..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (81-101)

Muhiddin-i Arabî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (81-101)

Mesaj gönderen aNKa »

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... 67ca122e2c
..."NÛRLAR HAZİNESİ"nden KUDSÎ HADİS (41-80)' in devamıdır...



MUHİDDİN-İ ARABÎ

Resim

MİŞKÂTܒL ENVÂR

-NÛRLAR HAZİNESİ-

101 KUDSÎ HADİS





بِسْمْ اللّهِ الرَّحْمٰنِ الرّحِيمُ

وصل اللّه علىسيدنا ممحمد وعلىآله وصحبه وسلم


Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyle.
Allah'ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed'in, onun âilesi ve ashâbının üzerine olsun.

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

1. HADÎS (81. HADÎS) :


Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
“Azîz ve Celîl olan Allah kendi yo­lunda (cihad için) çıkan kimseye kefilolur ve şöyle buyurur:
“Onu sırf Benim yolumda cihad etmek,
Bana îman etmek ve peygamberlerimi tasdik etmek üzere çıkarıyorum.
O hâlde onu cennete koymayı, yâhut nâil olduğu sevap veya ganîmetle, çık­tığı evine döndürmeyi tekeffül ederim!”


(Müslim, Ebû Hureyre'den nakleder.):

Resûlullah şöyle devâm eder:
“Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet gününde muhakkak yeni açıldığı andaki şekli üzere gelecektir; rengi kan rengi fakat kokusu misk kokusudur.
Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Müslümanlara zorluk verecek olmasaydı Allah yolunda gaza edecek hiçbir ordu birliğinin ardında aslâ kalmazdım.
Lâkin onlan techîz edecek bir imkân bulamıyorum, kendileri de bir imkân bulamıyorlar.
Bu yüzden benden geride kalmaları onla­ra zor geliyor.
Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
Allah yolunda gaza edip öldürülmemi,
Sonra gaza edip öl­dürülmemi,
Sonra gaza edip tekrar öldürülmemi ne kadar arzu ederdim!”


(Müslim, İmâre, 103)

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

2. HADÎS (82. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Rabbiniz Tebâreke ve Teâlâ şu kimsenin hâline hayret eder:
Allah yolunda savaşa girmiş ve arkadaşları bozguna uğramıştır;
Bu kimse durumu bilmesine rağmen savaşa dönmüş,
Nihâyet kanı dökülüp şehit olmuştur.
Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah meleklerine şöyle buyu­rur:

“Bakın şu kuluma, benim nezdimdeki ecre istek göstererek ve onun sevgisiyle geri döndü, nihâyet kanı döküldü!”


(Ebû Dâvûd İbn Mes'ûd'dan tahrîc etti.)
(Ebû Dâvûd, Cihâd, 38)



Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

3. HADÎS (83. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Cennet ehlinden bir kimse getirilecek ve Azîz ve Celîl olan Allah:
“Âdem oğlu! nasıl buldun yerini?”buyuracak.
O da:
“Yerlerin en iyisi!” diyecek.
Allah:
“İs­tek ve dilekte bulun!” buyuracak.
Kul şöyle cevap verecek:

“Yâ Rabbî! Senden beni tekrar dünyâya döndürmeni istiyorum.
Tâ ki, Senin yolunda on defa öldürüleyim!”

Bu, şehitliğin fazîletini görmüş olacağı içindir.”


(Nesâî, Enes (radiyallahu anhu)'den rivâyet etti.)

(Nesâî, Cihâd, 34.)

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

4. HADÎS (84. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Allah'ın bir takım melekleri vardır ki, yollarda dolaşırlar ve zikir ehli kimseleri ararlar.
Allah'ı zikreden bir topluluk buldukları vakit:

“İhtiyâcınız olan şe­ye koşunuz!” diye seslenirler;
Dünyâ semâsına kadar onların çevresini kanatlarıyle kuşatırlar.
Allah meleklere, onlardan daha iyi bildiği hâlde, sorar:

“Kullarım ne diyor?”
“Seni tekbir ediyor, Sana hamdediyor ve Seni tâ'zim ediyor­lar.”
“Beni gördüler mi?”
“Hayır, vallâhi Seni görmediler!”
“Beni görselerdi nasılolurdu?”
“Seni görselerdi, Sana daha çok tâ'zim ve tesbih ederler­di!”
“Benden ne istiyorlar?”
“Senden cenneti istiyorlar.”
“Orayı gördüler mi?”
“Hayır Yâ Rabbî’ Vallâhi orayı görmediler!”
“Orayı görselerdi nasıl olurdu?”
“Orayı görselerdi, şüphesiz ona karşı daha şiddetli bir arzu
duyarlar, daha çok isterler ve daha büyük alaka gösterirler­di!”

“Hangi şeyden aman diliyorlar?”
“Cehennemden!”
“Cehennemi gördüler mi?”
“Hayır, vallâhi onu görmediler!”
“Onu görselerdi nasılolurdu?”
“Şâyet onu görselerdi, ondan şiddetle kaçarlardı ve çok kor­karlardı!”
“Sizi şâhid tutuyorum ki onları bağışladım!”
Meleklerden biri:
“Aralarındaki falan kimse onlardan değildir, sâdece bir ihtiyâcı için gelmişti!” deyince,
Hak Teâlâ:

“Onlar öyle bir meclis topluluğudur ki, aralarında bulunan
kimse mahrum olmaz”
buyurdu!”


(Buhârî, Ebû Hureyre (radiyallahu anhu)'den tahrîc etti. İmam Ahmed Müsned'inde ve Müslim Sahîh'inde rivâyet eder.)

(Buhârî, Deavât, 66; Tirmizî, Deavât, 130)

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

5. HADÎS (85. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Mûsâ (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Yâ Rabbî! Bana Seni zikredeceğim ve kendisiyle Sana duâ edeceğim bir şey öğ­ret!” deyince,
Allah:
“ "Lâ ilâhe illallah" de!” buyurdu.
Mûsâ:
“Yâ Rabbî! Bütün kulların bunu söylüyor.” dedi.
Allah:
“ "Lâ ilâhe il­lallah" de!” buyurdu.
Mûsâ:
“Lâ ilâhe illâ ente (Senden başka ilâh yoktur)!
Ben istiyorum ki sâdece bana tahsis ettiğin bir şey olsun!”
dedi.
“Yâ Mûsâ”, buyurdu Allah,
“Şâyet yedi gök ve sâkinleri ve yedi yer terâzinin bir kefesinde olsa,
"Lâ ilaha illal­lah" da öteki kefede bulunsa,
"Lâ ilâhe illallah" ağır çeker­di!”



(Nesâî, Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallahu anhu)'den tahrîc etti.)

(Hadîsin son bölümü için bkz. Ahmed b. Hanbel, II, 170, 186, 225)

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

6. HADÎS (86. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
“Bir gün bana Melek (Cebrâil) gel­di ve şöyle dedi:
“Yâ Muhammed, Azîz ve Celîl olan Rabbin şöyle buyuruyor:
“Sana bir salevât getirene Benim on rahmet etmem ve sana selâm edene on lütufta bulunmam seni memnun etmez mi?”
(Nesâî'nin tahrîcine göre:
Resûlullah bir gün yüzü sevinçli olduğu hâlde geldi.

“Sizi sevinçli görüyoruz” dedik.
Bunun üze­rine zikrettiğimiz hadîsi anlattı.)




(Nesâî K. Sehv, 47)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

7. HADÎS (87. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Allah mahlûkatı yaratıp işi tamamladığı vakit akrabalık “er-Rahîm”* ayağa kalkıp:
“Yâ Rabbî! Burası akrabalık münasebetlerini kesmekten sana sığınanların makamıdır!” dedi.
Cenâb-ı Hak:

“Sen, akrabalığı göze­tenleri Benim de gözetmemden, seninle münasebeti kesenler­den Benim de alakayı kesmekliğimden hoşlanır mısın?” buyur­du. Akrabalık:
“Evet, hoşlanırım!” deyince,
Yüce Allah:

“Bu böyle­dir senin için!” buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah isterseniz şu âyeti okuyunuz, bu­yurdu:
Resim--- “Geri dönerseniz yer yüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden?
İşte Allah'ın lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği bunlar­dır.
Bunlar Kur’ân'ı düşünmezler mi?
Yoksa kalbleri kilitli mi­dir?”
(Muhammed Sûresi, 47/22-24)


(Müslim, Birr, 16)


* “er-Rahîm”, kadınlarda, bebeğin içerisinde oluşup büyüdüğü
organdır.
“Rahîm” aynı zamanda akrabalık ve akrabalık sebebi demektir. Sıla-i rahîm, akrabaya iyilik mânâsına gelir.
Ayrıca “rahîm”, sevgi, merhamet, şefkat ve inceliği ve hatırlatır ve bu vasıflar kadınlığın hilkâtinde vardır.
İşte hadîste ev halkı, çoluk çocuk ve bütün akraba ve taallukat hakkında, rahîm rikkatine yaraşan ince ve çekici bir sevgi beslemek sûretiyle, yakınlar arasında ilgiyi ve iyi münâsebetleri devâm ettirmenin lüzûmu üzerinde durulur. (M. Demirci).

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

8. HADÎS (88. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Allah Tebâreke ve Teâlâ bu­yurdu ki:
“Benim için birbirini sevenler,
Benim yolumda birbi­riyle oturup kalkanlar,
Benim uğrumda birbirine ikramda bu­lunanlar ve
Benim için ziyaretleşenlere
Benim sevgim kesindir!”


(Mâlik, Muvatta', eş-Şa'r, 16; Ahmed b. Hanbel, V, 229)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

9. HADÎS (89. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Allah bir kulu sevdiği za­man Cebrâil'i çağırır ve:
“Ben falanı seviyorum, onu sen de sev!” buyurur.
Cebrâil de onu sever, sonra da semâda şöyle seslenir:

“Allah falan kimseyi seviyor, onu siz de seviniz!”
Böylece gök ahâlîsi de onu severler.
Sonra yerdekilerin gönlüne o kimseyi sevme ve kabullenme duygusu konulur.
Allah bir kula buğzedip onu sevmeyince de Cebrâil'i çağırır ve:

“Ben falanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” buyurur.
Cebrâil de onu sevmez ve sonra gök halkı içinde şöyle seslenir:

“Al­lah falan kimseyi sevmiyor, onu siz de sevmeyiniz!”
Göktekiler de o kimseyi sevmezler.
Sonra yerdekilerin gönlüne o kimse hakkında bir buğz ve nefret konulur.”


(Müslim, Birr, 157)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

10. HADÎS (90. HADÎS) :


Resim... “Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurur:
“Bir kul bir günah iş­ledi, arkasından:
"Allah'ım! Benim günahımı bağışla!" dedi.
Yüce Allah:

“Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak veya günah sebebiyle cezâlandıracak bir Rabbi olduğunu bildi!” bu­yurdu.
Sonra kul, tekrar dönüp günah işledi. Arkasından:

"Ey Rabbim! Benim günahımı bağışla!" diye yalvardı.
Yüce Allah yi­ne:

“Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak bir Rabbi olduğunu bildi!” buyurdu.
Sonra kul, tekrar dönüp günah işle­di. Arkasından:

"Ey Rabbim! Benim günahımı bağışla!" diye yal­vardı.
Yüce Allah bu sefer yine:

“Kulum bir günah işledi, fakat günahı bağışlayacak ve günah sebebiyle cezâlandıracak bir Rabbi olduğunu bildi!
Sen istediğini yap!
Ben seni muhakkak bağışladım!”
buyurdu.”


(Müslim, Tevbe, 29)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

11. HADÎS (91. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:
“Yüce Allah şöyle buyurdu:
“Kim Benim bir velîme düşmanlık ederse, Ben ona mutlaka savaş açarım.
Kulum, üzerine farz kıldığım şeylerden daha iyi bir yol­la Bana yaklaşamaz.
Kulum nâfilelerle de Bana yaklaşmaya devâm eder,
Nihâyet Ben onu severim.
Onu sevince de işiten ku­lağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum;
Benden bir şey isterse veri­rim,
Bana sığınırsa onu korurum.
Yapmak durumunda oldu­ğum hiçbir hususta, ölümden hoşlanmayan mü'minin rûhunu alma zamanındaki tereddüdüm kadar tereddüt göstermem, ve aslında Ben onu üzmekten hoşlanmam!”


(Buhârî, Rikak, 38)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

12. HADÎS (92. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Kıyâmet gününde bir takım mü­hürlü sayfalar getirilecek ve Yüce Allah'ın önüne konacak.
Azîz ve Celîl olan Allah meleklere:

“Bunları atınız ve bunları kabûl ediniz!” buyuracak.
Melekler:

“Yâ Rabbî! Senin izzetine yemîn ederiz ki, biz bunlarda iyilikten başka bir şey görmüyoruz!” di­yecekler.
Her şeyi en iyi bilen Yüce Allah şöyle buyuracak:

“Bunlar Benden başkası için yapılmış şeylerdir.
Ben bugün, an­cak Benim vechim (zâtım) için yapılan amelleri kabûl ede­rim!”


(Dârekutnî Sünen'inde Enes b. Mâlik'ten tahrîc etti)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

13. HADÎS (93. HADÎS) :


Resim... Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurur:
“Ey dünyâ! Bana hizmet edene hizmet et; sana hizmet edene ise zahmet ver, ey dünyâ!”


(Abdü'l-Hak Rekâik'ında Abdullah b. Mes'ud (radiyallahu anhu)'den tah­rîc etti.)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

14. HADÎS (94. HADÎS) :


Resim... “Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurur:
“Kendisine beden sağlığı ve geçim rahatlığı verdiğim ve beş yıl boyunca Bana yö­nelmeyen kul mutlaka mahrum olacaktır!”


(Ebû Bekr b. Ebî Şeybe Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallahu anhu)'den tahrîc etti.)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

15. HADÎS (95. HADÎS) :


Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Allah ümmetimden bir kişi­yi mahlûkatın önünde ayıracak ve onun aleyhinde olan, göz alabildiğince uzun 99 dosyayı açacak.
Sonra:

“Bunlardan harhangi bir şeyi inkâr ediyor musun?
Yazıcı meleklerim sana bir haksızlıkta bulunmuşlar mı?”
buyuracak.
O kişi:

“Hayır Yâ Rabbî!” diyecek.
Allah:

“Herhangi bir mazeretin var mı?” buyuracak.
Adam:

“Hayır Yâ Rabbî!” diyecek.
Allah:

“Evet, bizim yanımızda senin iyi bir amelin var.
Ve bugün sana haksızlık yapılmayacaktır!”
buyuracak.
Derken, üzerinde:

“Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.” yazılı bir kağıt parçası çıkarılacak. Bunun üzerine
Allah:

“Kendi tartında hazır bulun!” buyuracak.
Adam soracak:

“Yâ Rabbî, bu kağıt parçasının bunca dosya yanında ne hükmü olabilir?”
“Sen aslâ haksızlığa maruz kalmayacaksın!” buyuracak.
Hz. Peygamber devâmla şöyle dedi:
“Sonra dosyalar bir kefe­ye, kağıt parçası da bir kefeye konacak, dosyalar havaya kalka­cak ve kağıt parçası ağır çekecektir.
Hiçbir şey, Allah'ın ismi­nin yanında ağır basamaz!”


(Tirmizî, Îmân, 17)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

16. HADÎS (96. HADÎS) :


Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Melekler Allah'ın huzûrun­da duracak ve kulun, amelini Yüce Allah için yaptığına dâir şâhidlik edecekler.
Allah onlara şöyle buyuracak:

“Siz kulumun amelinin bekçilerisiniz;
Ben ise onun kalbinde olanı kontrol ediciyim.
Muhakkak ki o bu amelle Beni taleb etmedi,
Benden başkasını taleb etti.
Öyleyse lânetim onun üzerine olsun!”


(İbnü'l-Mübârek Muaz b. Cebel (radiyallahu anhu)'dan nakleder. O: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini işittim, diyerek amellerin ref’i hadiîsini zikretti.
Bu uzun bir hadîs olup el-Erbâîn et-Tıvâl'imiz­de
* bize ulaşan şekliyle hiçbir şey terketmeksizin tamamını zikrettik.)

* İbn Arabınin bu eseri O. Yahyâ'nın Hist. et Class.'unda 38 numarada zikredilmiştir.

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

17. HADÎS (97. HADÎS) :


Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Üç kimse vardır ki duâları reddedilmez:
İftar sırasındaki oruçlu,
Âdil devlet adamı ve
Mazlumun duâsı.
Allah onların duâsını bulutların üstüne kal­dırır, göğün kapıları onlara açılır.
Her şeyden münezzeh olan Rabb şöyle buyurur:

“İzzetim hakkı için, bir zaman sonra da ol­sa mutlaka sana yardım edeceğim!”


(Tirmizî. Deavât, 129)

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

18. HADÎS (98. HADÎS) :


Resim... Azîz ve Celîl olan Allah kıyâmet gününde şöyle buyura­cak:
“Ey Âdem oğlu!
Ben hasta oldum da sen Beni ziyaret etme­din!”

Kul: “Yâ Rabbî! Sen âlemlerin Rabbisin, ben sana nasıl hasta ziyareti yapabilirim?”
Allah: “Sen bilmez misin ki, Benim falan kulum hasta olmuştu da sen onu ziyaret etmemiştin.
Yine bilmez misin ki, eğer sen onu ziyaret etseydin muhakkak Beni onun yanında bulacaktın!”


“Ey Âdem oğlu!
Ben senden yiyecek istedim, fakat sen Beni doyurmadın!”

Kul: “Yâ Rabbî! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben Seni nasıl doyuru­rum?”
Allah: “Sen bilmez misin ki, falan kulum senden yiyecek istemişti de sen onu doyurmamıştın?
Bilmez misin ki, şâyet onu doyur­saydın, muhakkak bunu Benim yanımda bulmuş olacaktın!”
bu­yurur.
Ve tekrar Allah:
“Ey Âdem oğlu!
Ben senden su istedim de sen Bana su ver­medin!”
buyurur.
Kul:
“Yâ Rabbî, Sen âlemlerin Rabbisin! Ben Sana nasıl su vere­bilirim?” der.
Allah:

“Falan kulum senden su istemişti de sen ona su vermemiş­tin.
Bilmez misin ki, eğer ona su vermiş olsaydın bunu Benim yanımda bulacaktın!”


(Müslim, Birr, 43)

En son aNKa tarafından 12 Oca 2009, 20:52 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

19. HADÎS (99. HADÎS) :


Resim... Ebû Hureyre nakleder:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle anlattı:
“Kıyâmet gününde Allah kulları arasında hüküm vermek için inecektir.
Her ümmet diz çökmüş hâldedir.
Allah'ın çağıracağı ilk kimseler;
Kur'ân’ı ezberinde tutan,
Allah yolunda öldürülen ve
Serveti çok olan ki­şiler olacaktır.

Allah Kur'ân okuyana:

“Peygamberime indirdiğim kitabı sana öğretmedim mi?” buyuracak.
O da:
“Evet Yâ Rabbî!” diyecek.
Allah:
“Öğrendiğin hususlarda ne yaptın?” buyuracak.
Kul:
“Gece ve gündüz dâimâ ona göre hareket ettim!” diyecek.
Al­lah:
“Yalan söylüyorsun!” buyuracak.
Melekler de:
“Yalan söylüyorsun!” diyecekler.
Allah şöyle buyuracak:

“Bilakis, sen falan Kur'ân okuyor denilmesini istemiştin ve bu da denildi!”

Sonra servet sahibi getirilecek ve Allah ona:
“Ben senin rızkım genişletmedim mi?
Böylece seni kimse­ye muhtaç olmaz hâle getirmedim mi?”
buyuracak.
O kimse:
“Evet Yâ Rabbî!” diyecek.
Allah:
“Sana verdiğim serveti ne yaptın?” diye soracak.
Kul:
“Akrabalarımı aradım ve muhtaçlara yardım ettim!” diyecek.
Allah:
“Yalan söylüyorsun!” buyuracak.
Melekler:
“Yalan söylüyorsun!” diyecekler.
Yüce Allah:

“Bilakis sen, falan cömerttir, denilmesini istemiştin, bu da denildi!” buyuracak.

Sonra Allah yolunda öldürülen kişi getirilecek ve Allah ona soracak:

“Sen hangi uğurda öldürüldün?”
Kul cevap verecek: “Kendi yolunda savaşı emrettin; ben de dövüştüm, sonun­da öldürüldüm!”
Allah ona: “Yalan söylüyorsun!” buyuracak.
Melekler:
“Yalan söylüyorsun!” diyecekler.
Allah:

“Bilakis sen, falan cesur kimsedir, denilmesini arzu etmiş­tin ve bu da denildi!” buyuracak.

Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dizine vurdu ve:
“Ey Ebû Hureyre!
İş­te bu üç kişi, kıyâmet günü cehennem ateşinin kendileriyle tutuşturulacağı, Allah'ın ilk yaratıklarıdır!”
buyurdu.


(Tirmizî, Zühd, 48)

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »


Sevgili anka kuşu kardeşim ,
İmam Gazali (k.s) Hazretleri'nin, Gazali Risaleleri 3 - KUDSİ HADİSLER'i okumaya başlamaya niyetlenmiştim...Dedim ki hem okuyayım hemde okudukça foruma yazayım..Uygun bir sayfa ararken sizin yaptığınız bu çalışmaya rast geldim....Çokta iyi oldu . Çok teşekkür ederim. Allah (c.c) razı olsun.

MUHİDDİN-İ ARABÎ'nin

MİŞKÂTܒL ENVÂR

-NÛRLAR HAZİNESİ-

101 KUDSÎ HADİS

eserinden 99.KUDSİ HADİS'e kadar gelmişsiniz...Bizlere'de OKUyabilmek nasip OLur inşaAllah...

Siz her sayfanın başında bir önceki linki vermişsiniz bende sayfanın sonunda tekrar belirteyim dedim


http://www.muhammedinur.com/modules.php ... 67ca122e2c (41-80)

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... cc507d7af2 (1-40)
En son Gul tarafından 29 Eyl 2009, 00:31 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Değerli hasbi hizmet Gül'ümüz dikkatinize teşekkür ederim..
Ne iyi ettiniz hatırlatarak sanırım unutmuşum devamını getirmeyi...
O halde devamını paylaşalım inşaallah :



20. HADÎS (100. HADÎS) :


Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
“Nefsim elinde bulunan Al­lah'a yemîn ederim ki, sizler güneş ve aydan herhangi birini görmekte güçlük çekmediğiniz gibi, Rabbinizi görme hususun­da da bir güçlükle karşılaşmayacaksınız! Yüce Allah bir kulu karşısına alıp soracak :
“Ey falan kimse, ben sana ikram etmedim mi?
Ben seni efendi yapmadım mı?
Ben seni evermedim mi?
Atları ve devele­ri senin emrine vermedim mi?
Ben seni bıraktım da sen kavmi­ne baş olup vergi almadın mı?”

Kul :
“Evet!” diyecek.
Allah soracak :
“Günün birinde bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?”
Kul :
“Hayır!” diyecek.
Al­lah :
“Sen Beni vaktiyle unuttuğun gibi, Ben de seni unutuyo­rum!” buyuracak.

Ondan sonra Allah ikinci bir kişiyi karşısına alacak ve soracak :

“Ey falan kimse!
Ben sana ikram etmedim mi?
Ben seni efendi yapmadım mı?
Ben seni evermedim mi?
Atları ve devele­ri senin emrine vermedim mi?
Ben seni bıraktım da sen kavmi­ne baş olup vergi almadın mı?”

Kul : “Evet!” diyecek.
Allah soracak :
“Günün birinde bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?”
Kul :
“Hayır!” diyecek.
Al­lah :
“Sen Beni vaktiyle unuttuğun gibi, Ben de seni unutuyo­rum!” buyuracak.

Ondan sonra Allah bir üçüncüsünü kar­şısına alacak ve ona da yukarıdaki sözlerin benzerini söyleye­cek.
Sonunda bu kimse :

“Yâ Rabbî, ben Sana, kitabına, peygamberine îman etmiş, namaz kılmış, oruç tutmuş ve sadaka vermiştim!” diyecek
Ve gücünün yettiği kadar Allah'ı hayırla senâ edecek.
Bunun üzerine Allah :

“Öyleyse sen şurada dur!” buyuracak.
Bundan sonra o ku­la :


“Şimdi senin aleyhine şâhidimizi getirelim!” buyrulacak.
O kimse kendi kendine :

“Benim aleyhimde şâhidlik yapacak olan kimdir acaba?” di­ye düşünecek.
Derken, o kulun ağzı mühürlenecek ve onu uylu­ğuna, etine ve kemiklerine hitaben :

“Konuş!” denecek.
Bu emir üzerine onun uyluğu, eti ve ke­mikleri ameli hakkında konuşacaklar.
Bütün bunlar onun perîşan olmasına
* yol açacak.
İşte bu üçüncü kul, münâfıktır.
Bu kimse, Allah'ın kendisine kızacağı kimsedir!”


(Müslim, Ebû Hureyre'den nakleder. Ebû Hureyre (radiyallahu anhu) şöyle dedi: “Sahâbe: “Yâ Resûlullah Rabbimizi görecek miyiz? di­ye sorunca o, rü'yet hadîsini zikretti ve bu hadîsi serdetti.)
(Müslim, Zühd, 16)

* "El yevme nahtimü ala efvahihim ve tükellimüna eydihim ve teşhedü ercülühüm bima kanu yeksibun. : Bugün ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayaklar şahitlik eder." (Yâsîn, 36/65)

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Bu, ilâhî hadîslerin yüz birincisi olup kitap onunla son bul­maktadır.


21. HADÎS (101. HADÎS) :

Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
“Yüce Allah cennet ehline cennette şöyle buyuracak :
“Şüphesiz Ben çok cömert, zengin, muktedir, emîn ve sadık olan Allahım! Burası sizi oturttuğum evim ve size helal kıldı­ğım cennetimdir.
Size gösterdiğim kendimdir.
İşte benim hayat ve bereket dolu Elim ki, açıktır ve size uzanmış durumdadır, sizden onu geri çekmem.
Ben size nazar ediyorum, gözümü sizden çevirmem.
Dilediğiniz ve arzu ettiğinizi Benden isteyiniz!
Zîrâ Ben kendimi size yakın hissettirdim!
Sizin yakı­nınız (enîs) ve arkadaşınızım (celîs).
Bundan sonra ihtiyaç duy­ma ve yoksulluk yoktur.
Artık ebediyyen korku, sefâlet, öfke, sıkıntı, değişiklik de söz konusu değildir.
Ebediyyet nîmeti sizi kaplamıştır.
Sizler emniyettesiniz, burada sürekli kalıcı ve du­rucusunuz!
Nîmet ve ikrama mazharsınız.
Sizler bana itâat et­miş ve yasaklarımdan sakınmış olan seçkin ve ulu kişilersiniz.
İhtiyaçlarınızı Bana bildiriniz ki onları cömertçe ve bol bol yeri­ne getireyim!”

Bunun üzerine cennet ehli şöyle diyecek :

“İstek ve arzumuz bu değildir.
Senden dileğimiz, sonsuza kadar Senin mübârek Yüzüne bakmamız ve Senin bizlerden râzı olmandır!”

Yücelerin yücesi, mülkün sahibi, cömert ve kerem dolu olan Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyuracak :
“İşte, size ebediyyen açık olan yüzüm (cemâlim)!
Sevininiz, çünkü sizden hoşnu­dum!
Keyifleniniz, eşlerinize gidiniz, onlarla kucaklaşınız ve sevişiniz!
Câriyelerinize gidiniz ve onlarla şakalaşınız!
Odala­rınıza giriniz!
Bahçelerinizde gezininiz!
Hayvanlarınıza bini­niz!
Döşeklerinize uzanınız!
Cennetteki halayık ve câriyeleri­nizle yakınlık içinde olunuz!
Rabbinizin hediyelerini kabul edi­niz!
Elbiselerinizi giyiniz!
Meclislerinize geliniz, sohbet ediniz!
Sonra -orada uyku ve meşakkat söz konusu değilse de- koyu bir göl­gelik ve sükunet verici bir asudelikte, Celîl’e komşu olmanın huzûru içinde öğle istirahatine çekiliniz!
Daha sonra Kevser ve Kâfûr Irmağına, Temiz Suya, Tesnîm Suyuna, Selsebîl Suyuna, Zencebîl Suyuna gidiniz; orada yıkanınız ve onlardan zevk alı­nız!
Sizin için ne hoş bir hayat ve ne iyi bir dönüş yeridir!
(Ra'd l3/29)
Son­ra gidiniz, yeşil yastıklara ve harikulâde işlemeli yaygılara (Rahmân, 55/76) yaslanınız, uzayıp giden gölgeler altındaki yüksek döşeklere uzanınız ki onların kenarlarında çağlayarak akan sular, bitip tükenmeyen ve serbestçe alımp yenen bol meyveler vardır. (Vâkıa, 56/29-33)”

Daha sonra Resûlullah şu âyeti okudu :
“Doğrusu bugün cennetlikler eğlence ile meşguldürler.
Onlar ve eşleri, gölgelik­lerde tahtlar üzerine yaslanmışlardır.
Orada onlar için meyve­ler vardır ve her istedikleri onlarınndır.”
(Yâsîn,36/55-58)

En sonunda şu âyeti okudu :
“O gün cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekle­ri yer çok güzeldir.” (Furkan, 25/24)


(Bu hadîsi H:599/1202) senesi Cumâde'l-âhiresinde Harem-i Şerifte Kabe-i Mükerreme karşısında, defalarca karşılıklı birbirimize okuyup dinlemek sûretiyle bana öğreten kimse,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in amcası Abbas soyundan gelen eş-Şeyh el-İmam eş­-Şerif muhaddis Ebû Muhammed Yunus b. Yahya b. Ebi'l-Be­rekât b. Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. Hamza b. İsmâil b. İsâ b. Mûsâ ibn Mûsâ ibn Muhammed b. Ali b. Abdillah b. Ab­bas'tır.
O da el-Kadı Ebi'l-Fadl Muhammed b. Ömer b. Yusuf el­-Ermevî'den ...den, Abdullah b. Mes'ud (radiyallahu anhu)'den nakleder.
O da Ali'den Mevâkıfü'l-Kıyâme hadîsinde nihâyet Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan, naklettiğimiz üzere Allah'ın cennet ehline hitabı hadîsini zikretti.)



Mişkâtü'l-Envar isimli, Yüce Allah'tan rivâyet edilen ha­berlerden oluşan kitap tamamlandı ve üçüncü bölüm de nihâ­yete erdi.
Böylece kitap 599/1202 senesi cumâde'l-âhire ayının otuzuncu pazartesi günü öğle vaktinde Mekke'de Harem-i Şe­rif te sona erdi.
Müellifi olan Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Arabî et-Taî el-Hatimî'nin hattıyla yazıldı.
Allah onu okuya­cak ve yazarına duâ edecek olana rahmet etsin!
Allah'ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed'e, âilesine ve ashâbına olsun!
Ey benim güvendiğim!
Ey benim ümidim!
İşimi hayırla sonuç­landır!..



MUHİDDİN-İ ARABÎ - MİŞKÂTܒL ENVÂR
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

KUDSÎ HADÎS NEDİR?


KUDSÎ HADÎS HAKKINDA KISA BİLGİ

Yazan : Muhammed Valsan­

İlâhî ve Rabbânî Hadîs diye de anılan Kudsî Hadîs, Ne­bevî Hadîsten, söz içerisinde ilâhî kelâm ihtiva etmesiyle ayrılır. (1)

(1) Burada vereceğimiz mâlûmatın büyük bir bölümü Muhammed Cemâlüddîn el-Kassımî’nin (ö. 1334/1914) Kavâidü't-Tahdîs adlı eserin­den alınmıştır.


Kudsî hadîsin belirgin özelliği, Allah'ın dâimâ doğrudan doğruya birinci şahıs olarak hitab etmesidir.
Üslup olarak, ek­seriyetle kendisiyle kulu veya kulları arasında cereyan eden bir karşılıklı konuşma tarzı hâkimdir ki, burada söz konusu muhataplar Hz. Peygamber, insanlar ve meleklerdir.
(2)

(2) Birinci Şahıs tarzında kullanış Kur’ân'da da vardır.
Mesela: “Artık Beni anın, Ben de sizi anayım...” (Bakara, 21152).
Fakat bu tarz nâdir olarak görülür.
Mahlûkata hitap dolaylı ifâde yoluyla daha sıktır.


Kudsî hadîsle ilgili mükemmel hemen hiçbir araştırma ya­pılmış değildir. Bulunabilen açıklamaların ekserîsi, iki veya üç terimin karşılaştırılmasına inhisâr etmektedir.
Bunlar da:
Kur’ân ve Kudsî hadîs veya Kur’ân, Kudsî hadîs, Nebevî hadis mukayesesidir.
Kudsî hadîse bir ara statü kaderi biçen bu dav­ranış, umumi mânâsıyle Hadîs'te bulunmayan, Kur’ân'ın “mânevî tasarruf ve te'sir” vasfını gözler önüne sermeye îtina eder.
Gerçekten Kur’ân “bütün metafizik, kozmolojik, tasav­vufi, dîni, bâtınî ve zâhiri ilimler ile birlikte, bunlara tekabül eden bütün “mânevî tesir” vasıtalarını...”
(3) ihtiva eder.

(3) Krş. Michel Valsan, Etudes Traditionnelles, no. 406, 407, 408, s.
150'deki açıklama.


Namaz­da mukaddes kitaptan bir bölüm okumak da bu ibâdetin kabu­lü ve müessiriyeti için vaz geçilmez şarttır.
Kur’ân'dan okuna­cak her harfin on hayırlı iş gerçekleştirmeye denk olduğu
(*) söy­lenir.
Mü'min Kur’ân'a karşı edeb kurallarına riâyet etmek mecburiyetindedir ve abdestli değilse
(**) onu okuyamaz veya el­le dokunamaz.
Kur’ân'ın telmihte bulunduğu konular bir hika­ye tarzında anlatılamaz.
İbn Hanbel'e göre onun kopyalarını ticaret metâı hâline getirmek yasaktır
(***) Kudsî hadîse gelince,
onun bütün bu hususlarla bir ilgisi yoktur. O hâlde namazda kıraat olarak okunamaz ve hatta bu, namazı bozar. Şu da ilâve edilebilir: Kudsî hadîse karşı gelen bir kimse, kendisini sâdece onun ihtiva ettiği lfttuflardan mahrum bırakmış olur. Fakat Kur’ân için söz konusu olduğu gibi, küfürle itham edilemez
(4)

(*) Krş. (Tirmizî, Fadailü'l-Kur’ân, 16; Abdullah Aydemir, Kur’ân-ı Kerîm'in Fazîletleri, 204, İzmir 1981. (M. Demirci)
(**) Ulemânın çoğuna göre (M. Demirci).
(***) Ahmed b. Hanbel mushaf satışını hoş karşılamaınışsa da, onu satın almaya izin vermiştir. Bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 178, Beyrut 1405/1985. (M. Demirci).
(4) “K-F-R” silmek, örtrnek, gizlemek mânâlarına gelir. Dînî anlamda ise Al­lah'ı inkâr ve daha umümî olarak ise îmansızlık demektir.



İki tip ilâhî kelâmı iyi ayırt edebilmek bakımından;
Kudsî hadîs için kullanılan tabir (farklı söyleyişler de olmakla bera­ber) şudur:
“Resûlullah, Rabbinden rivâyet ettiği sözlerinde şöyle buyurdu..”
Kur’ân'a mahsus olan tabir ise:
“Allah buyur­du” şeklindedir.

Kur’ân Cebrâil vasıtasıyle indi.
Genel bir kaide teşkil etme­mekle beraber, bazılarına göre kudsî hadîs vâkıası da böyledir.
Daha doğrusu Hz. Peygamber'in ifâde ettiği ve kudsî diye isim­
lendirilen sözlerin, kendisine uyku hâlinde iken veya ilham yo­luyla ilkâ olunduğu konusunda görüş ittifâkı mevcûttur
(5).

(5) Burada ilkâ tarzı ile ilgili mesele ele alınmış olduğuna göre, Mi'rac gece­si boyunca, Resûlullah'a semâya yükselişi sırasında kudsî hadîslerin il­
ham edildiği şeklinde dile getirilen görüşe de işâret etmek gerekir.


Kudsî hadîsle Kur’ân'ı temelden ayıran farkı anlamak için, Kur’ân'ın sözü edilen “mânevî tasarruf ve te'sir” (operatif) dedi­ğimiz yüksek vasfına tekrar dönmek gerekir.
Bu mukaddes ya­pısıyla Kur’ân el-İmamü'l-mübin'den başkası olmayan tabi at üstü modelin gerçekten âşikâr bir görünümüdür.
Bu da onun kadîm
(6) ve mu'ciz olduğunu izâha kâfîdir.
Hatta onun Kur’ân ismi (ki her şeyden önce okuma demektir), Kur’ân'ın bölümleri için kullanılan sûre (nişan) ve âyet (işaret, mûcize) kelimeleri, bu eşsiz ve mûcizevî vasıf üzerinde ısrârı tamamen haklı göste­rir.


(6) Kadîm terimi (ki, eski, ezelî demektir), ortaya çıkan, vukû bulan, bek­lenmeyen kaza gibi birden bire meydana gelen mânâsındaki “H-D-S” kö­
künden gelen hadîs'in zıddıdır.
Kur’ân için ileri sürülen târifler bu köke zıt şekilde verilmiştir.
Meselâ Ebû Bekr Muhammed b. İshâk el-­Keılâbâzî (380/990 veya 384/994)'nin “Kitâbü't-Taarruf li Mezheb-i ehli't-Tasavvuf” adlı kitabında şunlar yer alır:
“Mutasavvûflar Kur’ân'ın hakiki anlamıyla Allah'ın kelâmı olduğu konusunda ittifâk etmişlerdir.
O'nun kelâmı yaratılmış, sonradan olmuş (muhdes) ve bilâhare meydana çıkmış (hades) değildir.
Nasıl ki Allah'ı kalblerimiz­le biliyor, dillerimizle zikrediyor, câmilerimizi mekân edinmediği hâl­de orada kendisine ibâdet ediyorsak, Kur’ân'ı da dillerimizle okuyor, mushaflarımıza yazıyor, hâfızalarımızı mekân edinmediği hâlde ora­da muhâfaza ediyoruz.
Sûfîler Kur’ân'ın cisim, cevher ve araz olmadığı husüsunda ittifâk etmişlerdir.”
(Bkz, et-Taarruf, 54, tahkik, Mahmud Emîn en-Nevâvî, Kâhire 138811969: aynı eser, çev. S. Uludağ (Doğuş Devrinde Tasavvuf, s. 67, İstanbul 1979. M, Demirci)


Kudsî hadîs konusunu işleyen yazarlar, onun mânâsının Allah'tan geldiğini, lâfzının ise Hz. Peygamber'e âit olduğunu ifâde ederler. (7)

(7) Cürcânî (816/1413) Tâ'rîfât'ında kısa bir târiften sonra şöyle der: “..... Kur’ân, kudsî hadîsten üstündür, çünkü onun (sâdece mânâsı değil) lâfzı da vahiy mahsülüdür.”



Kudsî hadîs değişmez yapıda olmadığı gibi, on'un metni büyüleyici ve zikri (incantatoire) bir role sâhib de­ğildir.
Bu da, bir takım farklı metin ve müteradif ifâdelerin zuhûrunu açıklar.
Hâlbuki Kur’ân âyetleri için farklı metin ve müteradif ifâde tamamen imkân dışıdır.
Onda sâdece bazı fark­lı okunuşlar söz konusudur.
(8)

(8) Bu vesîle ile şu da söylenebilir:
İbn Arabî'nin sık sık kullandığı harfler ve sayılar ilmi gibi ilimlerin, Kur’ân'da dâimâ uygulama imkânı var­dır.
Farklı okuyuşlar, umûmiyetle harflerin ne sayı değerlerini, ne de şekillerini değiştirecek bir mâhiyet arzetmemektedir.



Şimdi “Kavâidü't-Tahdîs” (9) isimli eserin daha öğretici bir bölümünün tercümesini sunmak istiyoruz.
Yazar burada bize, üstâd Abdül Azîz ed-Debbağ ile öğrencisi Ahmed b. el-Mübârek
(10) arasında geçen, Kur’ân, kudsî hadîs ve nebevî hadîs
arasındaki mevcût farkları anlatan bir muhâvereyi nakleder.
Tercümemiz metnin hemen hemen tamâmını ifâde ediyor; sâdece bir kaç tekrara yer verilmemiştir.
Zîrâ şifâhen söylenir­ken faydalı iseler de onlar, yararlı bazı şeyler ilâve etmeksizin, Fransızca metni ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyacaklardı.
(*)

(9) Burada vereceğimiz mâlûmatın büyük bir bölümü Muhammed Cemâlüddîn el-Kassımî’nin (ö. 1334/1914) Kavâidü't-Tahdîs adlı eserin­den alınmıştır.
(10) Ahmed b. el-Mubârek es-Sicilmâsî (1156/1713).
(*) Türkçe tercümeyi doğrudan metnin Arapça aslından yaptık.
Bkz. Mu­hammed Cemâlüddîn el-Kasimî, Kavâidü't-Tahdîs Min Fünûn-i Mustalahı'l-Hadîs, tahkik, Muhammed Behcetü'l-Beytar, s. 66-69, Mısır, 1390/1961. Krş. Abdül Azîz ed-Debbâğ, el-İbrîz, s. 34-36, Kâhire 1356 (M. Demirci).


Aşağıda göreceğimiz gibi, nûrlarla ilgili bir sembolizm vâsı­tasıyledir ki, bu Şeyh, Resûlullah'a âit üç tip vahyi belirleyen temel unsurları ortaya çıkaracak ve açıklamaları geliştirecek­tir.

* * *

Kur’ân, kudsî hadîs ve hadîs arasında ne fark olduğunu üstâd Abdül Azîz ed-Debbâğ’a sordum.
Şöyle cevap verdi:
“Her ne kadar bunların üçü de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ağzından çıkıyor ve onun nûrlarından bir nûr taşıyorsa da, aralarındaki
fark şudur:
Kur’ân’daki nûr kadîm’dir, Allah Teâlâ'nın Zât’ın­dandır, çünkü Allah kelâmı kadîmdir.
Kudsî hadîsteki nûr Resûlullah’ın rûhundandır; ve bu, Kur’ân nûrunun bir misli değildir.
Çünkü Kur’ân nûru kadîm, bu nûr ise kadîm değildir.
Kudsî olmayan hadîsteki nûr ise Resûlullah’ın zâtındandır.
O hâlde bu üç nûr kaynak bakımından farklılık arz eder.
Kur’ân’ın nûru Hakk’ın Zât’ından,
Kudsî hadîsin nûru Resûlullah’ın rûhundan,
Kudsî olmayan hadîsin nûru ise Resûlullah’ın zâtındandır.”

Ona: “Rûhun nûru ile Zât’ın nûru arasındaki fark nedir?” diye sordum. Cevabı şöyle oldu:
“Hz. Peygamber'in zâtı topraktan yaratılmıştır, diğer kul­lar da topraktan yaratılmıştır.
Ruh ise Mele-i a'lâ'dandır.
Mele­i a'lâ, Hak Teâlâ'yı en iyi bilenlerdir.
Her bir şey kendi aslını öz­ler.
Ruhun nûru Hak Teâlâ'ya, zâtın nûru ise mahlûkata bağlı­dır.
Bu bakımdan Allah'a bağlı olan kudsî hadîslerde şu vasıf­lar görülür:
Onlar Allah'ın azametini ve rahmetini ortaya koyarlar,
O'nun saltanatının genişliği ve bağışının çok­luğuna dikkati çekerler. Mesela birinciye âit bir kudsî hadîs şöyledir:
“Ey kullarım, şâyet sizin evvelîniz, âhiriniz, insanınız ve cinniniz...”
(*)
(*) Burada 1 numaralı hadîs


İkinciye âit örnek ise şu olabilir:
“Salih kullarım için öyle nîmetler hazırladım ki...”
(**)
(**) Burada 21 numaralı hadîs


Üçüncünün örneği şudur:
“Allah'ın eli doludur, harcamak onu eksiltmez, o gece ve gündüz dâimâ akar...”
(Buhârî, Tersir, II; Tecrîd terc. XI, 113)

Bunlar Hak Teâlâ'daki ruh ilimlerinden­dir.
Kudsî olmayan hadîsler ise böyle değildir.
Onlarda şehirle­rin ve insanların düzeltilmesinden söz edilir, helal ve haram üzerinde durulur, cezâ ve mükafat hatırlatılır, emirlere uyma­ya teşvik edilir.”


Bunlar üstâdın sözlerinden anlayabildiklerimdir.
Onun işâret ettiği mânâların tamamını hakkıyla naklettiğimi söylemem zordur.

“ Kudsî hadîs Allah kelâmı mıdır, değil midir?” diye sor­dum.
“O, Allah kelâmı değildir, sâdece Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözü­dür.” dedi.
Şöyle sordu:
“O hâlde kudsî hadîs niçin Allah'a izâfe edilir?
Ona “Kudsî hadîs” denir, “Rabbinden rivâyet ettiği üzere” denir.
Eğer Hz. Peygamber'in sözü ise onlardaki zamirleri ne yapacağız?
Me­sela: “Ey kullarım, şâyet evvelîniz ve âhiriniz...”,
“Salih kullarım için... hazırladım.”,
“Kullarımdan kimi Bana mü'min, kimi kâfir olarak sabahı etti...”
(Müslim, Îman, 125; Buhârî, Ezan, 156; Tecrîd terc., II, 919)

Hadîslerindeki zamirler Allah'a âittir.
Demek ki her ne kadar lâfızlarında i’câz yoksa da kudsî hadîsler Allah sözüdür, öyle değil mi?”
Bu defa üstâd şöyle cevap verdi:
“Allah'tan gelen nûrlar Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in üzerine ya­ğar ve husûsî bir müşâhede hâsıl olur.
Bu müşâhede devâmlı olur ve bu sırada nûrlarla birlikte Hakk'ın kelâmını işitir veya kendisine melek gelirse işte bu “Kur’ân”dır.
Kelâmı işitmez ve kendisine melek de gelmezse, işte bu “Kudsî hadîs” vakti de­mektir.
Bu durumda Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi konuşur ve o sıra­da sâdece Rubûbiyet ve onu tâzim ederek, onun şânını zikrede­rek kelâmda bulunur.
Bu sözün Hak Teâlâ'ya izâfe edilmesi, iş­lerin birbirine karıştığı bu müşâhede ânının bir gereğidir; öyle ki o ânda gayb şehâdete, bâtın zâhire rücû eder ve söz Allah'a izâfe edilir.
Neticede Rabbânî hadîs denir,
“Yüce Rabbinden rivâyet ettiği üzere..” denir.

Zamirler meselesi şöyle açıklanabilir: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadîslerde Cenâb-ı Hak'tan hâl diliyle müşâhede ettiği şey­leri ağzından bize hikâye yoluyla nakletmektedir.
Kudsî olmayan hadîslere gelince, onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in zâtında mevcûd ve ondan hiç ayrılmayan nûr sâyesinde ortaya çıkar.
Yüce Allah nasıl ki güneşin cismine maddî nûrlar ver­mişse,
Hz. Peygamber'in zâtına da Hak nûrları ihsân etmiştir.
Işık güneşin ayrılmaz bir parçası olduğu gibi, o mübârek zât için de bu nûr öyledir.
Başka bir defa üstâd şöyle dedi:
“Ateşli hastalığa yakala­nan ve bu hâli devâm eden birisini düşünelim. Farzedelim ki, ateşi bâzan çok yükselsin ve şuûrunu kaybederek ne söylediği­ni bilmez hâle gelsin.
Bâzan da ateşi yüksek olmakla beraber, şuûrunu kaybetmemiş olsun ve ne söylediğinin farkında bu­lunsun.
Bu hastanın ateşi için üç durum söz konusudur.
Şöyle ki:
Ateş normal ölçüde olabilir,
Hastanın şuûrunu kaybettire­cek kadar yüksek olabilir,
Yüksek olmakla beraber şuûrunu kaybettirmez.
Hz. Peygamber'in zâtındaki nûrlar da böyledir:
Nûr belli ölçüde olursa, o vakit onun sözü kudsî olmayan hadîs mahiyetindedir.
Nûr parıldar ve Hz. Peygamber'in zâtını bili­nen hâlinden çıkaracak derecede istîlâ ederse, o sırada ondan sâdır olan söz Allah kelâmıdır; Kendisine Kur’ân'ın nüzûlü sı­rasında Hz. Peygamber'in vaziyeti böyle olur. Nûrlar parıldar, fakat Hz. Peygamber'i tabiî hâlinden çıkarmazsa, bu durumda iken ondan sâdır olan söz Kudsî hadîs olur.”

Bir keresinde de şöyle dedi:
“Hz. Peygamber Efendimiz ko­nuştuğu vakit, söz ağzından ihtiyârı dışında çıkarsa bu “Kur’ân”dır.
Söz ihtiyârıyla olur, fakat o sırada her zamankin­den farklı bir nûrun parıldaması söz konusu olursa, bu Kudsî hadîstir.
Dâimî olarak mevcûd nûrla konuşursa, bu da kudsî ol­mayan hadîstir. Aslında Hz. Peygamber'in sözü için, hep Hakk'ın nûrları ile beraber olmak söz konusudur.
Onun bütün konuştukları kendisine vahyedilmiş şeylerdi. (Necm, 53/3-4) Nûrların hâlle­rinin farklı olmasından dolayı üç kısma ayrıldı.
Gene de en iyi­sini Allah bilir.”
Seyyid Ahmed b. el-Mübârek şöyle diyor:
“Bu fevkalâde gü­zel bir izâh.
Fakat, kudsî hadîsin Allah kelâmı olmadığına dâir delil nedir?”
Üstâd:
“Allah kelâmı gizli kalmaz” dedi.
“Keşif yo­luyla mı?” dedim.
“Keşifle veya keşifsiz. Akıl sâhibi olan herkes, Kur’ân'ı dikkatle dinler, sonra da başka bir sözü dinlerse, kesin olarak aradaki farkı anlar.
Sahâbe (radiyallahu anhum) insanların en akıllıları idiler.
Onlar atalarının dînini, Allah kelâmını açıkça işitince terk etti­ler.
Hz. Peygamber'in tebliğleri, sâdece kudsî hadîse benzeyen sözlerden ibâret olsa idi hiç kimse îman etmezdi.
Onun önünde boyunların eğilmesini sağlayan, Hak Teâlâ'nın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm'dir.”


Şöyle sordum:
“Ashâb, Kur’ân'ın Allah kelâmı olduğunu nasıl bildiler?
Onlar putlara tapıyorlardı ve Allah'ı evvelce, sözünü ayırd ede­bilecek ölçüde tanımıyorlardı.
Son nokta olarak anladıkları, bunun beşer tâkatinin üstünde bir şey olduğudur ki, meselâ meleklerden de gelmiş olabilirdi?”
Üstad cevap verdi:
“Kur’ân'ı dinleyen ve mânâsını kalbinde duyan herkes ke­sin olarak bilir ki Yüce Rabb'in kelâmıdır!
Ondaki azamet ve satvet ancak ilâhî ve Rabbânî olabilir.
Akıllı ve zekî kimse önce bir hükümdârın sözünü dinlese, sonra da onun halkının sözünü dinlese hükümdârın sözünde farklı bir üslûp görür.
Hatta bu kimse kör birisi olsa, aralarında bir hükümdârın da bulunduğu ve sırasıyla konuşmakta olan bir topluluğun üzerine gelse, bu durumda bile şüpheye mahal olmayacak şekilde, hükümdârın sözünü başkalarınınkinden ayırd edebilir.
Bu hükümdâr nihâyet sonradan yaratılmış bir varlıktır.
Kadîm olan Allah'ın sözü­nün te'sirini varın siz hesap edin!
Sahâbe (radiyallahu anhum) Yüce Rabb'lerini Kur’ân'la bildiler,
O'nun sıfatlarını ve rubûbiyetinin hakkı olan şânını onun vâsıtasıyla anladılar.
Böylece Kur’ân'ı dinle­mek, sahâbeye Allah hakkında âdetâ gözle görürcesine kat'î bilgi sahibi olmayı sağlamış oldu.
Nihâyet Allah'la celîs (yakın arkadaş) hâline geldiler.
Bir kimsenin yakın arkadaşının ken­disine gizli si saklısı olur mu?”
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

KUDSÎ HADÎS (el-Hadîsü'l-Kudsî) (*)

Doç. Dr. Ali Yardım



* Bu bölümü sayın yazarın izniyle aşağıdaki kitabından aynen alıyoruz:
Ali Yardım, Hadîs I, ss. 42-46, Dokuz Eylül Üniversitesi yayını, İzmir 1984.


Hazreti Peygamber'den sâdır olan bütün söz ve davranışla­rın, “vahy”in kontrolünden geçtiği Allah Teâlâ (c.c) tarafından bildirilmiştir:
“Peygamber, kendi keyf ve arzûsuna göre hevâ söylemiyor; onun söyledikleri, ancak kendine vahyolunan va­hiydir.” (1)

(1) (Necm sûresi, 3-4.)

Bu âyetlerle ilgili olarak müfessir Elmalılı Muham­med Hamdi Yazır'ın açıklaması şöyledir:
“Bu âyet de, esas îtibariyle Kur’ân hakkında olmak gerekir.
Hadîslerine de şâmil olmak üzere mutlak nutkuna hamledildiği takdirde de müntehâsı itibâriyle mülâ­haza edilmek iktizâ edecektir.
Vahyin, muzârî sîğasiyle te'kid olunarak tahkik ve tavsîfinde buna da bir işâret yok değildir.
Bkz. VI/4572.

Bu sebeple, Resûlullah (s.a.)'dan zuhûr eden her şey ilhî menşe'lidir. Ancak, onların hepsi aynı hüvîyetle kendini gös­termemiştir.
Bu ilâhî irâdenin, Hazreti Peygamber vasıtasiyle kullara ulaştırılışı;
“Kur’ân-ı Kerim”,
“Hadîs-i Kudsî” ve
“Hadîs-i Şerif' şeklinde tecellî etmiştir.
Bunun da hikmetini kendi bilir; bizim bildiklerimiz ise, onun sezdirdikleri kadar­dır.
Bunlar içersinde burada bizi ilgilendiren, sâdece ikinci şık­kı teşkil eden Hadîs-i Kudsîlerdir.
Buna, “Hadîs-i Rabbânî' veya “Hadîs-i İlahi” de denmiştir.
Kur’ân-ı Kerim'in; hem lâfzı hem de mânâsı Allah tarafın­dan vahyedilmiştir. Onun, başka hiç bir “Kelâm”da bulunma­yan, sâdece kendine has özellikleri vardır.
Hadîs-i Şeriflerin ise; lâfzı da mânâsı da Hazreti Peygam­ber'e âid bulunmaktadır.
Bunlarla ilgili olarak ilerde devâmlı bilgi verilecektir.
Hadîs-i Kudsilere gelince:
O, “Mânâsı Allah tarafından vahyedilmiş, fakat ifâdesi (lâfzı) Hazreti Pegyamber'e âid olan hadîslerdir” şeklinde târif edilir.
Bu hâliyle Hadîs-i Kudsî'nin, Kur’ân ve Hadîs'in sâdece birer özelliğini taşıdığı dikkati çek­mektedir.
O, mânâ bakımından Kur’ân, lâfız bakımından ise Hadîs gibidir.


Bu hususda İslam ulemâsının bir kısım yorumlan ve değerlendirmeleri vardır
(2).

(2) Bkz. Muhammed el-Medenî, el-İthâfât'üs-Seniyye. s. 187 vd.; Okiç, Bazı Hadîs Mes'eleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959, 13-16; Koçyiğit, Hadîs Istılahları, s. 123-125; Ali Osman Koçkuzu, Hadîs İlimleri ve Hadîs Tarihi, s. 42-43; Muhammed Ebû Zehv, el. Hadîs ve'l-Muhaddisûn, s. 16-18; Subhî es-Sâlih, Ûlûm'ul-Hadîs ve Mustalahuhû, s. 11-13; el-Kaasımî, Kavâid'üt-Tahdis. s. 64-69.



Burada, daha çok, Kur’ân-ı Kerim'le Hadîs-i Kudsî arasındaki farklar ve Kur’ân'ın özellikleri üze­rinde durulmuştur.
Bu bilgileri bir cümle ile özetlersek;
Hadîs-i Kudsiler, gerek lâfız gerekse getirdiği hükümler bakımından Kur’ân-ı Kerim'den tamâmiyle ayrıdır, diyebiliriz.

Hadîs-i Kudsî meselesine, mevcût değerlendirmeler dışın­da, bir başka yönden daha bakmanın yerinde olacağı kanaatin­deyiz.
Bu da bizi, kanun yapma ve emir verme tekniği üzerinde düşünmeye sevkediyor.
Şöyle ki: İnsaf ve iz'ân nazarı ile bakıl­dığında, kulların dünyâ düzenini işletmeleri ile Cenâbı Hakk'ın kâinât nizâmını çalıştırması arasında hiçbir fark ol­madığı görülür.
Nitekim, “beşerî” olanla “ilâhî” olan arasında bir gizli mutâbakat göze çarpmaktadır.
Öyle bir mutâbakat ki, Allah'a rağmen ve ona ters düşerek işleri yürütmek mümkün olmamaktadır.
Bu gizli mutâbakata uymayan beşerî karar ve uygulamalar, kısa bir süre içinde kendi kendini tashîh ederek; yine doğruya, hakîkate ve fıtrata uygun olana rücû etmektedir.
Ne var ki, buna, birisi “ilâhî irâde” der, öbürü de “Kamu oyu baskısı” adını verir.
Değişiklik, sâdece kullanılan tâbirlerde­dir.
Burada niyetimiz, düzen felsefesi yapmak değil, sözü bir yere getirmektir. Bu da, menşei ne olursa olsun, insanların bu dünyâyı, bir takım kanunlarla idâre etmeleridir.
Ancak bu ka­nunlar, mâhiyet îtibariyle farklılık arzederler.
Bir kısmı, bir merci tarafından “yazılı” olarak çıkarılır.
Bu nevîden kanunla­rın; kelimesi, harfi, imlâsı ve noktası üzerinde değişiklik yap­ma yetkisi kimseye verilmemiştir.
Bu yetki, kanunu yapan mercie âiddir.
Tâbir câizse ve teşbihte bir hata yapmamışsak, Kur’ân-ı Kerim'in durumunun, aynen buna benzediğini söyle­yebiliriz.
Onun; lâfzı da, mânâsı da, tertibi de, her şeyi ile Cenâbı Hakk'a âiddir. Peygamber bile, üzerinde bir nokta değişikliği yapma tasarrufuna sâhib değildir.
Mesele bununla bitmemektedir.
Bir de, üst merciin “sözlü tâlimatlar”ı vardır.
Yetki vereceği kimseye şifâhen çerçeve tâlimât verilmekte, onu ifâdelendirip kaleme almak ise yetkiyi alan şahsa âid olmaktadır.
Ancak, bu nevîden kanun hükmün­deki tâmimlerde, atılan imza re'sen değil, kayıdlıdır.
Bunlar; Cumhurbaşkanı adına, Bakan adına, Dekan adına tarzında bir kayıt taşırlar.
Bu nevîden tâlimatlarda, muhtevâ üst mercilere aid olduğu hâlde, ifâde, tâmimi yapan yetkili şahsındır.
İşte, yi­ne tâbir câizse, Hadîs-i Kudsîler de aynen bu duruma benzemektedir.
Yânî onlar, Hazreti Peygamber'in re'sen söylediği söz değil, “Allah adına” yaptığı beyânlarıdır.
Hadîs-i Kudsî konusu işlenirken, umûmiyetle bir de, bu nevîden hadîslerin hangi rivâyet formülü ile nakledildiği mese­lesi üzerinde durulmuştur.
Bu teknik bilgiler verildikten son­ra, bu hususda, bir meseleye daha yer verilmesi gerekecektir.
Bu da, mevcûd Kudsî hadîslerin, muhtevâları bakımından bir tasnîfe tâbî tutulması ve ilâhî irâdenin, hangi özelliği taşıyan meselelerde “Hadîs-i Kudsî” şeklinde tecellî etmiş olduğunun tesbitine çalışılmasıdır.
Öyle zannediyoruz ki, bu yönde yapıla­cak bir çalışma, bizi, Hadîs-i Kudsî konusunda daha pratik neticelere ulaştırmış olacaktır.
Mevcût kaynakların bir kısmı, meselenin bir başka yönüne daha ağırlık vermişlerdir.
Bu da, muhtemel sorulara verilen nazarî cevaplardır:
“Hadîs-i Kudsî'ler, Kur’ân-ı Kerîm yerine geçer mi, geçmez mi?
Geçmezse, bunların getirdiği hüküm, Kur’ân'ın getirdiği hükümlerle aynı değerde midir, değil mi­dir?” gibi sorular, esâsen, temelden kusurlu ve nüanslara dikkat edilmeden ortaya atılmış sorulardır.
Farklı yönü olan hiç bir şeyin, birbirinin aynı olamayacağı ortadadır.

Hadîs-i Kudsiler, başlangıçta ayrı bir kitapta toplanma­mıştır.
Hadîs mecmûalarınm içine serpiştirilmiş durumdadır.
Ancak, tasnîf devrinden sonra bu hadîsleri ayrı kitaplarda top­lama fâliyetine girişildiği anlaşılmaktadır
(3).
(3) Bkz. el-Kettânî, er-Risâlet'ül-Müstatrafe, s. 81; Okiç, a.g.e., s. 15­, 16


Görebildiğimiz ka­darı ile, ilk dönem muhaddislerinden el-Buhârî, “el-Camiu’s­-Sahîh”inin son bölümünü teşkil eden “Kitâbü’t-Tevhîd”in bir bâb”m-ını Kudsî Hadîsler'e tahsih ederek beş metin kaydetmiş­tir (4).
(4) el-Câmiu’s-Sahîh, VIII/212 Bâbü Zikri’n-Nebî (s.a.s.) ve rivâyetihî 'an
Rabbihî.


Sonraki muhaddislerden es-Suyûtî (ö: 911/1505), “el. Camiu’s-Sağîr”inde, bunların bir kısmını toplamıştır (5).
(5) el. Camiu’s-Sağîr I/81-84 “Kaalellâhü Teâlâ ifiâdesi ile başlayan me­
tinler”.


Abd'ur-Raûf el-Münâvî (ö: 1031/1622)'nin “el-İthâfât'üs-Se­niyye bi'l-Ehâdîs'il-Kudsiyye” adlı eseri ile, Muhammed el­-Medenî (te'lif: 1191/1680)'nin “el-İthâft'ü’s-Seniyye fi'l­-Ehâdîsi’l-Kudsiyye”si ise meşhûrdur. (6)
(6) el­-Medenî’nin eseri, Haydarâbâd 1358 baskılı olup, 863 metin ihtivâ et­
mektedir.



Kudsî Hadîsler, mânâlarından anlaşılabileceği gibi, senedi ile kaydedilen eserlerde, rivâyet formülünden de tanınabilir­ler.
Mesela, el-Buhârî'nin kullandığı rivâyet formülü şöyle­dir:
a) “... 'an Enesin (r.a.), 'an'in-Nebîyyi (s.a.s), yervîhi 'an Rabbihî kaale...:
b) “... Semi'tü Ebâ Hüreyrete, 'an'in-Nebîyyi (s.a.s.), yervîhi 'an Rabbiküm kaale:...”
c) “... 'an İbn 'Abbasin (r.'anhüma), 'an'in-Nebîyyi (s.a.s.), fima yervîhi 'an Rabbihî kaale..”
(7)
(7) Her üç rivâyet formülü için bkz. el-Câmi'us-Sahîh, VIII/212. el-Buhârî, bu formülleri, ayrıca Kitâbü’l-'İlm bahsinde de kaydetmiştir. Bkz.
I/21-22.


İbn Mâce'deki Kudsî Hadîsler'de, umûmiyetle:
“... Yekuu­lü'llahü 'azze ve celle: ...”
(8)
(8) İbn Mâ'ce, Sünen, 2707, 3821, 3822, 4107, 4174, 4175, 4328 numaralı hadîsler.



“... Kaale'llahü 'azze ve celle:...” (9)
(9) İbn Mâce, Sünen, 3784, 4202, 4299 numaralı hadîsler.


Tar­zında bir rivâyet formülü dikkati çekmektedir.

Bu bahsi, bir kaç Hadîs-i Kudsî kaydederek bitirelim:


1) “Her amelin bir keffâreti vardır.
Oruç ise benim içindir ve
onun mükâfatını ben veririm.
Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.”

(El-Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, VIII/212.)

2) “Kibriyâ (büyüklük) benim ridâm, azamet ise izârım­dır.
Kim bunlardan birini almaya kalkışırsa, onu cehenneme atarım!”

(İbn Mâce, Sünen, II/1398, Nu: 4174.)
Ridâ ve izâr, bir takım elbisenin üstü ve altıdır.
Burada; takım bölün­mez, bütünü ile sâhibine âiddir, tarzında bir mecâz yapılmıştır.



3) “Şüphesiz, Rahmetim gazâbımı geçti.”
(El-Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, VIII/176.)

4) “Benden başka yardımcısı olmayan kimseye zulmedene karşı, gazâbım amansızdır.”
(Et-Taberânî, el-Mu'cemü’s-Sağîr, I/31)
Resim
Cevapla

“►Muhiddin-i Arabi◄” sayfasına dön