Muhyiddin-i Arabi H.z'nin Zevki&BİZim Zevkimiz.

Muhiddin-i Arabî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
illaedep
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 122
Kayıt: 25 Eki 2007, 02:00

Muhyiddin-i Arabi H.z'nin Zevki&BİZim Zevkimiz.

Mesaj gönderen illaedep »

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’ nin daha evvel her esmada zikredilen ve yedi esmayı en güzel ve en bariz şekliyle ifade eden nutk-ı şerifini Zevk etme gayretine giriştim.
Her bir mısra derya, deniz niteliğinde olmakla birlikte ben ancak kendi kabımca bir şeyler yazmak, siz Dostlarımın da deryalarında gezinmek istiyorum.
O yüzden paylaşımlarınız çok değerli olacaktır.
İşte şöyle başlıyor kıymetli dizeler..




1--
Evvel tevhid ile mürşid elinden
Kurtulasın emmârenin elinden
Hemen durma tevhid getir dilinden
Erişir canına feyz-i Hûda’ nın


Emmare: Emreden, emredici, cebreden.
Nefs-i emmâre: insanı hissî zevk ve lezzete sevkeden dünyevî ve şehvânî nefs




1---Âlemlere sığmayan ancak bir Mü'min kulunun Gönlüne sığan O Yüce Yaratıcının BİZim üzerimizde ne Hikmetleri, açığa çıkmayı bekleyen ne gizli kalmış Sırları var ise Kendisi, Kendisi ile öğrenmemizi, yaşamamızı, tat alıp vazgeçemememizi büyük bir AŞK ile beklemekte.
Eğer bize ait olduğunu sandığımız tüm azalarımızdan geçer, idam masasında sesimizi çıkartmadan boylu boyunca uzanarak, ecelimizi yavaş yavaş alacak olan kişinin ellerine kendimizi teslim edersek, bizi nelerin beklediğini görmeye İLK ADIMI atmış oluruz.
Seyran işte o zamandan itibaren bizim için dönmeye başlar.
Artık kişinin ne gözleri görür ne de kulakları işitir, HAREKETLERİNİN de farkında değildir idrak etmeye çalışır.
Sadece bir mest olmuşluk hakimdir sanki sarhoştur adeta.
Gülerek bakıyordur etrafına.
Dilinde hep o kan kırmızı güllerin kokusunu aldığı SEVGİLİSİNİN ADI vardır.
Gönlünde ise bi AN önce ölümün gerçekleşmesini beklerken ki özlemi mevcuttur.
Bu Özlem Can aldıracaktır ya bunun için hiç bitmemesi azalmaması gereklidir.
Zaten başlamış olan bir şey bitmeyecek olandır.
Sürüp gidecektir devamlı DAİMA. Aşk ancak devamı varsa AŞK’TIR.
Devamı Var olana Aşık olmamız niyazı ile..
Sadakat-Samimiyet-Sabır-Selamet ile...
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

ÂRİFLERİN KUTBU,
MUVAHHİDLERİN İMAMI
RESÛLÜLLAH (S.A.V) EFENDİMİZİN TABİİ VE MUAKKİBİ,
VELAYETİ MUHAMMEDİYE HATİBİ,
HİLAFETİ AHMEDİYYE VARİSİ, KIRMIZI KİBRİT
MUHİDDİN-İ ARABÎ (K.S) HAZRETLERİNİN
NUTK-U ŞERÎF-İ


NEFS-İ EMMÂRE
--N-UR'U-MİM'DEN NASİBİ KISMET HALİNE DÖNÜŞMEMİŞ KARANLIK İÇİN DE YAŞAYAN NEFS
--E-MMÂRELERDEN NE KENDİNİ BİLİR NEDE RABB'İSİNİ
--F-ÂNİSİN BİLESİN! EY YARATILMIŞ! ''ZAN!''İLE POSTU SERMEYESİN
--S-ÜVARİSİNE BİNMİŞ ''AT'' ŞAŞKIN-TAŞKIN VEDE AZGIN
--İ-ŞLERİ TERSTİR İNATLAŞIR ; ''AT'' SARAYDA ET, ''SÜVARİ''Sİ OT YER AHIRDA

--E-MR EDER RABBÜL ÂLEMİN OLAN ALLAH'IM EMÂNETİNE
--M-ESELE; NEFSİN HADDİNİ BİLİP-BİLMEME MADDÎ-MÂNEVÎ ''BENLİK'' İMTİHANI ! ! ! ! + ! !
--M-UHAMMEDÎ OCAKTA PİŞMESİNİN ZORUNLU GERÇEĞİ
--A-RZUSU DÜNYA SEVGİSİ VE LEZZETLERİ ŞEHVANÎ NEFSİN!
--R-ENGİ ''KAN'' KIRMIZI; KIPKIRMIZI G''ÖZ''LÜĞÜ İLE ''BAK''A''BİL''İRSE ''AL''EME
--E-MÂNETİ ''BİLE''REK- ''BİL''MEYEREK ''ÖZ''LEMLE DÜNYA DAMINDA ''VAR''ACAK ''SON DURAĞA''


SADAKAT-SAMİMİYET-SABIR-SELÂMET
İLİM - İRADE - İDRAK - İŞTİRAK İLE
''ZOR YOL'UMUZDA ''YOL''ALALIM

ALLAH(C.C) HİDAYETİNLE
RESULULLAH(S.A.V)İN ŞİFA VE ŞEFAATIYLE
HAKK DOST'UNUN HİMMETİ İLE İNŞAALAH

AŞKIN GÖNLÜMDE BİTMEYEN SONSUZ PINAR
YOKLUĞUN ATEŞ GİBİ YÜREĞİMİ ALEV-ALEV YAKAR
ŞU CAN BİR TEK SENİ! SENİ! SENİ! SENİ ARAR! ARAR!
ELBET BU GÜNLERDE GEÇER , GEÇER; EY YÂR ! ! ! !
Resim
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim



DEĞERLİ CAN,
SEVGİLİ İLLAEDEP..





ÖZLEDİK..
Seni, şiirlerini, yazılarını, hoş sohbetini..



Bir alıntı ile çok değerli yazına katılıp aktarmaya başladığın
konunun devamını okumak için merakla bekleyeceğim..





muhiddin-i arabi hazretleri der ki
allahım ne günah işlesem senin affından büyük değildir
hiç bir kul senden başkasına sığınamaz


ona sığındığın an günahlarından sıyrılmış olursun
muhiddin kendini o kadar hakir gördü ki
dünyanın bütün günahlarını üzerinde buldu
ve hatta cümlenin günahı üzerime olsun
cümle ile affına sığınılsın dedi paylaşmak diledi

muhabbet cümlenin affına zemin kurar
allahım cümlenizin muhabbetini arttırsın

selamet yolunuzda gönülleriniz ferah bulsun
huzur sizlerle olsun
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Zahidezenderun kardeşimizin de dediği gibi, Değerli ve sevgili canlar illaedep ve nur-ye

ÂRİFLERİN KUTBU,
MUVAHHİDLERİN İMAMI
RESÛLÜLLAH (S.A.V) EFENDİMİZİN TABİİ VE MUAKKİBİ,
VELAYETİ MUHAMMEDİYE HATİBİ,
HİLAFETİ AHMEDİYYE VARİSİ, KIRMIZI KİBRİT
MUHİDDİN-İ ARABÎ (K.S) HAZRETLERİNİN NUTK'U ŞERİF'ini bizlerle paylaştığınız için sağ olun var olun. Devamını dileriz.

Hilafeti Ahmediye varisi PİRimizin himmemetleri üzerimizde olsun inşallah.

23. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Her hâlinde ilmi isti’mal et!
Hakiki cömert, nefsine ilim ile cömertlik edendir.
Öğrenir, öğrendiği ile amel eder.
Bilmeyenlere öğretir.

Hadis’i şerif meali:
“ALLAH’ın, beni ilim ve hidâyetle göndermesi, yağmura benzer. Yağan yağmur, münbit yerlere isabet ederse, nebatatı bitirir. Bâzan da çorak yerlere isabet eder bir şey bitirmez amma, suyu da çekmez.
O su ile arazi sulanır ve içilir.
Bir yer daha var ki, ne nebat bitirir, nede su muhafaza eder.
İlmi öğrenip, başkasına öğreten ve ilmiyle amel eden, birinci sınıf gibi, ilmi öğrenip başkasına öğreten, ikinci gibi, ilmi öğrenip, kendinde kalan ve amel de etmeyen, üçüncüye benzer.
Ne nebat bitirir, nede suyu zapteder.”

Kardeşim!
Sen, ilmi öğrenip amel edenlerden ol ki, ALLAH, sana Nûr versin. Bu ilminle amel edersen, ikinci bir ilme varis olursun.
O, ALLAH’dan gelen bir ilimdir.
O, ancak sünnet-i şerife riâyet sayesinde ALLAH’dan gelen bir feyzdir.
Bitmeyen, sonu gelmeyen ilimlerdir.
Ve şerefli ilimdir.
Sakın, ilimsiz hocalardan olma.
Başkasına faydan olsa bile, kendini yakarsın, ilmiyle amel eden hocalar Mürşid’lerdir.



İstimal : (Amel. den) Kullanmak. Faydalanmak.

Mürşid : (Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

RABBİM gayretinizi artırsın...
zevkini, şevkini, muhabbetini GÖNÜLlerinize nakş eylesin inş..

Ne kadar zengin olsan ancak yiyebilecegin kadar yersin.
Denize testiyi daldırsan, alabilecegin kadar su alırsın, gerisi kalır.
- Hz. Mevlânâ -

MEVLAM gönüll kablarımızı ZATı ile doldursun...
DOYursun...

Allah c.c razı olsun...
sevgiyle...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
kuloglan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 156
Kayıt: 26 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen kuloglan »

Resim

Hak Nasip etmişte sevmişim seni
Şâd eylersin Şâhım bâtın bedeni
Sûrete tapanlar bilir mi onu?
Gönülleri yaktın Şâhım Muhyiddîn

Efendimiz(Aleyhisselâm) Hoca, sen ise tâlib
O sadırdan edeb ile ilm alıp
Bâtını Esrârı Kement eyleyip
Âriflere taktın Şâhım Muhyiddîn

Endülüsten çıktın tuttun cihânı
Cihânı kapladı İrfân Tûfânı
Kaynayuben tüttü Âşık'ın kanı
Cezbe ile baktın Şâhım Muhyiddîn

Arapçayı bildin Elif okudun
Gönüllere Cümle Sırrı dokudun
Şîn-ı Şîn'a gelicektir dedin Sîn
Ârif-i BilHakk'tın Şâhım Muhyiddîn

Kuloğlan söyledi o dîne Seddi
MEst etti dost onu tecellî tadı
Mü'min olan kalbe kazındı adı
Münkire yasaktın Şâhım Muhyiddîn
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/118-119kr.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

illaedep yazdı:Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’ nin daha evvel her esmada zikredilen ve yedi esmayı en güzel ve en bariz şekliyle ifade eden nutk-ı şerifini Zevk etme gayretine giriştim.
Her bir mısra derya, deniz niteliğinde olmakla birlikte ben ancak kendi kabımca bir şeyler yazmak, siz Dostlarımın da deryalarında gezinmek istiyorum.
O yüzden paylaşımlarınız çok değerli olacaktır.
İşte şöyle başlıyor kıymetli dizeler..




1--
Evvel tevhid ile mürşid elinden
Kurtulasın emmârenin elinden
Hemen durma tevhid getir dilinden
Erişir canına feyz-i Hûda’ nın


Emmare: Emreden, emredici, cebreden.
Nefs-i emmâre: insanı hissî zevk ve lezzete sevkeden dünyevî ve şehvânî nefs




1---Âlemlere sığmayan ancak bir Mü'min kulunun Gönlüne sığan O Yüce Yaratıcının BİZim üzerimizde ne Hikmetleri, açığa çıkmayı bekleyen ne gizli kalmış Sırları var ise Kendisi, Kendisi ile öğrenmemizi, yaşamamızı, tat alıp vazgeçemememizi büyük bir AŞK ile beklemekte.
Eğer bize ait olduğunu sandığımız tüm azalarımızdan geçer, idam masasında sesimizi çıkartmadan boylu boyunca uzanarak, ecelimizi yavaş yavaş alacak olan kişinin ellerine kendimizi teslim edersek, bizi nelerin beklediğini görmeye İLK ADIMI atmış oluruz.
Seyran işte o zamandan itibaren bizim için dönmeye başlar.
Artık kişinin ne gözleri görür ne de kulakları işitir, HAREKETLERİNİN de farkında değildir idrak etmeye çalışır.
Sadece bir mest olmuşluk hakimdir sanki sarhoştur adeta.
Gülerek bakıyordur etrafına.
Dilinde hep o kan kırmızı güllerin kokusunu aldığı SEVGİLİSİNİN ADI vardır.
Gönlünde ise bi AN önce ölümün gerçekleşmesini beklerken ki özlemi mevcuttur.
Bu Özlem Can aldıracaktır ya bunun için hiç bitmemesi azalmaması gereklidir.
Zaten başlamış olan bir şey bitmeyecek olandır.
Sürüp gidecektir devamlı DAİMA. Aşk ancak devamı varsa AŞK’TIR.
Devamı Var olana Aşık olmamız niyazı ile..
Sadakat-Samimiyet-Sabır-Selamet ile...
2---
İkincide vardır lafzatullahı
Hasenata tebdil eder günâhı
Sen anda görürsün sıfatullahı
Erişir canına feyz-i Hûda'nın


Yedi sınıflı bir dersin ikinci sınıfına terfi' eden derviş, hayvanî yaşantı olan emmâreden levvâmeye çıkar.

Levvâme, levm kelimesinden alınmıştır. Taşlamak, taş atmak, kendini taşlamak manâlarına gelir. Hacıların kurban kestikten sonra bayramın birinci, ikinci, üçüncü günü şeytan taşlamaları budur. O atılan taşlar, kendi kötülüklerinedir. Hacı, bir bakıma içindeki şeytanı taşlıyordur. Oradaki taşlar, birer semboldür.

"Onlar nefislerine mağlûp olmadılar. Sen de mağlûp olmamak istiyorsan kendi içindeki şeytânı taşla."

Koca şeytan, orta şeytan ve küçük şeytan diye üç tane taş vardır: Koca şeytan Hz. İbrahim (a.s.)'in nefsidir; orta şeytan Hz. Hacer validemizin nefsidir; küçük şeytan da Hz. İsmail (a.s.)'in nefsidir. Çünkü onlar, nefislerine mağlûp olmadılar. Hacı da nefsine mağlûp olmamak için 'daha önce yapmış olduğu hataları, günâhları yani kendindeki şeytanı levm ediyor. Bir başka ifâde ile dün yapıp da hoşlandığı günahlardan bugün çok yüksek seviyede pişmanlık duyuyor: "Ben bunları yapmamalıydım, bunlar bana yakışmazdı," diyerek Allah'a yalvarış ve yakarış içinde niyaz ediyor: "Yarabbi, ben nefsime uydum. Sen, merhamet etmezsen ben bu çıkmazın içinden kurtulamam" diye gözyaşı döküyor.

Allah: "Kulum, geçmişte yaptığı hatalardan nadim oldu, gözyaşı döküp benden afv ve yardım diliyor. Dün beni bilmiyor ve tanımıyordu. Bilmediği ve tanımadığı için de hatalar yaptı; günâhlar işledi. Ötekini berikini vurdu; kırdı; döktü; yanlış yoldan gitti. Ama bugün intiba' geldi ve mütenebbî oldu. Kendini, nefsini suçlamaya başladı," diye kulunun geçmişte yaptığı seyyiâtin, insanlık dışı hal ve hareketlerinin tamamını sevap olarak kaydediyor. Buradan da anlaşılıyor ki, Allah'ın kullarına olan merhameti ve sevgisi sonsuzdur. Kur'ân-ı Kerîm'de ikinci esma ile ilgili olarak Allah Teâlâ:

"Ancak tevbe eden ve îmân edip de sâiih amel işleyen kimse müstesnadır. Çünkü bunların kötülüklerini Allah iyiliğe çevirir. Allah, çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir." (Furkan Suresi Ayet 70) diye buyurur.

Derviş, "illâ men tabe" Allah dedikçe inancı tabi' oldu ve tevbe etti. "ve âmene ve amile amelen sâlihâ" O, iyi ve güzel işler işlemeye devam etti. "fe ülâike" Bunun sonunda o kulun, o yolcunun "yubeddilullâhü seyyiâtihim hasenat ve kânallahu gafurân rahimâ" geçmişte yaptıkları bütün kabahat ve günâhları, Allah yüce merhametiyle iyiliğe ve sevaba tebdîl etti. Ne kadar çirkinlikler varsa aldı ve onların sayısınca güzellik koydu.

Allah'ın merhametinin yüceliğini ve sevgisinin büyüklüğünü anlatmak mümkün değil. Onun kullarına olan sevgisini Hz. Mevlânâ, şöyle dile getirmiş:

"Allah, kullarını o kadar sever ki... Allah kullarını o kadar çok sever ki ve Allah sevdiği kullarına o kadar çok merhametlidir ki... Eğer kullar, Allah'ın kendilerini bu denlü sevdiklerinden haberdâr olsalar yaşlı başlı insanlar, çocuk gibi hoplayarak zıplayarak yürürler. Ama heyhat ki, kullar Allah'ın kendilerini bu kadar sevdiklerinden haberleri yoktur."

Özetleyecek olursak: Derviş ikinci esmada yani levvâmede, istiğfar, salâvât-ı şerife ve tevhide Allah ismini de ilâve eder. Çarşıda, pazarda, evde kısacası her yerde
isterse "La ilahe illalah" isterse "Allah" der. Yine rüyalar görür. Kötülüklerden hatta kötülük düşünmekten bile sakınır. Artık çokluktan aza yani vahdete doğru gelir.

"Bak, hep ırmaklar denize doğru gidiyor."

La ilahe illallah'da bir çok harf vardır. Allah'da beş harf vardır. Onun için derviş de kesretten vahdete doğru gitmektedir. Çünkü muvahhid, birlikten başka güç ve varlık olmadığına inanır; kabul eder. Gerçek Allah bilgisiyle donandıkça kemâlata yükselir. Mürşid-i kâmilden duyduğu ledünnî bilgiler gönlüne yerleşir.

Derviş, bu esmada âfâkta ve enfiiste Allah'ın zatî ve subûtî sıfatlarını sezmeye başlar. "Benim bir şeyim yok. Et, kemik ve bir kürek topraktan ibaret olan şu vücûdum, senin aracın ve gerecindir," diyerek kendisinin yokluğunu Hakk'ın varlığını yakîn derecesinde zevk eder. Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de bu gerçeği şu âyet-i kerîmeyle ifâde buyurur:

"Ey habibim de ki Allah birdir ve cümle zerrât o birliğin şahididir."
(İhlas Suresi Ayet 1)

Niyâzî Mısrî Hazretleri, bu makamda:

Cümle zerreden gelir zikr-i ene'l Hak nâresi


sözüyle zerrât-ı cihanın "bir" diye, "Hak " diye bağırdığını ve hepsinin tesbihi olduğunu söyler.

Yine ikinci esmayı da İslâm dünyasının en büyük kutuplarından olan Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri'nin sözüyle noktalayalım:


İkincide vardır lafzatullahı
Hasenata tebdil eder günâhı
Sen anda görürsün sıfatullahı
Erişir canına feyz-i Hûda'nın


www.halveti.net
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


NEFS-İ LEVVÂME

ALLAH Tealâ'dan korkmaya, insanlardan utanmaya ve pişman olmaya başlayan nefsin "sadr"daki nefsî (kendi) makamıdır.
Loş bir aydınlık içinde olup günâh işleyebilir, kendini kınar ve yine günâh işleyebilir.
Sevâb da işleyebilir ve kendini avutabilir.


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lâ tekilni ilâ nefsi feinneke in telkini ilâ nefsi tukarribunî mine'ş-şerri ve tubaidunî mine'l-hayrî: (RABB'ım!) Beni nefsime havale etme zîrâ sen beni nefsime havale eder kendime bırakırsan nefsim beni şerre yaklaştırır ve hayrdan uzaklaştırır." buyurdu. (İ. Ahmed,Müsned I/412)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Zer (ra)'e: "Cin ve insan şeytânlarından ALLAH'a sığındın mı?"buyurunca Ebu Zer: "İnsanın da şeytânları var mıdır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evet, onlar cin şeytânlarından daha şerlidir!..." buyurdu.
(İ. Ahmed,Müsned I/178,179,265)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hasibu enfüseküm kable en tuhasebu: Hesaba çekilmeden önce nefslerinizi (kendinizi) hesaba çekin." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 25)

Azîz kardeşim,
Aslında bilinmeyenleri söylemiyoruz.
Mesele söylemekte değil de anlamakta...
Bektaşî Baba, Mevlevî Çelebi'ye sormuş: "Ne der, ne yaparsınız?"
Mevlevî: "ALLAH der döneriz" demiş.
Bektaşî: "Ah erenler neylersiniz? Biz ise ALLAH deriz, dönmeyiz!..." demiş.


Bedenî insan : Hâklen: toprak (ham akıl) ile anlar.
Nefsî insan : Aklen: normal akıl ile anlar
Kalbî insan : Naklen: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bulan akıl (AŞK) ile anlar.
Ruhî insan : HAKKlen: HAKK esmâsın mazharı olan akıl (Aşku'l-Aşk) ile anlar.


Ne var ki her insan tüm letâif kademelerinde terakki ve tekemmül için halk edilmiş olup, Muradullah da budur.
İnsana emredilen Emrullah da budur.
Nefsin dışında letâif makamlarına seyahata çıkabilen letâif yoktur.
Beden; bedendir, sağlam-hasta, ayık-sarhoş, çirkin-güzel...
Kalb; kalbdir, temizlenmiş-kirlenmiş, iş görüyor-iş görmüyor... Ruh; aslîdir, lâtiftir ve hiçbir şey ona nüfüz edemez, cam gibi düşün, olsa olsa is yaparsın onu ise cilâlayıp (silip) temizlersin ve ruh, ruhluktan çıkamaz...

Nefs ise mâsivâyı kıble etti de eşkıyâ seferine (dışa) çıktı mı azgın nefs (Nefs-i Emmâre) adını alır ve dışındaki en önemli beden memleketini işgal edip akıl hocası şeytâna peşkeş çeker ve dininde, dünyasında ve ahretinde çok ağır bedel öder...

Yok eğer, MEVLÂ (celle celâluhu)'yu kıble edip takvâ seferine (içe) çıkarsa, kalb ülkesinde Nefs-i Mülhime adını alır.

Öze doğru terakki ve tekemmüle devâm ederse, ruhla haşır-neşir olursa, tatmîn ve kani' olup Nefs-i Mutmaînne adını alır.

Sırra ulaşırsa RABB'ısından razı olur, Nefs-i Râziyye adını alır.

Hafî hâlinde RABB'ısının razı olduğu Nefs-i Merzîyye adını alır.

Ahfâ (gizlinin gizlisi) hâline ulaşınca da tevhidi safdır, tertemizdir ve adı Nefs-i sâfiyye olur.

Tevhid kemâl bulunca; mahlûkatın en mükemmel, en muhterem, en muhteşem ve en mübareği olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de fenâ (gark) oluş "akdes" noktasındadır ve Nefs-i Kâmiledir.

Sonunda Fenâfillah vardır.
Zirâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in görevi HAKK'ın halkını, hakka isâl (ulaştırma) dır.
Kimse Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bulmadan, fenâfillahtan bahsetmesin.
Kur'ân-ı Kerîm'i iyi okusun...
Akılsızca, nakilsizce ahkâm kesmesin!...

Öze (hakka) ulaşıp da tekrar mâsivâya (halka) bakan Nefs-i Kâmile; kesrette vahdeti görür ve yaşar artık.
Böylesi nâsib ve kısmet olan Kâmil Ârif ve Âşık kişi, Rabbanî cisimdir.
Arzî ve semâvîdir.
Hazırdır-gaibdir...
Kuldur-sultândır...

Muhammedî metodda; tevhid tekemmülü esastır.
Elbette 15 yaşındaki civân delikanlı "Fenâfi'n-Nefs"dir.
Nefsinde fenâ bulup nefsî arzularına esasen gark olmuştur.
Bu ise Sünnetullahta böyledir.
Gence: "genç kızlara bakma!" demenin veya "bakmıyorum!" demesinin aslı astarı yoktur...
"Adam gibi bak!" başka...
Çünkü evlenecek...
İşin bâtınî mânevî yönü ise:
Fenafi'n-Nefs kalır ise nefsperest (Nefs-i Emmâresinin hevâ ve hevesine dolayısıyla şeytâna tapıcı) olur.

Yılllar böylece gelip geçerken bu hâlde (meselâ 40 yaşında) birisini cezbeden (çeken) bir kâmil ârif mürşid, şeyh;
Lâzım ve lâyık olanları anlatır ve o kimse de anlarsa hâliyle "Fenafi'ş-Şeyh"olur...
Her şeyi, şeyhi olur...
Şeyhi; yol vermez, kul eder, o da olursa o zaman şeyhperest olur. ALLAH korusun!...

Yok, kolundan tutar da Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaştırır teslim ederse mürîd: "Fenafi'r-RESÛL"olur...
Şüphesiz ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de o kimseyi RABB'ısına, istikamet ettirecektir.
"Fenâfi'llah" denilen budur her hâlde...
Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) biliyordu, ama ben bilmiyorum...

Cidden sıkılarak yazıyorum.
Bu bizim işimiz değil olmasına da, ümmet-i Muhammed'e; oyunbazların oynadığı orta oyunu kanıma dokunuyor...
Niçin yapıyorlar anlamıyorum...
Siz de iyice biliyorsunuz ki böyle yapanların nefsi dışa dönüktür...
Dillerindeki özsüz sözler ise, hırs tuzaklarının kuş yemi gibidir....
Kendisi rüşde ermemiş mürşid mi olur...
Uyuyan uyuyanı nasıl uyandıracak?
Kör köre kandil tutsa ne yazar...
Bizim i'tirazımız; Kitab'a, hadise, sünnet-i seniyyeye, hak dostların hâl ve yollarına, akla ve vicdana sığmayan saçma sapan alışkanlık tarzı tarikatçılık yapanlara...
Rızamız ise;
ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in emri,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tebliği ve tasdiki,
Ve gerçekten yetkili ve etkili hak dostlarının tasvibi ile olan tasavvufa canımız fedâdır...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL ihsân etti, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) lûtfetti, hak dostları ikrâm etti de böylelerini gördüm ve birlikte yaşadım şükürler olsun...
Ama hiç birisinin ne tac-ü tahtı ne köşkü sarayı ne şanı ne şirketi ne çorbası ne pilavı ne canı ne de cemâatı vardı...
Yoktu, kardeşim yoktu...
İçi dışı bir, kalender, hırpâni, hâlim selim ama Muhammedî idiler.
Onların korku ve hüzünleri de yoktu...
Onlar halkın evliyâsı değil de Hakk'ın evliyâsı (Evliyâullah) hatta Ehlullah (ALLAH ehli) idiler...
Ne diyelim...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL şu üç günlük dünyada dinlerini oyuncak eden ateş toplayıcılarını uyandırsın...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL şuûr versin.
Şuûr; verilen tüm emânetlerin hakk ve hayr yönünde ALLAH rızası için kullanılmasıdır.
Bunun, hatta dinin ilk şartı akıl ve nefs iken, böylesi kişilerin ilk düşmanı akıl ve nefs olmuştur.
Elbetteki;
Ham akıl: ilmî (aklî) , fıtrî (naklî) , irfânî (Resûlî) , yakinî (Rabbânî) öğretim ve eğitimden sonra değişimin ipek kozasını örer ve câhil tırtıl, kâmil kelebek olur çıkar.
İnsanî akıl, ilâhî aşka (nûrun a'lâ nûra) dönüşür.
Böylesi akıl, sahibini (nefsi) kurtarabilir.

Çünkü okuyan çocuk bile bilir ki Kur'ân-ı Kerîm'de imân ve itâat eden nefs dost, küfr ve isyân eden nefs düşmandır.
Nefs: sadrdan dışarıya döndü ve mâsivâyı kıble edindi mi 4 unsurun boyasını er geç boyanır:
Turabî (toprak)
Narî (ateş)
Maî (su)
Havaî (hava) hâlleri alır.

Nefs: sadrdan içeriye döner, MEVLÂ'yı özden canla başla kıble edinirse, kalbî, ruhî, sırrî, hafî, ahfâî ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nûruna ulaşınca kudsî hâllere kavuşur.
Nefs: kişinin RABB'ısına vuslat yoludur...
Akıl ise sanki; nefsini letâif yörüngelerine nakleden füze gibidir.
Akıl, nefsin de her şeyidir.
Akıl yoksa letâif makamları bomboştur.
O kişi sadece diğer insanlara ibret için halk edilmiş bir örnektir.
Sorumlu olamaz. RABB'ÜL BİRRUN (celle celâluhu) ibret sahnesinde celâlîyetini, hikmet sahnesinde cemâlîyetini oynatıyor.
Onun için cemâlî meşrebli insanlar yüzlerini ibret sahnesinde seyrederler.
Celâlî meşrebli insanlar ise hikmet sahnesinde saçlarını tarar ve çekidüzen verirler...
Mesele aklın rüşde ermesi, nefsin aklını başına toplamasıdır.
Yoksa her meyvenin aslı acı çağladır...
Portakal çağlası cidden zehir-zıkkımdır...
İlâhî ve fıtrî proje gereği çile güneşi altında bir gün bal baklava olur...
Tohumdan tohuma tevhid...
Akıl aynası, ana aynadır...
Kırıldı mı ne asıl, ne sûret kalır bakan için...
Şunu da hiç unutmamalıyız ki nefs çok aktiftir:
Ya hakk ve hayrda, ya da bâtıl ve şerdedir...
Arasında asla kalamaz...
Onun için nefsini hakk ve hayr ile meşgul etmeyen kişiyi; nefsi , bâtıl ve şer ile meşgul eder...
Işık ve karanlık misâli gibidir...
Ya ışık, ya da karanlık...
Akıllı nefsin gelişimi, değişimi ve oluşumu, kısacası zeki bir insan için tasavvufla mümkündür.
Zeki, dürüst, samimî ve sisteme saygı duyan bir kimseye küçük çocuğa:
"Yeni doğan bu kardeşini leylek getirdi!" dercesine anlatamazsınız.
ALLAHÜ ZÜLCELÂL vardır, birdir deyip ihlâsı şerîfi okuyarak işi biteremezsiniz.

Azametullahı ilim ve edeble anlatıp,
Dış ve içini sükûn ve huşû'ya kavuşturup,
Zâhiri sanatın sanatkârıyla tanıştırmak;
Halka HAKK rızası için muhabbet ve merhametle işlenen Muhammedî metoddur ki Muhammedî Tasavvufun zâhiri budur.

Bâtını ise; Kudretullahı irfân ve erkânla arz edip,
Âfâk ve enfüsünü sükût ve huzû'ya ulaştırıp zikir-fikir-şükür-sabır tevhidini yaşamasına hasbî hizmet etmektir!...
Muhammedî Tasavvufun bâtını budur.

Zâhir ve bâtın birleşince ise İhsânullah'tan ikrâm olan sekînet-i Muhammedîyedir.


Resim

Ben âcizâne renkli çizgilerle izâhı severim.
Nefs: Beden (zâhir) penceresinden bakarsa nimetleri ve âhiri görür.
Kalb: (bâtın) penceresinden bakarsa emâneti ve evveli görür...
Basar-basîret dürbünüyle bakınca emânete sadakat gösterir, ihânet etmez.
Ni'metlere adâlet gösterir zulmetmez.
(En'âm 6/115 bkz.)

Resim

Denge-düzen, sükûn ve sükût, sırat-ı müstakîm üzere ve i'tidal üzere olmaktadır.

Resim--- İbni Mes'ud (ra): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)

Sağdaki yollar ifrattaki yollar.
Kraldan da kralcı diye Türkçede de olan...
Aşırı dindârlık diye, bilerek veya bilmeyerek Muhammedî yolun dışında bir yol icâd etmek.
Daha, daha çok dindârmış!...
Öylelerine o kadar çok hadis-i şerîf var ki örneklerle!
Soldaki yollar ise, dininin emir ve yasaklarını hafiflete hafiflete yok edip, dinsizliğe kadar giden ama adı din adına güyâ hakikat, tefritçilik!...
Biz, hakikat ehliyiz deyip eliyle Kur'ân-ı Kerîm'i, hâşâ bir tarafa itip nefsanî ve şeytânî at oynatmalar!
"Sen benim kalbime bak kalbime!"ler v.s....


وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Resim--- "Şüphesiz bu, Benim dostoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zîrâ o yollar sizi ALLAH'ın yolundan ayırır işte sakınmanız için ALLAH size bunları emretti." (En'âm 6/153)

En'âm 6/151-153 âyetlerindeki emirlere "on emir"denilir ki bütün peygamberlerin şerîatında mevcûddur.

İlim, öğrenilen değil de esas ilim onunla amel edilendir.

وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Resim--- ".... ALLAH'ın razısı ise hepsinden büyüktür. İşte fevzü'l-umur (büyük kurtuluş) da budur!..." (Tevbe 9/72)

İnsanın nefsine zulmetmesi ve nefsinin kendisi için sağlanan imkanı isrâf etmesi:
İnsanın aklı ve irade'i cüziyyesi ile ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in ilâhî fıtratını (cibillet, tabîat, mizâc, tıynet, yaratılış, ahlâk) değiştirmesidir.
Nefsin; acziyet, fakriyet, zillet ve illet gibi ana ve gerçek sıfatlarını soyunup, hâşâ RABB'lık sıfatları giyinip öyle olduğunu sanması ve öylesine yaşamasıdır...
Bilerek de olur, bilmeyerek de...
Bilerek olursa en zâlim o dur ki Firavunluktur.
Bilmeden ve ciddîye almadığından olursa nefsi isrâf etmiş olur.


Resim

RABBÜ'l-ÂLEMİN'in nefislere:
"Size zâtîyet (nefs, kişilik, şahsiyet, benlik) , vücûd (bir şey olarak ortaya çıkabilme imkanı), kâinât (her türlü olanaklarla birlikte mekân) , zaman, akıl, can (dirilik) versem;
Ayrıca, Kitab ve Resûl göndersem,
Ayrıca; ibret ve hikmet sahneleri içinde doğum ve ölüm gibi nice olayları yaşatsam...
Sizler bana verdiğiniz emâneti "bilakis, RABB'ımızsın, biz buna şâhidiz!..."
(A'râf 7/172 bkz.) .
Sözünüzü unutmaz ve isbat edersiniz değil mi?
O hâlde sistem sahnesine buyurun...
Görelim hanginiz ahsen amel işleyecek?
(Mülk 67/2 bkz.) " buyurduğu şeklinde anlıyoruz biz, ilk ve son şahadeti...
İyice düşünürsen her şey ni'mettir...
Nefs ise, var olabilmenin ilk ve olmazsa olmaz şartıdır.
En büyük ni'met nefstir.
Kalb, ruh akıl, can ve beyin, göz kulak v.s. ile dışardaki sonsuz ni'metler, nefsin bu imtihanında yardımcı ya da âlet edevâttır.
İşte böylesine çok (ve mutlaka) önemli olan nefse zulmü, müşrik ve kâfirlere bırakırsak; bizim için, nefsi isrâf söz konusu olmaktadır.
Nefs her türlü imkana rağmen hakkı ve hayrı tercih edip, yakalayıp, yaşayamazsa ve bâtıl ve şerre saplanıp kurtulamazsa işte en büyük isrâf ve hüsran budur.


Resim--- Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Men arefe nefse hu, fekad arefe Rabbehu" buyurmuştur.
(Aclunî,Keşfü'l-Hâfâ II-343 (2532)

Kişinin (nefsin) kendini (nefsini) iyice tanımasının sonucu RABB'ısını lâyıkı vechiyle tanıyabilir...
Kişinin kendine söylediği yalanı kimse söyleyemez, verdiği zararı kimse veremez.
Elbette kişinin öz dürüstlüğü ve kendine faydası, emredilen ve murad edilendir...
Şimdi biz nefsin isrâfı ve isrâf üzerinde biraz daha Kur'ân-ı Kerîm'i dinleyeceğiz ve düşüneceğiz:
Kulluk imtihanının başrol oyuncusu olan nefsin isrâfı; kârı bırakınız ana'nın (sermâyenin) kaybına sebeb olup, bu hâle düşen her müslümanı iflas ettirip, hüsrana (toptan iflas, zarar, ziyân) düşürür.
ALLAH (celle celâluhu) korusun!...
Bu; en büyük Nimetullah olan nefs, akıl v.s. gibi tüm mükemmel âletlere rağmen, nefsin ve ALLAH TEALÂ'nın düşmanı şeytâna peşkeş çekmektir.
İsrâf (sereften): gereksiz yere ve şerde harcamadır, haddi aşmaktır. Sonucu zulme varır...


وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ جَنَّاتٍ مَّعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ كُلُوا مِن ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ وَلاَ تُسْرِفُوا إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ

Resim--- "... Fakat, isrâf etmeyin; Çünkü Allah isrâf edenleri sevmez..." (En'âm 6/141)

يَا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلاَ تُسْرِفُوا إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ

"Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için fakat isrâf etmeyin. Çünkü Allah isrâf edenleri sevmez" (A'râf 7/31)

لَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا

Resim--- "(O kullar) , harcadıkları zaman isrâf etmezler ve pintilik de yapmazlar, ikisi arasında dengeli giderler..." (Furkân 25/67)

وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا
إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُوا إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا

Resim--- "Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zirâ böylesine saçıp savuranlar şeytânların kardeşleridirler. Şeytân ise RABB'ine karşı çok nankördür." (İsrâ 17/26-27)

Şeytânın başına gelenler ise nefsini son sözün sahibi sanması ve nimeti isrâfıdır. İyi, güzel de bunlar malda mülkde harcama ve isrâf dememen için:

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Resim--- "De ki: Ey kendi nefsleri aleyhine haddi aşan (isrâf eden) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günâhları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan ve esirgeyendir." (Zümer 39/53)

Bu âyet-i celile: "Kul yâ ibadiyellezine esrafu alâ enfüsihim..." burada açıkça insanın nefs ni'metini kendi aleyhine haddi aşarak isrâfı bildirmiş ve yasaklanmıştır.
Bütün buna rağmenKur'ân-ı Kerîm'deki en büyük bağışlama ve esirgeme âyetidir.
RABB'imizin kullarına muhabbet ve merahemeti tek kelime ile mübârek ve mûhteşem...


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu âyet bana, dünya ve içindeki her şeyle birlikte benim olmasından çok sevimlidir." buyurmuştur.

Konuları didik didik etmemizi bağışlayınız.
Çünkü nefs öylesine akışkan ki hava gibi en küçük delikten dahi çıkıp kaçabilir.
Onun için nefsimizi, kendimiz; hakka ve hayra çekmeye elbirliğiyle, canla başla,hep birlikte ve kardeşçe Muhammedîler olarak çalışıyoruz İnşâallah!...
HAKK (celle celâluhu)'ya giden yolun bineği nefstir.
Onun da hakları vardır.
Salıverip azdırma ve de canından bezdirme..


ZEVK - 2046

Cümle Cihânı cem'etmiş, CAN'lar cenginde İSTANBUL
Âliminde zâliminde, "PARA" renginde İSTANBUL
Kıyıda köşede kalmış, HAK ÂŞIKLAR vardır elbet
Kaderini seyretmeye, âşk âhenginde İSTANBUL...




Levvam-Levvâme: çok levm edici, çekiştirici, başa kalkıcı, paylayıcı.
Le'me, Levmen: kınamak ve azarlamak.
Melâmetiyye: Melâmî tarikati olup gerçek Melâmîler tüm hayr ve hasenât işlerini ve hâllerini halktan mutlaka gizleyen, tüm şer ve seyyiâtlarını (kötülük) halktan asla gizlemeyen sûfîlerdir. İnanmadığını işlemez ve işlediğini bazara ve piyasaya sürmez. Kötü huy ve işlerini ise asla gizlemez...
Dünya zevki, nefsî istek, hırs, tamah v.s. gibi hususlarda doygun dingin ve durgundurlar.
Aslında her tarikatın tekemmülü sonunda, melâmî neş'esi yaşanır bence!...
Sanki her ağacın en uçta yeni çıkan yaprakları gibi hârika bir neş'edir. Anadolu'da Somuncu Baba, Hacı Bayram Velî ve halifelerinden Bıçakcı Ömer Dede (Ömer Sikkîn) Aksaray'da medfûn Pîr Alî Baba, geçen yüzyılda son ve değerli Pîr Muhammed Nûru'l-Arabî Hazretleri bu neş'e üzeredirler.
Ne acıdır ki bu yolda da yıpranma, yaşlanma ve sapıklıklar bile olmaktadır.
"Biz hakikat insanıyız" deyip kitabı, sünneti, yolu, yordamı bir tarafa itenler mâalesef olmuştur ve mevcûddur...
Ne diyelim...

Şimdi biz; kendini çokca kınayan nefsle (Nefs-i Levvâme) ilgili âyet-i celilelere bakalım ve pek çok âyet-i celileden bir kısmını fikredip anlamaya azmedelim İnşâallah.
Nefs-i Emmârede detaylı bir şekilde anlatılmaya çabalanıldığı gibi; bilerek, bilmeyerek, isteyerek, istemeyerek, elinde olarak ya da olmayarak, bâtıl ve şerde dolu dizgin giden Nefs-i Emâreye;
ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in hidâyeti,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şifâsı,
Hakk dostlarının himmet ve hizmeti denkleşince,
Kendisi de gayrete gelip azmedince bir uyanıklık hasıl olur.
Uykudaki uyanır ve sarhoş ayıkır...
"Biz neler yaptık ne sonuçlar aldık ve daha da alacağız!..." diye acı acı iniler...
Nefs-i Emmâre, dünyaya dönük yönünü, derûn'a öze, kalbe ve kısacası ilâhî kıbleye çevirdi...
Nefs-i Levvâme çağına girdi...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL te'kidli yeminle:


لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ
وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ

Resim--- "Yoo! Yemin ederim o kalkım gününe (kıyâmet gününe) yine yoo !. Kendini kınayan (kusurlarında pişmanlık duyan) nefse yemin ederim...İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır?" (Kıyâmet 75/1-3)

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنفُسَكُم مَّا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Resim--- "(Hesablar görülüp) iş bitirilince, şeytân diyecek ki: "Şüphesiz ALLAH size hakkı (gerçeği) va'detti. Ben de size va'd ettim ama size yalancı çıktım. Zâten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi, (inkâra) çağırdım; siz de benim dâvetime hemen koştunuz. O hâlde beni yermeyin (levm etmeyin) nefsinizi levmedin (yerin, kınayın) . Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Kuşkusuz daha önce ben, beni (ALLAH'a) ortak koşmanızı reddedmiştim. Şüphesiz zâlimler için elem verici bir azab vardır." (İbrâhim 14/22)

Nefs-i Emmâre, kendisinin akıl hocası ve şer rehberi şeytânın bu sözlerini Kur'ân-ı Kerîm'de okuyunca elbette bir "Eyvah!" çekecektir ve çeker!...
İnsanın Nefs-i Emmâresinin yine kendi ile fitne içine düşmesi korkunç bir fitnedir...
Fitne ise adam öldürmekten daha kötüdür:


وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
Resim--- "...El fitnetü eşeddü minel katl..." (Bakara 2/191)

Hâlbuki insanoğlu; insanlık şerefi, haysiyeti, onuru, erdemi ve keremi ile halk edilmiş halifetullah ilân edilmiş muhteşem ve mübârek bir varlıktır:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً

Resim--- "Andolsun ki biz Âdemoğullarını üstün bir şerefe mazhar (mükerrem) kıldık; karada ve denizde binitlere yükledik ve güzel güzel rızıklarla (nimetlerle) besledik; yarattıklarımızın çoğundan cidden üstün kıldık." (İsrâ 17/70)

Kerem: asalet-asillik, şeref, saygı,hürmet
Mükerrem: muhterem, hürmet, saygıdeğer olan, azîz, sayın, sayılan ve ululandırılan hürmet ve tazime erişmiş.
Mekke-i mükerreme: Azîz Mekke şehri gibi...


İnsanoğlu genellikle rızk için gaflete, hırsa ve tamaha düşer ve saldırır ömür boyu…
Oysa:


وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

Resim--- "Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir debelenen (canlı) yoktur. O, onların duracakları yeri de, emânet edildikleri yeri de bilir. Onların hepsi açık bir kitabda (levh-i mahfuzda) dır. (Hûd 11/6)

Kendisinden istenen ise çok kolay ve rahat bir husustur:

بَلِ اللَّهَ فَاعْبُدْ وَكُن مِّنْ الشَّاكِرِينَ

Resim--- "Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol!..." (Zümer 39/66)

بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
Resim--- "Doğrusu insan (kendine) nefsine karşı bir basîrettir (gözcüdür) ; kendisinin ne yaptığını gâyet iyi bilir." (Kıyâmet 75/14)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ

Resim--- "Andolsun Biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yaratmaktan habersiz değiliz." (Mü'minun 23/17)

Biz âcizâne, insanın üstünde (mânevî hayatında: semâsında) 7 yolu, 7 nefs mertebesi olarak anlıyoruz.
Tekemmül ve terakki merhalelerini bağlayan ulaşım yolları.


لَتَرْكَبُنَّ طَبَقًا عَن طَبَقٍ

Resim--- "Sizler binip binip tabakadan tabakaya (hâlden hâle) geçeceksiniz." (İnşikak 84/19)
Tabaka: birbirine uyan, mutabık olan katman, derece, merhale, mertebelerdir. Nefsin tekemmül tabakaları açıkça buyuruluyor...


وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim--- "Herkesin yaptıkları işlere (amellere) göre dereceleri vardır. RABB'in, yaptıklarından habersiz değildir." (En'âm 6/132)

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا

Resim--- "Sana gelen (isabet eden, ulaşan) iyillik (hasenât) ALLAH'tandır. Başına gelen (isabet eden) kötülük (seyyiât) ise nefsindendir..." (Nisâ 4/79)


ALLAHÜ ZÜLCELÂL 'in bâtıla ve şerre rızası asla yoktur:

وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ
Resim--- "Başınıza gelen, herhangi bir müsibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) ALLAH çoğunu affeder." (Şurâ 42/30)

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ
Resim--- "Kim iyi bir iş yaparsa,bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. RABB'in kullarına zulmedici değildir." (Fussilet 41/46)

إِنْ أَحْسَنتُمْ أَحْسَنتُمْ لِأَنفُسِكُمْ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا فَإِذَا جَاء وَعْدُ الآخِرَةِ لِيَسُوؤُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيرًا
Resim--- "Eğer iyilik ederseniz nefsiniz için (kendinize) etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz..." (İsrâ 17/7)

مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً
Resim--- "Kim hidâyet yolunu seçerse bunu ancak kendi (nefsinin) iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa kendi aleyhine (zararına) sapmış olur. Hiçbir günâhkar, başkasının günâh yükünü yüklenemez. (üstlenemez) . Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azab da etmeyiz." (İsrâ 17/15)

قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

Resim--- "De ki: ALLAH her şeyin RABB'i iken ben ondan başka RABB mı arayacağım, herkesin (her nefsin) kazandığı ancak kendi boynuna geçer (sorumluluğunu gerektirir) hiçbir günâhkâr başkasının günâhını taşımaz, sonra dönüp RABB'inize varacaksınız. O vakit O, size ayrılığa düştüğünüz gerçeği haber verecektir." (En'âm 6 /164)

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Resim--- "... Her kim nefsinin hırsından (cimriliğinden) korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr 59/9)
Şuhh: hırsla yapılan (ısrarlı) cimrilik. İçteki cimriliğe sebeb olan öz hastalığı.
Felâh: dünya ve âhiret mutluluğudur.


تَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Resim--- "O hâlde gücünüz yettiğinizce ALLAH'tan korkun (isyân etmeyin) , dinleyin, itâat edin ve infâk edin (harcayın), (kendiniz) nefsiniz için hayr yapın. Her kimde nefsinin hırsından (şuhha) korunursa işte onlar iflâh olurlar." (Tegâbûn 64/16)

وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُوْلَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا
وَأَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا

Resim--- "İçimizde (ALLAH'a) teslimiyet gösterenler de var, hak yolundan sapanlar da var. teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu (rüşd yolu) arayanlardır. Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır." (Cin 72/14-15)
Kâsıt: sapıtan, sapan, zâlim, haktan ayrılan.

Bunlar ve daha nicelerine sadece bir göz atsa bile insaf sahibi bir nefs oturur düşünür.
Düşünür de hakkı seçer, hayrın peşine düşer...
Düşünmek, deyip geçme sakın!...
Biliyorsundur ki Musa (aleyhi's-selâm) ile cedelleşen sihirbazlar mû'cize (insanı âciz bırakan şey, olay) yi görünce oturup bir saat düşündüler ve "Biz de Musa (aleyhi's-selâm)'nın ve Harun (aleyhi's-selâm)'ın RABBine imân ettik!" dediler...
Dediler de, ellerini ve ayaklarını hadım etti Firavun!...
Ne mi oldu sonuç: gün doğarken Firavun'un Firavun'luk âletleri olan müşrik sihirbazlar, gün batarken RABB'ımızın şâhidleri ve şehîdleri oldular...


Resim--- Abdullah İbn. Abbas (ra)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Günün başında sihirbaz idiler , sonunda şehîd oldular." buyurmuştur.
(İmâm Suyutî Ed-Dürrü'l-Mensur III/515)

Onun içindir ki:
Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ârifin bir saat uykusu câhilin altmış yıllık nâfile ibâdetinden üstündür." buyurmuştur.

Bütün bunlara rağmen yerli yerine oturmamış Nefs-i Levvâme, genellikle dünyevî, nefsî, şeytânî tiryakiliği ve kötü arkadaş yüzünden Nefs-i Emmâre elbisesini sık sık giyer-çıkarır...
Alışkanlıklar zor bırakılır!.

Azîz kardeşim,
Günâh işleyivermekle iş bitmiyor ki:


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kul günâh işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta (leke) belirir (oluşur) ki tevbe ederse silinir. Tekrar yaparsa kalbindeki o siyah nokta kalbinde kocaman oluncaya kadar büyür." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan; Tirmizî, İbni Mâce, Nesâi, Hâkim)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu pas Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilmiştir:


كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Resim--- "Hayır! Bilâkis onların işlemekte oldukları (kötülük kalblerini kirletmiştir) kalbleri üzerine pas bağlanmıştır." buyurmuştur.
(Mütaffıfin 83/14)

Reyn: parlak şeyin üzerindeki pastır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Demirin pas tutması gibi kalblerde pas tutar. Onları Kur'ân okumak ve ALLAH'ı zikretmek parlatır." buyurmuştur.
(İbn Adiyy)

Resim--- "Enes (radiyallahu anhu): "Size göre (sanki) kıldan daha hafif sayılan işleri (günâhları) işliyorsunuz. Biz, onları Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in zamanında insanı felakete götüren günâhlardan sayardık." demiştir.
(Buhârî, İmâm-ı Ahmed)

Nefs-i Emmârenin ve Nefs-i Levvâmenin yola getirilmesi zor iştir:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Asıl güreşçi (güçlü kimse) rakibini, eri (yiğidi) yenen değil, kızgınlık anında nefsini yenendir." buyurmuştur.
(Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu)' dan;Buhârî ; Müslim; Askalânî)

Düşe kalka giden Nefs-i Levvâme; tâ ki özü nûrlu ve dirî, muhabbet ve merhametli, kûn kervanının kıtmiri ve Muhammedî biriyle dost ola, yol ola, yolcu ola, yoldaş ve hâldaş ola...


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ

Resim--- "Ey imân edenler! ALLAH'dan korkun ve sadıklarla beraber olun." (Tevbe 9/119)
Sadık: sadakatı ve içten bağlılığı olan, ma'sum. Yalansız ve haramsız yaşayan. Özündeki Emânetullah'a (Ahdullaha) sadakat gösteren ehl-i hak ve ehli hayr olandır.
Sıddık: dostoğru (mübalağalı sadık) .


Yoldan önce yoldaş...
Hâlden önce hâldaş...
Evden önce komşu...
İsle gezen islenir, misle gezen mislenir ve pisle gezen de pislenir...
Bana bir şey olmaz diyen bir gün acı bir şekilde yanıldığını anlar...
İnsan nefsi hiç yaşlanmaz, emelleri bitip tükenmez ve lâf - söz de anlamaz...
60 yaşında bir insan nefsi, bir saniyede 18 yaşına inip sahibini kaydırır ve yere indiriverir...
Onun içindir ki her yaşın bir cemâatı vardır.
5 yaşında oyun çocukları,
10 yaşında okul çocukları,
20 de delikanlı gençler,
40'ında dengi dengine...

Yaşlar karışırsa işler de karışır:

"Ehl-i keyfe keyf verir kahvenin ka
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

devamı;

Yaşlar karışırsa işler de karışır: "Ehl-i keyfe keyf verir kahvenin kaynaması,
Eşeği yoldan çıkarar sıpanın oynaması "
denilmiştir.

Bugünkü nesil:

"üzüm üzüme baka baka kararır" hesabı, kötü örnek ve kötü arkadaştan kendi organlarını yiyen kudurmuş bir canavar gibi birbirini azdırıyor ve inliyor...
Bunun farkına varanlar ise yangından kurtulmak için su diye asit gölüne atlayan zavallılara benziyor...
Tevhid tüccarlarının, cem' canbazlarının, uyuyan veya sarhoşların ağlarına takılıyor...
Bâtıla (boş, beyhude, yalan, çürük) boyun eğip şeytânın şerrini işleyenlerden uzak durmakla ilgili pek çok âyetlerle örnek ve anlatımlar vardır:


وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ

Resim--- "Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size, size selâm olsun. Biz, (kendini bilmez) câhilleri aramayız (arkadaş edinmek istemeyiz.) " (Kasas 28/55)

Buradaki selâm, ayrılma ve vedâ anlamındadır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

3--
Üçüncü Hüvallah dersin okur
Garip bülbül gibi durmayıp şakır
Kendi vücûdunda bula gör Hakk'ı
Erişir canına feyz-i Hûda'nın



ResimNEFS-İ MÜLHİMEResim

Nefs-i Levvâmeye ilâhî ilhâm ve Muhammedî nefesler imdad etmeye başlayınca özünden "doğru doğuşlar" doğmaya başlar... Aydınlıktır ancak henüz görüş mesafesi kısadır.
Nefs-i Mülhime, nefsin kalbî nefs makamıdır.

Azîz kardeşim,
Kalbin iki kapısı vardır.
Birisi nefse diğeri ruha açılır.
Nefse açılan kapıda nefs, şeytân ve şehvet;
Ruha açılan kapıda ise ruh, melek ve akl-ı selim bekler durur.
Bu iki kapı aynı anda açık ya da kapalı olamaz.
Birisi açıksa diğeri kapalıdır.
Emme-basma tulumba gibi.
Nefsin galib gelmesi hâlinde
(Nefs-i Emmâre ve Nefs-i Levvâme çağlarında) , Ruh kapısı kapalıdır.
Kalb işgal edilmiştir.
Kalb normal görevini göremez.
Nefsanî ve şehvanî hevâ ve heveslerin at oynattığı bir kalb; fesad, hased ve hüsrân içindedir.
Nûr-u MUHAMMED'le (Nûrullah) bağlantısı kesik olduğu için nefs, karanlıkta ne halt ettiğini bilemez.
Kendi kendine kahreden ve kınayan nefs, dostunu ve düşmanını tanımaya başlayınca şeytân sürüsünden ayrılır.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle:
"Euzû billahi's- semi'il Alîm mine'ş-şeyytâ-nirrâcim min hemezetihi ve nefhahi ve nefsihi Bismillâhirrâhmânir rahîm: Rahmetten kovulan şeytânın içten vesvese dürtüşlerinden, dıştan kışkırtıcı üfürüşlerinden ve bizzât kendisinden, hakkıyla duyucu ve bilici olan ALLAH'a sığınırım. Rahmân ve Rahîm olan ALLAH'ın adıyla derim." der ve yepyeni bir sayfa açar...

Şeytânın, içten vesvese ve kuruntu dürtüştürmelerinden, dıştan üfürmelerinden ve bizzât şeytânın nefsinden, hakkıyla duyucu ve bilici olan ALLAHÜ ZÜLCELÂL'e sığınma arzühâlini (dilekçe) teslim edip, Rahmân ve Rahîm olan merhametli ALLAHÜ ZÜLCELÂL ismiyle başlar...
Dışa açılan kapıya şeytân ve şeytânî etkiler yaklaşamaz.
Sıdk ve adl üzere olan (doğru, helâl ve emredilen) şehvet ise lâzım ve lâyıkı ile girer çıkar...
Arabçada şehvet Türkçedeki gibi sadece kadına, erkeğe karşı duyulan aşırı istek olmayıp her türlü aşırı arzu emel ve isteğin ortak adıdır.
Dış kapıyı kapatıp kalbe giren nefs, kalbî bir boya ile boyanır ve ilâhî ilhâma uyanır.
Ruh, melek ve akl-ı selim ile söz, sohbet, zevk ve haz toplantıları yaparlar.
Tevhid ederler.
Radyo yayını dalgaları gibi ilhâm ve ferâset yayınları algılamaya başlar.
İlâhî mesajı Muhammed Aleyhisselâmın sesinden duyamaya ve uymaya başlar.
Hakk ve hayra hayrân kalır.
Uygulamalarını yüksünerek değil de, insan olmanın gereği görür.
Daha önceki taklidî ve görsel imânı gittikçe pekişerek tahkikî (hakikat) ve özsel imâna dönüşür.
Daha önce Müslüman olan nefs, mü'min olmanın önemini anlar ve olmaya can atıp, çaba gösterir.
Ferâset (firâset) : anlayışlılık ve çabuk seziş kabiliyet ve isti'dâdıdır.
İlhâm: ALLAHÜZÜL-CELÂL tarafından kulları kalbine doğdurduğu ilâhî düşünceler, doğuşlar, tulûat, vâridât, lûtfü ikrâm ve ihsândır. İlhâm, aşka dönüşen akl-ı selimin duyduğu fitrî fazîletlerdir.


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH bir kula iyilik dilerse, ona dinin inceliklerini öğretir (dinde fakih kılar) ve ona doğruyu (rüşdü) ilhâm eder." buyurur.
(Abdullah b. Mesud (radiyallahu anhu) dan; Tebarânî kebir)


ALLAHÜ ZÜLCELÂL'imiz ise:

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا

وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا




"Nefse ve onu tesviye edene (bir takım kabiliyet ve isti'dâdla seviyelendirene, düzenleyene) fücûr'u ve takvâyı ilhâm edene andolsun ki kesinlikle onu (nefsini) temizleyen iflâh olmuştur (kurtuluş bulmuştur.) . Onu kirletip gömen de (hebâ etmiştir.) ziyân etmiştir." (Şems 91/7-10)

Fücûr: işret, sefihlik, günâhkârlık, ahlâka aykırı durum. Takvâ: korunma. Tedsis: bir şeyi bir şeyin içinde saklamak, gömmek. Dessaha: gömen, gömücü olan Sevveha: yayıp döşeyen, açıp genişleten, düzenleyen, dizayn eden
Lehime: fiili bir şeyi birden yutmak. (suyu içer gibi)
İlhâm: ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kulunun kalbine feyiz yolu ile hakkı, hayrı veya lâzım ve lâyık olan bir şeyi telkin etmesi, kalbe fikir doğdurması.
Tezkiyetü'n- nefs: nefsin temizlenip hayr, iyilik, sâlih amellerle geliştirilmesi, terakkisi ve tekemmülüdür.
Hâbe: gizlemekten dolayı mahrum bırakıldı, hüsrana (büyük zarara) uğradı. Nefsini günâha gömdü ve emredilen ve murad edilen arzusuna ulaşamadı. Boş yere harcadı.

Azîz kardeşim,
Bu âlemde halkedilen her şey ni'mettir.
Azîz, Alim ve Azîm olan RABB'ımız (celle celâluhu) yaratmıştır, o hâlde ni'mettir.
Ne varki: İbrahimî olana nar, nûrdur...
Nemrudî olana ise nûr, nardır...
.
Sen kendine bak!...
Kâinâtta noksan arama da mükemmeli seyret!
Muhammedî seyret!
Muhammedî Âşık ol!...

Ben âciz, fakîr,zelil ve âlîl bir kul olarak; bildiğimi, gördüğümü, anladığımı, ilhâm aldığımı ve hissettiğimi arz ediyorum.
Ümmet-î Muhammed; zaman bulup Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup tarayıp bir araya getirip düşünüp fikredemez diye akl-ı seliminizin huzuruna sunmaya sadece,
Livechillah: Allah rızası, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hoşnutluğu için ve ALLAH dostlarının hakkı ve hayrı tavsiye (vasiyetleşme) yolu bu günümüzde de kapanıp battal olmasın diye...arzettim.
Eksik, noksan, yanlışlar olur ve olacaktır. ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL bizleri; yalandan, davadan, cedelden ve benlikten hıfz-ü-himâye buyursun, Habibi Efendimiz Aleyhi's-selâtü vesselâmın şerefli yüzü suyu hürmetine inşâallahu Tealâ... Âmin!...

Azîz kardeşim,
Vahy kişiye özel bir ilhâmdır ve seçilmiş Peygamber Efendimize ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ihsân etmiştir.
İlhâm ise Muhammedî oluşun şuûruna erenlerin kapanmayan, Rahmânî rıza hattıdır.
Dağlarda büngüldeyen ırmak gözesi, kaynağı ve fışkırma noktası gibi ruhumuz kanalıyla kaynar durur. Her an yenileri...
Her an bir başkası...
Her an daha tazesi ve neş'elisi kaynar durur...
Muhammedî Merşebi olanların şarabı (içeceği) budur.
Kalb ise onun maşrabası (kadehi) dir.
Göz yaşlarımız ise dışarı sıçrayan ilâhî nûr damlalarıdır...
Aşk hârikadır!...
Âşıklar da öyledir!...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Tüm Muhammedîler adına, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e:


فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ وَلاَ تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ

"O hâlde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dostoğru ol (istikâmet)! Aşırı gitmeyin! (azgınlık etmeyin) Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilendir. Zulmedenlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız) sizin ALLAH'dan başka dostlarınız yoktur, sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz.!" (Hûd 11/112,113)

Hûd: had, hudud, haddini bilmekten...

Âyeti celilede geçen;
Rükûn : itminân duyup muhabbetle ona meyledip yönelmektir.
Messe: temas edip çarpan (ateş) ...
İstikamet üzere olmak, sırât-ı müstakîmde! İnkâr ile ikrârın ara kesitinde, tevhid üzere yürümek...
Gölge ile aydınlığın ara kesiti, düz çizgi ki enine bölünemeyen bir bütündür ve sırdır.
Mârifetullah ise aslında bunu bilmektir.
Hâşâ, insanoğlu RABB'isinin hangi hususunu bu akılla, bu imkânla bilebilecek?.
Bildirdiği kadarıyla bilebilir...
Kulun tevhidi nefsinin:
"Lâ ilâhe" inkârını söyleyip ta'til (ataletten durgunluk, kesiklik) den korunması,
"İllâ ALLAH" ikrârı ile isbatı söyleyip teşbihten korunmasıdır


Resim


Azîz Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şeyyebetni hûdûn ve ihvâtuha!." Hûd Sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı!." buyurmuştur.
Benzerleri buyurulan: "Beni Hûd, Vâkıa ve mürselât sûreleri ihtiyarlattı." şeklinde de hadisler vardır.


قُلْ هَـذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ

"(Resûlüm!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ALLAH'a dâvet ediyorum (çağırıyorum) , ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol (basîret) üzerindeyiz. ALLAH'ı (ortaklardan) tenzih ederim!...Ve ben ortak koşanlardan değilim." (Yûsuf 12/108)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ


"Ve sen elbette yüce (muazzam) bir ahlâk (hulku'l-âzim) üzeresin!..." (Kalem 68/4)

Muazzam ahlâk: sonradan olma değil de anadan doğmadır, aslîdir, azîzdir, esmâ-i hüsnânın tecellî ve neticesidir, eşsizdir, tektir ve Muhammed (aleyhi's-selâm)'a hastır. Muhammedîlere de mîrâstır.


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise: "Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim." buyuruyor. (İ.Mâlik,Muvatta Hüsnü'l-Hulûk 18; Hâkim)

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ

"Andolsun zikirden (Tevrattan) sonra Zebur'da da yazmıştık ki "Muhakkak yeryüzüne (arza) benim sâlih (islâh olmuş, iyi, sıdk-ü-adl ehli Muhammedî) kullarım vâris olacaktır. (Enbiyâ 21/105)

Arz zâhiri yüzüyle yeryüzüdür.
Bâtını yüzüyle ise Arabça harfleri yaz ve düşün:
Elif: en çokluk, Ra ve Dat ise rızadır.
ARZ: en çok rıza.
Bu dünya Rızaullahın kazanılma tarlasıdır.
Elbette islâh olmuş, iflâh olmuş Muhammedîler vâristir.
Bu dünyada hakkı kabul edip hayrı işlerler ve:


الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ

"Onlar görmedikleri hâlde var olan (gaib) RABB'lerine haşyet (candan sevgi, saygı, korku) duyarlar (gösterirler) .Yine onlar kıyâmetten korkan kimselerdir." (Enbiyâ 21/49)

Kıyâmet hesabının süratli oluşu sebebiyle saat olarak da ifâde edilmiştir.
Zibr, zübûr: kitab, zebur ise mezbur (yazılmış kitab.)
Haşyet ise:
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in;
Evvelde Rübûbiyyeti
Âhirde Ulûhiyyeti ,
Zâhirde Azameti ve
Bâtında Kudreti karşısında insan nefsinin;
Acziyet, fakriyet, zillet ve illetini,
İlim, irade, idrak edip iştirake geçerek sonsuz bir huşû' ve huzû' ile teslim olup istikamete azmedip,
Sevgi, korku, hürmet ve saygı duygularına gark olmasıdır...
Mesele de budur zâten...
Gerisi kuru lâf...

Kalbi, HAKK'ın karargâhı olan Nefs-i Mülhime,
Can kulağıyla duyduğu bu ilâhî ilhâmlara derhâl uymaya can atar.
Terakki ve tekemmül için her şeyini ve gücünü ortaya koyar. Rabbânî, Kur'ânî, Muhammedî ve fıtrî ilhâmlar coşturdukça ilme'l-yakinden ayne'l-yakine doğru naz ve niyâz nehirleri gibi her zerresi ile başsız ayaksız koşar...
Âşıkların gözyaşı budur...

Seyyiâtı terk eden Nefs-i Mülhime,
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izini izlemeye,
Özünü özlemeye, sözünü sözlemeye,
Hayr-ü hâsenât işlemeye koyulur.
Nasuh Tövbesi eder.

Ancak iyiliklerin, geçmiş günâhları temizleyeceğini görür: (Neml 27/11; Hûd 11/114 bkz.) .

Geçmişe tevbe eder,
Geleceğe hak ve hayr duası eder.
Şu anda ise;
Kader Kaderullah, nice çilelerle başbaşa insanoğlu, kendisine isabet eden kötülükleri iyilikle savar: (Rad 13/22; Müminun 23/96; Furkân 25/70; Neml 27/89,90; Kasas 28/54-55 bkz.)

Azîz kardeşim,
İnandığım, anladığım ve yaşamaya çalıştığım şu ki:
İlhâm: Cenâb-ı Hakk (celle celâluhu)'ın Muhammedî meşrebi lûtfetmesidir.
Muhammedî oluş şuûruna eriştir Türkçesi...

Kur'ânî ilhâm pınarlarından kana kana içmeye devâm edelim:


إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ


"Elbette bunda düşünce ve anlayışı olanlara (ibret alanlara) deliller(işaretler) vardır." (Hicr 15/75)

Li'l-mütevessimin: mânâsını iyice düşünüp seçenler için.
Mütevessîmin: ferâset sahibi olanlar, tahkikî bakanlar, ince ince düşünenler, sebâtla dikkatlice inceleyip özünü anlayanlar.
Eşyânın hakikatini öğrenebilmek için ilim, irade, idrak ve iştirâk ilhâmına mazhar olanlardır.


وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: Bal arısına (nahl) ihlam etti: (Nahl 16/68 bkz.)

Vehâ, evhâ: ilhâm etmek, peygamberlere vahyetmek.
Mü'min için ilhâm etmek ihsândır ki
Veze'e: ihsân edip teşvik etmek ilhâm etmek anlamında olup: Neml 27/19; Ahkaf 46/15 âyeti celilelerinde geçmektedir.
Muhammedî şe'en şerbetinden içen, Muhammedî meşrebî bulanlar İlâhî, Kur'ânî ve Muhammedî ilhâmla dâimî ve kaimî irtibatlı olup; interkollekte sistem içinde "ile" ve "bile" olanlardır...


Niyâzî Mısrî Hazretleri şu güzel sözleriyle 3. hali şöyle anlatmıştır.

Gir sema'a zikr ile gel yane yane Hu deyu
Er sefâ-yı aşk-ı Hakk'a yane yane Hu deyu

Hep erenler Hu ile kaldırdılar can perdesin
Açtılar gözlerin andan yane yane Hu deyu

Gördüler Hu kaplamış hep on sekiz bin âlemi
Feyz alırlar cümle Hu'dan yane yane Hu deyu

Zât-ı Hakk'ı buldular buluştular bu Hu ile
Dost göründü her taraftan yane yane Hu deyu

Ey Niyâzî gönlüne âşıkların hikmet dolar
Kuntu kenzin haznesinden yane yane Hu deyu
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

IV---
Dördüncü makama nail olasın
Ene'I Hakk sırrını canda bulasın
Sen ölmezden evvel anda ölesin
Erişir canına feyz-i Hûda'nın


NEFS-İ MUTMAÎNNE I

Nefs-i Mülhime ile gönüle doğan Muhammedî güneşin şehâdet şafağı sökmeye, enfüsü ve âfâkı aydınlatmaya başlamıştır. Muhammedî şuûra ve itmînâna ulaşıp "biz ve bile" olmaktadır... Yıldızlar ve kamerler kaybolmaktadırlar...
Göz aydınlığı (kurretü'l-ayn) ve tesbih (sabah) namazı vaktidir...

Nefs-i Mutmaînne; nefsin, “Ruhî Nefs” makamıdır.
İnsanın tekellüf terazisinin denge dili bu makamdır.
Bir tarafında
Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvâme ve Nefs-i Mülhime vardır.
Diğer tarafında ise
Nefs-i Râziyye, Nefs-i Merzîyye ve Nefs-i Sâfiyye (Zekiye, Nâciye) vardır.
Ortada
Nefs-i Mutmaînne...
Terazinin bir kefesi dünyevî, imtihan ve fenâ iken diğer kefesi ise uhrevî , hesab ve bekâdır...
Korku ve hüzün bir tarafta iken emniyet ve rahmet diğer taraftadır...
Azametullah ve Kudretullah tecellîlerinin temâşâ tepesidir...
Kulun, Azametullahı ve Kudretullahı ilim, irade ve idraki sonucunda Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İllet özelliklerini bilip,
Muhammedî mahviyet (yokoluş) güzelliğini bulduğu kemâl kavşağı ve iştirake kavuşum makamıdır...

"ASL"a sıla sırrıdır...

Azîz kardeşim,
Nefsin fitrî yapısında, übûdiyyet (kulluk) makamında sebatsızlık ve mesnedsizlik vardır.
Dünyaya meyilli ve hevâ-hevestir.
Nefsi, kulluk makamına ancak ve ancak tevhid sabitler, mesnedler (tesbitü'n- nefs tevhid iledir) .
Nefsin kalbî özellik ve güzelliklerle yaşamaya başlaması hâli olan
nefsi Mülhimede, zikir ve fikir çok önemli yer tutar.
Akl-ı selime kavuşan
nefs, hakka hayrân kalır hayrın hizmetine can atar.
İlâhî, Kur'ânî, Muhammedî ve kendisinin zâtî özelliği (zâtına mahsus ahlâkı) olan fıtrî ilhâmlar, tefekkürünü körükler.

Nefs, hüsn-i niyyet, samimîyyet ciddîyet ve gayretkeşlikle geçmiş zamandaki ihmâl, hata, noksan ve yanlışlarını tekrar tekrar ve tek tek gözden geçirip, sistemin sahibi Subhân ve Rahmân olan RABB'ımız Tealâ'dan mağfiretini (bağışlanmasını) diler.
Nasuh (kendi kendine kendinden nasihat) tevbesi ile RABB'ısına rücû' eder.
Geçmişteki yanlış işleri için bir daha işlememeye söz verip tevbe eder.
Kendisini toparlamaya başlayan, İlâhî ilhâm ve hissetme zevkine ulaşan insan nefsi, hüsn-i niyyet, ciddîyyet ve samimîyyetle geçmişteki noksan, kusur yanlış, hata ve kötülük ve günâhlarına tevbe ve istiğfâr etmeye karar verir.
Durum değerlendirmesi yapar.


TEVBE

Evvebe: dönülmesi lâzım ve lâyık olana dönmek.
Tevbün, evbün, döndü.
Tevbe; gerekli ve yeterli bir ilmin neticesi oluşan bir hâl ve amel bütünlüğü olup kesin olarak hakka ve hayra dönüştür.
İnsanoğlu için üç zaman dilimini de doldurması lâzımdır.
Gerçek tevbenin geçmişteki kötülüklerden (bâtıl ve şerden) , şu andaki iyiliklere (hakk ve hayra) dönüşle beraber şimdi artık yapmamak, gelecekte ise hiç yapmamak kararıdır.
İlimle aydınlanmış insan nefsi, acı ve ağır bir pişmanlık ve üzüntü ile irade ve idrake ulaşır ve bir daha asla işlememek iştirakine kavuşur.


Tevbe evreleri:

a-) Nefs-i Emmâreye:
Emr-i bi'l-ma'rufa (emredilene, bilinene ve iyiye) ve nehy-i ani'l-münkere (yasaklanan kötüye) uyma anlatılır ve söz alınır.
Kul hakları için helâlleşme, Hukukullah için tevbe-istiğfâr emredilir.
Bu avam (halk) için ilk şarttır.


b-) Nefs-i Levvâmeye: İnâbe (günâhı terkle beraber, hakka ve hayra dönüş) , boyun eğme, munîb olma emredilir.
Dünya lezzetleri ve nefsi azdırıcı şey ve olaylardan uzak durma, hevâ ve hevese i'tiraz istenir.
Sadıklarla birlikte olmaya çağrılır.


c-) Nefs-i mühlimeye:
Evbe (öz dönüşü) emredilir.
Nefsî iştah (somut özlem) ve iştiyâk (soyut özlem)' tan aslî vuslata dönüş...
Halk ile halvetten, HAKK ile uzlete ve ünsiyete çağrı...


d-) Nefs-i Mutmaînne de ise:
Bahsedilen dönüşler, cezbe dönüşüne dönüşmüştür.

Rahatlıkla anlarsın ki dört tevbe evresi Bedenî, Nefsî, Kalbî ve Ruhî dönüşlerdir (tevbelerdir).

Bir bakıma kulluk = Tevhid + Tevbe + Dua + Rıza (secde) dir.


Şerîat-ı garrada tevbe:
Kötü ve kınanmış olan bir işi (fiili) bırakıp dinde övülen ve kabul edilene dönmektir.
Tevbe özür beyânıdır; "Yaptım!... yaptım ama, şu nedenle yaptım... bilerek, bilmeyerek, istemeden, isteyerek yaptım ve şimdi ise pişmanım, özür dilerim!." demektir.


Tevbenin şartları:

1-Pişmanlık duymak,
2-Kötü fiili derhâl terketmek,
3-Terkar etmemeye ciddî ve samimî karar vermek,
4-Telâfisi varsa ki halk ile olanında helâlleşmek, HAKK ile olanında istiğfâr etmektir.
Tevbe, istiğfârdan önceki iş olup istiğfâr: kulun RABB'ısından bağışlanmasını ve affını dilemesidir.
Tevbe ve istiğfârın tek zamanı vardır ki şu andır, şimdidir.
Her işte teenni (dikkatlice düşünerek yavaşca yapma) esastır.


Ancak şu 6 şeyde acele emredilmiştir:
1- Namazı vaktinde kılmakta
2- Cenâzeyi defnetmekte
3- Evlenme çağına gelmiş kızı gelin etmekte
4- Borcunu ödemekte
5- Misâfirin karnını doyurmakta
6- Bir günâhtan sonra derhâl tevbe ve istiğfâr etmekte
Tevbenin üzerinde gerektiği kadar durmalıyız.
Herkes bilir ki buzun ve tuzun üzerine bina yapılmaz.
Mühendis olmaya hacet yok bunu bilmek için...
Tevbenin istiğfârın zamanı bitmez, kapısı kapanmaz!
Ne var ki yarına çıkacağımızı bırak, nefesi versek alacağımız meçhûldür.


Kur'ân-ı Kerîm'imizde tevbe:

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

"Ey müminler hep birden ALLAH'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." (Nûr 24/31)

وَقَالُوا مَالِ هَذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْشِي فِي الْأَسْوَاقِ لَوْلَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذِيرًا

"Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse şüphesiz o tevbesini kabul edilmiş olarak ALLAH'a döner." (Furkân 25/7)

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ

"Size azab gelip çatmadan önce RABB'inize dönün (inâbe) , O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez!..." (Zümer 39/54)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

"... Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir." [/color](Hucurât 49/11)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

"Ey imân edenler, ALLAH'a öyle bir tevbe edin ki nasuh bir tevbe olsun. Olaki RABB'iniz kusurlarınızı örter..." (Tahrîm 66/8)

Nasuh tevbesi: saf, samimî, ciddî ve bozulması zor olan ilhâmî tevbedir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Muaz (radiyallahu anhu) için: "Muaz öyle bir tevbe etti ki tevbesi tüm Medine ehline taksim edilse hepsine yeter..." buyurmuştur.

Ne var ki tevbe sözde kalmayıp tatbikat ister:

إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوَءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِن قَرِيبٍ فَأُوْلَـئِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَلِيماً حَكِيماً

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَـئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا


"ALLAH'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir. İşte ALLAH bunların tevbesini kabul eder, ALLAH her şeyi bilendir. Hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azab hazırlamışızdır." (Nisâ 4/17-18)

التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ

"Tevbe edenler... ve ALLAH'ın sınırlarını koruyanlardır. O mü'minleri müjdele!..." (Tevbe 9/112)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL 17 sûrede, 22 âyeti celilede tevbeleri kabul buyuracağını ilân etmiştir.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in zıdların zevkiyle imtihan âleminde, kul olup da (nebîler hariç) yanlış iş yapmamak mümkün mü?
Kulunu yaratan ALLAH (celle celâluhu) bunu bilendir ve tevbe edenleri de çok sevendir:


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ

".... Şunu iyi bilin ki ALLAH tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever." (Bakara 2/222)

إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئًا

"Ancak, tevbe eden, imân eden ve iyi davranış (sâlih amel) da bulunanlar hariç..." (Meryem 19/60)

وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ

"O Gafûru'l-Vedûddur... Çok bağışlayan ve çok sevendir." (Bürûc 85/14)

Azîz kardeşim,
Tevbe ve istiğfâr ard arda birbirini tamamlayandır.
Hakka ve hayra dönüşle birlikte geçmişteki yanlışlıklarımız için RABB'ımız (celle celâluhu) dan bağışlamasını ve affını dilememiz de bize emredilmiştir.

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ


"Bu ni'metler "Ey RABB'ımız! Îmân ettik; bizim günâhlarımızı bağışla bizi ateş azabından koru!" diyen, sabreden, sadık olan, huzurda (hazır olana) boyun büken, infâk eden (hakka ve hayra harcayan) ve seher vakitlerinde ALLAH'tan bağışlanmasını dileyenler (içindir.) " (Âl-i İmrân 3/16-17)

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ

"Onlar ki; fâhiş iş (yapılması çirkin, günâh ve yasak olan, ameli) işlediklerinde ya da kendi nefslerine zulmettiklerinde (bâtıla ve şerre yönlendirdiklerinde, imânî) ALLAH'ı hatırlayıp günâhlarından dolayı hemen tevbe-istiğfâr ederler. Zâten günâhları ALLAH'dan başka kim bağışlayabilir ki!... Bir de onlar işledikleri kötülüklerde, bile bile isrâr etmezler." (Âl-i İmrân 3/135)

وَاسْتَغْفِرِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا

"ALLAH'dan mağfiret (bağışlanma) dile, çünkü O, çok esirgeyen ve çok bağışlayandır. (Nisâ 4/106)

وَمَن يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَّحِيمًا

"Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de ALLAH'dan bağışlanmasını dilerse, ALLAH'ı Gafuru'r Rahîm bulacaktır." (Nisâ 4/110)

وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُم مَّتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِن تَوَلَّوْا فَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ

"Bir de RABB'inizin mağfiretini isteyin (istiğfâr edin) , sonra O'na tevbe edin ki...." (Hûd 11/3)

فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ

"(Resûl-i Ekrem'im!) şimdi sen sabret. Çünkü ALLAH'ın va'di haktır. Günâhının bağışlanmasını dile. Akşam-Sabah RABB'ını hamd ile tesbih et." (Mü'min 40/55)

فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا

"(Nûh (aleyhi's-selâm) Dedim ki RABB'inizden mağfiret dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır." (Nûh 71/10)

وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

"....... ALLAH'dan mağfiret dileyin; şüphesiz ALLAH, Gafûru'r Rahîmdir." (Müzemmil 73/20)

إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا


"ALLAH'ın yardımı ve feth geldiğinde. İnsanları bölük bölük ALLAH'ın dediğine girerlerken gördüğünde Artık RABB'ini hamd ile tesbih et ve bağışlamasını dile: Muhakkak ki O çok bağışlayandır". (Nasr 110/1-3)

Nasrullah, Allah'ın yardımı;
Hidâyetullah, Kelâmullah, Resûlullah, Şerîat-ı garra, nakl ilmi geldiğinde ve insan nefsi bunu lâyıkı vechiyle algıladığında;

"Semiğnâ: şimdi duyduk",
"İyyake nâ'büdü: ancak sana kulluk ederiz" der.

Ve Fethullah geldiğinde,
Nûrullah ve Nûr-u Muhammed, öz pirizinden tevhid fişiyle letâifleri (nefs mertebelerini) aydınlatınca, karanlıklar fetholunca;
Nefs, ilâhî ve Muhammedî ilhâma mazhar olur .

"Ve ateğnâ: derhâl itâat ederiz. "
"Ve iyya kene'stâin: yalnız senden dileriz" der. Bu ise aklın önceki naklî ilmî hazmetmesi ve kendisinden bekleneni anlayıp yapmasıdır.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in isim ve sıfatlarını tanıtmak ve tesbit etmek naklî şerîatın işi, zâtını tanımak ise mârifet olup akl-ı selimin işi ve gereğidir.
Aklı nûrlanan insan nefsî,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in getirdiği naklî ilim olan şerîatı rahatlıkla anlar.
Zîrâ Nasrullah nefsin elde etmesi istenilen şeyi elde edebilmesi için yapılan
YARATAN'ın ilâhî yardımıdır.
Bu yardımı kullanabilmesi için nefsin gözü kulağı ve her şeyi olan akla; can gibi, Nûrullah yetişince bu Fethullahtır.

El feth: muallakta olan neticeyi elde etmektir.
Engellerin aşılması ve açma işlemidir.
"O zaman insanların dalga dalga ALLAH'ın dinine girdiğini gördüğün zaman.
Derhâl hamd ile RABB'ını tesbih et!...
O'ndan, istiğfârını (bağışlanmanı) dile...
Şüphesiz O, çok çok tevbeleri kabul edendir..."
Bu sûrede üzerinde çok zikir, fikir ve zevk gerektiren sûrelerdendir.
Şükürde tüm canlılar müşterektir.
Somut ni'metlerin tümünü kapsar.
Esmâî zuhûr nimetleri...
Susuz bir hayvanı sularsanız, oynamaya başlar, bize bile teşekkür eder.
Susuz bir bitki sulanınca teşekkür eder çiçek açar, meyve sunar.
İnsan da öyle.
Ne var ki HAMD; akıllı olanlara mahsus zâtî, sıfatî ve soyut ni'metleri de içine alan ve kapsayan şükürdeki ismin sahibine (müsemmâ) olan sonsuz şükür, saygı hürmet ve hayrânlığın ifâdesidir.
Velîyy-i ni'meti bilmektir.
Hamdeden akıl, artık rüşdüne eren ilâhî bir AŞK olmuştur.
İnsanoğlu; Rübûbiyyetin fevc fevc (dalga dalga: effâcâ) kahr ve kibriyâ denizinden sağ selâmet geçebilmek için tesbih, hamd, istiğfâr gemileriyle ve sahibinin Tevvab oluşu sayesinde geçebilir.
İnsan aklı RABB'ini tanır ve isbat edip tevhid eder.
Naklle ise akıl, RABB'ine hamd etmeyi öğrenir.
Bu ise tevhidin tekemmülüdür...

Tesbih: Yaratan Subhân ALLAH Tealâ'yı azametine yaraşan sıfatlarla tanıyıp, yaratılmışların taşıdığı tüm sıfat ve işâretlerden somut olarak tenzih etmek, noksanlıktan münezzeh kılıp kemâl sıfatlarıyla mevsuf oluşuna inanç ve ilândır.
Takdis ise: ALLAH'u Tealâ'yı kudretiyle tanımak olup değil akla gelebilen, akla gelemeyecek olan soyut noksanlıklardan dahi münezzeh kılarak mutlak kemâliyetine imân ve ifâdedir. Subbûhün Kuddûsün...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL bağışlayıcıdır. (Hicr 15/49-50; Mü'min 40/3; Şurâ 42/5, Mülk 67/2; Müzemmil 73/20 bkz.)
Tevbenin kabülü için (Bakara 2/128,199,285,286 bkz.)


Rahmeti gazabını geçmiş olan Rahmânü'r Rahîm olan RABB'ımız:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

"De ki; "Ey kendi nefsleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günâhları bağışlar. Şühpesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Zümer 39/53)

Tevbe ile ilgili pek çak hadis-i şerîften bir kaçını tebarrüken arzedelim:
Tevbe (tövbe) işlenmiş bir günah veya suçun bir daha işlenmeyeceğine dair verilen söz ve vicdanî karardır.
İstiğfar ise tevbekâr kulun Rabbülâlemin olan ALLAHUZÜLCELÂL'den suç ve günahının bağışlanmasını dilemesidir.
Tevbe günahtan Rabbisine dönüşü; istiğfar ise bu kararını samimiyet ve ciddiyetle arz ediş niyazıdır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

NEFS -İ MUTMAÎNNE-2

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve selem) buyruğunda tevbe :

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ey insanlar ALLAH'a tevbe ediniz ve bağışlanmanızı isteyiniz, ben günde 100 defa tevbe ediyorum." buyurmuştur. (Egarr b. Yesar (radiyallahu anhu)'dan; Müslim)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Eğer siz günah işlememiş olsaydınız ALLAH günah işleyen insanları yaratır, onlar günahlarından tevbe ederlerdi de ALLAH da onları bağışlardı." buyurdu. (Ebu Eyyub Halid b. Zeyd (radiyallahu anhu)'dan; Müslim)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İstiğfarın en büyüğü (seydü'l-istiğfar) kulun: ALLAH'ım Sen benim Rabb'ımsın Senden başka hiçbir ilah yoktur; beni yarattın, ben Senin kulunum ve ben gücüm yettiği kadar Sana verdiğim ahd ve vaadde durmaktayım, yaptılarımın şerrinden Sana sığınırım. Bana olan nimetini itiraf eylerim, günahlarımı da itiraf ederim. Beni afvet; çünkü günahları Senden başka afvedecek yoktur, demesindir." buyurmuştur. (Şeddat b. Evs (radiyallahu anhu)'dan; Buharî; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1584/1345)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Günâhlarından tevbe eden hiç günâh işlemeyen gibi olur." buyurmuştur. (Abdullah ibni Mesud (radiyallahu anhu) dan; İbni Mâce-Tebârani)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu) kulunun tevbesine, çölde devesini yitirip tekrar bulanınızın sevinmesinden daha çok sevinir. (tevbesini kabul eder, günâhını bağışlar.)" buyurmuştur. (Enes bin Mâlik (radiyallahu anhu) dan; Buhârî ve Müslim)


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu) kulunun son nefesine kadar tevbesini kabul eder." buyurmuştur. (Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhu) dan; İbn Mâce, Tirmizî)

Resûllah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hata yapsanız, günâhlarınız göğe yükselecek kadar çok da olsa tevbe ettiğinizde ALLAH tevbenizi kabul eder, günâhlarınızı bağışlar." buyurmuştur. (Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan; İbni Mâce)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu) , güneş batıdan doğup kıyâmet kopuncaya kadar gündüz günâh işleyenlerin tevbeetmesi için gece, gece günâh işleyenlerin tevbe etmesi için de gündüz rahmet elini açar..." buyurmuştur. (Ebu Musa (radiyallahu anhu)'dan; Müslim ve Nesâî)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH, güneş batıdan doğuncaya (kıyâmet alâmeti) kadar tevbe edenlerin tevbesini kabul eder." buyurmuştur. (Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan; Müslim)

Enes (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her âdemoğlu çok hata işler. Hata işleyenlerin de en hayırlısı tevbe edenler (pişman olarak hatasından dönenler)dir. buyurmuştur. (İbn Mâce, Tirmizî, Hâkim)

Ebu Hureyre (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mümin bir günah işleyince kalbine siyah bir nokta düşer. Eğer tevbe eder, hatasından döner , ALLAH'tan günahının affını dilerse, kalbi siyah noktadan temizlenir. Günah işlemekte devam ederse, noktalar çoğalır, kalbi tamamen kararır. İşte Kur'ân -ı Kerîm'de ALLAH'ın: "Hayır öyle değil. Tam tersine işledikleri hatalar kalblerini tamamen karartmıştır" (Mutaffifin 83/14) buyurması buna işarettir.

İbn Hıbban'da hadis şöyledir: "Kul bir hata işleyince kalbine siyah nokta düşer. Günah işlemekten vazgeçer, tevbe ve istiğfar ederse kalbi temizlenir. Günah işlemekte devam ederse nokta çoğalır, tamamen kalbini kaplar." buyurmuştur. (İbn Mâce, Tirmizî, Nesâi, Hâkim)

Abdullah İbn Ömer (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH kulunun son nefesine kadar tevbesini kabul eder." buyurdu. (İbn Mâce, Tirmizî)

Abdullah İbn Mesud (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Günahlarından tevbe eden hiç günah işlemeyen gibi olur ." buyurmuştur. (İbn Mâce, Taberani)

Abdullah İbn Abbas (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yaptığı hata ve kötülüklere devam ederek günahlarından tevbe ve istiğfar eden , Rabb'i ile alay etmiş olur." buyurdu. (Merfuen Beyhaki)

Abdullah İbn Mesud (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiç kimse övülmesini ALLAH kadar sevemez. (Ve ALLAH kadar övülmeye layık olamaz.) Bu yüzden ALLAH -Kitabında- kendini medhetmiştir Hiç kimse kötülüklere karşı ALLAH kadar titiz olamaz. Onun için ALLAH kötülükleri haram kılmıştır. Hiçbir kimse ALLAH kadar kendisinden özür dilenmesini , tevbe ve istiğfar edilmesini sevemez. Bu nedenle ALLAH Kitab indirmiş ve peygamberler göndermiştir. (Kullarına özür dileme ve tevbe etme yollarını göstermiştir.)" buyurmuştur. (Müslim)

Ebu Hureyre (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kudret ve iradesiyle yaşadığım ALLAH'a yemin ederim ki, eğer günah işlemeseniz ALLAH sizi yok eder, günah işleyen bir millet halkeder ki ALLAH'tan günahlarının affını istesinler. ALLAH da onları affeder (Böylece ALLAH'ın affedici oluşu meydana çıkar). (Müslim ve diğerleri)

Ebu Hureyre (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH azze ve celle buyurdu: "Kulumun bana inancı (zannı) oranında yanındayım. (Tevbe ederse tevbesini kabul ederim. Af dilerse suçlarını bağışlarım.) Beni nerede anar hatırlarsa, ben orada yanındayım." ALLAH'a and olsun, ALLAh kulunun tevbesine çölde devesini yitirip tekrar bulanınızın sevinmesinden daha çok sevinir. Ondan razı olur , günahlarını affeder. "Kulum Bana ibâdet ve hayır işlerle bir karış yaklaşırsa , Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim Bana bir arşın yaklaşırsa , Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kulum Bana yürüyerek yaklaşırsa ben ona koşarak yaklaşırım." buyurmuştur. (Müslim rivayet etmiştir, Buharî de benzerini rivayet etmiştir.)

Taberanî'nin güvenilir râviler yoluyla Ebu Seleme'den rivayet ettiği hadiste Muaz (ra) şöyle anlattı: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Ya Resulullah! Bana nasihat et" dedim. Şöyle buyurdu: "ALLAH 'a O'nu görüyormuşsun gibi ibâdet et. Kendini ölmüşlerden say. Her taşın , her ağacın yanında yaratanı hatırlayarak ALLAH'ı zikret. Bir hata yapınca hemen güzel işler yap. Gizli yaptığın hatalara gizlice ALLAH'a niyaz ederek, açıkta yaptığın hatalara açıktan tevbe istiğfar ederek." buyurdu.

Beyhaki kitabının Zühd bölümünde Musa ibn Süleyman'dan şöyle rivayet etti: Muaz (ra) der ki:
"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) elimi tuttu biraz yürüdükten sonra: "Muaz! Sana ALLAH'a âsî olmaktan sakınmayı, doğru sözlü olmayı, anlaşmalara bağlı kalarak aynen yerine getirmeyi, emaneti -hainlik yapmadan- sahibine vermeyi, yetimlere acıyıp merhametli olmayı, komşu haklarını korumayı, öfkeyi gizleyip kimseye surat asmamayı, tatlı dilli olmayı, selâm vermeyi, idarecilere ve amirlere itaat ederek bağlı kalmayı ve Kur'an'ı anlamaya çalışmayı, âhiret sevgisini, âhirette hesaba çekilmekten korkmayı, hayalperest olmamayı, güzel işler yapmayı tavsiye ederim. Müslüman kardeşine kötü söz söylemeni, yalancıyı doğrulamanı, doğru konuşanları yalanlamanı, adil idareci ve amirine âsî olmanı ve yeryüzünde fesad çıkarmanı yasaklarım. Muaz! Her ağacın ve taşın yanında ALLAH' ı zikret. Her günah işledikçe tevbe et. Gizli işlediğin günahlara gizliden, açıkta işlediğin günahlara açıktan tevbe istiğfar et." buyurdu.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nerede olursan ALLAH'a âsî olmaktan sakın. Her yanlış iş yaptığında, güzel işler yap ki günahını affettiresin ve insanlarla güzel huylu olarak yaşa." buyurdu.(Ebu Zer ve Muaz b. Cebel (ra) dan Tirmizî hasen olarak)

Nefs-i Mutmaînne'ye devâm edelim:

Tatmîn olmak, kalbin emin olarak rahatlıkla ve doyurucu bir şekilde inanması.
İtminân: emin olma, güvenme, kati' olarak ve bilerek sebat etme, karar kılma... ve görerek huzurda inanma.

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي

وَادْخُلِي جَنَّتِي


"Ey mutmaîn olmuş nefs! Dön RABB'ine sen O'ndan O senden hoşnut olarak! Gir kullarımın içine! Gir cennetime!" (Fecr 89/27-30)

Azîz kardeşim,
Hep söyleye geldik ki hayat sisteminin ve varlığın var oluş sebebi tevhiddir.
Bu muazzam ve muhteşem sistem de
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL azamet ve kudretinin zuhûratını sergileyip kıymetli ve keremli özellik ve güzelliklerle donattığı insanoğlunu nefsine akıl nûrunu da bağlayarak soruyor: "Bu sistemin sahibi kimdir?"
Bu sorunun cevâbı : "Lâ İlâhe illâ ALLAH"tır.

Nefs-i Emmâre, Nefs-i Levvâme ve Nefs-i Mülhime gelişim ve aşamalarında nefs ezelde de vermiş olduğu bu sözü, tanıdı, inandı, ilme'l-yâkîn oldu.
İlimle iyice bildi.
Ancak kesin kanâat getiremedi henüz.
Bu ise yapısında olan ve imtihanın gereği bir özelliktir.
İtminân bulması için ilim ve edebten sonra irfân ve erkânla ayne'l-yâkîn, görerek inanmak, mutmaîn olmak istiyor insan nefsi...


Nefs-i Emmâre, ilimle ışıklandı ve ayıktı,
Nefs-i Levvâme iradeyle hakkı bâtıldan ve hayrı şerden ayırdı,
Nefs-i Mülhime hakkı ve hayrı tercih etti ve doruğa çekti gayrisini ebedîyyen reddetti.
Nefs-i Mutmaînne makamı ise iştirak, bilelik, eminlik ve sabitlik makamıdır.

Başka ifâde tarzıyla:
Nefs-i Emmârede "Lâ"
Levvâmede "İlâhe"
Mülhimede "illâ" dedi...
Dedi ancak, tevhid kemâl bulmadı.

ALLAHu Tealâ konusunda tatmîn olan nefs ise "ALLAH" diyerek tevhidini tamamlar ve kemâlâta erdirip "Lâ İlâhe illallah"ı tesbit eder, kani' ve mutmaîn olur.
Tevhide fiilen iştirak sağlar...
Kendi gözü nasıl gözü ise tevhidi de tevhididir...

Bir husus daha var ki;
4 lü sistemde nefs, mutmaînne hâle gelince, ruhla içli dışlı olmuştur.
Hak ve hayr üzere ruha, iştirak etmiştir.
Beden, nefs, kalbden sonra nefs, ruh şehrinde Ruhî Nefs olmuştur.
Onun içindir ki tefsir imâmlarımız ruha nefs dahi demişlerdir...
İnsan nefsinin mutmaînne makımına yücelmesi Emrullah ve Muradullahtır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise; bunun Rehber-i Mutlak'ı ve İmâm-ı Mutlak'ı dır...
Nefs; mutmaînne mertebesine, aşamasına, olgunluğuna, çağına, yaşına, rüşdüne erdi mi görev tamamlanmıştır.


Mutmaînne kalb:
Rüzgarın oynatıp sökemediği (hava)
Sellerin eritip sürükleyemediği (su)
Yangınların yakıp yok edemediği (ateş)
Toprağın yutup kendisine benzetemediği ebedî diri kalbdir. (toprak)

Gerisi Sultân’ın (celle celâluhu) kuluna izzeti, ikrâmı, lûtfü ihsânıdır...
Tatmîn olmak her nefsin doğal hakkıdır.
Tatmîn etmek için;

Bu DEVRÂN dönüyor,
Bu SEYRÂN sergide,
Bu CEVLÂN'da canlar ve halk,
HAKK'ın hakaik ve dakaiklerine HAYRÂN'da...

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِـي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَـكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

"Bir vakit İbrâhim Rabbine: "Ey RABB'im ölüyü nasıl dirittiğini bana göster" demişti. RABB'i ona: "Yoksa inanmadın mı?" dedi. İbrâhim: "bilakis, inandım ancak kalbimin mutmaîn olması (iyice yatışıp emin olması, tatmîn olması) için (görmek istedim) " dedi. Bunun üzerine ALLAH buyurdu ki: "Öyle ise dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala) , her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki ALLAH gerçekten güçlüdür ve hikmet sahibidir..." buyurdu." (Bakara 2/260)

İbrâhim (aleyhi's-selâm) babamız, seçilmişlerden ülü'l-azim bir peygamber iken ümmet-i Muhammed'e; tevhidin temelini atan ata olarak, bildiği soyut bilginin somutlaşmasını RABB'imizden diliyor...
Kalbin tatmînkârlığı basar ve basîret tevhidiyledir.
Ayne'l-yâkîn...
Dört dağdan dört kuş al!...
Onları kendine alıştır!...
Özelliklerini iyice tanı...
Kuşları kes başlarını ayır!...
Gövdelerini teknede hamur gibi yoğur ve bu hamurdan her dağın başına birer parça bırak!...
Sonra da onları çağır!...
Koşarak sana gelirler!...
Her vücûdun zerreleri, birleşip başını bulur!...
Çünkü ALLAH (celle celâluhu) Azîzü'l-Hakîm olandır.
Kesrette Vahdetin ve vahdette kesretin seyri, analiz ve sentezi, ayrışımı ve birleşimi...


4 dağa 4 unsur olarak: Toprak - Ateş – Su - Hava dersek .

4 kuşa 4 mükellef letâif olarak: Beden - Nefs - Kalb - Ruh dersek.

Dört hecenin tümlüğü: "L⠖ ilâhe – illâ - ALLAH" tevhidine çıkar...

Şu anda can (dirilik), her birisinin özelliği diğerinden kesinlikle farklı olan 4 unsurun tevhidiyle vardır ve varlığını sürdürebilmektedir.
İnsanda beden ayrı ve farklı özellikte, nefs ayrı, kalb ayrı, ruh ayrı...
Ancak emredilen tevhid işine gelince:

Eşyâ kökenli olan beden
"Lâ: asla olamaz!" diyor.

Esmâ kökenli olan nefs akıl nûruyla ayılınca
"ilâhe: ilâh yok (mu ?)" diyor.

Sifatî Kalb ise
"illâ: ancak!... İlâh yoktur" diyorsun ancak, basîret olan Nûrullahla (Nûr-u Muhammed'le) Emr Âlemi (ilâhî âlem) kökenli Ruhu dinle" deyince ve

Nefs can kulağını verince, Ruh hâliyle:
"ALLAH" diyerek tevhidi tamamlıyor :
"L⠖ ilâhe – illâ - ALLAH"
Çünkü "ALLAH, ALLAH, ALLAH, ALLAH,!..." tevhid değil. "L⠖ ilâhe – illâ - ALLAH" tevhiddir.
İmtihan da burasındadır bu işin...
ALLAH Tealâ korusun mü'min kâfir olunca, her hece bir tarafa, her letâif bir tarafa gider, meydan da düşman olan şeytâna kalır. Tevhid, can gibi tek.
Letâifler organlarımız gibi…
Herkesin görevi, önemi, görev zamanı, görev şekli farklıdır.

Azîz kardeşim,
Âyeti celilelerin meâllerini; tefsire ömrünü vermiş, hemen hepsi de Rahmâna ve rahmete yürümüş müfeessirlerimizin eserlerinden alıyorum.
Genellikle Türkiye Diyanet Vakfının ve Hamdi Yazır Hazretlerinin meâlleri.
Sonraki bizim sözlerimiz zevk meselesi.
Âcizâne böyle yoruyor gönlümüz.
Asla bir hüküm olmayıp kişisel bir hâldir.
Ve hep söylüyoruz ki Muhammedî sistem ve metodda biz hepimiz tümüz ve Muhammedîyiz.
Azmimiz bu, emredilen bu, muradedilen bu ve isbatı istenen de budur.
Ben mi söyledim, sen mi yazdın, o mu okudu v.s. bunlar piyasacıların işi...
"Bizde ise; iyice anladıysan ve yaşayışına dahil ettiysen, sen söyledin, sen yazdın, sen okudun!..." desem bu söz anlatabilmek için doğrudur.
Riyâkâr tevâzu' bize haramdır.
Doğrusu: "Biz söyledik, biz yazdık, biz okuduk, biz anladık ve biz bunları yaşıyoruz!..."
Eksikler, noksanlar, yanlış anlatımlar, yanlış anlamalar olacaktır... Kim düzeltecek?
Biz, biz, biz!...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

V---

Beşinci makam makam-ı hayat

Anda cem olur farz ile sünnet
Sen anda görürsün nice bin hikmet
Erişir canına feyz-i Hüda'nın

Muhyiddin-i Arabi Hz.


NEFS-İ RÂZİYYE

Nefsin Sırrî Makamı’dır.
ALLAHU Tealâ ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup, imân edip, tâbi' olup ve itâat etme sırr-ı sıfırına sıla sülûkudur.
Habli'l-Verid vuslatı, kariblik (yâkînlik) ikrâmı ve Bilelik Bayramının şerefine
İmâm-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in imâmlığında kurban bayramı namazına uyar (iştirak eder).

إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ


"Ben hanîf olarak vechimi (yüzümü) gökleri ve yeri yoktan yaratan ALLAH'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim." (En'âm 6/79)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kurbanını keserken bu âyeti celileyi okuyor. Nefs-i Râziyye, bu makamda bu âyeti okuyup: "Bismillahi ALLAHÜ EKBER!..." deyip, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in;
Ulûhiyyeti,
Rübûbiyyeti,
Merhametiyyeti ve Mâlikiyyetine imân edip de,
Nefsinin hatalı bilinç ve ahlâkını kesip atar...

RABB'ısından razı olur...
Sırrî nefsin kurban bayramı başlar ve asla bitmez...
Muhammedî oluş rüşdü, şuûru, nûru , sürûru ve onuru ALLAHU Tealâ'nın hidâyeti, izni ve va'diyle artık ebedîdir.
Dünya ve âhiret hayatı için gerekli olan Nûr-u Muhammed; bu cihânda ve imtihan hayatında, dinde cem' olmuştur.
Açıkçası ve Türkçesi canı dâima cennettedir.

Cennet: cim, nun, nun,...

"Olsun!... Olmasın!..."dan geçip "Olan!..."ı Hükm-ü HAKK bilip;
ALLAHU Tealâ'nın kaza, kader, irade ve dilemesi ile halkedildiğini bilir, anlar ve razı olarak yaşar!...
Doğum da ölüm de hoş gelir ve hoş giderler!...
Sılası olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e Ravza Vuslatı sonucu RIZA rüşdüne ermiştir...
Kendini ve RABB'ısını Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in BİZ Bileliğinde bilen, anlayan, yaşayan, tercih eden ve cüz'i iradesini, muradedilen ve emredilen bu yönde kullanıp RABB'ısından razı olan nefstir Nefs-i Râziyye!....
Unutmamalıyız ki Nefs-i Râziyye önce Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in i'tikadından, amelinden, ahlâkından ve hâlinden rızasıyla razı olan nefstir.

RABB'ımız Tealâ Fecir Sûre-i celilesinde:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي

وَادْخُلِي جَنَّتِي


"Ey tatmîn olmuş nefs! Dön RABB'ine! Sen O'ndan razı, O senden Razı olarak!... Gir kullarımın içine!...Gir Cennetime!..." (Fecr 89/27-30)

Tevhid tekemmülünü ikmâl etmiş nefs;
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Rıza rehberliğinde, Emrullahı kavlen, fiilen, ahlâken ve hâlen harfiyyen yerine getirerek Muradullahı lâzım ve lâyıkı vechile gerçekleştirip isbatladın!
Tüm çeldirici, yoldan ve baştan çıkarıcılara ve nice nice çilelere rağmen
zikir, fikir, şükür ve sabır yolundan dönmedin! Olanları; "Hükm-ü Hakk"bildin.
Rızan, rüşdüne erdi.
RABB'inden razı oldun: Râziyyeten ve maksad hasıl oldu. RABB Tealâ da senden razı oldu: Merzîyyeten...
O hâlde rücû' et (mi'râc et!): dön RABBine!...
"Ve kularıma dahil ol!..."

İşte Muhammedîlerin Makam-ı Mahmud cem'i ve cemâatı!...
"Ve cennetime gir!..."
Cennet: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ezelî ve ilâhî nûrundan halkedilmiştir.
İ'tirazsız rıza (teslimiyet) ile önce Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbî ravzasında buluşuruz.
Biz oluruz. Orası cennettir!...
Konuştukça boşa çıkar...

En iyisi herkes kendi parmak izi gibi kendine mahsus muhabbet membağını Havz-ı kevser-i Resûl-i Ekremde arasın...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

VI--
Gel gör imdi altıncının halini
Erersin sen evliyanın sırrını
Dalarsın sen âb u hayât gölüne
Erişir canına feyz-i Huda'nın


NEFS-İ MERZÎYYE


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي

وَادْخُلِي جَنَّتِي

Ey tatmîn olmuş nefs! Dön RABB'ine! Sen O'ndan razı, O senden Razı olarak!... Gir kullarımın içine!...Gir Cennetime!..." (Fecr 89/27-30)

Nefsin hafî nefs mertebesidir. Ahadî tecellîlerin Ahmedî zuhûratı her nefsin nâsib ve kısmetince ikrâm edilir.
RABBÜLÂLEMİN; imkanla imtihan içinde ve kader yörüngesinde başa gelenlerle yaşanan ömürde kendisinden razı olup, şükür ve sabır içinde kalan (kâmil imânlı) kulundan razı olduğunu yukarıdaki âyeti celilede beyân buyurmuştur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

VII---
Yedinci Kahhar'dır vahidü'l Kahhar
Kaldırır perdeyi kalmadı ağyar
Zâtına tecellî eylemiş ol yâr
Erişir canına feyz-i Hûda'nın


NEFS-İ SÂFİYYE

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Nefs-i Nâciyesiyle buluşan ve ona uyan nefs Ahfâî Nefs olarak, Küllî Nefs (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem) içinde yok denecek kadar gizlidir. "Var!" desek bulamayız,
"Yok!"desek gerçekten içinde ve vardır.
Muhammedî denizdeki damla gibi Muhammedî Nefs'e uymuş ve uyuşmuş hâldedir.
Muhammedî mahviyyette...

Azîz kardeşim,
Arzedilenler asla bir hüküm olmayıp anlayış ve anlatış tarzıdır.
Önemli olan bilmek, anlamak ve yaşamaktır .
İnsanın kulluk kemâlâtında nefsinin yedi kat letâif mertebelerindeki seyr-ü-sülûk sırrı izâha çalışılmıştır.
Her kademede nefsin tevhidî öğretim ve eğitimi Muhammedî Tasavvufun konusu ve işidir...
Bizim anladığımız kadarıyla âlemde (kâinâtta) olanın aynısı Âdemde (insanda) de vardır. Letâiflerin ve nefs mertebelerinin renkleri konusunda da biz âcizâne farklı düşünüyoruz.
Pek çok tasavvuf ehli kimseler Nefs-i sâfiyeye beyaz ışık ve diğer renkler bunun içinde demişlerdir.
Biz ise, Ahmedî yaklaşımla Akdes Noktasında AHAD karanlığında, bilinemezlik yutuculuğu ve kara deliği olarak anlıyoruz.
Bilinemezlik ve gelinip görülemezlik zifiri karanlık renksizliği...
Kısacası bu âlemde güneş ışığının tayfına bakarsak göreceğimiz:

Kırmızı – Turuncu – Sarı – Yeşil – Mavi – Lâcivert – Mor - simsiyah

dizilimini İlâhî tecellînin insan nefsindeki seyr-ü-sülûk kemâlâtı olan tevhid tayfında da görmekteyiz.

Şöyle ki:
Nefs-i Emmâre (beden, kan) kırmızı,
Nefs-i Levvâme (nefs) turuncu,
Nefs-i Mülhime (kalb) sarı,
Nefs-i mutmaînne (ruh) yeşil,
Nefs-i râziyye (sır) mavi,
Nefs-i merzîyye (hafî) lâcivert,
Nefs-i sâfiyye (ahfâ) mor,
Nefs-i Kâmile (Akdeste Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ait mukaddes nefs) simsiyahtır.
Akdes: Hüsn-ü Mutlaktır...

Biz bu bilgileri piyasadaki çok değişik izâhların aslını astarını anlatmak açısından ele aldık.
Yoksa Muhammedî Tasavvufun iştirakinde (uygulamasında);
kulun nefsi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ve onun sayesinde ALLAHU Tealâ'ya;
Teslim olup (müslim),
İmân edip (mü'min),
Tâbi' olup (ârif, velîsi) ve
İtâat ederek (kâmil âşık, ehli)
İmâm-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uyar o kadar...
Gerisini İmâm-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bilir...
Ve asla, bilir-bilmez bazılarının peşine takılıp kendi akıl ve mantığıyla fenâfillah v.s. hayaliyle uğraşmak, uçmak, kaçmak derdine ve sevdâsına düşmez.
Aklını-mantığını da yaratıp ortaya çıkaran Rabbülâlemin'e Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in imâmlığında inanır ve ibâdet eder.
Şeytâna uyan Nefs-i Emmârenin şeytânının müslüman olması ve Nefs-i Emmârenin sâf hâle gelmesi seyr-ü-sülûkü ve tâ'lim -terbiyesi, hiç de kolay bir iş değildir.
Bunu başaran insan nefsi için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا


"Yine deki: Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti. Zâten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur." (İsrâ 17/81)

Azîz Efendimiz ve Sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cihâd-ı ekber (büyük cihâd) buyurduğu nefsin bu tekemmül aşamalarını başarması ve ahlâk-ı Resûlullah, ahlâku'l-Kur'ân ve Ahlâkullah'a ulaşmasıdır.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Recâ'nâ mine'l-cihâdi'l-asgari ilâ'l-cihâdi'l-ekber: Küçük cihâddan büyük cihâda döndük!..." buyurmuştur. (Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-511 (1362) ; Bagdadî Tarihi XIII-493)

İşte bu nefsî harbi (savaşı) kazananlar Muhammedî Mihraba (harb yerine) yönelen Muhammedî mücahidlerdir.

Neticede Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kavli (i'tikadı,sözü), a'mâli (uygulaması), ahlâkı ve hâliyle hâllenenler ni'met-i uzma (büyük nimet) ya ve neş'e-i ulâ'ya (sırf ve saf huzur, sekînet-i Muhammed) kavuşurlar.

Anlarlar ki:

ِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُوا الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ


"ALLAH nezdinde din islâmdır....." (Âl-i İmrân 3/19)

Ve derler ki:


الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

"...RABB'ımız! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!" (Âl-i İmrân 3/191)

Azîz kardeşim,

Râziyye, Merzîyye ve Sâfiyye seçkinlerin, nebîlerin, Resûllerin nefsi hâlleri ve,
Nefs-i Kâmile de Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin nefsi hâli olsa gerektir.

Bizim oluşumuz ise damlanın Akdeniz'e karışması gibi. Muhammedî oluş şuûruna varış başlangıcından son ucuna kadar RABB'ımızın cûd-ü-keremi ve lûtf-ü-ihsânıdır bize...

إِلَّا ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَى

"O bunu, sırf o yüce RABB'ının vechini aramak için yapmıştır. Her hâlde kendisi de ilerde razı olacaktır." (Leyl 92/20)

Tertemiz saf ve kâmil nefsler, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Habibîyyetine ve ALLAHU Tealâ'nın ihsânına mazhar olmuşlardır.
En yüce derece ehlidirler.
İslâm dininin hârikalıklarının, kemâlâtının ve murad edilen vasıflarının tümü onlarda gelişmiş, çiçek açmış ve meyvelerini vermiştir.
Yakînlikleri, RABB'ları ile kendileri arasında sır olup, bizim târifimiz cidden imkansızdır.

Çünkü tasavvufta hâl, ancak iştirak (yaşanınca) hâlinde anlaşılır.
Yoksa karşıdaki kişinin hafsalası almaz, taşar ve ayağı kayar... Burası zirvedir.
Temkinli olmak, ilk ve son şarttır.
Onlar Vechillah ehlidirler.
Veche; rıza de, zâtın kendisi de, veya cemâl de...
Ne anlarsan onu de...
Böylesi zâtlar Ehlullah (ALLAH'ın ehli, Sıddık, Sâlih, Âşık) olarak normal insanlar ile mürselin olan nebîler, resûller ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.
Ehlullah deyip geçmemek lâzım.
Evliyâullah (ALLAH Dostları) başka, Ehlullah başka...

Azîz kardeşim,
Bu mertebelerin merdivenleri çile üzerine çiledir.
Tertemiz olmasına sebeb, 24 saat; söz suyu (zikir) , göz suyu ve öz suyu ile yıkanır durur Sırât-ı Müstakîm.
Yoksa vites değiştirir gibi takır takır geçirip son hızla giderek ancak cehâlete saplanırlar.
Etrafına bir bak ve elini vicdanına koy...
Ne diyor adam:
"Nazarını (bakışını, dikkatini) , şu organının şurasına çevir ve şu kadar bin adet şu zikri çek , Ahfâdasın!..."
Yâni Nefs-i Merzîyyedesin!...
Aman yâ RABB'i!...
Affet bizleri...
Çocuk oyuncağı mı bu?

Kadınlardan, Ehlullah'ın seçkini olan Meryem (aleyha's-selâm) vâlildemiz'e bir bakalım:

وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ

"Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! ALLAH seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti." (Âl-i İmrân 3/42)


فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَـذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ

".... Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; O da: "Bu ALLAH tarafındandır. ALLAH, dilediğine sayısız rızık verir" derdi." (Âl-i İmrân 3/37)


وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ

"İffetini korumuş olan, imran kızı Meryem'i de (ALLAH örnek gösterdi) . Biz, Ona ruhumuzdan üfledik ve RABB'inin sözlerini ve kitablarını tasdik etti. O gönülden itâat edenlerdendi." (Tahrîm 66/12)

فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا


"Doğum sanıcısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. "Keşke, dedi bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım." (Meryem 19/23)

Aşk dağı böylesine sarp ve çetin...
Ne buyuruyor: "Keşke, keşke bunlar başıma gelmeden ölüp gitseydim de unutulup gidenlerden olsaydım!..."

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Örnek olarak âlemin kadınlarından şu dördü sana yeter Meryem, Asiye, Hadice ve Fatime" buyurmuştur.
Meryem (aleyha's-selâm) de: Salâh-İffet-Takvâ ve Zühd birleşmiştir.
Böylesine zor, sarp, acı ve bahalı bir imtihanı başarmış ve kadınlar âleminin zirvesine oturmuştur.
Kerâmeti kendinden menkul, murid mübârekleri!..
İnsafa gelip de mübârek Meryem'i seyredin...
Oyunu ve oyunbazlığı, can canbazlığını ve sûret soytarılığını bırakın...
Muhammedî merhamete , muhabbete ve hasbî hizmete koşun...
Bana çağırıyorum sanmayın!...
HAKK (celle celâluhu)'nun Habibi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hirâsına çağırıyorum!...
Çünkü kainâat denilen kahhariyet ve kibriyâ deryasında Nûh'un (aleyhi's-selâm) gemisi geçeli çok zaman oldu.
Şimdi şu anda ve kıyâmete kadar tek ve eşsiz bir gemi kaldı, kalanları topluyor...
İşte önünde, kıble yönünde ve son fırsat ömründe!...
Muhammed Aleyhi's-selâtü ve's-selâmın Gönül Gemisi...
İki ata binmeyi bırak...
İki pabucu çıkar!...
Mukaddes, Muhterem, Mükemmel, Muhteşem, Muazzam, Mübârek ve Müşfik MUHAMMEDî Maverâ'ya çırıl çıplak, tertemiz ve teklifsiz dal!...

Ciddî ve samimî özürler diliyorum...
RABB'im (celle celâluhu) biliyor ki maksadım, şehâdeti lâzım ve lâyıkıyla getiren ve Muhammed ümmeti olan hiçbir kimse, bu oyun ve eğlence diyarında şeytâna yem olmasın!...

Bir örnek de erkek seçkinlerden arzedelim;
Bilirsiniz ki Yakub (aleyhi's-selâm) , İbrâhim (aleyhi's-selâm)'ın torunudur. (Hûd 11/71 ve 6 sûrede) ...
Çark-ı Çile tezgâhında her insanın canından canı olan evlâdları ile imtihana çekildi.
Bizlere İlim, Edeb, İrfan ve Erkân ibreti için...
Yûsuf (aleyhi's-selâm) hârika güzellik ve özellikte halk edilmiş ve övülmüştür...
İbrâhim (aleyhi's-selâm)'in ateşe atılırken giydiği gönül gömleği; dedesinden (İshak aleyhi's-selâm) babasına (Yakub aleyhi's-selâm) , ondan da oğlu Yûsuf (aleyhi's-selâm)'ın sûret sırtına geçmişti...
10 oğlu "Kurt yedi Yûsuf'u!... şu da kanlı gömleği!..." deyince:

وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ

"Artık bana düşen "Fe sabrun cemîl!..." (Yûsuf 12/18) buyuruyor.

Feryâd-ü figan yok...
Özünden inliyor...
"Bu kurt; kuzu gibi bir kurtmuş, Yûsuf'umu parçalamış da gömleği sapasağlam... hayret ki ne hayret!..." diyor.
Havf-ü-recâ çıkışı, üns-ü-heybet zirvesine sarınca, yaşlı gönlünün avuntusu Bünyamin de gurbet ellerde mahpus oldu!...
"Hırsız çıktı!" dediklerinde Yakub (aleyhi's-selâm) yine:

قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

"Fe Sabrun cemîl!..." (Yûsuf 12/83) buyuruyor.

Şimdi şunu bilmeni isterim ki çile gerçeğinin ipini, mekiğini, tarağını ve makasını canıyla bilen, çilekeş ve âciz bir âşık olarak, her Kur'ân-ı Kerîm'i hatmimde ya da zaman zaman ağlamak için okuduğum bir âyet-i kerîme vardır.

Yakub (aleyhi's-selâm):

قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

"Şüphesiz olan şey şu ki şikâyetimi, bessimi ve hüznümü ALLAH'a arzediyorum!... Ve ben sizin bilemediğiniz şeyleri ALLAH'dan (vahyen) biliyorum!..."dedi" (Yûsuf 12/86)

Nefsî şikâyetini, kalbî tasasını-sıkıntısını ve ruhî hüznünü sistemin sahibi Subhân ALLAH'ü Tealâ ya arz...
Kulluk çilesinin tezgâhta dokunuşu...

Bir yanda:

قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

"Fe sabrun cemîl!..." (Yûsuf 12/83) , diğer yanda ise:

وَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ

".... Yâ esefâ alâ Yûsufe!..." (Yûsuf 12/84) Ah Yûsufum Ah!... şikâyeti...

Âşık; buz gibi eriyince ARK'a gelir, su olur farka gelir, buharlaşır farkı terke gelir, saf, arı ve âşık olunca garka gelir Rahmet bulutu olur.
İşte budur Muhammedî güzergâh...

Ve işte budur Muhammedî Mahviyet ve Rahmetenlilâlemin'e salâvât sılası vuslâtı...
Sabır: nefse RABB'ısından geleni başkasına şikâyet ettirmemek... Hükm-ü Hakka baş eğmek...
Ama nefsin yapısında, mayasında Fıtrî olarak şikâyet sızlanması da var...
O hâlde, şükrünü ve şikâyetini RABB'ine (celle celâluhu) yap!...
Şikâyet: nefsin kişilik ve şahsiyet (mâhiyet ve hüviyet) sıkıntılarını, kulluk çilesini dışa vurması...
Biriyle paylaşma arzusu...
Yakınma...
Bessü: kimseye demese de dumanı tüten tasa, başkasınca hissedilen küçük sıkıntı.
Hüzn (ahzân): koru da külü de dumanı da içerde kalan derunî keder; gizli, şahsî acı...
Çilenin çiçek açması...
Birlik ve bilelik baharı...

Azîz kardeşim,
Arka arkaya gelen 4 âyeti celilede:
Sabır-Şikâyet-Kınama ve Arz-ı hâl...
Hazır ve Nazır olan HAKK'ın (celle celâluhu) huzur tevhidi...

İnşâllah ileride, Ehl-i Beyt (aleyhi's-selâm) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in çilelerini de çiçeklendirir ve meyvelerinden yeriz...

İşte mübârek İsa (aleyhi's-selâm)'ın annesi Mübârek Meryem (aleyha's-selâm) mâverâsı...
Kadın deyip geçme...
Arabî Muhiddin (Kaddasallahu sırrıhu): "HAK (celle celâluhu)'dan hakkını alan esmâ, kadın kapısından çıkar" buyuruyor...
Bakma sen ham sofulara...
İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız bıraktıkları kadınları sözden, sohbetten ve ilâhî zevklerden uzak tutanlara...
Bizim için bu âlemde 5 kadın vardır:
Biri anamız, biri imiz, biri kızımız, biri de gelinimiz.
Geri kalanlar ise kız kardeşimiz.
Bize zinâ haramdır....
Kadın; aşk aşının ateşidir...
Olmasa kokarız.
Sistem çöker...
Normal olarak aş ile ateş arasında tencere vardır.
Çile imtihanında kadın ile koca arasında Ahdullah vardır.
İşte ateşle aşın tenceresiz tevhidi...
Meryem (aleyha's-selâm),
Hadice (aleyha's-selâm),
Fatime (aleyha's-selâm),
Asiye (aleyha's-selâm),
Aişe (aleyha's-selâm) ...
Bir düşün bunları ve Rabiatü'l-Adviye leri (Kaddasallahu sırrıha) ...

Çile kuşlarının çavuşu anlatmıştı:
"Orgeneral olan bir şahsın zamanı dolmuş, ölmüş...
Getirmişler Hacı Bayram Velî Hazretlerinin Câmiisinin avlusuna...
Ayaklar doğuya doğru baş batıya uzatmışlar musalla taşına...
İmâm cenâze namazını kıldıracak. Müezzin cemâatı uyarıyor ki: "Er kişi niyyetine!... Er kişi niyyetine!..." deyince bir yüzbaşı fırlamış müezzine doğru:
"Sen benim paşama nasıl er dersin!" deyince müezzin de erenlerden ve hırlı değilmiş:
"Sâkin ol oğul, sâkin ol! Bu taşa nice erkek kılığında insan oğlu yattı ki kadın kılığında gelen erlerin ayak tozu bile değildi!..."
demiş...
Mesele Muhammedî oluş şuûruna eriş...
Kadın, erkek, sen, ben, o, biz:
Biz Muhammedîyiz Elhamdülillah.
..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Evvel tevhîd ile mürşid elinden
Kurtulasın emmârenin elinden
Hemen durma tevhîd getir dilinden
Erişir canına feyz-i Hûda'nın

ResimResimResimResim
İkinci de vardır lafzatullahı
Hasenata tebdil eder günâhı
Sen anda görürsün sıfattullahı
Erişir canına feyz-i Hûda'nın

ResimResimResimResim
Üçüncü Hüvallah dersin okur
Garip bülbül gibi durmayıp şakır
Kendi vücûdunda bula gör Hakkı
Erişir canına feyz-i Hûda'nın

ResimResimResimResim
Dördüncü makama nail olasın
Ene'I Hakk sırrını canda bulasın
Sen ölmezden evvel anda ölesin
Erişir canına feyz-i Hûda'nın

ResimResimResimResim
Beşinci makam makâm-ı hayât
Anda cem' olur farz ile sünnet
Sen anda görürsün nice bin hikmet
Erişir canına feyz-i Hûda'nın

ResimResimResimResim
Gel gör imdi altıncının halini
Erersin sen evliyanın sırrını
Dalarsın sen âb u hayât gölüne
Erişir canına feyz-i Hûda'nın

ResimResimResimResim
Yedinci Kahhar'dır vahidü'l Kahhar
Kaldırır perdeyi kalmadı ağyar
Zâtına tecellî eylemiş ol yâr
Erişir canına feyz-i Hûda'nın

ResimResimResimResim
Gel gör imdi Muhyiddîn-i Arabî Resim
Arttı günden güne âh ile zarı Resim
Sen ayan görürsün ol ulu Allah'ı Resim
Erişir canına feyz-i Hûda'nın
Resim

ResimMuhyiddin İbn Arabî (kuddise sirruhu)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: Muhyiddin-i Arabi H.z'nin Zevki&BİZim Zevkimiz.

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Resûlünhayatı:Hüvel-Evvel,
ResûlünNûru:Hüvel-Zâhir,
ResûlünÜmmeti:Hüvel-Âhir,
Resûlünledünnî:Hüvel-Bâtın.




هُوَالْأَوَّلُوَالْآخِرُوَالظَّاهِرُوَالْبَاطِنُوَهُوَبِكُلِّشَيْءٍعَلِيمٌ
Resim---''Huvelevveluvelâhiruvezzâhiruvelbâtın(bâtınu),vehuvebikullişey’inalîm(alîmun)
.:Oilktir,sondur,zahirdir,bâtındır.Oherşeyibilendir.''
HADİD3

Buâyet,buhakikatigizleyenveaçıklayanâyettir.
Buâyethâlâdevametmektedir.
Gözünüaç!..


MünirDERMANkaddasallahusırrıhu



TARİHTE;16.112010

ÂRİFlerinKUTBu,
MUVAHHİDlerinİMAMı
RESÛLULLAHSALLallahualeyhivesellemEfendimizinTABİİVEMUAKKİBİ,
VELAYETİMUHAMMEDİYEHATİBi,
HİLAFETİAHMEDİYYEVARİSi,KIRMIZIKİBRİT
MUHİDDİN-İARABÎKaddesellâhuSIRRıHU("Allahsırrınıkutsal(pak-temiz)kılsın"anlamındadır.)
SEVgiliBABAcığımSonsuzRAHMETüzerineolukolukyağsın
إِنشَاءاللَّهُ



ALLAHCelleCelâlihuYARDIMCImızolsun!
RESÛLULLAHSALLallahualeyhivesellemEfendimizYÂRimizolsun!
Ehl-iÂbâasKÂRımızolsun!
HakkErenlerVARımızolsun!
إِنشَاءاللَّهُ

بِسْمِاللّهِالرَّحْمـَنِالرَّحِيم
AllahümmesallivesellimvebârikalâseyyidinâMuhammedînabdike(Muhammedîyyeti)venebîyyike(Mahmudîyyeti)veResûlike(Ahmedîyyeti)veNebîyyû’l-ümmîyyi(Habibîyyeti)vealââlihive’s-sahbihiveEhl-iBeytihi...


EsSELÂM,SEVgiveSAYgılarımızıSUnarız…

Elhamdülillahirabbilâlemin...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: Muhyiddin-i Arabi H.z'nin Zevki&BİZim Zevkimiz.

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


ZEVK 3234

Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm Yâ Rahîm Yâ Rahmân! Yâ Hû (cc)
Yâ Müheymin Yâ Vedûd Yâ Hannân Yâ Mennân! Yâ Hû (cc)
El EVVELÜ El ÂHİRÜ El ZÂHİRÜ El BÂTİNÜ ALLAH! (cc)
Yâ Deyyân Yâ Furkân Yâ Hû Yâ Samed Hû Sultân! Yâ Hû! (cc)


14.06.08 13:17
H a s a n D a ğ ı


Resim

Resim


Yâ RABB!
Hasan Dağının tam zirvesini mekan tutan ve orada yatan,
Hasan Baba Hatırana BİZi de KULluk Kemâlâtına erdir!..
Resim
Cevapla

“►Muhiddin-i Arabi◄” sayfasına dön