BİR HADİS ' İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ *** BİR' likte DÜŞÜNELİM

İslamiyet'de yaşanan tartışmalara açıklamalar
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

BİR HADİS ' İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ *** BİR' likte DÜŞÜNELİM

Mesaj gönderen halimkok »

Resim

"Gizli bir hazineydim, bilmekliğimi istedim Âlem’i yarattım, bilinmekliğimi istedim Adem’i yarattım."

- Ankara’daydım…
- Şimdi?
- Değilim… Yoksa; (Hâlen) Ankara’dayım derim…

- “Gizli bir hazineydim…”

- Şimdi…???

Veya ;

- Ne zamana kadar… ?
- Âlem’i ve Adem’i yaratıncaya kadar…
- Âlem ve Adem yaratıldıktan sonra değişen nedir?

Bir şeyin gizliliğinden bahsedebilmek için;

Birincisi ; O şeyin var olması gerekir… Aksi halde olmayan bir şeyin gizli olduğunu söylemek yalan veya yanılma olur.

İkincisi; Gizli olan şeyin varlığına dair bir bilgi mevcut olmalı… en az bir kişi biliyor olmalı.
Yoksa bilinmeyen şeyin gizliliğinden ya da açıklığından bahsedebilmek mümkün olmaz. Varlığından dahi haberdar olmadığımız şeyin durumundan nasıl bahsederiz.


Ayrıca “BİLMEK”ve “BİLİNMEK” muradı ile Âlem ve Adem’i yaratan Allah cc. yarattığı şeyleri ilmi gereği bilmektedir… ZAT-en Allah cc için bilmemek, az bilmek, eksik bilmek gibi bir şey düşünülemeyeceği gibi; Bir şeyi yaratmış olmasından dolayı ilminde herhangi bir artışın olması ya da yaratmamış olması nedeni ile de ilminde herhangi bir eksiklik veya bilmeme hâli düşünülemez.

Peki ama Âlem ve Adem yaratılmadan önce “GİZLİ” olmanın nasıl bir anlamı olabilir.
Allah’ın gizli bir hazine oluşu geçmişte mi kalmıştır… Allah şimdi GİZLİ değil midir?
“Allah var idi ve O’nunla birlikte başka bir şey yok idi…(Hâlen) Şu anda da öyledir” denmiş ise;
ÖNCE (EZEL) ‘ den kime göre gizliydi ve SONRA (AHİR) değişen nedir?

Bunu anlamak ancak “ANLAMA” yı “AN” - lamak olarak düşündüğümüzde mümkün olur belki.
Anlamak AN’da olduğunu idrak ile mümkündür. Allah cc hem Ezel’dir hem Ahir’dir…
Ayrıca O her AN yeni bir şe’n dedir.. Yaratma işi bir seferde olmuş ve bitmiş değildir.
Her an ve her nefeste devam etmektedir. Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası… (devam edeceğim inş. ilk anda aklıma gelenleri olduğu gibi yazdım)


***

Birlikte düşünelim inşallah…
“ BİR HADİS’ İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ” ve
“BİR AYET’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ”
Olarak hadis ve ayetler üzerindeki düşüncelerimizi, tefekkürlerimizi paylaşarak sürdürmek arzusundayım. Eksiğimizi, noksanımızı hatalarımızı Allah affetsin inşallah. Biz O’nu anlamak arzusundayız. Niyetimiz Halisanedir… En doğrusunu bilen O’dur muhakkak.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Re: BİR HADİS ' İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ *** BİR' likte DÜŞÜNELİM

Mesaj gönderen elifdostu »

halimkok yazdı:Resim

"Gizli bir hazineydim, bilmekliğimi istedim Âlem’i yarattım, bilinmekliğimi istedim Adem’i yarattım."

- Ankara’daydım…
- Şimdi?
- Değilim… Yoksa; (Hâlen) Ankara’dayım derim…

- “Gizli bir hazineydim…”

- Şimdi…???

Veya ;

- Ne zamana kadar… ?
- Âlem’i ve Adem’i yaratıncaya kadar…
- Âlem ve Adem yaratıldıktan sonra değişen nedir?

Bir şeyin gizliliğinden bahsedebilmek için;

Birincisi ; O şeyin var olması gerekir… Aksi halde olmayan bir şeyin gizli olduğunu söylemek yalan veya yanılma olur.

İkincisi; Gizli olan şeyin varlığına dair bir bilgi mevcut olmalı… en az bir kişi biliyor olmalı.
Yoksa bilinmeyen şeyin gizliliğinden ya da açıklığından bahsedebilmek mümkün olmaz. Varlığından dahi haberdar olmadığımız şeyin durumundan nasıl bahsederiz.


Ayrıca “BİLMEK”ve “BİLİNMEK” muradı ile Âlem ve Adem’i yaratan Allah cc. yarattığı şeyleri ilmi gereği bilmektedir… ZAT-en Allah cc için bilmemek, az bilmek, eksik bilmek gibi bir şey düşünülemeyeceği gibi; Bir şeyi yaratmış olmasından dolayı ilminde herhangi bir artışın olması ya da yaratmamış olması nedeni ile de ilminde herhangi bir eksiklik veya bilmeme hâli düşünülemez.

Peki ama Âlem ve Adem yaratılmadan önce “GİZLİ” olmanın nasıl bir anlamı olabilir.
Allah’ın gizli bir hazine oluşu geçmişte mi kalmıştır… Allah şimdi GİZLİ değil midir?
“Allah var idi ve O’nunla birlikte başka bir şey yok idi…(Hâlen) Şu anda da öyledir” denmiş ise;
ÖNCE (EZEL) ‘ den kime göre gizliydi ve SONRA (AHİR) değişen nedir?

Bunu anlamak ancak “ANLAMA” yı “AN” - lamak olarak düşündüğümüzde mümkün olur belki.
Anlamak AN’da olduğunu idrak ile mümkündür. Allah cc hem Ezel’dir hem Ahir’dir…
Ayrıca O her AN yeni bir şe’n dedir.. Yaratma işi bir seferde olmuş ve bitmiş değildir.
Her an ve her nefeste devam etmektedir. Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası… (devam edeceğim inş. ilk anda aklıma gelenleri olduğu gibi yazdım)

Değerli kardeşim Halim can;
Evvela; güzel bir konuya değinmişsin Elif ile Mim rıza buyursunlar inşaallah. Konuya hocamız Münir DERMAN K.S. dan alıntılarla açıklık getirmeye calışacağım müsadenizle:
"Allah(CC) Musa aleyhisselama LENTERANİ(beni göremezsin) dedi, LEN ERA(ben görünmem) demedi."
Bundan ve en başta söylenen hadis-i kudsiden çıkan mana şudur ki: Allah(CC) görünmeyi murad ettiği için ES SETTAR ismini kısmen kaldırarak GİZLİlikten bir nebze teberri edip EŞYA'da ESMA'sı ile göründü.
"Adem(AS)'e eşyaların ismini öğretti" ayetinin bir manası da budur. Eşyadan maksad eşyanın kendisi değil, ESMA'dır. Esmadan maksad SIFAT, bundan maksad ise ZAT'dır. Ancak şu kadarını yine hatırlatayım ki: "Allah(CC)ı anlayacak hücre insan beyninde yoktur."(M.DERMAN)
Peki neyi anlayacağız o zaman? "Nefsini bilen RABBini bilir." (H.Ş.) Peki RABB nedir? Yine derdimizin DERMANınını dinleyelim: "Allahın(CC) güçleri, kudretleri ve esmalarının tecelllileri" diye beyan eder. Allah(CC) her şeye herkese aynı tecelli ile tecelli etmez. Her AN her ALEM ve her EŞYA da çok farklı tecellileri vardır. Şu kadarı var ki: "İnsanda göründüğüm kadar hiç bir şeyde görünmedim" hadis-i kudsisisi gereğince RABBimizi kendimizi bilmekle bilmek mümkün olabilir. Demek istediğim şudur: aynaya bakan, ya aynayı, ya kendisini, ya da RABBini görür. Biri ayanayı inceler, camı ve arkasındaki sırrı düşünür. Diğer biri ayanadaki görüntüsüne bakar, kandisini görür, saçını tarar v.s. Üçüncüsü ehli tefekkür olarak aynaya bakar ve: "Çok şükür Allah(CC) beni ne güzel yaratmış, bu Onun EL CEMAL, EL CEMİL esmasıdır. Göz vermiş, EL BASİRdir zira. Kulak vermiş ES SEMİdir. Dil vermiş EL MÜTEKELİİMdir. Diş ve mide vermiş, ER REZZAKtır. Can vermiş EL HAYYdır. Kalb ve sevgi vermiş EL VEDUDtur. Şeklimi güzel yaratmış, EL MUSAVVİRdir. Her yerimi hikmetli yarattığı için EL HAKİMdir. Varlığımı devam ettiriyor, EL KAYYUM'dur..." ila ahirit-tefekkür... Bu tefekkürü devam eettirerek RABBimizi bilmek mümkündür. Nasıl? Nefsinizdeki esmalara bakın! Hadis yazmıştık az üstte! Nası bir insansınız? Celalli, veya Halim Selim, Kıskanç, Cimri vs. her kes kendisini az çok bilir. Kötü sıfatlar ESMAnın az tecellisi veya hiç olmaması demektir. Son olarak şunu söyleyeyim: GİZLİ demek, ya bilecek birisi yok, ya da bilmek isteyen yok! Zira "bilinmek istedim" buyurmuştur. Öye ise buyurun tefekküre... Selam ve dua ile.
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
derunilale
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 268
Kayıt: 27 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen derunilale »

Allah razı olsun değerli ağabeylerim..
ilk önce aklıma gelen bediüzzaman hz. 31. sözde hakikat-ı miraç hadisesini anlatırken şöyle buyuruyor:

"Biz de deriz ki: Cenâb-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır. Fakat herşey Ondan nihayetsiz uzaktır. "

ve akabinde şu misali veriyor:

"Nasıl ki, güneşin şuuru ve konuşması olsa, senin elindeki ayna vasıtasıyla seninle konuşabilir, istediği gibi sende tasarruf eder. Belki, ayna-misal senin gözbebeğinden sana daha yakın olduğu halde, sen dört bin sene kadar ondan uzaksın; hiçbir cihette ona yanaşamazsın. Eğer terakki etsen, kamer makamına gelip doğrudan doğruya bir mukabele noktasına çıksan, ona yalnız bir nevi aynadarlık edebilirsin. Öyle de, Şems-i Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâl herşeye herşeyden daha yakın olduğu halde, herşey Ondan nihayetsiz uzaktır. Yalnız, bütün mevcudatı kat edip, cüz'iyetten çıkıp, külliyetin merâtibinde git gide binler hicaplardan geçip, tâ bütün mevcudata muhit bir ismine yanaşır, ondan daha ileride çok merâtibi kat eder, sonra bir nevi kurbiyete müşerref olur."

nasibimiz kadar anlıyoruz ki Cenab-ı Hak şüphesiz zaman ve mekandan münezzehtir.. dolayısıyla herşeyden nihayetsiz uzaktır amma hadisi kudside geçen bilinmeyi diledim hükmünce bütün varlıklarda isimleriyle fiilleriyle tasarruf ederekte her şeye nihayetsiz derecede yakın olur. ki şu ayet-i kerime: "Allah size Şahdamarınızdan da yakındır".. Rabbimizin el-zâhir ve el-bâtın ismi şerifleri..yanlış söylemeyeyim diye bu ismi şerifleri araştırıpta yazıyorum: "Ez-Zâhiru'l-Bâtın, varlığı mahlukatın varlığından daha açık ve her nesne kendini, kendi cirmi kadar göstermesine mukabil, bütün hususiyetleriyle O'nu ruhlara ve gönüllere duyurması ölçüsünde bir Zâhir; izzet, azamet ve şiddet-i zuhurundan ötürü ihata edilemez ve "masiva" ölçüsünde kavranamaz bir Bâtın'dır." ve dostlar dikkatimi çekti devamını da buraya alıyorum yazının:

"Evvel-âhir, Kur'an'a göre, leyl-nehâr, cennet-nâr, mü'minîn-küffâr.. gibi mütekâbil esmâ ve mesânîdendir. Zat-ı Ulûhiyet mülâhazaya alınıp "Evvel" dediğimizde; her şeyden ve herkesten müstağni, sabıkı bulunmayan, kıdem tahtının Sultanı ve kendi kendine varolan "Vâcibu'l-Vücûd" kastedilir. " - O evvellerden evvel vardı ve beraberinde de hiçbir şey mevcut değildi." gerçeği, böyle bir evveliyet ve kıdemi ifade etmektedir. Bazıları bu hadise " - O şu anda da olduğu gibi bulunmaktadır." ilavesini yapmaktadırlar ki, eğer bu sözle, "O'nun varlığı kendinden ve vâcip, eşyanın vücudu ise O'nunla kâim." demek istiyorlarsa bunda bir mahzur olmasa gerek; yok, var olan sadece O, varlık ve hâdiseler bütünüyle vehim ve hayalden ibaret olduğunu iddia ediyorlarsa, "hakâiku'l-eşyâi sâbitetün" gerçeğine zıt böyle bir çarpıklığı kabul etmemiz mümkün değildir. "

efendim burada artık durmam gerekiyor..anlayabiliyorum bişeyler inşallah amma bunları açacak şekilde değil..tefekkür edelim inşallah..sağolasın canım Halim abim ve güzel aziz abim.. güzelliklere vesile olanlar gerçek güzellerdir..vesselâm..
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/kjkjkjkop4.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Aziz Can Kardeşim AZİZ CAN-ım ve CAN-ımın içinde CAN olan ESRA Kardeşim;

Ellerinize gönüllerinize sağlık, emeğiniz, katkılarınız için Allah razı olsun. İnşallah yazdıklarınızı düşüneyim, düşündüklerimle yoğurayım... Ondan sonra da yine oturur yazarız inşallah.

Selam ve sevgiler DİRİ gönüllerinize...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Âlem’i yaratma nedeni olarak “Bilmek…”
Allah cc. Âlem ile neyi bilecektir… Allah ZAT-en her şeyi bilmektedir.

Ayrıca Âdem’i yaratma nedeni olarak “Bilinmek…”
Bilinen Allah cc. “BİLEN” ise Âdem olacaktır.

Allah cc “BİLMEK” yetisini Âdem’e bahşetmiştir gibi bir sonuca varılabilinir buradan.
Ancak nasıl ki “GİZLİ” oluşu bizim yaşamdaki anladığımız anlamdaki gibi bir gizlilik değilse…
Allah CC’ ün bilmesi de Âdem’in bilmesi ile aynı değildir elbette.

Hallac-ı Mansur “İlahi Emir” ile ilgili olarak bir izahında “BİLGİ” ye ilişkin olarak der ki;


“Çünkü İlâhi Emir, bilgi olmaksızın icrayı gerektirir. Şayet bilgi varsa bu durumda insan; Emre değil, emri bilmesine itaat etmiş olur. Yani bu durumda insan Allah’ın emrine değil, kendi bilgisine itaat etmiştir.”

Bu nedenle; SAV Efendimize ilk vahiy olan “OKU” emrinin ardından ;
“Yaratan Rabbinin adıyla…” buyurur. Çünkü başka türlü okuma eksik ve noksandır.

Bilmek için Âlem’i yaratmış olmasının gereğidir bu;” OKU” hitabı diye düşünüyorum.
SAV Efendimiz’den okuması istenen Âlem Kitabıdır. Âlem’ e bakarak “BİLMEK” Âdem’in yapacağı bir iştir.

Ancak AZİZ Kardeşimin dikkat çektiği gibi; Münir Hocamız der ki;

Allah (cc) ‘ı anlayacak hücre insan beyninde yoktur.

Sanırım ortaokul yıllarımdı… Din Bilgisi Dersi’nde öğretmenimize sormuştuk Allah cc ile ilgili olarak… O da; Tahtaya bir daire çizerek demişti ki; tüm düşündükleriniz bu dairenin içinde olsun. Allah cc bunun dışındadır…

O zaman içimi bir umutsuzluk kaplamıştı. Ne yaparsak yapalım Allah’ı bilemeyecek miyiz? diye derin bir sıkıntıya düşmüş ve sonrasında düşünmemeye başlamıştım. Şimdi diyorum ki; Bazen doğru olan bir söz bile insanı nasıl da yanlışa sürükleyebiliyor. “ Nasıl olsa anlayamayacağım… öyleyse düşünmenin ne anlamı var…” gibi bir sonuca varmıştım o dönem.

Oysa ki Kitabımız Kur’an ;” Hiç düşünmez misiniz?... Hiç akıl etmez misiniz?... “ gibi nice uyarılarla doludur.

O zaman düşünerek BİLİNECEK olan nedir… belki de “BİLEMEYECEĞİNİ BİLMEK” tir.
“İdrâksizlik idrâktir…” buyurulduğu gibi.

Amacımız BİR’likte düşünmeye teşviktir. Tefekkür’ün en makbul ibadetlerden olduğu inancı ile…
Bu nedenle illâki bu hadiste takılıp kalmak değil buna benzer düşüncelerimizi paylaşmaktır amacım.
Her kardeşim benzer düşüncelerini bizlerle paylaşırsa şükran duyarız.

Mesela aklıma gelen başka bir hadiste SAV Efendimiz buyurur ki ; Benim bildiklerimi biliyor olsaydınız az güler çok ağlardınız.

Bu hadisle ilgili olarak ilk aklıma gelen ya da dikkatimi çeken şey şu ;
SAV efendimiz mütebessim bir simaya sahiptir ve Kırmızı GÜL ile biz Efendimizi hatırlarız.
“Gülmek” te GÜL ile başlarken kendisi de GÜL olan neden bize; benim bildiklerimi biliyor olsaydınız az GÜL-er çok ağlardınız… buyurmuştur.

Sanırım buradaki GÜLMEK’ten kasıt kardeşimizin yüzüne veya hoş bir sözüne gülümseyişimiz değil de;

“Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim” diyen Yunusumuzun dikkat çektiği gibi Dünya Malı ile sevinmek olsa gerektir diye düşünüyorum…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Can dostlarım,
Yazdıklarınızı zevk ile okuyorum. ALLAH razı olsun. Bawa Muhyiddin (rh.a), ALLAH (C.C)'ın amada olma durumunu bu karanlık ve sessizlik (durgunluk) halindeki durumu, 30-40 sayfa açıklamış çevirmek lazım, ingilizcesinden belki iki defa okuduğum halde buraya okuduklarımı toparlayıp dökmek mümkün değil gibi görünmekte , ağır bir metin çok derin ve detaylı. Bunu ileride çevireceğiz inşaallah. Resonans of ALLAH kitabinin 6.bölümden bir kısım çeviriyi aşağıya ekliyorum belki faydası olur umidiyle. Bu henüz müsvette haldedir bitmemiştir , düzeltilmemiştir, bazı kelimelerin manası açıklanmamıştır uyarayım:


ALLAH’ ın ATİ’DEKI ŞEKLİNİN AÇIKLANMASI:
Hamd Allah’a mahsustur (Elhamdülillah ) O’nun kudret ve hilkatini yalnız Allah bilir. Âmin.

Bismillahir-Rahmanir-Rahim
Allah Ati’de neredeydi? (Barbaros: Ati, evvel öncesi ilk başlangıçtır. Anati ise başlangıçsız başlangıç, tecelliyatın olmadığı periyod. ALLAH'ın tek başına amada kendi kendine meditasyon halinde olduğu, kendisinin (kimse) bilincinde olmadığı periyod. Yaratılış öncesi ilk sebepsizlik, başlangıçsızlık. Ses yok, her hangi bir varlığın olduğunu gösteren tecelliyat yok.)
O’nun doğası neydi?
Neye benziyordu?
Neyden belirdi?
Ne sûrette idi?
Allah ati de, ilk başlangıçta iken doğal bir parlaklıktı (Nurdu). Bütün doğal şeyler O’ndan şekilendi, O kendisinde tuttu (sakladı). O’nun özlerinin hakikati (dhawat) ve nitelikleri (sıfat), bu parlaklıkta şekillendi, onlarda şekillenmiş bilinçlilik ve bu bilinçliliklere sahip olan her şey Allah’ta O’nun kendisinde hazırdı (Bunlar Allah’ta idi).
Sonra Allah kendi doğasına özgü olan bir biçimde, bilinçliliğin parlak sûreti olarak dağılarak ve karışarak onların hepsinde yayıldı. Kendisi bâki olarak ve bütün doğal şeyleri O’nda nur saçtırarak, atide, ilk başlangıçta durgun bir sessizlik halinde iken (mounam), O, kendisi onları kapsadı-kendisinde onları yoğunlaştırdı, sıkıştırdı ve durgunlaştırdı (imbikledi mânâsı da var).
Sonra Allah, O’nun rahmetinin nuru olan güzelliğinin iç kalbinde, O’nda olan her şeyi, kalbindeki açıklık (temizlik)ve saflık halinde gördü. Bu halde iken Allah, kaplayan (yayılan, nüfuz eden)her yerde olan olarak seyreden bu parıldayan (nurlu) rahmet gözü ile nurlu rahmet kalbini niyetle seyretti (maksatlı bir şekilde baktı mânâsı da var). Orada O’nda beliren bilinçliliğin parlaklığını, O’nun hakikatinin rahmetinin sûretini ve O’nun her şeyi her yerde idrak eden algılayan, sezen, farkına varan)parlak doğasını gördü. Bu üçü biri diğeri ile karışmıştır ve ayni zamanda O’nun özlerinde ve niteliklerinde ayrı varlıklar gibi rezone ederler.

Sonra Allah, kaplayan (yayılan, nüfuz eden) her yerde olan olarak seyreden bu rahmetinin parlak gözü ile kalbine (en iç kalp, O’nun özü) tekrar tesirli (mânâlı) bir şekilde baktı. O bu durgun sükûnet halinde iken O’nda bulunan bilinçlilik sûretini, O’nda beliren Hakikati ve O’nun biri diğerine sürten kudretini gördü. Bunu mutluluk ve neşe ile seyrederek, Allah onlara şevk ile ve O’nun şefkatlice seven bakışı ile baktı.

Sonra, O’nda rezone eden ve gömülü olan bu üçü, O’nun en iç kalbinden taayyün etti, her yere yayıldı, evvelden ahrete her şeyin hepsinde bütünlük (tamlık) olarak parlayarak ve sağanak üzerine sağanak olarak rahmet nurlarını dışarıya fırlattı. Bunlar O’nun kendisi olarak, O’nda bulunan şey olarak ve dışarıya doğru tecelli ile açığa çıktı ki bu da onun kendisiydi.

Bu durumda, O’nun zatından şekillenmiş olan üç kuvvetin parlak nurlarının hepsi, bireysel hayatın doğası oldular (jiva uyir mayam) 5. Onlar dışarı doğru patladılar ve her iki atomik seklindeki radyan ışık nurları ve atomsuz (atom olmayan) parlaklıklar olarak saçıldılar ve düştüler. Her nereye düştüler ise, O’nun sıfatı oldular ki bu, daha sonra hilkat olarak dışarı çıkarılacak hayat sûretleridir (şekilleri).

Bu yönde, bu nurlar düştüler ve su, ateş, gök, her kum tanesi, her şeyin hepsi ile karıştılar ve sûretsiz şekilsiz bir halde hayatın doğasında kaldılar. Böylece daha henüz hiç bir hayat aşikâr (belirgin, görünür) bir sûrette yaratılmamış iken, parlak hayat nurları ati de var oldular.

Simdi Allah yalnız, kendi başına, kendi halinin bilinçsiz idrak-algı (unarvu), bilinçlilik (unarchi) ve hakikat, halini unutarak, durgun sessizlikteki karanlık (Barbaros: Allah âmâda idi hadisine işaret) halinde idi. Bu üçünün (ki onlar her yere doğal şeyler olarak yayılmışlardı, yasamlar olarak ve toprağa, göğe ve her şeye düşmüşlerdi) netliği gizli (örtülü) olarak kaldıkları kadar süre için, Allah mounam’ın durgun sessizliğinde, bu karanlık halinde kendisi olarak kaldı.

Her şeyi saran bu karanlık halinde, bu üç parlaklığın nurları (ki bunlar O’ndan çıktı ve düştü, ve toprak, gök ve her şey ile karıştı) bu müddet sırasında çarpışıyor (ritmik olarak atıyor), nabız ediyor ve titreyerek ışıldayıp rezone (tınlıyordu) ediyordu.

Titreyerek ışıldamanın ve rezonansın meydana gelişini, bu idrakin (alginin), bilinçliliğin ve hakikatin göz kamaştırıcı doğası yüzündendi. Ve Allah karanlık tarafından sarıldığından (âmâda olusundan) dolayı, bu hayat pırıltılarının rezone edişini ve bu karanlıkta parlayışını görebiliyordu. Bunu mutluluk ve neşe ile seyrederek, haykırdı :
"Ey Hakikat! Ey idrak! Ey bilinçlilik! Ey sen ki benim rahmetim, sen ki yerleştin, yayıldın ve benim sevgimin rahmetinin nur saçan sûretinde onu tamamlanana dek doldurarak parıldadın! "
Ve kendi halinde durarak, keyifli neşe ile güldü ve niyetli bir şekilde onlara baktı.

Sonra Allah’ın durgun sessizlik halinin karanlık sûreti bir parıltı sûretine yol verdi ve O her şeyin hepsini doldurarak niyetli bir şekilde seyretti. Daha sonra, O’nun rahmeti (inayet, lütuf mânâlarıda var), hayatın doğasında, O’nun bilinçlilgini, idraki ve rahmetinin hakikati ile her şeyin hepsinde her yere yerleşti. Bu safhada Allah’ın hakikati ve bilinçliliği, parlak nur saçar bir halde ayrıldılar, parıldayarak göğe yükseldiler ve biri diğerine sürterek Allah’ın Kursisinde durdular. Bu sürtünmeden dolayı çıkan ve saçılan nurlar yayıldılar ve her yere düştüler. Allah’ın rahmetinin şefkati olan şefkatin doğasında her şeyin hepsinin üzerine düştüler.

Simdi, Allah’ın rahmeti (orijinal, doğal hayat olarak) evvelden ahrete gizli kalmasına rağmen, bu rahmetin tecellisi (tezahürü) (O'nun bilinçlilik ve hakikatının sûreti) şefkat tabiatındaki nurlar olarak açıldı ve bütün yaşamlar, saklı olan ya da olmayan, bu yayılan şefkat nurlarını onların rızkı olarak (besini olarak)bir araya getirip tükettiler. Bu yönde, bütün yaşamlar ervahta (ilahi âlem) ve evvel de (ilk tecelli zamanı) büyüyüp geliştiler. Bir kere daha, Allah kendisi olarak mounamda, O’nun durgun sükûnet halinde, tek olarak kaldı. O’nun rahmetinin rezonansı, gnostik (ruhani) gözünden (Kursi)ebedi olarak rezone etmeyi sürdürdü ve nurlar ondan açılmaya devam ettiler. Hatta O’nun rahmet yaşamları bir araya geldi ve nurları rızıkları olarak tüketip buyudukleri sırada, bu yaşamlar idrak (algı) ve bilinçlilik geliştirmeye başladılar ve bu idrak halinden "
Ya Allah! Ya Rahman! Ya Rahim!”[10] in rezonansi ile tesbih ederek ve her nereye dustulerse oradan O’nu arayarak gurlediler.

Sonra, Allah bu yaşamların seslerini isiterek, kendisini unutarak ve mutluluk ile onların zevkine vararak rahmet ve sefkat ile doldu. O’nun sevgisi genisledi ve açıldı (çicek gibi açıldı), ve bu büyük mutluluk halinde irfan gözünü (kürsi) açtı ve kendisine niyetle bakti. Kürsi’sinde saklı (gizli) olan ve buram buram kabaran nurların sûretinde onu dolduran hakikat ve bilincin BIR olarak durduğunu, parladığını, yayıldığını ve rezone ettiğini gördü. Allah , O’nun durgun sükunet halinden bunu gözlemleyerek, hayatin tabii (oz, doğal) tohumlarinin nurlari riziklari olarak ve irfanlari olarak aldiklarini ve bu sebeple gelisip tabiatta yok olmaz (zeval bulmaz) bir şekilde kaldiklarini gördü. Bunu görmesi üzeri büyük bir mutlulukla, “Hah! Bunlara en güzel şeyler olarak hayat vermeliyim-bu tohumlar ki onlar kendilerini Benim hakikat ve bilinçliliğimin nurlarindan besliyor ve büyüyorlar!” diye düşündü.

Bu ilahi niyet ile, bir kez daha niyetli bir şekilde durgun sükunet halinden bu hayat tohumlari ile karişmiş olan hakikat-bilinçlilik nurlarina bakti, ve sonra hakikat ve bilinçlilik bu doğal hayat tohumlarindan açildi, göğe yükseldi, ve bir birine sürterek Allah’in arşi (dhahuth)[11] üzerinde durdu.

Sonra Allah, eşsiz, hakikat ile karişmiş her yerde olan her zaman her yerde bulunandir (ki O bu arşta, sûret ve latif sûretin otesindeki varlik sahibidir) ve , kendisi olarak hakikat ve bilinçliliğe sürtünerek durdu.

İnsan ya da diğer varlıklar için, öğrenme, bilim, fotografik aletler ya da diğer yardımlar ile hilkatte zuhur eden hayatın tabiatını keşfetmek imkansızdır. Her ne yaratığı inceleresek inceleyelim, hayatin neye benzediğini keşfetmek, (bunlarda bulunan hayatın) rengi, kokusu ya da her hangi diğer dış görünüşü olup olmadığını keşfetmek imkansızdır.
Bu hayat için Allah, O’nda beliren doğal şeylerin hepsinde parlayan, atomda atom olarak ve atomsuzluk olarak, bütünlük (Kȕll)-rahmet sûretinde olarak, bilinçlilik-hakikat sûretinde olarak, ve her bir şey de ve her şeyde irfan parıltısı (muhteşemliği, nuru v.b) olarak, butun on sekiz bin âlemdeki her atomik kum tanesi ile karışandır. Boylece, hilkat oncesindeki zamanda, Allah ati’de boyle idi, ve boylece O şimdi ve daima boyle kalır (Barbaros: EL AN oyledir’e işaret). Ruh , Allah’ın rahmetinin parıltısının (nurunun) bir gölgesidir ve Allah kendisi bu ruh için ya da hayat için rahmet sûreti olarak kaimdir (Barbaros: Al-Kayyum’a işaret).

Bu nedenle, eğer insan olarak halkedilen varlık, hayatının doğasını, onun ne nitelikleri olduğunu, ne renkte olduğunu (Barbaros: Sibgatullah gibi düşününüz), ve onun net olarak ne olduğunu keşfedebilirse, o zaman Allah’in rahmetinin parlak sûretini (nur sûretini) keşfedebilecektir ki bu sûret her atomda atomsuz olarak kaimdir. Hayatının, ruhunun doğasını fark edemeyen birisi, bütün evrenlerin mevcudatini alsa ve ölçse bile, bu bütün her yerde her an var olanı asla bilemeyecektir.

Ati’de, yaradiliş öncesinde, Allah, O’ndan zuhur etmiş olan doğal şeylerin hepsi ile, bilinçlilik sûreti olarak ve bu bilinçliliğin hakikati olarak, karışmıştı. Böylece , her seyin hepsi olarak açılarak (yayılarak)ve her şeyi doldurarak, başlangıçsız olarak ve sonsuz olarak çağlarca bu sessizlik hali içinde onların hepsinde parıldayarak kaimdi.

Bundan sonra, doğal sıfatların hepsini gözlemleyip, O'ndan zuhur etmiş olan hakikat-bilinç sûretinde sadece O'na lezzet hissi veren hayat nurlarını,Allah onları bilinçlilik-hakikat'in güzel bir sûreti şeklinde açığa çıkarmak istedi.
Ve bu açığa çıkarmada, O'nun hakikat-bilinçliliğinin mis kokusunu (rayiha) ve O'nun sıfatlarındaki bütün sırları, bu hayat nurlarını, irfan parlaklığı (ışıması, yayılımı) olarak zuhur ettirip,
bu parlaklığı güzel kokulu irfan çiceğine dönüştürdü,
bu çiçeği damıtıp onu bir öze dönüştürdü, bu mis kokulu özü O'nun hakikat bilinçlilik doğasındaki bütün hilkatine
verdi (sürer), ve böylece onları bu güzelliğin rahmetinin mis kokusu ile yarattı.

Allahu Teala Nayan bu halde iken, O'nun hakikati ve bilinci (ki bu şeyler O'nda zuhur etti) olan bu rayihayi seyrederken, O'nun parlaklığının ve bu hakikat ve bilinçliliğin (rayiha) bir birine sürtündüğünü gördü. Allah, hakikat ve bilinçliliği BIR yapmayı isteyerek, O'nun rahmetinin nurlu (ışık saçan , pırıldayan) gözü ile maksatlı bir şekilde kendi parıltısına (görkem ve ihtişamına ) baktı.

Sonra O'nun kendiliğinin hakikat nuru (parlaklığı),
O'ndan zuhur etti. Allah, bin milyon güneşten daha mükemmel bir parlaklıkla parıldayarak,parlak bir rahmet aynası olarak durdu ve bu sırada O'ndan parlak nurların bir sûreti olarak zuhur eden (hakikatin nuru) ise bu rahmetin radyansının önünde duruyordu. Allah maksatli bir şekilde (niyetle) O'ndan zuhur eden bu parlaklığa baktı. Bu parlaklığın üzerinde , bin milyon yüz (sûret,
çehre) , bin milyon bilinçlilik sûreti, ve bin milyon şefkatli sevginin güzelliğinin süretleri ile, eriyen sevgi ile Allah'ın parıltısının (nuru, ihtişami, görkemi) önünde durarak, mütevazilikle hürmette bulundu ve şu isimle övgüler sundu: Bismillahir-Rahmanir-Rahim![13] Ya Allah! Ya Rahim!
Ya Rabbül Âlemin![14] ve hürmetkar ibadet halinde kaldı. Bu ati'de , Allah O'nun "Sırrını" ve O'nun yaratıklarını (sifat) sûrete zuhur ettirmeden evveldi.

Sonra bu ilk parlaklık (nur, ihtişam), bin milyon yüze sahip olan bu bilinçliliğin parlak sûretine maksatlı bir şekilde baktı. Bu bin milyon parlak yüz, bin milyon güneşin parlaklığına sahip bir yüz olarak TEK'e eridi (BIR oldu). Genişledi ve evvelden ahirete büyüdü[15] ve Allah'in rahmet sûreti olarak parıldıyarak durdu.

Bunu görünce neşeli bir şekilde, Ati Allah, Ilk olan , "Ya Nur![17] ,Mademki Bana övgü isimleri verdin (Beni hamdettin, övdün..) ve bana secde ettin, ve Bana yaratma, koruma ve kurtarma görevlerinin şerefini (övgü,celal , ihtişam, izzet ...) verdin, bu yüceltilmiş övgüye yaraşır bir şekilde yaradılışı yoneten, koruyan, ve kurtaran kanunlar yaratacağım. Bu yaratılanların hayatları, ati evvel kadar geride, en eski başlangıçta,
Orijinal Doğa[18 . Bawa'nin kullandığı bu tamil sozcük "iyatki", ilk olan yaratılmamış olan demektir. Tabiattaki doğa ile karıştırılmasın. ] olan Ben'den zuhur etti, ve doğru Ben'de, Benim Sabrimin hazinesinde kaldı ve Benim bilinçlilik-hakikatim ile karıştı.

" Ya Nur! Ben'de bilinçlilik -hakikat 'in sûretinde olan kimdi
biliyormusun? Bu Sendin! Sen bilinçliliktin ve Ben hakikattim (Hak'tim). Biz bu sessizlik halinde birbirimize sürtünürken, patlayarak açılan ve saçılan parlak nur ışınları, evvel, ahiret ve herşeyin hepsi üzerine yağdı ve onları orttü (kuşattı). Göklerden doğru (gökler boyunca) hayatın
doğasındaki nurlar olarak , âlemler, alt-âlemler, dünya ve gökler (cennetler mânâsı da var) olarak yayıldılar. Onları, her birinin düştüğü yerin doğasını yansıtan yaradılışlar olarak biçimlendireceğim. "......
devamı henüz çevrilmedi, bitince toptan yayınlarız inşaallah.

Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Kullanıcı avatarı
katre-iNur
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 272
Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen katre-iNur »

Kul İhvani hocam bu hususta der ki;

ZEVK 783

Aşkta KALB, KAB’la barışık. Akıl ÂDEM Şişesinde
Kâl Lisanı – Hâl Lisanı, âmel İlmi – Keşif İlmi
Bir duyumdur Dost’u görmek , kalbin Kemâl Köşesinde
Hareket ve sükun cem’i İnsan da KULLUK değil mi?...

06.01.1991 15:53
Esselam
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

halimkok yazdı:O zaman düşünerek BİLİNECEK olan nedir… belki de “BİLEMEYECEĞİNİ BİLMEK” tir.
“İdrâksizlik idrâktir…” buyurulduğu gibi.
Değerli Halim CAN kardeşim;

Üstteki sözünü(sözün özünü) alıntı yapmamaın nedeni grerçeğe iyice yaklaşmış olmandandır. Zira Dr. Münir DERMAN hocamız şöyle buyurur:

"Allah'ı idrakten âciz olduğunu beşer hissettiği dakikada O'nu idrak etmiştir."
"Allah'ı bulamıyacagını anladığı dakikada insan Allah'ı bulmuştur"...

O halde insan Allahı(CC) aramak yerine kendini bilerek RABBini aramalıdır. Tekrar ediyorum: RABB: Allahın BİZde tecelli eden esma, güç ve kudretleridir. Öyle ise nefsimizin meyillerine bakmalıyız. Hayra olan meyilleri: RABBimizin tecellileri iledir. Eksilkiği? Bunlar da Allahın verdiği aklı kullanarak Allahın(CC) tecelli etmesi gereken esmayı meyillerimizle üzerimize celbetmek gereğidir. İşte o zaman RABBimizi tam manasıyla bilebiliriz. Zira nefsin eksiklikleri sebebiyle tam aynalık yapamıyoruz, yani "Ben insanda göründüğüm kadar hiç birşeyde görünmedim" hadisi kudsisi gereğince Ona tam gösterici olamıyoruz. Ama bu imkan elimizde. Öyle ise bu imkanı değerlendirip RABBimizi bulmalı ve bilmeliyiz. Zaten aksi halde dünyada ne işimiz var? Latif hocamızın dediği gibi: mutfakla tuvalet arasındaki boru gibi adi bir derekeye düşmezmiyiz? Düşmemeliyiz, amaç belli ... insan tekamül(gelişmek) için gönderildi düyaya, gelişen insan ise kendini edep ve ilimle, RABBini ise irfan ve erkanla bilir Latif hocamızın da ifadesiyle. "Uzun konuşanı kısa dinlemeli" demiş bir bilge... Söz bu kadar... Anlayana.. Selam ve dua ile.
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Sevgili Aziz Can Kardeşim,
Ben seni çok seviyorum gerçekten Allah için...
Çünkü sen insana kendini iyi hissettiriyorsun. Gönüllere su serpmek denir ya onun gibi. Belki daha da ötesi ama ilk anda aklıma bu söz geldi.

İnsan kendisi de bilir ki çok garip bir varlıktır.
Manevi yaratılışı itibariyle meleklerden daha üstün... ama diğer yandan TAŞ ları ilah edinecek kadar zelil bir varlıktır der Arabi Hz.

Hayat Yolunda ne zaman hangi yönümüzle biz kendimiz oluruz çoğu zaman bilmeyiz. Allah'a şükür olsun ki Allah bizleri "Lâ İlâhe İllâ Allah" diyenler zümresine dahil etmiş. Allah cc. iman edişimiz, sevişimiz, Resulü SAV Efendimizi sevişimiz Fıtri yaratılışımızın gereği bir lütuftur bizlere.

Bu yüzden bir yandan hayat koşturması içinde nefsimizle mücadele ederken bir yandan ahir zaman şartları içinde Allah'a ulaşmanın yollarını aramaktayız. Allah'a ulaşan Allah Dostlarının yaşadıkları dönemlere, aldıkları eğitim ve terbiyeye baktığımızda ben kendi adıma bu devirde içimi bir umutsuzluk kaplardı. Bak ezan okundu- Doğru sözün üstüne ezan okunurmuş derler.

Derdim ki; Bu yolda illâ ki MÜRŞİD gerekiyormuş... Olmazsa olmazmış...
Ama şu devirde gördüklerimize yaşadıklarımıza bakınca da öyle Allah Dostu bir Mürşidi nereden bulmalı... var mı ki... diyerek kara kara düşünürdüm. Oysa ki biz düşünürken kendi kısıtlı imkanlarımızla düşünmeye alışmışız. Olmaz sandığımız nice şeylerin aslında nasıl da bir anda oluverdiğine şahit oldukça gördüm ki bir şeye ulaşmak için ALLAH'tan İSTEMEK en başta yapmamız gereken, tutunmamız gereken DAL imiş... Öyle ki biz tutunamasak bile o DAL kendisi bize uzanırmış.

Bunu demem boşuna değil. Köyümüzde yazları Ceyhan Nehri'ne giderdik suya girerdik. Küçüktüm ben o zaman, henüz ilk okula bile gitmiyordum.
Suya girdiğimiz yerin 200-300 metlre ilerisinde öyle bir dar geçit vardır ki iki kaya arasında... GÜRLEVİK deriz oraya. Yani akıntıya kapılan bir insanın oraya varmadan kurtulması lazımdır... zira o akıntı hızı ile Gürlevik'in kayalarına çarpan insanın kurtulması imkansızdır. Aşağısı da yüksek bir şelale gibidir zaten. Buraya dair bir çok şey duymuş dinlemişizdir, korkulu bir yerdir bizim için. Ona rağmen suya girdim yukarılarda bir yerde... suyun hoşluğu içinde Gürlevik'in korkusunu unuttum. Kıyıdan açılmışım... bir baktım ki adım atamıyorum... üstüme öyle bir akıntı geliyor ki... yıkıldım yıkılacağım... korkudan sesim çıkmıyor... Zaten çıksa da abimler duyamazlar suyun sesinden... Üstelik duyup kurtarırlarsa hem bir sürü laf işitirim hem bir daha getirmezler hem de onurum kırılır... Doğu kültürü... Erkek Adam yetiştirme tarzı işte... O yüzden kendi başıma kurtulabilmeyi daha çok istiyorum da tüm anlattıklarım bir kaç dakika içinde olan biten bir şey.

Bir kaç adım atabilsem suyun üstüne doğru uzanan ağacın DALINA tutunacağım ama elimi uzatıyorum... olmuyor... Sırt üstü suya yıkılmak üzereyim ki yıkılınca artık kalkmak imkanı yok... Ben o zamanlar bu yaşadığım şeyin ne anlama geldiği üzerinde çok durmamıştım. Şimdi düşündükçe hep aklıma geliyor. Elim dala yetişmiyordu üstelik te geriye doğru düşüyorken hiç yetişme ihtimali yoktu...

Ama bir anda düşerken DAL'ı elimde hissettim... Sanki DAL bana uzanmıştı.

Bazı yaşadıklarımızda ben şunu görüyorum. İnsan kendi başına, kendinin sandığı imkanlarla mücadele ediyor bazı sorunların altından kalkabilmek için... Ve sanki bu esnada Rabbimiz ; E haydi bakalım neler yapacaksın... der gibi bir bekleme sürecini başlatıyor. Ne zaman ki artık çaren bitiyor, yıkıldım, öldüm, bittim vs. diyor insan çaresizliğinin imkansızlığının idrakine varıyor... İşte o anda DAL- EL uzanıyor.

Valla bak Aziz nerelere götürdün beni. Daha anlatacağım çok şey var bu konu ile ilgili ama yeri ve zamanı geldiğinde inşallah.

Bu seferde böyle oldu yazdıklarımız bakalım hayırlısı...
Görüşmek üzere inşallah...

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Bu arada Can Dostum Barbaros Kardeşime ve Nurullah kardeşime de teşekkür ediyorum.

Özellikle Barbaros Kardeşimin henüz çalışmalarını bitirmeden katılmış olması benim için çok anlamlı, çok değerli. Güzel gönlüne bereket Sevgili kardeşimin. Yazdıkları çok güzel ve değerli şeyler. Bir kaç kez okudum.
Özellikle BAWA Hz. nin farklı üslubu ile ben çok zevk alarak ve faydalanarak okuyorum Barbaros kardeşimizin el emeği göz nuru alın teri olan çalışmalarını. Üzerimizde hakkı çoktur Allah kendisinden ve Bawa Hz. den razı olsun.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Sevgili Kardeşlerim Sevgilerimiz Karşılıklı ve BIR,
Halim, senin dal hadisesi gibi benimde başımdan böyle hadiseler geçmiştir. Marmara'da balığa çıkmayı severdik. Bir balıkçı teknemiz vardı, uzun 7 metrelik bir sandal. Babamla her sene onun bakımını yapardık. İçindeki dizel 10 beygirlik Lombardini içten takma motorunu söker parçalarını temizler tekrar takardık. Motor biraz sorunlu idi, bazen tutukluk eder çalışmazdı. İpine asılırken omzumuz, kolumuz, belimiz her yerimiz incinirdi.

12 yaşlarında falan idim. Bizim kötü havalarda tekneyi motoruyla alıp gitmemize izin verilmezdi. Bir gün kendi yaşıtım bir arkadaşla tekneyi aldık, havada poyraza döndü. Farkına varamamışız poyrazdan çapamız deniz dibini tarayarak bizi açığa atmış. Rüzgar bir yandan esip bizim tahta ağır takayı ileri atıyor biz de motoru çalıştırmaya çabalıyoruz.

Lombardinin ipine bir asıl, iki asıl motor puf puf ediyor tutukluk yapıyor. Sonunda çalıştıramadığımızı anlayınca küreklere yapışalım dedik. Kürek çekiyoruz ama nafile. Bizim kuvvetimizle tekne iki kulaç giderken , rüzgar bizi 4 kulaç geriye atıyordu. Denizin yeşil renginden, açık denizdeki kara renkli sulara girmeye başlamış ve dalgaların irilikleri büyümeye başlamıştı. Arkadaşım, çocukluk işte elindeki havluyu yelken yapmış sanki rüzgar havluya değip bizi kıyıya itecek, ne yaptığını şaşırmış bir taraftan da ağlıyor.

Çapanın ipini uzatıp atmakta aklımıza gelmemiş korkudan. Baktık yapacak bir şey yok. Ufka bakıyoruz tekne de yok. Kıyıya el sallıyoruz gelen giden de yok. Halk kendi eğlencesinde, sandalda el sallayıp oynuyorlar demişlerdir. İnsan'a RABBINDEN gayri yardımcısı yok.

Küçükken büyükannem bir dua öğretmişti, bunu nerede başın zorluğa girerse oku demişti. Rahmet olsun canına hemen başladım okumaya:


"Sırrımın subyanı ALLAH,
derdimin dermanı ALLAH,
Müşgülüm gayet, Fazladır Sıdkı Sadagat
Seydi Ahmet,
İmdadıma Yetiş Ya Muhammed"


(Geçenlerde hocam bunun Rufaîlerin medet duası olduğunu bildirdi bana)

Biraz sonra ufka yeniden baktığımda, 2 teknenin bize doğru geldiklerini gördüm. Bir müddet sonra bir tanesi bizi bağlayıp kıyıya çekmişti.

Şonraları Kur'an okurken şu ayeti kerimeler beni çok etkilemiştir:


"De ki: "Karanın, denizin karanlıklarından, gizliden gizliye yalvara yalvara: "Ahdimiz olsun eğer bizi kurtarırsan, hiç şüphesiz şükredenlerden oluruz." dediğinizde kim kurtarır sizi? " [ En'am 03/63]

"O'dur sizleri karada ve denizde gezdiren; hatta gemilerde bulunduğunuz ve içindekileri alıp hoş bir esinti ile akıp gittikleri ve tam onunla keyiflendikleri sırada ona şiddetli bir fırtına gelir çatar, her yerden onlara dalga gelmeye başlar ve tamamen kuşatılıp bittiklerini sanırlar; işte o vakit dine sarılarak, Allah'a tam bir ihlas ile dua eder ve: "Eğer bizi bundan kurtarırsan hiç şüphesiz şükreden kullarından oluruz!"
derler.

Derken, onları kurtardığı vakit, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde haksız olarak azgınlığa başlarlar. Ey insanlar, bu azgınlığınız sadece kendi zararınızadır; o alçak hayatın biraz zevkini sürersiniz, sonra döner bize gelirsiniz, biz de bütün yaptıklarınızı size haber veririz. "


[Yunus 10/ 22-23]

"Denizde başınıza bir bela geldiği zaman, O'ndan başka yalvardıklarınız kaybolur; derken O, sizi kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.

(Karaya) çıktığınızda, sizi tarafından yere geçirmeyeceğinden veya üzerinize çakıllı bir rüzgar salıvermesinden sonra da kendinize hiç vekil bulamamanızdan güvencede misiniz?

Yoksa sizi tekrar denize döndürüp de üzerinize herşeyi kırıp büken bir fırtına salıvererek hepinizi yaptığınız nankörlük sebebiyle boğmayacağından, sonra da Bize karşı onun öcünü alacak birini bulamamanızdan emin misiniz? "
[Isra 17/66-69]

Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »


Bazı Ayet'lerin veya Hadis'lerin ne anlattığını insan belki de en güzel böyle anlıyor Barbaros Kardeşim. Çay içmek üstüne sayısız kitap okumaktansa çaydan bir yudum almak daha öğreticidir.

Kul daralmayınca Hızır yetişmez diye bir söz vardır. Bu sözün doğruluğunu hem ben bizzat yaşadım hem de rahmetli babamın yaşadığı bir hadise hep aklımdadır bu sözle ilgili.

30- 40 sene önce ne ulaşım ne de sağlık hizmetleri bugünkü gibi değildi elbette. Özellikle kırsal kesimlerde hastane bulmak için en yakın şehre gitmekten başka çare yoktu. Babam rahmetli de o yıllarda K.Maraş'ta bir ameliyat geçirdikten sonra 1 ay kadar hastanede kalıyor... bir süre daha kalması lazım ama hasret ağır basıyor. İlla ki ben ben gideyim diyor.

Bizimkilerin de haberi yok döneceğinden... Bizim yakınımızdaki bir köye kadar arabayla geliyorlar ama bizim köye bir araba gelmesi ancak haftada veya ayda bir rastlayacağımız türden bir hadisedir. Sağolsun komşu köydeki eş dost akraba ilgileniyor babamla... ısrar ediyorlar illa kal bu gece burada... bak akşam oldu zaten hava kararıyor falan diyorlar ama babam biran önce ailesine kavuşmak için ısrar edince onlar da bir merkebin üzerine babamı bindiriyorlar... yanında koltuk değnekleri...
Kimseyi istemiyor babam yanında zahmet vermemek için...

İki köyün arasında bir yer vardır... Oraya DÜŞEK der bizim köylüler... şimdi bildiğim ismiyle YATIR... ama kime aittir kimse bilmez. Ben de küçükken buraya geldiğimde içimi garip bir his kaplardı. Hep burada öleceğimi düşünürdüm... Hatta o yatırda yatanı tanıdığımı veya kendim olduğunu gibi çocukça şeyler... İki köy de görünmez olur bu bölgede... insan garip bir ıssızlık ve yalnızlık duyar...

Babam merkebin sırtında o bölgeyi geçtiğinde artık hava kararmıştır.
O ana kadar uslu uslu gelen merkep bir anda huysuzlanmaya başladı diyor babam. Dur etme eyleme falan dedikse de dinlemedi bizi sırtından atıverdi... Düşmemle yandaki boş dere yatağına yuvarlanmam bir oldu... Hayvan kaçtı gitti... koltuk değneklerim nereye düştü hiç bilmiyorum...
Sağımı solumu yokladım pek bir şeyim yok... bir tek ameliyatlı bacağım biraz sızlıyor... Kaldık gecenin bir yarısı derenin içinde... Ne yapsak ne etsek diye öylece dalmışken bir baktım siluet halinde bir adam... yanında merkep... geldi beni buldu... kaldırdı merkebin üzerine bindirdi... Koltuk değneklerimi de yanıma verdi... Ne bir ses ne bir söz... Merkebin sırtını bir sıvazladığını gördüm... Uslu uslu köye kadar geldik ondan sonra diye anlatmıştı rahmetli... Ne adamın yüzünü görebildim... ne kim olduğunu seçebildim... Ne de bir şey sorabildim sanki nutkum tutulmuş...

İşte böyle Barbaros Kardeşim... Bu da rahmetli babamın daraldığı anda uzanan DAL... EL... Hızır... artık ne dersek... Ama şüphesiz ki Rabbimizdendir... Nasıl tecelli eder artık onu da yaşayanlar anlattıkça öğreniyoruz.

Geçenlerde çok sevdiğim bir arkadaşım Almanya'dan gelen bir akrabası ile tanıştırdı beni... Genç yakışıklı, iyi giyimli ve kültürlü bir insan. Müzik öğretmeni kendisi. Almanya' da bağlama üzerine kendi bulduğu Metodun eğitimini veriyor ayrıca satış yapıyor. Bu amaçla ülkesinde de yatırım yapmak ve buradan bağlama almak amacı ile burada bir şube açmak için Türkiye'ye gelmiş. Sağolsun arkadaş da bize hem müşteri hem de bir dost kazandırmak için getirdi tanıştırdı.

Fazla vakti yokmuş hemen dönecekmiş kendisi. O yüzden oturduk yeşillik bir yerde bir yandan çay içiyor bir yandan da iş konuşuyoruz. Şube açmak için nasıl bir prosedür izlemek lazım falan işin bürokrasi kısmı ile ilgili... Sonra ben nasıl olduysa konuyu tasavvufa getirdim. İnsanın aciz olduğunu düşünmesi... oysa ki ne mucizelere şahit oluyor da insan sandığı kadar da çaresiz ve yalnız olmadığını anlıyor falan baabında... okuduğum bir hadiseyi örnek olarak aktardım. Biraz da tereddütteyim ilgileniyor mu yoksa sıkıldı mı acaba diyerek. Ne de olsa adam iş için gelmiş ve fazla vakti de yok... Daha merhaba der demez; Amma da çenesi düşük herifmiş ne zırvalıyor böyle... hangi devirde yaşıyoruz falan diye düşünür mü diye de aklımdan geçmiyor değil...

Dedim ki; Arabası kaza yapan bir anne... çocuğunun arabanın altında kaldığını görünce nasıl bir haleti ruhiyeye bürünür artık Allah muhafaza...
O hal ile tuttuğu gibi 2-3 tonluk otomobili kaldırıp atıvermiş...

Ben bunu anlatınca karşımdaki insan dedi ki; Belki inanmayacaksınız ama aynı hadiseyi ben de yaşadım... aynı şeyi ben yaptım...
...
Kısıtlı vakitte başlayan konuşmamız yarım saat içinde bitecekken 3-4 saatin sonunda istemeye istemeye sonlandı. Ve bir daha ki gelişine inşallah sırf muhabbet etmek için geleceğine söz verdi...

Bazen insanlara dıştan bakıp ta düşündüğümüz... ya da kendimize sakladığımız nice şeyler... aslında bir çok insanda aynı olduğundan araya perdeler mesafeler örüyor... Bu nedenle ilk adımı attığında insan gerisi kendiliğinden geliyor ve ne güzel insanlar tanımak, ne güzel paylaşımlar, muhabbetler mümkün oluyor.

Benim buradaki amacım da bu zaten... Bu nedenle kardeşlerimin katılımını arzuluyorum... Elbette ki takdir ve sonuç Allah'tandır...

Herkese selam ve sevgilerimi sunuyorum.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Sevgili Halim can kardeşim;

Elbetteki sevgi verilmeden alınmaz. BİZdeki sevgiyi hisseden veya kendisine hissettirilen kardeşimiz sever, zira sevilir. Hem aynaya bakarak kılık kıyafetimizi düzeltecek kadar seviyorsak aynahttp://www.muhammedinur.com/modules.php ... pic&t=3799yı, İNSAN kendi RABBisinin aynasıdır, elbette onu daha çok seveceğiz. Çünkü RABB nefsimizdeki hayrı ortaya cıkaran Allahın(CC) tecellileridir. Yine hadis-i kudsiyi hatırlayalım: "BEN İNSANIN SIRRIYIM, İNSAN BENİM SIRRIM" bu sırrı sevmemek haşa, sümme haşa mümkün mü, bunu bilen bir kimsenin kardeşini sevmesi vaciptir(en azından) çünkü kin ve nefret cehennemi alevlendiren EL CELAL tecellileridir ki Allah(CC) bu tecelliyi sevmez. Öyle ise niye var? diyeceksiniz... Peki... EL CELAL tecellisi olmadan EL CEMAL ve EL CEMİL tecellilerinin kıymeti yeterince anlaşılmazdı. Neden? Her şey zıddı ile bilinir derler ya... esmalar birbirine zıt değil ama, bize öyle görünür. Aslında kötü diye birşey yok bilirmisiniz??? İyiliğin görünmemesidir kötülük... Bunun gibi... Zira Mutlak hayırdan mutlak şer çıkmaz! Şer vehmidir(sanal), hayrın kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Her ne ise sözü uzatmayayım, inşaallah maksadı anlatabilmişimdir. BİZi sevgi ile kucaklar, daimi huzur ve rıza dilerim....
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
Zehra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 422
Kayıt: 10 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen Zehra »

Emeği geçen herkese başta
Çok değerli HALİM abi AZİZ abi
BARBAROS abi ve güzel ESRACIM
O güzel yüreğinize ve ellerinize sağlık
ALLAH (cc) razı olsun inşaallah
Devamlı takip ediyorum ama sizler ayetlerle ve
Hadislerle başınızdan geçen olaylarla o kadar
Güzel anlatıyorsunuz ki doyum olmuyor
Çok akıcı insan okumaya başlayınca bırakamıyor
Bu durumda doğrusu ne yazacağımı pek bilemiyorum
Ama her gün takip ediyorum Halim abi
"Kardeşlerimin katılımını arzuluyorum "diyosun ya
Bende böyle katılayım ne dersin! :)
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Allah razı olsun derim Zehra Kardeşim... ne diyeyim.
Zaten bu sene memlekete gidip te o güzelim düğünlere de katılamıyorsun Zehracık... hiç olmazsa bize katıl... gerçi düğünler başkadır ama biz bir araya gelince de düğün bayram sayarız değil mi...

Belki de böylece sana memleket hasretini unuttururuz... ama zor ya... şimdi herkes orada ne güzel bir arada iken... kim bilir ne güzel günler yaşarlar... ah ah.. şans işte...

Şimdi; Gece gece iyice içime işlettin Halim Abi aşkolsun dersin sen Zehra... Neyse bu kadar yüklendik sana yeter bu artık uzun bir zaman... Gerisi de sohbette inşallah...

Hayırlı Geceler dilerim...
Selamlar...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Değerli kardeşim Halimkök, ve foruma katkıları olan değerli kardeşlerim, sizi tanımanın aranızda bulunmanın sevinç ve süruru gün geçtikçe artmakta, Hamd etmedeyim.
Bilgilerinizden idrakim nisbetinde yararlandırılmadayım çok şükür. Anlayabildiklerim bile beni içine alıp boğmaya yetiyor,anlayamadıklarım ihata edemediklerim size bahşedilenler hayretten hayrete uğratmakta acizi. Sanırım yürüyüşüm Hz.Musa'nın karşılaştığı ümmi çoban misali, yolunda tutmakta, gidemesem de yerimde saysam da orada bulundurmada şükür ALEMLERİN SULTANINA...
Yazınızdaki sorunuzun bendeki açılımı şudur ki, henüz bilme ve bilinme gerçekleşmemiştir. Henüz o an yaşanmamıştır. Yaşandığında HAKK ve Hakikat ortaya çıkacak perdeler kalkacak Alem nura garkolacaktır.O An'ın içinde ortada bir yerdeyiz AN'ın sonuna yakın,Bilmek ve Bilinmek muradına yakın noktadayız. İdrak noktasına gelince perdeler açılınca Bilmek-Bilinmekten murad da açılacaktır. Bu idrak seviyesinde bu bilgilerle bu bilgi vericileri ile bilinen ile Hakikat bilgisi ve bilgi vericileri ile bilinen kıyaslanamaz, rumuzlar arasındadır, Derman doktorumuzda yazılarında bazı hususlarda bunun ne olduğunu anlasanız başınız yerinden uçar tanımını kullanmaktadır. Her şeyin anlamı, derinliği, ifadesi, rumuzu içinde anlatılmaya çalışılmaktadır zuhurat aleminde... Hadsizlikten HAKKA sığınırım daim...
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Değerli Güllale Kardeşimiz, Allah razı olsun.
Gönül Pınarınızdan akan güzelliklerle nimetlenmiş olmaktan dolayı bizler de Rabbimize hamd etmekteyiz. Duyduğum menmuniyeti anlatacak uygun kelimeyi bulabilmiş olsaydım keşke.. Bi mukabele demek en uygunu olacak sanırım.

Haklısınız; Henüz bilme ve bilinme gerçekleşmemiştir. Bütün sorular da bundan doğmaktadır zaten. Yanlış hatırlamıyorsam Mevlana'nın sözüdür;
"Neyi arıyorsan "O" sun sen" demiş. Aramaktayız Allah'ın izniyle... Bulanlarlardan eylesin cümlemizi.

SAV Efendimiz; "İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar" buyurmuş.

Buradaki UYKU'dan maksat; sanırım sizin buyurduğunuz bilme ve bilinme durumunun henüz gerçekleşmemiş halidir.


Oysa ki; Bakara Suresi - : 31. Ve O, Âdem'e her şeyin ismini (23) öğretti, sonra onları meleklerin önüne koydu ve "Dedikleriniz doğruysa (24) haydi bu [şey]lerin isimlerini bana söyleyin bakalım!" dedi.

23 - Lafzen, "bütün isimleri". Bütün dilbilimcilere göre isim terimi, "bir maddenin, bir eylemin veya bir niteliğin bilgisini temsîl eden ayırd edici ifadeler"e (Lane IV, 1435); felsefe terminolojisinde ise "kavram"a işaret eder. Buradan hareketle, "tüm isimlerin bilgisi"nin, bu anlam örgüsü içinde, mantıkî tanımlama ve dolayısıyla kavramsal düşünme melekesine delalet ettiği sonucuna varabiliriz. Burada "Âdem" ile bütün bir insan soyunun kasdedilmiş olması, daha önce geçen, meleklerin "orada bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak birini mi" şeklindeki itirazlarıyla ve ayrıca 7:11 ile iyice pekiştirilmiştir.


http://kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=31&sid=2

Allah cc. Adem'e öğretmiştir tüm Esma'ları...

O zaman bu uyku hali ne zaman başlamıştır... İblis'in oyununa geldikten sonra mı acaba diyorum...

Uyku halinde insan nasıl olur?
Çevresinde olan olaylardan haberdar değildir… Yattığı yeri, bulunduğu ortamı unutmuş kendisini bambaşka mekan ve zamanlarda düşünmektedir.

Uyku’nun ilk hecesi olan “UY” ; UYUM’u, UYUMLULUK’ u çağrıştırıyor bana.
Ne ile uyumluyuzdur uyku halinde iken… GERÇEK’in karşısındaki “YAŞAM” ın halini yansıtma halimizle… Yani uyurken nasıl ki uykumuzdaki kişiliğimiz, kimliğimiz, halimiz, durumumuz, zamanımız, mekanımız vs. uyanık olduğumuz gündelik yaşamdaki ile aynı değilse… gündelik yaşamdaki halimiz de aynı şekilde öldükten sonraki gerçek yaşamımızla aynı değildir… Uykuda, gördüğümüz rüyalarda nasıl ki kontrol bizde değilse… gerçek yaşamda da öyledir… Oysa ki rüyalarda da biz kendimizi gördüğümüz gibi nice iyileri kötüleri… güzelleri, çirkinleri vs. görürüz. Gördüklerimizin hepsi BİZ’dedir… biz de olandır.

Rüya; Rü’yet; Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek. * Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek. * Araştırmak.

Uyku için ölümün ikiz kardeşi derler… Biz kıpırdamadan yatarken o anda neler yaşamaktayızdır… Bazen kaçmakta, bazen kovalamakta, bazen sevinmekte, bazen üzülmekteyizdir… Rüyalar kabusa dönmüşse uyandığımızda; Çok şükür yalnızca rüya imiş deriz… Gördüğümüz rüyaların kontrolü kimdedir? Biz de olsa hiç kimse kabus görmeyi istemez değil mi !

Hadis; hayatın da böyle olduğunu bildirmekte… işte mesele ölmeden önce uyanıp ta bu söylenene UY-MAKTA… Eğer gerçekten bilme-bilinme hali gerçekleşmiş olsa bu UYUM’u bulmuş oluruz diye düşünüyorum…

Uyku hali insanın kendi bildiğine uyması ile başlamıştır… Oysa ki insanın bilgisi görünene aittir. Duyu organlarımızın sağladığı verilerden oluşmaktadır. Oysa ki asıl bilgi;


İnşirah Suresi – 1 : BİZ kalbini (1) aç(ıp ferahlat)madık mı,
buyurulduğu gibi göğsümüzde, gönlümüzde açılmayı bekleyendir… Bu şaşmaz bilmenin kendisidir… Biliyoruz ki onu açacak olan da “KAPATAN” ın kendisidir… Kapatmamış, gizlelememiş olsa BİLİNMEK muradı nasıl izah edilirdi… Bilindiğinde ise BİLEN kendisi olacaktır… Çünkü İLİM O’na aittir…

Araf Suresi – 143: Musa tayin ettiğimiz özel vakitte gelip Rabbi O'na kelamiyle iltifatta bulununca: "Ey Rabbim, göster bana kendini, Sana bakayım." dedi. O da buyurdu ki: "Beni katiyyen göremezsin, ancak dağa bak, eğer yerinde durursa demek beni görebileceksin" Derken Rabbi dağa tecelli buyurunca onu un ufra (toz duman) ediverdi. Musa da baygın düştü. Ayılınca: "Münezzehsin, Sana tevbe ile döndüm ve ben mü'minlerin ilkiyim." dedi.

Bugün de bunlar varmış kısmette… görüşmek üzere inşallah…
Selamlar, sevgiler
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Yine incileri deldiniz Halim Kardeşim Maşaallah,
Güllale Hanım güzel sözleriniz sizin güzel kalbinizden ötürüdür.

Halim kardeşim, o hadisin ikinci manası da vardır. Ölmeden evvel ölen kişi, dünyaya uykudadır ama âhirete uyanmıştır. Dünya'da yaşamını sürdürür ama, yer yediğini bilmez, içer içtiğini bilmez, çalışır çalıştığını bilmez. Çünkü aklı hep HAKK ile meşgüldür. Hocam der ya aşk kör eder gör der diye, tıpkı onun gibidir.

Uyuyor gibi görünür ama, o kişinin uykusunda uyanıklık vardır. Dalgın gibidir ama daldığı yerden inci çıkarmaktadır. Kör gibi görülür, ama körlüğünde gözü vardır...

Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Kullanıcı avatarı
Zehra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 422
Kayıt: 10 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen Zehra »

Eh aşkolsun Halim abi derim tabiki
Zaten teyzemin oğlunun ve anka kuşunun düğünü var ve
Ben gidemiyorum evet doğru
TÜRKIYE ye gelemiyorum ki bu içimde derin bir acı
Buda doğru neden yarama tuz basıyorsun !
Demek "herkes orda birlikte ve güzel günler geçiriyorlar "
Ama ben buradayım ağlarım bak şimdi
Kusura bakma abicim ben o yazıları okuyup ta
Sohbeti bekleyemedim mutlaka cevap yazmam lazımdı
Ama olsun abiler kardeşlerine şaka yapıp takılırlar öyle değil mi?
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Sevgili Zehra Kardeşim, sen de bu yürek varken; SENİN OLMADIĞIN HİÇ BİR YER OLMASI GEREKTİĞİ KADAR GÜZEL DEĞİLDİR. GÖRDÜĞÜN GÜZELLİĞİ SEN YANINDA TAŞIR GÖTÜRÜRSÜN GİTTİĞİN YERE.

Özlemek te güzeldir... ne güzel özlediğin kimselerin olması. Ya sen bu şekilde gurbette iken... ne özlediğin ne de özleyen olsaydı daha mı iyiydi...

Şükür olsun Rabbimize... Seni bir istediğinden alıkoymuşsa mutlaka senin için bir hayır vardır ve mutlaka daha güzelini verecektir.

O yüzden için rahat olsun. Özlemenin tadını çıkar. AŞK ta bir özlem değil midir? Sevgiliye kavuşma arzusunun yakıcılığı değil midir aşk... Kim vardır aşık olmaktan şikayet eden... O SEVGİLİ aşığı olması gereken yere taşıyıncaya kadar... aşk özlem duyduğu şeyleri aşama aşama serer önüne... Şimdi sen özlediklerin vesilesiyle ÖZLEMENİN eğitimini alıyorsun... Sevdiklerinin özlemiyle bu şekilde ağlar sızlarsan YAR'in özlemi seni ne eder Zehracık?

Hayırlı Kandiller Diliyorum BİZ'lere...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: BİR HADİS ' İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ *** BİR' likte DÜŞÜNELİM

Mesaj gönderen halimkok »

SIRR deyince biz;
Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şeyi anlıyoruz.

Allah cc.;
“Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrımdır” buyurdu.

Allah cc. insanın sırrıdır. Bunu anlayabiliyorum.

Ancak Allah cc. için bilinemeyen ya da gizli olan bir şey olamaz.
İnsan, nasıl olur da Allah cc.’ ın sırrı olabilir. Bunu anlayamıyorum.

Bir SIRR’ dan bahsedebilmek için; Öncelikle VAR’ lığından haberdar olunan ama mahiyeti bilinemeyen bir husus olmalı.

SIRR’ ın VAR’ lığını bize bildiren Sav Efendimiz dahi; Biz seni lâyıkıyla bilemedik buyurmakta bu SIRR için…

Bu anlamda BİZ Allah cc’ ın VAR olduğunu biliyoruz. Ama bilgimiz bundan öteye ulaşmıyor.

Herkesin bildiği SIRR değildir… Yalnızca benim benim bildiğim…
Aklımda gönlümde olan bir BİLGİ ise hiç kimse için SIRR olamaz.
Çünkü benden başka kimse haberdar değildir bunun varlığından.

Benim haber vermem gerekir ki o gizlenen husustan haberleri olsun ama mahiyetini bilmedikleri, anlayamadıkları için SIRR desinler.

Eğer ben bu hususu güvendiğim bir dostuma açarsam; Derim ki;
“Bak, bu benimle senin aranda bir SIRR’ dır”

Şimdi bunu düşünürsek;
Ben biliyorum, sen biliyorsun…
Senin bildiğini ben biliyorum… Benim bildiğimi sen biliyorsun…
Ee… bildiğimiz şey bizim için nasıl SIRR olabilir.

Ha ikimizden başkaları için SIRR diyorsak ikimizden başka hiç kimse bu husustan haberdar değildir ki…
Onlar için SIRR olsun?

Onlar için de sır olabilmesi için birimiz veya ikimiz birden duyurmamız lazım;
“Hey… Bakın biz bir şey gizliyoruz ama ne gizlediğimizi söylemeyiz”
Dememiz lazım. Veya söylesek dahi onların bunu anlayamaması lazım.

Böylelikle ikimizin bildiği ama başkalarının bilmediği husus onlar için SIRR olur ama bu şekilde biz ikimiz SIRDAŞ olabiliriz ancak.
Ne ben senin SIRR’ ın olurum ne de sen benim SIRR’ ım olursun.

Buna göre “Gizli, bilinemeyen” anlamı ile

“Ben insanın sırrıyım, ,insan da benim sırrımdırHadisinden ne anlamalıyız.

SIRR’ ın bir başka anlamı; Aynaların arkasına ve kaplama metal eşyanın yüzüne sürülen ince tabaka.

SIRR’ ı bu anlamı ile düşünürsek; AYNA’ nın SIRR’ ı olarak...

AYNA; Saydam bir CAM’ a sürülen SIRR nedeniyle BAKAN’ ın KENDİ’ ni gördüğü bir mahâldir…

Ben saydam Cam olursam Allah cc. da benim SIRR’ ım olursa ben bu şekilde AYNA haline gelirim ve bana bakan KENDİ’ ni görür.

Teşbih’ te hata olmaz derler;
Allah cc.’ ı saydam cam olarak düşünürsek ve ben o cama sürülen SIRR olursam yine AYNA haline gelir ve bakan KENDİ’ ni görür.

Fakat her iki halde de ben kendime nasıl bakacağım?
Birinde CAM birinde SIRR oldum… O AYNA’ nın karşısına geçme imkanım kalmadı.

Her iki HÂLin AYN-ı AN’ da VAR olması İKİ’ liği gerektirir.

İKİ AYNA’ nın karşılıklı bakmasında ise sonsuz bir görüntü çıkar lakin
Bu görüntüye bakan KİM olacaktır?

Bu HÂLde ortada bir ÜÇÜNCÜ gerekir ki o AYNA’ nın GÖSTERDİĞİ olsun.
Ortalık yerde görünen ise nasıl SIRR olabilir.

Öyleyse ortalık yerde… ÂLEM’ de görülen kimse veya eşya Allah cc.’ un ve SIRR’ ı OL’ duğu ;İNSAN’ ın yansıtması ile görünen bir GÖRÜNTÜ’ den ibarettir ve bir gerçekliği YOK’ tur.

Zira AYNA’ daki görüntüye; “Bu BENim” diyen kimse bunu yalnızca GÖZ’ ün verisi ile söylemektedir.

Diğer duyular için o görüntünün bir gerçekliği yoktur.
Çünkü AYNA’ daki görüntünün SES’ i yoktur.
KOKU’ su YOK’ tur… Ve ona dokunmak isteyen ancak AYNA’ ya dokunur.
Cisimsel bir varlığı veya bir canlılığı yoktur.

Velhasılı… SIRR’ ı anlayamadığım için halen SIRR olarak kalmakta benim için. AN-lasam o vakit SIRR’ dan değil BİLİNEN BİR HAKİKAT’ ten söz ediyor olurdum.

Ya BEN Allah’ ın SIRR’ ı OL-amadım… Veya KENDİ SIRR’ ımı çözemedim.

Zaten nasıl çözebilirim ki… Hem SIRR benim hem de SIRR’ ı çözmeye çalışan.

Her şey ancak kendi olabilir. SIRR kendim ise benim kendimden BAŞKA olmam lazım SIRR oluştan çıkmış olayım.

SIRR’ ı çözen ise ortada SIRR görmez. Her şey aşikârdır…

Allah cc. en doğrusunu bilir…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: BİR HADİS ' İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ *** BİR' likte DÜŞÜNELİM

Mesaj gönderen gullale »

İki kelâm ile...Resim

SIRR vERilmez... SIRRa ERilir...

buradan yürüsek ne ÂNlarız acaba?
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: BİR HADİS ' İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ *** BİR' likte DÜŞÜNELİM

Mesaj gönderen halimkok »

gullale yazdı:İki kelâm ile...Resim

SIRR vERilmez... SIRRa ERilir...

buradan yürüsek ne ÂNlarız acaba?
Buradan yürüsek her hâlde ÇOK şey anlarız...
Bir de mesela ÇOK yürürsek ÇOK YORulabiliriz... Ama o ayrı konu... Konumuzla ilgisi yok...

Ha diyeceksin ki; Niye yazdın o zaman... E işte yorgunluktan ne yaptığımı bilmiyorum ki...

Neyse...
Haydi tamam, yorgunluğu geçelim...
Anlamak için katlandık diyelim... Hıı

ÇOK şey ANlamak zaten durduğumuz yerde de mümkün...
ÇOK anlamak için taa oralara gitmemize ne gerek vardı...
HEP, ÇOK anlıyoruz zaten...
O zaman niye boşu boşuna o kadar yürüttün...
ÇOK DEĞİL, BİR şey anlamamız gerek... Beni şaşıttıttırma...

Bir şey AN-lamamız gerek... Hatta ŞEY bile diyemeyiz... "BİR" AN-lamamız gerek... BİR; "ŞEY" değildir çünkü...

AH BİR AN-lasak diyeceğim ama demem... Niye? Çünkü AN-lasak ta ÇOK' luğu gerektiriyor...
Hem ÇOK'tan kaç hem de AN-lasak de... Kim AN-layacak? BİZ... Neyi ANlayacak? BİR' i...
E BİR BİR iken BİZ de ÇOK iken Nasıl olur da "ÇOK" BİR' i AN-layabilirmiş...

BİZ KİM-İZ? ÇOK' uz...
O zaman önce BİZ, BİZ' i BİR AN-layalım ki...

E zaten O' nu AN-lamak ya derdimiz...

Eee böyle olunca n' oldu şimdik... Hadi bakalım sonuç N...

Dur az kaldı çözeceğim...
Şimdik...

BİR' in OL' duğu yerde meselâ İKİ' den bahsemedemeyiz.

BİR'in OLduğu yerde KeLâM da BİR olur... Ayrıca VeReN-VeRiLeN İKİ' liği de OLmaz...

Bak hele dün İzmir' de bir yağmur yağdı ki... Her taraf öyle bir sel oldu...
Rüzgâr esiyoodu... Gök gürüldüyodu...

Şimdi tabi soruyu bilemediğim için zaman kazanmaya çalıştığımı sanıyorsun...
Ne zaman kazanmaya çalışacağım ki... Ne kadar zaman kazanırsan kazan... Sonuçta biriktiremiyorsun ki...
Eriyip gidiyor...

Ha bak işte buradan konuya bağlantı yapıyorum... ERimek...
Asıl işin ŞEY NOKTA' sı... ona PÜF diyorlar yani Püf Noktası diyorlar ama bence yanlış...
Çünküm bak; Aniden sönen şey için kullanılır o söz... Yani PÜF diye sönüverdi derler...
Yani BALON mesela...
Ama biz yanıp söneni değil... Kalıcı olanı arıyoruz...

ŞEY' de BALON gibi ŞİŞTİ... O yüzden NOKTA' sını GÂYB etti...
Çünkü İLİM BİR NOKTA idi... Onu cahiller çoğalttı...
ve ÇOK' luk ŞEY olarak çoğaldı gitti...

Şimdi ŞEY' e kendi PÜF' lüğünü unutturmak için yeni bir PÜF NOKTA' sı gösterirsek o zaman
ŞEY PÜF' lüğü asla kendi üzerine almaz...

Ya bak işte... Başta dedim ki ÇOK şey anlarız...
Görüyor musun N ÇOK ANladım...
Yazsam daha da yazacağım... Ama neye yarar BİR AN-lamak önemli...

Neyse bağlayalım bir yere; Şimdi ne dedik en son ERİMEK dedik...

Zaten sen de yazmışsın SIRR vERilmez... SIRR' a ERilir diye...
Öyleyse AN-laştık... ERmek için ERimek lazım... ERimek için de önce BUZ tuttuğunun farkında olmak lazım...
Erimek şikayet etmemek lazım... Çünkü ERimeden yol alamaz ki... Yerinde donar kalır...
E bizim buradan yürümemiz lazımdı...
Bizim kendiliğimizden ERimemiz mümkün değil... Çünkü BUZluktan başka İMKAN olmayınca...
O zaman BİZ' e ERen, ERiyen lazım...

Buradan yürürsek O' nu bulmak için yürüyelim...
Yoksa gittik gittik bir de baktık bir arpa boyu yol almışız...
Sonu da şöyle...
Onlar ERmiş MuRaDıNa... BİZ çıkalım yola artık... Öyle kerevitle, kiremitle uğraşmakla ömür geçer gider...
Zaman ERir biz...
OOoooo ÇOK İŞ' imiz VAR...

NEY' se... Allah' ın dediği OLur... N dediğini AN-lasam N OLacağını BİLirdim...

Bak sen biliyorsan söyle... N öyle... Ben SIRR diyorum... Sen işi iyice SIRRlaştırıyorsun...
Olmaz ki ama...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: BİR HADİS ' İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ *** BİR' likte DÜŞÜNELİM

Mesaj gönderen gullale »


Buradan yürüsek diyerek başlamışsın ya söze...
İşte sanki bir YOL da giderken, ister düz ister yokuş ister iniş olsun...
Zor olsun yürümek veya kolay...
Gâh ağlaya gâh güle...
Bu gidiş süresince, << süre: ister ÂN olsun ister ömür >>
Resim
SIRR gidilen yerde değil de âdetâ "gölge" gibi ne yakalarsın ne kaçarsın olarak "sen" de "ben" de "o" nda, yâni "ben" diye;
ÂNı zaman edip,
kâne'yi me-kân edende...
Mûsâ'nın fetâsı gibi aynı İZde aynı ÂNda aynı C-ÂNda...
Fakat g-ayrı gibi...
Nerede bu? nedir bu? diye cem'olup kesretle BİR, sorduğumuz, ARAdığımız SIRR...
Gözümüzün ÖN-ünde, dilimizin UC-unda, kulağımızın DUY-unda...

Ve lâkin "bizce" öyle ulaşılmaz öyle uzak öyle öte...
AYNlaştık amma ÂNlaşamadık... Resim
SIRRlandık amma SIRRın ÖNünde, AYNAlaştık...
Çoğaldıkça çoğaldık Halimcan...
ÂLEM OLDUK, BİZ olduk...
çok olduk...
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: BİR HADİS ' İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ *** BİR' likte DÜŞÜNELİM

Mesaj gönderen halimkok »

“Ben kulumu sevdim mi onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.
O benimle işitir, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür.”
Hadis-î Kutsî.

Öyleyse kul, kendi kendine işitirken, görürken, tutarken ve yürürken durumu nasıldır?
Allah cc. bu kulunu sevmemiş midir?

HaKiKâT’ te kulun Allah cc.’ tan gayrı bir işi olamaz. (İşitmesi, görmesi, tutması ve yürümesi mümkün değildir.)
O hâlde kul OL-AN’ ın farkında değildir. HaKiKâT o kimseye örtülüdür.

HaKiKâT’ in örtülmesi ise KüFüR’ dür. Ve Allah cc. KüFüR ehlini / kâfirleri sevmez.


قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
Kul eti'ullahe ver rasul, fe in tevellev fe innellahe le yuhibbul kâfirîn.
De ki: Allaha ve Peygambere ıtaat edin; eğer aksine giderlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez. ÂLİ IMRÂN suresi 32. ayet


لِيَجْزِىَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ لاَيُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
Li yecziyellezine amenu ve amilus salihati min fadlih, innehu la yuhibbul kâfirîn
Çünkü iyman edip de salih salih işler yapanlara fazlından mükâfat verecek, çünkü o kâfirleri sevmez. RÛM suresi 45. ayet

Allah (cc) KâFiRleri sevmez ise onların işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi vb. işlerinin MuTLaK FaiLi olmaz mı?

“… Biz ona şahdamarından daha yakınız” KAF suresi 16. ayet

Allah cc’ un “Ona” buyurduğu “İnsan” dır.

Allah cc. her insana şahdamarından daha yakın ise bazı kullarını sevmesi bazılarını sevmemesi nasıl olur?

Allah cc’ un sevmediği insan nasıl var olabilir ?
VAR olması SeVildiğinin delili değil midir
O VAR’ lığı HaBiBi’ nin HaBBe’ sinden VAR etmedi mi!

İMaN eden için öyle… VAR’ lık SeVGiden VaR olmuştur ve SeVGi imanın şartı kılınmıştır.
“Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız”

İMAN HU-SU-SU’ nda SAV’ den daha üstünü yoktur.

Resulullah(s.a.v) Ashab-ı kiram'a
''Hangi iman daha güzeldir? ''
diye sordu. Onlar ; ''Meleklerin îmanı'' diye cevap verdiler.
O; 'Onlar melekût alemini gördükleri halde onların imanında şaşılacak ne var?'' buyurdu.

Sahabe-î kiram; 'Öyleyse peygamberlerin imanıdır' dediler.
O; “Onlar Allah'ın hitabını işitiyorlar bunda şaşacak ne var?” buyurdu.

Bunun üzerine; “Bizim imanımız.” dediler.
Resulullah (s.a.v) “Siz beni ve mucizeleri gördünüz, sizin imanınızda şaşacak ne var?” buyurdu.

Bunun üzerine Sahabe-i Kiram; “Ya Resullullah, hangi iman daha güzeldir?” diye sordular,

Resullullah (S.a.v); “Benden sonra gelecek olan ve beyaz bir kağıt üzerindeki satırlara iman edecek olanların imanıdır.” buyurdu.

Ebû Said'l-hudri (r.a) şöyle anlattı:
Bir adam Resullullah (s.a.v) e
“Ya Resulullah ! Seni görüp, sana iman edenlere ne mutlu!” dedi.

Resulullah (s.a.v); “Beni görüp de bana iman edenlere müjdeler olsun.”

Böyle dedikten sonra:
”Beni görmeyip de bana iman edenlere yedi kere müjdeler olsun.” buyurdu.


Neden YeDi KeRe ?

“Beni nefsinizden fazla sevmedikçe iman etmiş olmazsınız”
NeFS’ in YeDi mertebesi vardır. Bundan olsa gerek.

Allah’ ın SEVdiği KUL’ larından olmalıyız ki KâFiR olmaktan kurtulabilelim.
Allah’ ın (cc) bizi sevmesi için;


قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Kul in kuntum tuhibbunellahe fettebiuni yuhbibkumullahu ve yağfir lekum zunubekum, vallahu ğafurur rahîm.
De ki: eğer siz Allahı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah gafurdur, rahîmdır ÂLİ IMRÂN suresi 31. ayet

VaR’ lığın NeDeNi SeVGi’ dir dedik. EN SEVGİLİ’ nin HaBBe’ sinden OL-AN’ dır VAR’ lık.
Öyleyse NeFSimizin YeDi mertebesinde (NeFSimizden ZiYaDe) SaV’ i SeVeReK VAR’ lığını açığa çıkarmalıyız.

HaKiKâT ortaya çıkmışsa ÖRTÜ’ lü olamaz.
O zaman KâFiR değil İMaN ehli oluruz. İMaN; VaR’ lığın HaKiKâT’ inin Muhammedî Nur (SaV) olduğu bilmektir. O’ nu ÖRT’ ten KüFüR Ehlidir.

Bu nedenle biz Allah’ tan kafirler topluluğuna karşı yardım istiyoruz.



اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
ente mevlana fensurna alel kavmil kâfirîn.
Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. BAKARA suresi 286. ayet

Biz yardım istiyoruz çünkü henüz Allah cc. bizim işlerimizi üzerine almadı !!!!
Demek ki Kafirlerle karşı mücadele eden biziz !

Allah’ tan beklediğimiz Yardımın gelmesi için ise Allah’ a teslim olmamız gerekiyor.


وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لاَتُنْصَرُونَ
Ve enibu ila rabbikum ve eslimu lehu min kabli ey yetiyekumul azabu summe la tunsarûn.
Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. ZÜMER suresi 54. ayet

Biz ne zaman Allah ile cihada başladık ki teslim olmamızı istemekte…
Biz KâFiRlerle mücadele etmiyor muyduk !!!! FeTiH için hergün en az Kırk Defa FaTiHa Suresi okuyoruz ya !!!!

HÂLimce…
20.07.2011 – 00:30
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Cevapla

“►Tartışmalı Konular◄” sayfasına dön