ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)

Şeyh Hamidî Veli Aksarayî (Somuncu Baba) hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)

Mesaj gönderen nur_umim »

ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)


Asıl adı Hamid Hamidüddin'dir.
Somuncu Baba olarak da bilinir.
Seyyid Yıldırım Bayezid zamanında Kayseri, Bursa, Aksarayda yaşadı.
1331 de Kayseri'nin Akçakaya köyünde doğmuştur.
Anadolu'yu manevi fetih için gelen Horasan erenlerinden Şemseddin Musa Kayseri'nin oğludur.
Soyu Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşır, 24. kuşaktan torunudur.
Şeyh Hamid-i Velî (kaddesallahu sırrehu) ilk tahsilini babası Şemseddin Musa Kayserî'den almıştır.
Bilge kişiliği olan Şeyh Hamid-i Velî (kaddesallahu sırrehu), ilim alanındaki çalışmalarını Şam, Tebriz ve Erdebil'de sürdürmüştür.
Alaaddin Erdebili'den ve Bayezid-i Bistami'nin ruhaniyetinden manevi terbiye almıştır.

Dini ve dünyevi ilimlerle ilgili icÂzet alarak, irşad vazifesi için Anadolu'ya dönmüş Bursa'ya yerleşmiştir.
Hamîdüddîn, Bursa'da bir fırın yaptırdı.
Fırınına merkebiyle dağdan odun getirir, onunla ekmekleri pişirirdi.
Ekmek küfesini sırtına alarak : "Somun! Müminler somun!" diye söyler, geçimini bu yolla sağlardı.
Halk, bu fırıncıya "Somuncu Baba veya Ekmekçi Koca" der ve pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazlardı. Somuncu Baba ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırlardı.
Somuncu Baba'nın fırını, Molla Fenârî Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civârında olup, iki gözlü idi.
Fırının bitişiğinde de, ibâdet ettiği bir odası vardı.
Odanın kıble cihetinde de, nefsini terbiye etmek için kullandığı bir Çilehânesi mevcûd idi.
Hamîdüddîn hazretleri durumunu Bursa'da kimseye bildirmedi.
Hep, halk içinde Hak ile olmağa gayret etti.

Çilehâne-yi uzlet : Çile çekilen yer. Yalnız başına ve çile içinde ibadet yapılan yer.

Yıldırım Bâyezîd Hân, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Câmiyi yaptırmaya başladı.
Câminin inşâsı sırasında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba temin etti.
Câminin yapılması bittikten sonra, bir Cumâ günü açılış merâsimi yapılacağı ilân edildi.
O gün başta Pâdişâh YıldırımBâyezîd Hân, dâmâdı büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan, Molla Fenârî hazretleri, ulemâdan pekçok kimse ve Bursalılar Ulu Câmiyi doldurdular.
Yıldırım Bâyezîd Hân, câminin açılış hutbesini okumak üzere Emîr Sultan'a vazîfe verdiğinde, Emîr Sultan :
"Sultânım! Zamânın büyük âlimi burada iken, bizim hutbe okumamız uygun değildir. Bu câmi-i şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık zât şu kimsedir." diyerek, Somuncu Baba'yı gösterdi.
"Şöhret âfettir." hadîs-i şerîfini bildiği için, bundan titizlikle kaçınan Somuncu Baba, Pâdişâhın emri üzerine minbere doğru yürüdü.
Emîr Sultan'ın yanına gelince :
"Ey Emîr'im, niçin böyle yapıp beni ele verdiniz?" dedi. O da :
"Senden ileride bir kimse göremediğim için öyle yaptım." cevâbını verdi.
Cemâat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor, Somuncu Baba'nın hutbesini merakla bekliyordu.
Minbere çıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irâd etti ki, o zamâna kadar Bursalılar öyle bir hutbeyi hiç işitmemişlerdi.
Bursalılar, bundan sonra Somuncu Baba'nın büyüklüğünü anladılar. Somuncu Baba, hutbede :
"Bâzı âlimlerin, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı, anlayamadığı kısımlar vardır. Onun için bu sûrenin tefsîrini yapalım." buyurarak, Fâtiha sûresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsîrini yaptı.
Nice hikmetli sözler beyân eyledi.
Herkes hayretinden şaşırıp kaldı.
Başta Molla Fenârî hazretleri :
"Somuncu Baba, önce bizim Fâtiha sûresinin tefsîrindeki müşkilimizi kerâmet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsîr, âdil bir şâhiddir. Fâtiha'nın ilk tefsîrini cemâatin hepsi anladı. İkinci tefsîrini bir kısmı anladı, üçüncü tefsîri anlayanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi." demekten kendini alamadı.
Cumâ namazından sonra bütün cemâat, Somuncu Baba'nın elini öpmek, duâsını almak istedi.
Cemâatin bu arzusunu kıramayan Somuncu Baba hazretleri, kapıda durdu.
Ulu Câminin üç kapısından çıkan herkes :
"Ben Somuncu Baba'nın elini öpmekle şereflendim!" diyordu.
Somuncu Baba, yine kerâmet göstererek, Allahü teâlânın izniyle her üç kapıda da aynı ânda bulunarak cemâate elini öptürmüştü.

Namazdan sonra evine giden Hâmid-i Velî'ye, Molla Fenârî :
"Efendim! Bu günlerde Fâtiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum. Fakat bâzı anlıyamadığım yerler vardı. Bu hutbenizle, bilemediğimiz yerleri îzâh etmiş oldunuz. Medresede hizmetimiz karşılığında kazandığımız beş bin akçe paramız vardır. Şüphesiz helâldir. Kabûl buyurursanız bunları size hediye etmek istiyorum." dedi. O, kabûl etmedi.
Bunun üzerine Molla Fenârî, Somuncu Baba'ya :
"Talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh ederek duâlarda bulundu.
Molla Fenârî'nin, Somuncu Baba'dan aldığı feyz ile yazdığı tefsîrini bütün âlimler çok beğenmiş, asırlarca mûteber bir tefsîr olduğunu söylemişlerdir.

Somuncu Baba, durumunun anlaşılması üzerin :
"Sırrımız fâş olup, herkes tarafından anlaşıldı!" diyerek, Bursa'dan gitmek istedi.
Bir sabah erkenden, Gavas Paşa Medresesinden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı.
Somuncu Baba'nın Bursa'yı terketmekte olduğunu işiten MollaFenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti.
Gitmeyip Bursa'da kalması için çok yalvardı, ricâlarda bulundu.
Fakat kabûl ettiremedi.
Sonunda, Bursalılara duâ etmesini istedi.
Somuncu Baba, bu çınarın yanında Bursa'ya yönünü dönerek, feyizli, bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti ve vedâlaşarak ayrıldılar.
Bursa'da bu çınarın bulunduğu bölgeye "Duâ çınarı" denildi.

Mânevi kişiliği ve bilgelik yönü ortaya çıkan Şeyh Hamid-i Velî Hazretleri şöhretten korktuğu için talebeleriyle birlikte Bursa'dan ayrılarak Aksaray'a gelmiştir.
Şeyh Hamid-i Velî (kaddesallahu sırrehu) Aksaray'da yaşamış ve Aksaray'da 1412 (h. 815) tarihinde Hakk’a yürümüştür.
Kabr-i şerîfi güllük gülistanlık olan “Ervah Mezalığı”mızda ziyâretgâhtır.
Şeyh Hamid-i Velînin Yusuf Hakiki ve Halil Taybi adında iki oğlu olduğu bilinmektedir.
Yusuf Hakiki Baba'nın türbesi Aksaray'da Zafer Mahallesinde ziyâret yeridir.
Diğer oğlu Halil Taybi ise, hacdan döndükten sonra Darende'ye giderek yerleşmiş ve burada vefat etmiştir.
Kabri şerifleri Darende'dedir.
Şeyh Hamid-i Velî (kaddesallahu sırrehu)'nun necib nesli Aksarayda “Behçetler” diye anılmakta ve yaşamaktadırlar.
Asla halka karşı varlık göstermeyen bu aileden ALLAH Dosdu ve bendenizin de Ruh Dosdu rahmetli Kalaycı Yahya Güzel Baba ile âlemlerde yaşamak şerefine erişmiştim.

Kalaycı Yahya Güzel Baba Ruhun şâd olsun...

Resim

Sitemizin ana sayfasındaki Muhammedî Tasavvuf Kitabı bölümümüzde anılarını ve anılarımızı anlattık...

Latif YILDIZ
Kul İHVANÎ



Resim

Somuncu Baba Türbesi dış görünüşü : Aksaray

(Somuncu Baba Mescidinin içine bir göz gezdirmek için aşağıdaki linke tıklayıp, açılan sayfanın altındaki "FREE" kutucuğunu tıklayıp, yeni açılan sayfanın alt taraflarında 20 saniye kadar bekledikten sonra beliren şifreyi boş kutucuğa yazınız ve DOWNLOAD tuşuna basarak programı yükleyiniz.)

link yenilenecek..


Somuncu Baba Türbesi :

Aksaray Ervahından görünüşler :

Resim

Resim

Resim



Somuncu Baba Türbesi Aksaray merkezi içinde kuzeydoğu tarafında II. Kılıçarslan Tepesi eteğinde Ervah Kabristanlığı içinde bulunmaktadır.
Şeyh Hamid-i Velîye ait türbe açık bir türbedir.
Mezarı burada bulunmaktadır.
Mezarı mermerden yapılmış olup, H.815-M.1412 yazısı bulunmaktadır.
Ayrıca torunları ve yakınlarına ait mezarlarda buradadır.
Solda ikinci kubbenin olduğu kısmında demir kapıyla türbedâr odasına girilir.
Türbedâr odasındaki iç kısıma geçildiğinde 1.5 x 1.5 m. ebadında tek gözlü penceresi olan çilehâne yer almaktadır.
Açık türbenin arka kısmında Şeyh Hamid-i Velî'nin itikafhânesi yer almaktadır.
Demir kapı açıldığında hafif meyilli dehliz görünümlü bir yer karşımıza çıkmaktadır.
Merdivenle inilen bu uzun koridordan arka duvarın kuzeyinde iki, doğusunda bir adet niş bulunmaktadır.
Bu dehliz koridorun önü kapatılmış arka kısmındaki 2 x 1.30 m ebadındaki odaya 70 x 40 cm. ebadında son derece küçük ve ancak diz çöküp eğilmek suretiyle girebilecek olan bir kapıdan girilmektedir.
Biz çocukken bu dehliz çok uzundu ve tünel gibi ilerlerdi...
Yapıda günümüze ulaşan iki tane mezar taşı vakfiyesi bulunmaktadır.

Talebeleri:

Şeyh Hamid-i Velî (kaddesallahu sırrehu), Hacı Bayramı Velî Hazretlerini de Aksaray’da dünyaya ve âhirete ait ilimlerde eğiterek yetiştirmiş, irşad vazifesi için Ankara'ya görevlendirmiştir.
Somuncu Baba ve en meşhur talebesi Hacı Bayram Veli'nin Osmanlı Devletinde yani Anadolu ve Rumeli üzerinde çok büyük etkileri vardır. Osmanlı kültürünü etkileyen bu önemli simaların hizmetlerini ve kültürümüze katkılarını anlamak için silsile içinde yetiştirmiş oldukları bazı isimleri zikretmemiz gerekir.
Böylece kültürümüz için ne kadar önemli olduklarını ve büyük değerler ifade ettiklerini anlamaya çalışabiliriz.
Bu önemli isimler ve medfun oldukları yerler şunlardır:
• Halil Taybi - Darende
• Baba Yusuf Hakiki - Aksaray
• Akşemseddin Beypazarı - Göynük
• Ömer Dede - Göynük
• Hızır Dede - Bursa
• Akbıyık Sultan - Bursa
• İnce Bedreddin - Darende
• Yazıcıoğlu - Gelibolu
• Şeyh Lutfullah - Balıkesir
• Şeyhî - Kütahya
• Şeyh Üftade - Bursa
• Aziz Mahmud Hüdayi - İstanbul
• Muslihiddin Halife - İskilip
• Uzun Selahaddin - Bolu

Somuncu Baba Hazretlerinin günümüze kadar gelen uzantıları ve yansımaları o kadar mükemmel ki Anadolu'nun her köşesinde bir parçasını bulmak ve yüreklerde hissetmek mümkündür.
Âlim ve tasavvuf ehli kimseler üzerinde emeği ve etkisi bulunan Somuncu Baba Hazretleri için kültürümüzün temel taşlarından biridir diyebiliriz.


Resim

Somuncu Baba Türbesi câmisi iç görünüşü : Aksaray

Eserleri :

Somuncu Baba, zâhirî ve bâtınî ilimlerdeki derin bilgisine rağmen, çok az eser vermiş veya çok az eseri bize ulaşmış bir âlim kişidir.
Onun fazla eser vermiş olmaması, daha evvel işâret ettiğimiz melâmet meşrebinden de kaynaklanmış olabilir.
Nitekim onun yanında yetişmiş bulunan ve halifesi olan Hacı Bayram Velî de, müderris olmasına rağmen eser yazmamış ve hatta Muhammediyye müellifi halifesi Yazıcıoğlu, eserini kendisine takdim ettiğinde :
“Mehmet, bununla uğraşacağına bir gönül haketseydin; bir gönle girip onun terbiyesiyle meşgul olsaydın, daha iyi olmaz mıydı?” diyerek kendi düşüncesini de dile getirmiştir.
Bu zikredilen hakikata rağmen, Somuncu Baba’nın bize kadar ulaşan Şerh-i Hadis-i Erba‘în, Zikir Risalesi, Silâh’u-l Mürîdîn ve Kâşif’u-l-Estar an Vechi-l Esrar eserleri mevcuttur.

Tavsiyeleri:

Arkadaşlarıma ve yolumuzdan gidenlere tavsiyelerim :
Gizli ve aşikâr her yerde Allah'tan korksunlar.
Az yesinler, az konuşsunlar, az uyusunlar.
Avamın (halkın) arasına az karışsınlar.
Tüm mâsiyet ve kötülüklerden uzak dursunlar.
Daima şehvetlerden kaçınsınlar.
İnsanların elindekilerden ümitlerini kessinler.
Tüm zemmedilmiş (kötülenmiş) sıfatları terk etsinler.
Övülen sıfatlarla süslensinler.
Şiir ve şarkı (günaha götürüyorsa) dinlemekten kaçınsınlar.
Ayrı bir görüşle, kendini cemâatten ayrı bırakmasınlar.
Aç olarak ölseler bile şüpheli hiç bir lokmayı yemesinler.



Biz Ol Uşşak-ı Serbazız

Biz ol uşşak-ı serbazız
Akıl rüşd bize yâr olmaz
Mey-i aşk ile sermestiz
Bize hergiz humâr olmaz.


Uşşak : (Âşık. C.) Âşıklar.
Serbâz : (C.: Serbâzân) f. Korkusuz, cesur, cesâretli. Yiğit.
Rüşd : Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemal-i isabetle dosdoğru gitmek. * Hayra isabet etmek. * Büluğa ermek. * İstikamette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek. * Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak.
Mey-i aşk : aşk şarabı.
Sermest : f. Başı dönmüş, kendinden geçmiş.
Hergiz : f. Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle.
Humâr : Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı. * Sersemlik. * Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.


Diriyiz daim, ölmeyiz
Karanularda kalmayız
Çürüyüp toprak olmayız
Bize leyl ü nehâr olmaz.


Karanularda :karanlıklarda.
Leyl ü nehâr :gece ve gündüz.


Bizim illerde ay ü gün
Sebat üzre durur daim
Televvün erişip ona
Gehi bedr ü hilâl olmaz.


Sebat :Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak. * Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak. * Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.
Televvün : (Levn. den) (C.: Televvünât) Renkten renge girme. Renk değiştirme. * Döneklik, kararsızlık.
Gehi : Zaman zaman
Bedr : (Bedir) Dolunay. Ayın en parlak olduğu hâli.
Hilâl : Yeni ay şekli. Yeni ay.


Bizim gülşendeki güller
Dururlar taze solmazlar
Hazan olup dökülmezler
Zemistan ü bahar olmaz.


Hazan : Güz. Sonbahar. * Solgun.
Zemistan : f. Kış. Kış mevsimi.


Şarab-ı aşkı çün içtik
Feragat mülküne göçtük
Yanıp aşkınla tutuştuk
Bize tahrik ü târ olmaz.


Çün : f. Gibi. * Zira, çünki, madem ki. * Nasıl, nice.
Feragat : İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmişlik. Kulluk; kimlik, kişilik ve varlığından boşalıp "ASL"a ulaşım...
Tahrik : Kımıldatma. Kımıldatılma. Yerinden oynatma. Hareket ettirme.
Tarr : Düşmek. Kesmek.


Ereliden şems nâruna
Vücudum zerreden katre
Ne katre ayn-i bahar oldu
Ona k'ar ü kenar olmaz.


Ereliden : Ereliden beri.
Şems nâruna : Güneş ışığına
Zerre : (C: Zerrat) Pek ufak parça. * Atom. * Çok küçük karınca. * Güneş ışığında görünen ufacık tozlar.
Katre : Damla. Su damlası. * Bir damla olan şey.
Ayn : (C.: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz. * Pınar, kaynak. Çeşme. * Tıpkısı, tâ kendisi. * Zât. * Eşyanın hakikatı.
Kaar : derinlik, dip.
Kenar : Kıyı, sahil.


Bırak ey Hamidâ varı
Görsem desen sen ol yârı
Göricek ol tecellâyı
Ondan özge kemâl olmaz.


Varı : Varlık göstermeyi, Hakk'a ait olanları sahiplenip kullarına varlığı var gözükmeyi.
Yâr : Allah (celle celâlihu), f. Dost, ahbab, tanıdık. * Yardımcı. * Âşık. Mâşuk, sevgili.
Tecellâ : tecellî, Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Özge : Başka
Kemâl : Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet. * Değer, baha. * Fazlalık. * Sıdk ile yapılan güzel iş.



Senden Dolu İki Cihan


Senden dolu iki cihan
Oldum zuhurundan nihan
Ger bulayam seni ayan
Ya Rab n'ola halüm benüm.


Cihan : f. Dünya, kâinat, âlem.
Zuhur : Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek. * Hulul. * Galip olmak. * Âlîkadr.
Nihan : f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. * Sır.
Ger : eğer.
Ayan : (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.
N'ola : ne olur


Dilde kanaat olmaya
Zühd ile taat olmaya
Senden hidayet olmaya
Ya Rab n'ola halüm benüm.


Kanaat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.
Zühd : Dünyaya rağbet etmemek. Nefsâni zevk ve arzudan kendini çekerek ibâdete vermek.
Taat : İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Hidayet : Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.


Şol gün ki mizan kurula
Hak kapusunda durula
Halayık oda sürüle
Ya Rab n'ola halüm benüm.


Mizan : Terazi, ölçü, tartı. * Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas.
Halayık :Hizmetçi. Dünya uşağı.



Ağlarım işte zâr ile
Kaldum diriğ ağyâr ile
Bilişmedim sen yâr ile
Ya Rab n'ola halüm benüm.


Zâr : zari, f. Ağlayıp sızlama. * Hakirlik ve itibarsızlık
Diriğ : f. Men'etmek, korumak, esirgemek. * Eyvâh, yazık.
Ağyar : Yabancılar. Başkaları. * Rakipler.


Hamidi'nin gözü yaşı
Doldurur dağ ile taşı
Bilmem n'idem garip başı
Ya Rab n'ola halüm benüm.



YÛSUF-I HAKÎKΒNİN TASAVVUF RİSALESİ ve SOMUNCU BABA

Dr. Ali ÇAVUŞOĞLU
(Erciyes Üniversitesi, İlâhiyat Fak., Türk-İslâm Edebiyatı Öğr. Gö[email protected])

Giriş :
Yûsuf-ı Hakîkî, Somuncu Baba adıyla anılan Hâmid-i Aksarâyî’nin
(1) oğludur; dedesi de Mûsâ-yı Kayserî adıyla anılan meşhur bir zattır. Aslen Türkistanlı oldukları bilinmektedir. Kayseri’ye ne zaman geldikleri kaynaklarda belirtilmiyor ise de Şeyh Hâmid-i Aksarâyî’nin neslinin Yûsuf’la devam ettiği ifade edilir. Yûsuf, Hakîkî-nâme adlı eserinde yer alan, “Zikr-i isnâd-ı Hırka” başlıklı şiirde ailesi ve tarikatı hakkında bilgi verir.

(1) Hakîkî’nin babası, Somuncu Baba adıyla meşhur, aslen Kayserili Şeyh Hâmid bin Musa’dır. Somuncu Baba Künhü’l-Ahbar‘da söylendiğine göre zahir ve batın ilimlerinde şöhret sahibi olmuş, kendisini gizlemek için Bursa’da ekmekçilik yaparak geçimini sağlamış ve Şemseddin Fenari kendisinin öğrencisi olmuştur. Bayezid’in, yaptırdığı camide ona vaizlik vermesi ve halkın kendisine teveccühünün artması üzerine burayı terk etmiş ve Aksaray’a yerleşmiştir. Zâhiren Şeyh Alî-i Erdebilî’den tarîk alıp Veysîlere dahil olmakla birlikte, batınen Bayezid-i Bistâmî hazretlerinin ruhaniyyetinden istifade etmiş olduğu ve Hazret-i Hızır’la sohbette bulunduğunun ehl-i keşfin şehâdetleriyle sabit olduğu da ifade edilir. Hacı Bayram-ı Velî’nin mürşidi olan Somuncu Baba h.815’te vefat etmiş ve buna “Tâc-ı Ârifîne” terkibiyle tarih düşülmüştür.
Bu bilgilere ilave olarak Ali Rıza Karabulut, Kayseri İlmiyye Tarihi’nde Meşhur Mutasavvıflar isimli eserinde Somuncu Baba’nın mezarının Aksaray’da olduğunu ve bu hususta eski kaynakların hiçbir şüpheye mahal vermeyecek kadar ittifak içerisinde olduklarını kaydeder (Bak. Ali Rıza Karabulut Kayseri İlmiyye Tarihi’nde Meşhur Mutasavvıflar., s. 118, Seyyid Burhaneddin Hazretleri Hizmet Vakfı Yay., Kayseri 1994)
Karamanlı Şeyh Şücâ, Sultan Şücâeddin de Hâmid-i Kayserî’nin öğrencilerindendir.
(Bak. Ali Rıza KARABULUT, Kayseri İlmiyye Tarihi’nde Meşhur Mutasavvıflar, s.64,Kayseri 1994)


Somuncu Baba’nın eserleri şunlardır:

1. Şerhu Hadis-i Erbain,
2. Risaletü’z-zikr (Bu eser de Ali Rıza Karabulut tarafından tercüme edilerek adı geçen eserinde nakledilmiştir.)
3. Silahu’l-Müridîn
4. Kâşifu’l-Esdâr an-Vechi’l-Esrâr ve ayrıca şiirleri de bulunmaktadır.

(Bak. Ali Rıza Karabulut a.g.e.) (Bak. Hayrettin İvgin, “Somuncu Baba’nın Yeni Bulunan Bir Eseri ve Diğer Eserleri”, Erciyes Yöresi 1. Folklor, Halk Edebiyatı ve Etnoğrafya Sempozyumu Bildirileri, s. 55 Kayseri 1991)

Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

AKSARAY TARİHİNDE SOMUMNCU BABA (KS)

Mesaj gönderen nur_umim »

AKSARAY TARİHİNDE SOMUMNCU BABA (KS)



HAMİD-ÜD-DİN HAMİD
(Tasavvufcu, vâiz, ergin ve bilgin)



Çeşitli kaynaklarda Hâmid, Hâmid-üd-din-i Hâmid, Şeyh Hâmid, Hâmid-üd-din-i Aksarayî ve Somuncu Baba şekillerinde geçen bu büyük ergin ve bilgin kişinin babası Musâ’dır.
Aşıkpaşazâde, tarihinde Yıldırım Beyazıd zamanında bilgin ve erginlerini sayarken bu büyük ergini kısaca şöyle tanımlamıştır:
“ Ve fukaradan Şeyh Hamid.”

Kitap basılırken tashihini ve diğer yazılarla karşılaşmasını yapan Arkeoloji Müzesi Hafız-ı Kütüb’ü Ali Bey notunda şunları söyler:
“Şeyh Hâmid İbn-i Musây-i Kayserî’dir.
Tasavvufu Şam’da Zaviye-i Rayezidiye’de tahsil eylemiş ve Bursa’da tavattun ederek ezikka ve esvak-ı şehirde arkasıyla ekmek satarmış.
Bursa’da Ulucami’in inşasından sonra Yıldırım Beyazid Han’ın iltimasıyla vaizliğinde bulunmuş ve sonra Konya Aksaray’ ına gitmiş ve orada ikamet ederek irtihal eylemiştir. "

(Aşıkpaşazade Tarihi : Sahife 201, Matbaayı Amire 1332)


Zaviye : Köşe. * Küçük tekke. * İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil.
Tavattun : Bir yeri vatan edinmek. Bir yerde yerleşmek.
Ezikka : (Zukak. C.) Yollar, sokaklar.
Esvak : (Sûk. C.) Çarşılar. Pazarlar.
İltimas : Tavsiye. Rica. İstirham. * Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak. * Yapılmasını isteme.
İrtihal : Bir yerden başka yere göçmek, gitmek. Nakl-i mekân etmek. * Ölmek.



“Osmanlı Müellifleri” sahibi bunu yazarken serlevhasında Hamid-üd-din-i Aksarayî- Hamid ibn-i Musa demişken metninde Kayseriye’li demiştir.
Şeyh Hamîd-üd-din Hâmid Hacı Bayram’ ın mürşididir.
Ona velâyet ve irşad feyzini o aşılamıştır.
Bayramiye tarikinin kurucusu olan Hacı Bayram’ ın adı Numan’dır.
Mürşidi ile görüşmeleri bir bayram gününe rastladığı için o kendisine Bayram demiş, o da bu adı kendi adına tercih etmiştir.
Tasavvuf diliyle yazdıkları “Şerh-i Hadis-i Erbain = Kırk Hadis Şerhi” adlı eseri kemalini, erginliğini ve bilginliğini devrinin en büyüklerine tasdik ettirmiştir.
Emir Sultan, Molla Fenâri bu büyük mürşidin kemalini ve fazlını kabul etmişlerdi.
Emir Sultan’ın delâletiyle 202 H. 1399 M. yılında Yıldırım Beyazid tarafından yaptırılan Bursa’daki Ulucami’in açılış töreninde vazetmiş, kudretini geniş cemaat kütlesine bir daha gösterme imkânını bulmuştur.”

Bursa’da Konevi Camii’nin üst taraflarında Molla Fenâri Mahallesi’nde “Hamid efendi, Somuncu Baba Mescidi diye meşhur olan bir mabedin” biraz ilerisinde bahçe içinde mütevazi bir oda ve yanında az yüksekte bir fırın vardır.
Bu oda Aksaray’lı erginin çilehânesidir.
Fırında da somun pişirerek sattığı için kendisine Somuncu Baba derlerdi.
Kimseye yük olmadan kendi kazancıyla yaşamayı tercih eden bu erginin böyle yapmasını kınayan Osmanlı Müellifleri Sahibi yazısına şöyle devam ediyor:

“Sahib-i kemal oldukları halde Bursa’da bulundukları zaman ümmiyyane bir tavır ile ekmek pişirip sattıklarından ahali arasında Somuncu Baba yâd olunmuşlardır”
Molla Fenari Mahallesi’ndeki fırınları hala ziyaret olunmaktadır.”

İslam kaynakları veliliği mise benzetirler.
Tabiatına göre mis güzel kokusunu etrafına saçar.
Velilik de böyledir.
Halkın, geniş muhitin kendisinde velâyet sezmesini tevazuuna ve mahviyetine uygun bulmayanlar derhal yer değiştirirler.
Somuncu Baba da böyle yapmıştır.
Keramet alâmetleri halkça sezilmeye başlayınca hemen Bursa’yı bırakarak Aksaray’a gitmiştir.

Mevlâna’nın mürşidi Şems-ed-din-i Tebrizî de böyle yapmıştı :
O Konya’ya gelirken Erzurum’a uğramıştır.
Erzurum beyinin çok gabi ve haylaz bir oğlu var idi.
Hocalar onu okutamamışlar, bir şey öğretememişlerdir.
Şems-ed-din-i Tebrizi az zamanda çocuğu okutmuş, Kur’anı ezberletmiş ve daha birçok şeyler öğretmişti.
Halk bunu Tebrizi’nin kerametine vermişlerdi.
Allah’ın : “Benim velilerim Benim kubbelerimin altındadır. Onları benden başka kimse bilmez” kelâmlarına uygun hareket etmek isteyen Şems-üd-din Tebrizi hemen Erzurum’u terk ederek Konya’ya yollanmıştı.

Bursa’da Ulucami yapılırken Şeyh Hâmid’in işçilere ve esnafa somun sattığı yer sahaflar çarşısının başında imiş.
Son zamanlara kadar bu civarın esnafı sabahleyin buraya gelirler, Somuncu Baba’yı hürmetle rahmetle anarlar, dua ederler, sonra işlerine giderlermiş.

Somuncu Baba, Aksaray’da (Tac-i Arifin = Ariflerin tacı) terkibinin ebced hesabına vurulunca çıkan 815 H. 1412-1413 M. yılında ölmüş ve oraya gömülmüştür.

Ervah Kabristanı’ndaki açık türbesi ziyaret edilir.

Kitabımızın mezar taşlarını yazan kısmında 887 H. 1483 M. yılında ölen Şeyh Evhad-üd-din’in oğlu Şeyh Ekmel-üd-din’in mezar taşının kitabesini koyduk.
Şeyh Evhad-üd-din Şeyh Hâmid Veli’nin oğlu Baba Yusuf-i Hakiki’nin oğludur.
Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde ve halen Aksaray’da yaşayan torunlarının ellerinde vakfiyeleri ve vakfiye suretleri vardır.

Evliye Çelebi, Seyahatname’sinde Aksaray camilerini yazarken “Şeyh Hâmid Veli Camii, Kubbeli bir minarelidir” şeklinde kaydeder.
Aksaray türbelerini yazarken de “Şeyh Hâmid Veli, üstü açık kubbededir.” der

Mesnevi Şarihi Abdullah Efendi Semerat-ül Fuad adlı eserinin “Şeyh Eb-ül-Hâmid Aksardayî” başlıklı 7 sahifesini Ebu Hâmid’e ayırmıştır.
Dilini biraz sadeleştirerek aşağıya alıyorum:
“Kayseri’de doğmuş ve orada yetişmiştir.
Mubârek kabirleri Aksaray’dadır.
Zahir ve batın ilimler denizinin kendisinde kucaklaştığı bir ergindir.
Açık kerametlerinin sayısına had ve gaye yoktur.


Çünki geldi milk-i Rûm’a cânib-i şarka Hâmid
Halk-ı Rum’e oldu zatı serbeser zıll-i medid


İlk evvel Rum diyarına ilâhi sır Rahmanî cezbe onun yüzünden gelmiş, cihanı ve dünyadakileri hidayet ışığına o kavuşturmuştur.”

Rivayet edildiğine göre eski zamanda Rum “Anadolu” diyarında iç ve dış ilimleriyle süslenmek isteyenler sülûke rağbet eden tâlipler Acem ve Arab diyarına giderek erbabından istediklerini alırlarmış.
Ebû Hamid de böyle yapmış Şam’da zahir ilimleri tamamladıktan sonra orada Beyazidiye Hankâhı’nda bir şeyhe hizmet etmiş, nice müddet orada kalmış; sonra içindeki asil ve sonsuz sevgi ile kimseden teselli bulamamış.
Tebriz yakınındaki Hoy Kasabası’nda Muhammedî Nurun bir kandili olan Hoca Alâ-ed-din’in şöhretini duymuş, oraya gitmek istemiş. Bu istek içini açmış, aydınlatmış, hemen yola düzülmüş, Ahmedî nurların, Ehadî sırların doğuş yeri olan bu zata intisap etmiştir.

Hoca Alâ-ed-din yaşlanmış, ahrete göçmesi yaklaşmıştı. Kendindeki ilahî emaneti Kur’an’ın buyurduğu, ehline vermek istiyordu.
Eb-ül-Hâmidin hulûs ile gelişini, kabiliyetini görünce bu emanetin ancak kendisine verilebileceğine inandı.
Onun kalbini eline aldı, onun hatırını sordu.
Aralarında nice naz ve niyaz oldu.
Hoca Alâ-ed-din ancak Allah yolundaki hüccetlerine katılanları topladı.
Nice günler burada zikir ve tahlil ettiler: Onların âyinleri yeri göğü zelzeleye verdi.
Felekler de melekler de onların raks ve devranına hayran oldular… Hoca Alâ-ed-din irşad vazifesini Ebû Hâmid’e verdi ve ona :
“Şimdi Rum tarafına (Anadolu) git!” Dedi.
O da şeyhinin emrine uyarak Rum’a yönelirken ilâve etti:
“Acem diyarında Allah’ın bir emaneti olan ilahi sırları diyar-ı Rum’ da neşir eyle!…”
Müridlerine de şunları söyledi:
“Hamid-üd-dün gidiyor onu izleyiniz, giderken dönüp arkasına bakarsa Acem diyarı öylelerinden mahrum kalmaz…”
Müridler onu izlediler. Gözden gayıp olurken iki defa dönüp arkasına baktı.

Çok zaman geçmeden Hoca Alâ-ed-din Allah’ın rahmetine göçtü.
Eb-ül-Hâmid Bursa’ya geldi.
Yıldırım Beyazid hükümdar idi.
Söylendiğine göre Ebû Hamid Bursa’ya geldiği zaman bir eşeği var idi.
Bu eşekle dağdan odun getirir, fırında somun pişirir, sırtına vurur çarşı Pazar:
“Somunlar, müminler! “ diye satarmış.
Hakikaten pişirdikleri somun çok güzel ve lezzetli olduğu için şehir halkı yağmalarcasına satın alırlarmış.
Fakat kendisinin ne şerefli bir varlık olduğunu kimse bilmiyordu.
O da kendisinin bilinmemesinden memnun olduğu için Bursa’da uzun müddet kalmıştır.
Şöyle rivayet edilir ki:
“Yaptırdığız camide siz teberüken ilk imamlık yapınız ve Muhammed ümmetine va’z ve nasihat ediniz!” diye irca etmiş. Emir Sultan Padişahın bu isteklerini şöyle cevaplandırmıştır:
“Gavs-i a’zam şimdiki halde şehrimizdedir. O kıymetli varlık burada iken hitabet ve nasihatin bize teklif olunması münasip değildir ! ”

Sonra da Ebû Hâmid’in kimliğini açıklamıştır.
Padişah bundan sonra Ebu Hâmid’i bulmuş, yaptırdığı camide ilk Cuma namazında imamlık, hatiblik ve vâızlık yapmasını rica etmiş,
Ebû Hâmid bu teklifi kabul etmişti.
Ebû Hâmid’i kimse bu yönü ile bilmiyordu.
Mü’minlerin bayramı olan Cuma Namazını padişahın yaptırdığı camide kılmak sevabını kazanmak isteyen Bursa’dan ve civarından halk camiye akın halinde gelmiştir.
Bütün kadılar da camide idiler.
Ebû Hamid minbere yakın bir yerde Kıbleye dönerek yer aldı.
Hafızlar Kur’an okudular.
Cuma sünneti kılındıktan sonra Hamid-üd-din minbere çıktı:
Fasih ve beliğ bir eda ile halka hitap etti.
Hutbesini okudu, halk “Ekmekçi Koca” dediklerinin kim olduğunu anlamıştı.
Cuma namazı kılındıktan ona Hamid-üd-din vaiz kürsüsüne çıktı, Mevlâna Fenari de camide.
Fatiha tefsirine başlamak üzere imiş.
Ebû Hâmid mana gözüyle onun bu isteğini görmüş Fâtiha’nın tefsirine başlamıştı.
Evvelâ fatihâ süresini Arab dil kurallarına, meaniyye, beyan, bedi, usul, kelâm ve hikrmet üzerine tefsir etmiş.
Halen zamanımızın bazı âlimlerinin bu hususta müşkülleri olduğunu söyleyerek Molla Fenari’nin müşküllerini çözmüş.
Sonra Kur’an’ın içinden öyle hakikatler söylemiştir ki, Mevlâna Fenari üçüncü mertebenin bazısını aklım almıyor.
Üçüncü derecedekinin üstündeki manâları hâla anlamadım demiştir.
O gün Hamid-üd-din Hazretleri’ nin (70) kişi meclisinde Rahman cezbesine tutulmuş, cami ilâhî büyük tezahürlere sahne olmuştur.

Molla Fenarî evine döndükten sonra sabra takati kalmayıp Ebû Hamid’in oturduğu yere varıp müderrislik vazifesinden topladığı beşbin akçayı Şeyh’e : “Helâlce mâlimdir ! …” diye sunmuştur.

Hamîd-üd-din:
“Onun helâl olduğunda hiç şüphemiz yoktur. İçinden bir akçe veriniz. Eşeğime ot getirsinler!...” dedi.
Biraz ot getirdiler, eşeğin önüne koydular.
Eşek biraz kokladıktan sonra üzerine işedi.
Ebû Hâmid : “Bu ana kadar eşeğimiz hiç şüpheli şey yememiştir. Şimdi de bunu ihtiyar etmedi ya Mevlâna!...” dedi.

Mevlâna Fenari kendisine bîat etmiş, Fatiha tefsirini yazmak için kendisinden nefes almıştır.
Molla Fenari’nin yazdıkları Fatiha tefsiri halâ âlimler arasında elden ele gezmektedir.

Hamîd-üd-din halkın fazla tazimlerinden, tekrimlerinden, akın akın ziyaretlerinden hoşlanmadı.
Bursa’dan kalkıp ömürlerinin sonuna kadar Aksaray’da kaldılar ve burada Allah’ın rahmetine kavuştular”


Âbideleri ve Kitabeleri ile Aksaray Tarihi
İbrahim Hakkı Konyalı
(II. CİLT shf. 2408)
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Evliye Çelebi'de SOMUNCU BABA

Mesaj gönderen nur_umim »

Evliye Çelebi Seyahatnamesinde

ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)

EVSAF-I AKSARAY

Bu şehir Şem’un-u Safa reyi ile bina olunmuştur, derler.
Mülûkden mülûke intikal ederek Herakl nam kayserin veled-i nâkabili Helena nam kralın elinde iken merkum : Arap kavmi üzere sefer itmeye mübaşeret edüp nice bin merdud askerleri ile Şam üzere giderken “Safraz” nam mahalde askeri ile münhezim olup ve kendisi de ölerek oğlu Mikâle nam kral geçti.
Ahir bunun da elinden İzz-ed-din Kılıç Aslan İb-i Melik Mesut 569 H. Tarihinde burayı zaptetti.
Aldıktan sonra bu şehirde nice büyük evliya oturdukları için bu şehre tarihçiler “Dâr-ı Süleha” demişlerdir.

ZİYARET YERLERİ

Bu şehirde 7 binden fazla Allah’ın büyük evliyası olduğu tevatürle sabittir.
“Dâr-i Ervah” denilen bu Cebhaneye nice kere nur inmiştir.
Mağmum olan gitse şâd ve handan olur.


Eş-Şeyh Hâmid Veli :

Ser çeşm-i urafay-ı Rum’dur.
Üstü açık bir kıbbede gömülüdür.
Ekseriya saralı kimseler ziyaret ederler.
Bunun yakınında “Eş-şeyh Kemâl Sultan” Tarik-i kümelînde tekemmül etmiş bir yüce pirdir.
Bunun yakınında “Eş-şeyh Pertevi Sultan” Yesevî tarikinden mükemmel bir erdir.
Buna yakın “Kırk kızlar Ziyaretgahı”. Çokca kadınlar ziyaret ederler. Etrafa hâkim bir yerdedir.

Eş-şeyh Necm-üd-din,
Bedr-üd-din Sultan Velî,
Hımarlı Dede Sultan,
Eş-şeyh Hakikî İbn-i Şeyh Hâmid Veli,
El-hac Bayram Veli Tilmizlerinden olup Ankara’da tekmil-i ilm-i ledün ederek Aksaray’da Bayramî tarikatında pişvâ olmuştur.


Eş-Şeyh Batak, Taşpazarı Mahallesi’nde gömülü olup, gönül erbabının ziyaret yeridir.
“Cennet Deresi” semtinde Çelebilik Ziyareti,
Bunun üst yanında Hızırlık ziyareti vardır.
Kılıç Aslan Sultan’ın kabr-i şerifi Hızırlık ziyaretgâhındadır.
Bu Hızırlığa yakın “Eş-Şeyh Hamza” Bayramî tarikinde ulu er’dir.
Eş-şeyh Hızır Efendi.

Aksaray’dan bir menzilde Saratlı köyüne, oradan (Dübine) Ürgüp kazası dahilindedir. Ahalisi Müslümandır.
Andan Müşkara’ya, andan Kayseriyye kalesine geldik.


(Evliye Çelebi Seyahatnamesi. Cilt 3, sahife 191-195)
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sev-guzel »

SOMUNCU BABA

Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında Anadolu'da yetişen âlim ve velîlerin büyüklerinden.
"Somuncu Baba" lakabıyla tanınıp meşhûr oldu.
1349 (H.750) senesinde Kayseri'de doğdu.
İsmi Hâmid, babasının ismi Şemseddîn Mûsâ'dır.
İlk tahsîlini babasından aldı.
Babasının vefâtından sonra Şam'a giderek, Hankâh-ı Bâyezîdiyye'de ilim öğrendi.
Tasavvuf yoluna girdi.
Orada pekçok velînin sohbetlerine katıldı.
Burada Üveysî olarak, mânevî yol ile Bâyezîd-i Bistâmî'den feyz aldı. Şam'da bir müddet ilim tahsîlinde bulunduktan sonra, Tebrîz yakınlarında Hoy kasabasında bulunan Hâce Alâeddîn-i Erdebîlî hazretlerinin huzûruna gitti.
Var gücüyle hocasına hizmet ederek, ilim öğrendi.
Tasavvuf yolunda üstün derecelere kavuştu.
Alâeddîn-i Erdebîlî, bir gün Hâmid-i Velî'ye; "Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allahü Teâlânın dînini, insanlara öğretmek üzereAnadolu'ya git!" buyurdu.
Ona böylece, insanları yetiştirmek için icâzet verdi.
Hocasının bu sözleri, bâzı anlayışı kıt, hasetçi kimselerin, içlerinden Hâmid-i Velîye buğz etmelerine sebeb oldu.
HâceAlâeddîn, Hâmid-i Velî'yi bütün talebeleriyle birlikte, "Şemseddîn-i Tebrîzî Makâmı." denilen yere kadar uğurladı.
Vedâ edip yanlarından ayrılınca, hased edenlerin de bulunduğu topluluğa dönerek; "Hamîdüddîn'in arkasından, gözden kayboluncaya kadar bakınız.
Eğer dönüp bizden tarafa bakarsa, Anadolu'da onun ilminden istifâde ederler.
Şâyet bakmazsa, onun ilminden hiçkimse istifâde edemez." buyurdu.
Orada bulunanlar merakla Hamîdüddîn'in arkasından bakmaya başladılar.
Bu hâli cenâb-ı Hakkın izniyle anlayan Hâmid-i Velî, gözden kaybolmadan önce iki defâ arkasına baktı.
Böylece onların hasedlerini giderdi.
Büyük bir âlim ve veliyy-i kâmil olarak Kayseri'ye döndü.

Hamîdüddîn hazretleri, Kayseri'de insanlara Allahü Teâlânın emir ve yasaklarını öğretmeye başladı.
Talebeleri, ondan feyz almağa, hasta kalblerine şifâ olan nasîhatleriyle, sohbetleriyle şereflenmeğe başladılar.
Hamîdüddîn, bir gün çok sevdiği talebelerinden Şücâ-i Karamânî'yi huzûruna çağırarak; "Ankara'da Nûmân isminde bir müderris vardır.
Onu bulup buraya dâvet ediniz!" buyurdu.
Şücâ-i Karamânî de hocasının emrini yerine getirmek için Ankara'ya gidip, durumu bildirdi.
Müderris Nûmân; "Bu dâvete icâbet lâzımdır." diyerek, berâberce Kayseri'ye geldiler.
Kurban bayramı günü buluştukları için, hocası ona "Bayram" lakabını verdi.Müderris Nûmân, Hamîdüddîn hazretlerini görüp sohbetlerini dinleyince, onun büyük bir âlim ve velî olduğunu anladı.
Kısa zamanda pekçok kerâmetlerini de görünce, daha çok bağlandı.
Onun teveccühleri altında yetişmeye başladı.
Hocasından zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrenerek kısa zamanda büyük mesâfeler aldı.
Bir gün hocası; "Hâcı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini gördün.
Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş velîleri ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!" buyurdu.
Hâcı Bayram da, velîlerin yüksek hâllerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı.
Zamânının büyük velîlerinden oldu.

Hamîdüddîn hazretleri, mânevî bir emir üzerine Tebrîz'e gitti.
Tebrîz'den de Anadolu'ya gelip, Bursa'ya yerleşti.
Hâcı Bayram-ı Velî, sık sık Bursa'ya gelip hocasını ziyâret ederdi.
Hamîdüddîn hazretleri, Bursa'da bir ümmî gibi hareket edip, ilminin varlığını kimseye söylemedi.

Hamîdüddîn, Bursa'da bir fırın yaptırdı.
Fırınına merkebiyle dağdan odun getirir, onunla ekmekleri pişirirdi.
Ekmek küfesini sırtına alarak; "Somun! Müminler somun!" diye söyler, geçimini bu yolla sağlardı.
Halk, bu fırıncıya "Somuncu Baba" der ve pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazlardı.
Somuncu Baba ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırlardı.
Somuncu Baba'nın fırını, Molla Fenârî Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civârında olup, iki gözlü idi.
Fırının bitişiğinde de, ibâdet ettiği bir odası vardı.
Odanın kıble cihetinde de, nefsini terbiye etmek için kullandığı bir Çilehânesi mevcûd idi.
Hamîdüddîn hazretleri durumunu Bursa'da kimseye bildirmedi.
Hep, halk içinde Hak ile olmağa gayret etti.

Yıldırım Bâyezîd Hân, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Câmiyi yaptırmaya başladı.
Câminin inşâsı sırasında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba temin etti.
Câminin yapılması bittikten sonra, bir Cumâ günü açılış merâsimi yapılacağı ilân edildi.
O gün başta Pâdişâh YıldırımBâyezîd Hân, dâmâdı büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan, Molla Fenârî hazretleri, ulemâdan pekçok kimse ve Bursalılar Ulu Câmiyi doldurdular.
Yıldırım Bâyezîd Hân, câminin açılış hutbesini okumak üzere Emîr Sultan'a vazîfe verdiğinde, Emîr Sultan; "Sultânım! Zamânın büyük âlimi burada iken, bizim hutbe okumamız uygun değildir.
Bu câmi-i şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık zât şu kimsedir." diyerek, Somuncu Baba'yı gösterdi.

"Şöhret âfettir." hadîs-i şerîfini bildiği için, bundan titizlikle kaçınan Somuncu Baba, Pâdişâhın emri üzerine minbere doğru yürüdü.
Emîr Sultan'ın yanına gelince; "Ey Emîr'im, niçin böyle yapıp beni ele verdiniz?" dedi.
O da; "Senden ileride bir kimse göremediğim için öyle yaptım." cevâbını verdi.
Cemâat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor, Somuncu Baba'nın hutbesini merakla bekliyordu.
Minbere çıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irâd etti ki, o zamâna kadar Bursalılar öyle bir hutbeyi hiç işitmemişlerdi.
Bursalılar, bundan sonra Somuncu Baba'nın büyüklüğünü anladılar.
Somuncu Baba, hutbede; "Bâzı âlimlerin, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı, anlayamadığı kısımlar vardır.
Onun için bu sûrenin tefsîrini yapalım." buyurarak, Fâtiha sûresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsîrini yaptı.
Nice hikmetli sözler beyân eyledi.
Herkes hayretinden şaşırıp kaldı.
Başta Molla Fenârî hazretleri; "Somuncu Baba, önce bizim Fâtiha sûresinin tefsîrindeki müşkilimizi kerâmet göstererek halletti.
Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsîr, âdil bir şâhiddir.
Fâtiha'nın ilk tefsîrini cemâatin hepsi anladı.
İkinci tefsîrini bir kısmı anladı, üçüncü tefsîri anlayanlar çok az idi.
Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi." demekten kendini alamadı.
Cumâ namazından sonra bütün cemâat, Somuncu Baba'nın elini öpmek, duâsını almak istedi.
Cemâatin bu arzusunu kıramayan Somuncu Baba hazretleri, kapıda durdu.
Ulu Câminin üç kapısından çıkan herkes; "Ben Somuncu Baba'nın elini öpmekle şereflendim." diyordu.
Somuncu Baba, yine kerâmet göstererek, Allahü Teâlânın izniyle her üç kapıda da aynı ânda bulunarak cemâate elini öptürmüştü.

Namazdan sonra evine giden Hâmid-i Velî'ye, Molla Fenârî; "Efendim! Bu günlerde Fâtiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum.
Fakat bâzı anlıyamadığım yerler vardı.
Bu hutbenizle, bilemediğimiz yerleri îzâh etmiş oldunuz. Medresede hizmetimiz karşılığında kazandığımız beş bin akçe paramız vardır. Şüphesiz helâldir. Kabûl buyurursanız bunları size hediye etmek istiyorum." dedi. O, kabûl etmedi. Bunun üzerine Molla Fenârî, Somuncu Baba'ya; "Talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh ederek duâlarda bulundu. Molla Fenârî'nin, Somuncu Baba'dan aldığı feyz ile yazdığı tefsîrini bütün âlimler çok beğenmiş, asırlarca mûteber bir tefsîr olduğunu söylemişlerdir.

Somuncu Baba, durumunun anlaşılması üzerine; "Sırrımız fâş olup, herkes tarafından anlaşıldı." diyerek, Bursa'dan gitmek istedi. Bir sabah erkenden, Gavas Paşa Medresesinden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba'nın Bursa'yı terketmekte olduğunu işiten MollaFenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa'da kalması için çok yalvardı, ricâlarda bulundu. Fakat kabûl ettiremedi. Sonunda, Bursalılara duâ etmesini istedi. Somuncu Baba, bu çınarın yanında Bursa'ya yönünü dönerek, feyizli, bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti ve vedâlaşarak ayrıldılar. Bursa'da bu çınarın bulunduğu bölgeye"Duâ çınarı" denildi.

Bursa'dan ayrılan Somuncu Baba, Aksaray'a geldi. Burada ömrünün sonuna kadarİslâmiyeti yaymak, Allahü Teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek için uğraştı. Hem zâhirî, hem de bâtınî ilmi ile Aksaraylıların gönüllerinde erişilmesi güç olan mümtâz bir mevkiye erişti. Artık ona Hâmid-i Aksarâyî denilmeye başlandı. Hâcı Bayram'ı Velî ile hacca gittiler. Dönüşlerinde, Hâcı Bayram'ı kendisine halîfe, vekîl tâyin etti. İnsanları irşâd etmekle vazifelendirdi.

Bir gün yaşlı bir kadın huzûruna gelip; "Efendim! Benim bir ineğim vardı. Sabahleyin sığırtmaca teslim ettim, fakat akşam dönmedi. Çok aradım, bulamadım. Ne olur derdime çâre olunuz" diye yalvardı. Kadının bu üzüntüsüne dayanamayan Hâmid-iVelî; "Sen burada bekle. Biz etrâfı bir araştıralım, bulursak getiririz" buyurdu. Dışarı çıkıp, sağa sola araştırma yapmadan, hep bir istikâmette gitti. Kadın da onu gizliden tâkibe başladı. Hâmid-i Velî, bugünkü türbesinin bulunduğu yere geldi ve ineğin otladığını görerek; "Ey mübârek hayvan! Niçin diğer hayvanlardan geri kaldın da bizi buraya kadar yordun?" deyince, inek lisâna gelip; "Bugün yavruma süt verecek kadar karnımı doyuramamıştım. Onun için burada otluyordum." dedi. Bu konuşmaları işiten kadın, Hâmid-i Aksarâyî'nin derecesinin üstünlüğünü anladı. Onu en çok sevenler arasında oldu.

Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, 1412 (H.815) senesinde, bir gün dostları ve talebeleriyle helâlleşti. İki rekat namaz kıldıktan sonra, uzun uzun duâ etti. Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Cenâze namazını Hâcı Bayram-ı Velî kıldırdı. Geriye iki erkek çocuk bırakarak, bugünkü türbesinin olduğu yere defnedildi. TürbesiAksaray kabristanının ortalarındadır. 1980 (H.1400) senesinden îtibâren, AksaraylıŞahinBaşer Beyin gayretleriyle türbesi yeniden onarılarak bugünkü hâle gelmiştir. Somuncu Baba'nın çilehânesini ve türbesini ziyâret edenler, rûhâniyetinden fevkalâde feyz ve bereketlere kavuştuklarını, dünyâyı unuttuklarını söylemişlerdir. Onu vesîle ederek Allahü Teâlâya yapılan duâların kabûl olduğunu da bildirmişlerdir. Somuncu Baba'nın kabrinin Dârende'de olduğu da rivâyet edilmektedir.

Hâmid-i Velî hazretlerini çok sevenlerden biri şöyle anlattı: "Aksaray'da memur olarak vazife yapıyordum. Bir üst makâma terfîm ihtilâflı idi. Şeyh Hâmid-i Velî hazretlerine gittim. Türbesini ziyâret ederek, durumumu anlattım. Çilehânesinde iki rekat namaz kıldıktan sonra eve geldim. Gece rüyâmda Hâmid-i Velî'yi gördüm. Bana; "Evlâdım, hiç üzülme, üst makâma geçeceksin. Biz velîler, senin o makâma geçtikten sonra, istifâ edip, serbestçe İslâmiyete hizmet etmeni, Allahü Teâlânın emir ve yasaklarını insanlara bildirmeni arzu ediyoruz" buyurdu. Hakîkaten, kısa zaman sonra bir üst makâma geçme emri geldi ve istifâmı vererek İslâmiyete hizmet etmeye çalıştım."

Hâmid-i Aksarâyî hazretlerinin okuduğu kasîdeler, Aksaraylıların dillerinde dolaşmaktadır. Bunlardan bâzıları şöyledir:


Biz ol âşık yiğitleriz,
Akıl, rüşd bize yâr olmaz.
Mey-i aşk ile sermestiz,
Bizler aslâ sarhoş olmaz.

Diriyiz dâim ölmeyiz,
Karanlıkta hiç kalmayız,
Çürüyüp toprak olmayız,
Bize gece gündüz olmaz.

Bizim illerde ay ve gün,
Sebât üzre durur dâim.
Televvün irişür âna,
Gehî bedr ü hilâl olmaz.

Bizim bahçedeki güller,
Dururlar tâze, solmazlar,
Hazân olup dökülmezler,
Kış mevsimi bahâr olmaz.

Şerbeti aşk için içtik,
Ferâgat mülküne göçtük,
Yanıp aşkınla tutuştuk,
Bize tahrûk ü târ olmaz.

İreldenŞems'in nûruna,
Vücûdun zerreden katre
Ne katre, ayn-ı bahr oldu.
Ona çukur kenâr olmaz.

Bırak ey Hâmidâ vârı,
Görem dersen sen ol yârı,
Göricek ol tecellâyı,
Ondan üstün kemâl olmaz.


Alıntı
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
AŞK Tohumunu EKeni
ÇÖPlük Çilesin ÇEKeni
BeSleyen GÜLü Dikeni
ZeVKlerin Zincir Şikeni

BeLâ Buğday UNcusu Hayy
İlki Hayy SoNUNcusu Hayy
Şeyh HaMiDi VeLî BaBamm
HaYY SıRRın SoMuNcusu Hayy!..
Kaddesallahu sırrahul azîZ..

ZEVK 5109

AŞ Ağzı PİŞirmek için!-> AT-AŞ Ağzı YANmaya CAN
AT
-EŞ gibi YUTar da YÂR... USunda UYANmaya CAN
SıRR
-ı SIFIR FIRINına.. İNSAN GİRen- SULTAN ÇIKar
ÇOKluk
-YOKluk kÖLEleri.. "HaKKa TEK İnAN"maya CAN!..
14.10.12 12: 40
mrmrdnz.. frbt…


Resim
Ana dolumuzda MuhaMMedî MeLÂMetin köşe taşlarından olan Somuncu BaBa kaddesallahu sırrahu ZIDlar ZEVKini yaşamış ve yaşatmakta olan bir Veliyullahtır.

BUrası BUrsa-mızdaki meşhur somunlarını pişirdiği ufacık fırınının İki KAPIlı olduğu görünmekteyken Belediyenin restorasyon çalışmaları sonunda sonradan yapılan sıvaları kadırınca, o günkü odun isi içinde kapı kesitleri ortaya çıkınca hayretler içinde kaldım..
Basık-kubbemsi fırının sağ ATEŞ AĞZI-kapısından atılan odun ateşlenince, içerde dönen alev ve ısı sol taraftaki PİŞecekleri PİŞirmekteydi ve SOL AŞ AĞZI-kapısından çıkarılmaktaydı.

ATEŞ AĞZI hep açıktı havaya.. AŞ AĞZI kapaklıydı dışarıya.. el ÂNda şeÂN-da öyledir HAMD olsun ALLAH celle celâluhumuza..


Salat u Selâm,
SıRR-ı Sırat Sahibimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, Kerem Kablomuz Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâma ve kıyamete kadar cAN CeRRyaÂNımızı, veLÂyete DERRC edilmiş taze NübüVVet NÛRumuzu-DİRİ Kur'ân-ı Kerimimizi BİZ BİR-İZ sunucularımıza, Teni-Kanı-Canı-İmanı Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm olan nice Somuncu BaBalarımıza ve ÜMMet-i MuhaMMed aleyhi's-selâma olsun!
Resim
TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim ve bârik ve terahham ve tehannen alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Resim Kemâ yelîku biazîmi şânı şerefihi Resim Ve kemâlihi ve rızâke anhu ve mâ tuhibbu ve terzâ lehu dâimen ebeden Resim Bi adedi ma’lûmâtike Resim Ve midâde kelimâtike Resim Ve rızâe nefsike vezinete Arşike Resim Efdale salâtin ve ekmeleha ve etemmehâ Resim Küllemâ zekereke ve zekerehu’z-zâkirûn Resim Ve kullemâ gafele an zikrike ve zikrihi’l-gâfilûn Resim Ve sellim teslîmen kesîren kezâlike Resim Ve alâ cemî’il-Enbiyâi ve’l-murselîn Resim Ve alâ melâiketike’l-mukarrebîn Resim Ve alâ sâdâtina ve’l-enbiyâi ve’ş-şuhedâi ve’s-sâlihîn Resim Ve aleynâ mâahum ve’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti ve’l-müslimîne ve’l-müslümât ecmaîn Âmîn!

MÂNÂSI : “ALLAH’ım! ALLAH’ım! Sahibimiz ve Efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salât ve selâm et ve bereket ihsân buyur ve rahmet, merhamet ve şefkat et! Şerefinin-şanının azameti ve kemâlinin lâyıkınca... Ebeden-dâimen onun için seveceğin ve razı olacağın şekilde ondan razı ol! Ma’lûmatının adedince... Sözlerini yazacak kelimelerinin boyasınca (mürekkeb miktarınca) ... Nefsinin rızasınca ve Arş’ının ağırlığınca! Salâtın; en fazîletlisi en mükemmeli ve en tam (eksiksiz) olanınca! Seni zikreden zâkirler zikirlerine devâm ettikçe, Senin zikrinden gafil olanlar zikrinden gaflet ettiği sürece! Ve işte böylece, çokça ve gerçek teslimiyetle kâmil olan selâmımızı ilet! Selâmet ver! Bütün nebîlere ve mürsellere de! Yakın meleklere de! Sâdâtlarımıza (seyyidlerimize) ve evliyâlara ve şehîdlere ve sâlihlere de! Onlarla beraber bizlere ve mü’minlerin ve mü’min hanımların ve müslümanların ve müslüman hanımların cümlesine de! Bizden kabul buyur! (Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ulaşımımıza ve sılamıza izin, inâyet ve hidâyet buyur!)”


Resim
ZEVK 5122

nAKLin KüRe.. AKLın KÜBü.. Yarım DÂİRe- Kesit-KaRe
somuncu BaBa MeSCiDi
, Çift MiHRÂBlı ->ÇiFT KuBBedir!
İLLiYYUndan -> ESFeline! “KûN! feye KûN NÛru-> NâRe
KÂiNâT
-ın gÖZü -> KÂBE!.. Hakiat-ı HALK -> “HaBBediR!..
15.10.12 23: 21
brsbrstktktrstkkmz…


Resim
Kabr-i şerifinin bulunduğu Aksaray Ervahındaki ufacık mescidinde yan yana 2 adet mihrab bulunmaktadır ve 2 kubbeli yapılmıştır.
ERENler dilinden diline gelen haber o dur ki, mescide gelen cemaatın manevî durum yoğunluğunca bâzen s mihrabda imam olmuş zAHİRÎ SALLettirmiş, bâzen de sOL mihrabda imam olmuş Batınî SALLettirmişlerdir.

Yüce RaBBımız Teâlâ cümlemize EL ELe EL YEDuLLAHa Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm ZİNCİRi EREN ELLerde ;

MuhaMMedî Şuuru Bedelsiz BİLmeyi
MuhaMMedî Nuru Kıyassız BULmayı
MuhaMMedî Sürurda Şartsız OLmayı
MuhaMMedî ONURu SeBeBsiz YAŞAmayı nasîb u müyesser buyursun!
İnşae ALLAHu Teâlâ..

MîM MuHaBBetlerimle
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)

Mesaj gönderen nur_umim »

Şeyh Hamid-i Velî
(Somuncu Baba)
kaddesallahu sırrahu

Asıl adı Hamid Hamidüddin'dir. Somuncu Baba olarak da bilinir. Seyyid Yıldırım Bayezid zamanında Kayseri, Bursa, Aksaray’da yaşadı. 1331 de Kayseri'nin Akçakaya köyünde doğmuştur. Anadolu'yu manevi fetih için gelen Horasan erenlerinden Şemseddin Musa Kayseri'nin oğludur. Soyu Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşır, 24. kuşaktan torunudur, Şeyh Hamid-i Velî (kaddesallahu sırrehu) ilk tahsilini babası Şemseddin Musa Kayserî'den almıştır. Bilge kişiliği olan Şeyh Hamid-i Veli (kaddesallahu sırrehu), ilim alanındaki çalışmalarını Şam, Tebriz ve Erdebil'de sürdürmüştür. Alaaddin Erdebili'den ve Bayezid-i Bestami'nin ruhaniyetinden manevi terbiye almıştır.

Dini ve dünyevi ilimlerle ilgili icazet alarak, irşad vazifesi için Anadolu'ya dönmüş Bursa'ya yerleşmiştir. Hamîdüddîn, Bursa'da bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle dağdan odun getirir, onunla ekmekleri pişirirdi. Ekmek küfesini sırtına alarak : "Somun! Müminler somun!" diye söyler, geçimini bu yolla sağlardı. Halk, bu fırıncıya "Somuncu Baba veya Ekmekçi Koca" der ve pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazlardı. Somuncu Baba ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırlardı. Somuncu Baba'nın fırını, Molla Fenârî Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civârında olup, iki gözlü idi. Fırının bitişiğinde de, ibâdet ettiği bir odası vardı. Odanın kıble cihetinde de, nefsini terbiye etmek için kullandığı bir Çilehanesi mevcûd idi. Hamîdüddîn Hazretleri durumunu Bursa'da kimseye bildirmedi. Hep, halk içinde Hak ile olmağa gayret etti.
Yıldırım Bayezid Hân, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Câmiyi yaptırmaya başladı. Câminin inşası sırasında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu Baba temin etti. Câminin yapılması bittikten sonra, bir Cuma günü açılış merasimi yapılacağı ilân edildi. O gün başta Padişah Yıldırım Bayezid Hân, dâmâdı büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan, Molla Fenârî Hazretleri, ulemâdan pek çok kimse ve Bursalılar Ulu Câmiyi doldurdular. Yıldırım Bayezid Han, câminin açılış hutbesini okumak üzere Emîr Sultan'a vazîfe verdiğinde, Emîr Sultan: "Sultânım! Zamanın büyük âlimi burada iken, bizim hutbe okumamız uygun değildir. Bu câmi-i şerifin açılış hutbesini okumaya lâyık zat şu kimsedir." diyerek, Somuncu Baba'yı
gösterdi. "Şöhret afettir." hadîs-i şerîfini bildiği için, bundan titizlikle kaçınan Somuncu Baba, Pâdişâhın emri üzerine minbere doğru yürüdü. Emîr Sultan'ın yanına gelince: "Ey Emîr'im, niçin böyle yapıp beni ele verdiniz?" dedi. O da: "Senden ileride bir kimse göremediğim için öyle yaptım." cevabını verdi. Cemaat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor, Somuncu Baba'nın hutbesini merakla bekliyordu. Minbere çıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irâd etti ki, o zamâna kadar Bursalılar öyle bir hutbeyi
hiç işitmemişlerdi. Bursalılar, bundan sonra Somuncu Baba'nın büyüklüğünü anladılar.
Somuncu Baba, hutbede: "Bazı âlimlerin, Fatiha-i şerîfenin tefsirinde müşkülatı, anlayamadığı kısımlar vardır. Onun için bu surenin tefsirini yapalım." buyurarak, Fatiha suresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsirini yaptı. Nice hikmetli sözler beyan eyledi. Herkes hayretinden şaşırıp kaldı.
Başta Molla Fenârî hazretleri: "Somuncu Baba, önce bizim Fatiha suresinin tefsirindeki müşkilimizi keramet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsir, âdil bir şâhiddir. Fatiha’nın ilk tefsirini cemâatin hepsi anladı. İkinci tefsirini bir kısmı anladı, üçüncü tefsiri anlayanlar çok az idi.
Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi." demekten kendini alamadı. Cuma namazından sonra bütün cemaat, Somuncu Baba'nın elini öpmek, duasını almak istedi. Cemaatin bu arzusunu kıramayan Somuncu Baba hazretleri, kapıda durdu. Ulu Câminin üç kapısından çıkan herkes :
"Ben Somuncu Baba'nın elini öpmekle şereflendim!" diyordu. Somuncu Baba, yine keramet göstererek, Allahü Teâlâ’nın izniyle her üç kapıda da aynı anda bulunarak cemaate elini öptürmüştü.
Namazdan sonra evine giden Hâmid-i Veli’ye, Molla Fenârî : "Efendim! Bu günlerde Fatiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum. Fakat bazı anlayamadığım yerler vardı. Bu hutbenizle, bilemediğimiz yerleri îzâh etmiş oldunuz. Medresede hizmetimiz karşılığında kazandığımız beş bin akçe paramız vardır. Şüphesiz helâldir. Kabul buyurursanız bunları size hediye etmek istiyorum." dedi. O, kabul etmedi.
Bunun üzerine Molla Fenârî, Somuncu Baba'ya : "Talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh ederek dualarda bulundu. Molla Fenârî'nin, Somuncu Baba'dan aldığı feyz ile yazdığı tefsirini bütün âlimler çok beğenmiş, asırlarca muteber bir tefsir olduğunu söylemişlerdir.
Somuncu Baba, durumunun anlaşılması üzerine : "Sırrımız ifşa olup, herkes tarafından anlaşıldı!" diyerek, Bursa'dan gitmek istedi. Bir sabah erkenden, Gavas Paşa Medresesinden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba'nın Bursa'yı terk etmekte olduğunu işiten Molla Fenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa'da kalması için çok yalvardı, ricalarda bulundu. Fakat kabul ettiremedi. Sonunda, Bursalılara duâ etmesini istedi. Somuncu Baba, bu çınarın yanında Bursa'ya yönünü dönerek, feyizli, bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için dua etti ve vedalaşarak ayrıldılar. Bursa'da bu çınarın bulunduğu bölgeye "Dua çınarı" denildi.

Manevî kişiliği ve bilgelik yönü ortaya çıkan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri şöhretten korktuğu için talebeleriyle birlikte Bursa'dan ayrılarak Aksaray'a gelmiştir. Şeyh Hamid-i Veli (kaddesallahu sırrehu) Aksaray'da yaşamış ve Aksaray'da 1412 (h. 815) tarihinde Hakk’a yürümüştür.

Eserleri:

Somuncu Baba’nın bize kadar ulaşan eserleri;
- Şerh-i Hadis-i Erbain,
- Zikir Risalesi,
- Silâh’u-l Müridin ve
- Kâşif’u-l-Estar an Vechi-l Esrar

Bir Şiiri:

Biz ol âşık yiğitleriz,
Akıl, rüşd bize yâr olmaz.
Mey-i aşk ile sermestiz,
Bizler aslâ sarhoş olmaz.

Diriyiz dâim ölmeyiz,
Karanlıkta hiç kalmayız,
Çürüyüp toprak olmayız,
Bize gece gündüz olmaz.

Bizim illerde ay ve gün,
Sebât üzre durur dâim.
Televvün irişür âna,
Gehî bedr ü hilâl olmaz.

Bizim bahçedeki güller,
Dururlar tâze, solmazlar,
Hazân olup dökülmezler,
Kış mevsimi bahâr olmaz.

Şerbeti aşk için içtik,
Ferâgat mülküne göçtük,
Yanıp aşkınla tutuştuk,
Bize tahrûk ü târ olmaz.

İreldenŞems'in nûruna,
Vücûdun zerreden katre
Ne katre, ayn-ı bahr oldu.
Ona çukur kenâr olmaz.

Bırak ey Hâmidâ vârı,
Görem dersen sen ol yârı,
Göricek ol tecellâyı,
Ondan üstün kemâl olmaz.

Tavsiyeleri:

- Arkadaşlarıma ve yolumuzdan gidenlere tavsiyelerim;
- Gizli ve aşikâr her yerde Allah'tan korksunlar.
- Az yesinler, az konuşsunlar, az uyusunlar.
- Avamın (halkın) arasına az karışsınlar.
- Tüm mâsiyet ve kötülüklerden uzak dursunlar.
- Daima şehvetlerden kaçınsınlar.
- İnsanların elindekilerden ümitlerini kessinler.
- Tüm zemmedilmiş (kötülenmiş) sıfatları terk etsinler.
- Övülen sıfatlarla süslensinler.
- Şiir ve şarkı (günaha götürüyorsa) dinlemekten kaçınsınlar.
- Ayrı bir görüşle, kendini cemâatten ayrı bırakmasınlar.
- Aç olarak ölseler bile şüpheli hiç bir lokmayı yemesinler.

Ateşsiz Fırın:

Somuncu Baba, bir gün fırına ekmeklerini sürdü. Pişmesini beklerken, yanına Pâdişâh Yıldırım Bâyezîd Hân'ın dâmâdı Seyyid Emîr Sultan geldi. Elinde bir çömlek vardı. "Selâmün aleyküm baba!" dedi. O da; "Ve aleyküm selâm" diyerek birbirlerine bakıştılar. Başka hiçbir kelime konuşmadan tanıştılar. Emîr Sultan, elindeki yemek çömleğini Somuncu Baba'ya verip, içindekinin pişirilmesini ricâ etti. Somuncu Baba, kabı alıp fırının ağzından içeri sürmek istediyse de, çömleği fırına sokamadı. Bir daha denedi, yine olmayınca, Emîr Sultan'a döndü ve; "Anladım ki, bu çömleği fırına sen süreceksin!" dedi. Emîr Sultan; "Peki" diyerek çömleği aldı ve fırının gözünden içeri rahatlıkla sürdü. Fakat fırında hiç ateş yoktu. Somuncu Baba fırının ağzını kapattıktan sonra; "Birazdan pişer bekleyiniz." buyurdu. Bir müddet bekledikten sonra kapak açıldı. Fırında hiç ateş olmadığı hâlde yemeğin piştiğini gören Emîr Sultan, Somuncu Baba'nın büyük velîlerden olduğunu anladı. Orada tasavvuf üzerinde bir
mikdâr sohbet ederek dost oldular.

Âhiret İçin Çalışıyorduk:

Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, bir gün zirâatla uğraşan talebelerinden birine bir miktar tohum verdi ve; "Bu tohumların yarısını, tarlanızın bir kısmına sizin için, yarısını da tarlanızın bir kısmına bizim için ekiniz." buyurdular. Talebe tohumları ekti. Ekinlerin yetiştiği mevsimde tarlaya gittiler. Talebenin tarlasında fevkalâde güzel yetişmiş bir ekin vardı. Diğerinde hiç
ekin bitmemişti. Hâmid-i Velî, talebesine dönerek; "Bu tarlalardan hangisi bizim, hangisi sizindir?" buyurunca, talebe son derece utandı ve kendi tarlasını göstererek; "Bu tarla sizindir efendim" dedi. O da, ekinlere bakarak; "Biz âhiret için çalışıyorduk. Acabâ hangi günahımızdan dolayı dünyâmız mâmûr olmaya başladı?" deyip, üzüntüsünü dile getirdi.
Hocasının müteessir olduğunu gören talebe, hakîkati söyleyerek üzüntüsünü giderdi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

ŞEYH HAMÎD-i VELİ AKSARAYÎ SOMUNCU BABA (1349-1412)
kaddesallahu sırrahu..

Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Anadolu'da yetişen âlim ve Velîlerin büyüklerindendir. Asıl adı Hamîd olan Somuncu BaBa, 1349'da Kayseri'de dünyaya gelmiştir. BaBasının adı Musâ'dır. Soyu 24. kuşaktan Peygamberimiz aleyhisselâm aleyhisselâm’a dayanır. İlk tahsîlini babasından alan Şeyh Hamîd-i Velî kaddesallahu sırrahu daha sonra sırasıyla Aksaray, Şam ve Erdebil'de devrin önde gelen âlimlerinden dersler alarak tasavvuf ve ilim yolunda üstün derecelere ulaşmıştır..

1395 yılında talebesi Hacı Bayram kaddesallahu sırrahu ile Osmanlı Devleti'nin başkenti Bursa'ya giden Şeyh Hamîd-i Velî kaddesallahu sırrahu, burada kendini gizlemiş, halkın arasında Somuncu BaBa ismiyle tanınmıştır. Bursa'da Ulu Câminin açılışı esnâsında Fâtiha Sûresi'ni yedi farklı mânâda tefsir etmesiyle sırrı aşikâr olan Somuncu BaBa, bu hadiseden sonra talebesiyle berâber Hicâz'a hacca gitmiştir. Hac dönüşü Aksaray'a (Şehr-i Sülehâ) gelen Somuncu BaBa , ömrünün sonuna kadar burada ilim ve irşad faaliyetlerini sürdürmüş, 1412 yılında Aksaray'da vefât etmiştir. Kabr-i Şerifleri Aksaray'da Ervah Kabristanlığı içerisindedir.

Somuncu BaBa, Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu'nun, Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu, Akşemseddin'in, Akşemsettin kaddesallahu sırrahu ise, Fâtih Sultân Mehmed'in Hocasıdır. Somuncu BaBa tasavvuf anlayışıyla yaşadığı döneme ve sonraki çağlara yön vermiş, yetiştirdiği talebeleriyle İstanbul'un fethini sağlayan manevî iklimin başlangıç noktası olmuştur..

DOĞUMU, ÇOCUKLUĞU ve EĞİTİMİ.:

Asıl adı Hamîdüddin olan Somuncu BaBa, 1349 yılında Kayseri’nin Akçakaya Köyü’nde dünyaya gelmiştir. "Ebû Hâmid" künyesi de kendisine aittir. Belgelerin bir kısmında Şeyh Hamid-i Velî kaddesallahu sırrahu, bir kısmında da Şeyh Hâmidüddin-i Velî kaddesallahu sırrahu olarak geçmektedir. Ancak, ister tabakat kitapları olsun isterse diğer belgelerde geçen Hâmid-i Kayserî, Ebu Hamîd-i Velî kaddesallahu sırrahu, Şeyh Hamîd-i Velî kaddesallahu sırrahu, Hamîd-i Aksarayî, Hamîdüddin-i Aksarayî, Ebu Hamîd Aksarayî, Hamîdüddin bin Musâ, Somuncu BaBa, Ekmekçi Koca isimleri tamamen burada bahsi geçen Somuncu BaBa’ya aittir. BaBasının adı Şeyh Şemseddin Musâ El- Kayserî olup Horasan erenleri gibi Anadolu’ya gelen tasavvuf büyüklerindendir. Annesi’nin adının ise Aden Banu olduğu nakledilse de kesin değildir.

Şemseddin Musâ Hazretlerinin Kayseri’ye geldiği dönemlerde Horasan erenleri, Yesevî Dervişleri ve Alperenler, Dâru’-l Cihâd kabul edilen Anadolu’ya gelerek maddî fetihten önce manevî fethi gerçekleştiriyordu. İşte bu Horasan Erenlerinden biri de Şemseddin Musâ idi. Şemseddin Musâ, Anadolu’nun merkezi sayılacak bir yer olan Kayseri’ye yerleşmişti. Ebherîyye Tarikatı’na mensub olan Şemseddin Musâ’nın soyu 24. kuşaktan peygamberimiz aleyhisselâm’a dayanmaktadır.

Şeyh Hamideddini Aksarayî ilk tahsilini ve tasavvuf neş’esini babasından almıştır. İlk tahsilini ve tasavvuf neş’esini BaBasından aldıktan sonra ilmin ileri basamaklarını Kayseri Ulemâsının yanında sürdürmüştür. Fen ve tabiat ilimlerini de Kayseri’de çeşitli müderrislerden okumuştur.

Devrinin önde gelen âlimlerinden “mütavil” ilimleri öğrenmiş; özellikle Tefsir, Hadis ve Fıkıh dersleri alarak medrese öğrenimini de tamamlamıştır. Çocukluğundan itibâren babasıyla birlikte okuduğu Arapça ve Farsça kitaplar bu dilleri iyi seviyede öğrenmesini sağlamıştır. Kendisine atfedilen “Kırk Hadis Şerhi” kitabı ve Bursa Ulu Câmii’nin açılışı sırasında hutbede Fâtiha Sûresinin tefsirini yapması hem Arap diline hâkim, hem de hadis ve tefsir ilimlerinde yüksek bir birikime ve âli derecelere sahib olduğunu göstermektedir.

BaBası vasıtasıyla Sühreverdîyye’nin Ebherîyye Koluna intisab etmiştir. Ebherîyye, Halvetîyye’nin manevî silsilesinde yer alan Ebu Reşid Şeyh Kudbuddin Ebherî tarafından kurulan tarikatın adıdır. Somuncu BaBa Ahmet Yesevî’nin meşrebinden giden BaBası gibi, felsefe yerine hikmeti tercih etmiştir..

Somuncu BaBa, Kayseri’de ilmi hayatını tamamladıktan sonra bir müddet Aksaray’da bulunmuş, bu sırada bir müderris olan Mahmud Mazdekânî Hazretlerinin kızı Necmiye Sultân ile evlenmiştir. Bu evlilikten Yusuf Hakikî ve Halil Taybî adında iki çocuğu dünyaya gelmiştir..

İçinde duyduğu ve zâhirî ilimlerle dolmayan boşluk hissini tatmin etmek için bir arayışa yönelmiştir. Bu arayışın tohumları çocukluk yıllarında babasıyla tedris ettiği tasavvuf dersleri ve sohbetleriyle atılmıştır.

Çocukluktan gelme bir iştiyâkla mürşid aramaya başlamış, ilmini ve tasavvufî bilgisini artırmak için şarkın mühim ilim ve irfân merkezlerinden biri olan Şam’a gitmiştir. Çünkü o dönemde zâhirî ve bâtınî ilimlerde sülûka ermek isteyen talebeler, Arap ve Acem beldelerine ilim ve irfân için seyahatler yapardı. Oralarda ilim erbâbı ve mârifet ashabıyla sohbetler eder, tahsil-i ilim ve talib-i mârifet eylerlerdi. Somuncu BaBa da aynı yolu takib ederek ilim alanındaki çalışmalarını Şam, Tebriz ve Erdebil’de sürdürecektir..

ŞAM.: BEYAZIDİYYE HANGÂHI.:

HANGÂH.: f. ALLAH celle celâlihu rızası için ve misâfirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fâkir ve dervişlere ve talebe-i ulumâ yemek verilen ve misâfir edilen yer..

Somuncu BaBa Kayseri’den ayrılınca öncelikle Şam’a Beyazıdîyye Hangâhı’na gitmiştir. Orada bulunan şeyhlerden Şadîi Rumî’nin hizmetinde bulunmuş, ilmî çalışmalarına devam ederken tasavvufî hayata yönelmiştir. Kalbî seviyesini yükseltmek için tarikat pîrleri ile sohbetlerde bulunup bir müddet tasavvuf yolunda ilerledikten sonra Beyazıd-ı Bestami kaddesallahu sırrahu Hazretlerinin ruhanîyetinden manevî terbiye almıştır..

Şam’da ilim ve tasavvuf makamlarını çıkarken Hızır aleyhisselâm ile de görüşerek ondan da manevî bir feyiz almıştır. Somuncu BaBa bu iki zattan aldığı manevî feyzi sebebiyle “üveysi” kabul edilmektedir.

ERDEBİL.: SADREDDÎN-i ERDEBİLÎ.:

Somuncu BaBa Şam’da Beyazıdîyye Hangâhı’nda kaldığı sıralarda tefekküratına devam ederek rahmanî ve ruhanî zevk ve kokular almakla berâber Şam’a gelip giden âlimlerden manevî ilme vâkıf en yüksek makamda kimin olduğunu sormakta idi. Senelerce devam eden bu arama ve beklemeden sonra Erdebil’de bulunan bir büyük zâttan haber verdiler. Bu zat Safiyyüddin Erdebilî Hazretlerinin oğlu Sadreddîn-i Erdebilî idi.

Tebriz’in Erdebil Bölgesindeki şeyhi öğrendikten sonra yola çıkar. Erdebil’e vardıktan sonra var gücüyle hocasına hizmet ederek, ilim öğrenir. Tasavvuf yolunda üstün derecelere kavuşur. Somuncu BaBa’nın kat ettiği makamlar şeyhiyle olan yakınlığını ve şeyhinin ona olan ilgisini artırmıştır. Bu durum dergâhtaki bazı ham tabiatlı dervişleri rahatsız eder. Bazı dervişler onun Moğol hafîyesi olduğunu bile iddiâ eder. Fakat “Hiçbir gizli olan sonsuza dek gizli kalmaz.” kuralı gereği tekkenin duvarları gece fısıltılarını sızdırıyordu..

Tekkede fısıltılar yüksek sesle dile getirilmeye başlayınca şeyh bu durumdan oldukça üzüntü duyar. Dervişleri bir araya toplayarak bu gece sohbet halkasını kuracağını söyler ve yatsı namazı sonrası herkesin tekkenin avlusunda olmasını ister.
Dervişlerden kimisi kendini yoklar. Hakkanîyetle kendilerine sorduklarında haksız olabileceklerini düşünüp bu sohbete ve ardından çevrilecek zikir halkasına kendilerini lâyık görmezler. Ancak Hamideddin hep hazırdır. Çünkü yolu bellidir.: Aşk ve Ateş! Kârı da zararı da bellidir! Yola hazır yolcu gibi dönüp ardına bakmadan gidebilecek, yaslandığı ağacın gölgesini terk edecek vaziyette…

Yatsı olmuş, tekkenin avlusu mahşer yerine dönmüştür. Dervişler; siyah cübbeleri, cübbelerinin mezar toprağını andırdığı görüntüyü tamamlayan sikkeleriyle yürüyen kabir gibidirler. Bu manzarayı gören ikinci sûr’a üflenmiş, mizan kurulmuş sanır. Çok geçmeden zikir başlar. Dervişler zikrettikçe kalbler titrer, titreyen her kalb.: “Ya Hû!.” diye çarpar. Hamideddin de gözlerden uzakta, sessizce zikreder..

Dervişlerin zikirleri söz ile hâlvettir. Zikrin şenlendirdiği tekkenin ortası, ateş etrafında dönen kelebekler gibi dönen dervişlerle dolar. Dervişler, ateşte yandıkça döner, döndükçe yanar. Halvet halinde zaman ilerledikçe zamandan kopup kendinden geçer. Sonra uçsuz bucaksız bir seyre çıkılır. Seyirler seyrân olduğunda dünyadan geçilmiştir. Ötelerin can suyu dizlere can, gözlere fer olur. “Ya Hû!” dedikçe ne sınır kalır ne de duvar kalır aşılmadık. “Kâbe Kavseyn” mesafeleri kısalır, hakk ile aşinâ buluşma yüreklerde gerçekleşir..

Erdebil Tekkesinde, Sadreddîn-i Erdebilî Hazretlerinin nezâretinde yapılan zikir gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürer. Huşû’ya eremeyen, zikir zevkini tadamayan dervişler bir bir halkadan koparken geriye pek az derviş zikre devam eder..

Üç günü bulan zikir sonunda herkes toplanıp yaşadığı seyr-i seferi anlatır. Fakat Hamideddin yoktur yanlarında. Etrafa baktıklarında, tekkenin duvarı dibinde dünyadan geçmiş bir halde dilinde.: “Yâ HAYy!. Yâ HÛû!” zikrini çekerken bulurlar.

Şeyh, dervişlerin içinde Hamideddin’e şöyle der.:
“Hamid’im! Artık bizden alacağını aldın. Sana ne biliyorsak verdik. Nâsibin tamam oldu. Sen daha yükseklere çıkacaksın. Buralarda eğleşme. Var git. Bizden aldığını büyüt. ALLAH-u TeALÂ’nın dinini insanlara öğret. Anadolu’ya git. Geldiğin yere dön. Her gelen geldiği yere döner. Topraktan gelen de toprağa…
Hâmid’im! Sadece mekânları değil insandan insana dolaş. Sana bu yolda yâr olacak kişi seni bulmadan sen onu bul. Sönmüş ne kadar çerağ varsa uyandır. Aşk kılavuzun olsun. Bu yolda kılavuzsuz olursan bir günlük yolun bin yıllık olur. Aşk Ateşi gönül aydınlığın olsun!.”


Hamideddin, Erdebili Hazretlerinden böylece icâzetini alıp Anadolu’yu aydınlatmak için görevlendirilince hazırlığını yapar. Birkaç günlük hazırlığın ardından, tekkedeki dervişlerle helalleşir. Fakat onun dergâhtaki, halvetteki ve zikir halkalarındaki aşkın hallerine rağmen bazı dervişler hâlâ su-i zânda bulunmaya devam eder..

Hamideddin, yanındaki Kızıl Bedreddin ve İnce Bedreddin ile yola düşünce, ardından bakan şeyh, bazı dervişlerin su-i zânnını boşa çıkarmak için onlara şöyle der.:
“Bir iddianız vardı. Hamideddin gözden kayboluncaya kadar ardından bakınız. Eğer dönüp ardına bakarsa bizde bir gönül bıraktı demektir. Bizim gönlümüzle ayrıldığından Anadolu ondan istifâde eder. Şâyet bakmazsa onun ilminden hiç kimse istifade edemez.”

Gidenleri uğurlamak için Şems-i Tebrizî Makamında toplanan dervişler merakla arkalarından bakmaya başlar. Tam tepeye ulaşıp tepenin arkasına aşacağı sırada dervişlerin bakış amacı ALLAH celle celâlihu tarafından Şeyh Hamideddin’e ma’lum olur. Gözden kaybolmadan önce geriye döner. Şeyhine ve dervişlere bakar. Sonra bir kez daha, bir kez daha…

BURSA HAYATI.:

Şeyh Hâmid-i Velî kaddesallahu sırrahu Kayseri’deki hizmet ve gayretlerinin ardından 1395’li yıllarda Hacı Bayram-ı Velî kaddesallahu sırrahu ile berâber Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Bursa’ya hicret eder. Peygamber aleyhisselâm efendimizin.: “İnsanların içinde bulunup, onların belâ ve sıkıntısına tahammül eden mü’min, dağ başına çıkıp insanlardan uzak yaşayan mü’minden daha hayırlıdır.” tavsiyesini benimseyen Şeyh Hâmid, ictimâî ve siyasî açıdan son derece hareketli bir merkez durumunda bulunan Bursa’ya gidişi, manevî bir işâret olup boşuna değildir.
Bursa’ya varınca sessiz bir köşede bir ev edinir ve bir de fırın yaptırır. Somuncu BaBa 'nın fırını, Molla Fenârî Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civârında olup, iki gözlü idi. Fırının bitişiğinde de, ibâdet ettiği bir odası vardı. Odanın kıble cihetinde nefsini terbiye etmek için kullandığı bir çilehânesi vardı.
Şeyh Hamidi Velî kaddesallahu sırrahu evinin bitişiğine yaptırdığı fırında ekmek yaparak geçimini sağlar. Merkebiyle dağdan odun getirir, geceleri hamur yoğurur, ekmek pişirir ve ertesi sabah da satardı. Pişirdiği ekmekleri çarşı Pazar gezdirip satarken.: “Somunlar Mü’minler!.” diye söylemesi zaman içinde onun bu isimle anılmasına sebep olacaktı. Yaptığı ekmeklerin lezzetine doyum olmazdı. Somuncu BaBa ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırdı.
Somuncu BaBa, tasavvufun yüksek makamlarında bir Velî kaddesallahu sırrahu olmasına rağmen bunu halktan gizliyordu. Hep, halk içinde HÂKk celle celâlihu ile olmağa gayret ediyordu. Böylece onun başka bir yönü daha ortaya çıkıyordu. Somuncu BaBa’nın bu gizlenme tavrı onun “MELÂMΔlik anlayışına sahib olduğunu göstermektedir..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

EMİR SULTÂN ve ATEŞSİZ FIRIN.:

Somuncu BaBa da Melâmî Meşreb bir hayat tarzı sürmektedir. Fakat bu gizlenme hali uzun sürmeyecektir. Çünkü o dönemde Bursa’da olan ve Yıldırım Beyazıd Han’ın damadı olan Emir Sultân kaddesallahu sırrahu, Somuncu BaBa’nın hallerinden şüphe edecek ve onu denemek için fırınına gidecektir.
Somuncu BaBa kaddesallahu sırrahu, bir gün fırına ekmeklerini sürmüştü. Pişmelerini beklerken yanına Padişah Yıldırım Bayezid Han’ın damadı Emir Sultân kaddesallahu sırrahu geldi. Elinde bir çömlek vardı.: “SeLâmun aleyküm BaBa!.” dedi. O da.: “Ve aleyküm SeLâm!” diyerek mukabele etti. Emir Sultân, elindeki yemek çömleğini Somuncu BaBa’ya verip içindekinin pişirilmesini ricâ etti. Somuncu BaBa kabı alıp fırının ağzından içeri sürmek istediyse de çömleği fırına bilerek sokmadı. Bir daha denedi yine olmayınca Emir Sultân’a döndü ve.:
“Çömlekçilik sizin işiniz. Çömleği fırına senin sürmen daha uygundur.” dedi.
Emir Sultân şaşırmıştı. Onun geçmişte çömlekçi olduğunu nereden biliyordu bu zât?
Somuncu BaBa'’nın bir ALLAH DOStu olduğu yolundaki düşünceleri artan Emir Sultân.: “Peki” diyerek çömleği aldı ve fırının gözünden içeri rahatlıkla sürdü.
Fakat fırında hiç ateş yoktu. Somuncu BaBa fırının ağzını kapattıktan sonra: “Birazdan pişer, bekleyin!.” buyurdu.
Bir müddet bekledikten sonra kapak açıldı. Fırında hiç ateş olmadığı halde yemeğin piştiğini gören Emir Sultân, Somuncu BaBa’nın büyük Velîlerden olduğunu iyice anladı. Orada tasavvuf üzerine biraz sohbet ederek dost oldular. Bu dostluğa Hacı Bayram’ın da katılmasıyla artık üç yâren Yâr Meclislerinde sık sık bir araya gelip halden hale gireceklerdi. Taki Ulu Câmii tamamlanıp açılışı yapılıncaya dek…


ULU CÂMİ'NİN AÇILIŞI ve SIRRIN ORTAYA ÇIKMASI.:

Yıldırım Bâyezîd Hân, Niğbolu Zaferi’nden sonra söz verdiği üzere Bursa'da Ulu Câmiyi yaptırmaya başladı. Câminin inşâsında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu BaBa temin ediyordu. Câminin yapımı tamamlandıktan sonra, bir Cumâ günü açılış merâsimi yapılacağı ilân edildi. O gün Yıldırım Bâyezîd Hân, dâmâdı Emîr Sultân, Molla Fenârî, ulemâdan pek çok kimse ve Bursalılar Ulu Câmiyi doldurdular. Hünkâr mahfilinde oturan Yıldırım Han, Emir Sultân ’ı yanına çağırır ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:
“Açılış hutbesini sen oku!.”
Emir Sultân.: “Sultân BaBa! Bu devirde, bu iklimde ilim ve irfânda civârın en büyüğü aramızda dururken bize hutbe okumak düşmez!.” der.
Emir’in sözlerine şaşıran Sultân.:
- "Kimmiş o." deyince, Emir.:
- "Halkın Somuncu BaBa diye bildiği Şeyh Hamîd-i Velî kaddesallahu sırrahu’dir. O kendisini gizliyor ama biz onun halinden haberdarız. Hem zâhir hem batın ilimlerinde deryayı muhit bit zattır. Ulu bir bilgedir. Ulu Câminin açılışını yapmak da ancak ona münâsibtir, der. Bunun üzerine Sultân, görevi Somuncu BaBa’ya verir.
Emir Sultân, safların arasından geçerek yanına diz çöktüğü Somuncu BaBa’ya.: “Şeyhim! Bu cumâ Ulu Câmi’nin ilk cumâsı. Bu görev sizindir. Sultân bize havâle etti. Lâkin siz varken bu işin bize münâsib olmadığını söyledim. O da hutbeyi sizin okumanızı murad eyledi.” der.
Somuncu BaBa.: “Ah Emir’im sırrı faş ettin. Bizim gidiş berâtımızı verdin!.” diye karşılık verir.
Bunun üzerine Emir Sultân çok üzülür. Bunun üzerine Somuncu BaBa şöyle teselli eder.:
“Üzülme! Eğer gönlün benimle olur ise Yemen’de bile olsam hep yanımdasın. Eğer gönlün bende değil ise yanımda bile olsan hep uzaktasın!.”
Somuncu BaBa, Câminin açılışı olduğundan açan mânâsına gelen Fâtiha Sûresinin tefsirini yapacaktı.
Hutbeye çıkınca.: “Bâzı âlimlerin, Fâtiha-i Şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı, anlayamadığı kısımlar vardır. Onun için bu Sûrenin tefsîrini yapalım." buyurarak Fâtiha Sûresinin tefsirini yapar.:
“Elhamdülillahi Rabbi’l Âlemîn.” Âlemlerin Rabbi ALLAH’a hamd olsun…”
İlk üç tefsiri yaptıktan sonra cemaat artık sadece başka âlemlere dalmış gibi seyrediyordu. Somuncu BaBa da kendini bulmuş, Câmide toplanan cemaat ile bir yürek olup zikre durmuştu. Dili Fâtiha tefsirlerinden dördüncüsünü, beşincisini, altıncısını ve derken yedincisini yaparken kalbi zikir çekiyordu. Gör ki her bir tefsiri âlemlerin bir başka makamında yapıyordu. İçindeki ateş garib bir şekilde yükseliyor, bir nefes gibi dilinden kopup cemaatin üzerine buhur olup yayılıyordu. Nihâyet tefsir bittiğinde olan olmuş, sır ortaya çıkmıştı..

Somuncu BaBa, öyle bir hutbe irâd etmişti ki, o zamana kadar Bursalılar öyle bir hutbeyi hiç işitmemişlerdi. Nice hikmetli sözler söyledi. Herkes hayretinden şaşırıp kaldı. Bursalılar, bundan sonra Somuncu BaBa'nın büyüklüğünü anladılar.
Molla Fenârî.: "Somuncu BaBa, önce bizim Fâtiha Sûresinin tefsîrindeki müşkilimizi kerâmet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsîr, âdil bir şâhiddir. Fâtiha'nın ilk tefsîrini cemâatin hepsi anladı. İkinci tefsîrini bir kısmı anladı, üçüncü tefsîri anlayanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi." demekten kendini alamadı.
İlkini herkesin anladığı, ikincisini çoğunluğun anladığı, üçüncüsünü azınlığın anladığı, dördüncüsünü âriflerin anladığı diğerlerini cemaatten kimsenin anlayamayıp üçler, yediler, kırklar cem’inin ruhaniyetiyle meclise katılan Velîlerin anladığı ve aşk makamlarında peygamberlerin nezâretinde yaptığı tefsirlerin ardından, minberden ağır ağır indi. Mihraba geçip cemaate imam oldu, namaza durdu..
Namaz bitince Câmide bir fırtınadır koptu. Somuncu BaBa’yı arayan cemaat hangi kapıya bakmışsa tereddütsüz o kapıya yöneldi. Vardığı kapıdan geriye dönen hiç yoktu. Cemaatten herkes onu görmüş, elini öpmüştü..

Cumâ namazı sonrası halk, Somuncu BaBa’nın evine akın etmeye başladı. Somuncu BaBa ise bu durumdan hayli rahatsız olmuştu. Bursa’dan ayrılma zamanı da böylece geldi. Somuncu BaBa’nın şehirden ayrılacağını duyan Molla Fenarî doğruca yanına giderek: “Şeyhim! Yıllardır Fâtiha Sûresinin tefsiri üzerinde çalışıyorum. Fakat anlayamadığım yerler vardı. Bu hutbenizle esrarın perdelerini araladınız, bilmediğim yerlerin izâhını yaptınız. Bu lütufa karşılık medresede helâlinden kazandığım akçelerimi size hediye temek istiyorum. Kabul buyurursanız bahtiyâr olurum!.” dedi.
Fakat Somuncu BaBa bu teklifi kabul etmedi. Ona duâlar etti. Somuncu BaBa’nın gidişine üzülen Molla.:
“Hazretim! Lutfedin, gitmeyin. Bizleri mahrum etmeyin!.” diye ısrarcı oldu. Fakat kararını veren Somuncu BaBa.: “Sırrımız faş oldu burada hazretim. Artık burada kalmak bize yaraşmaz. Zira bizim meşrebimiz sır olmaktır.” diye karşılık verdi.
Bir sabah erkenden, Gavas Paşa Medresesi’nden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı. Somuncu BaBa'nın Bursa'yı terk etmekte olduğunu işiten Molla Fenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa'da kalması için çok yalvardı, ricâlarda bulundu. Fakat kabul ettiremedi. Sonunda, Bursalılara duâ etmesini istedi. Somuncu BaBa, bu çınarın yanında Bursa'ya yönünü dönerek, feyizli, bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti ve vedalaşarak ayrıldılar. Bursa'da bu çınarın bulunduğu bölgeye “Duâ Çınarı” denildi.


Resim

HİCÂZ ve SON DURAK =>AKSARAY.:

İki yokluk yolcusu Somuncu BaBa kaddesallahu sırrahu ve Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu, Bursa’dan ayrılarak önce Şam’a gittiler. Burada biraz kaldıktan sonra hac vazifesini yerine getirmek üzere Hicâz’a vardılar. Üç yıl hicâzda hac farizasını ifâ ettiler. Ardından Anadolu’ya döndüler. Bir ara Darende’de kaldılarsa da oradan ayrılarak vefât edip defnedileceği Aksaray’a gelip yerleştiler.
Aksaray’a gelen Somuncu BaBa küçük bir eve yerleşti. Ervah kabristanlığı'nda sakin bir yere mescid imar ettirdi. O mescidin yanına yumuşak kaya içine bir de çilehâne yaptı. Mescidde hem ibâdetini yapıyor hem de talebe yetiştirmekle hemhal oluyordu. Bazı zamanlar da ırmak boyuna gezintiye çıkıyordu..


NASİHATLERİ ve VEFÂTI.:

Dünya ile hemhal öylece vakit geçip giderken, artık zaman hızla tükeniyordu. Ömür yaprakları dalından bir bir düşüyor dünya semâsından parlak bir yıldızın da kayıp gideceği gün geliyordu. Somuncu BaBa; Şücaaddini Karamanî, Muzafferüddin Larendevî, Muslihiddin, Ârifi Billah Ömer, Ak Bedreddin, Pertevî Sultân, Kemaleddin ve önünde diz kıran diğer taliblerini toplamış onlara nasihat ediyordu..

Dostlarım ve talebelerime vasiyetimdir.:
Gizli, açık tüm hallerinde ALLAH’tan sakınsınlar!.
Az yiyip az konuşsunlar!.
Avam (halk) arasına az karışsınlar!.
Daimâ şehvetten uzak dursunlar!.
İnsanların ellerinde bulunanlardan ümidi kessinler!.
Bütün kötü özellikleri terk etsinler!.
Güzel özelliklerle kendilerini süslesinler!.
Şiir ve şarkı dinlemekten kaçınsınlar!.
Düşüncelerinde dayatmacı olmasınlar!.


İhtiyarlıktan çok, ötelerin arzusu çekiyordu çileli bedenini. Her gün biraz daha uzayan ömrü, biraz daha götürüyordu onu bu deni dünyadan. Sonbaharın seriniyle, zayıf vücudu hastalığa yenik düşmüştü. Şeyh Hamid kaddesallahu sırrahu bütün halsizliğine ve hastalığına rağmen, ziyâretine gelen herkes onu yatakta bulacağını zannederken, o gücü yettiğince gelenleri oturur vaziyette karşılıyordu. Gözlerine bakanlar onun gözlerinde ölümün soğukluğunu göreceğini sanadursun, o bu dünyadan sanki daha önce geçip gitmiş gibi dünyanın bütün gözlerini kör etmiş, âhiret penceresinden baharın çiçeklerini seyrediyordu.

Birkaç gün öncesinde haber gönderilen Hacı Bayram kaddesallahu sırrahu gelmişti. Şeyhini sekerat-ı mevt halinde görünce acıyla gözlerinden yaş döktü. Şeyhi mescidin kapısının üç beş adım önünde yere serdikleri bir keçenin üzerinde yatıyordu. Hacı Bayram’ı görünce yüzünde solgun bir tebessüm belirdi. Güçlükle açabildiği gözleriyle işâret etti. Hacı Bayram şeyhinin yanına eğildi. Derin bir nefesle başladığı kelimeleri tek nefeste tamamlayamayan Şeyh Hamid, hırıltılı bir sesle kesik kesik konuşmaya başladı.:
“Bayram’ım! Dâr-ı Bekâdan “Gel!” denildi. Ten gözü kapanıp sevgiliye kavuşunca cenâzemi sen yıka ve namazımı kıldır. Cenâzemi buraya defnedin. Şükür ki eyvahsız hayatımız, Hızır’ın (aleyhisselâm) işâret ettiği, cismimizin toprağının alındığı ervahta son buluyor. Erenlere nasihat et. Ölümümüze üzülüp yas tutmasınlar. Sen de bilirsin ki ölen bedendir, âşıklar ölmez!.”

Tarih 20 Eylül 1412 idi. Hacı Bayram kaddesallahu sırrahu, sessizce ağlarken Şeyh Hamid kaddesallahu sırrahu kelimeyi şehâdet getiriyordu. ALLAH ve Resûlünün adı dudaklarından dökülen son kelimelerdi...
Dervişlerin gözyaşları toprağı sulayadursun, aşkın sırrı sessizce yükseldi mir’âca. Bulutlar yol verdi sırra. Vuslât mevsiminde kavuştu semâya. Derken yağmur yağdı tane tane Ervahın ortasına. Her damlası gönülleri eritti. Ruhlara mânâ hakikatleri fısıldadı yağmur. Çok azı duydu çoğu duyamadı yağmurun şiirini. Baş vermedikçe sır vermeyenler paylaşmadı mahşerin sözlerini. Sadece dinledi nâsibi olanlar.


SOMUNCU BABA kaddesallahu sırrahu’nun KABRİ.:

Somuncu BaBa kaddesallahu sırrahu, yeni ve günümüz kaynaklarının ittifak ettikleri tarih olan 20 Eylül 1412 tarihinde Aksaray’da vefât etmiştir. Kabri de Aksaray’da bulunmaktadır..
Tabakat kitaplarının en erken tarihlisi olan Molla Câmi’nin “Nefehât” adlı eseri, Taşköprüzâde’nin “Eş- Şakâık’un Nu’mâniyye” adlı eseri, Mecdî Efendi’nin Tercümesi, Kâtip Çelebi’nin “Süllem’ül Vusûl illa Tabakât’il- Fuhul” adlı eserleri ve son dönem tabakat kitaplarından Hüseyin Vassâf’ın “Sefine-i Evliyâ” ile muasır araştırmacılar Somuncu BaBa’nın ömrünün sonuna kadar Aksaray’da kaldığını ve buraya defn olunduğunu söylemektedir. Bunların yanında Âli, “Künh’ül-Ahbâ”r adlı eserinde, Somuncu BaBa’nın Bursa’dan Aksaray’a gittiğini ifade etmektedir. Bursalı İsmail Hakkı da “Silsile-i Tarîk-i Celvetî” adlı eserinde Somuncu BaBa’nın Aksaray’da ihtifâ ettiğini yazmaktadır. Osmanlı arşiv belgeleri incelendiğinde de Hz. Pîr’in kabrinin Aksaray’da olduğu anlaşılmaktadır.

Darendeli ve Somuncu BaBa neslinden geldiği iddiâ olunan Hânefi Hoca tarafından yazılan “Darende Tarihi” adlı çalışma dışında hiçbir matbû’ veya mahtût yani “Terâcim-i Ahvâl” kitabı, Somuncu BaBa’nın Darende’de medfun olduğunu yazmamaktadır. Dolayısıyla istisnâsız bütün tabakat ve tarih kitabları Somuncu BaBa’nın Aksaray’da medfun olduğu konusunda hemfikirdir. Bu bilgilerden hareketle Somuncu BaBa’nın Darende’de medfun olduğunu iddiâ etmek herhangi bir iddiâdan öteye gitmemektedir. Ancak Somuncu BaBa’nın büyük oğlu Yusuf Hakikî Aksaray’da kalırken, küçük oğlu Halil Taybî, Abdurrahman-î Erzincanî Hazretlerinin kızı Dürriye Banu ile evliliği vesilesiyle Darende’ye gidip orada kalmıştır..


ESERLERİ ve ŞİİRLERİ.:

Somuncu BaBa bu dünyadan ayrıldığında ardında kalan yalnız bir küçük fırın ve adını taşıyan câmiler değildi. Onun yolundan gidenler onun mirası olan virdini bazı ilavelerle aynen tatbik ettiler. Sabah namazlarından sonra bu evrâd onlar tarafından okunulmaya devam etti. İşte bu zikirlerin toplandığı “Zikir Risâlesi” adlı bir eseri vardır. Bunun yanında Hüseyin Vassaf ve Bursalı M.Tâhir tasavvuf lisânıyla yazılmış "Şerh-i Hadis-i Erbain’’ isimli bir eseri bulunduğunu yazarlar. Süleymaniye Kütüphânesi’nin Şehid Ali Paşa bölümünde 540 numarayla kayıtlı kitabın içindeki “Hadis-i Erbain” isimli dördüncü müstakil eserin Hamid b. Musâ’ya ait olduğu katalogda yazılıdır. “Silahul Müridin” adlı eseri de yine zikirlerle ilgili küçük bir risâledir. Somuncu BaBa’nın “Kaşif’ul- Estâr An Vech’il- Esrâr” adlı dördüncü bir eserinden bahsedilse de bahsi geçen bu eser “Zikir Risâlesi” adlı eseridir.

Somuncu BaBa’nın her ne kadar birkaç risâlesi olsa da zâhirî ve bâtınî ilimlerdeki derin bilgisine rağmen çok az eser vermiştir. Bu durum Hazretin takib ettiği meşreb ile alâkalıdır. Nitekim Somuncu BaBa’nın talebesi ve halifesi olan Hacı Bayram-ı Velî kaddesallahu sırrahu da müderris olmasına rağmen bir eser yazmamıştır. Talebelerinden Yazıcıoğlu, “Muhammediye” adlı eserini tamamlayıp şeyhine takdim ettiğinde Hacı Bayram-ı Velî kaddesallahu sırrahu şöyle demiştir.: “Mehmedim! Bununla uğraşacağına bir gönle girip onun terbiyesiyle meşgul olsaydın daha iyi olmaz mıydı?.” Bu tavır onların en büyük eser olarak insanı yetiştirmek fikrinde olduklarını göstermektedir..


ResimKaYNaKÇa.:
Aksaray İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü..
Abdurrahman El-ASKARÎ, Mir’atül Işk.
Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, Mecmût’ül- Ahzâb.
Ahmet AKGÜNDÜZ, Somuncu BaBa ve Nesebi Âlisi, Osav, İstanbul
Âli, Künh’ül – Ahbâr.
Bursalı İSMAİL HAKKI, Silsile-i Tarîk-i Celvetî.
Dilaver SELVİ, Kaynaklarıyla Tasavvuf 2, Semerkant Yayınları.
Edhem CEBECİOĞLU, Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Erdoğan BOZ, Yusuf Hakiki BaBa Divânından Seçmeler, Aksaray Belediyesi Kültür Yayınları.
Feridüddin ATTAR, Evliyâ Tezkireleri, Çev. Süleyman ULUDAĞ, Kabalcı Yayınevi.
Hüseyin ALGÜL, Gönül Sultânlarımız, Timaş Yayınları.
MEVLÂNÂ, Divân-ı Kebîr Seçmeler, Haz. Şefik CAN.
Katip ÇELEBÎ, Süllem’ül Vusûl illa Tabakât’il- Fuhul.
Kur’ÂN-ı Kerim Meâli.
Mahmut ULU, Aşka Ağlayan Derviş: Yunus Emre, Karatay Akademi Yayınları.
Mahmut ULU, Aşka Ağlayan Velî kaddesallahu sırrahu: Hacı Bektaş Velî kaddesallahu sırrahu, Karatay Akademi Yayınları.
Mahmut ULU, Aşkın Sırrı: Somuncu BaBa, Karatay Akademi Yayınları.
Mecdî EFENDİ, Terâcim.
Mehmet Hakan ALŞAN, Anadolu Erenleri.
Molla CÂMİİ, Nefehât.
Mustafa ÖZCAN, Somuncu BaBa Zikir Risâles.
Mustafa ÖZDAMAR, Emir Sultân.
Münire DANİŞ, Dervişin Mülkleri.
Münire DANİŞ, Kalb Süvârileri.
Münire DANİŞ, Uykusuz Düşler.
Osmanzade Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliyâ, Hazırlayan. Ali YILMAZ, Mehmet AKKUŞ
Riyazü’s Salihin, Hazırlayan Abdullah PARLIYAN
Süleyman ULUDAĞ, Bayezid-i Bistam kaddesallahu sırrahu.
Şahin BAŞER, Ebu Hamid Şeyh Hamid-i Velî kaddesallahu sırrahu.
TAŞKÖPRÜZÂDE, Eş- Şakâık’un Nu’mâniyye.
Yusuf HAKİKî BaBa, Muhabbetnâme, Hazırlayan. Ali ÇAVUŞOĞLU..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ŞEYH HAMİDÎ VELÎ AKSARAYÎ (SOMUNCU BABA)

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
İNKÂR/NÂR/CEHENNEM<=>İKRÂR/NÛR/CENNET..

Resim
Resim SOMUNCU BABAm kaddesallahu sırrahu FIRINı

SOMUNCu BABAm FIRINı,
HÂL-i HIZIR ==>HAZIRINı,
=>ÂŞIKÂR EYyLer ÂŞIK’a,
SEYRÂNda NAHNU SIRINı!.


Resim


İkİ GÖZLE=>GÖRmeyen KÖR,
DENGE-DÜZEN->UÇAN KUŞta!.
==>SILÂ’ya SALL EDiŞin GÖR,
BİRLİK”te=>KANAt VURUŞta!.

NÂRuLLAH HUu!. CELÂLuLLAH,
NÛRuLLAH HUu!. CEMÂLuLLAH,
===>EHL-i BEYt-i RESÛLuLLAH,
KULLuk KEMÂLi==->ABDuLLAH!.



ZEVK 9863

=>EŞYÂ’nın HAiKAtin BiL!. =>ZITLar ZEVKin SINIRInı,
SONsuzda KENDİn ARARsın===>SIRR-ı SIRFın SIFIRInı,
==>ALdın mı===>HAYy NEFESİni,
DUYdun mu=>HUu!. HAKk!. SESİni,
NE ANLAtır KUL İHVÂNİ’m =>SOMUNCu BABAm FIRINı!.


30.01.2021 01:30
brsbrsm...tktktrstkkmdenarnurrr..


İNSÂN=>EŞYÂ DEVRÂNI’nda,
AKIL==->ESMÂ SEYRÂNI’nda,
NAKİL=>CÂNÂN CEVLÂNI’nda,
NAHNU=>NiYÂZ HAYRÂNI’nda!.

KaFa TASı=>AKıL=>HAYAt,
ÂDEM’de=>ÂLEM=>KÂİNAt,
KALB KAZANı>NAKiL>AHREt,
NAHNU CEM’i->SIRR-ı SANAt!.

AKLım=>BEDELden-KIYAStan,
ŞARtta=>SEBEBde=>SonUC’a!.
ERse!.. KURTULsa=>MAKAStan,
=>RÜCÛ’su=>NAHNU->URUC’a!.

=>KÜLLî ŞEYy EL HAKk ÂLEti,
TEK-BİR’dir EL HAYy CERYÂNı!.
===>KÂİNÂt===>Şu ÂN ÂYEti,
=>“OKU!.”nan->DİRİ KUR'ÂNı!.

NÂRuLLAH<->NÛRuLLAH NÛN’u,
KÛN EMRİ’n=>NÛN->fe yeKÛN’u,
==>HAYAL<->HAKiKAt==>HAYAtı,
===>OYNANAN===>AKIL OYUNu!.
İHVÂNİ’m==>KURtLa<->KOYUNu!.



Resim

OLmaz!.!.

BİZ OL=>UŞŞâk-ı SERBâZız,
AKıL-RÜŞd BİZe YÂR OLmaz!.
MEy-i AŞKk İLe->SERMestiz,
BİZe HeRgiz>HuMÂR OLmaz!.

Resim

DİRiyiz==>DÂiM Ölmeyiz,
->KARANuLarda KALmayız,
ÇÜRüyüp>TOPRak OLmayız,
BİZe>LEyL-ü-NeHÂR OLmaz!.

Resim

BİZim İLLerde>AY-ü-Gün,
SEBât ÜZre>DURuR DÂim,
==>TeLeVVün ERişip O’na,
Gâhi BEDR-ü-HiLÂL OLmaz!.

Resim

BİZim GÜLŞENdeki GÜLLer,
DURuRLar TÂZe SOLmazLar,
HAZÂN OLup DÖKÜLmezLer,
ZEMİSTÂN-ü-BAHAR OLmaz!.

Resim

=>ŞARÂB-ı AŞKı Çün İÇtik,
FERAGAt MÜLküne GÖÇtük,
>YANıp AŞKınLa TUTUŞtuk,
BİZe TAHRik-ü-TÂR OLmaz!.

Resim

ERELiden=->ŞEMS NÛRUna,
=>VüCÛDu ZERRede KATRe,
Ne KATRe Ayn-i BiHÂR OLdu,
Ona=>Ka’r-u-KENAR OLmaz!.

Resim

->BIRak EYy HAMİDâ VAR’ı,
GÖRsem Desen Sen OL YÂRı,
=>GÖRİCEk->OL TECELLÂyı,
ONdan Özge>KEMÂL OLmaz!.


SOMUNCu BABA
Kaddesallahu sırrahu..

UŞşâk.: (Âşık. c.) Âşıklar.
SERBâZ.: (c.: Serbâzân) f. Korkusuz, cesur, cesâretli. Yiğit.
RÜŞd.: Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metânet ve kemâl-i isâbetle dosdoğru gitmek. * Hayra isâbet etmek. * Büluğa ermek. * İstikâmette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek. * Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak.
Mey.: f. şarab, içki. (Bak: şarab)
SERMest.: f. Başı dönmüş, kendinden geçmiş.
HeRgiz.: f. Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir sûretle.
HuMÂR.: Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı. * Sersemlik. * Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.
KARANu.: Karanlık..
LEyL-ü-NeHÂR.: Gece Gündüz.
SEBât.: Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak. * Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, ALLAH'a ibâdet ve taatta sâbit ve berkarar olmak. * Bir meslekte, meşru’ bir kanaatte veyâ bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek..
TeLeVVün.: (Levn. den) (c.: Televvünât) Renkten renge girme. Renk değiştirme. * Döneklik, kararsızlık..
BEDR.: (Bedir) Dolunay. Ayın en parlak olduğu hâli.
HiLÂL.: Yeni ay şekli. Yeni ay..
TAHRik.: Kımıldatma. Kımıldatılma. Yerinden oynatma. Hareket ettirme. * Gr: Cezimli bir harfi harekeli okuma. * Yola çıkarma. * Azdırma, kışkırtma. * Uyandırma..
Gönlü Tar olmak.: Sıkılmak : Sıkma işi yapılmak. Sıkıntıya düşmek. Utanıp çekinmek. Can sıkıntısı duymak..
KATRe.: Damla. Su damlası. * Bir damla olan şey.
Ayn.: (c.: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz. * Pınar, kaynak. Çeşme. * Tıpkısı, tâ kendisi. * Zât. * Eşyânın hakikatı. * Kavmin şereflisi. * Diz. * Altın. * Nazar değme. * Casus. * Her şeyin en iyisi. * Muayene etmek..
BiHÂR.: (Bahr. c.) Denizler. Deryalar. * Mc: İlmi çok olan âlimler..
Ka’r-u-KENAR.: Merkez ve Muhit..
TECELLÂ.: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH 'ın (celle celâlihu) lütfuna uğrama. * İlâhi Kudretin meydana çıkması, görünmesi. HAKk NÛRU’nun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi..
KEMÂL.: Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet. * Değer, baha. * Fazlalık. * Sıdk ile yapılan güzel iş..
Resim
Cevapla

“►Somuncu Baba◄” sayfasına dön