- Enam” olup Takiyuddun Subkî Hazretleri ki Şeyhü’l- İslam olan bir şahsiyet müellifidir.
Gerçi bu zâtın devresinde Teymiyecilerle âlâkalı ve bu gibi böyle yozluklar karşısında, Cenâb-ı Habibu’llah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hakkını korumuş, uygun ve gerekli olan delilleri mesnedleriyle birlikte ortaya koymuştur. Kaldı ki, bu hususlarda Teymiyecilik ile Vehhabîlik arasında biç bir fark olmadığı gibi Vehhabîler, Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem gılzât göstermekte beş beter olmuşlardır.

Şimdilik bu eserden faydalanarak hem ziyâret hem istiğase ve hem de şefaat yönünden bilgiler vereceğiz. Hali hazırda Vehhabîler bunu her üçünü de hiç hoş görmüyorlar. Yâni, Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem bağlılıklarıgözükmüyor.


Resim

Vehhabî: Muhammed İbn-i Abdulvehhab nâmında birisinin sebeb olduğu İslâmî bazı mes'elelerde ifrat gösteren ve dört hak mezheb hâricinde bir mezhepten olan. Fıkıhta Hanbelî, itikadda İbn-i Teymiye'ye bağlıdırlar. Tarikatlarına Muhammediye ismi verirler.
Gılzât: Kabalık, sertlik. * Kalınlık, galizlik.
Meşru’: Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.
Mihenktaşı: (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. * Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
Gayr-ı meşru’: Allah'ın rızâsına uymayan, şeriat hârici, kanunsuz iş.(Tarık-ı gayr-ı meşru' ile bir maksadı tâkibeden galiben maksudunun zıddı ile ceza görür. -Avrupa muhabbeti gibi.- Gayr-ı meşru' muhabbetin âkıbetinin mükâfatı, mahbubun gaddarane adavetidir. M.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Onun için, onlar görmüyorlarsada, bizim ehl-i sünnet ve’l- cemaat olarak Fırka-i Nâciye mensubu olarak ve ümmeti Muhammed olarak bilmemiz ve öğrenmemiz şarttır. Hele böyle fitne devresinde. Çünkü biz Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem muhtacız ve severiz. Habibullahın sallallahu aleyhi ve sellem mensubuyuz bilhassa.
Bu bir Ni’met-i Azimedir ki, Ümmet-i Muhammed oluşumuz. Bunun dışına asla çıkamayız. Bu bizim için bir Ni’met-i Azimedir ki; bu ni’mete nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz. Ve ayni zamanda şükrünü de haklayamamıyoruz.
Başka milletler bu mensubiyetin dışına çıkış yapabilirlerse olabilir ve ma’kuldur. Çünkü, kendi bağlılıklarıolmadığı için başka dinlerle âlâkalıdır ve bağlanmayabilirler. Fakat hem müslümanım diyecekler hem de Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem bağlanmayacaklar.
VALLAHü’l- azim; Âdem aleyhisselâm ve diğer nebîlerdeki cümlesine salat-ü-selâm olsun, Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatı hükmü altındadır. Ziyaret imkanı bulsalardı muhakkak ki canı gönülden ziyâret edip şeref bulurlardı. Ama her ümmet bir nebînin mensubudur. Artık kendi nebîsine bağlı bir hali vardır ve olabilirler.

Ama biz, başka bir yer bulamıyoruz ki, haliyle Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem bağlıyız. ALLAHın bize lütfettiği bu âhir zaman nebîsi sallallahu aleyhi ve sellem mensubu olmak ni’metine karşı nankörlük yaparak diğer ümmetlerden daha çok beter hale düşeriz. Çünkü ni’met ne kadar azim ise kıymet ve değerini bilmek sorumluluğu da o kadar azimdir. Eğer kıymet ve değeri bilinmez de nankörlük edilirse ALLAHın gazabına daha fazla uğrar. Nankörlük yapmıştır, takdir edememiştir. Bu ise ALLAHü Zülcelâlin bu değerli ni’metine karşı hiç te hoş olmuyor.

Onun için siz kardeşlerimize bununla alâkalı kabr-i şerifini ziyâretinin nasıl olup olmadığı hususunda kısaca bir ma’lümat vermeye çalışacağız.
Şunu biliniz ki okuyacağımız hadis-i şerifi mübârek zât, hiç üşenmeden râvilerini müteselsile (zincirleme) olarak Hazreti Ömer radiyallahuanhu ve Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem iletinceye kadar üzerine düşmüş ve isbat etmiştir.
Ama ben şu anda sayfalarca süren râvilerinin silsilesini veremem.
“Haddesane filan an...” diye kendi devresinden başlayıp hadisi ele alıyor, kim kimden almışsa ta ki Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem iletinceye kadar uğraşmıştır.
Biz eserin ismini ve müellifini verdik. Ve her hadisin başında ise en son kimden alınmışsa onu bildireceğiz ve yetineceğiz.
Biz inandık kabüllendik, dileyende araştırsın buyursun inşALLAH.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من زارقبرى وجبت له شفاعتى


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Kim ki benim kabrimi ziyâret ederse ben o kimseye karşı şefaatçi olurum. Bu üzerime bir hak oldu. Değilmi ki, benim kabrimi ziyâret etmiştir. Benimde o’na şefaat va’dim vardır.” buyuruyor. Bundan daha büyük mutluluk var mıdır? Başka bir yolumuzda yok ki.
“Kim ki kabrimi ziyâret etti ise şefaatim ona vâcib oldu, üzerime hakkı oldu” buyuruyor.
Rivâyeti Dara Kutnî ve Beyhakî ve diğerlerine de vardır.
Bu zât bu hadisi 3-4 sahifede, bir hadisin peşinde koşup, kendi zamanındaki ülemadan başlayıp ta ki Aleyhisselâtü ve’s selâmı buluyor.
İ’tiraza mahal bırakmamıştır. Kim kimden aktarma yaptığını tek tek saymıştır.
Zâten, hadis ilminin sahih olan esası da budur.

Demek ki, “Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ziyâreti gayr-ı meşru’’’dur, ziyâreti hiçbir yarar getirmez” diye bir şey yok ve iftiradır.
Esâsen Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini sevdiğinden dolayı ziyâretini teşvik etmiştir. Yeter ki gelsinler görsünler faydalansınlar istemiştir. Elbette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geleni gideni görüyor.
Çünkü, Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem esâsen kabrinde haydir hayattır. Âma, âlem değişmiştir. Orası Âlemü’l- Berzahtır. Yâni, evvelcesi dünyada bulunduğu minvâl üzere değildir. Fakat, o âlemin ehli bizi görürlerde biz onları göremeyiz. Ancak bazı zâtlar görebilirler.
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelen gidenleri görür ve söyleyişlerine cevab da verir. Nitekim herhangi bir kabre varsan da: “Esselâmü aleyke ya filan” dediğin zamanda veya bazende “Esselâmü aleyke ya kardeşim filan..” desen oda ayni cevabla “Ve aleykumesselâm filan kardeşim” der.
İnan ki Cenâb-ı Rasûlullahda sallallahu aleyhi ve sellem nasıl hitab edersen O’da ayni öylecesine cevab vermektedir.
Hâşâ; “ölmüştür, bitmiştir, toprak olmuştur ve hiç bir şey kalmamıştır” diye bir şey asla yoktur. Ehl-i sünnet ve’l- cemaat i’tikadı budur. Ruh mevcuddur. Ruh bir defa yaratılmıştır ve hiç bir zaman ölmez. Ruh hususunda Fırka-i Nâciye isimli eserimizde etraflıca anlatmışızdır. Âlemü’l- Emr’dendir ve kabrinden irtibatı kesmez.
Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ruhu ise Refikü’l- Âlâ’ya ALLAHü Zülcelâl nezdinde nereye kadar çıkıyorsa hem orada hem de ayni anda kabriyle irtibatlı olmakta ve inkitaya (kesinti) uğramamaktadır.
Esâsen ruh elastiktir ve her an kabrinde de mevcuddur. Ruhumuzun vatanı Arştır. Oraya kadar çıkar. Arş’a çıktığında mutlaka secde hakkı vardır ve orada secde eder. Onun için abdestli yatınız diye tavsiye etmiştir Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem. Bakınız insan hayattayken dahi yatıp uyuduğunda demek ki ruhu Arş’a kadar gidiyor ve abdestli yattı ise Arş’ta secde yapabiliyor. Ama, vücudundan çıkıp ayrılmış ve âlâkasını kesmemiştir. Ruh, vücudundan çıktığı anda vücud ölüme mahkum olur ve hayatiyeti kalmaz. Ruh, vücuddan Arş’a kadar güneş ışığı gibi süyer. Onun içinde hayattayken vücüdu ile irtibâtını hiç kesmez. Arş’a kadar gidebilir ve o kadar da elastikiyeti vardır. Vefât eden kimsenin ruhu da kabrinden irtibâtını kesmez. Gelen gideni tanır ve söylediklerine cevab verir. Bir harikalıktır. ALLAHü Zülcelâl böyle yaratmıştır ve bir lütfûdur.

İşte hadisin bildirdiğince kabrini ziyârete varana şefaatı vardır ve haktır. ALLAHa şükürler olsun. Vehhabîlerin ki gibi tiksindirici bir halde hâşâ yoktur.
Bu mübârek zât teferruatı ile birlikte 10 sahife de anlatmıştır. ALLAHın kendisine verdiği kabiliyet ve istidadı kullanıp hem ziyâret edenin ziyâretini ve karşılık olarak ta Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem fedakârlığı, merhamet ve şefkatinin bir ana babadan çok daha fazla olduğunu ne güzel anlatmıştır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH en şefûk olan anadan 70 kat daha şefüktur” buyuruyor. ALLAHü Zülcelâl kullarına böylesine atûf, şefûk ve merhametlidir.
Elbette Habibi de sallallahu aleyhi ve sellem öyledir ümmetine karşı. O sebeble ziyâretine geleni mükafatlandırıyor ve şefatını va’dediyor. Rabbımıza şükürler olsun.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من زارقبرى حلت له شفاعتى


Hadis meâli:
Bu hadisinde mesnedi 2 sahife devam etmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Ümmetimden kabrimi ziyâret eden kimseye şefaatim helâl oldu. Artık ona mutlaka müstehak oldu.” Hak tanımıştır. Ne mutlu bize. Rabbımıza şükürler Habibine teşekkürler ederiz. Gerçi biz ziyaretini lâyık olduğu minvâl üzere haklayamıyoruz ve gereken saygıyı göstermeyi de bilmiyoruz esâsen. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise ne kadar şefuktur gerçekten.
O’nun için ALLAHü Zülcelâl:

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).: Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.”
(Tevbe 9 /28)

Mü’minlere rauf ve rahimdir” buyuruyor. Hakikatende öyledir Aleyhisselâtü ve’s selâm.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من جائنى زائرا لايعمله حاجة الازيارتى كان حقا على ان اكون له شفيعا يوم القيامة


Hadis meâli:
Bu hadisde de mesned zinciri 3,5 sahife devam etmektedir. Ravileri; Tabâranî Mu’cemi’l Kabir’de, Dara Kutnî ve diğer zâtlar.
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kim ki hiç bir katkısı olmadan sadece ve sadece benim ziyâretime gelirse benim üzerime o kimsenin hakkı olur ki mutlaka ve mutlaka kıyamet günü ben kendisine şefaatçi olacağım. Üzerime hak olmuştur” buyuruyor.
Şefaatini va’dediyor şükürler olsun.

Hadis-i Şerif:
من حج فزار قبرى بعد وفاتى فكأنمازارنى فى حياتى


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Hac devresinde gelen bir kimse beni de ziyaret edecek olursa bilsin ki, ben hayatta iken ne kadar faydalı ve yararlı olacaksa, benim vefatımdan sonra da kabrime ziyaretime geleni de kabullenir, aynen hayattaymış gibi kabüllenirim” buyuruyor. ALLAHa şükürler olsun, Ravisi Dara Kutnî Süneninde rivâyet etti. Bu hadisde 5 sahife sürmektedir. Takiyuddin Subkî Hazretleri, Şeyhü’l- İslam diye ta’bir ederler ki, ülemâ nezdinde müstesnâ bir değeri ve önemi olup, fıkıh ve üsûl yönünden de fevkâlededir.

Hadis-i Şerif:
من كذب على متعمدا فليتبوأ مقعده من نار


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Bilerek benim üzerime bir yalan söz uyduranlar cehennemde yerlerini hazırlamış olurlar.” Bu zâtlar bunu bilmeyen şahsiyetlerde değillerdir. Onun için her hadisin üstüne böylece düşmektedir. Sıhhatli ve sağlıklı olan hadisi almaktadır.

Hadis-i Şerif:
من حج البيت ولم يزرنى فقد جفانى


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Kim ki, Beytullahu’l- Haram’a hac için gelirde beni de ziyâret etmezse bana cefâ etmiş olur”

Yâni, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetinin gelmesini ve onları görmeyi arzuluyor ve istiyor.
Bakınız “Cefâni” Bana cefa etmiştir buyuruyor. Onun için, ziyâretine gidilmeyecek bir şahsiyet değildir hâşâ!.

Eğer aklî dengesi yerinde ise, VALLAHi’l azim Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretini ALLAH biliyor ki, herşeyden üstün olarak tanırım ben. Çünkü, inancım budur. Bir Mü’minin hürmeti Kâbeden 4 kat daha üstün olursa Cenâb-ı Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem siz düşünün.

İmam-ı Mâlik diyor ki; “Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem medfun olduğu yerde O’nun vücuduna değen toprak ALLAH indinde Arş’dan daha üstündür.” Nasıl olur da oralara gider de ziyâret etmez Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem insan. Onun içinde “bana cefâ etmiş olur” buyuruyor.

Hadis-i Şerif:
من زار قبري اوزار نى كنت شفيعا اوشهيدا


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kim ki benim hayatım müddetince veya vefâtımdan sonra kabrime gelip beni ziyâret ederse ben onun için hem şefaat ederim hem de şâhidlik veririm” ister hayatında ister kabrinde. Bizi kurtarmış oluyor Aleyhisselâtü ve’s selâm. Ravisi Ebu Davud Taylisî, Mesnedinde.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله عليه السلام : من زارنى متعمداً كان فى جوارىيوم القيا مة


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Amden olarak rastgele değilde makâmindan kalkıp ziyaretime kasdederek gelen kimse kıyamet günü benim komşularımdan olacaktır” Nasıl teşekkür edelim bilemiyorum. Ravisi, Ebu Caferu’l Ukaylî ve başkaları.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله عليه السلام : من زارنى بعد موتى فكأنما زارنى فى حياتى


Hadis meâli:
“Kim ki beni ziyâret ederse ben dünyadan göçtükten sonra” Çünkü hayatta iken ancak ashabı kiram müşerref olmuşlardır. Ondan sonra hepimiz aynı seviyedeyiz. Ziyâretimiz ancak kabri şerifindedir. “Benim vefatımdan sonra beni ziyâret edecek olursa keennehu (sanki) hayatımdaki gibi kabul ederim” buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.

Hadis-i Şerif:
من حج حجة الاسلام وزار قبرى وغزى عزوتا وصلىعلىفىبيت المقدس لم يسئله الله عزوجل فيما افترض عليه


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kim ki islam hüccetini farizâ olan haccı yapar da kabrimi de ziyâret ederse, cihadda yapmış, gazvede yapmış aynı zamanda Beytü’l- Makdis’e vardığında benim üzerime salâvât getirmiştir. Karşılığında ise, farizasında noksanlıklar var ise dahi ALLAH onları bağışlamıştır” buyuruyor. Ravisi, Hafız Ebu’l Fethel Ezdî.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله عليه السلام: من زرانى بعد موتى فكانما زارنى واناحى


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; “Kim ki beni vefatımdan sonra kabrime gelip de ziyâret ederse, sanki hayatta iken ziyâretime gelmiş gibi âdeta bu şekilde ziyaretini hayy olarak (diri) kabul ederim” Başkalarının söylediği gibi ölmüş gitmiş de değil. Böyle bilmemiz lâzım. Âyet-i celîlede şehid için: “Siz bunları ölmüş sanmayınız ALLAH nezdinde yerler içerler ve hayattırlar” buyurulunca âleme rahmet olarak gönderilen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buna sahib olmasın mı? Hâşâ. Hele bilhassa nebîlerin vücûdları asla çürümez. Nitekim mi’raca teşrifinde de Musâyı aleyhisselâm kabrinde namaz kılar görmüş ve yine 6. ncı katta Musâyı aleyhisselâm bulmuştur.

Hadis-i Şerif:
من زارنى باالمدينة محتسبا كنت له شفيعا وشهيدا )وفى رواية: من زارنى محتسبا الى المدينة كان فى جوارى يوم القيامة


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm; “Doğrudan doğruya Medine’ye teşrif etmiş ve gayesi de beni ziyâret etmek kasdı ile gelene mutlaka hem şefaat ederim hem de şâhidlik veririm. ALLAH için kasdı, bilerek Rasûlulahı sallallahu aleyhi ve sellem ziyâret olan Medineye geliş gayesi beni ziyaret olan kıyamet günü benim komşum olacaktır” buyuruyor. Rabbım bizleri de onlardan eylesin. Âmin!.

Böyle bir önderimiz olduğuna vALLAHi gece gündüz teşekkür etsek ve salâvât getirsek hakkını ödeyemeyiz. Bu lütûf ALLAHü Zülcelâlindir. Bizim gibi derbederleri Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem ümmet kılmıştır. Şükrümüz önce Alahü Zülcelâle sonra Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem dır. Bu ni’metin karşılığı bu dünyada olamaz bir kerre.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: مامن احدمن امتى له سعة ثم لم يزرنى فليس له عذر


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; “Kimin ki vüs’ati, imkanı ve serveti var da ziyâretime heves edipte gelmezse kıyamette herhangi bir özür bulacağını sanmıyorum” Demek ki Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem Ni’met-i Azime olduğundan haberi yoktur. Kendine mal etmiyor ve ziyâretine de gitmiyor. Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Hiç bir özür bulacağını sanmıyorum” buyuruyor.

Kardeşlerimiz; bu hadisi çok görmeyiniz.
Bu hadis, nankör olanlar içindir. Yoksa, Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok merhametlidir. Hatta rahmet kendisidir. İnsan merhametli ise kalbinde şefkat merhamet ve aşk varsa mensubu olduğu Aleyhisselâtü ve’s selâm ki; daima onun hükmü ve minneti altındayız, ne kadar da söylesek onun ni’metinin şükrünü ödeyemeyiz. Bereket versin ki ALLAHü Zülcelâl: باالمؤمنين رؤف الرحيم “Mü’minlere rauf ve rahimdir” buyruyor.

Yoksa hâlimiz feci’ olurdu. Zirâ, bizler O’na karşı cefakâr durumdayız. Esâsen O’nun hukukunu bilmiyoruz. Zira ALLAHü Zülcelâl:
لئن شكرتم لأزيدنكم ولئن كفرتم إن عذابي لشديد (İbrahim / 7)
Şükrederseniz artırırım, nankörlük ederseniz azabım şedid olur. Küfran’ı ni’met eder nankörlük yaparsanız azabım şiddetlidir” buyuruyor.
ALLAHü Zülcelâl bizleri Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem mahbublarından eylesin. Âmin!. Zirâ O’nun inâyetiyledir.

Buyurduğu gibi: اناالدليل والهادى الله “Ben sadece delilim hidâyet ALLAHü Zülcelâlindir” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem liderimiz, delilimiz, önderimiz, Habibimiz ve resûlümüzdür. ALLAHü Zülcelâl; zâten, hâlikımız ve ilâhımızdır. O’nun zâten ölçüsü olmaz hâşâ ve kellâ. Kâinatın hâlikıdır yoktan var edendir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise elbette beşerdir. Bundan dolayı muhabbet ölçüsünde ateşi mihenk taşı yapmıştır. Bakalım ateşi tercih edebilirler mi? Şu anda; “ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem seviyorsan ateşe gir” deseler vALLAHi ALLAH biliyor ki gerçekten ateşe girmeyi tercih ederiz. Elhamdülİllâhi. ALLAH ve Rasülünün muhabbetini ateşte yanma bahasına tercih ederiz. Hiç de şek ve şüphemiz yoktur vALLAHi. Ama, karşı karşıya gelince bilemem. Ama şu anda ateşe girerim de onlara karşı bir na-hoşluk edemem hâşâ ve kellâ!.


Resim

Mesned: Dayanacak yer, nokta. * Mertebe. Makam. * Destek.
Hüccet: Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. * Şâhid.
Farizâ: Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife. * Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay.
Vüs’at: genişlik.


Bir Mü’minin hürmeti Kâbeden 4 kat daha üstün olursa:
Kâbenin kullar üzerinde hürmet gösterme hakkı tektir.
Mü’minin ise; Malı, canı, ırzı ve hürriyeti herkes üzerindeki hakkıdır..

Resim

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).: Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.” (Tevbe 9/128)

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
Resim---Ve iz te’ezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd(şedîdun).: "Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahîm 14/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Rabbımız yoktan var etmiş olan Halikımız.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hem atûf ve şefûk olarak gelmiş geçmiş ümmetine karşı. Böylesi bir Ni’met-i Azime vermiş ALLAHü Zülcelâl.
Şimdi bizde hâşâ kalkıp nankörlük mü yapalım? Başka hallere düşüp başka sapık şeyler mi düşünelim.
ALLAH korusun ve bizlere şûûr versin.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من زارنى حتى ينتهى الى قبرى كنت له يوم القيامة شهيدا (وقال اوشفيعا)


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Bir kimse ziyâretime gelirse ki; Medine’ye gelmek yeterli değil kabrime gelinceye kadar” Kabrine gidilmesini istiyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem görmek istiyor. “İşte o zaman ona kıyamet günü hem şefaat hem de şâhidlik yaparım” buyuruyor. Ravisi; Hafız Caferü’l- Ukaylî.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من لم يزر قبرى فقد جفانى


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Bir kimse Medine’ye gelmesine rağmen kabrimi ziyâret etmez ise bana cefâ etmiş beni üzmüş olur. Bana karşı cefakâr olmuş olur. Bir ana şefkati gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem da ümmetini görmek istiyor. Ama, gelmez ise cefakârdır diyor ve hoş görmüyor.

ALLAHü Zülcelâl bizlere, Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem hoşnut olduğu şeyleri işlemeyi, hoşnut olmadıklarından da kaçınmayı nasib ve müyesser etsin. O’nun yüzü suyu hürmetine bizleri affetsin ve korusun. Habibine sallallahu aleyhi ve sellem dayanarak diliyoruz. Âmin!.

Esasen istiğase: اللهم انى اسئلك بجاه حبيبك Rabbimiz Habibinin sallallahu aleyhi ve sellem câhı hürmeti ile bizleri affeyle.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من اتى المدينة ظاهرا الى وجبت له شفاعتى يوم القيامة ومن مات فى احدى الحرمين بعث آمنا (وقدوردت احاديث اخرى فى ذالك فيها) من لم يمكنه زيارتى فليزر قبر ابراهيم خليل عليه الصلاة والسلام


Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Kimki Medineye teşrif edip gelmiş ve bahusus ziyâretime de azmi ve arzusu olmak üzere... Candan gönülden ziyâretimi de istiyor ise bu kimseye kıyamet günü şefaatçı ve şâhid olurum. Ayrıca, bir kimse Mekke ve Medine’ye geldiğinde orada eceli gelir de vefât ederse emin durumdadır. Rabbımız “Beldetü’l- Harameyn” buyurmuştur. Artık orada şehid ve garib durumunda sayılıyor ve Rabbımız o kimseyi affediyor emin kılıyor esâsen.

Bir başka yönü var ki; “kimin ki benim ziyâretime gelmeye imkanı ve gücü yoksa gelemiyorsa teshilat (kolaylık) olmak üzere ALLAHın Halili olan İbrahimin kabrini ziyâret etsin.” Demek ki bununla yetinip vekâleten kabul ediyor ve ilân ediyor.

Kardeşlerimiz,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini çok seviyor ve görmek de istiyor. Ayni zamanda kendisi hayat durumundadır. Kabri şerifinde bizleri apaçık görüyor. İsbatı vardır. Esâsen bu hususda; İmam-ı Nevevî, Kemaleddin İbn-i Hümâm, Hacerü’l- Heytemî, Celâleddin Suyutî ve benzeri zâtlar uzun uzun anlatmışlardır.

ALLAHü Zülcelâl bizleri nefsimizle ve şeytanla başbaşa bırakmasın. Üzerimizden inâyetini esirgemesin. Yoksa şaşkınlıkla bir kerre yoldan çıktı mı inad üstüne inad gider.

Onun için Aleyhisselâtü ve’s selâm gelenin selâmını da alıyor ve karşılığını da veriyor. Bizleri de görüyor.
Öyle olmamış olsa “Hayatımda gelmiş gibi” buyurur mu?

Harameynde vefât eden deyince, mesele Mekke ve Medine meselesi değil de oraların önemidir. Fi’l hakika Medine’de ilk olarak Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkar ki; zâten yeryüzünde yerden ilk kalkacak O’dur. Ve diğerleri Hazreti Sıddık radiyallahuanhu, Hazreti Ömer radiyallahuanhu ve İsâ aleyhisselâm kalkarlar. Medine hususunda zâten Hazreti Osman radiyallahuanhu buyurmuştur. Şöyle ki; Hazreti Osman radiyallahuanhu ‘ı ısıtma hastalığı bayağı bir zâafiyete düşürmüş. Biraz iyi olup da gelince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem eline bir yay ve ok vermiş: “At bakalım kuvvetini bir dene” buyurmuş. Mescid-i Nebevî’nin olduğu yerden atmış oku ve şimdiki Hazreti Osman’ın radiyallahuanhu kabrinin olduğu yere düşürmüş. O zaman Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ya Osman senin okuyun düştüğü yerde senin kabrin olacak” buyurunca Hazreti Osman radiyallahuanhu: “Aman ya RasûlALLAH önceden buyursaydın ben bu kadar da uzağa atmazdım. Ben uzak düşüyorum!” deyince: “Ya Osman, kabrim ile senin kabrin arasındakiler tamamen magfurdur ve benimle kalkacaklar” buyurdu. Hazreti Osman radiyallahuanhu bu sefer de: “Ya Rasûlullah, önce buyursaydınız biraz daha uzaklara atardım!”diyor. Onun için Cennetü’l- Bâki’de olanlardan azab görecek yoktur. Aleyhisselâtü ve’s selâm harekete geçtiğinde onlarda hep beraber el birliğiyle beraberlerindedirler. Mekke’ye doğru birlikte yürürler. Mekke’ye vardıklarında Muâllâ’dan da kalkarlar. Esâsen Mekke ve Medine hepsi Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem oluşu ile hayrü berakât sahibidirler. Bu iki beldeye Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem yüzü suyu hürmetine ALLAHü Zülcelâl bağış vermiştir. Hüner yine Rasûlullahındır sallallahu aleyhi ve sellem. Bu şeref O’nundur ve O’nun üzerinde döner. O’na saygılı olmamız şarttır. ALLAHü Zülcelâl verdi ise O’nun hukukuna da riâyet etmek lâzımdır.

اللهم اناسئلك بك ان تصلى على سيدنا ومولانا محمد وعلى سائر الانبياءوالمرسلين وعلى آلهم وصحبهم اجمعين وان تغفرلنا مامضى وتحفظنا فيمابقى أمين
اللهم شفعه فينا بجاهه لديك / اللهم شفعه فينا بجاهه لديك / اللهم شفعه فينا بجاهه لديك
آمين يا ارحم الراحمين يا ارحم الراحمين يا ارحم الراحمين ارحمنا يا رب
العفو يا رب عفك يا رب
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz kardeşlerimiz;
Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ziyâreti hususunda bir nebzecik daha hoş olan bir hususun üzerinde duracağız İnşaALLAHu telâlâ. Vâkıa’ şudur: Muhammed İbn-i Harb el Hilâlî diyor ki:
Bir vâkıa’dır ki, ben Medine-i Münevvere’ye geldim. Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kabri şerifini ziyâreti de candan arzuluyordum. ALLAH nâsib etti de ziyâret ettim. Bu meyânda da bir kenara çekilip duvara yaslandım. Harikâ haller gelip geçiyordu. Bu minvâl üzere dururken bir Arabî geldi ve Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kabri başında durup kendi kendine diyordu ki: “Kâinâtın en hayırlısı, Resûllerin en azamisi, ALLAH sana bir kitab vermiştir. Bu kitab sadıktır. Hiç şüphemiz yoktur. Bu kitabda şöyle bir şeyde yazıyor:
قال دخلت المدينة فأتيت قبر النبى صلىالله تعالى عليه وسلم: فزرته فجلست بحزائه فجاء اعرابى فزاره ثم قال يا خير الرسل ان الله انزل عليك كتابا صادقا قال فيه
(ولو أنهم إذ ظلموا أنفسهم جاءوك فاستغفروا الله واستغفر لهم الرسول لوجدوا الله توابا رحيما)
(Nisâ / 64)
Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelselerde günahlarına ALLAHdan mağfiret dileseler, Peygamber de kendileri için afv isteseydi, elbette ALLAHı tevbeleri ziyâde kabul edici çok esirgeyici bulacaklardı.”
Senin huzuruna gelen bir kimse hatalarından dolayı ALLAHa yalvararak hatalarının affı yönünden baş vururda affını dilediği anda: “Ya RasûlALLAH sende bize şefaatçı olursan şüphemiz yok ki ALLAHü Zülcelâl bizleri affeder. Çünkü âyet-i celîlede: Beşerdir nefislerine zülmetmişlerdir hatalar işlemişlerdir. Eğer günahlara hatalara düçar olurlarsa senin huzuruna gelirlerde işledikleri zenblerinden ALLAHa karşı tevbe istiğfar ederler bir de senden şefaat dilerlerse seninde şefaatçi olman şartıyla ALLAH hem Tevvab hem de Rahimdir. Senin istiğfarını ve şefaatını reddetmez inancımız budur” diyerek Arabî bunlarısöylemiştir.
Şöyle diyor:
يا خير من دفن بالقاء اعظمه فتاب من طيب هنى القاءوالاكم نفس الفداء لقبر انت ساكنه فيه العفاف وفيه الجود والكرم ثم استغفر وانصرف
“Zenbime istiğfar diliyorum ki Rabbımız seni reddetmez” dedikten sonra ağlamış. Hatalarını Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem arzettikten sonra ağlamış. Bayağıca yorgun hale gelip sonunda Arabî, medh-ü-senâ ve iltica olarak Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem meskeninin olduğu yerin çok hayırlı ve hoş olduğunu, buraya geleni eli boş çevirmeyeceğine inandığını, hayr-ü-kereminizden esirgemezsiniz diyor. Evvelâ ALLAHü Zülcelâle sonra Rasûlulaha sallallahu aleyhi ve sellem ilticâ ediyor. Sonra gitmiştir.
Arabî gittikten sonra El Hilâlî seyrederken uykuya dalıyor ve rüyâsında Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisine: “O arabîyi bulabilirsen kendisine müjdele ki ALLAHü Zülcelâl O’nu affetmiştir” buyuruyor.
“Araştırdım ama bulamadım” diyor.

Aziz kardeşlerimiz;
Evet Kader Kaderullahtır. Kimisi şöyle kimisi böyledir. Kimisi herşeyini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem için fedâ eder. Kimisi de ziyâretini hoş görmez gayr-ı meşru’ bulur ve fazla salâvât getirilmesi onları huzursuz eder.
Hepimiz hutbelerde duyuyoruz: Âyet-i celilede;
من يهده الله فلامضل له ومن يضلل فلاهادىله
ALLAHü Zülcelâl bir kimseye hidâyet verdi ise kimse dalalete sevkedemez. Amma, dalalete düşürdü ise kimse de ona hidâyet edemez” buyurulmaktadır.
Aleyhisselâtü ve’s selâmın buyurduğu gibi: انالدليل والهادىالله “Ben delilim, hidâyet veren ALLAHdır” ALLAHü Zülcelâlin kaderi icrâ’ olmaktadır. Her ferd için de böyledir. Ancak, bize düşen hakikati anlatmaktır. Hem dünyamıza hem de âhiretimize yarar getirecek hususlarıanlatmaya gayret edeceğiz inşeALLAHü Teâlâ. Hele bilhassa her zaman muhtaç ve medyun olduğumuz, her şeyimiz O’nun ni’metiyle dönen dünyamızda âhiretimizde tamamen O’na bağlı olan Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem. Hiçbir kimsenin ALLAHü Zülcelâlin Habibine sallallahu aleyhi ve sellem olan ni’met-i azimesinin hakkını ödeyip teşekkürü ifâ etmesi mümkün değildir. Bereket versin ki kendisi:
بالمؤمنين رءوف رحيم
(Tevbe / 128)
Mü’minlere Rauf ve Rahimdir.” Zâten Rauf ve Rahim kâfirlere karşı kullanılamaz.

Evet, ALLAHü Zülcelâl, uluhiyyet yönünden kâinâtta olanların hepisi kullarıdır. Ondan dolayı:
إن الله بالناس لرءوف رحيم
(Hac / 65)
ALLAHü Zülcelâl insanlara hem Rauftur hem de Rahimdir.” Ama, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir beşerdir ve sadece mü’minlere rauf ve rahimdir. Amma kâinâtta ise umûmen rahmet olarak gelmiştir.
وما أرسلناك إلا رحمة للعالمين
(Enbiyâ / 107)
“(Rasûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
Rahmeti umumidir. Kâfire dahi rahmettir ve bir rolü vardır esâsen. Çünkü ALLAHü Zülcelâle küfretmelerine karşılık onlara bir mühlet veriyor ve ni’metleri içerisinde yaşatıyor. İşte bunlar Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem herkese olan rahmetinden dolayıdır. ALLAHü Zülcelâl kendilerine bir mühlet tanıyor. İster ateşe tapsın, isterse ne yaparsa yapsın. Beterin beterini de yapsa. “ALLAHü Zülcelâlin oğlu vardır” ve benzeri şeyler söylese de... Yine de ALLAHü Zülcelâl kendilerine karşı hem Rauf hem de Rahimdir. Rabbü’l- âlemindir. Sadece Rabbü’l- Müslimin değildir. Hani bazı habis ruhlu kimseler varya milletin hepsini tekfir ediyorlar. Halife olmuş, kendi kendine! Türkiyede câmilere varıp namaz kılan ama, kendisine katılıp da güyâ cihad etmeyenlerin hepside kâfirdir diye fetvâ uydurup söylüyor ya!
ALLAH bu gibilerin şerlerinden bizleri korusun. Âmin!.

Fakat maalesef hüsranlık kendilerinedir. Çünkü şehâdet getiren “Lâ ilâhe İllâllah Muhammede’r- Resûlullah” diyen bir müslümanı tekfir ve tel’in etmek esâsen kendisine reddolunur.
“Türkiyedeki câmilerde namaz kılanlar keferedir” dediği taktirde o misilli kendisini bulur. Zirâ Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: المؤمن ليس بااللعان ولاباالتعان “Mü’min hiç bir kimseye ne lânet kullanır ne de ta’n eder” buyuruyor.
Mü’min kısmının dilinden ve elinden her ferd emindir. Çünkü hiç bir kimseye ne diliyle ne de eliyle ezâ edip zarar vermez. Müslüman deyince:
المسلم من سلم المسلمون من يده ولسانه
Müslim; müslümanların elinden ve dilinden selâmette olduğu kimsedir.
المؤمن من أمن المؤمنون من يده ولسانه
Mü’min; mü’minlerin elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.
المؤمن ليس بااللعان ولابااللتعان
Mü’min olan için lâ’net ve ta’n etmek ve ayıplamak yoktur.

Her ferd onun elinden ve dilinden sâlim demektir. Mü’min o kimsedir ki, elinden ve dilinden herkes sâlimdir. Asla hiç bir kimseye sebbetmez (sövmez), tekfir etmez, lâ’net kullanmaz hâşâ. İşte bu şaşkınlar güya ülemâ imiş gibi çıkıp ortaya yok halife imiş yok şeyhmişte ama işi gücü gördüğü müslümana tekfir ve tel’in yapıştırmak. Ehl-i tevhid olmalarına ve “Lâ ilâhe İllâllah Muhammede’r- Resûlullah” demelerine rağmen tekfir ve tel’in ne demektir be cahiller? Bu kelimeyi söyleyip gölgesi altına giren kimseyi tekfir ve tel’ine kimsenin hakkı yoktur. Her ne hatası olursa olsun değilmi ki tevhid ehli müslümandır.
ALLAH bizleri bu gibi şer-rü-şürurdan korusun ve şuur versin. Âmin!.

Ne diyelim gün günden beter geliyor, şerli geliyor ve böyle olunca bir hayr da beklemiyoruz. Hal budur ki, şer günden güne artmakta hayr ise azalmaktadır.


Resim

Vâkıa’: Vuku bulmuş, olmuş, var olan mevcud bir hâdise.Olan olmuş.
Minvâl: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol.Fayda.Uslub, tarz
Zenb: Suç, günah, kabahat.
Gayr-ı meşru’: Allah'ın rızâsına uymayan, şeriat hârici, kanunsuz iş.
Ni’met-i azime: en büyük ni’met.
Ni’met: (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet.Giyecek şeyler.Yiyecek faydalı şey, rızıkç
Azime: (C.: Azâim) Büyük iş, fevkalâde ve çok mühim iş.Tılsım, efsun, sihir.Sebat. Verilmiş olan kararda kat'ilik.Kasdetmek, yemin etmek.
Hüsran: Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı.Zarar, ziyan, kayıp.
Ferd: Tek, bir, yekta. Eşi, benzeri olmayan. Bîhemta olan
Ta’n: Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek.Küfretmek.Muhalifin iddialarını çürütmek.Vurmak.Duhul etmek, dâhil olmak, girmek.
Tel’in: Lânetlemek. Lânet etmek.
Tekfir: Birisine "kâfir" deme, kâfirliğine hükmetme.Ortadan kaldırma, yok etme.Setretme, örtme.
Şürur: (şerr. C.) şerler. Kötülükler.


Resim

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا
Resim---Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ: Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisâ 4/64)

وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا
Resim---Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ: (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru yolu gösterici bir veli bulamazsın.” (Kehf 18/17)

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm: Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.” (Tevbe 9/128)

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm: Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.” (Hacc 22/65)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn: Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Tekrar mevzu’umuza dönersek, Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretini anlatan eser ve hadisler o kadar çok ki hepsini haklayamayız.
Mübârekler nasıl çalışıp çabalamış ve eserlerini ortaya koymuşlar. Fedakârlıklar yapıp mâlümatlar vermişlerdir. Hatta bahusus mübârek Hazreti Bilâlî Habeşî radiyallahuanhu Şam’da olmasına rağmen Aleyhisselâtü ve’s selâm kendisine: “Sen neden gelmiyorsun, hiç özlemedin mi?” diyerekten. Şefkatine merhametine bakınız. Hannaniyetine bakınız. Ve Bilâl radiyallahuanhu Şamdan Medine-i Münevvere’ye hele bilhassa Kabr-i Şerifi’ne varınca yanaklarını O’nun toprağına sürerek öyle candan ağlar ki. Evet öyle ağlar ki, etrafındakilerde feverân ederler. Hazreti Hasan radiyallahuanhu ve Hazreti Hüseyin radiyallahuanhu Bilâlden radiyallahuanhu ezan okumasını ricâ ederler. Zâten, Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem vefâtından o ana kadar hiçbir zaman ezân okuyamamıştı. Aslında gücü de yetmiyor. Ama, Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem sevgilileri olan bu kişileri de bir türlü kıramadı. Ve böylece ezâna çıktı. Rasûlulllah sallallahu aleyhi ve sellem devresinde ezânı hep Bilâl radiyallahuanhu okurdu. Seneler sonra tekrar Bilâl’in radiyallahuanhu ezânını duyan tüm Medine halkı âdetâ sarsıldılar. “Eşhedu enne Muhammed er Resûlullah” deyince kendine medârı kalmadı ve yere düştü. Medine ehli tamamen ağlaştı âdetâ yepyeniden o günlere döndüler. İşte Hazreti Bilâl radiyallahuanhu yanaklarını kabrinin topraklarına süre süre ağlamışken ne diyorlar şimdiki şaşkın zındıklar!
Hâşâ Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem geleni gideni tanımazmış, hiç bir faydası yokmuş gibi! Halbuki biliyorsunuz şehid olan bir kimse için bile: “Siz öldüler sanıyorsunuz, Hay dirler ve ALLAH nezdinde yerler içerler. Ama siz şuûr etmiyorsunuz.” buyururken Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ki resûllerin resûlü hatemü’l- enbiyâdır.

Aleyhisselâtü ve’s selâm bir gün bir yerden binekli olarak geçerken bineğini bir şey ürkütmüş. Araştırmışlar ki neden oldu diye? Meğer, orası bir Yahudi mezarlığı imiş. Hayvanlar dahi azabı görünce müteessir olurlar esâsen. Görüyorlar çünkü.

Yine Aleyhisselâtü ve’s selâm bir mezarlık yanından geçerken iki kimse vardır ki azab içindeler. Azablarının sebeblerini ise basit şeylerdendir. Birisi idrar yaparken sıçrantılardan kendisini korumuyordu. İslam dini gelmeden evvel müşriklerin ve o muhitin âdetleri tamamen ayakta bevl ederlerdi. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem teşrif edince, bir mü’mine yakışan saygı ve setret ve bir de etrafa sıçratmama yönünden oturarak ifrazât yapmayı emredince müşrikler bakar bakar da gülerek: “Böyle şeyleri kadınlar yapar” diyerek mü’min erkeklerle alay ederlerdi. İşte bu kabirlerdekilerden birisi istinca’ (temizlenme) yönünden fazla i’tinalı değilmiş ve kabir azabına dûçar olmuş. Kabir azabının diğer sebebi ise; koğuculuk, nemmamcılık ve söz taşıyıcılıktır. Bu koğucularda kabir azabı görürler,

Bu durumları karşısında Aleyhisselâtü ve’s selâm, yeşil bir çubuk almış ikiye bölmüş ve her iki kabrin başlarına dikmiş. Sormuşlar ki, “Ya Rasûlullah, bunların ne gibi bir faydası olacak?” “Bunlar yeşil kaldıkça kabir dekiler tesbihinden faydalanırlar” buyuruyor. Bakınız ki, bir ağacın çubuğunun zikrinden kabir ehli faydalanırken. Hatta, Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem diktiği çubuğun dallarından getirilip mezarlarının başına dikilmesini vasiyet ederlerdi. “Bizi defnedince o çubuklardan getirip bizim başımıza dikin” derlerdi.

Hülasa bu kadar inceliği var iken ve mezarda dahi geleni gideni bilip selâm alıp verirlerken bunlara ne demeli? Gönderilen bir hayrı taksimat yaparlar. Kefenden elbiseleri ile birbirlerini ziyâret ederler.

O kadarda ahmaklık o kadar da gariblik olur mu? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisi bu kâinatın eşrafıdır. Kâinât ise O’na medyundur. ALLAHu Zü’l- Celâl O’nu tek olarak Habibi seçmiştir. ALLAHu Zü’l- Celâl Habibi olana hiç bir şeyi esirger mi? Şerefi ve meziyeti bu iken O’nun isteğini esirger mi? ALLAHu Zü’l- Celâl bizlere ümmeti olmayı nasib ettiği için iftiharla binlerce şükürler olsun. Cümlemize de şuûrlar versin.
Zirâ, nassı’l- ülema (âlimlerin hükümleri) o ki, Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kabrini ziyâret mutlaka meşru’ ve sünnettir, hatta diğer kabirlerinde ziyâreti meşru’ ve sünnettir. Nasıl ki, Aleyhisselâtü ve’s selâm kendisi de arada sırada Cennetü’l- Bâki’ye mezarlığına giderdi. Hatta Uhud şehidlerini bizzâtihi ziyâret ederdi. Bu örnekler yetmez mi? Ümmet-i Muhammedin kabrî ziyâret edilebiliyorsa, ümmetin sahibi ziyâret edilemez mi yâni? Kâinatı O’nun yüzü suyu hürmetine var etmiş ALLAHu Zü’l- Celâl... Hepside onun eserlerindendir. Böyle iken kabrini ziyâreti gayr-i meşru’’ sayanlara ne demeli bilmem? Esâsen gayr-ı meşru’ değil de; Kadı İyaz; “Sahibü’ş Şifa-i Şerif”inde kendisi bizzâtihi “Sünneti seniyyedir ve özel sünnetlerden de bir tânesidir” demektedir. Ülemânın ittifakla kararlarıda budur. Ehl-i sünnet ve’l- cemaat i’tikadı budur.

Ancak, bedbaht olanlar ancak bundan mahrum olurlar da kendilerinin bilecekleri şeydir. Öbür âlemde artık sahibleri kimler olacak biz bilemiyoruz. Evet, Aleyhisselâtü ve’s selâm mü’minlere karşı Rauf ve Rahimdir. Ama, kendisine bu sıfatları lâyık görmediler, saygı göstermediler ve ayni zamanda da nefret eder durumdalar. Böyle olunca bunlara sahib çıkar mı çıkmaz mı bilemem!..

Aleyhisselâtü ve’s selâm bizzâtihi kabirleri ziyâret ederdi. Bahusus Uhud şehitlerine ziyârete giderdi. Onlar ise zararlıdır diyorlar mı bilemiyorum ama yarar getirdiğine inanmıyorlar. Ancak ve ancak ehl-i sünnet dışında olan kimselerdir bunlar. Nasıl olur? Evet, Mu’tezile fırkası öldükten sonra kabir azabı diye bir şeyi tanımıyor ve inkar ediyor. Yok eğer, tenasüh ehli kısmından iseler zâten tenâsüh ehli inancında ruhları bir vücuddan çıkar, başka bir vücuda girerler. Değilse hayvanlara da girebiliyorlarmış. Mü’tezile “cennete dahi ruhen girilecek ceseden değildir” derler.

Ehl-i Sünnet ve’l- cemaat inancında ise; kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahutta cehennem çukurlarından bir çukurdur. KaBir den sabah akşam ya cennete bir menfez açılışı olur, oradan güzel kokular getirir ve bir esinti eser. O kimseler huzur içinde olurlar. Eğer böyle değilse o zamanda cehennem çukurlarından bir çukura açılış olur ki çok kötüdür.

Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘ın ziyâreti hususunda imkanımız nisbetince ma’lümât verdik. Bu hususda yazılmış kitablarda yaygındır. ALLAHu Zü’l- Celâl hidâyet verdi ise bir âyet bir hadis yeterlidir. Neden inanmasın ki, ALLAHın kelâmı Rasûlullahın sünneti seniyyesidir.
Onun için bize düşen İmam-ı Şâfiî’nin buyurduğu gibi:
العلم ما قال الله وقال رسول الله وماعداه قول الرجال
İlim, esâsen ALLAH kavli ve Rasûlullahın kavlidir, maadası (bunun dışındaki sözler) diğer insanların sözleridir

Bunu iyi bilip anlamak lâzım. Onun için Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem basitten alıp kabrine gelip gideni tanımaz sanmak, ziyâret edene yararı olmaz, sanki fuzuliden millet boşuna zahmet çekiyor gelip gidiyor hesabında olanlar bu kadar da cür’et sahibi olmasalardı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kabrini ziyâreti gayr-ı meşru’’’ saymazlardı. Faydasız ve beyhude sanan bedbahtlar bilmiyorlar mı ki; ashab-ı kirâm, Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem sağlığında nasıl bir saygı duyulmuşlarsa dünyadan göç ettikten sonra da karşısında aynı saygı ve edeble bulunurlardı.

Hatta bir gün Hazreti Ömer’in radiyallahuanhu yanında Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kabrinde bulunduğu sırada başka beldelerden gelenler olup biraz sertçe konuştuklarını duyunca onlara:“Eğer siz bu memleketin insanları olsaydınız mutlaka asâyı yerdiniz. Sizi döverdim, çünkü Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem bulunduğu bir yerde mutlaka edebinizi takınmanız lâzımdı, amma garib olduğunuz için affediyorum!” buyuruyor.
Sahabeyi kirâm kabri şerifinde bulundukları zaman sanki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aralarında imişçesine sağlığında olduğu gibi saygılı, edebli ve i’tinalı olurlardı. Mescide bir çivi bile çakacak olsalar Hazreti Aişe radiyallahuanhu veya başkaları tarafından i’tinalı olmaları için uyarılıyordu. Saygılı ve edebli olmaları tenbih ediliyordu. Hülasa edebiyatlarını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dan almışlar ve böylece devam ederlerdi.

Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kabri şerifinin mahiyet ve muhteviyatını anlamak için kısaca bir şeyler anlatayım;
Sahabe-i Kirâm ve Tabiinler dahi Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem karşısında en yüksek edeble bulunup i’tinalı konuşma ve haraketler içinde bulunmuşlardır. Âdetâ hayat oluşu gibi hiç bir fark gözetmeden tezlerini yürütmüşlerdir. O’na böylece saygı duyarlardı.
Hazreti Sıddık radiyallahuanhu daima: “Sesinizi yükseltmeyiniz” diye buyuruyordu. “Zira, öyle bir yerdesiniz ki, mübârek bir belde de kabri şerifinde ve huzurunda bulunuyorsunuz”diye edeble uyarırdı.

Huzurda olanlar nasıldır bilmek için bakınız:
روى عن كعب الاحبار رضىالله عنه قال: مامن فجريطلع الانزل سبعون الفامن الملئكة حتى يحيفوا باالقبر يضربون بأجنحتهم ويصلون على النبى صلىالله عليه وسلم حتى اذا امسوا عرجو وهبط مثله
Kab’i’l Ahbar radiyallahuanhu:“Aleyhisselâtü ve’s selâmın kabrinin durumunu şöyle anlamış olursunuz ki, her gün fecir devresinde mutlaka 70.000 Melâike göklerden gelir kabrin etrafında kanatlarıyla teberrük ederler. Ayni zamanda kanatlarıyla kabre temas ederler ve hazz duyarlar. Hem de kanatlarını yerlere çarparken salat-ü-selâm ederler. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar sürer gider. Bir bölük çıkıyor bir bölük iniyor.” diyor.

Hal böyle iken 70.000 melek sabah-akşam selat-ü-selâm getirirken, O’nun ümmetiyim diyen müslüman saygı duymayacak mıdır? Başı boş mu sanıyorlar. Bu kadar da yoz ve cahilin câhili ki echeli bunlar!

ALLAHu Zü’l- Celâlin kendisini nasıl terbiye ettiğini: ادبنى ربى فاحسن تأديبى “Edebimi Rabbim verdi de ne güzel edeb sahibi kıldı” buyurmuştur.
Ahlâkı derseniz: بعثت لأتم مكارم الاخلاق Ben, âhlakın tekemmülü için gönderildim.
وإنك لعلى خلق عظيم
(Kalem / 4)
Muhakkak ki sen azim bir ahlâk üzeresin” buyuruluyor âyeti- celilede.
Kabrini ziyârete gelen meleklere tekrarı nâsib olup bir daha gelmeye sıra bulamıyorlar. Her an, aşkla şevkle kanatlarını çarpıp haz duyup salat-ü-selâm getiren 70.000 meleğin coşup durduğu kabri şerifini nasılda basitten alabiliyorlar?
Ama, uyarıyor ya, Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:اناالدليل والهادى الله “Ben delilim, hidâyet ALLAHındır, Hidâyet Hidâyetullahdır” ALLAHu Zü’l- Celâl elbette Habibini sallallahu aleyhi ve sellem çok sever. Böyle iken, bir insan bile sevdiğine düşman olanı hoş görmez iken Habibine sallallahu aleyhi ve sellem karşı böylesi katı olanlara ne der ne eyler O bilir artık.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dan istigase (yardım dileme) yönünden çocuklar bile bilir ki Âdem aleyhisselâm zelleye düşünce tek başvurduğu Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Bunu hiç kimse inkâr edemiyor.
Âdem aleyhisselâm: “İlahi bu kimsenin, Muhammed’in yüzü suyu hürmetine beni affet” diye söyleyince “Ya Âdem sen bunu nerde gördün, nerde buldun o henüz yaratılmamıştır, nasıl tanış-biliş oldunuz?” buyurunca Âdem aleyhisselâm: “Ya Rabbi benim ruhum burun yoluyla vücûduma giriş yaptıktan sonra gözlerim görür hale gelince karşımda Arş’ın sak’ı üzerinde “Lâ ilâhe İllâllah Muhammede’r- Resûlullah” gördüm ve düşündüm ki kendi ismi ile beraber getirdiği bu kimse ALLAHu Zü’l- Celâl’in hoş gördüğü sevdiği ve ismini de ismi ile yanyana beraber kıldığı kimsenin çok geçerli olacağına inanarak baş vurdum. Çünkü bu başka bir kimsede yoktur. ALLAHu Zü’l- Celâl: Lâ ilâhe İllâllah” ile uluhiyyetini ilân etmekle beraber hemen arkasından “Muhammede’r- Resûlullah” buyurarak O’nun risâletini de ilân etmiştir. Arşın sak’ında, cennette hatta bazı meleklerin alınlarında dahi yazılıdır.

Onun için Âdem aleyhisselâm: “Ne olursun Ya Rabbî! Bu zâtın şefâatıyla affeyle!” deyince “O senin oğlundur, senin zürriyetinden gelecektir” “Öyle ise böyle bir oğlumun yüzü suyu hürmetine benim gibi zelleye düşmüş derbeder babasının affını dilerim beni affet!” diye dua etti ve affetti.

Bir de Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devresinde bir tanesinin gözleri âmâ olmuş, kimsesi de yoktur. Câmi’den mahrum olmuş dayanamamış, Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem başvurmuş: “Ya Rasûlullah hâlim bu. Rabbımız bunu bana vermiştir ve artık Mescidine de gelemeyeceğim, göremeyeceğim ve sesini de duyamayacağım ne olursun bana dua et de gözlerimin nuru avdet etsin de gelip gideyim seni göreyim, senden mahrum kalmayayım” diyor. Bu hususda hadis de vardır:

Hadis-i Şerif:
اذاابتليت عبدى بحببتين عوضه منهماالجنة يريد عينيه

Hadis meâli:Bir kulumun iki gözünün nurunu alırsam o kimsede sabrederse karşılık olarak cennetimdir” buyuruyor.
Bu hadisi buyurduğunda pek çok sahabe âmâ olmayı arzular hale geldiler. Çünkü mizân önünde Rabbımız Celle Celâlihu: “Ben bunların hesabını teraziye asla çekemem ve benim gayretim buna asla razı olmaz. Bunların gözlerinin nurlarını aldım karşılığı cennetimdir. Başka bir şey karşılamaz.” Buyurup sorumlu tutmuyor. Bu ise ALLAHu Zü’l- Celâlin bir lütfû ve keremidir.

Onun için bu kimse Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem “Ne olursun ya Rasûlullah gözlerim gelsinde sana gelebileyim” deyince dayanamamış yalvarışına da “Şu halde gitte bir abdest al şükrâne olarak namaz kıl ve şu duayı اللهم انى اسئلك واتوجه اليك بنبيك نبى الرحمة يا محمد انى توجهت بك الى ربىفىقضاءحاجتى
“Ve hacetin ne ise “gözümün nurunu avdet ettir” diye ekle”
buyuruyor.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu duayı iki üç kerre tekrarlamıştır. O kimse söylenenleri yapınca üçüncüsünde gözlerinin nurları avdet etmiştir. Gözleri evvelkisinden de daha iyi görür şekilde geldi geçti gitti. Bu hadise yaygın durumdadır. Bu hadis tevatüren sabittir. Bunu biliyorlar. Onun için “Rasûlullaha istiğase olmaz” gibi sözler mesnedsiz ve geçersizdir. O’na istiğase etmeyip de kime edeceğiz? Ona başvurup şefaatini dilemeyen bir kimse VALLAHi’l- Azim cehennemin yolundan başka bir yol da bulamaz. Âdemden aleyhisselâm kendisine gelinceye kadar her ferd Onun şefaat-ı azimesine muhtaçdır. Bu ise O’na verilmiştir. Her bir nebî bir özür ileri sürüp sonunda O’nun şefaatını dilemeye yöneliyor tüm insanlar mahşer âleminde. Tek iltica’ yeri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dır. Livaü’l- Hamd sancağı altında yetki ve salahiyet sadece resûllerin resûlü olan Cenâb-ı Rasûlullahındır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem teşrif ettikten sonra risâleti umumidir: Âyet-i celilede:
وما أرسلناك إلا كافة للناس بشيرا ونذيرا
(Sebe’ / 28)

“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici olarak gönderdik...”
“(Resûlüm) Biz seni ancak ve ancak insanlar için bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.”


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem teşrif ettikten sonra gelselerdi O’nun emri altında olurlardı. Kendileri niyabet makâminda olurlardı. Ama, O yokken her nebî kendi devresinde kendi kavmine olmuştur.

Nasıl ki Rabbımız, ilâhımız tektir: لااله الاالله وحده لاشريكله Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem da bir tânedir. Her yerde ismi ismiye anılır. Arş’ta cennette vs. Tüm insanlar birleşseler bile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem racihtir. Şefaatı ise; şefaat muhte’liftir. Çok çeşitlidir. Millet sıkıntılı iken hesab başlasın diye Havz-ı Kevserde, Mizanda, Sırat üzerinde, ki; Cehenneme girmeye mahküm olmuştur sırattan geçerken ümmetine: “ALLAHümme sellim! ALLAHümme sellim!” diye şefaat edecektir. Cehenneme girecek olan şefaatla girmez. Cehenneme girmiş olan yine de O’nun şefaatıyla çıkabilir. Öbür âlemde kabadayılık yapacak kimmiş?
Makam-ı Mahmud esâsen bir kişiye verilmiştir. O’da Cenâb-ı Rasûlullahdır sallallahu aleyhi ve sellem. Ve O’nunda liyâkatı vardır.
Hâlik bir tekdir. Mahlukatı içinde de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir tekdir. Kimse onunla ölçüşemez. Çünkü o, ALLAHu Zü’l- Celâlin nurundan yaratılmıştır.
Cabir İbn-i Abdullahın radiyallahuanhu buyurduğu hadis sağlıklı ve sıhhatlidir ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ALLAHın celle celâluhu nurundan yaratılmıştır. Arşta, cennet de O’nun nurundan yaratılmış hepsi Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem eserindendir ne var ise kâinatta. Fakat ömür ve vakit itibariyle herkes kendi devresinde Resûl ve nebî olmuşlardır. Âdem aleyhisselâm ve evlâdları (Şit aleyhisselâm, İdris aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm vs. kendilerine verilen görevleri yerine getirmişlerdir. Ama Rasûlullah teşrif edince ve Kur’ânı azimü’ş şan kendisine indirilince her nebî ve herkesin kendisine tabi’ olmalarıgerektiğini açık ve sarih hadislerle bildirmiştir. 69 ümmet önceden kendi nebîleri idâresinde gelip geçmişlerdir. 70 nci ve son ümmet ise Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmetidir. Ancak cennete girecek 120 saflık toplumun 40 safını 69 ümmet, 80 safını ise sadece ümmet-i Muhammed teşkil edecektir. Kıyas böyledir.

İşte mesele budur. ALLAHu Zü’l- Celâlin verdiği bu ni’metin kıymet ve değerini bilmek lâzımdır. Hele bilhassa O’nun beldesinde ve gölgesinde yaşayıp dururken basitten basitten görüp böyle yapmalarına söyleyecek söz bulamıyorum. Ni’met ne kadar büyükse nankörlüğün cezası da o kadar büyük olur. Er veya geç bulurlar.
Çünkü âyet-i celîlede:
لئن شكرتم لأزيدنكم ولئن كفرتم إن عذابي لشديد (İbrahim / 7)
Eğer şükrederseniz çoğaltırım yok küfran-ı ni’met ederseniz azabım şiddetlidir.”
Ve en azından bu ni’meti elinizden alırım ve üzerinizden kalkar ki Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ni’meti bir kimsenin üzerinden kalktıktan sonra öyle hayat mı olur?
“Hâşârat olsaydım da bu hallere düşmeseydim” derler ya! Ve böylede olacaktır!..
Tabi ki hidâyet hidâyetullahdır:
أفمن شرح الله صدره للإسلام فهو على نور من ربه
(Zümer / 22)
ALLAHın islam nuru ile kalbine genişlik verdiği kimse, kalbi mühürlü nursuz gibi midir? Elbette O, Rabbinden bir hidâyet üzeredir. O halde, vay o ALLAH’ın zikrini terkeden kalbleri katılara!.. Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”

Kalbinde Rabbimizin buyurduğu nur olması lâzımdır ki ona dünyalarıverseler dahi Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem bir na-hoşluk kullanmasın!..



Resim

Feverân: Maddi ve manevi kaynayıp fışkırmak. * Köpürmek. * Coşmak. * Kokunun etrafa yayılması. * Depreşmek.
Medâr: Sebeb, vesile. * Bir şeyin etrafında döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği, üzerinde hareket edeceği yer. * Gezegenlerin gezerken hareket noktalarının çizdiği dâire.
Bevl: Sidik, idrar.
İfrazât: Vücuddan çıkan, bedenden ayrılan kan, irin, balgam gibi şeyler.
Eşraf: (şerif. C.) Şerefliler. İleri gelen büyükler.
Medyun: Borçlu. Vereceği bulunan.
Meziyet: İyilik. İyi ve salih hareket ve faaliyet.
Meşru’: Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.
Mü’tezile: Aklına güvenerek ve "kul, fiilinin hâlikıdır" demekle hak mezheblerden ayrılan bir fırka. Bunlar dalâlet fırkalarının birincisidir. Vâsıl İbn-i Atâ nâmında birisi buna sebeb olmuştur. Bu kişi Hasan Basri Hazretlerinin talebesi iken, günah-ı kebireyi işleyen bir kimsenin ne mü'min ve ne de kâfir olmayıp, tövbesiz âhirete giderse ebedi cehennemde kalacağını söyleyerek hocasından ayrılmıştır. İtizal etmiştir. Mu'tezile tâifesi: "İnsanlar kendi ef'âl-i ihtiyâriyelerini halkederler" diyerek, bu fiillerde kaza ve kaderin tesirini inkâr ederler. Kendilerine kaderiyeciler de denmektedir.
Fuzuli: (Fazl. C.) Fazla şey. Lüzumsuz söz.
Mahiyet: Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı
Muhteviyat: İçindekiler. Kapladığı şeyler.
Avdet: Dönüş, geri gelme, dönme. Rücu'.
Livaü’l- Hamd: Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bayrağı. Ona inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır.
Liyâkat: İktidar. Ehliyet. Hüner. Lâyık olmak. Fazilet. Kıymetlilik.


Resim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in küçük abdest bozma konusundaki davranışları ile ilgili rivâyetler, küçük abdesti (bevli) çömelerek yapmanın İslam adabından olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bir engel olmaması halinde ayakta idrar yapmak tenzihen mekruh kabul edilmiştir.
(İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 229).

Zira ayakta idrar yapılırken idrar serpintisinde korunmak güçtür. Oysaki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem idrardan sakınmayı emretmiş; kabir azabının çoğunun idrar serpintisinden dolayı olacağını haber vermiştir
(Buhari, Vudu 55, 56; İbn Mace, Tahara 26)

Buhari ve Müslim, Abdullah b. Abbas (r. a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki kabrin yanından geçti ve şöyle buyurdu: “Bu kabirlerde yatanlar azab görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar.” Rasulullah (sav) daha sonra sözüne şöyle devam etti: “Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlinden (idrarını üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı.”(Müsned; İmam Ahmed Ebu Davud Sünen 3 nolu hadis-i şerif)

Peygamberimiz (as) şöyle buyurur: Hz. Aişe radiyallahuanha: ''Kendisine Kur’ân nâzil olmaya başlandığından beri, Resulullah (aleyhi's-selâm) ayakta bevl etmemiştir.'' demiştir.
(Sünen-i Ebu Davud 1/93)

Yine İmam Ahmed’ in,Tirmizi’ nin (Cilt:1, Sayfa: 226), Nesâi’ nin (307 nolu hadis-i şerif) ve ibn-i Mace’ nin tahric ettiği hadiste Aişe (ranha) demiştir ki: "Size Nebiyy-i Azam’ (sas) ın ayakta bevl ettiğini kim haber verirse inanmayın, mutlaka oturarak abdest bozardı."
(Sünen-i Tirmizi Cild 1 Sh 112)

kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahutta cehennem çukurlarından bir çukurdur:

Ehl-i sünnet ve cemaatin akidesine göre, kabirde insanlar Nekir ve Münker adında iki melek tarafından sorguya çekileceklerdir. "Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur."
(bk. el-Akidetu’t-Tahaviye,1/169; Ahmed b. Hanbel, el-Akide, s.64-76; el-lalekâî, İtikadu ehli’s-sünne, 1/156, 158, 166-şamile)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: “ALLAH: “Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım.” buyurdu”.'' buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ I-265/827)

Cabir İbn-i Abdullahın radiyallahuanhu buyurduğu hadis:

Resim---Câbir bin Abdullah (radiyallahu anhu)’dan: “Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAHın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nurundan (Nurullah) senin Peygamberinin nurunu yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kalemi yarattı. İkinci parçadan Levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arşı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nurunu yarattı ki o, ALLAHı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nurunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir....”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin a’mâ bir sahabeye buyurduğu Hacet DUÂsı:

اللهم انى اسئلك واتوجه اليك بنبيك نبى الرحمة يا محمد انى توجهت بك الى ربى فى قضاء جاجة هذه لتقضىلى
"Allahumme innî vetevecccühü ileyke binebiyyike nebîyyi’r- rahmeti! Yâ MuhaMMed innî teveccehtü bike ilâ Rabbî fî Kazae hâcet hazihi li takzalî: Allahım! Ben, Rahmet Peygamberi Nebîn ile sana teveccüh ettim! Yâ MuhaMMed aleyhi's-selâm, şu hacetimin-ihtiyacımın yerine getirilimesinde-kazasında ben Seninle RaBBıma teveccüh ediyorum!"


Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme.. vesile-sebeb bilerek şefaatını dileyerek dönme-yönelme..

Resim---Osman b. Huneyf radiyallahu anhu da bir rivâyetinde şunları anlatmıştır:
“Gözleri görmeyen bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve: “Ya Rasûlallah, dua edin de gözlerim iyi olsun!” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İstersen dua edeyim, istersen sabret. Ama sabretmen senin için daha hayırlıdır.” buyurdu. Adam, görmüyor olmanın kendisine çok ağır geldiğini ve açılması için dua etmesini istedi. O zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Öyleyse git, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra şöyle dua et: “Ya Rabbi, ben senden diliyorum. Rahmet Peygamber’i ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Ben seninle Rabbine yöneliyorum, istiyorum ki bu yönelişim sebebiyle gözlerim açılsın. Ya Rabbi! O’nun şefaatini benim hakkımda kabul eyle ve benim de kendim için yaptığım duayı kabul et.”Osman b. Huneyf radiyallahu anhu şöyle diyor: “Bu zat gitti, biz daha Rasulullah s.a.v.’in huzurundan ayrılmamıştık ki tekrar geldi. Gözleri iyileşmişti.”
(Tirmizî, Deavât, 119; İbn Mâce, İkâme, 189; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/138; Hâkim, el-Müstedrek, 1/526; Heysemî, ez-Zevâid, 2/279)

Resim

“Siz öldüler sanıyorsunuz, Hay dirler ve ALLAH nezdinde yerler içerler. Ama siz şuûr etmiyorsunuz.”:

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
Resim---''Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne).: Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.” (Âl-i İmrân 3/169)

mü’minlere karşı Rauf ve Rahimdir:

لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ
Resim---Lekad câekum rasûlun min enfusikum ‘azîzun ‘aleyhi mâ ‘anittum harîsun ‘aleykum bilmuminîne raûfun rahîm(un): Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.(Tevbe 9/128)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---''Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin): Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem 68/4)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---''Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne): Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.(Sebe’ 34/28)

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
Resim---''Ve iz te’ezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd(şedîdun).: "Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrâhîm 14/7)

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Resim---''E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin): Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer 39/22)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


اعوذباالله من الشيطان الرجيم
بسم الله الرحمن الرحيم
الحمدلله رب العالمين وبه نستعين والصلاة والسلام على خير خلقه محمد وعلى آله وصحبه اجمعين
الحمدلله الذى هدانا لهذى وماكنا لنهتدىلولا ان هداناالله وماتوفيقى ولاتصانى الاباالله عليه توكلت واليه انيب


Kardeşlerimiz;
Biliyorsunuz Aleyhisselâtü ve’s selâm âhirü’z- zaman hakkında mütemadiyyen:

اللهم انى اعوذ بك من فتنة آخرالزمان

bizâtihi böyle diyerek “âhirü’z- zaman fitnelerinden ALLAHa sığınırım” diye bize ma’lümat vermiştir.
Nitekim âhir zamanda 73 fırkanın bir tânesi Fırka-i Nâciye olup diğerleri ya dalalate sevkeder veya küfre eletirler. Bunların ise âhirü’z- zamanda gittikçe yaygın olacağı ise hadislerde apaçıktır. Onun için her zaman ve hali hazır en tehlikelisi olan Haricîlik İmam-ı Ali radiyallahuanhu devresinde başlamıştır. Haricîye mezhebi ki; basit bir şey için Kur’ân ın zâhirine göre hükmedip küfrüne ve şirkine karar verirler. Elbette bu 72 fırkanın muhte’lif i’tikadlarıve inançlarıvardır. Bunları Fırka-i Dalle dememiz tabi ki i’tikadlarıyönündedir. En zararlılarıise Haricîye fırkasıdır. Haricîye ve diğerleri yani 72 fırka nın mutlaka ve mutlaka dalalete sevkeden veya küfre eleten bir i’tikadlarıolup az veya çok hak yoldan kaymışlardır. Ve bunlar âhirü’z- zamanda da fazlaca yayılmışlardır.
Haricîler İmam-ı Ali radiyallahuanhu devresindeki vâkıa’lardan başlamışlar ve hemence tekfir ederler. Dillerinde ve fikirlerinde hep tekfir ve şirk kelimeleri vardır. Nitekim İmam-ı Ali radiyallahuanhu yi basit bir hükümden dolayı ki; Kur’ân hükmü var iken kendine göre hüküm çıkardın (Hakameyn hadisesi) diye kendisinin küfrüne karar vermişlerdir. Hatta Hazreti Ömer radiyallahuanhu hutbesinde de bu hadisi de okuyor ve “öyle bir kavim gelecek ki Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatını da tamamen inkâr edecekler ve tasdik etmeyecekler” buyurmuştur. Bir çok hususlar sıralanmıştır ve şefaat da bunlardan bir tanesidir. Hutbesinde okuduğu hadisde mevcûddur. Bu hadis Fırka-i Nâciye kitabımızda vardır.
Ben bu hadisi okuduğum zaman acayibime gitmişti ve “ALLAH ALLAH Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti olup da Onun şefaatını inkar edecek acaba kim olur ki?” demiştim. Çünkü şefaatsız kimse bir yere varamaz. Kâinat ona muhtaçdır. Sadece hatalı olanlar değilde Âdem aleyhisselâm’dan kıyamete kadar gelmiş gelecek herkesin şefaata ihtiyaçlarıvardır. Çünkü mahşer âlemi güneşin sıkıntısı altındadır. Çok fazla olan ızdırab, sıkıntı ve ter içerisinde âdeta boğulacak derecede olup dururken. Ama cennetlik ama cehennemlik bu kadar kalabalık halk olmazsa işleme başlanmış olsun diye şefaat dilerler. Sıkıntıdan kurtulmuş olsunlar da ama yarar ama zarar ama cennet ama cehennem ne ise bu şekilde güneşin harareti altında mü’min kâfir ve muhte’lif durumlarda kişiler bu ızdırab içinde beklerken nebîlerin dahi Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatına o anda ihtiyaçlarıvardır. Hiç olmazsa hesab başlasında yarar veya zarar herkes varacağı yere varsın isterler.

Tabiki Hazreti Ömer radiyallahuanhu in hutbesinde geçen hadisi okuyunca benim acayibime gitti ki; herkes, şefaata muhtaç olmasına rağmen böyle müstağni durumuna gelecek olanlar kimler acaba? Nasıl bir fırkadır bunlar acaba? Kimler ki şefaatı tasdik etmeyecekler ve şefaata ihtiyaç duymayacaklar? diye. Meğere, Teymiyecilerle başlamış Vehhabî mezhebine gelince şefaatı inkarda en fazla cesur olanlar onlar oldu. Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem karşı gılzâtlı, şefaatına karşı ve kendisine âdeta düşman gibi davrananlar Vehhabî mezhebi mensublarıdır. ALLAHu Zü’l- Celâlin Habibi kıldığı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem kâinat sevgi ve saygı duymaya mecburdurlar. Hâlik olan ALLAHu Zü’l- Celâl birdir, tektir. Mahlukat arasında da inanın ki tek bir kişidir. Ekmel-i kâinattır. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kefeye kâinat diğerine olsa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem racih gelir.
Kâinat Ona medyun-ü-muhtacdır. Mahşer âleminde vALLAHü’l- azim Âdem’e aleyhisselâm, Nuh’a aleyhisselâm, İbrahim’e aleyhisselâm, Musâ’ya aleyhisselâm, İsâ’ya aleyhisselâm hepsine başvuruyorlarda şefaat etsinler diye. Ancak asla her ferd kendisi “nefsi, nefsi!..” demektedirler. Halk o zaman ye’se düşüyor. Ancak ve ancak Cenâb-ı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem baş vurulacaktır. Aslında şefaat yetkisi de ondadır. Buna rağmen şefaate ihtiyaç duymayacak ve tasvib etmeyecek olan bedbahtlar kimlerdir acaba?
İnanın ki 72 fırka içinde Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem karşı bunlardan daha gılzâtlı olanını hiç görmedim.

Kaderiyedir, Merciyedir çeşit çeşittir. Kimisinin ALLAHu Zü’l- Celâl ile ayrı bir hesabları vardır. Vs.. Fakat Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem karşı böyle âdeta düşmanı olacak seviyede ziyâretini meşru’ görmüyorlar, istigase şirktir diyorlar. Hehangi bir nebîye herhangi bir kimseye istigase desen derhal şirktir diye tabir ederler. Daha ötesinde ise şefaatı tamamen tasvib etmeyib şefaatın olmadığını söylüyorlar. Çünkü “Müznübinlere şefaat edilmez” diyorlar.

Hali hazırda ziyâret hususunda ma’lumat verdik. İstiğase hususunda bir iki meseleyi ortaya koyduk. Hazreti Âdem aleyhisselâm in zelleye düştüğünde Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem iltica’ ederek affa uğramıştır bunu kâinât biliyor. Yine gözlerini kaybeden sahabe, Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem cemaatından geri kalmamak için cenneti dahi va’detmesine rağmen: “Ya Rasûlullah senin cemaatına gelip gitmem benim için cennetten daha hoştur” deyib tercih etmiştir. Hülasa bunlar gâyet açıktır.
Şimdi ise şefaat yönünden birazcık aklı olup da buna cür’et edecek kimse yoktur.

Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: اناالدليل والهادى الله “Ben delilim, hidâyet ALLAHa aittir”
ALLAHu Zü’l- Celâlin sevgili Habibine sallallahu aleyhi ve sellem hiç ihtiyaç duymuyorlarsa ne yapabiliriz?
Aracı olmadan olsa idi, ne işi vardır Âdemden aleyhisselâm bu yana gelen Resûllere, nebîlere.
313 Resûl gelmiş ki bunlar ALLAH ile kulları arasında aracı olan elçilerdir.
İhtiyaç muamelatlar ve ahkâmlar tamamen onlar yoluyla ve vasıtaları ile temin edilir. Bunların elbette kıymet ve değerleri vardır. İstisnâ olup elçi olarak gönderilmişlerdir. ALLAH katında ayrı bir kıymetleri ve değerleri vardır.
Âdem aleyhisselâma halifem diye buyurmuştur. Kimisi Safiyullah, kemisi Neciyullah, kimisi Halilullah, kimisi Kelimullah, kimisi Ruhullah.
Ta ki Habibullaha sallallahu aleyhi ve sellem gelinceye kadar.
Hepisi de saygıya değer şahsiyetlerdir ve kıymetleri vardır ve diğer kullar arasında bunların aracılık ve elçilik vasıflarıvardır.
Hem ahkâmları hem muamelâtı hem de nasıl bu âlemde bizi ilim sahibi kılıb ibadet ve ALLAHu Zü’l- Celâle kulluk vazifelerimizi öğretmişlerse gelecek âhiretimizde de umudumuz şefaattir mutlaka.
Buna rağmen müstağni görünüyorlar ihtiyaç duymuyorlar ve daha, daha da “gâh şirktir gâh küfürdür vs.” diyorlar.
Nitekim Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur: “Kur’ânı azimü’ş şanın kâfir ve müşrikler için gelen âyetlerini hemen mü’minlere hamlederler (yüklerler) ve tekfir ederler ve şirke eletirler. Halbuysa yanlışlık vardır. Bunlar Haricîyyedirler” diye Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizâtihi ünvân vermiştir. Ve Haricîler “kelbu’n- nar: الخارجية كلاب النار : Haricîler ateşin köpekleridir” buyurmuştur. Nevadirü’l- üsûl ve başka kitablarda hadis tüm açıklığıyla mevcûddur.

Hülasa şefaat yönünden ALLAHu Zü’l- Celâlin izni ve inâyeti ile sizlere bazı hadisler serdedeceğiz İnşaALLAHü Teâlâ.

Kardeşlerimiz;
Kabirlerimizden avdet ettiğimizde tabi ki yer yüzü değişmiştir eskiden bildiğimiz yeryüzü değildir. Ayni zamanda güneşin harareti o kadar çok ki milleti sıkıcı bir haldedir. Güneşin ışığı ise yoktur.
Halkın kâfir olanları simsiyah renkli olan kimselerdir. Beyaz renkli olanlar ise mü’minlerdir. Ter kimisinin topuğuna kadar gelmiştir, kimisinin ise kulaklarının yarısına kadar gelmiştir. Ancak herkesin teri sadece kendisine te’sir etmektedir. Bu minval üzere halkın sıkıntılarıpek çoktur. Ne yapıp ne edeceklerini ve kime başvuracaklarını bilmez haldedirler.
Bunun başka bir yönü de yoktur. Kimisi karınlarıküp gibi şişkin olduğundan ayakta duramayıp yüz üstü düşmekte ve yüz üstü sürünmekte kimisi ayakta ve yürüyebilmekte vs. Hülasa bir acâyipliktir.
ALLAHu Zü’l- Celâlin izni ve inâyetiyle istisna olanlar; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve onun etrafındaki sevdiği kimselerdir. Onların muayyen ve istisnâ bir yerleri vardır. Fakat mahşer yerindeki halkın sıkıntısı çok fazla olup âkibetin neye varacağını da bilmiyorlar. Hayatlarında böyle bir sıkıntı görmemişler. Onun için o anda bir çâre ve hiç olmazsa başvuracak bir kimse arıyorlar. Acaba nedir bu hal? Ne zaman başlayacak?
Ama cennet, ama cehennem, ama kurtuluş, ama hüsran yeter ki hesab başlasın!. Çünkü sıkıntıdan insan her şeyini yitirir durumdadır..

Ki o anda halkın fikrine gelen Âdem aleyhisselâm’e başvurmaktır. Çünkü “Ebu’l Beşer” “Beşerîyetin Babası” olunca şefuktur atuftur belki geçerlidir diye O’na başvuruyorlar. Başvuruyorlarki “ALLAHu Zü’l- Celâle karşı bize aracı ol da hiç olmazsa hesablara başlansın bu halden kurtulalım ve muamelât başlasında herkes kendi varacağı edeceği yeri bilsin” derler.
Âdem aleyhisselâm bunları anlattıkları zaman karşılık olarak: “Heyhat, heyhat ben Rabbıma karşı doğrudan doğruya isyan ettim, bir emir verdi, emri karşısında yanlışlık yaptım, “nefsim, nefsim!..” diyerek onlara bir cevap veremiyor ve kendisi de onlar gibi muhtaç halde gösteriyor.

Olsa olsa Nuh aleyhisselâm dan bir çâre olur, ne de olsa bir kavme ilk olarak gönderilen resûldür diye Ona başvururlar. Hazreti Nuha aleyhisselâm varıp “Bizim hâlimizi görüyorsun sen ikinci babamız sayılıyorsun Rabbımızdan dilede işimiz görülsün hesab ne olacaksa olsun ve yürüsün” derler. Hazreti Nuh aleyhisselâm bu şekilde deyişlerine karşılık aklına geliyor ki tufan sebebiyle bu kadar kimseler ALLAHın kulları tamamen hepisi de helâk olduğu gözü önüne gelince “nefsim, nefsim!..” Ben bir beddua ettim de ALLAHın bu kadar kullarının helâkına sebeb oldum, ben nasıl huzuruna çıkarım “nefsim, nefsim!..” der.
Nuh aleyhisselâm siz en iyisi İbrâhim aleyhisselâm ALLAHın Halilidir ve nebîlerin babası sayılıyor, Ona gidiniz” der.

İbrahim’e aleyhisselâm giderler ve başvururlar. İbrahim aleyhisselâm de “Ben hayatta iken Rabbıma karşı 3 yönden yalanım oldu bu 3 yalanımdan dolayı Rabbıma hiç yüzüm yoktur Ona karşı mahcübûm, siz en iyisi ALLAHın Kelimi olan Musâya aleyhisselâm gidin. Ona Tevrat verilmiştir ve kavmi de diğerlerinden daha kalabalıktır Ona başvurunuz!” der.
Hazreti Musâya aleyhisselâm da başvururlar.
Hazreti Musâ da aleyhisselâm onlara: “Ah ben haksız olarak bir kişiyi öldürdüm ben katilim, cani sayılıyorum ben nasıl huzura çıkabilirim mazlum birini öldürdüm” diyerekten o da “nefsim, nefsim!..” der ve Hazreti İsâya aleyhisselâm gönderir.
“İsâ aleyhisselâm Ruhullahtır ALLAHın kelimesidir ona gidin benim “nefsim, nefsim!..” der.

Hazreti İsâ aleyhisselâm “Heyhat, benim Rabbıma yüzüm yoktur. Halkın benim için kullandıkları bazı inançlar sebebiyle ben değil de hakikatte ancak ve ancak Muhammed Aleyhisselâtü ve’s selâm bu işi halledebilir. Siz O’na başvurun!” der.

Burada diyebiliriz ki doğrudan doğruya başlangıcında akıllarına gelse de hemen Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme başvursalar. Çünkü Âdem aleyhisselâmdan beri herkes biliyor. Fakat ne hikmettir ki bilinemesin istenmiştir. Belki de “Âdem de aleyhisselâm, Nuh da aleyhisselâm, vs. yapabilirdi” diyebilir ümmetleri. Bu tavır içinde olabilirlerdi. Onun için en ileri düzeyde olan resûllere başvuruyorlar ve sonunda Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem kıymet ve değeri ortaya çıkarıyor.
Bu müşkili halledebilecek olanın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu herkes ittifakla bildi.
ALLAHu Zü’l- Celâlden gayri hiç kimsenin böyle bir “Şefaat-i Uzma” yetkisi yoktur.
Bu beşer olarak sadece Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem aittir. Tüm resûller, nebîler ve kâinât terazinin bir kefesine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem da bir kefesine konsa Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem racih gelir.
Misâlde söyleyeyim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hazreti Ebu Bekir Sıddık radiyallahuanhu hakkında ma’lümat vermiştir. İlk iman ettiğinden dolayı buyuruyor ki: “Ümmet-i Muhammed içinde ilk olarak Ebu Bekir Sıddık iman etmekle beraber başlangıçtan kıyamete kadar iman edenler terazinin bir kefesine Ebu Bekirin imanı da bir kefesine konsa Ebu Bekiri le raciha. Ebu Bekir racih (üstün) gelir” buyuruyor. Çünkü başlangıç Ebu Bekir radiyallahuanhu iman ettiği için:

من سن سنة حسنة فله اجره واجرمن عمل بهاالى يوم القيامة
“Kim ki bir hasene kapısı açarsa kıyamete kadar o âmeli işleyenlerden bir ücret bir hasene payı alır.”
Hasene bir kapıyı ilk olarak açtığından dolayı kendisinden sonra kıyamete kadar kim iman ettiyse ayni mükafatı kendisine de pay olarak ilave ediyor. Kendisinden sonra kıyamete kadar gelipde iman edenlerden ayni payı alıyor ve Bir de kendi imanı olunca onlardan racih geliyor hem onların imanından faydalanıyor ilave olarak kendi imanı da eklenince racih geliyor.

Biliyorsunuz ki Âdem aleyhisselâm Safiyullah Nuh aleyhisselâm Neciyullah vs. Aleyhisselâtü ve’s selâm ise Rasûlullah ve Habibullah sallallahu aleyhi ve sellem dır. Onun için Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem risâleti umumidir. Bir kavme bir cepheye değilde umûmadır.
Çünkü: Âyet-i celilede;

وما أرسلناك إلا كافة للناس بشيرا ونذيرا
(Sebe’ / 28)
“(Resûlüm) biz seni insanlar için bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.”
Senin risâletin umumidir. Kâffetendir. Hem uyarıcı hem de müjdeleyicidir.
Âdem aleyhisselâm Arşın üzerinde ismini görünce iltica edip başvurmuştur. Rabbımız celle celâluhu sormuştur: “Nerden biliyorsun?” diye. “Ya Rabbi, benim böyle bir evlâdım olunca zelleye düşen babasının affı için onun sayesinde iltica ediyorum” deyince affetmiştir.

Onun için şefaat yönünden ALLAHu Zü’l- Celâl başta “makamen Mahmuda” buyurmuş (İsrâ /79) âyetler ve hadisler bu hususta çoktur.

İbn-i Kesir-in “Kitabu’n- Nihaye ve’l- bidaye” tefsirinde, Kadı İyaz’ın; “Şifaü’ş- Şerif”, Hafızu’l- Munziri’nin “tergib ve terhib” ve daha çokları, Ehli hadis bunu candan değerlendirmişlerdir. Çünkü hepimize lâzımdır. Kimse dışında kalamaz ki, Büluğ çağına giren her müslümanın candan aradığı ve istediği şeydir şefaat. Huzur verecek olan tek şey şefaattır ve başkada hiç bir yolu yoktur. Şefaat çoktur. Şefaatı kübrâ ise umuma ait hesab içindir. Evet bazı bir kimse şefaat edebilir. Nebîler, sıddıklar, şehidler, evliyâlar, âlimler de şefaat ederler esâsen. Meselâ sırat üzerinden geçerken cennete gireceklerinde şehid olan kişiye “giriniz” diyor. Âlim olana ise; “evet, sende gireceksin ama, yetiştirdiğin ve seni dinleyen kimselere şefaat edebilirsin yetkin vardır” deniliyor. Şefaat nev’ileri çoktur. Ama şefaatı kübrâ meselesi üzerinde duruyoruz. Nasıl ki en kabadayı olan nebîler buna cesaret edememişler. Sadece ve sadece ALLAHın celle celâluhu Habibine sallallahu aleyhi ve sellem tahsis edilmiş olan Makam-ı Mahmud hariç olmuştur. Bu makamda ne bir kimse şefaatı haklayabiliyor ne de cesaret edebiliyor. Zira bu makâmin sahibi değildir. Bu ALLAHu Zü’l- Celâlin Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem büyük bir lütfûdur.
Onun ümmeti olduğumuza binlerce şükürler olsun. Gece gündüz salat-ü-selâm getirmemizin esâsen gerektiriyor. Çünkü, ni’metin inkârı nankörlüktür. Şükrünü mutlaka ödemek lâzımdır. Bir ni’met varsa şükrünü ödemeyi gerektirir. Şükrân sahibi olursa ni’mette artış olur.
Ama, nankörlük yaparsa o zamanda ni’mete küfran olur, Öyle buyuruyor âyetinde:
لئن شكرتم لأزيدنكم ولئن كفرتم إن عذابي لشديد
(İbrahim / 7)
Şükrederseniz çoğaltırım. Yok eğer inkarcı ve nankör olursanız, ni’metlerime teşekkür etmez iseniz o zaman azabım şediddir. Ni’metlerimi üzerinizden giderir ve şiddetli azab ederim.” buyuruyor ALLAHu Zü’l- Celâl, ALLAH korusun.

Bir iman sahibi Ümmet-i Muhammed mensubu ve bu ni’mete sahib iken başka başka şekillere ve te’villere kalkışacak olursak hâlimiz nice olur ALLAHu Zü’l- Celâl muhafaza etsin!.
Âmin!.


Resim

Haricî: Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit. * Zorba ve âsi olan. * Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden. * Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri. (Bak: Havaric Vak'ası)
Müstağni: (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
Gılzâtlı: Kabalık, sertlik. * Kalınlık, galizlik.
Ekmel: Mükemmel, en kâmil, eksiği olmayan, en mükemmel.
Racih: Üstün olan. Kıymetli, faziletli ve itibarı fazla olan. * Fık: Beyyinatta, bürhan ve delilin tercihinde delili üstün, beyyinesi evlâ ve makbul olan taraf.
Medyun: Borçlu. Vereceği bulunan.
Müznübin: Suçlular, günah işleyenler.
İstiğase: Medet isteyiş. Yardım istemek.
Cür’et: Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak.
Ahkâm: (Hüküm. C.) Hükümler. Kanunlar. Nizamlar.
Kübrâ: (Ekber'in müennesi) Büyük, daha büyük, en büyük. * Man: İkinci kaziye (İkinci önerme). Yâni, hadd-i ekberin bulunduğu cümle (Bak: Hadd-i ekber)


Resim

Resim---Rasûlullah sallallâhuu aleyhi ve sellem: “Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.” O bir tâne kurtulan fırka kimlerdir yâ Resûlullah? sorusuna: “Onlar benim ve ashabımın üzerinde gittiğimiz yola gidenlerdir.” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, Îmân 18; Ibn. Mâce, Fiten 17; İ. Ahmed II/332)

Resim

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---''Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn: Biz seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.” (Sebe’ 34/28)

وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Resim---''Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ: Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.(İsrâ 17/79)

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
Resim---''Ve iz te’ezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd: "Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim 14/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz Kardeşlerimiz;
Ne diyelim ki, VALLAHü’l- Azim bu ni’metten daha üstün olan ni’met görmüyorum. Kendimiz mensubu olduğumuz Resûlümüz ve Habibimiz sallALLAHü Teâlâ aleyhi ve sellem Ni’met-i Azimedir. ALLAHu Zü’l- Celâlin kulları çoktur milyarlarcadır. Fakat bunların içerisinde Muhammedî olan kimseler bir istisnâdırlar. Bu istisnâ oluşları esâsen öbür âlemde çok daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü sadece ve sadece, mensubu oldukları bu ümmetin riyâsetinde olan Aleyhisselâtü ve’s selâma şefaat yetkisi ve salahiyeti verilmiştir. ALLAH ile kul arasına girebilecek muşkilatları halledebilecek olan tek bir kişidir tek. Bu Ni’met-i Azimeyi ALLAH bizlere vermiş, devresine denk getirmiş ve Ümmet-i Muhammedin mensubu olmuşuz. Esâsen bu bize olan bir lütuftur. Kendimiz seçmedik ALLAHu Zü’l- Celâl lütfen böyle bir zâta nasib etmiştir. Rasûlullaha Habibullaha sallallahu aleyhi ve sellem mensub ve ümmet oldukta inkara mı kalkışıyoruz hâşâ!.
Bu Ni’met-i Azimenin şükrü de azim olması gerekirken bunun karşısında olup, kendisine ALLAHu Zü’l- Celâl tarafından ikrâmen ve ihsânen verilmiş olan şefaat hakkını da inkara kalkışıyorlar. ALLAH muhafaza eylesin!. Ve cümlemizi Ale’l- Hakkı muvaffak ve müyesser eylesin. Âmin!.

Kardeşlerimiz;
Şefaat yüzünden nakletmiş olduğumuz hadisler Şifaü’ş- Şerif Kadı İyaz’ın ve “Tergib ve Terhib” Hafızü’l- Munzurî’nin, “Nevhidü’l- Ledunniye”, “Mişkatü’l- Esabih” ve benzerleri harikalardandır.
Araştıracak olursanız İbn-i Kesir’in tefsiri “Kitabu’l Bidâye ve’l- Nihaye”nin son cildinde esâsen kıyamet yönünden çok geniş malümât vardır. Başlangıçta bahsettiğimiz Âdem aleyhisselâm e ve diğer nebîlere Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem gelinceye kadar halkın başvurması hadisi tevatüren sabittir. Buharî ve Müslim de dahilindedir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, beşerîyette bir tanedir. Eşi benzeri olamaz. Şefaati ve istigase edilmesi yönünden inkar edişleri veya benimsemeyişleri bu kadar kitablarda; İbn-i Hacerü’l- Heytemî; Takiyuddin’i Subkî, Celâleddin-i Suyutî ve diğer hadis erbâbları hepisi de apaçıklıkla meydana getirmişlerdir. Ve anlatmışlardır. Bunun kapalı kalan bir kısmı da yoktur.
Ancak; ALLAHu Zü’l- Celâl Zümer sûresinde:
ومن يهد الله فما له من مضل
(Zümer / 37)
ALLAH kime de hidâyet ederse, artık onu saptıracak yoktur.”

ALLAHu Zü’l- Celâl bir hidâyet verdi ise onu kimse dalalete sevkedemez. Lâkin bir dalalete lâyıklığı varsa ve dalalet ehli ise ona da kimse hidâyet edemez. Onun için böylesi olanlara binlerce hadis serdedsekte te’sirat bırakmaz. Onun için Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelecek hayatla ilgili mustakbel durumlar hakkında merhameten ma’lumât vermiştir. Tevatüren olarak hadisleri mevcuddur. O sebeble başka milletlerin mahiyetini muhteviyatını anlamak lâzım. Bahusus ümmetime mensub olmalarına rağmen şefaatının karşısında olmak, şefaatını tanımamak ve benzeri daha beterin beteridir.
Bunlar, bu kimseler başka ümmetlere de benzemezler. Çünkü kendilerine ALLAHu Zü’l- Celâl ni’met-i azime vermiş iken, bununla iftihar edecekleri yerde ve diğer ümmetler böyle bir şeye sahip olmayıp da bizim sahib oluşumuzdan dolayı biz değil de onlar bizim Rasûlullahımıza sallallahu aleyhi ve sellem başvuracaklar iken, nasıl olur da ümmeti olarak onun kıymet ve değerini bilmiyorlar veya şefaatını tanımıyorlar!..
İnanın ki bundan daha beteri de yoktur. Ancak ne çâre ki hidâyet hidâyetullahtır. Hidâyet ALLAHu Zü’l- Celâle ait bir meseledir.

Fi’l hakika Aleyhisselâtü ve’s selâm âleme rahmet oluşu sebebiyle bu rahmetini umûmî olarak ortaya koymuştur. Yarın mahşerde haller nasıl cereyân edecekse peşinen bunları ilân etmiştir. Başka milletlere dahi uyarıdır bunlar aslında. Çünkü öbür âlemde diğer Resûl ve nebîlerin Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem karşısında geçerlilikleri yoktur. Görüyorsunuz ki hepisi de “nefsim, nefsim!..” demekte ve başka bir şey diyememektedirler. Onun için bu bir ni’met-i a’zimedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem merhameten ve şefkâten, çünkü âleme rahmettir. Mü’minlere ise Raufu’r- Rahimdir. (Tevbe /128)


Resim

Riyâset: Reislik. Bir işi idarede başta bulunmak. Başkanlık.
Salahiyet: Bir işe karışmağa veya o işi yapmağa hakkı olmak, vazifeli olmak, bir iş için emir almış olmak. * Bir dâvaya bakabilmek.
Muşkilat: Zorluklar, çetinlikler.
Ale’l- Hakkı: Hak üzere olmayı.
İstigase: Medet isteyiş. Yardım istemek.
Serdetmek: Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek.
Te’sir: Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek.
Tevatür: Kuvvetli haber. * Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak. * Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek.


Resim

Resim---Enes radiyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem aleyhisselam'a gelip: "Evladlarına şefaat et!" diye talepte bulunacaklar. O ise: "Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam'a gidin! Çünkü o Halilullah'tır" diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim'e gidecekler. Ancak o da: "Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o Ruhullah'tır ve O'nun kelâmıdır!" diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler. O da: "Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed aleyhissalatü vesselam'a gidin!" diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara: "Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Onunde durup, Allah'ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah'a medh u senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teala: "Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini soyle, soylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!" buyuracak. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!" diyeceğim.Rabb Teala: "(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onlari ateşten çıkar!" diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd ü senalarla hamd ve senalarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi: "Başını kaldır!" denilecek. Ben de kaldırıp:
"Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd ü senada bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!" denilecek. Ben de: "Ey Rabbim! bana Lailahe illallah diyenlere Şefaat etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teala: "Bu hususta yetkin yok! -veya: "Bu hususta sana izin yok!- Lâkin izzetim, celalim, kibriyam ve AZAMETim hakkı için lailahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak."

(Buhari, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Muslim, İman 322, (193)
Resim

وَمَن يَهْدِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّضِلٍّ أَلَيْسَ اللَّهُ بِعَزِيزٍ ذِي انتِقَامٍ
Resim---Ve men yehdillâhu fe mâ lehu min mudıll(mudıllin), e leysallâhu bi azîzin zîntikâm: Allah, kimi hidayete erdirirse, onun için bir saptırıcı yoktur. Allah, intikam sahibi, güçlü ve üstün olan değil midir?” (Zümer 39/37)

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm: Size içinizden, sıkıntıya düşmeniz kendisine ağır gelen, size oldukça düşkün, mü'minlere karşı şefkatli ve merhametli olan bir Peygamber gelmiştir.(Tevbe 9/128)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Diğer İsânlara ise rahmettir:
وما أرسلناك إلا رحمة للعالمين
(Enbiyâ / 107)
“Biz seni ancak ve ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”

Âlemlere rahmet olarak gönderildiği ilan edilmiş olduğu gelecek müstakbel durum hakkında lütfen ve merhameten onlara dahi bir uyarıdır. Geleceğini öğrenmek isteyen herkes, hangi milletten olursa olsun “biz bilemedik edemedik duyup öğrenemedik!”demesinler diye Rasûlullah merhameten ilân etmiştir. Tek yol MuhaMMedî olmak şartıyla. Esâsen herkesten evvel ve tek olarak Aleyhisselâtü ve’s selâm yetki ve salahiyyet sahibidir. ALLAHu Zü’l- Celâl bizlere şuur versin. Âmin!.

Artık ne diyelim ki hidâyet hidâyetullahdır. Her zaman bunu söylüyoruz ve şuurlu kılmasını diliyoruz. Şuursuz olunca ne yaptığını ne edeceğini bilemez. Onun içinde her zaman şuurlu olmayı taleb ediyoruz. Hakikaten pek mühimseyip önem vermiyorlar amma şuursuz kimselerin ne yapıp ne yapmadıkları ortadadır. Hem bu ümmetin mensubu iken bu Ni’met-i Azimeye nankörlük şuursuzluk değil midir acaba? Evet, öteki ümmetler pişman olacaklar ama fi’l- hakika onlar Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem vaktinde gelmemişlerdir. Onlar da haklıdır. Herkes kendi devresinde Musâ aleyhisselâm dır, İsâ aleyhisselâm dır, hepsi de haktır doğrudur. Fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem son olarak geldiği için ona mensub olanlar içinde elbette o ümmetlerden de kimseler olacaktır. Onun için gelecek olan müstakbelde kimlere fayda verecek kimler zarar görecek ve kimlere yardımcı olacağını Aleyhisselâtü ve’s selâm merhameten ortaya koymuştur. Sadece ümmetine değil de umûma. Rasûlullah devresinde 1400 küsür senedir başka hiç bir nebî yoktur ve bu süre içerisinde bu kadar gelenler gidiyorlar da İllâ daha, hâlâ Musâ diyecek, İsâ diyeceklerse bunların sözünün geçerliliği ve gerekçesi de yoktur. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilân etmiştir. Nebîler gelip geçtikten ve onların devresi kapanıp son Resûl olan Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem devresi başlayıp kıyamete kadar sürecek olduktan sonra şu kimse bu kimse davası boşunadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devresinde yaşayan her insan için geçerli olan Onun din-i İslamına girmeleridir. Aksi halde küfran-ı ni’mettir ve çok beter durumda olurlar.

İşte Aleyhisselâtü ve’s selâmın âleme rahmet oluşu bu minvâl üzeredir. Anlatmıştır ve uyarmıştır. ALLAHu Zü’l- Celâl cümlemize şuûr versin başka diyeceğimiz yok!.

Nitekim Merciyye kısmında olanlarda: “Lâ ilâhe İllâllah diyenler cennetliktir ister Musâ desin, ister İsâ desin!”diyorlar. VALLAHi, ne Musâ aleyhisselâm ne İsâ aleyhisselâm şimdilik geçerli değildir. Evet kendi vakitlerinde geçerli idiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem teşrif ettikten sonra getirdiği risâletine ve kendine bağlanmadan, Kur’ân-ı azimü’ş- şanın ahkâmlarına bağlanmadan Musâ aleyhisselâm da, İsâ aleyhisselâm da, Tevrat da, İncil de hepisi hükümsüzdür ve geçersizdir, nesholunmuştur.
Şuûrlu olmak lâzım şuûrlu. ALLAHu Zü’l- Celâlin rahmetine tevfikatına ve inâyetine sığınırız!.

Ma’lumat verdik ki; halk, Âdem aleyhisselâm dan itibâren hepisine başvuruyorlar.
İsâ aleyhisselâm’a gelince onun göndereceği, son peygamber olan Rasûlullahdır sallallahu aleyhi ve sellem. Çünkü başka ümmet yok ve son ümmet onundur. Âhiru’z- zamanın Rasûlü olan Habibullaha sallallahu aleyhi ve sellem havale eder onları. Onun için her yerden umutlarıkesilen halk son olarak Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem baş vurmaktan başka çıkar yol bulamıyorlar ve son çâreleridir. Hazreti İsâ aleyhisselâm dahi böyle söyler. Hep nebîler korkuyorlar ve: “Rabbımızın bugün öyle bir gazabı var ki daha böylesi görülmemiş ve olmamıştır. Onun için biz böyle bir şefaat-ı kübrâya cesaret ve cür’et edemeyiz.” diyorlar. Onun için bu sadece Aleyhisselâtü ve’s selâmın yetki ve salahiyetine verilmiş kendisine bu yönden tahsis yapılmıştır. Çünkü Habibi ve Resûllerin resûlü olduğu için hepisinin namına temsilcidir. Onun için kendisine geldiklerinde: “Yâ MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem bizim bu hâlimizi görüyorsun artık baş vurduğumuz yerlerden hiç bir çâre bulamadık hepiside size havâle ettiler. Ayni zamanda sen ALLAHu Zü’l- Celâlin Resûlüsün, Habibisin fakat:
ليغفر لك الله ما تقدم من ذنبك وما تأخر
(Fetih / 2)Böylece ALLAH, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar.”
Diyerek bu şekilde de söylüyorlar zira, geçmiş ve gelecek hatalarının tamamını ALLAHu Zü’l- Celâl mağfiret kılmış. Yâni senin hiçbir zenbin yoktur diye. ALLAHu Zü’l- Celâl ilân etmiştir.
Senin için zenb yoktur ve mağfiretine tamamen nâil olmuş bir kimsesin onun için tek çaremiz sensin başka da varacak bir yerimiz yoktur ve umutsuz haldeyiz!” derler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise: “Bir başkasına gidin” demiyor da hemen harekete geçiyor. Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gayyurdur. Hemen harekete geçip Arşın altında secdeye varır ve uzun uzadıya hamdü senâ eder ki hiç bir kimsenin diline de kalbine de verilmemiştir. Öyle harika kelimeler kullanmış ki kalbinden diline geleni söylüyor evvelisini bilmiyor. Hiç kimseden duyulmayan bu hamdü senâlar karşısında ALLAHu Zü’l- Celâl gazabını durduruyor ve değiştiriyor. Habibi sallallahu aleyhi ve sellem öyle kelimeler kullanıyor ki Rabbımız karşısında gazabını gidermeye sebeb oluyor. O zaman Cebrail aleyhisselâmı gönderiyor ki başını kaldırsın: “İste verilecektir, şefaatin geçerlidir. Sen yeter ki iste, şefaatin kimlere olacaksa mutlaka geçerlidir” buyuruyor ALLAHu Zü’l- Celâl.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انا اول الناس خروجا اذابعث واناخطيبهم اذاوفدوا وانامبشرهم اذاأيسوا لواءالحمديومئذ بيدى وانااكرم ولد آدم على ربى ولافخرى


Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Yer altından ilk olarak kalkacak olan benim” buyuruyor.
Kendisinin bir ayrıcalığı olup, O’ndan evvel kimse kabrinden kalkamıyor.
Ve toplanıp da bir dertlerini söyleyeceklerinde hatibleri sadece ben olurum” buyuruyor. O gün için hitâbet ve hatiblik Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem verilmiştir. Ondan gayrisi hiç kimse buna cür’et edemiyor.
Aynı zamanda çok çaresiz ye’se düşülmüş, başvurulacak bir başka yerin olmadığı devrede müjdeleyici olan da benim ve kendilerine müjde veririm zirâ. Livâu’l- hamd sancağı benim elimdedir. Lider olarak o sancağın arkasında ve altında bulunanlar rahata kavuşmuş olacaktır. Nebîlerde dahil Âdem’den aleyhisselâm bu yana gelenlerin Livaü’l- hamd sancağı altında bulunabilmeleri o gün için en önemli meseledir. Ben Âdemden aleyhisselâm kıyamete kadar olan zürriyeti içinde ALLAH nezdinde en ekremi benim, bunu öğünmek için iftihar için söylemiyorum” buyuruyor. Ni’metin ilânıdır bu şükrü şarttır.
Hadisin ravisi; Tirmizi, Enes İbn-i Mâlik radiyallahuanhu’dan rivâyet etmiştir.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انا اكثر الانبياء تبعا يوم القيامة وانااول من يقرأ باب الجنة


Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kıyamet günü en büyük tebâiyyet banadır ve en çok ümmet bende olup benden fazla ümmeti olan kimse yoktur. Hatta ki fi’l- hakika Âdemden aleyhisselâm bu yana tüm nebîlerin ümmetleri birleşseler dahi Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti kadar olamazlar. Çünkü öyle buyuruyor. Nebîlere tâbi’ olanlardan çok daha fazlası Rasûlullahın tabi’i olanlar ve ümmetidirler. Bir de cennetin kapısının açılması için ilk işâreti verecek olan Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Zirâ, biliyorsunuz ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor “cennete girecek olan 120 safın 80 safı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem tabi’ olanlar olacaktır.”
Demek ki Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem tabi’ olanların çokluğu bundan da anlaşılıyor. Kıyamet günü tek bir kişi tabi’si olarak gelecek olan nebîler de vardır. Onun için Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem tabi’ leri tüm nebîlerden fazla olmakla beraber cennetede ilk olarak kendisi ve ümmeti girmedikçe başkalarının girmesi haramdır. ALLAHu Zü’l- Celâl öyle buyuruyor: “Habibimin ümmeti girmedikçe cennetime kimsenin girmesi mümkün değildir.” Bu bir lütûfdür.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انااول شفيع فىالجنة يصدق نبى من الانبياء ماصدقت وان من الانبياء نبيا ما يصدقه من امته الارجلا واحدا


Hadis meâli: Müslimin, Enesden radiyallahuanhu rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “İlk olarak şefaat benden başlar.
Neden? Çünkü Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmeti girmedikçe cennete girme sırası kimseye verilmeyince o zaman cennete girmekliğe şefaat edecek olan evvelâ Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Neden acaba bu şefaat bu şekilde verilmiş? Zirâ, nebîlerin etrafındaki çokluk benim etrafımdakilerden çok çok daha azdır. Hattaki; Nebîlerin arasında öyle nebîler vardır ki arkasında tasdik eden bir tek kişi bulunur. Onun için çokluk nerde ise ALLAHu Zü’l- Celâl Ona bir hak ve tercih vermiştir esâsen. O sebeble ilk olarak şefaat yapacak olan Cenâb-ı Rasûlullahdır sallallahu aleyhi ve sellem. Zira nebîlerin riyâset makâmindadır. Onun ayarında olan yok ki. ALLAHu Zü’l- Celâlin kullarına en çok hizmet edenin ayarında kimse olamaz.

خير الناس من ينفع الناس
Nasın en hayırlısı nasa bir menfaat verendir.
Aleyhisselâtü ve’s selâm etrafındaki ümmeti de ALLAHın kullarıdır. Ve ALLAHu Zü’l- Celâlin kâfir olsa dahi kullarına bir merhameti vardır. Zira Aleyhisselatü ve’s selâmın buyurduğuna göre: “ALLAHu Zü’l- Celâlin merhameti en şefûk olan bir anadan 70 kat daha merhametlidir.
Çünkü;
إن الله بالناس لرءوف رحيم
(Hac / 65)Şüphesiz ki, ALLAH insanlara raûf ve râhimdir.”
Umumiyetle böyledir bu... ALLAHu Zü’l- Celâl, nasa raûfdur râhimdir. O sebeble kullarını cehenneme eletmeyi de hoş görmüyor ama ne yapacaksın, hayırlısı da, şerlisi de, ehl-i cennette, ehl-i cehennemde olacaktır. Bundan şüphemiz de yoktur. Bunu hepimizde biliyoruz.

İlk olarak şefaat hakkı kendisine tanınmıştır. Kendiside ümmetide güçlüdür. İlk olarak cennete ümmet-i MuhaMMed, sonra İsâ aleyhisselâm, sonra Musâ aleyhisselâm ve en sonunda da Âdeme aleyhisselâm varıncaya kadar şefaat tezi ve cennete girme tarzı böyledir.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: انااول من تنشق الارض عن فاكسى حلة من حلل الجنة ثم اقوم عن يمين العرش ليس احد من الخلائق يقوم ذالك المقام غيرى


Hadis meâli: Tirmizî’nin, Ebu Hureyre radiyallahuanhu dan rivâyetine göre Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Yer yarılıpta ilk olarak kalkacak olan benim” buyuruyor.
Yer açıldığında hayata kalkacak olan ilk kişi Aleyhisselâtü ve’s selâmdır. Başka bir resûl nebî veya başka bir kimse yoktur ki daha evvel kalkacak olsun. Zira bu hususta; ilk başlangıç Medine olacak ve ilk olarak reisleri olan Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkacak. Sonra Mekke’ye sonra Yemen’e sonra Şam’a yayılacaktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yeryüzünde meydana çıktıktan sonra kendisine bir kisbet giydirilecek; Cennetten bir giyecek getirip Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem giydirirler, öyle buyuruyor: “Giydirildikten sonra Arşın sağ kesiminde Aleyhisselâtü ve’s selâm ayakta durarım!” buyuruyor.
Bilin ki Âdem aleyhisselâm’dan kıyamete gelinceye kadar hiçbir kimseye bu şeref ve makam verilmemiştir. Bu makam benden gayrisine bu makam verilmemiştir.”

ALLAHu Zü’l- Celâle binlerce şükürler olsun ki Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti olarak bizi halketmiştir!.

Resim

Ni’met-i Azime: kul için bu âlemde en büyük ni’met Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
Fi’l- hakika: Hakikat içinde olan.
Küfran-ı ni’met: ni’meti görmemek, örtmek, küfretmek.
Minvâl: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz.
Merciyye:Günahın imana zarar vermediği tezini savunarak, büyük günah işleyene ümit veren ve onun hakkındaki nihai kararı ALLAH'a havale edip tehir eden akaid fırkası.
Murcie kelimesi, "tehir etmek, ümit vermek" anlamlarına gelen "irca" kökünden türetilmiş çoğul bir isimdir.
İrca kelimesi, çeşitli şekillerde Kur'an-ı Kerîm'de de geçmektedir: "Onu ve kardeşini te'hir et, dediler" (A'râf, 111; ayrıca Tevbe, 16; Şuara, 36).
Murcie isminin menşei hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Yaygın olan görüşe göre, Murcie mezhebi, murtekib-i kebire (büyük günah işleyen) meselesinin tartışıldığı bir ortamda ortaya çıkmıştır.
(M.Ebu Zehra, İslam'da Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, Çev. E. Ruhi Fığlalı, Osman Eskicioğlu, İstanbul 1970, s. 166)
Nesh: Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır.
Tevfik: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenab-ı Hakkın kuluna yardım etmesi.
Şefaat-ı kübrâ: en büyük şefâat.
Cür’et: Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak.
Zenb: Suç, günah, kabahat.
Gayyur: (Gayyir) Gayretli kimse.
Livâu’l- hamd: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bayrağı. Ona inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır.
Tebâiyyet: Uyma, tabi olma. İtaat, inkıyad ve imtisal etme.
Kisbet: meydan güreşçisi giysisi..


Resim

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ RAHMeten li'l-âlemîn(âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
Resim---Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ: Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin.” (Fetih 48/2)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاء أَن تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---E lem tere ennallâhe sahhara lekum mâ fîl ardı vel fulke tecrî fîl bahri bi emrih(emrihî), ve yumsikus semâe en tekaa alel ardı illâ bi iznih(iznihî), innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm: Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir.(Hac 22/65)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Aziz kardeşlerimiz;
Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaat sahibi olduğunun isbatı yönünden imkanlarımız nisbetince ortaya koyacağız ALLAHın izni ve inâyetiyle.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: انا سيد ولد آدم يوم القيامة واول من ينشق عنه القبر واول شافع واول مشفع


Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki; Âdem aleyhisselâmdan başlayarak zürriyetinin sonuna kıyamete kadar “Ben Âdemoğullarının, evvelden âhire seyyidiyim efendisiyim” buyuruyor. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kainâtın Efendisidir ve onun ayarında hiç bir ferd yoktur. Âdem aleyhisselâm dan gelen zürriyete insanlık âleminde ondan daha üstünü yoktur. “Âdemoğullarından gelenlerin hepisinin seyyidiyim” buyuruyor. Bilhassa kıyamet günü için seyyidlik kendisine verilmiştir. Önemli olanda budur. Zira bu dünya gelir geçer âhiret ise sonsuzdur. .... Kabir ilk önce Rasûlullaha açılacak ve ilk olarak kendisi ayaklanacaktır. ilk olarak şefaat edecek olan ve şefaati kabullenecek olan ilk kişi de yine kendisidir. İlk olarak Rasûlullahla sallallahu aleyhi ve sellem şefaat başlayacak ve geçerli olan “müşebba’” şefaati kendisine aittir. Hadisi Müslim ve Ebu Davud rivâyet ettiler.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: انا سيدولد آدم يوم القيامة ولا فخراوبيدى لواء الحمد ولافخرا مامن نبى يؤمئذ آدم فمن سواه الاتحت لوائى وانااول شافع واول مشفع ولافخرا

Hadis meâli: İmam-ı Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Ma’ce nin Eba Saidi’l Hudri radiyallahuanhu dan rivâyet ettiği hadiste Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Ben Âdemoğlu arasında tek kişi olarak Efendileriyim.”
Kıyamet günü de seyyidlik sadece kendisine veriliyor: “Ancak bunda da fahretmiyorum, öğünmüyorum” buyuruyor. “Kibirleniyor da değilim. Başkalarından üstünlük te taslamıyorum” buyuruyor.
Çünkü Aleyhisselâtü ve’s selâm tevazulu bir şahsiyettir.

Edebiyat yönünden: ادبنى ربى فاحسن تأديبى : RaBbim beni edeblendirmiştir de ne güzel edeblendirmiştir.”
Edebimi ALLAH vermiştir. Edeb sahibidir. Onun içinde öğünmüyorum buyuruyor. Mahşerde olan Livaü’l- Hamd sancağı ki hepimizin bildiği Livaü’l- Hamd sancağı teşbih olmasın nasıl ki, Genel Kurmayın sancağı tek ise diğerlerinin bu sancak altında kendilerinin sancakları varsa bunun gibi Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem Livaü’l- hamd sancağı tekdir. Tabi diğer nebîlerinde kendi sancakları vardır. Fakat Hepisi de nurlarını Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem Livaü’l- Hamd sancağından alıyorlar. Ve ayni zamanda Livaü’l- Hamd sancağı bir acâyibliktir hasseten Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem verilmiştir. Baş tutar odur. İcâbında bu dünyada Nebîlerin mirasçıları olan bazı âlimlerde kendi cemaatına göre bir sancağı belki bir bayrağı olur. Nasıl ki askeriyede en üst kâdemeden alt kâdemedeki birliğa kadar bir sancağı bir bayrağı varsa bu şekildedir.
Anlayabilmemiz için böyle anlatabiliyoruz.

Mahşer günü kâinât orada olmakla beraber hepsini saymıyorda: “Ümmet sahibi nebîler dahi livaü’l- hamd sancağımın altında haşrolunacaklar” buyuruyor.
“Yine, ilk şefaat edecek ve ilk şefaati geçerli olacak olanda benim. Müşebba’ şefaatının karşılığı verilmiş olan ALLAHu Zü’l- Celâlin şefaatini kabullendiği ve müşebba’ durumuna ilk gelen benim ve öğünmüyorum” buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: أنا قائد المرسلين ولافخرا واناخاتم النبيين ولا فخرا وانا اول شافع ومشفع ولا فخرا


Hadis meâli: Ed Dâramî’nin Cabir radiyallahuanhu’dan rivâyet ettiği hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Resûllerin kâidiyim, baş kumandanıyım. Rasûller kumandam altındadır. Bununla iftiharda etmiyorum. Nebîlerinde hatimiyim. Sonuyum. Böbürlenmek iftihar etmek yoktur. Yine tekrar şefaat ilk olarak benden başlar. Yine ilk olarak şefaatine karşılık verilecek olan müşebba’ da benim!”
Hem Şafiun hem de Muşebba’un olduğunu bildiriyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اذا كان يوم القيامة كنت امام النبيين وخطيبهم وصاحب شفاعتهم غير فخرى


Hadis meâli: Tirmizî’nin Ubey İbn-i Ka’b dan radiyallahuanhu rivâyet ettiği hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kıyamet günü mahşere kalkıldığında nebîlerin tümünün imamı ve hatibiyim ve şefaat sahibi olan benim ve bununla da fahretmiyorum!” buyuruyor.
Ruhumuz fedâ olsun ne kadar tevazu’ gösteriyor!.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: انا حبيب الله ولا فخرى واناحامل لواء الحمد يوم القيامة ولافخرى وانااول شافع واول مشفع ولافخرى
اول من يحرق حلقة الجنة فيفتح الله لى فيد خلونيها ومعى فقراء المؤمنين ولا فخرى


Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm şöyle buyuruyor: “Ben habibullahım. Bununla iftihar etmiyorum, kibirlenmiyorum. Ve ayni zamanda Livaü’l- hamd sancağı benim elimdedir bununla iftihar etmiyorum. İlk şefaat edecek ve şefaati geçerli olacak olan da benim ve bununla da fahretmiyorum. Cennetin kapısının halâkasını ilk olarak tutacak olan ve kapının ilk açılacak olduğu kişi benim. Ve beraberimde ise ümmetimin fukara olan kısımları tamamen benimle beraber olarak ilk olarak girecekler. Mü’minlerin fukaralarıda benimle beraber olacaktır. Bununla da iftihar etmiyorum.” وانااكرم الاولين والاخرين ولافخرى “Bilin ki evvelden âhire Âdemden aleyhisselâm kıyamete kadar gelip geçenlerin ALLAH nezdinde en ekremiyim, bununla da iftihar etmiyorum.”
Hadisi Tirmizî Abdullah İbn-i Abbas radiyallahuanhu dan rivâyet etmiştir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: اذاكان يوم القيامة شفعت فقلت ياربى ادخل الجنة من فى قلبه خردلة فيدخلون ثم اقول ادخل الجنة من كان فى قلبه أدنى شيئ

Hadis meâli:Buharî'nin Enes radiyallahuanhu’dan rivâyet ettiği hadiste Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kıyamet günü olduğunda tabi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ayaktadır ve “Şefaat etmeye başlarım” ne diyor: “Yâ Rabbî cennetine kalblerinde bir hardal tohumu kadar iman varsa cennetine al bunları cennetlik kıl!” buyurdu. ALLAHu Zü’l- Celâl kabul etti. .. İkinci derecede de “Yâ Rabbî benim ümmetlerimden az bir şey miktar dahi iman varsa bunları da cennete koy!” diye şefaatçi oldum ve ALLAH kabullendi” buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: يبعث الناس يوم القيامة فأكون اناوامتى على تل ويكسون ربى خلة خضراء ثم يئذن لى فأقول ماشاءالله الأقول فذالك المقام المقام المـحمود


Hadis meâli: Aleyhisselâtü ve’s selâm buyuruyor ki: “Kıyamet günü insanlar ba’s olunup mahşer meydanında olmakla beraber “Ena ve ümmeti” ben ve ümmetim, birlikte olarak bir tepenin üzerinde oluruz!”
Hakikaten misk tepeleri olacak, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmeti böyle bir yerde olacak. Bana yeşil bir kısbet giydirilir. Sonradan ALLAHu Zü’l- Celâl bana izin verir. Artık ne söyleyecekse âdeta bir hâtib gibi hamd ü senâlar eder. Hatta öyle bir makamdır ki, kimselere verilmediği ve sadece Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem verilmiş yüksek ve nazır bir yerde nasıl ve ne gibi harikalar konuşuyorsa o gün için. ALLAHu Zü’l- Celâl izin verip emretmiştir. Giydirilmiş ve istisnâ bir makam verilmiş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Bu makam olsa olsa “Makamü’l- Mahmud” diye buyurulan makamdır!”


Resim

Tevazu: Alçak gönüllülük. Kibirsizlik. Mahviyet hâli
Teşbih: (C.: Teşbihât) Benzetmek, benzetilmek. Benzetiş. Bir vasıfta vehmetmek
İcâb: Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak
Müşebba: Doymuş. * Tam renkli.
Ba’s: Gönderme, gönderilme. * Cenab-ı Hakk'ın peygamber göndermesi. * Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. * Uykudan uyandırma.
Kısbet: Güreşçi pehlivan donu.
Resim
Cevapla

“►Muhammed Sıddık◄” sayfasına dön