..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (81-101)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (81-101)
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... 67ca122e2c
..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (41-80)' in devamıdır...
MUHİDDİN-İ ARABÎ
MİŞKÂTÜL ENVÂR
-NÛRLAR HAZİNESİ-
101 KUDSÎ HADİS
بِسْمْ اللّهِ الرَّحْمٰنِ الرّحِيمُ
وصل اللّه علىسيدنا ممحمد وعلىآله وصحبه وسلم
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyle.
Allah'ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed'in, onun âilesi ve ashâbının üzerine olsun.
..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (41-80)' in devamıdır...
MUHİDDİN-İ ARABÎ
MİŞKÂTÜL ENVÂR
-NÛRLAR HAZİNESİ-
101 KUDSÎ HADİS
بِسْمْ اللّهِ الرَّحْمٰنِ الرّحِيمُ
وصل اللّه علىسيدنا ممحمد وعلىآله وصحبه وسلم
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyle.
Allah'ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed'in, onun âilesi ve ashâbının üzerine olsun.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
1. HADÎS (81. HADÎS) :
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
Azîz ve Celîl olan Allah kendi yolunda (cihad için) çıkan kimseye kefilolur ve şöyle buyurur:
Onu sırf Benim yolumda cihad etmek,
Bana îman etmek ve peygamberlerimi tasdik etmek üzere çıkarıyorum.
O hâlde onu cennete koymayı, yâhut nâil olduğu sevap veya ganîmetle, çıktığı evine döndürmeyi tekeffül ederim!
(Müslim, Ebû Hureyre'den nakleder.):
Resûlullah şöyle devâm eder:
Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet gününde muhakkak yeni açıldığı andaki şekli üzere gelecektir; rengi kan rengi fakat kokusu misk kokusudur.
Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Müslümanlara zorluk verecek olmasaydı Allah yolunda gaza edecek hiçbir ordu birliğinin ardında aslâ kalmazdım.
Lâkin onlan techîz edecek bir imkân bulamıyorum, kendileri de bir imkân bulamıyorlar.
Bu yüzden benden geride kalmaları onlara zor geliyor.
Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Allah yolunda gaza edip öldürülmemi,
Sonra gaza edip öldürülmemi,
Sonra gaza edip tekrar öldürülmemi ne kadar arzu ederdim!
(Müslim, İmâre, 103)
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
Azîz ve Celîl olan Allah kendi yolunda (cihad için) çıkan kimseye kefilolur ve şöyle buyurur:
Onu sırf Benim yolumda cihad etmek,
Bana îman etmek ve peygamberlerimi tasdik etmek üzere çıkarıyorum.
O hâlde onu cennete koymayı, yâhut nâil olduğu sevap veya ganîmetle, çıktığı evine döndürmeyi tekeffül ederim!
(Müslim, Ebû Hureyre'den nakleder.):
Resûlullah şöyle devâm eder:
Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet gününde muhakkak yeni açıldığı andaki şekli üzere gelecektir; rengi kan rengi fakat kokusu misk kokusudur.
Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Müslümanlara zorluk verecek olmasaydı Allah yolunda gaza edecek hiçbir ordu birliğinin ardında aslâ kalmazdım.
Lâkin onlan techîz edecek bir imkân bulamıyorum, kendileri de bir imkân bulamıyorlar.
Bu yüzden benden geride kalmaları onlara zor geliyor.
Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Allah yolunda gaza edip öldürülmemi,
Sonra gaza edip öldürülmemi,
Sonra gaza edip tekrar öldürülmemi ne kadar arzu ederdim!
(Müslim, İmâre, 103)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
2. HADÎS (82. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Rabbiniz Tebâreke ve Teâlâ şu kimsenin hâline hayret eder:
Allah yolunda savaşa girmiş ve arkadaşları bozguna uğramıştır;
Bu kimse durumu bilmesine rağmen savaşa dönmüş,
Nihâyet kanı dökülüp şehit olmuştur.
Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah meleklerine şöyle buyurur:
Bakın şu kuluma, benim nezdimdeki ecre istek göstererek ve onun sevgisiyle geri döndü, nihâyet kanı döküldü!
(Ebû Dâvûd İbn Mes'ûd'dan tahrîc etti.)
(Ebû Dâvûd, Cihâd, 38)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Rabbiniz Tebâreke ve Teâlâ şu kimsenin hâline hayret eder:
Allah yolunda savaşa girmiş ve arkadaşları bozguna uğramıştır;
Bu kimse durumu bilmesine rağmen savaşa dönmüş,
Nihâyet kanı dökülüp şehit olmuştur.
Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah meleklerine şöyle buyurur:
Bakın şu kuluma, benim nezdimdeki ecre istek göstererek ve onun sevgisiyle geri döndü, nihâyet kanı döküldü!
(Ebû Dâvûd İbn Mes'ûd'dan tahrîc etti.)
(Ebû Dâvûd, Cihâd, 38)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
3. HADÎS (83. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Cennet ehlinden bir kimse getirilecek ve Azîz ve Celîl olan Allah:
Âdem oğlu! nasıl buldun yerini?buyuracak.
O da: Yerlerin en iyisi! diyecek.
Allah: İstek ve dilekte bulun! buyuracak.
Kul şöyle cevap verecek:
Yâ Rabbî! Senden beni tekrar dünyâya döndürmeni istiyorum.
Tâ ki, Senin yolunda on defa öldürüleyim!
Bu, şehitliğin fazîletini görmüş olacağı içindir.
(Nesâî, Enes (radiyallahu anhu)'den rivâyet etti.)
(Nesâî, Cihâd, 34.)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Cennet ehlinden bir kimse getirilecek ve Azîz ve Celîl olan Allah:
Âdem oğlu! nasıl buldun yerini?buyuracak.
O da: Yerlerin en iyisi! diyecek.
Allah: İstek ve dilekte bulun! buyuracak.
Kul şöyle cevap verecek:
Yâ Rabbî! Senden beni tekrar dünyâya döndürmeni istiyorum.
Tâ ki, Senin yolunda on defa öldürüleyim!
Bu, şehitliğin fazîletini görmüş olacağı içindir.
(Nesâî, Enes (radiyallahu anhu)'den rivâyet etti.)
(Nesâî, Cihâd, 34.)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
4. HADÎS (84. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Allah'ın bir takım melekleri vardır ki, yollarda dolaşırlar ve zikir ehli kimseleri ararlar.
Allah'ı zikreden bir topluluk buldukları vakit:
İhtiyâcınız olan şeye koşunuz! diye seslenirler;
Dünyâ semâsına kadar onların çevresini kanatlarıyle kuşatırlar.
Allah meleklere, onlardan daha iyi bildiği hâlde, sorar:
Kullarım ne diyor?
Seni tekbir ediyor, Sana hamdediyor ve Seni tâ'zim ediyorlar.
Beni gördüler mi?
Hayır, vallâhi Seni görmediler!
Beni görselerdi nasılolurdu?
Seni görselerdi, Sana daha çok tâ'zim ve tesbih ederlerdi!
Benden ne istiyorlar?
Senden cenneti istiyorlar.
Orayı gördüler mi?
Hayır Yâ Rabbî Vallâhi orayı görmediler!
Orayı görselerdi nasıl olurdu?
Orayı görselerdi, şüphesiz ona karşı daha şiddetli bir arzu
duyarlar, daha çok isterler ve daha büyük alaka gösterirlerdi!
Hangi şeyden aman diliyorlar?
Cehennemden!
Cehennemi gördüler mi?
Hayır, vallâhi onu görmediler!
Onu görselerdi nasılolurdu?
Şâyet onu görselerdi, ondan şiddetle kaçarlardı ve çok korkarlardı!
Sizi şâhid tutuyorum ki onları bağışladım!
Meleklerden biri:
Aralarındaki falan kimse onlardan değildir, sâdece bir ihtiyâcı için gelmişti! deyince,
Hak Teâlâ:
Onlar öyle bir meclis topluluğudur ki, aralarında bulunan
kimse mahrum olmaz buyurdu!
(Buhârî, Ebû Hureyre (radiyallahu anhu)'den tahrîc etti. İmam Ahmed Müsned'inde ve Müslim Sahîh'inde rivâyet eder.)
(Buhârî, Deavât, 66; Tirmizî, Deavât, 130)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Allah'ın bir takım melekleri vardır ki, yollarda dolaşırlar ve zikir ehli kimseleri ararlar.
Allah'ı zikreden bir topluluk buldukları vakit:
İhtiyâcınız olan şeye koşunuz! diye seslenirler;
Dünyâ semâsına kadar onların çevresini kanatlarıyle kuşatırlar.
Allah meleklere, onlardan daha iyi bildiği hâlde, sorar:
Kullarım ne diyor?
Seni tekbir ediyor, Sana hamdediyor ve Seni tâ'zim ediyorlar.
Beni gördüler mi?
Hayır, vallâhi Seni görmediler!
Beni görselerdi nasılolurdu?
Seni görselerdi, Sana daha çok tâ'zim ve tesbih ederlerdi!
Benden ne istiyorlar?
Senden cenneti istiyorlar.
Orayı gördüler mi?
Hayır Yâ Rabbî Vallâhi orayı görmediler!
Orayı görselerdi nasıl olurdu?
Orayı görselerdi, şüphesiz ona karşı daha şiddetli bir arzu
duyarlar, daha çok isterler ve daha büyük alaka gösterirlerdi!
Hangi şeyden aman diliyorlar?
Cehennemden!
Cehennemi gördüler mi?
Hayır, vallâhi onu görmediler!
Onu görselerdi nasılolurdu?
Şâyet onu görselerdi, ondan şiddetle kaçarlardı ve çok korkarlardı!
Sizi şâhid tutuyorum ki onları bağışladım!
Meleklerden biri:
Aralarındaki falan kimse onlardan değildir, sâdece bir ihtiyâcı için gelmişti! deyince,
Hak Teâlâ:
Onlar öyle bir meclis topluluğudur ki, aralarında bulunan
kimse mahrum olmaz buyurdu!
(Buhârî, Ebû Hureyre (radiyallahu anhu)'den tahrîc etti. İmam Ahmed Müsned'inde ve Müslim Sahîh'inde rivâyet eder.)
(Buhârî, Deavât, 66; Tirmizî, Deavât, 130)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
5. HADÎS (85. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Mûsâ (sallallahu aleyhi ve sellem):
Yâ Rabbî! Bana Seni zikredeceğim ve kendisiyle Sana duâ edeceğim bir şey öğret! deyince,
Allah: "Lâ ilâhe illallah" de! buyurdu.
Mûsâ: Yâ Rabbî! Bütün kulların bunu söylüyor. dedi.
Allah: "Lâ ilâhe illallah" de! buyurdu.
Mûsâ: Lâ ilâhe illâ ente (Senden başka ilâh yoktur)!
Ben istiyorum ki sâdece bana tahsis ettiğin bir şey olsun! dedi.
Yâ Mûsâ, buyurdu Allah,
Şâyet yedi gök ve sâkinleri ve yedi yer terâzinin bir kefesinde olsa,
"Lâ ilaha illallah" da öteki kefede bulunsa,
"Lâ ilâhe illallah" ağır çekerdi!
(Nesâî, Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallahu anhu)'den tahrîc etti.)
(Hadîsin son bölümü için bkz. Ahmed b. Hanbel, II, 170, 186, 225)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Mûsâ (sallallahu aleyhi ve sellem):
Yâ Rabbî! Bana Seni zikredeceğim ve kendisiyle Sana duâ edeceğim bir şey öğret! deyince,
Allah: "Lâ ilâhe illallah" de! buyurdu.
Mûsâ: Yâ Rabbî! Bütün kulların bunu söylüyor. dedi.
Allah: "Lâ ilâhe illallah" de! buyurdu.
Mûsâ: Lâ ilâhe illâ ente (Senden başka ilâh yoktur)!
Ben istiyorum ki sâdece bana tahsis ettiğin bir şey olsun! dedi.
Yâ Mûsâ, buyurdu Allah,
Şâyet yedi gök ve sâkinleri ve yedi yer terâzinin bir kefesinde olsa,
"Lâ ilaha illallah" da öteki kefede bulunsa,
"Lâ ilâhe illallah" ağır çekerdi!
(Nesâî, Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallahu anhu)'den tahrîc etti.)
(Hadîsin son bölümü için bkz. Ahmed b. Hanbel, II, 170, 186, 225)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
6. HADÎS (86. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
Bir gün bana Melek (Cebrâil) geldi ve şöyle dedi:
Yâ Muhammed, Azîz ve Celîl olan Rabbin şöyle buyuruyor:
Sana bir salevât getirene Benim on rahmet etmem ve sana selâm edene on lütufta bulunmam seni memnun etmez mi?
(Nesâî'nin tahrîcine göre:
Resûlullah bir gün yüzü sevinçli olduğu hâlde geldi.
Sizi sevinçli görüyoruz dedik.
Bunun üzerine zikrettiğimiz hadîsi anlattı.)
(Nesâî K. Sehv, 47)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
Bir gün bana Melek (Cebrâil) geldi ve şöyle dedi:
Yâ Muhammed, Azîz ve Celîl olan Rabbin şöyle buyuruyor:
Sana bir salevât getirene Benim on rahmet etmem ve sana selâm edene on lütufta bulunmam seni memnun etmez mi?
(Nesâî'nin tahrîcine göre:
Resûlullah bir gün yüzü sevinçli olduğu hâlde geldi.
Sizi sevinçli görüyoruz dedik.
Bunun üzerine zikrettiğimiz hadîsi anlattı.)
(Nesâî K. Sehv, 47)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
7. HADÎS (87. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Allah mahlûkatı yaratıp işi tamamladığı vakit akrabalık er-Rahîm* ayağa kalkıp:
Yâ Rabbî! Burası akrabalık münasebetlerini kesmekten sana sığınanların makamıdır! dedi.
Cenâb-ı Hak:
Sen, akrabalığı gözetenleri Benim de gözetmemden, seninle münasebeti kesenlerden Benim de alakayı kesmekliğimden hoşlanır mısın? buyurdu. Akrabalık:
Evet, hoşlanırım! deyince,
Yüce Allah:
Bu böyledir senin için! buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah isterseniz şu âyeti okuyunuz, buyurdu:
--- Geri dönerseniz yer yüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden?
İşte Allah'ın lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği bunlardır.
Bunlar Kurân'ı düşünmezler mi?
Yoksa kalbleri kilitli midir? (Muhammed Sûresi, 47/22-24)
(Müslim, Birr, 16)
* er-Rahîm, kadınlarda, bebeğin içerisinde oluşup büyüdüğü
organdır.
Rahîm aynı zamanda akrabalık ve akrabalık sebebi demektir. Sıla-i rahîm, akrabaya iyilik mânâsına gelir.
Ayrıca rahîm, sevgi, merhamet, şefkat ve inceliği ve hatırlatır ve bu vasıflar kadınlığın hilkâtinde vardır.
İşte hadîste ev halkı, çoluk çocuk ve bütün akraba ve taallukat hakkında, rahîm rikkatine yaraşan ince ve çekici bir sevgi beslemek sûretiyle, yakınlar arasında ilgiyi ve iyi münâsebetleri devâm ettirmenin lüzûmu üzerinde durulur. (M. Demirci).
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Allah mahlûkatı yaratıp işi tamamladığı vakit akrabalık er-Rahîm* ayağa kalkıp:
Yâ Rabbî! Burası akrabalık münasebetlerini kesmekten sana sığınanların makamıdır! dedi.
Cenâb-ı Hak:
Sen, akrabalığı gözetenleri Benim de gözetmemden, seninle münasebeti kesenlerden Benim de alakayı kesmekliğimden hoşlanır mısın? buyurdu. Akrabalık:
Evet, hoşlanırım! deyince,
Yüce Allah:
Bu böyledir senin için! buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah isterseniz şu âyeti okuyunuz, buyurdu:
--- Geri dönerseniz yer yüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden?
İşte Allah'ın lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği bunlardır.
Bunlar Kurân'ı düşünmezler mi?
Yoksa kalbleri kilitli midir? (Muhammed Sûresi, 47/22-24)
(Müslim, Birr, 16)
* er-Rahîm, kadınlarda, bebeğin içerisinde oluşup büyüdüğü
organdır.
Rahîm aynı zamanda akrabalık ve akrabalık sebebi demektir. Sıla-i rahîm, akrabaya iyilik mânâsına gelir.
Ayrıca rahîm, sevgi, merhamet, şefkat ve inceliği ve hatırlatır ve bu vasıflar kadınlığın hilkâtinde vardır.
İşte hadîste ev halkı, çoluk çocuk ve bütün akraba ve taallukat hakkında, rahîm rikkatine yaraşan ince ve çekici bir sevgi beslemek sûretiyle, yakınlar arasında ilgiyi ve iyi münâsebetleri devâm ettirmenin lüzûmu üzerinde durulur. (M. Demirci).
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
8. HADÎS (88. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Allah Tebâreke ve Teâlâ buyurdu ki:
Benim için birbirini sevenler,
Benim yolumda birbiriyle oturup kalkanlar,
Benim uğrumda birbirine ikramda bulunanlar ve
Benim için ziyaretleşenlere
Benim sevgim kesindir!
(Mâlik, Muvatta', eş-Şa'r, 16; Ahmed b. Hanbel, V, 229)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Allah Tebâreke ve Teâlâ buyurdu ki:
Benim için birbirini sevenler,
Benim yolumda birbiriyle oturup kalkanlar,
Benim uğrumda birbirine ikramda bulunanlar ve
Benim için ziyaretleşenlere
Benim sevgim kesindir!
(Mâlik, Muvatta', eş-Şa'r, 16; Ahmed b. Hanbel, V, 229)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
9. HADÎS (89. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrâil'i çağırır ve:
Ben falanı seviyorum, onu sen de sev! buyurur.
Cebrâil de onu sever, sonra da semâda şöyle seslenir:
Allah falan kimseyi seviyor, onu siz de seviniz!
Böylece gök ahâlîsi de onu severler.
Sonra yerdekilerin gönlüne o kimseyi sevme ve kabullenme duygusu konulur.
Allah bir kula buğzedip onu sevmeyince de Cebrâil'i çağırır ve:
Ben falanı sevmiyorum, onu sen de sevme! buyurur.
Cebrâil de onu sevmez ve sonra gök halkı içinde şöyle seslenir:
Allah falan kimseyi sevmiyor, onu siz de sevmeyiniz!
Göktekiler de o kimseyi sevmezler.
Sonra yerdekilerin gönlüne o kimse hakkında bir buğz ve nefret konulur.
(Müslim, Birr, 157)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrâil'i çağırır ve:
Ben falanı seviyorum, onu sen de sev! buyurur.
Cebrâil de onu sever, sonra da semâda şöyle seslenir:
Allah falan kimseyi seviyor, onu siz de seviniz!
Böylece gök ahâlîsi de onu severler.
Sonra yerdekilerin gönlüne o kimseyi sevme ve kabullenme duygusu konulur.
Allah bir kula buğzedip onu sevmeyince de Cebrâil'i çağırır ve:
Ben falanı sevmiyorum, onu sen de sevme! buyurur.
Cebrâil de onu sevmez ve sonra gök halkı içinde şöyle seslenir:
Allah falan kimseyi sevmiyor, onu siz de sevmeyiniz!
Göktekiler de o kimseyi sevmezler.
Sonra yerdekilerin gönlüne o kimse hakkında bir buğz ve nefret konulur.
(Müslim, Birr, 157)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
10. HADÎS (90. HADÎS) :
... Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurur:
Bir kul bir günah işledi, arkasından:
"Allah'ım! Benim günahımı bağışla!" dedi.
Yüce Allah:
Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak veya günah sebebiyle cezâlandıracak bir Rabbi olduğunu bildi! buyurdu.
Sonra kul, tekrar dönüp günah işledi. Arkasından:
"Ey Rabbim! Benim günahımı bağışla!" diye yalvardı.
Yüce Allah yine:
Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak bir Rabbi olduğunu bildi! buyurdu.
Sonra kul, tekrar dönüp günah işledi. Arkasından:
"Ey Rabbim! Benim günahımı bağışla!" diye yalvardı.
Yüce Allah bu sefer yine:
Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak ve günah sebebiyle cezâlandıracak bir Rabbi olduğunu bildi!
Sen istediğini yap!
Ben seni muhakkak bağışladım! buyurdu.
(Müslim, Tevbe, 29)
... Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurur:
Bir kul bir günah işledi, arkasından:
"Allah'ım! Benim günahımı bağışla!" dedi.
Yüce Allah:
Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak veya günah sebebiyle cezâlandıracak bir Rabbi olduğunu bildi! buyurdu.
Sonra kul, tekrar dönüp günah işledi. Arkasından:
"Ey Rabbim! Benim günahımı bağışla!" diye yalvardı.
Yüce Allah yine:
Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak bir Rabbi olduğunu bildi! buyurdu.
Sonra kul, tekrar dönüp günah işledi. Arkasından:
"Ey Rabbim! Benim günahımı bağışla!" diye yalvardı.
Yüce Allah bu sefer yine:
Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak ve günah sebebiyle cezâlandıracak bir Rabbi olduğunu bildi!
Sen istediğini yap!
Ben seni muhakkak bağışladım! buyurdu.
(Müslim, Tevbe, 29)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
11. HADÎS (91. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
Yüce Allah şöyle buyurdu:
Kim Benim bir velîme düşmanlık ederse, Ben ona mutlaka savaş açarım.
Kulum, üzerine farz kıldığım şeylerden daha iyi bir yolla Bana yaklaşamaz.
Kulum nâfilelerle de Bana yaklaşmaya devâm eder,
Nihâyet Ben onu severim.
Onu sevince de işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum;
Benden bir şey isterse veririm,
Bana sığınırsa onu korurum.
Yapmak durumunda olduğum hiçbir hususta, ölümden hoşlanmayan mü'minin rûhunu alma zamanındaki tereddüdüm kadar tereddüt göstermem, ve aslında Ben onu üzmekten hoşlanmam!
(Buhârî, Rikak, 38)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
Yüce Allah şöyle buyurdu:
Kim Benim bir velîme düşmanlık ederse, Ben ona mutlaka savaş açarım.
Kulum, üzerine farz kıldığım şeylerden daha iyi bir yolla Bana yaklaşamaz.
Kulum nâfilelerle de Bana yaklaşmaya devâm eder,
Nihâyet Ben onu severim.
Onu sevince de işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum;
Benden bir şey isterse veririm,
Bana sığınırsa onu korurum.
Yapmak durumunda olduğum hiçbir hususta, ölümden hoşlanmayan mü'minin rûhunu alma zamanındaki tereddüdüm kadar tereddüt göstermem, ve aslında Ben onu üzmekten hoşlanmam!
(Buhârî, Rikak, 38)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
12. HADÎS (92. HADÎS) :
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Kıyâmet gününde bir takım mühürlü sayfalar getirilecek ve Yüce Allah'ın önüne konacak.
Azîz ve Celîl olan Allah meleklere:
Bunları atınız ve bunları kabûl ediniz! buyuracak.
Melekler:
Yâ Rabbî! Senin izzetine yemîn ederiz ki, biz bunlarda iyilikten başka bir şey görmüyoruz! diyecekler.
Her şeyi en iyi bilen Yüce Allah şöyle buyuracak:
Bunlar Benden başkası için yapılmış şeylerdir.
Ben bugün, ancak Benim vechim (zâtım) için yapılan amelleri kabûl ederim!
(Dârekutnî Sünen'inde Enes b. Mâlik'ten tahrîc etti)
... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Kıyâmet gününde bir takım mühürlü sayfalar getirilecek ve Yüce Allah'ın önüne konacak.
Azîz ve Celîl olan Allah meleklere:
Bunları atınız ve bunları kabûl ediniz! buyuracak.
Melekler:
Yâ Rabbî! Senin izzetine yemîn ederiz ki, biz bunlarda iyilikten başka bir şey görmüyoruz! diyecekler.
Her şeyi en iyi bilen Yüce Allah şöyle buyuracak:
Bunlar Benden başkası için yapılmış şeylerdir.
Ben bugün, ancak Benim vechim (zâtım) için yapılan amelleri kabûl ederim!
(Dârekutnî Sünen'inde Enes b. Mâlik'ten tahrîc etti)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
15. HADÎS (95. HADÎS) :
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Allah ümmetimden bir kişiyi mahlûkatın önünde ayıracak ve onun aleyhinde olan, göz alabildiğince uzun 99 dosyayı açacak.
Sonra:
Bunlardan harhangi bir şeyi inkâr ediyor musun?
Yazıcı meleklerim sana bir haksızlıkta bulunmuşlar mı? buyuracak.
O kişi:
Hayır Yâ Rabbî! diyecek.
Allah:
Herhangi bir mazeretin var mı? buyuracak.
Adam:
Hayır Yâ Rabbî! diyecek.
Allah:
Evet, bizim yanımızda senin iyi bir amelin var.
Ve bugün sana haksızlık yapılmayacaktır! buyuracak.
Derken, üzerinde:
Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. yazılı bir kağıt parçası çıkarılacak. Bunun üzerine
Allah:
Kendi tartında hazır bulun! buyuracak.
Adam soracak:
Yâ Rabbî, bu kağıt parçasının bunca dosya yanında ne hükmü olabilir?
Sen aslâ haksızlığa maruz kalmayacaksın! buyuracak.
Hz. Peygamber devâmla şöyle dedi:
Sonra dosyalar bir kefeye, kağıt parçası da bir kefeye konacak, dosyalar havaya kalkacak ve kağıt parçası ağır çekecektir.
Hiçbir şey, Allah'ın isminin yanında ağır basamaz!
(Tirmizî, Îmân, 17)
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Allah ümmetimden bir kişiyi mahlûkatın önünde ayıracak ve onun aleyhinde olan, göz alabildiğince uzun 99 dosyayı açacak.
Sonra:
Bunlardan harhangi bir şeyi inkâr ediyor musun?
Yazıcı meleklerim sana bir haksızlıkta bulunmuşlar mı? buyuracak.
O kişi:
Hayır Yâ Rabbî! diyecek.
Allah:
Herhangi bir mazeretin var mı? buyuracak.
Adam:
Hayır Yâ Rabbî! diyecek.
Allah:
Evet, bizim yanımızda senin iyi bir amelin var.
Ve bugün sana haksızlık yapılmayacaktır! buyuracak.
Derken, üzerinde:
Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. yazılı bir kağıt parçası çıkarılacak. Bunun üzerine
Allah:
Kendi tartında hazır bulun! buyuracak.
Adam soracak:
Yâ Rabbî, bu kağıt parçasının bunca dosya yanında ne hükmü olabilir?
Sen aslâ haksızlığa maruz kalmayacaksın! buyuracak.
Hz. Peygamber devâmla şöyle dedi:
Sonra dosyalar bir kefeye, kağıt parçası da bir kefeye konacak, dosyalar havaya kalkacak ve kağıt parçası ağır çekecektir.
Hiçbir şey, Allah'ın isminin yanında ağır basamaz!
(Tirmizî, Îmân, 17)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
16. HADÎS (96. HADÎS) :
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Melekler Allah'ın huzûrunda duracak ve kulun, amelini Yüce Allah için yaptığına dâir şâhidlik edecekler.
Allah onlara şöyle buyuracak:
Siz kulumun amelinin bekçilerisiniz;
Ben ise onun kalbinde olanı kontrol ediciyim.
Muhakkak ki o bu amelle Beni taleb etmedi,
Benden başkasını taleb etti.
Öyleyse lânetim onun üzerine olsun!
(İbnü'l-Mübârek Muaz b. Cebel (radiyallahu anhu)'dan nakleder. O: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini işittim, diyerek amellerin refi hadiîsini zikretti.
Bu uzun bir hadîs olup el-Erbâîn et-Tıvâl'imizde* bize ulaşan şekliyle hiçbir şey terketmeksizin tamamını zikrettik.)
* İbn Arabınin bu eseri O. Yahyâ'nın Hist. et Class.'unda 38 numarada zikredilmiştir.
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
Melekler Allah'ın huzûrunda duracak ve kulun, amelini Yüce Allah için yaptığına dâir şâhidlik edecekler.
Allah onlara şöyle buyuracak:
Siz kulumun amelinin bekçilerisiniz;
Ben ise onun kalbinde olanı kontrol ediciyim.
Muhakkak ki o bu amelle Beni taleb etmedi,
Benden başkasını taleb etti.
Öyleyse lânetim onun üzerine olsun!
(İbnü'l-Mübârek Muaz b. Cebel (radiyallahu anhu)'dan nakleder. O: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini işittim, diyerek amellerin refi hadiîsini zikretti.
Bu uzun bir hadîs olup el-Erbâîn et-Tıvâl'imizde* bize ulaşan şekliyle hiçbir şey terketmeksizin tamamını zikrettik.)
* İbn Arabınin bu eseri O. Yahyâ'nın Hist. et Class.'unda 38 numarada zikredilmiştir.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
17. HADÎS (97. HADÎS) :
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Üç kimse vardır ki duâları reddedilmez:
İftar sırasındaki oruçlu,
Âdil devlet adamı ve
Mazlumun duâsı.
Allah onların duâsını bulutların üstüne kaldırır, göğün kapıları onlara açılır.
Her şeyden münezzeh olan Rabb şöyle buyurur:
İzzetim hakkı için, bir zaman sonra da olsa mutlaka sana yardım edeceğim!
(Tirmizî. Deavât, 129)
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Üç kimse vardır ki duâları reddedilmez:
İftar sırasındaki oruçlu,
Âdil devlet adamı ve
Mazlumun duâsı.
Allah onların duâsını bulutların üstüne kaldırır, göğün kapıları onlara açılır.
Her şeyden münezzeh olan Rabb şöyle buyurur:
İzzetim hakkı için, bir zaman sonra da olsa mutlaka sana yardım edeceğim!
(Tirmizî. Deavât, 129)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
18. HADÎS (98. HADÎS) :
... Azîz ve Celîl olan Allah kıyâmet gününde şöyle buyuracak:
Ey Âdem oğlu!
Ben hasta oldum da sen Beni ziyaret etmedin!
Kul: Yâ Rabbî! Sen âlemlerin Rabbisin, ben sana nasıl hasta ziyareti yapabilirim?
Allah: Sen bilmez misin ki, Benim falan kulum hasta olmuştu da sen onu ziyaret etmemiştin.
Yine bilmez misin ki, eğer sen onu ziyaret etseydin muhakkak Beni onun yanında bulacaktın!
Ey Âdem oğlu!
Ben senden yiyecek istedim, fakat sen Beni doyurmadın!
Kul: Yâ Rabbî! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben Seni nasıl doyururum?
Allah: Sen bilmez misin ki, falan kulum senden yiyecek istemişti de sen onu doyurmamıştın?
Bilmez misin ki, şâyet onu doyursaydın, muhakkak bunu Benim yanımda bulmuş olacaktın! buyurur.
Ve tekrar Allah: Ey Âdem oğlu!
Ben senden su istedim de sen Bana su vermedin! buyurur.
Kul: Yâ Rabbî, Sen âlemlerin Rabbisin! Ben Sana nasıl su verebilirim? der.
Allah:
Falan kulum senden su istemişti de sen ona su vermemiştin.
Bilmez misin ki, eğer ona su vermiş olsaydın bunu Benim yanımda bulacaktın!
(Müslim, Birr, 43)
... Azîz ve Celîl olan Allah kıyâmet gününde şöyle buyuracak:
Ey Âdem oğlu!
Ben hasta oldum da sen Beni ziyaret etmedin!
Kul: Yâ Rabbî! Sen âlemlerin Rabbisin, ben sana nasıl hasta ziyareti yapabilirim?
Allah: Sen bilmez misin ki, Benim falan kulum hasta olmuştu da sen onu ziyaret etmemiştin.
Yine bilmez misin ki, eğer sen onu ziyaret etseydin muhakkak Beni onun yanında bulacaktın!
Ey Âdem oğlu!
Ben senden yiyecek istedim, fakat sen Beni doyurmadın!
Kul: Yâ Rabbî! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben Seni nasıl doyururum?
Allah: Sen bilmez misin ki, falan kulum senden yiyecek istemişti de sen onu doyurmamıştın?
Bilmez misin ki, şâyet onu doyursaydın, muhakkak bunu Benim yanımda bulmuş olacaktın! buyurur.
Ve tekrar Allah: Ey Âdem oğlu!
Ben senden su istedim de sen Bana su vermedin! buyurur.
Kul: Yâ Rabbî, Sen âlemlerin Rabbisin! Ben Sana nasıl su verebilirim? der.
Allah:
Falan kulum senden su istemişti de sen ona su vermemiştin.
Bilmez misin ki, eğer ona su vermiş olsaydın bunu Benim yanımda bulacaktın!
(Müslim, Birr, 43)
En son aNKa tarafından 12 Oca 2009, 20:52 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
19. HADÎS (99. HADÎS) :
... Ebû Hureyre nakleder:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle anlattı:
Kıyâmet gününde Allah kulları arasında hüküm vermek için inecektir.
Her ümmet diz çökmüş hâldedir.
Allah'ın çağıracağı ilk kimseler;
Kur'ânı ezberinde tutan,
Allah yolunda öldürülen ve
Serveti çok olan kişiler olacaktır.
Allah Kur'ân okuyana:
Peygamberime indirdiğim kitabı sana öğretmedim mi? buyuracak.
O da: Evet Yâ Rabbî! diyecek.
Allah: Öğrendiğin hususlarda ne yaptın? buyuracak.
Kul: Gece ve gündüz dâimâ ona göre hareket ettim! diyecek.
Allah: Yalan söylüyorsun! buyuracak.
Melekler de: Yalan söylüyorsun! diyecekler.
Allah şöyle buyuracak:
Bilakis, sen falan Kur'ân okuyor denilmesini istemiştin ve bu da denildi!
Sonra servet sahibi getirilecek ve Allah ona:
Ben senin rızkım genişletmedim mi?
Böylece seni kimseye muhtaç olmaz hâle getirmedim mi? buyuracak.
O kimse: Evet Yâ Rabbî! diyecek.
Allah: Sana verdiğim serveti ne yaptın? diye soracak.
Kul: Akrabalarımı aradım ve muhtaçlara yardım ettim! diyecek.
Allah: Yalan söylüyorsun! buyuracak.
Melekler: Yalan söylüyorsun! diyecekler.
Yüce Allah:
Bilakis sen, falan cömerttir, denilmesini istemiştin, bu da denildi! buyuracak.
Sonra Allah yolunda öldürülen kişi getirilecek ve Allah ona soracak:
Sen hangi uğurda öldürüldün?
Kul cevap verecek: Kendi yolunda savaşı emrettin; ben de dövüştüm, sonunda öldürüldüm!
Allah ona: Yalan söylüyorsun! buyuracak.
Melekler: Yalan söylüyorsun! diyecekler.
Allah:
Bilakis sen, falan cesur kimsedir, denilmesini arzu etmiştin ve bu da denildi! buyuracak.
Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dizine vurdu ve:
Ey Ebû Hureyre!
İşte bu üç kişi, kıyâmet günü cehennem ateşinin kendileriyle tutuşturulacağı, Allah'ın ilk yaratıklarıdır! buyurdu.
(Tirmizî, Zühd, 48)
... Ebû Hureyre nakleder:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle anlattı:
Kıyâmet gününde Allah kulları arasında hüküm vermek için inecektir.
Her ümmet diz çökmüş hâldedir.
Allah'ın çağıracağı ilk kimseler;
Kur'ânı ezberinde tutan,
Allah yolunda öldürülen ve
Serveti çok olan kişiler olacaktır.
Allah Kur'ân okuyana:
Peygamberime indirdiğim kitabı sana öğretmedim mi? buyuracak.
O da: Evet Yâ Rabbî! diyecek.
Allah: Öğrendiğin hususlarda ne yaptın? buyuracak.
Kul: Gece ve gündüz dâimâ ona göre hareket ettim! diyecek.
Allah: Yalan söylüyorsun! buyuracak.
Melekler de: Yalan söylüyorsun! diyecekler.
Allah şöyle buyuracak:
Bilakis, sen falan Kur'ân okuyor denilmesini istemiştin ve bu da denildi!
Sonra servet sahibi getirilecek ve Allah ona:
Ben senin rızkım genişletmedim mi?
Böylece seni kimseye muhtaç olmaz hâle getirmedim mi? buyuracak.
O kimse: Evet Yâ Rabbî! diyecek.
Allah: Sana verdiğim serveti ne yaptın? diye soracak.
Kul: Akrabalarımı aradım ve muhtaçlara yardım ettim! diyecek.
Allah: Yalan söylüyorsun! buyuracak.
Melekler: Yalan söylüyorsun! diyecekler.
Yüce Allah:
Bilakis sen, falan cömerttir, denilmesini istemiştin, bu da denildi! buyuracak.
Sonra Allah yolunda öldürülen kişi getirilecek ve Allah ona soracak:
Sen hangi uğurda öldürüldün?
Kul cevap verecek: Kendi yolunda savaşı emrettin; ben de dövüştüm, sonunda öldürüldüm!
Allah ona: Yalan söylüyorsun! buyuracak.
Melekler: Yalan söylüyorsun! diyecekler.
Allah:
Bilakis sen, falan cesur kimsedir, denilmesini arzu etmiştin ve bu da denildi! buyuracak.
Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dizine vurdu ve:
Ey Ebû Hureyre!
İşte bu üç kişi, kıyâmet günü cehennem ateşinin kendileriyle tutuşturulacağı, Allah'ın ilk yaratıklarıdır! buyurdu.
(Tirmizî, Zühd, 48)
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5155
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Sevgili anka kuşu kardeşim ,
İmam Gazali (k.s) Hazretleri'nin, Gazali Risaleleri 3 - KUDSİ HADİSLER'i okumaya başlamaya niyetlenmiştim...Dedim ki hem okuyayım hemde okudukça foruma yazayım..Uygun bir sayfa ararken sizin yaptığınız bu çalışmaya rast geldim....Çokta iyi oldu . Çok teşekkür ederim. Allah (c.c) razı olsun.
MUHİDDİN-İ ARABÎ'nin
MİŞKÂTÜL ENVÂR
-NÛRLAR HAZİNESİ-
101 KUDSÎ HADİS
eserinden 99.KUDSİ HADİS'e kadar gelmişsiniz...Bizlere'de OKUyabilmek nasip OLur inşaAllah...
Siz her sayfanın başında bir önceki linki vermişsiniz bende sayfanın sonunda tekrar belirteyim dedim
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... 67ca122e2c (41-80)
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... cc507d7af2 (1-40)
En son Gul tarafından 29 Eyl 2009, 00:31 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
Değerli hasbi hizmet Gül'ümüz dikkatinize teşekkür ederim..
Ne iyi ettiniz hatırlatarak sanırım unutmuşum devamını getirmeyi...
O halde devamını paylaşalım inşaallah :
20. HADÎS (100. HADÎS) :
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, sizler güneş ve aydan herhangi birini görmekte güçlük çekmediğiniz gibi, Rabbinizi görme hususunda da bir güçlükle karşılaşmayacaksınız! Yüce Allah bir kulu karşısına alıp soracak :
Ey falan kimse, ben sana ikram etmedim mi?
Ben seni efendi yapmadım mı?
Ben seni evermedim mi?
Atları ve develeri senin emrine vermedim mi?
Ben seni bıraktım da sen kavmine baş olup vergi almadın mı?
Kul : Evet! diyecek.
Allah soracak : Günün birinde bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?
Kul : Hayır! diyecek.
Allah : Sen Beni vaktiyle unuttuğun gibi, Ben de seni unutuyorum! buyuracak.
Ondan sonra Allah ikinci bir kişiyi karşısına alacak ve soracak :
Ey falan kimse!
Ben sana ikram etmedim mi?
Ben seni efendi yapmadım mı?
Ben seni evermedim mi?
Atları ve develeri senin emrine vermedim mi?
Ben seni bıraktım da sen kavmine baş olup vergi almadın mı?
Kul : Evet! diyecek.
Allah soracak : Günün birinde bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?
Kul : Hayır! diyecek.
Allah : Sen Beni vaktiyle unuttuğun gibi, Ben de seni unutuyorum! buyuracak.
Ondan sonra Allah bir üçüncüsünü karşısına alacak ve ona da yukarıdaki sözlerin benzerini söyleyecek.
Sonunda bu kimse :
Yâ Rabbî, ben Sana, kitabına, peygamberine îman etmiş, namaz kılmış, oruç tutmuş ve sadaka vermiştim! diyecek
Ve gücünün yettiği kadar Allah'ı hayırla senâ edecek.
Bunun üzerine Allah :
Öyleyse sen şurada dur! buyuracak.
Bundan sonra o kula :
Şimdi senin aleyhine şâhidimizi getirelim! buyrulacak.
O kimse kendi kendine :
Benim aleyhimde şâhidlik yapacak olan kimdir acaba? diye düşünecek.
Derken, o kulun ağzı mühürlenecek ve onu uyluğuna, etine ve kemiklerine hitaben :
Konuş! denecek.
Bu emir üzerine onun uyluğu, eti ve kemikleri ameli hakkında konuşacaklar.
Bütün bunlar onun perîşan olmasına* yol açacak.
İşte bu üçüncü kul, münâfıktır.
Bu kimse, Allah'ın kendisine kızacağı kimsedir!
(Müslim, Ebû Hureyre'den nakleder. Ebû Hureyre (radiyallahu anhu) şöyle dedi: Sahâbe: Yâ Resûlullah Rabbimizi görecek miyiz? diye sorunca o, rü'yet hadîsini zikretti ve bu hadîsi serdetti.)
(Müslim, Zühd, 16)
* "El yevme nahtimü ala efvahihim ve tükellimüna eydihim ve teşhedü ercülühüm bima kanu yeksibun. : Bugün ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayaklar şahitlik eder." (Yâsîn, 36/65)
Ne iyi ettiniz hatırlatarak sanırım unutmuşum devamını getirmeyi...
O halde devamını paylaşalım inşaallah :
20. HADÎS (100. HADÎS) :
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, sizler güneş ve aydan herhangi birini görmekte güçlük çekmediğiniz gibi, Rabbinizi görme hususunda da bir güçlükle karşılaşmayacaksınız! Yüce Allah bir kulu karşısına alıp soracak :
Ey falan kimse, ben sana ikram etmedim mi?
Ben seni efendi yapmadım mı?
Ben seni evermedim mi?
Atları ve develeri senin emrine vermedim mi?
Ben seni bıraktım da sen kavmine baş olup vergi almadın mı?
Kul : Evet! diyecek.
Allah soracak : Günün birinde bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?
Kul : Hayır! diyecek.
Allah : Sen Beni vaktiyle unuttuğun gibi, Ben de seni unutuyorum! buyuracak.
Ondan sonra Allah ikinci bir kişiyi karşısına alacak ve soracak :
Ey falan kimse!
Ben sana ikram etmedim mi?
Ben seni efendi yapmadım mı?
Ben seni evermedim mi?
Atları ve develeri senin emrine vermedim mi?
Ben seni bıraktım da sen kavmine baş olup vergi almadın mı?
Kul : Evet! diyecek.
Allah soracak : Günün birinde bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?
Kul : Hayır! diyecek.
Allah : Sen Beni vaktiyle unuttuğun gibi, Ben de seni unutuyorum! buyuracak.
Ondan sonra Allah bir üçüncüsünü karşısına alacak ve ona da yukarıdaki sözlerin benzerini söyleyecek.
Sonunda bu kimse :
Yâ Rabbî, ben Sana, kitabına, peygamberine îman etmiş, namaz kılmış, oruç tutmuş ve sadaka vermiştim! diyecek
Ve gücünün yettiği kadar Allah'ı hayırla senâ edecek.
Bunun üzerine Allah :
Öyleyse sen şurada dur! buyuracak.
Bundan sonra o kula :
Şimdi senin aleyhine şâhidimizi getirelim! buyrulacak.
O kimse kendi kendine :
Benim aleyhimde şâhidlik yapacak olan kimdir acaba? diye düşünecek.
Derken, o kulun ağzı mühürlenecek ve onu uyluğuna, etine ve kemiklerine hitaben :
Konuş! denecek.
Bu emir üzerine onun uyluğu, eti ve kemikleri ameli hakkında konuşacaklar.
Bütün bunlar onun perîşan olmasına* yol açacak.
İşte bu üçüncü kul, münâfıktır.
Bu kimse, Allah'ın kendisine kızacağı kimsedir!
(Müslim, Ebû Hureyre'den nakleder. Ebû Hureyre (radiyallahu anhu) şöyle dedi: Sahâbe: Yâ Resûlullah Rabbimizi görecek miyiz? diye sorunca o, rü'yet hadîsini zikretti ve bu hadîsi serdetti.)
(Müslim, Zühd, 16)
* "El yevme nahtimü ala efvahihim ve tükellimüna eydihim ve teşhedü ercülühüm bima kanu yeksibun. : Bugün ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayaklar şahitlik eder." (Yâsîn, 36/65)
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
Bu, ilâhî hadîslerin yüz birincisi olup kitap onunla son bulmaktadır.
21. HADÎS (101. HADÎS) :
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
Yüce Allah cennet ehline cennette şöyle buyuracak :
Şüphesiz Ben çok cömert, zengin, muktedir, emîn ve sadık olan Allahım! Burası sizi oturttuğum evim ve size helal kıldığım cennetimdir.
Size gösterdiğim kendimdir.
İşte benim hayat ve bereket dolu Elim ki, açıktır ve size uzanmış durumdadır, sizden onu geri çekmem.
Ben size nazar ediyorum, gözümü sizden çevirmem.
Dilediğiniz ve arzu ettiğinizi Benden isteyiniz!
Zîrâ Ben kendimi size yakın hissettirdim!
Sizin yakınınız (enîs) ve arkadaşınızım (celîs).
Bundan sonra ihtiyaç duyma ve yoksulluk yoktur.
Artık ebediyyen korku, sefâlet, öfke, sıkıntı, değişiklik de söz konusu değildir.
Ebediyyet nîmeti sizi kaplamıştır.
Sizler emniyettesiniz, burada sürekli kalıcı ve durucusunuz!
Nîmet ve ikrama mazharsınız.
Sizler bana itâat etmiş ve yasaklarımdan sakınmış olan seçkin ve ulu kişilersiniz.
İhtiyaçlarınızı Bana bildiriniz ki onları cömertçe ve bol bol yerine getireyim!
Bunun üzerine cennet ehli şöyle diyecek :
İstek ve arzumuz bu değildir.
Senden dileğimiz, sonsuza kadar Senin mübârek Yüzüne bakmamız ve Senin bizlerden râzı olmandır!
Yücelerin yücesi, mülkün sahibi, cömert ve kerem dolu olan Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyuracak :
İşte, size ebediyyen açık olan yüzüm (cemâlim)!
Sevininiz, çünkü sizden hoşnudum!
Keyifleniniz, eşlerinize gidiniz, onlarla kucaklaşınız ve sevişiniz!
Câriyelerinize gidiniz ve onlarla şakalaşınız!
Odalarınıza giriniz!
Bahçelerinizde gezininiz!
Hayvanlarınıza bininiz!
Döşeklerinize uzanınız!
Cennetteki halayık ve câriyelerinizle yakınlık içinde olunuz!
Rabbinizin hediyelerini kabul ediniz!
Elbiselerinizi giyiniz!
Meclislerinize geliniz, sohbet ediniz!
Sonra -orada uyku ve meşakkat söz konusu değilse de- koyu bir gölgelik ve sükunet verici bir asudelikte, Celîle komşu olmanın huzûru içinde öğle istirahatine çekiliniz!
Daha sonra Kevser ve Kâfûr Irmağına, Temiz Suya, Tesnîm Suyuna, Selsebîl Suyuna, Zencebîl Suyuna gidiniz; orada yıkanınız ve onlardan zevk alınız!
Sizin için ne hoş bir hayat ve ne iyi bir dönüş yeridir! (Ra'd l3/29)
Sonra gidiniz, yeşil yastıklara ve harikulâde işlemeli yaygılara (Rahmân, 55/76) yaslanınız, uzayıp giden gölgeler altındaki yüksek döşeklere uzanınız ki onların kenarlarında çağlayarak akan sular, bitip tükenmeyen ve serbestçe alımp yenen bol meyveler vardır. (Vâkıa, 56/29-33)
Daha sonra Resûlullah şu âyeti okudu :
Doğrusu bugün cennetlikler eğlence ile meşguldürler.
Onlar ve eşleri, gölgeliklerde tahtlar üzerine yaslanmışlardır.
Orada onlar için meyveler vardır ve her istedikleri onlarınndır. (Yâsîn,36/55-58)
En sonunda şu âyeti okudu :
O gün cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir. (Furkan, 25/24)
(Bu hadîsi H:599/1202) senesi Cumâde'l-âhiresinde Harem-i Şerifte Kabe-i Mükerreme karşısında, defalarca karşılıklı birbirimize okuyup dinlemek sûretiyle bana öğreten kimse,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in amcası Abbas soyundan gelen eş-Şeyh el-İmam eş-Şerif muhaddis Ebû Muhammed Yunus b. Yahya b. Ebi'l-Berekât b. Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. Hamza b. İsmâil b. İsâ b. Mûsâ ibn Mûsâ ibn Muhammed b. Ali b. Abdillah b. Abbas'tır.
O da el-Kadı Ebi'l-Fadl Muhammed b. Ömer b. Yusuf el-Ermevî'den ...den, Abdullah b. Mes'ud (radiyallahu anhu)'den nakleder.
O da Ali'den Mevâkıfü'l-Kıyâme hadîsinde nihâyet Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan, naklettiğimiz üzere Allah'ın cennet ehline hitabı hadîsini zikretti.)
Mişkâtü'l-Envar isimli, Yüce Allah'tan rivâyet edilen haberlerden oluşan kitap tamamlandı ve üçüncü bölüm de nihâyete erdi.
Böylece kitap 599/1202 senesi cumâde'l-âhire ayının otuzuncu pazartesi günü öğle vaktinde Mekke'de Harem-i Şerif te sona erdi.
Müellifi olan Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Arabî et-Taî el-Hatimî'nin hattıyla yazıldı.
Allah onu okuyacak ve yazarına duâ edecek olana rahmet etsin!
Allah'ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed'e, âilesine ve ashâbına olsun!
Ey benim güvendiğim!
Ey benim ümidim!
İşimi hayırla sonuçlandır!..
MUHİDDİN-İ ARABÎ - MİŞKÂTÜL ENVÂR
21. HADÎS (101. HADÎS) :
... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
Yüce Allah cennet ehline cennette şöyle buyuracak :
Şüphesiz Ben çok cömert, zengin, muktedir, emîn ve sadık olan Allahım! Burası sizi oturttuğum evim ve size helal kıldığım cennetimdir.
Size gösterdiğim kendimdir.
İşte benim hayat ve bereket dolu Elim ki, açıktır ve size uzanmış durumdadır, sizden onu geri çekmem.
Ben size nazar ediyorum, gözümü sizden çevirmem.
Dilediğiniz ve arzu ettiğinizi Benden isteyiniz!
Zîrâ Ben kendimi size yakın hissettirdim!
Sizin yakınınız (enîs) ve arkadaşınızım (celîs).
Bundan sonra ihtiyaç duyma ve yoksulluk yoktur.
Artık ebediyyen korku, sefâlet, öfke, sıkıntı, değişiklik de söz konusu değildir.
Ebediyyet nîmeti sizi kaplamıştır.
Sizler emniyettesiniz, burada sürekli kalıcı ve durucusunuz!
Nîmet ve ikrama mazharsınız.
Sizler bana itâat etmiş ve yasaklarımdan sakınmış olan seçkin ve ulu kişilersiniz.
İhtiyaçlarınızı Bana bildiriniz ki onları cömertçe ve bol bol yerine getireyim!
Bunun üzerine cennet ehli şöyle diyecek :
İstek ve arzumuz bu değildir.
Senden dileğimiz, sonsuza kadar Senin mübârek Yüzüne bakmamız ve Senin bizlerden râzı olmandır!
Yücelerin yücesi, mülkün sahibi, cömert ve kerem dolu olan Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyuracak :
İşte, size ebediyyen açık olan yüzüm (cemâlim)!
Sevininiz, çünkü sizden hoşnudum!
Keyifleniniz, eşlerinize gidiniz, onlarla kucaklaşınız ve sevişiniz!
Câriyelerinize gidiniz ve onlarla şakalaşınız!
Odalarınıza giriniz!
Bahçelerinizde gezininiz!
Hayvanlarınıza bininiz!
Döşeklerinize uzanınız!
Cennetteki halayık ve câriyelerinizle yakınlık içinde olunuz!
Rabbinizin hediyelerini kabul ediniz!
Elbiselerinizi giyiniz!
Meclislerinize geliniz, sohbet ediniz!
Sonra -orada uyku ve meşakkat söz konusu değilse de- koyu bir gölgelik ve sükunet verici bir asudelikte, Celîle komşu olmanın huzûru içinde öğle istirahatine çekiliniz!
Daha sonra Kevser ve Kâfûr Irmağına, Temiz Suya, Tesnîm Suyuna, Selsebîl Suyuna, Zencebîl Suyuna gidiniz; orada yıkanınız ve onlardan zevk alınız!
Sizin için ne hoş bir hayat ve ne iyi bir dönüş yeridir! (Ra'd l3/29)
Sonra gidiniz, yeşil yastıklara ve harikulâde işlemeli yaygılara (Rahmân, 55/76) yaslanınız, uzayıp giden gölgeler altındaki yüksek döşeklere uzanınız ki onların kenarlarında çağlayarak akan sular, bitip tükenmeyen ve serbestçe alımp yenen bol meyveler vardır. (Vâkıa, 56/29-33)
Daha sonra Resûlullah şu âyeti okudu :
Doğrusu bugün cennetlikler eğlence ile meşguldürler.
Onlar ve eşleri, gölgeliklerde tahtlar üzerine yaslanmışlardır.
Orada onlar için meyveler vardır ve her istedikleri onlarınndır. (Yâsîn,36/55-58)
En sonunda şu âyeti okudu :
O gün cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir. (Furkan, 25/24)
(Bu hadîsi H:599/1202) senesi Cumâde'l-âhiresinde Harem-i Şerifte Kabe-i Mükerreme karşısında, defalarca karşılıklı birbirimize okuyup dinlemek sûretiyle bana öğreten kimse,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in amcası Abbas soyundan gelen eş-Şeyh el-İmam eş-Şerif muhaddis Ebû Muhammed Yunus b. Yahya b. Ebi'l-Berekât b. Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. Hamza b. İsmâil b. İsâ b. Mûsâ ibn Mûsâ ibn Muhammed b. Ali b. Abdillah b. Abbas'tır.
O da el-Kadı Ebi'l-Fadl Muhammed b. Ömer b. Yusuf el-Ermevî'den ...den, Abdullah b. Mes'ud (radiyallahu anhu)'den nakleder.
O da Ali'den Mevâkıfü'l-Kıyâme hadîsinde nihâyet Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan, naklettiğimiz üzere Allah'ın cennet ehline hitabı hadîsini zikretti.)
Mişkâtü'l-Envar isimli, Yüce Allah'tan rivâyet edilen haberlerden oluşan kitap tamamlandı ve üçüncü bölüm de nihâyete erdi.
Böylece kitap 599/1202 senesi cumâde'l-âhire ayının otuzuncu pazartesi günü öğle vaktinde Mekke'de Harem-i Şerif te sona erdi.
Müellifi olan Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Arabî et-Taî el-Hatimî'nin hattıyla yazıldı.
Allah onu okuyacak ve yazarına duâ edecek olana rahmet etsin!
Allah'ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed'e, âilesine ve ashâbına olsun!
Ey benim güvendiğim!
Ey benim ümidim!
İşimi hayırla sonuçlandır!..
MUHİDDİN-İ ARABÎ - MİŞKÂTÜL ENVÂR
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
KUDSÎ HADÎS NEDİR?
KUDSÎ HADÎS HAKKINDA KISA BİLGİ
Yazan : Muhammed Valsan
İlâhî ve Rabbânî Hadîs diye de anılan Kudsî Hadîs, Nebevî Hadîsten, söz içerisinde ilâhî kelâm ihtiva etmesiyle ayrılır. (1)
(1) Burada vereceğimiz mâlûmatın büyük bir bölümü Muhammed Cemâlüddîn el-Kassımînin (ö. 1334/1914) Kavâidü't-Tahdîs adlı eserinden alınmıştır.
Kudsî hadîsin belirgin özelliği, Allah'ın dâimâ doğrudan doğruya birinci şahıs olarak hitab etmesidir.
Üslup olarak, ekseriyetle kendisiyle kulu veya kulları arasında cereyan eden bir karşılıklı konuşma tarzı hâkimdir ki, burada söz konusu muhataplar Hz. Peygamber, insanlar ve meleklerdir. (2)
(2) Birinci Şahıs tarzında kullanış Kurân'da da vardır.
Mesela: Artık Beni anın, Ben de sizi anayım... (Bakara, 21152).
Fakat bu tarz nâdir olarak görülür.
Mahlûkata hitap dolaylı ifâde yoluyla daha sıktır.
Kudsî hadîsle ilgili mükemmel hemen hiçbir araştırma yapılmış değildir. Bulunabilen açıklamaların ekserîsi, iki veya üç terimin karşılaştırılmasına inhisâr etmektedir.
Bunlar da:
Kurân ve Kudsî hadîs veya Kurân, Kudsî hadîs, Nebevî hadis mukayesesidir.
Kudsî hadîse bir ara statü kaderi biçen bu davranış, umumi mânâsıyle Hadîs'te bulunmayan, Kurân'ın mânevî tasarruf ve te'sir vasfını gözler önüne sermeye îtina eder.
Gerçekten Kurân bütün metafizik, kozmolojik, tasavvufi, dîni, bâtınî ve zâhiri ilimler ile birlikte, bunlara tekabül eden bütün mânevî tesir vasıtalarını... (3) ihtiva eder.
(3) Krş. Michel Valsan, Etudes Traditionnelles, no. 406, 407, 408, s.
150'deki açıklama.
Namazda mukaddes kitaptan bir bölüm okumak da bu ibâdetin kabulü ve müessiriyeti için vaz geçilmez şarttır.
Kurân'dan okunacak her harfin on hayırlı iş gerçekleştirmeye denk olduğu (*) söylenir.
Mü'min Kurân'a karşı edeb kurallarına riâyet etmek mecburiyetindedir ve abdestli değilse (**) onu okuyamaz veya elle dokunamaz.
Kurân'ın telmihte bulunduğu konular bir hikaye tarzında anlatılamaz.
İbn Hanbel'e göre onun kopyalarını ticaret metâı hâline getirmek yasaktır (***) Kudsî hadîse gelince,
onun bütün bu hususlarla bir ilgisi yoktur. O hâlde namazda kıraat olarak okunamaz ve hatta bu, namazı bozar. Şu da ilâve edilebilir: Kudsî hadîse karşı gelen bir kimse, kendisini sâdece onun ihtiva ettiği lfttuflardan mahrum bırakmış olur. Fakat Kurân için söz konusu olduğu gibi, küfürle itham edilemez (4)
(*) Krş. (Tirmizî, Fadailü'l-Kurân, 16; Abdullah Aydemir, Kurân-ı Kerîm'in Fazîletleri, 204, İzmir 1981. (M. Demirci)
(**) Ulemânın çoğuna göre (M. Demirci).
(***) Ahmed b. Hanbel mushaf satışını hoş karşılamaınışsa da, onu satın almaya izin vermiştir. Bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 178, Beyrut 1405/1985. (M. Demirci).
(4) K-F-R silmek, örtrnek, gizlemek mânâlarına gelir. Dînî anlamda ise Allah'ı inkâr ve daha umümî olarak ise îmansızlık demektir.
İki tip ilâhî kelâmı iyi ayırt edebilmek bakımından;
Kudsî hadîs için kullanılan tabir (farklı söyleyişler de olmakla beraber) şudur:
Resûlullah, Rabbinden rivâyet ettiği sözlerinde şöyle buyurdu..
Kurân'a mahsus olan tabir ise:
Allah buyurdu şeklindedir.
Kurân Cebrâil vasıtasıyle indi.
Genel bir kaide teşkil etmemekle beraber, bazılarına göre kudsî hadîs vâkıası da böyledir.
Daha doğrusu Hz. Peygamber'in ifâde ettiği ve kudsî diye isim
lendirilen sözlerin, kendisine uyku hâlinde iken veya ilham yoluyla ilkâ olunduğu konusunda görüş ittifâkı mevcûttur (5).
(5) Burada ilkâ tarzı ile ilgili mesele ele alınmış olduğuna göre, Mi'rac gecesi boyunca, Resûlullah'a semâya yükselişi sırasında kudsî hadîslerin il
ham edildiği şeklinde dile getirilen görüşe de işâret etmek gerekir.
Kudsî hadîsle Kurân'ı temelden ayıran farkı anlamak için, Kurân'ın sözü edilen mânevî tasarruf ve te'sir (operatif) dediğimiz yüksek vasfına tekrar dönmek gerekir.
Bu mukaddes yapısıyla Kurân el-İmamü'l-mübin'den başkası olmayan tabi at üstü modelin gerçekten âşikâr bir görünümüdür.
Bu da onun kadîm (6) ve mu'ciz olduğunu izâha kâfîdir.
Hatta onun Kurân ismi (ki her şeyden önce okuma demektir), Kurân'ın bölümleri için kullanılan sûre (nişan) ve âyet (işaret, mûcize) kelimeleri, bu eşsiz ve mûcizevî vasıf üzerinde ısrârı tamamen haklı gösterir.
(6) Kadîm terimi (ki, eski, ezelî demektir), ortaya çıkan, vukû bulan, beklenmeyen kaza gibi birden bire meydana gelen mânâsındaki H-D-S kö
künden gelen hadîs'in zıddıdır.
Kurân için ileri sürülen târifler bu köke zıt şekilde verilmiştir.
Meselâ Ebû Bekr Muhammed b. İshâk el-Keılâbâzî (380/990 veya 384/994)'nin Kitâbü't-Taarruf li Mezheb-i ehli't-Tasavvuf adlı kitabında şunlar yer alır:
Mutasavvûflar Kurân'ın hakiki anlamıyla Allah'ın kelâmı olduğu konusunda ittifâk etmişlerdir.
O'nun kelâmı yaratılmış, sonradan olmuş (muhdes) ve bilâhare meydana çıkmış (hades) değildir.
Nasıl ki Allah'ı kalblerimizle biliyor, dillerimizle zikrediyor, câmilerimizi mekân edinmediği hâlde orada kendisine ibâdet ediyorsak, Kurân'ı da dillerimizle okuyor, mushaflarımıza yazıyor, hâfızalarımızı mekân edinmediği hâlde orada muhâfaza ediyoruz.
Sûfîler Kurân'ın cisim, cevher ve araz olmadığı husüsunda ittifâk etmişlerdir.
(Bkz, et-Taarruf, 54, tahkik, Mahmud Emîn en-Nevâvî, Kâhire 138811969: aynı eser, çev. S. Uludağ (Doğuş Devrinde Tasavvuf, s. 67, İstanbul 1979. M, Demirci)
Kudsî hadîs konusunu işleyen yazarlar, onun mânâsının Allah'tan geldiğini, lâfzının ise Hz. Peygamber'e âit olduğunu ifâde ederler. (7)
(7) Cürcânî (816/1413) Tâ'rîfât'ında kısa bir târiften sonra şöyle der: ..... Kurân, kudsî hadîsten üstündür, çünkü onun (sâdece mânâsı değil) lâfzı da vahiy mahsülüdür.
Kudsî hadîs değişmez yapıda olmadığı gibi, on'un metni büyüleyici ve zikri (incantatoire) bir role sâhib değildir.
Bu da, bir takım farklı metin ve müteradif ifâdelerin zuhûrunu açıklar.
Hâlbuki Kurân âyetleri için farklı metin ve müteradif ifâde tamamen imkân dışıdır.
Onda sâdece bazı farklı okunuşlar söz konusudur. (8)
(8) Bu vesîle ile şu da söylenebilir:
İbn Arabî'nin sık sık kullandığı harfler ve sayılar ilmi gibi ilimlerin, Kurân'da dâimâ uygulama imkânı vardır.
Farklı okuyuşlar, umûmiyetle harflerin ne sayı değerlerini, ne de şekillerini değiştirecek bir mâhiyet arzetmemektedir.
Şimdi Kavâidü't-Tahdîs (9) isimli eserin daha öğretici bir bölümünün tercümesini sunmak istiyoruz.
Yazar burada bize, üstâd Abdül Azîz ed-Debbağ ile öğrencisi Ahmed b. el-Mübârek (10) arasında geçen, Kurân, kudsî hadîs ve nebevî hadîs
arasındaki mevcût farkları anlatan bir muhâvereyi nakleder.
Tercümemiz metnin hemen hemen tamâmını ifâde ediyor; sâdece bir kaç tekrara yer verilmemiştir.
Zîrâ şifâhen söylenirken faydalı iseler de onlar, yararlı bazı şeyler ilâve etmeksizin, Fransızca metni ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyacaklardı. (*)
(9) Burada vereceğimiz mâlûmatın büyük bir bölümü Muhammed Cemâlüddîn el-Kassımînin (ö. 1334/1914) Kavâidü't-Tahdîs adlı eserinden alınmıştır.
(10) Ahmed b. el-Mubârek es-Sicilmâsî (1156/1713).
(*) Türkçe tercümeyi doğrudan metnin Arapça aslından yaptık.
Bkz. Muhammed Cemâlüddîn el-Kasimî, Kavâidü't-Tahdîs Min Fünûn-i Mustalahı'l-Hadîs, tahkik, Muhammed Behcetü'l-Beytar, s. 66-69, Mısır, 1390/1961. Krş. Abdül Azîz ed-Debbâğ, el-İbrîz, s. 34-36, Kâhire 1356 (M. Demirci).
Aşağıda göreceğimiz gibi, nûrlarla ilgili bir sembolizm vâsıtasıyledir ki, bu Şeyh, Resûlullah'a âit üç tip vahyi belirleyen temel unsurları ortaya çıkaracak ve açıklamaları geliştirecektir.
* * *
Kurân, kudsî hadîs ve hadîs arasında ne fark olduğunu üstâd Abdül Azîz ed-Debbâğa sordum.
Şöyle cevap verdi:
Her ne kadar bunların üçü de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ağzından çıkıyor ve onun nûrlarından bir nûr taşıyorsa da, aralarındaki
fark şudur:
Kurândaki nûr kadîmdir, Allah Teâlâ'nın Zâtındandır, çünkü Allah kelâmı kadîmdir.
Kudsî hadîsteki nûr Resûlullahın rûhundandır; ve bu, Kurân nûrunun bir misli değildir.
Çünkü Kurân nûru kadîm, bu nûr ise kadîm değildir.
Kudsî olmayan hadîsteki nûr ise Resûlullahın zâtındandır.
O hâlde bu üç nûr kaynak bakımından farklılık arz eder.
Kurânın nûru Hakkın Zâtından,
Kudsî hadîsin nûru Resûlullahın rûhundan,
Kudsî olmayan hadîsin nûru ise Resûlullahın zâtındandır.
Ona: Rûhun nûru ile Zâtın nûru arasındaki fark nedir? diye sordum. Cevabı şöyle oldu:
Hz. Peygamber'in zâtı topraktan yaratılmıştır, diğer kullar da topraktan yaratılmıştır.
Ruh ise Mele-i a'lâ'dandır.
Melei a'lâ, Hak Teâlâ'yı en iyi bilenlerdir.
Her bir şey kendi aslını özler.
Ruhun nûru Hak Teâlâ'ya, zâtın nûru ise mahlûkata bağlıdır.
Bu bakımdan Allah'a bağlı olan kudsî hadîslerde şu vasıflar görülür:
Onlar Allah'ın azametini ve rahmetini ortaya koyarlar,
O'nun saltanatının genişliği ve bağışının çokluğuna dikkati çekerler. Mesela birinciye âit bir kudsî hadîs şöyledir:
Ey kullarım, şâyet sizin evvelîniz, âhiriniz, insanınız ve cinniniz... (*)
(*) Burada 1 numaralı hadîs
İkinciye âit örnek ise şu olabilir:
Salih kullarım için öyle nîmetler hazırladım ki... (**)
(**) Burada 21 numaralı hadîs
Üçüncünün örneği şudur:
Allah'ın eli doludur, harcamak onu eksiltmez, o gece ve gündüz dâimâ akar...
(Buhârî, Tersir, II; Tecrîd terc. XI, 113)
Bunlar Hak Teâlâ'daki ruh ilimlerindendir.
Kudsî olmayan hadîsler ise böyle değildir.
Onlarda şehirlerin ve insanların düzeltilmesinden söz edilir, helal ve haram üzerinde durulur, cezâ ve mükafat hatırlatılır, emirlere uymaya teşvik edilir.
Bunlar üstâdın sözlerinden anlayabildiklerimdir.
Onun işâret ettiği mânâların tamamını hakkıyla naklettiğimi söylemem zordur.
Kudsî hadîs Allah kelâmı mıdır, değil midir? diye sordum.
O, Allah kelâmı değildir, sâdece Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in sözüdür. dedi.
Şöyle sordu:
O hâlde kudsî hadîs niçin Allah'a izâfe edilir?
Ona Kudsî hadîs denir, Rabbinden rivâyet ettiği üzere denir.
Eğer Hz. Peygamber'in sözü ise onlardaki zamirleri ne yapacağız?
Mesela: Ey kullarım, şâyet evvelîniz ve âhiriniz...,
Salih kullarım için... hazırladım.,
Kullarımdan kimi Bana mü'min, kimi kâfir olarak sabahı etti...
(Müslim, Îman, 125; Buhârî, Ezan, 156; Tecrîd terc., II, 919)
Hadîslerindeki zamirler Allah'a âittir.
Demek ki her ne kadar lâfızlarında icâz yoksa da kudsî hadîsler Allah sözüdür, öyle değil mi?
Bu defa üstâd şöyle cevap verdi:
Allah'tan gelen nûrlar Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in üzerine yağar ve husûsî bir müşâhede hâsıl olur.
Bu müşâhede devâmlı olur ve bu sırada nûrlarla birlikte Hakk'ın kelâmını işitir veya kendisine melek gelirse işte bu Kurândır.
Kelâmı işitmez ve kendisine melek de gelmezse, işte bu Kudsî hadîs vakti demektir.
Bu durumda Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi konuşur ve o sırada sâdece Rubûbiyet ve onu tâzim ederek, onun şânını zikrederek kelâmda bulunur.
Bu sözün Hak Teâlâ'ya izâfe edilmesi, işlerin birbirine karıştığı bu müşâhede ânının bir gereğidir; öyle ki o ânda gayb şehâdete, bâtın zâhire rücû eder ve söz Allah'a izâfe edilir.
Neticede Rabbânî hadîs denir,
Yüce Rabbinden rivâyet ettiği üzere.. denir.
Zamirler meselesi şöyle açıklanabilir: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadîslerde Cenâb-ı Hak'tan hâl diliyle müşâhede ettiği şeyleri ağzından bize hikâye yoluyla nakletmektedir.
Kudsî olmayan hadîslere gelince, onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in zâtında mevcûd ve ondan hiç ayrılmayan nûr sâyesinde ortaya çıkar.
Yüce Allah nasıl ki güneşin cismine maddî nûrlar vermişse,
Hz. Peygamber'in zâtına da Hak nûrları ihsân etmiştir.
Işık güneşin ayrılmaz bir parçası olduğu gibi, o mübârek zât için de bu nûr öyledir.
Başka bir defa üstâd şöyle dedi:
Ateşli hastalığa yakalanan ve bu hâli devâm eden birisini düşünelim. Farzedelim ki, ateşi bâzan çok yükselsin ve şuûrunu kaybederek ne söylediğini bilmez hâle gelsin.
Bâzan da ateşi yüksek olmakla beraber, şuûrunu kaybetmemiş olsun ve ne söylediğinin farkında bulunsun.
Bu hastanın ateşi için üç durum söz konusudur.
Şöyle ki:
Ateş normal ölçüde olabilir,
Hastanın şuûrunu kaybettirecek kadar yüksek olabilir,
Yüksek olmakla beraber şuûrunu kaybettirmez.
Hz. Peygamber'in zâtındaki nûrlar da böyledir:
Nûr belli ölçüde olursa, o vakit onun sözü kudsî olmayan hadîs mahiyetindedir.
Nûr parıldar ve Hz. Peygamber'in zâtını bilinen hâlinden çıkaracak derecede istîlâ ederse, o sırada ondan sâdır olan söz Allah kelâmıdır; Kendisine Kurân'ın nüzûlü sırasında Hz. Peygamber'in vaziyeti böyle olur. Nûrlar parıldar, fakat Hz. Peygamber'i tabiî hâlinden çıkarmazsa, bu durumda iken ondan sâdır olan söz Kudsî hadîs olur.
Bir keresinde de şöyle dedi:
Hz. Peygamber Efendimiz konuştuğu vakit, söz ağzından ihtiyârı dışında çıkarsa bu Kurândır.
Söz ihtiyârıyla olur, fakat o sırada her zamankinden farklı bir nûrun parıldaması söz konusu olursa, bu Kudsî hadîstir.
Dâimî olarak mevcûd nûrla konuşursa, bu da kudsî olmayan hadîstir. Aslında Hz. Peygamber'in sözü için, hep Hakk'ın nûrları ile beraber olmak söz konusudur.
Onun bütün konuştukları kendisine vahyedilmiş şeylerdi. (Necm, 53/3-4) Nûrların hâllerinin farklı olmasından dolayı üç kısma ayrıldı.
Gene de en iyisini Allah bilir.
Seyyid Ahmed b. el-Mübârek şöyle diyor:
Bu fevkalâde güzel bir izâh.
Fakat, kudsî hadîsin Allah kelâmı olmadığına dâir delil nedir?
Üstâd:
Allah kelâmı gizli kalmaz dedi.
Keşif yoluyla mı? dedim.
Keşifle veya keşifsiz. Akıl sâhibi olan herkes, Kurân'ı dikkatle dinler, sonra da başka bir sözü dinlerse, kesin olarak aradaki farkı anlar.
Sahâbe (radiyallahu anhum) insanların en akıllıları idiler.
Onlar atalarının dînini, Allah kelâmını açıkça işitince terk ettiler.
Hz. Peygamber'in tebliğleri, sâdece kudsî hadîse benzeyen sözlerden ibâret olsa idi hiç kimse îman etmezdi.
Onun önünde boyunların eğilmesini sağlayan, Hak Teâlâ'nın kelâmı olan Kurân-ı Kerîm'dir.
Şöyle sordum:
Ashâb, Kurân'ın Allah kelâmı olduğunu nasıl bildiler?
Onlar putlara tapıyorlardı ve Allah'ı evvelce, sözünü ayırd edebilecek ölçüde tanımıyorlardı.
Son nokta olarak anladıkları, bunun beşer tâkatinin üstünde bir şey olduğudur ki, meselâ meleklerden de gelmiş olabilirdi?
Üstad cevap verdi:
Kurân'ı dinleyen ve mânâsını kalbinde duyan herkes kesin olarak bilir ki Yüce Rabb'in kelâmıdır!
Ondaki azamet ve satvet ancak ilâhî ve Rabbânî olabilir.
Akıllı ve zekî kimse önce bir hükümdârın sözünü dinlese, sonra da onun halkının sözünü dinlese hükümdârın sözünde farklı bir üslûp görür.
Hatta bu kimse kör birisi olsa, aralarında bir hükümdârın da bulunduğu ve sırasıyla konuşmakta olan bir topluluğun üzerine gelse, bu durumda bile şüpheye mahal olmayacak şekilde, hükümdârın sözünü başkalarınınkinden ayırd edebilir.
Bu hükümdâr nihâyet sonradan yaratılmış bir varlıktır.
Kadîm olan Allah'ın sözünün te'sirini varın siz hesap edin!
Sahâbe (radiyallahu anhum) Yüce Rabb'lerini Kurân'la bildiler,
O'nun sıfatlarını ve rubûbiyetinin hakkı olan şânını onun vâsıtasıyla anladılar.
Böylece Kurân'ı dinlemek, sahâbeye Allah hakkında âdetâ gözle görürcesine kat'î bilgi sahibi olmayı sağlamış oldu.
Nihâyet Allah'la celîs (yakın arkadaş) hâline geldiler.
Bir kimsenin yakın arkadaşının kendisine gizli si saklısı olur mu?
KUDSÎ HADÎS HAKKINDA KISA BİLGİ
Yazan : Muhammed Valsan
İlâhî ve Rabbânî Hadîs diye de anılan Kudsî Hadîs, Nebevî Hadîsten, söz içerisinde ilâhî kelâm ihtiva etmesiyle ayrılır. (1)
(1) Burada vereceğimiz mâlûmatın büyük bir bölümü Muhammed Cemâlüddîn el-Kassımînin (ö. 1334/1914) Kavâidü't-Tahdîs adlı eserinden alınmıştır.
Kudsî hadîsin belirgin özelliği, Allah'ın dâimâ doğrudan doğruya birinci şahıs olarak hitab etmesidir.
Üslup olarak, ekseriyetle kendisiyle kulu veya kulları arasında cereyan eden bir karşılıklı konuşma tarzı hâkimdir ki, burada söz konusu muhataplar Hz. Peygamber, insanlar ve meleklerdir. (2)
(2) Birinci Şahıs tarzında kullanış Kurân'da da vardır.
Mesela: Artık Beni anın, Ben de sizi anayım... (Bakara, 21152).
Fakat bu tarz nâdir olarak görülür.
Mahlûkata hitap dolaylı ifâde yoluyla daha sıktır.
Kudsî hadîsle ilgili mükemmel hemen hiçbir araştırma yapılmış değildir. Bulunabilen açıklamaların ekserîsi, iki veya üç terimin karşılaştırılmasına inhisâr etmektedir.
Bunlar da:
Kurân ve Kudsî hadîs veya Kurân, Kudsî hadîs, Nebevî hadis mukayesesidir.
Kudsî hadîse bir ara statü kaderi biçen bu davranış, umumi mânâsıyle Hadîs'te bulunmayan, Kurân'ın mânevî tasarruf ve te'sir vasfını gözler önüne sermeye îtina eder.
Gerçekten Kurân bütün metafizik, kozmolojik, tasavvufi, dîni, bâtınî ve zâhiri ilimler ile birlikte, bunlara tekabül eden bütün mânevî tesir vasıtalarını... (3) ihtiva eder.
(3) Krş. Michel Valsan, Etudes Traditionnelles, no. 406, 407, 408, s.
150'deki açıklama.
Namazda mukaddes kitaptan bir bölüm okumak da bu ibâdetin kabulü ve müessiriyeti için vaz geçilmez şarttır.
Kurân'dan okunacak her harfin on hayırlı iş gerçekleştirmeye denk olduğu (*) söylenir.
Mü'min Kurân'a karşı edeb kurallarına riâyet etmek mecburiyetindedir ve abdestli değilse (**) onu okuyamaz veya elle dokunamaz.
Kurân'ın telmihte bulunduğu konular bir hikaye tarzında anlatılamaz.
İbn Hanbel'e göre onun kopyalarını ticaret metâı hâline getirmek yasaktır (***) Kudsî hadîse gelince,
onun bütün bu hususlarla bir ilgisi yoktur. O hâlde namazda kıraat olarak okunamaz ve hatta bu, namazı bozar. Şu da ilâve edilebilir: Kudsî hadîse karşı gelen bir kimse, kendisini sâdece onun ihtiva ettiği lfttuflardan mahrum bırakmış olur. Fakat Kurân için söz konusu olduğu gibi, küfürle itham edilemez (4)
(*) Krş. (Tirmizî, Fadailü'l-Kurân, 16; Abdullah Aydemir, Kurân-ı Kerîm'in Fazîletleri, 204, İzmir 1981. (M. Demirci)
(**) Ulemânın çoğuna göre (M. Demirci).
(***) Ahmed b. Hanbel mushaf satışını hoş karşılamaınışsa da, onu satın almaya izin vermiştir. Bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 178, Beyrut 1405/1985. (M. Demirci).
(4) K-F-R silmek, örtrnek, gizlemek mânâlarına gelir. Dînî anlamda ise Allah'ı inkâr ve daha umümî olarak ise îmansızlık demektir.
İki tip ilâhî kelâmı iyi ayırt edebilmek bakımından;
Kudsî hadîs için kullanılan tabir (farklı söyleyişler de olmakla beraber) şudur:
Resûlullah, Rabbinden rivâyet ettiği sözlerinde şöyle buyurdu..
Kurân'a mahsus olan tabir ise:
Allah buyurdu şeklindedir.
Kurân Cebrâil vasıtasıyle indi.
Genel bir kaide teşkil etmemekle beraber, bazılarına göre kudsî hadîs vâkıası da böyledir.
Daha doğrusu Hz. Peygamber'in ifâde ettiği ve kudsî diye isim
lendirilen sözlerin, kendisine uyku hâlinde iken veya ilham yoluyla ilkâ olunduğu konusunda görüş ittifâkı mevcûttur (5).
(5) Burada ilkâ tarzı ile ilgili mesele ele alınmış olduğuna göre, Mi'rac gecesi boyunca, Resûlullah'a semâya yükselişi sırasında kudsî hadîslerin il
ham edildiği şeklinde dile getirilen görüşe de işâret etmek gerekir.
Kudsî hadîsle Kurân'ı temelden ayıran farkı anlamak için, Kurân'ın sözü edilen mânevî tasarruf ve te'sir (operatif) dediğimiz yüksek vasfına tekrar dönmek gerekir.
Bu mukaddes yapısıyla Kurân el-İmamü'l-mübin'den başkası olmayan tabi at üstü modelin gerçekten âşikâr bir görünümüdür.
Bu da onun kadîm (6) ve mu'ciz olduğunu izâha kâfîdir.
Hatta onun Kurân ismi (ki her şeyden önce okuma demektir), Kurân'ın bölümleri için kullanılan sûre (nişan) ve âyet (işaret, mûcize) kelimeleri, bu eşsiz ve mûcizevî vasıf üzerinde ısrârı tamamen haklı gösterir.
(6) Kadîm terimi (ki, eski, ezelî demektir), ortaya çıkan, vukû bulan, beklenmeyen kaza gibi birden bire meydana gelen mânâsındaki H-D-S kö
künden gelen hadîs'in zıddıdır.
Kurân için ileri sürülen târifler bu köke zıt şekilde verilmiştir.
Meselâ Ebû Bekr Muhammed b. İshâk el-Keılâbâzî (380/990 veya 384/994)'nin Kitâbü't-Taarruf li Mezheb-i ehli't-Tasavvuf adlı kitabında şunlar yer alır:
Mutasavvûflar Kurân'ın hakiki anlamıyla Allah'ın kelâmı olduğu konusunda ittifâk etmişlerdir.
O'nun kelâmı yaratılmış, sonradan olmuş (muhdes) ve bilâhare meydana çıkmış (hades) değildir.
Nasıl ki Allah'ı kalblerimizle biliyor, dillerimizle zikrediyor, câmilerimizi mekân edinmediği hâlde orada kendisine ibâdet ediyorsak, Kurân'ı da dillerimizle okuyor, mushaflarımıza yazıyor, hâfızalarımızı mekân edinmediği hâlde orada muhâfaza ediyoruz.
Sûfîler Kurân'ın cisim, cevher ve araz olmadığı husüsunda ittifâk etmişlerdir.
(Bkz, et-Taarruf, 54, tahkik, Mahmud Emîn en-Nevâvî, Kâhire 138811969: aynı eser, çev. S. Uludağ (Doğuş Devrinde Tasavvuf, s. 67, İstanbul 1979. M, Demirci)
Kudsî hadîs konusunu işleyen yazarlar, onun mânâsının Allah'tan geldiğini, lâfzının ise Hz. Peygamber'e âit olduğunu ifâde ederler. (7)
(7) Cürcânî (816/1413) Tâ'rîfât'ında kısa bir târiften sonra şöyle der: ..... Kurân, kudsî hadîsten üstündür, çünkü onun (sâdece mânâsı değil) lâfzı da vahiy mahsülüdür.
Kudsî hadîs değişmez yapıda olmadığı gibi, on'un metni büyüleyici ve zikri (incantatoire) bir role sâhib değildir.
Bu da, bir takım farklı metin ve müteradif ifâdelerin zuhûrunu açıklar.
Hâlbuki Kurân âyetleri için farklı metin ve müteradif ifâde tamamen imkân dışıdır.
Onda sâdece bazı farklı okunuşlar söz konusudur. (8)
(8) Bu vesîle ile şu da söylenebilir:
İbn Arabî'nin sık sık kullandığı harfler ve sayılar ilmi gibi ilimlerin, Kurân'da dâimâ uygulama imkânı vardır.
Farklı okuyuşlar, umûmiyetle harflerin ne sayı değerlerini, ne de şekillerini değiştirecek bir mâhiyet arzetmemektedir.
Şimdi Kavâidü't-Tahdîs (9) isimli eserin daha öğretici bir bölümünün tercümesini sunmak istiyoruz.
Yazar burada bize, üstâd Abdül Azîz ed-Debbağ ile öğrencisi Ahmed b. el-Mübârek (10) arasında geçen, Kurân, kudsî hadîs ve nebevî hadîs
arasındaki mevcût farkları anlatan bir muhâvereyi nakleder.
Tercümemiz metnin hemen hemen tamâmını ifâde ediyor; sâdece bir kaç tekrara yer verilmemiştir.
Zîrâ şifâhen söylenirken faydalı iseler de onlar, yararlı bazı şeyler ilâve etmeksizin, Fransızca metni ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyacaklardı. (*)
(9) Burada vereceğimiz mâlûmatın büyük bir bölümü Muhammed Cemâlüddîn el-Kassımînin (ö. 1334/1914) Kavâidü't-Tahdîs adlı eserinden alınmıştır.
(10) Ahmed b. el-Mubârek es-Sicilmâsî (1156/1713).
(*) Türkçe tercümeyi doğrudan metnin Arapça aslından yaptık.
Bkz. Muhammed Cemâlüddîn el-Kasimî, Kavâidü't-Tahdîs Min Fünûn-i Mustalahı'l-Hadîs, tahkik, Muhammed Behcetü'l-Beytar, s. 66-69, Mısır, 1390/1961. Krş. Abdül Azîz ed-Debbâğ, el-İbrîz, s. 34-36, Kâhire 1356 (M. Demirci).
Aşağıda göreceğimiz gibi, nûrlarla ilgili bir sembolizm vâsıtasıyledir ki, bu Şeyh, Resûlullah'a âit üç tip vahyi belirleyen temel unsurları ortaya çıkaracak ve açıklamaları geliştirecektir.
* * *
Kurân, kudsî hadîs ve hadîs arasında ne fark olduğunu üstâd Abdül Azîz ed-Debbâğa sordum.
Şöyle cevap verdi:
Her ne kadar bunların üçü de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ağzından çıkıyor ve onun nûrlarından bir nûr taşıyorsa da, aralarındaki
fark şudur:
Kurândaki nûr kadîmdir, Allah Teâlâ'nın Zâtındandır, çünkü Allah kelâmı kadîmdir.
Kudsî hadîsteki nûr Resûlullahın rûhundandır; ve bu, Kurân nûrunun bir misli değildir.
Çünkü Kurân nûru kadîm, bu nûr ise kadîm değildir.
Kudsî olmayan hadîsteki nûr ise Resûlullahın zâtındandır.
O hâlde bu üç nûr kaynak bakımından farklılık arz eder.
Kurânın nûru Hakkın Zâtından,
Kudsî hadîsin nûru Resûlullahın rûhundan,
Kudsî olmayan hadîsin nûru ise Resûlullahın zâtındandır.
Ona: Rûhun nûru ile Zâtın nûru arasındaki fark nedir? diye sordum. Cevabı şöyle oldu:
Hz. Peygamber'in zâtı topraktan yaratılmıştır, diğer kullar da topraktan yaratılmıştır.
Ruh ise Mele-i a'lâ'dandır.
Melei a'lâ, Hak Teâlâ'yı en iyi bilenlerdir.
Her bir şey kendi aslını özler.
Ruhun nûru Hak Teâlâ'ya, zâtın nûru ise mahlûkata bağlıdır.
Bu bakımdan Allah'a bağlı olan kudsî hadîslerde şu vasıflar görülür:
Onlar Allah'ın azametini ve rahmetini ortaya koyarlar,
O'nun saltanatının genişliği ve bağışının çokluğuna dikkati çekerler. Mesela birinciye âit bir kudsî hadîs şöyledir:
Ey kullarım, şâyet sizin evvelîniz, âhiriniz, insanınız ve cinniniz... (*)
(*) Burada 1 numaralı hadîs
İkinciye âit örnek ise şu olabilir:
Salih kullarım için öyle nîmetler hazırladım ki... (**)
(**) Burada 21 numaralı hadîs
Üçüncünün örneği şudur:
Allah'ın eli doludur, harcamak onu eksiltmez, o gece ve gündüz dâimâ akar...
(Buhârî, Tersir, II; Tecrîd terc. XI, 113)
Bunlar Hak Teâlâ'daki ruh ilimlerindendir.
Kudsî olmayan hadîsler ise böyle değildir.
Onlarda şehirlerin ve insanların düzeltilmesinden söz edilir, helal ve haram üzerinde durulur, cezâ ve mükafat hatırlatılır, emirlere uymaya teşvik edilir.
Bunlar üstâdın sözlerinden anlayabildiklerimdir.
Onun işâret ettiği mânâların tamamını hakkıyla naklettiğimi söylemem zordur.
Kudsî hadîs Allah kelâmı mıdır, değil midir? diye sordum.
O, Allah kelâmı değildir, sâdece Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in sözüdür. dedi.
Şöyle sordu:
O hâlde kudsî hadîs niçin Allah'a izâfe edilir?
Ona Kudsî hadîs denir, Rabbinden rivâyet ettiği üzere denir.
Eğer Hz. Peygamber'in sözü ise onlardaki zamirleri ne yapacağız?
Mesela: Ey kullarım, şâyet evvelîniz ve âhiriniz...,
Salih kullarım için... hazırladım.,
Kullarımdan kimi Bana mü'min, kimi kâfir olarak sabahı etti...
(Müslim, Îman, 125; Buhârî, Ezan, 156; Tecrîd terc., II, 919)
Hadîslerindeki zamirler Allah'a âittir.
Demek ki her ne kadar lâfızlarında icâz yoksa da kudsî hadîsler Allah sözüdür, öyle değil mi?
Bu defa üstâd şöyle cevap verdi:
Allah'tan gelen nûrlar Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in üzerine yağar ve husûsî bir müşâhede hâsıl olur.
Bu müşâhede devâmlı olur ve bu sırada nûrlarla birlikte Hakk'ın kelâmını işitir veya kendisine melek gelirse işte bu Kurândır.
Kelâmı işitmez ve kendisine melek de gelmezse, işte bu Kudsî hadîs vakti demektir.
Bu durumda Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi konuşur ve o sırada sâdece Rubûbiyet ve onu tâzim ederek, onun şânını zikrederek kelâmda bulunur.
Bu sözün Hak Teâlâ'ya izâfe edilmesi, işlerin birbirine karıştığı bu müşâhede ânının bir gereğidir; öyle ki o ânda gayb şehâdete, bâtın zâhire rücû eder ve söz Allah'a izâfe edilir.
Neticede Rabbânî hadîs denir,
Yüce Rabbinden rivâyet ettiği üzere.. denir.
Zamirler meselesi şöyle açıklanabilir: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadîslerde Cenâb-ı Hak'tan hâl diliyle müşâhede ettiği şeyleri ağzından bize hikâye yoluyla nakletmektedir.
Kudsî olmayan hadîslere gelince, onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in zâtında mevcûd ve ondan hiç ayrılmayan nûr sâyesinde ortaya çıkar.
Yüce Allah nasıl ki güneşin cismine maddî nûrlar vermişse,
Hz. Peygamber'in zâtına da Hak nûrları ihsân etmiştir.
Işık güneşin ayrılmaz bir parçası olduğu gibi, o mübârek zât için de bu nûr öyledir.
Başka bir defa üstâd şöyle dedi:
Ateşli hastalığa yakalanan ve bu hâli devâm eden birisini düşünelim. Farzedelim ki, ateşi bâzan çok yükselsin ve şuûrunu kaybederek ne söylediğini bilmez hâle gelsin.
Bâzan da ateşi yüksek olmakla beraber, şuûrunu kaybetmemiş olsun ve ne söylediğinin farkında bulunsun.
Bu hastanın ateşi için üç durum söz konusudur.
Şöyle ki:
Ateş normal ölçüde olabilir,
Hastanın şuûrunu kaybettirecek kadar yüksek olabilir,
Yüksek olmakla beraber şuûrunu kaybettirmez.
Hz. Peygamber'in zâtındaki nûrlar da böyledir:
Nûr belli ölçüde olursa, o vakit onun sözü kudsî olmayan hadîs mahiyetindedir.
Nûr parıldar ve Hz. Peygamber'in zâtını bilinen hâlinden çıkaracak derecede istîlâ ederse, o sırada ondan sâdır olan söz Allah kelâmıdır; Kendisine Kurân'ın nüzûlü sırasında Hz. Peygamber'in vaziyeti böyle olur. Nûrlar parıldar, fakat Hz. Peygamber'i tabiî hâlinden çıkarmazsa, bu durumda iken ondan sâdır olan söz Kudsî hadîs olur.
Bir keresinde de şöyle dedi:
Hz. Peygamber Efendimiz konuştuğu vakit, söz ağzından ihtiyârı dışında çıkarsa bu Kurândır.
Söz ihtiyârıyla olur, fakat o sırada her zamankinden farklı bir nûrun parıldaması söz konusu olursa, bu Kudsî hadîstir.
Dâimî olarak mevcûd nûrla konuşursa, bu da kudsî olmayan hadîstir. Aslında Hz. Peygamber'in sözü için, hep Hakk'ın nûrları ile beraber olmak söz konusudur.
Onun bütün konuştukları kendisine vahyedilmiş şeylerdi. (Necm, 53/3-4) Nûrların hâllerinin farklı olmasından dolayı üç kısma ayrıldı.
Gene de en iyisini Allah bilir.
Seyyid Ahmed b. el-Mübârek şöyle diyor:
Bu fevkalâde güzel bir izâh.
Fakat, kudsî hadîsin Allah kelâmı olmadığına dâir delil nedir?
Üstâd:
Allah kelâmı gizli kalmaz dedi.
Keşif yoluyla mı? dedim.
Keşifle veya keşifsiz. Akıl sâhibi olan herkes, Kurân'ı dikkatle dinler, sonra da başka bir sözü dinlerse, kesin olarak aradaki farkı anlar.
Sahâbe (radiyallahu anhum) insanların en akıllıları idiler.
Onlar atalarının dînini, Allah kelâmını açıkça işitince terk ettiler.
Hz. Peygamber'in tebliğleri, sâdece kudsî hadîse benzeyen sözlerden ibâret olsa idi hiç kimse îman etmezdi.
Onun önünde boyunların eğilmesini sağlayan, Hak Teâlâ'nın kelâmı olan Kurân-ı Kerîm'dir.
Şöyle sordum:
Ashâb, Kurân'ın Allah kelâmı olduğunu nasıl bildiler?
Onlar putlara tapıyorlardı ve Allah'ı evvelce, sözünü ayırd edebilecek ölçüde tanımıyorlardı.
Son nokta olarak anladıkları, bunun beşer tâkatinin üstünde bir şey olduğudur ki, meselâ meleklerden de gelmiş olabilirdi?
Üstad cevap verdi:
Kurân'ı dinleyen ve mânâsını kalbinde duyan herkes kesin olarak bilir ki Yüce Rabb'in kelâmıdır!
Ondaki azamet ve satvet ancak ilâhî ve Rabbânî olabilir.
Akıllı ve zekî kimse önce bir hükümdârın sözünü dinlese, sonra da onun halkının sözünü dinlese hükümdârın sözünde farklı bir üslûp görür.
Hatta bu kimse kör birisi olsa, aralarında bir hükümdârın da bulunduğu ve sırasıyla konuşmakta olan bir topluluğun üzerine gelse, bu durumda bile şüpheye mahal olmayacak şekilde, hükümdârın sözünü başkalarınınkinden ayırd edebilir.
Bu hükümdâr nihâyet sonradan yaratılmış bir varlıktır.
Kadîm olan Allah'ın sözünün te'sirini varın siz hesap edin!
Sahâbe (radiyallahu anhum) Yüce Rabb'lerini Kurân'la bildiler,
O'nun sıfatlarını ve rubûbiyetinin hakkı olan şânını onun vâsıtasıyla anladılar.
Böylece Kurân'ı dinlemek, sahâbeye Allah hakkında âdetâ gözle görürcesine kat'î bilgi sahibi olmayı sağlamış oldu.
Nihâyet Allah'la celîs (yakın arkadaş) hâline geldiler.
Bir kimsenin yakın arkadaşının kendisine gizli si saklısı olur mu?
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
KUDSÎ HADÎS (el-Hadîsü'l-Kudsî) (*)
Doç. Dr. Ali Yardım
* Bu bölümü sayın yazarın izniyle aşağıdaki kitabından aynen alıyoruz:
Ali Yardım, Hadîs I, ss. 42-46, Dokuz Eylül Üniversitesi yayını, İzmir 1984.
Hazreti Peygamber'den sâdır olan bütün söz ve davranışların, vahyin kontrolünden geçtiği Allah Teâlâ (c.c) tarafından bildirilmiştir:
Peygamber, kendi keyf ve arzûsuna göre hevâ söylemiyor; onun söyledikleri, ancak kendine vahyolunan vahiydir. (1)
(1) (Necm sûresi, 3-4.)
Bu âyetlerle ilgili olarak müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın açıklaması şöyledir:
Bu âyet de, esas îtibariyle Kurân hakkında olmak gerekir.
Hadîslerine de şâmil olmak üzere mutlak nutkuna hamledildiği takdirde de müntehâsı itibâriyle mülâhaza edilmek iktizâ edecektir.
Vahyin, muzârî sîğasiyle te'kid olunarak tahkik ve tavsîfinde buna da bir işâret yok değildir. Bkz. VI/4572.
Bu sebeple, Resûlullah (s.a.)'dan zuhûr eden her şey ilhî menşe'lidir. Ancak, onların hepsi aynı hüvîyetle kendini göstermemiştir.
Bu ilâhî irâdenin, Hazreti Peygamber vasıtasiyle kullara ulaştırılışı;
Kurân-ı Kerim,
Hadîs-i Kudsî ve
Hadîs-i Şerif' şeklinde tecellî etmiştir.
Bunun da hikmetini kendi bilir; bizim bildiklerimiz ise, onun sezdirdikleri kadardır.
Bunlar içersinde burada bizi ilgilendiren, sâdece ikinci şıkkı teşkil eden Hadîs-i Kudsîlerdir.
Buna, Hadîs-i Rabbânî' veya Hadîs-i İlahi de denmiştir.
Kurân-ı Kerim'in; hem lâfzı hem de mânâsı Allah tarafından vahyedilmiştir. Onun, başka hiç bir Kelâmda bulunmayan, sâdece kendine has özellikleri vardır.
Hadîs-i Şeriflerin ise; lâfzı da mânâsı da Hazreti Peygamber'e âid bulunmaktadır.
Bunlarla ilgili olarak ilerde devâmlı bilgi verilecektir.
Hadîs-i Kudsilere gelince:
O, Mânâsı Allah tarafından vahyedilmiş, fakat ifâdesi (lâfzı) Hazreti Pegyamber'e âid olan hadîslerdir şeklinde târif edilir.
Bu hâliyle Hadîs-i Kudsî'nin, Kurân ve Hadîs'in sâdece birer özelliğini taşıdığı dikkati çekmektedir.
O, mânâ bakımından Kurân, lâfız bakımından ise Hadîs gibidir.
Bu hususda İslam ulemâsının bir kısım yorumlan ve değerlendirmeleri vardır (2).
(2) Bkz. Muhammed el-Medenî, el-İthâfât'üs-Seniyye. s. 187 vd.; Okiç, Bazı Hadîs Mes'eleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959, 13-16; Koçyiğit, Hadîs Istılahları, s. 123-125; Ali Osman Koçkuzu, Hadîs İlimleri ve Hadîs Tarihi, s. 42-43; Muhammed Ebû Zehv, el. Hadîs ve'l-Muhaddisûn, s. 16-18; Subhî es-Sâlih, Ûlûm'ul-Hadîs ve Mustalahuhû, s. 11-13; el-Kaasımî, Kavâid'üt-Tahdis. s. 64-69.
Burada, daha çok, Kurân-ı Kerim'le Hadîs-i Kudsî arasındaki farklar ve Kurân'ın özellikleri üzerinde durulmuştur.
Bu bilgileri bir cümle ile özetlersek;
Hadîs-i Kudsiler, gerek lâfız gerekse getirdiği hükümler bakımından Kurân-ı Kerim'den tamâmiyle ayrıdır, diyebiliriz.
Hadîs-i Kudsî meselesine, mevcût değerlendirmeler dışında, bir başka yönden daha bakmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz.
Bu da bizi, kanun yapma ve emir verme tekniği üzerinde düşünmeye sevkediyor.
Şöyle ki: İnsaf ve iz'ân nazarı ile bakıldığında, kulların dünyâ düzenini işletmeleri ile Cenâbı Hakk'ın kâinât nizâmını çalıştırması arasında hiçbir fark olmadığı görülür.
Nitekim, beşerî olanla ilâhî olan arasında bir gizli mutâbakat göze çarpmaktadır.
Öyle bir mutâbakat ki, Allah'a rağmen ve ona ters düşerek işleri yürütmek mümkün olmamaktadır.
Bu gizli mutâbakata uymayan beşerî karar ve uygulamalar, kısa bir süre içinde kendi kendini tashîh ederek; yine doğruya, hakîkate ve fıtrata uygun olana rücû etmektedir.
Ne var ki, buna, birisi ilâhî irâde der, öbürü de Kamu oyu baskısı adını verir.
Değişiklik, sâdece kullanılan tâbirlerdedir.
Burada niyetimiz, düzen felsefesi yapmak değil, sözü bir yere getirmektir. Bu da, menşei ne olursa olsun, insanların bu dünyâyı, bir takım kanunlarla idâre etmeleridir.
Ancak bu kanunlar, mâhiyet îtibariyle farklılık arzederler.
Bir kısmı, bir merci tarafından yazılı olarak çıkarılır.
Bu nevîden kanunların; kelimesi, harfi, imlâsı ve noktası üzerinde değişiklik yapma yetkisi kimseye verilmemiştir.
Bu yetki, kanunu yapan mercie âiddir.
Tâbir câizse ve teşbihte bir hata yapmamışsak, Kurân-ı Kerim'in durumunun, aynen buna benzediğini söyleyebiliriz.
Onun; lâfzı da, mânâsı da, tertibi de, her şeyi ile Cenâbı Hakk'a âiddir. Peygamber bile, üzerinde bir nokta değişikliği yapma tasarrufuna sâhib değildir.
Mesele bununla bitmemektedir.
Bir de, üst merciin sözlü tâlimatları vardır.
Yetki vereceği kimseye şifâhen çerçeve tâlimât verilmekte, onu ifâdelendirip kaleme almak ise yetkiyi alan şahsa âid olmaktadır.
Ancak, bu nevîden kanun hükmündeki tâmimlerde, atılan imza re'sen değil, kayıdlıdır.
Bunlar; Cumhurbaşkanı adına, Bakan adına, Dekan adına tarzında bir kayıt taşırlar.
Bu nevîden tâlimatlarda, muhtevâ üst mercilere aid olduğu hâlde, ifâde, tâmimi yapan yetkili şahsındır.
İşte, yine tâbir câizse, Hadîs-i Kudsîler de aynen bu duruma benzemektedir.
Yânî onlar, Hazreti Peygamber'in re'sen söylediği söz değil, Allah adına yaptığı beyânlarıdır.
Hadîs-i Kudsî konusu işlenirken, umûmiyetle bir de, bu nevîden hadîslerin hangi rivâyet formülü ile nakledildiği meselesi üzerinde durulmuştur.
Bu teknik bilgiler verildikten sonra, bu hususda, bir meseleye daha yer verilmesi gerekecektir.
Bu da, mevcûd Kudsî hadîslerin, muhtevâları bakımından bir tasnîfe tâbî tutulması ve ilâhî irâdenin, hangi özelliği taşıyan meselelerde Hadîs-i Kudsî şeklinde tecellî etmiş olduğunun tesbitine çalışılmasıdır.
Öyle zannediyoruz ki, bu yönde yapılacak bir çalışma, bizi, Hadîs-i Kudsî konusunda daha pratik neticelere ulaştırmış olacaktır.
Mevcût kaynakların bir kısmı, meselenin bir başka yönüne daha ağırlık vermişlerdir.
Bu da, muhtemel sorulara verilen nazarî cevaplardır:
Hadîs-i Kudsî'ler, Kurân-ı Kerîm yerine geçer mi, geçmez mi?
Geçmezse, bunların getirdiği hüküm, Kurân'ın getirdiği hükümlerle aynı değerde midir, değil midir? gibi sorular, esâsen, temelden kusurlu ve nüanslara dikkat edilmeden ortaya atılmış sorulardır.
Farklı yönü olan hiç bir şeyin, birbirinin aynı olamayacağı ortadadır.
Hadîs-i Kudsiler, başlangıçta ayrı bir kitapta toplanmamıştır.
Hadîs mecmûalarınm içine serpiştirilmiş durumdadır.
Ancak, tasnîf devrinden sonra bu hadîsleri ayrı kitaplarda toplama fâliyetine girişildiği anlaşılmaktadır (3).
(3) Bkz. el-Kettânî, er-Risâlet'ül-Müstatrafe, s. 81; Okiç, a.g.e., s. 15, 16
Görebildiğimiz kadarı ile, ilk dönem muhaddislerinden el-Buhârî, el-Camius-Sahîhinin son bölümünü teşkil eden Kitâbüt-Tevhîdin bir bâbm-ını Kudsî Hadîsler'e tahsih ederek beş metin kaydetmiştir (4).
(4) el-Câmius-Sahîh, VIII/212 Bâbü Zikrin-Nebî (s.a.s.) ve rivâyetihî 'an
Rabbihî.
Sonraki muhaddislerden es-Suyûtî (ö: 911/1505), el. Camius-Sağîrinde, bunların bir kısmını toplamıştır (5).
(5) el. Camius-Sağîr I/81-84 Kaalellâhü Teâlâ ifiâdesi ile başlayan me
tinler.
Abd'ur-Raûf el-Münâvî (ö: 1031/1622)'nin el-İthâfât'üs-Seniyye bi'l-Ehâdîs'il-Kudsiyye adlı eseri ile, Muhammed el-Medenî (te'lif: 1191/1680)'nin el-İthâft'üs-Seniyye fi'l-Ehâdîsil-Kudsiyyesi ise meşhûrdur. (6)
(6) el-Medenînin eseri, Haydarâbâd 1358 baskılı olup, 863 metin ihtivâ et
mektedir.
Kudsî Hadîsler, mânâlarından anlaşılabileceği gibi, senedi ile kaydedilen eserlerde, rivâyet formülünden de tanınabilirler.
Mesela, el-Buhârî'nin kullandığı rivâyet formülü şöyledir:
a) ... 'an Enesin (r.a.), 'an'in-Nebîyyi (s.a.s), yervîhi 'an Rabbihî kaale...:
b) ... Semi'tü Ebâ Hüreyrete, 'an'in-Nebîyyi (s.a.s.), yervîhi 'an Rabbiküm kaale:...
c) ... 'an İbn 'Abbasin (r.'anhüma), 'an'in-Nebîyyi (s.a.s.), fima yervîhi 'an Rabbihî kaale.. (7)
(7) Her üç rivâyet formülü için bkz. el-Câmi'us-Sahîh, VIII/212. el-Buhârî, bu formülleri, ayrıca Kitâbül-'İlm bahsinde de kaydetmiştir. Bkz.
I/21-22.
İbn Mâce'deki Kudsî Hadîsler'de, umûmiyetle:
... Yekuulü'llahü 'azze ve celle: ... (8)
(8) İbn Mâ'ce, Sünen, 2707, 3821, 3822, 4107, 4174, 4175, 4328 numaralı hadîsler.
... Kaale'llahü 'azze ve celle:... (9)
(9) İbn Mâce, Sünen, 3784, 4202, 4299 numaralı hadîsler.
Tarzında bir rivâyet formülü dikkati çekmektedir.
Bu bahsi, bir kaç Hadîs-i Kudsî kaydederek bitirelim:
1) Her amelin bir keffâreti vardır.
Oruç ise benim içindir ve
onun mükâfatını ben veririm.
Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.
(El-Buhârî, el-Câmius-Sahîh, VIII/212.)
2) Kibriyâ (büyüklük) benim ridâm, azamet ise izârımdır.
Kim bunlardan birini almaya kalkışırsa, onu cehenneme atarım!
(İbn Mâce, Sünen, II/1398, Nu: 4174.)
Ridâ ve izâr, bir takım elbisenin üstü ve altıdır.
Burada; takım bölünmez, bütünü ile sâhibine âiddir, tarzında bir mecâz yapılmıştır.
3) Şüphesiz, Rahmetim gazâbımı geçti.
(El-Buhârî, el-Câmius-Sahîh, VIII/176.)
4) Benden başka yardımcısı olmayan kimseye zulmedene karşı, gazâbım amansızdır.
(Et-Taberânî, el-Mu'cemüs-Sağîr, I/31)
Doç. Dr. Ali Yardım
* Bu bölümü sayın yazarın izniyle aşağıdaki kitabından aynen alıyoruz:
Ali Yardım, Hadîs I, ss. 42-46, Dokuz Eylül Üniversitesi yayını, İzmir 1984.
Hazreti Peygamber'den sâdır olan bütün söz ve davranışların, vahyin kontrolünden geçtiği Allah Teâlâ (c.c) tarafından bildirilmiştir:
Peygamber, kendi keyf ve arzûsuna göre hevâ söylemiyor; onun söyledikleri, ancak kendine vahyolunan vahiydir. (1)
(1) (Necm sûresi, 3-4.)
Bu âyetlerle ilgili olarak müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın açıklaması şöyledir:
Bu âyet de, esas îtibariyle Kurân hakkında olmak gerekir.
Hadîslerine de şâmil olmak üzere mutlak nutkuna hamledildiği takdirde de müntehâsı itibâriyle mülâhaza edilmek iktizâ edecektir.
Vahyin, muzârî sîğasiyle te'kid olunarak tahkik ve tavsîfinde buna da bir işâret yok değildir. Bkz. VI/4572.
Bu sebeple, Resûlullah (s.a.)'dan zuhûr eden her şey ilhî menşe'lidir. Ancak, onların hepsi aynı hüvîyetle kendini göstermemiştir.
Bu ilâhî irâdenin, Hazreti Peygamber vasıtasiyle kullara ulaştırılışı;
Kurân-ı Kerim,
Hadîs-i Kudsî ve
Hadîs-i Şerif' şeklinde tecellî etmiştir.
Bunun da hikmetini kendi bilir; bizim bildiklerimiz ise, onun sezdirdikleri kadardır.
Bunlar içersinde burada bizi ilgilendiren, sâdece ikinci şıkkı teşkil eden Hadîs-i Kudsîlerdir.
Buna, Hadîs-i Rabbânî' veya Hadîs-i İlahi de denmiştir.
Kurân-ı Kerim'in; hem lâfzı hem de mânâsı Allah tarafından vahyedilmiştir. Onun, başka hiç bir Kelâmda bulunmayan, sâdece kendine has özellikleri vardır.
Hadîs-i Şeriflerin ise; lâfzı da mânâsı da Hazreti Peygamber'e âid bulunmaktadır.
Bunlarla ilgili olarak ilerde devâmlı bilgi verilecektir.
Hadîs-i Kudsilere gelince:
O, Mânâsı Allah tarafından vahyedilmiş, fakat ifâdesi (lâfzı) Hazreti Pegyamber'e âid olan hadîslerdir şeklinde târif edilir.
Bu hâliyle Hadîs-i Kudsî'nin, Kurân ve Hadîs'in sâdece birer özelliğini taşıdığı dikkati çekmektedir.
O, mânâ bakımından Kurân, lâfız bakımından ise Hadîs gibidir.
Bu hususda İslam ulemâsının bir kısım yorumlan ve değerlendirmeleri vardır (2).
(2) Bkz. Muhammed el-Medenî, el-İthâfât'üs-Seniyye. s. 187 vd.; Okiç, Bazı Hadîs Mes'eleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959, 13-16; Koçyiğit, Hadîs Istılahları, s. 123-125; Ali Osman Koçkuzu, Hadîs İlimleri ve Hadîs Tarihi, s. 42-43; Muhammed Ebû Zehv, el. Hadîs ve'l-Muhaddisûn, s. 16-18; Subhî es-Sâlih, Ûlûm'ul-Hadîs ve Mustalahuhû, s. 11-13; el-Kaasımî, Kavâid'üt-Tahdis. s. 64-69.
Burada, daha çok, Kurân-ı Kerim'le Hadîs-i Kudsî arasındaki farklar ve Kurân'ın özellikleri üzerinde durulmuştur.
Bu bilgileri bir cümle ile özetlersek;
Hadîs-i Kudsiler, gerek lâfız gerekse getirdiği hükümler bakımından Kurân-ı Kerim'den tamâmiyle ayrıdır, diyebiliriz.
Hadîs-i Kudsî meselesine, mevcût değerlendirmeler dışında, bir başka yönden daha bakmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz.
Bu da bizi, kanun yapma ve emir verme tekniği üzerinde düşünmeye sevkediyor.
Şöyle ki: İnsaf ve iz'ân nazarı ile bakıldığında, kulların dünyâ düzenini işletmeleri ile Cenâbı Hakk'ın kâinât nizâmını çalıştırması arasında hiçbir fark olmadığı görülür.
Nitekim, beşerî olanla ilâhî olan arasında bir gizli mutâbakat göze çarpmaktadır.
Öyle bir mutâbakat ki, Allah'a rağmen ve ona ters düşerek işleri yürütmek mümkün olmamaktadır.
Bu gizli mutâbakata uymayan beşerî karar ve uygulamalar, kısa bir süre içinde kendi kendini tashîh ederek; yine doğruya, hakîkate ve fıtrata uygun olana rücû etmektedir.
Ne var ki, buna, birisi ilâhî irâde der, öbürü de Kamu oyu baskısı adını verir.
Değişiklik, sâdece kullanılan tâbirlerdedir.
Burada niyetimiz, düzen felsefesi yapmak değil, sözü bir yere getirmektir. Bu da, menşei ne olursa olsun, insanların bu dünyâyı, bir takım kanunlarla idâre etmeleridir.
Ancak bu kanunlar, mâhiyet îtibariyle farklılık arzederler.
Bir kısmı, bir merci tarafından yazılı olarak çıkarılır.
Bu nevîden kanunların; kelimesi, harfi, imlâsı ve noktası üzerinde değişiklik yapma yetkisi kimseye verilmemiştir.
Bu yetki, kanunu yapan mercie âiddir.
Tâbir câizse ve teşbihte bir hata yapmamışsak, Kurân-ı Kerim'in durumunun, aynen buna benzediğini söyleyebiliriz.
Onun; lâfzı da, mânâsı da, tertibi de, her şeyi ile Cenâbı Hakk'a âiddir. Peygamber bile, üzerinde bir nokta değişikliği yapma tasarrufuna sâhib değildir.
Mesele bununla bitmemektedir.
Bir de, üst merciin sözlü tâlimatları vardır.
Yetki vereceği kimseye şifâhen çerçeve tâlimât verilmekte, onu ifâdelendirip kaleme almak ise yetkiyi alan şahsa âid olmaktadır.
Ancak, bu nevîden kanun hükmündeki tâmimlerde, atılan imza re'sen değil, kayıdlıdır.
Bunlar; Cumhurbaşkanı adına, Bakan adına, Dekan adına tarzında bir kayıt taşırlar.
Bu nevîden tâlimatlarda, muhtevâ üst mercilere aid olduğu hâlde, ifâde, tâmimi yapan yetkili şahsındır.
İşte, yine tâbir câizse, Hadîs-i Kudsîler de aynen bu duruma benzemektedir.
Yânî onlar, Hazreti Peygamber'in re'sen söylediği söz değil, Allah adına yaptığı beyânlarıdır.
Hadîs-i Kudsî konusu işlenirken, umûmiyetle bir de, bu nevîden hadîslerin hangi rivâyet formülü ile nakledildiği meselesi üzerinde durulmuştur.
Bu teknik bilgiler verildikten sonra, bu hususda, bir meseleye daha yer verilmesi gerekecektir.
Bu da, mevcûd Kudsî hadîslerin, muhtevâları bakımından bir tasnîfe tâbî tutulması ve ilâhî irâdenin, hangi özelliği taşıyan meselelerde Hadîs-i Kudsî şeklinde tecellî etmiş olduğunun tesbitine çalışılmasıdır.
Öyle zannediyoruz ki, bu yönde yapılacak bir çalışma, bizi, Hadîs-i Kudsî konusunda daha pratik neticelere ulaştırmış olacaktır.
Mevcût kaynakların bir kısmı, meselenin bir başka yönüne daha ağırlık vermişlerdir.
Bu da, muhtemel sorulara verilen nazarî cevaplardır:
Hadîs-i Kudsî'ler, Kurân-ı Kerîm yerine geçer mi, geçmez mi?
Geçmezse, bunların getirdiği hüküm, Kurân'ın getirdiği hükümlerle aynı değerde midir, değil midir? gibi sorular, esâsen, temelden kusurlu ve nüanslara dikkat edilmeden ortaya atılmış sorulardır.
Farklı yönü olan hiç bir şeyin, birbirinin aynı olamayacağı ortadadır.
Hadîs-i Kudsiler, başlangıçta ayrı bir kitapta toplanmamıştır.
Hadîs mecmûalarınm içine serpiştirilmiş durumdadır.
Ancak, tasnîf devrinden sonra bu hadîsleri ayrı kitaplarda toplama fâliyetine girişildiği anlaşılmaktadır (3).
(3) Bkz. el-Kettânî, er-Risâlet'ül-Müstatrafe, s. 81; Okiç, a.g.e., s. 15, 16
Görebildiğimiz kadarı ile, ilk dönem muhaddislerinden el-Buhârî, el-Camius-Sahîhinin son bölümünü teşkil eden Kitâbüt-Tevhîdin bir bâbm-ını Kudsî Hadîsler'e tahsih ederek beş metin kaydetmiştir (4).
(4) el-Câmius-Sahîh, VIII/212 Bâbü Zikrin-Nebî (s.a.s.) ve rivâyetihî 'an
Rabbihî.
Sonraki muhaddislerden es-Suyûtî (ö: 911/1505), el. Camius-Sağîrinde, bunların bir kısmını toplamıştır (5).
(5) el. Camius-Sağîr I/81-84 Kaalellâhü Teâlâ ifiâdesi ile başlayan me
tinler.
Abd'ur-Raûf el-Münâvî (ö: 1031/1622)'nin el-İthâfât'üs-Seniyye bi'l-Ehâdîs'il-Kudsiyye adlı eseri ile, Muhammed el-Medenî (te'lif: 1191/1680)'nin el-İthâft'üs-Seniyye fi'l-Ehâdîsil-Kudsiyyesi ise meşhûrdur. (6)
(6) el-Medenînin eseri, Haydarâbâd 1358 baskılı olup, 863 metin ihtivâ et
mektedir.
Kudsî Hadîsler, mânâlarından anlaşılabileceği gibi, senedi ile kaydedilen eserlerde, rivâyet formülünden de tanınabilirler.
Mesela, el-Buhârî'nin kullandığı rivâyet formülü şöyledir:
a) ... 'an Enesin (r.a.), 'an'in-Nebîyyi (s.a.s), yervîhi 'an Rabbihî kaale...:
b) ... Semi'tü Ebâ Hüreyrete, 'an'in-Nebîyyi (s.a.s.), yervîhi 'an Rabbiküm kaale:...
c) ... 'an İbn 'Abbasin (r.'anhüma), 'an'in-Nebîyyi (s.a.s.), fima yervîhi 'an Rabbihî kaale.. (7)
(7) Her üç rivâyet formülü için bkz. el-Câmi'us-Sahîh, VIII/212. el-Buhârî, bu formülleri, ayrıca Kitâbül-'İlm bahsinde de kaydetmiştir. Bkz.
I/21-22.
İbn Mâce'deki Kudsî Hadîsler'de, umûmiyetle:
... Yekuulü'llahü 'azze ve celle: ... (8)
(8) İbn Mâ'ce, Sünen, 2707, 3821, 3822, 4107, 4174, 4175, 4328 numaralı hadîsler.
... Kaale'llahü 'azze ve celle:... (9)
(9) İbn Mâce, Sünen, 3784, 4202, 4299 numaralı hadîsler.
Tarzında bir rivâyet formülü dikkati çekmektedir.
Bu bahsi, bir kaç Hadîs-i Kudsî kaydederek bitirelim:
1) Her amelin bir keffâreti vardır.
Oruç ise benim içindir ve
onun mükâfatını ben veririm.
Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.
(El-Buhârî, el-Câmius-Sahîh, VIII/212.)
2) Kibriyâ (büyüklük) benim ridâm, azamet ise izârımdır.
Kim bunlardan birini almaya kalkışırsa, onu cehenneme atarım!
(İbn Mâce, Sünen, II/1398, Nu: 4174.)
Ridâ ve izâr, bir takım elbisenin üstü ve altıdır.
Burada; takım bölünmez, bütünü ile sâhibine âiddir, tarzında bir mecâz yapılmıştır.
3) Şüphesiz, Rahmetim gazâbımı geçti.
(El-Buhârî, el-Câmius-Sahîh, VIII/176.)
4) Benden başka yardımcısı olmayan kimseye zulmedene karşı, gazâbım amansızdır.
(Et-Taberânî, el-Mu'cemüs-Sağîr, I/31)