YUNUS EMRE (ks)

Yunus Emre (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

YUNUS EMRE (ks)

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim

HAKK ÂŞIĞI YÛNUS EMRE (k.s.)

Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gör
Yaratandan ötürü


ötürü : ötre'li eilf : arapçada "u" sesi veren işaret üzerinde olan.
götürü : malın tümünü tartıp ölçmeden bir bedele vermek.
ötürü : ...dan dolayı, Yaradanının hatırı için.


Resim

Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil


Resim

Gönül Çalap'ın tahtı
Çalap tahtına bahtı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise


Çalap : Yaratan, Rabb Tealâ.
Bahtı : baktı, nazar etti.
Bedbahtı : kötü bahtlısı, kötü talihlisi.


Resim

"Gâyip işin kim bilir, meğer Kur'ân ilminden
Yûnus içti esridi ol gevher denizinden."


Gâyip : bilinmeyen, gizli, sırlı, mânevi.
Esridi : sarhoş oldu.
Gevher : f. Akıl ve edeb. Asıl ve neseb. Elmas, cevher, mücevher. İnci. Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat.


Resim

İşidün iy yârenler ışk bir güneşe benzer
Işkı olmayan gönül misâli taşa benzer

Taş gönüllerde ne biter dilinde agu düter
Niçe yumşak söylese sözi savaşa benzer

Işkı var gönül yanar yumşanur muma döner
Taş gönüller kararmış sarp-katı kışa benzer..


İşidün : işitin, duyun.
Yâren : dosd, yâr olanlar.
Işk : aşk.
Biter : yetişir, ürün veriri.
Agu : zehir.
düter : tüter
Yumşanur : yumuşar da.


Resim

"Yûnus senin sözlerin mânâdır bilenlere
Söyleniser sözlerin devr-i zaman içinde"


Söyleniser : söylenecektir.

Resim

"Evvel benim, âhir benim, canlara can olan benim
Azıp yolda kalmışlara Hızır medet olan benim.

Bir karara tuttum karar, sırrımı benim kim duyar
Gözsüz beni kanda görür, gönülde gizlenen benim.

Dahi acep âşıklara ikrar u din, iman oldum
Halkın gönlünde küfr ile, İslâm ile iman benim.

Yûnus değil bunu diyen, kendiliğidir söyleyen
Kâfir olur inanmayan, evvel-âhır-heman benim."


Kanda : ne zaman, nasıl.
Kendiliğidir : esas kendisidir, özdeki...
Heman : şu an, şimdi.




"Hak bir gönül virdi bana ha dimeden hayrân olur
Bir dem gelür şâdi olur bir dem gelür giryân olur"


Şâdi : f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.
Giryan : f. Gözyaşı döken. Ağlayan.


Resim

Işk yağmurı tamlası gönül göginden tamar
Sevgü yili götürür yağmurı ayaz ile


Tamlası : damlası.
Gönül göginden : gönül gögünden
Tamar : yağar.
Sevgü yili : sevgiliye.


Resim

İşbu vücûd bir kal'adur âkıl içinde sultânı
İşbu gönül hazînedür ışk tutmış bekler anı


Kal'adur : kaledir.
Işk tutmış : aşk tutmuş, aşkın yaptığı iş ise..


Resim

Anun nûrı karanuyu sürer gönül hücresinden
Pes karanulık nûrıla bir hücreye nite sığar


Anun : onun.
Karanuyu : karanlığı.
Gönül hücresi : can evi
Karanulık : karanlık.
nite : nice, nasıl.


Resim

"Ben gelmedüm da'vî içün benüm işüm sevi içün
Dostun evi gönüllerdür gönüller yapmağa geldüm"


Da'vî : da'vâ, kavga, niza.
Sevi : sevgi.


Resim

"Gönül mi yiğ Kâbe mi yiğ eyit bana aklı iren
Gönül yiğdür zirâ ki Hak gönülde tutar turağı"


Yiğ : değerli.
Eyit : söylesin.
Turağı : durağı.


Resim

Yunus Emre dir Hoca gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice bir gönüle girmekdür


Dir : der, söyler.
İyice : iyi olanı.


Resim

Bir dem gönüle kayakdum ol gizlü varaka bakdum
Uş sırrumu halka çakdum bir pâyânsız ummanımış


Kayakdum : kaydım, sızdım, girdim
Varaka :Tek yaprak hâlindeki kâğıt, kader kitabı.
Uş : şu, bu.
Çakdum : çıkardım, gösterdim.
Pâyânsız : f. Kenar, son nihayet, uç.


Resim

Ata belinden bir zaman, anasına düşdi gönül
Hak'dan bize destûr oldı, hazîneye düşdi gönül
...
Yüriridüm anda pinhân, Hak buyruğı virmez aman
Vatanumdan ayurdılar, bu dünyâya düşdi gönül


Destûr : f. İzin, müsaade.
Hazîne : Define. Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer.
Pinhân : f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.


Resim

N'ola gelsen şimden girü fesâdı terk itsen gönül
Gâh ağlasan günâhına gâh kanaat itseñ gönül


Fesâd : Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecavüz edip zulmetmek.

Resim

Yoldaş olalum ikimüz gel dosta gidelüm gönül
Hâldaş olalum ikimüz gel dosta gidelüm gönül


Resim

Gönül yüksekde gezer dem-be-dem yoldan azar
Taş yüzine ol sızar içinde ne varısa


dem-be-dem : f. Bazan. Vakit vakit. Arasıra.

Resim

Şeyh ü dânişmend ü fakı, gönül yapan bulır Hakk'ı
Sen bir gönül yıkdunısa, gerekse var yüz yıl okı


Dânişmend : f. Bilgili, ilimli.
Fakı : fakih, fetvâ verici.
okı : oku, tahsil et.


Resim

Sakıngıl yârun gönlin sırçadur sınsındıktan sonramayasın
Sırça sınduktan girü bütün olası degil


Sakıngıl : çok sakın
Yârun gönlin : yârin gönlünü
Sırça : cam, kıristal.
sınmayasın : kırmayasın.
sınduktan girü : parçalandıktan sonra.
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Değerli büyüğüm, Fatmana, Yunus deryasından bize inciler devşirmişsiniz, gönlüm de Emrem Yunus biçare bulunmaz derdine çare'den inciler ile sarılalım istedi, gönlüme doğanları da aynı yazıda sıralamak yerine ayrı ayrı cevaplar halinde sunmak istedi ki her biri ayrı solukta okuna ve ayrı ateşinde yanıla....

Benim bunda kararım yok, bunda gitmeye geldim
Bezirganım mataım çok, alana satmağa geldim.
Ben gelmedim da'vi için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim

*** ***

Dost esruğu deliliğim, aşıklar bilir neliğim
Devşuruben ikiliğim, birliğe bitmeye geldim
Yunus Emre aşık olmuş, ma'şuka derdinden olmuş
Gerçek erin kapısında ömrüm harcamaya geldim.....
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Emrem Yunus biçare bulunmaz derdine çare yine diyor ki acize;

Dilsizler haberin kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözü, can gerek anlayaşı
Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik
Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi

*** ***

Biz sevdik aşık olduk, sevildik maşuk olduk
Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası
Miskin Yunus ol veli, yerde gökte dopdolu
Her taş altında gizli, bin imran oğlu MUSİ
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Can Yunusumuz seslenir derdimden dem vurur...

Ey beni ayıplayan, gel beni aşktan kurtar
Elinden gelmez ise, söyleme fasid haber
Hiç kimsene kendinden, halden hale gelmedi
Cümlemizin halini, maşuk eder mukarrer

*** ***

Aşıkların her hali, Maşuk katında biter
Sözün var ona söyle, benim elimde ne var
Her kim aşk kadehinden,içti ise bir cura
Ona ne yad ne biliş, ona nesrik ne humar

*** ***

Dost yüzünden nikabı, her kim giderdi ise
Hicap kalmadı ona, ayruk ne hayr u ne şer
Şeriat edebinden korkaram söylemeye
Yokise eydeyidim daha ayrıksı haber
Dost kılıçından Yunus ölürse gam değil
Dost göğünden uyanan, Maşuk burcundan doğar
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Bu da acizi dile getirmede Yunusça...

Kime gönül verir isem, benim ile yar olmadı
Halim bilip derdim sorup bana vefadar olmadı
Haktan meğer takdir idi, Aşık oldu gönlüm sana
Hiç kimseler bencileyin, aşka giriftar olmadı

*** ***

İbrahime Nemrud odunu, aşktır gülistan eden
Aşktan nazar ericeğiz, gülzar oldu nar olmadı
Aşkta kahırlar çok olur, Aşıklara gayret gerek
Yunus aşık oldun ise, aşıklarda ar olmadı
Resim
Kullanıcı avatarı
yektes
Üye
Üye
Mesajlar: 34
Kayıt: 08 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen yektes »




YUNUS EMRE DİVANINDAN
XLVIII

Sensin benim canım canı sensiz karârım yokdurur
Uçmakta sen olmaz isen vallah nazarım yokdurur


Benim canım canı Sensin!
Sensiz kendi başıma kimlik-kişilik kararım yoktur!
Onun için eğer cennette Sen olmaz isen yemin olsun cennete bakmam bile!


Baksam seni görür gözüm söyler isem sensin sözüm
Seni gözetmekten gayrı yeğrek şikârım yokdurur


Her nereye baksam Seni görür gözüm!
Söyler isem Sensin sözüm!
Seni gözetmekten başka daha değerli takdim edebileceğim bir avım yokdur bu âlemde!

Yeğrek : İyi, daha iyi. Geçerli olan.
Şikâr : f. Av, avlanan hayvan. Avlama. * Düşmandan ele geçirilen mal. Ganimet.



Çün ben beni unutmuşum şöyle ki sana gitmişim
Ne kalde ne halde isem bir dem karârım yokdurur


Bak-gör!
Ben beni unutmuşum!
Şöyle ki Sana gitmişim!
Ne laf-sözde ne hâlde isem bir dan karârım yokdur hiç!


Eğer beni Circis'leyin yetmiş kez öldürür isen
Dönem geri sana varam zîrâ ki arım yokdurur


Eğer Sen beni Circis (as) gibi yetmiş kez öldürür isen,
Dönem geri sana varam!
Zîrâ ki arım-utanmam yokdur âşığın olarak!

Circis : (A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda yine Cercis Aleyhisselâm şehid edilmiştir.


Yunus dahı âşık sana göster didârını ona
Yârim dahı sensin benim ayrık nigârım yokdurur


Yunus da diğer Erenler gibi âşık Sana!
Sen göster didârın-gül yüzün ona!
Tek Yârim de Sensin benim!
Senden ayrık-başka güzel yüzlü sevgilim yokdur benim!

Nigâr : f. Güzel yüzlü sevgili. * Nakış. Resim. * Nakşeden. * Put, sânem. * Resmi yapılmış, resmedilmiş.

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1952
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/llllllllllllllllllllllllllllll.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

YÛNUS EMRE (k.s.) de HAKK (c.c.) :

"Muhammed Hakk'ı bildi, Hakk'ı kendinde gördü
Cümle yerde Hakk hazır, göz gerektir göresi"


Hazır : Huzurda olan, göz önünde olan. Amade ve müheyya olan. Gaib olmayan. * Müstaid olan.

Resim

"Sen hod bize bizden yakın görünmezsin hicâb nedir?
Çün aybı yok göklü yüzün, üzerinde nikâb nedir?"


Hod : f. Kendi.
Hicâb : Perde. Örtü. Hâil. * Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. * Men'etmek. * Allah ile kul arasındaki perde. * Setretmek. Gizlemek.
Çün : f. Gibi. * Zira, çünki, madem ki. * Nasıl, nice.
Nikâb : Yüz örtüsü, peçe, perde.


Resim

"İstemegil Hakk'ı ırak, gönüldedir Hakk'a durak
Sen senliği elden bırak, tenden içeri candadır."

"Yunus sen diler isen, dostu görem der isen
Aynadır görenlere ol gönüller içinde."

"Yûnus'tur eşkere nihan, Hakk doludur iki cihan
Gelsin beri dosta giden; hûr-u kusur Burak nedir?"


Yûnus'tur : Yûnus der ki... Yûnus için gerçek olan..
Eşkere : aşikârca, belli, meydanda, açıkca.
Nihan : f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. Sır.
Hûr : hûri, cennet hanımları.
Kusur : kasrlar, saraylaylar, köşkler.
Burak : Binek. Cennet'e mahsus bir binek vâsıtası.


Resim

"Yûnus bu göz onu görmez, görenler hod haber vermez
Bu menzile akıl ermez, bu koduğun serap nedir?"


serab : Şaşkın hâle gelme. Çorak yerlerde, çölde sıcak ve ışığın te'siriyle ileride, yakında yahut ufukta su veya yeşillik var gibi görünme hâdisesi.

Resim

"Baksam seni görür gözüm, söylerisem sensin sözüm,
Seni gözetmekten dahi, yiğrek şikârım yokdurur."


yiğrek : daha iyi olan.
şikar : f. Av, avlanan hayvan. Avlama.


Resim

"Her kancaru bakar isem O'ldur gözüme görünen
Ne havsala ola bende yahut ona lâyık basır."


Kancaru : nereye, neresiz ne tarafa.
O’ldur : O’dur. ALLAH Tealâdır.
Havsala : Zihnin bir şeyi kavrama derecesi. Anlayış. Akıl
Basir : bakış ve görüş


Resim

"Bu benim gönlüm alan, doludur cümle âlem
Kancaru bakar isem onsuz yer görimezem."


Görimezem : göremem, göremezem.

Resim

"Ne dünya, ne âhıret, ne Kaf u ne Kef
Bunlar katre, derya melekûtun var."


katre : Damla. Su damlası. * Bir damla olan şey.
Derya : f. Deniz, bahr.
Melekût : Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin tesirli oluş ve idâresinin gizemi. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye uygun ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.


Resim

"Bir halayık aydur bana, sakla onu can içinde
Bir zerresi yüzbin cihan, ayıt nice sırreyleyem?"


Halayık : Cariye, hizmetçi.
Aydur : anlayacak şekilde bildirir.
Ayıt : anlat, açıkla, söyle.
Sırreyleyem : sırlayam, saklayam, gizleyem.


Resim

"Sensin benim cânım cânı, sensiz kararım yokdurur
Uçmak'ta sen olmazısan vallah nazarım yokdurur."


Uçmak : cennet
Olmazısan : olmaz isen, yoksan.
Nazar : bakış.

Resim


"Sekiz Uçmağın hûrisi eğer bezenip geleler
Senin sevginden özgeyi gönlüm hiç kabul etmeye."


Özge : özelliği üstün olan

Resim

"Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hakk nerdedir?
Her nerdeysem orda hazır, nere bakarsam ordadır."

"Çün ki gördüm ben Hakk'ımı, Hakk ile olmuşum biliş
Her kancaru baktım ise hep görünendir cümle Hakk."

"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı kalmaz."

"Nereye bakarısam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri?"


Resim

"Lehv üzere kimdir yazan, azdıran kim, kimdir azan?
Bu işleri kimdir düzen, bu suale cevap nedir?"


Levh : kader levhası.
Sual : soru.


Resim

"Bu işleri sen bilirsin, sen verirsin, sen alırsın
Ne ki kıldım sen bilirsin, ya bu soru-hesap nedir?"


Kıldım : yaptım, uyguladım, ortaya çıkardım.

Resim

"Cümle âlemin üstüne hayrı şerri saçan sensin
Hışm u rahmet havaledir kendi aslına katmağa."


Hışm : f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık.
Rahmet : Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek. Yağmur.
Havele : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama


Resim

"Yüzbin eğer cevr ü cefa uğrarısa sûretime
Hiç eksilmez şadılığım, cümlesin yur seni sevmek."


Cevr ü cefâ : Eziyet. Sıkıntı. Zulüm.
Sûret : insanın bedeni ve dış âlemi.
Sîret : insanın iç âlemi.
Şad : f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.
Yur :yıkar, temizler.


Resim

"Yûnus, kim öldürür seni, veren alır gene canı
Bu canlara hükmedenin kim olduğun bildim ahi."


Ahi : kardeş.

Resim

"Allah benim dediğine vermiş verir aşk varlığın
Kimde ki var bir zerre aşk, Çalap varlığı ondadır."


Çalap : Mevlâ, ALLAH Tealâ.

Resim

"Evvel benim, âhır benim, canlara can olan benim
Azıp yolda kalmışlara Hızır medet olan benim.


Meded : İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah.

Resim

Bir karara tuttum karar, sırrımı benim kim duyar
Gözsüz beni kanda görür, gönülde gizlenen benim.


Kanda : nasıl olur da..

Dahi acep aşıklara ikrar u din, iman oldum
Halkın gönlünde küfr ile, İslâm ile iman benim.

Yûnus değil bunu diyen, kendiliğidir söyleyen
Kâfir olur inanmayan, evvel-âhır-heman benim."


Heman : f. Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda.

Resim

"Ben bu sûretten ileri adım Yûnus değil iken
Ben ol idim, ol ben idim, bu aşkı sunandayıdım."


Ben ol idim : Ben o kimse idim.
Sunan : buyur eden, veren.


Resim

"Dinim, imanım oldurur, onsuz olursam dünyada
Ne puta haça taparım ne din u iman tutarım"


Oldurur : O zâttır, okişidir.
Put : Allah'tan başka tapılan herşey. * Heykel. Sanem. Kendisinden medet beklenen veya lâyık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi mânevi resim, heykel ve her çeşit cisim.
Haç : (Ermeniceden) Put. Haç. İstavroz.


Resim

"Evvel kadim önden sona zevali yok sultan benim
Yedi iklime hükmedip diri tutan sultan benim.


Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
Zevâl : Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. * Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman.
Sultan : Saltanat sahibi. Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah. * Allah. (C.C.) * Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
Iklim : Bir yerin hava şartları. Memleket. Küre-i arzın kıt'a ve her bir memleketi.

Resim

Dur dedim göklere durdu, gökler dahi karar kıldı
Yüzbin türlü âdem geldi, getirip götüren benim."

"Kâbe vü put, imam benim, çarh uruben dönen benim
Bulut olup havay'aşan, rahmet olup yağan benim.


Çarh : Çark, tekerlek. * Felek, gök, sema. * Ok yayı. * Elbisede yaka. * Tef.* Devreden, dönen. * Çakır doğan. * Talih.
Çarh uruben : Dönmesi için vuran, harekete geçiren.
Havay'aşan : Yer yüzünden havaya aşan, çıkan.


Resim

Yere göğe bünyad uran, ırılmadan kâim duran
Irmaklara göl çağıran, adım Yûnus, ummân benim."


Bünyad : f. Temel, esas. Yapı, binâ.
Uran : kuran, koyan, tesis eden.
Irılmadan : uzaklaşıp gitmeden, ayrılmadan.
Kâim : Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren.
Umman : Büyük deniz. Okyanus. * Hindistan ile Arabistan arasındaki büyük deniz.


Resim

"Sensiz iki cihan benim zindan görünür gözüme
Senin aşkınla bilişen, gerek hasu'l-hastan olam."


Zindan : f. Karanlık, yeraltı hapishânesi. Sıkıntı ve karanlık yer.
Bilişen : tanışan birbirini bilen.
Gerek : o kişiye gereken o ki...
Hasu'l-hastan : En güzel, en has olan hastan, bağımlın, tutkunun, sevenin.


Resim

"Gâh inem esfellere, şeytan ile şerler düzem
Gâh çıkam arş üzre vü seyran olam, cevlan olam.


Gâh : (geh) Yer ve zaman bildiren "ek" dir. Bazen, bazı zaman bazı yerde..
Esfel : En sefil, çok sefil, en alçak, en aşağı, çok fenâ.
Şerr : Kötü iş, kötülük. Fenâlık. Kavga. Allaha isyan, emirlerine uymama, muhalif hareket etme.
Arş : En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. Bağ çardağı. Gölgelik. Kürsü, taht, yüce makam.
Seyran : (Aslı: Seyeran) Gezme, gezinme. Bakıp görme. * Hareket etme. Açılma, ferahlanma, teferrüc.
Cevlan : buharın havada serbest dolaşımı gibi her yöne gidebilme. Anında varış.


Resim

Gâh birlik içre birlik eyleyem ol bir ile
Geh dönem derya olam, katre olam, umman olam.


İçre : içinde.
Katre : Damla. Su damlası. * Bir damla olan şey.
Umman : Büyük deniz. Okyanus. * Hindistan ile Arabistan arasındaki büyük deniz.


Gâh bir mechulî merdû olam u Nemrûd olam
Geh varam Ca'fer olam, Tayyâr olam, perrân olam.


Mechulî : Bilinmeyen. Belli olmayan.
Merdû : f. Adam. Kişi. İnsan. Erkek. Sözünün eri.
Nemrûd : Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâbil'in müessisi ve hükümdarı olup, en evvel hükümranlık ve tecebbür eden bu olduğu mervidir.
Ca'fer : Hz. Câ'fer, Hicret'in sekizinci yılında vuku bulan Mute gazvesine katıldı ve orada şehit düştü. Câ'fer b. Ebi Talib sancağı aldı. Zırhını giyerek atına bindi. Düşmanın ortalarına kadar ilerledi. Kurtulamayacağını anlayınca, önce attan inerek, atını düşmanın yararlanamaması için saf dışı etti. O düşmanla çarpışırken, "Cennet de, ona yaklaşmak da ne güzeldir. Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur" diye mırıldanıyordu. Bu sırada düşman tarafından vurulup, bir eli kesildi. Sancağı diğer eline aldı. O da vurulup kesilince, sancağı koltuğunun altına kıstırdı. Aldığı yaralarla yere düştü ve şehit oldu." (İbn İshak, es-Sîre, IV, 20; İbn Sa'd, Tabakât, IV, 38; Buhârî, Sahîh, V, 87) .
Abdullah b. Ömer der ki: "Câ'fer b. Ebi Tâlib'i şehitler arasında aradık. Bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası bulduk." (İbn Sa'd Tabakât, IV, 38; Buhârî, Sahih, V, 87) Hz. Cafer'in iki kolunun da kesilmesi üzerine, şehadetinden sonra Rasûlullah ona Cennet'te iki kanat takıldığını haber vererek şöyle buyurmuştur: "Câfer'i, Cennet'te meleklerle birlikte uçarken gördüm." (Tirmizî, Menâkıb, 69) Bundan sonra, kuş gibi kanatlanıp Cennet'te uçtuğu hadisle sabit olan Câ'fer'e "çok uçan Câfer" anlamında "Câfer-i Tayyâr" lâkabı verilmiştir.
Tayyâr : Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havaya kalbolup gaib olan.
Perrân : f. Uçan, uçucu.


Resim

Nice bir âmî olam, nâmî olam, câmî olam
Nice bir kâni olam, na-kâm olam, nâdan olam.


Âmî : Avamca. İleri gelenden olmayan. Câhil. Havassa âit olmayan.
Nâmî : Namlı, şöhretli, ünlü. Büyüyen, artan, ürmee kuvveti olan. Nebat ve hayvandaki büyüyüp gelişme kuvveti.
Câmî : İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina. * Cem'edici, toplayıcı, içine alan. * Cem'etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan. * Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel ve âhir güzel isim ve ahlâkı kendisinde cem'ettiğinden dolayı ona verilen bir isimdir.
Kâni’ : (A, uzun okunur) Kanaat eden. Kendinde olan helâla razı olup, başkasının hiçbir şeyine göz dikmeyen. * Kanmış. İnanmış. Tatmin olmuş.
Na-kâm : f. İsteksiz. Arzusuz. Maksadsız. Muradsız. Dileksiz. Lezzetsiz.
Na : ....sız yapan olumsuzluk ön eki.
Nâ-dan : f. Cahil, bilmez, haddini bilmez.


Resim

Nice bir Cercis ü Bercis olam, Mirrih olam
Nice bir Calinus u Bukrat olam, Lokman olam.


Cercis : (A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda yine Cercis Aleyhisselâm şehid edilmiştir
Mirrih : Şâd, neşeli ve mesrur kimse. Debdebeli yaşamış bir kişi.
Calinus : (Kalinos) yun. İlk devirlerde yaşamış olan bir Yunan Filozofunun adı.
Bukrat (Sokrat) : Eski bir Yunan Feylesofu. (M.Ö. 470-400) Vahdaniyete ve ruhun bakiliğine inanmış ve bu fikrini yaymağa çalışmış. "Dünyada yalnız bir şey öğrenebildim, o da hiç bir şey bilmediğimdir." sözü meşhurdur. Devrinin inanışına zıd fikirlerinden dolayı mahkemece kendisine idam kararı verilmiş, baldıran otunun zehirini içirmek suretiyle idam edilmiş. Sonra Eflâtun, Sokrat'ın fikirlerini müdafaa etmiştir.
Lokman Hekîm : Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen büyük zatlardan olup öğütleri ve ahlâkî, tıbbî sözleri ile tanınmıştır. Peygamber Davud (A.S.) zamanında yaşadığı rivayet edilmektedir. Peygamber veya velî olduğu hususunda ihtilaf vardır.

Resim

Bir demi âsud olam, hüşyârı gâafil hord u hâm
Bir demi âşüft olam, mecnûn olam, hayrân olam.


Âsud : asûde. f. Rahat, huzur içinde. Dinç. Müsterih. Sâkin.
Hüşyârı : Uyanık, akıllı, zeki. Ayık. Uslu.
Gâafil : Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan.
Hord : Göçebe ve ilkel olarak yaşayan, yağmacılık eden insan topluluğu.
Hâm : f. Olmamış, pişmemiş, çiğ. * Nâfile, beyhude, boşuboşuna. * İşlenmemiş, üzerinde çalışılmamış. * Acemi kimse, tecrübesiz. Terbiye görmemiş kişi.
Âşüfte : f. Sevgiden kendinden geçen. Çıldırırcasına seven. * İffetsiz kadın.
Mecnûn : Deli. Çılgın. * İnsanlara çok hususta uymayan. * Birini çok fazla sevip aklını kaçıran. Âşık.
Hayrân : Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş.


Resim

Âdemilikten çıkam, uçam melekler mülküne
Levn olam, bîlevn olam, geh kevn olan, bi-kan olam.


Âdemilik : Âdemoğlululuk, insan olmaklık, insanlık.
Levn : Renk, boya. Sıfat, nev', çeşit, tür. Bir şeyi diğerinden ayıran alâmet. ( yaratık sıfatları renkleriyle boyanam)
Bî levn : renksiz. (Tüm renkleri soyunup, yaratılmışlıktan kurtulup kudsallaşam)
Kevn : Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudiyet.
Bî : ....sız yapan olumsuzluk ön eki.
Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.


Resim

Geh duram Dâvud olam taht-ı Süleyman'a çıkam
Gâh dönem, gümrah olam, hem-rah olam, hicrân olam.


Dâvud : Kur'an-ı Kerim'de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir. Hz. Süleyman'ın (A.S.) babasıdır. Hem Peygamber, hem Sultandı. İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur. Sesi çok güzeldi.
Süleyman : Beni İsrail Peygamberlerindendir. Davud (A.S.) ın oğludur. Babasının vasiyyeti üzerine Beyt-ül Makdisi yedi senede inşa ettirdi. Kudüste büyük bir hükümet sarayı yaptırdı. Şark ve garb melikleri kendisine itaate geldiler. Kırk sene hem peygamberlik, hem padişahlık yaptı.
Gümrah : f. Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış. * Bol, gür.
Hem-rah : (C.: Hem-râhân) f. Yol arkadaşı, yoldaş.
Hicrân : Uzaklaşma. Ayrılık. Ayrılıktan gelen keder, sızı, acı. Dostluğu ve ülfeti kesmek.

Resim

Dâr olam, girdâr olam, Mansur olam, berdâr olam
Ten olam, hem can olam, hem in olam, hem ân olam.


Dâr : Yer, mekân, konak.
Dâr : dâr ağacı, idam etmekte asmak için kullanılan ağaçtan düzenek.
Girdâr : f. Meşgale, meşguliyet. * Tarz, âdet, yürüyüş.
Hallac-ı Mansur : Asıl adı Hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. Manevi istiğrak hallerinde hissettiklerini, şeriata zâhiren zıd düşen ifadelerle söylediği için, Hicri 306 senesinde idam edilmiştir.
Berdâr : f. Asılmış, yukarı kaldırılmış.* Tutucu. İtaat edici ve ettirici. * Meyveli. Meyve verici olan.
Hem in : zemin içinde yaşanmakta olan geniş zaman.
Ân : Zamanın en küçük çekirdeği, en kısası. Zemin içinde yansımasını tesbit çok zor. İnsanoğlu için son yarım nefesi alıp veremediği veya verip alamadığı an ki o hâl içinde zaten aklın aklı başından kaçmış!!...
Hem ân : hemân, f. Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda.


Resim

Evveli hû, âhırı hû, ya hû, illâ hû olam
Evvel-âhır ol kala vü men aleyhâ fân olam"


Âhırı : âhiri, sonucu, âhireti.
Men aleyhâ fân : “küllü men aleyhâ fân : Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacaktır, fânidir.” (Rahmân 55/26)
Kal : (A, uzun okunur) Söz.


Resim

"Bî-nişansın, nişanın kimse bilmez
Eğerçi bî-nihayet âyetin var."


Bî-nişan : nişansız.
Nişan : f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. * Yara izi. * Hedef, vurulması istenen nokta. * Hâtıra için dikilen taş. * Taltif için verilen madalya. * Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. * Tuğra. * Ferman.
Eğerçi : (Eğerçend) f. ...ise de, her ne kadar, ...olsa da.
Bî-nihayet : nihayeti yok, sonsuz, satısız


Resim

"Bin yıl eğer vasfın diyem, bir zerresin tüketmeyem
Bir katrede yüzbin deniz, bir katresin ayıtmayam."


Vasf : Sıfat. Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl. Bir kimsenin veya şeyin durumunu anlatarak tarif etmek.
Katre : Damla. Su damlası. * Bir damla olan şey.
Ayıtmayam : ayırıp söylemeden geçmeyem.
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

Değerli kardeşimiz güllale ve yektes,
Yunus Emremizi dillendirelim İnşâallah BİZ BİRlikte..


Resim

YÛNUS EMRE (k.s.)'de DÜNYA

YÛNUS EMRE (k.s.) :

"Her bir çiçek bin naz ile, öğer Hakk'ı niyaz ile
Bu kuşlar hoş avaz ile, ol padişahı zikreder"


Niyaz : f. Yalvarma, yakarma. Dua. * Rağbet ve istek. * Hâcet, ihtiyaç.
Avaz : bağırış, çağırış


Resim

"Hak bir gevher yarattı kendinin kudretinden
Nazar kıldı gevhere, eridi heybetinden


Gevher : f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf.
Nazar kıldı : baktı, göz attı.


Yedi kat yer yarattı ol gevherin tozundan
Yedi kat gök yarattı ol gevherin buğundan



Buğu : buhar


Yedi deniz yarattı ol gevher damlasından
Dağları muhkem kıldı ol deniz köpüğünden."


Muhkem : Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.

Resim

"Dörd türlü nesneden hâsıl bilin benim işte delil
Od ile su, toprağ u yel bünyad kılan yezdan benim."


Nesne : şey, herhangi bir şey.
Hâsıl : Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen.
Od : t. Ateş, nar.
Bünyad : f. Temel, esas. Yapı, binâ.
Yezdan : f. Cenab-ı Hak.


Resim

"Benim adım dertli dolap, suyum akar yalap yalap
Böyle emreyledi Çalap, derdim vardır inlerim."


Dolap : (C.: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine. * Her çeşit döner çark, çıkrık. * İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz.
Yalap : dolanı dolanı çağlayarak.
Çalab : t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.


"Ben bu dağın ağacıyım, ne tatlıyım ne acıyım
Ben Mevlâ'ya duacıyım, derdim vardır inilerim."

Şol dülgerler beni yondu, her âzam yerine kondu
Bu iniltim Hakk'tan geldi, derdim vardır inilerim."


Dülger : marangoz.
Yondu : yonttu, fazlalıkları keserle kesti.
Âza : organ, eleman.


Resim

"Kudret haznesi açıldı âleme rahmet saçıldı
Hulle donları biçildi, söyle bülbülcüğüm söyle."


Hulle donları : Cennet elbisesi.

Resim

"Taştın yine deli gönül, sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım, yollanmı bağlar mısın?

Haramî gibi yoluma aykırı inen karlı dağ
Ben Yarimden ayrı düştüm, sen yolumu bağlar mısın?


Haramî : Katı-üt tarik, yol kesen. Haydut.
Aykırı : ters, istenmediği hâlde.
Bağlar mısın : keser misin, salmaz mısın?


"Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için yaşın yaşın ağlar mısın?"


Yaşın : sessiz ve gizlice.

Resim

"Kudret haznesi açıldı âleme rahmet saçıldı
Hulle donları biçildi, söyle bülbülcüğüm söyle."

Resim

"Geh eserim yeller gibi, geh tozarım yollar gibi
Geh akarım seller gibi, gel gör beni aşk neyledi?


Geh : f. Kelimenin sonuna eklenerek yer veya zaman ifade eder.

Akan sulayın çağlarım, dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anıben ağlarım, gel gör beni aşk neyledi."


Anıben : hatılar hatırlar da... anarak.
Resim

"Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâm seni
Seherdeki kuşlar ile çağırayım Mevlâm seni

Su dibinde mâhi ile, sahralarda âhi ile
Abdal olup yâ hû ile, çağırayım Mevlâm seni


Mevlâ : Sahib. Rabb. Mün'im-i Mutlak olan Cenab-ı Hak (celle celâlihu).
Mâhi : f. Balık. Semek.
Âhi : ahu, ceylan.
Abdal : Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah'a adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse. (Bedil veya Bedel. C.) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış olanlar. Evliyâ zümresinden bir cemaat. Mâsivâ alâkasından mücerret ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetinde fâni ve müstağrak olan zâtlar.
yâ hû : ey O, ey Rabbım! (celle celâlihu)


Gökyüzünde İsâ ile, Tur Dağı'nda Mûsâ ile
Elindeki âsâ ile, çağırayım Mevlâm seni."


Tur Dağı : sinâ Çölündeki kudsal dağ.
Âsâ : baston, çeğmel.


Resim

"Benim ayım ışığına bulutlar gölge kılmaya
Hiç gidilmez doluluğu, nuru yerden göğe ağar


Hiç gidilmez doluluğu : dolunaylığı kaybolmaz, hilâle dönmez.

"Sözüm ay-gün için değil, sevenlere bir söz yeter
Sevdiğim söylemez isem, sevmek derdi beni boğar."

"Ben ayımı yerde gördüm, ne isterim gökyüzünde
Benim yüzüm yerde gerek, bana rahmet yerden yağar."

"Bu dünyaya gönül veren sonucu pişmân olısar
Dünya benim dedikleri hep ona düşman olısar."

"Bu şarın hayalleri, türlü türlü halleri
Aldanmış gafilleri câz u ayyâra benzer.


Gafil : Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan.

Resim

Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber.
(Niyazi-i Mısrî)


Şar : f. şehir, belde.
Câz: Cadı : Avrupa'da putperestlik çağından beri gelen bir inanca göre, şeytanın gücünü kullanarak büyü yolu ile insanlara kötülük eden, felâketler getiren kadın. Bu bâtıl inanç yüzünden birçok yaşlı masum kadın, cadı diye Hristiyanların kurduğu Engizisyon mahkemeleri kararıyla yakılmıştır.
Ayyâr : Hırsız. Hileci, dolandırıcı, hilebaz, dessas. * Zeki, kurnaz.


Bu şarda hayallerin haddi vü şûmârı yok
Bu hayale aldanan, otlar davara benzer."


Had : Hudut. Çizgi. Sınır. Şeriatça verilen ceza.
Şûmâr : f. Hesap, sayı.
Davar : koyun-keçi ortak adı.


Resim

"Bu dünya bir gelindir, yeşil kızıl donanmış
Kişi yeni geline bakıbanı doyamaz."


Donanmış : giyinmiş, bezenmiş,süslenmiş.
Bakıbanı : bakıp bakıp da...


Resim

"Çalabım bu dünyayı kahır için yaratmış
Gerçeğin gelenlerin kahrını yutmak gerek."


Kahır : Zorlama. Cebir. * Ezme. Mahvetme. * Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme. * Cenâb-ı Hakkın şiddetli ve azab verici vasıflarının tecellisi. (Kahr, lütfun zıddıdır.)


"Eğer gerçek konuk isen, aç gözün uyanık isen
Sen bu söze tanık isen, geri kalır mülk ile mal.

Gözün görürken ye yedir, yoktur diye etme özür
Bu dünyada hâsıl nedir, ye iç pazar eyle, ver al!"


Hâsıl : Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen.

Resim

"Bunda korkmaz isen Yûnus anda korkuturlar seni
Eğer dirliğin Hakk ise, Sırat'ı geçesin sehel."


Dirlik : dünya yaşayışında ve geçiminde düzen.
Sırat : Etrafı hudutlu ve işlek cadde. Geniş yol.
Sırat-ı Mustakîm : En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah'ın râzı olduğu en doğru yol. Peygamberlerin, evliya ve sâlihlerin, sıddıkinlerin gittikleri meslek.
Sehel : kolay, rahat.


Resim

"Yûnus miskin mestanesin, sen seni gör, ko bunları
Dünyada riyâlı dirlik, kişiye iyi ad değil."


Mestane : Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır surette.
Ko : bırak, terk et.
Riyâ : Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket. İhlasın zıttı.


Resim

"Dünya çerb ü şirin-dürür, âdem gerektir yiyesi
Kem nesneye tama' edip, kösüp kömürüp yutmagıl.


Çerb : f. Besili, semiz, yağlı. * Muvafık, münasib, uygun. * Temayüz, imtiyaz. Diğerlerinden fazla ve üstün olma.
Şirin : f. Tatlı. Sevimli. Cana yakın.
Gerektir : gerekli ki...ola ki...
Kem : kötü. Gr: Ne kadar? Kaç? (Mikdar için soru ifâdesinde kullanılır.) (Farsçada: Çend)
Tama' : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme.
Kösüp kömürüp : Bir köşeye gizlenip sömürürcesine .
Yutmagıl : yutmamaya. Sakın yutma!..


Nefse uyup beş parmağın birden iletme ağzına
Kes birisin ver birine, gerek ola unutmagıl.

Yûnus kim öldürür seni, veren alır gene cânı
Yarın göresin sen onu, er nazarından gitmegil."

Resim

"Kem-durur yoksulluktan nicelerin varlığı
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.

Batmış dünya malına, bakmaz ölüm haline
Ermiş Kârun malına, zehî iş düşvarlığı.


Kârun : (A, uzun okunur) Peygamber Musâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden dolayı bu fena sıfatı ile meşhur olmuştur.
Zehî : Zihi : "Şu, bu" mânasına gelen müennes işaret zamiri.
Düşvar : f. Müşkil. Güç. Zor.


Gel imdi miskin Yûnus, nen var yola harceyle
Gördün elinden gider bu dünyanın varlığı."


Miskin : Uyuşuk, tenbel, hareketsiz. Zavallı. Tasavvufta dünyaya ilgisi olmayan derviş.
Harc : Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde. * Vergi.


Resim

"Yaban yolu gözetme, yol evde taşra gitme
Can yolu can evinde, can râzını can duyar."


Yaban : f. Çöl, sahra.
Taşra : Hariç ve dış taraf. * İstanbul harici olan memleket. * Merkez-i hükümet hâricinde olan yerler.
Râz : f. Gizli sır, saklı şey.

Resim

"Dünyaya inanırsın, rızka benimdir dersin
Niçin yalan söylersin, çün sen' dediğin olmaz."


Çün : f. Gibi. * Zira, çünki, madem ki. * Nasıl, nice.

Resim

"Ağudur, bal değil dünya muradı
Nice bir ağuya parmak banasın."


Ağu : agu, zehir, sem.
Murad : İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
Banasın : daldırasın.


Resim

"Sorun Tapduklu Yûnus'a, bu dünyadan ne anladı?
Bu dünyanın kararı yok, sen neyimiş ben neyimiş."


[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim


YÛNUS EMRE (k.s.) de ÖLÜM :

"Kogıl ölüm endişesin, âşıklar ölmez bakidir.
Ölüm âşıkın nesidir, çünki nûr-ı ilâhidir."


Kogıl : bırak terk et artık.
Bâki : Ebedî, dâimî. Sonu gelmez. Ölmez. * Sonsuz. * Cenab-ı Hak. * Artan. Geri kalan.


Resim

"Bir nicenin belin büker, bir nicenin mülkün yıkar
Bir nicenin yaşın döker, var gücünü üzer ölüm."


Resim

"Ey yârenler, ey kardeşler, korkarım ben ölem deyü
Öldüğümü kayırmazam, itdüğümü bulam deyü."


Kayırmazam : diğer düşüncelerden ayırıp özel olarak ilglenmem.
İtdüğümü : yaşarken yaptıklarımı.
Deyü : diye, onun için.


Resim

"Ey yarenler, ey kardeşler, ecel ere ölem bir gün
İşlerime pişman olup kend'özüme dönem bir gün.


Ecel : Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek. * İleride olacağı şüphesiz olan. * Allah'ın takdir ettiği ömür.
kend'özüme : kendi nefsime, onun hâline .


Yanlarıma kona elim, söz söylemez ola dilim
Karşıma gele amelim, nettim ise görem bir gün."

Resim

"Anma mısın şol günü sen, gözün nesne görmez ola
Düşe sûretin toprağa, dilin haber vermez ola."


Anma mısın : aklına getirip düşünmez misin?
Sûret : beden, görüntü.


Resim

"Yûnus miskin, bu öğüdü sen sana versen yeğ idi
Bu şimdiki mahlukata öğüt assı kılmaz ola."


Yeğ idi : daha doğru idi.
Assı : Her nesnenin aslı, her şeyin esası.
Öğüt assı kılmaz : nasihat, işin aslını anlatamaz.


Resim

"Emaneti senden ala, gövdeni kuru baş sala
Veballer boynunda kala, nefsin ura gülbengini."


Emanet : Eminlik. İstikamet üzere bulunmak. * Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey.
Vebal : Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.
Ura : diye, söyleye, vura.
Gülbeng : (Gülbang) f. Bir cemaat tarafından birlikte söylenen duâ, ilâhi, tekbir.


Resim

"Yûnus, imdi tevbeye gel, can sendeyken eyle amel
Aşk ile gel kuşanı gör bu dervişlik pelhengini."

İmdi : şimdi, bundab sonra, artık.
Tevbe : (Tövbe) Yaptığı fenalığa pişman olmak. Allah'dan afv dilemek. Bir daha işlememeye azmetmek. Estağfirullah deyip, pişmanlık duymak
Kuşanı gör : kuşan, giyin artık.
Palhengini : f. Postal. Çarık.

Resim

"Gider imiş bunda gelen, dünya işi cümle yalan
Ağlar ömrün yavı kılan, ah nideyim ömrüm seni?


Yavı : yavan, verimsiz

Miskin Yûnus bilmez misin, yoksa nazar kılmaz mısın
Ölenleri anmaz mısın, ah nideyiın ömrüm seni?"

Resim

"Hergiz ölümün sanmaz, ölesi günün anmaz
Bu dünyadan usanmaz, gaflet önün almıştır.


Hergiz : f. Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle.

Oğlanlar öğüt almaz, yiğitler tevbe kılmaz
Kocalar tâat kılmaz, sarp rüzigâr olmuştur.


Tâat : İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Sarp : geçit vermez, aşılamaz, anlaşılmaz.
Rüzigâr : rüzgâr. f. Zaman, devir, hengâm, vakit. * Dünya, âlem. * Yel.


Beyler azdı yolundan, bilmez yoksul hâlinden
Çıktı rahmet gölünden, nefs gölüne dalmıştır.

Yûnus sözü âlimden, zinhâr olma zâlimden
Korkadurun ölümden, cümle doğan ölmüştür."


Âlim : Bilen, bilgili. * Çok şey bilen. * Çok okumuş, bilgiç. * İlim ile uğraşan. Hoca.
Zinhâr : asla, katiyen.
Zâlim : Zulmeden, haksızlık eden.
Korkadurun : durmadan korkun, korkmaya devam edin.


Resim

Bini doğar bini gider, buyruk böyle geldi meğer
Kim ola dünyaya doyar, peymanesi doldu gider."


Buyruk : emir.
Peymane : f. Büyük kadeh. * Ölçek, kile. * Şarap bardağı. Tasavvufta âhiret bardağı, azık kabı.


Resim

"Geçip gitmek dilersen, düşmeyeyim der isen
Şol kazandığın malın Tangrı için vermek gerek.


Tangrı : Tanrı. Allah Tealâ.

Kazandığını veriben, yoksulları hoş görüben
Hakk hazretlerine varıban, oddan o kurtulmak gerek.


Hazret : (Huzur. dan) Ön. Kurb. Pişgâh. * Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan; "Hazret-i Kur'an, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Üstad, Paşa Hazretleri" gibi.
Od : t. Ateş, nar.


Kur'ân aydur ki "Vettakû", gine aydur ki "tezra'û"
Kâhil olup oturmagıl, tez tevbeye gelmek gerek."


Aydur ki : buyurur ki..
Vettakû : ittika edin, korkun, sakının.
Gine : yine.
Tezra'û : üretin, âhiret kazancı toplayın.
Kâhil : Saçına ak düşmüş adam. Yaşlı, ihtiyar. Tembel.
Oturmagıl : oturup kalma.
Tez : çabukça.


Resim

"Çürümüş toprak içre ten, sin içinde yatar pinhan
Boşanmış damar, akmış kan, batmış kefenleri gördüm.


İçre : içinde.
Sin : kabir, mezar.
Pinhan : f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.
Batmış : kirlenmiş, berbat olmuş.


Yaylalar yaylamaz olmuş, kışlalar kışlamaz olmuş
Bar tutmuş söylemez olmuş, ağızda dilleri gördüm.


Bar tutmuş :por, pas tutmuş.

Kimisi zevk u işrette, kimi sâz u beşârette
Kimi belâ vü mihnette, dün olmuş günleri gördüm.


İşret : İçki. Alkollü meşrubat. * İçki içme. Alkollü içki kullanma.
Sâz : sazlı sözlü eğlence.
Beşâret : (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan. * Yeni çıkan acib şey.
Belâ : (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan.
Mihnet : Zahmet. Eziyet. Dert. Belâ. * Mc: Tecrübe, sınamak.


Soğulmuş şol kara gözler, belürsüz olmuş ay yüzler
Kara toprağın altında gül deren elleri gördüm."


Resim

"Sana ibret gerek ise, gel göresin bu sinleri
Ger taş'ısan eriyesin, bakıp göricek bunları.


Ger : eğer ki..
Taş'ısan : taş isen.
Göricek : görünce.


Şunlar ki çoktur malları, gör nice oldu halleri
Sonucu bir gönlek geymiş, onun da yoktur yenleri.


Gönlek geymiş : gömlek giymiş.
Yen : iç gömlek kolu.


Hani mülke benim diyen, köşk ü saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yaturlar, taşlar olmuş sütunları.

Bunlar eve girmeyeler, zühd ü tâat kılmayalar
Bu begliği bulmayalar, zîrâ geçti devranları.


Zühd : Dünyaya rağbet etmemek. Nefsâni zevk ve arzudan kendini çekerek ibâdete vermek.
Tâat : İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Begliği : beyliği.
Devran : Devir, felek, zaman, deveran, dünya.


Hani ol şirin sözlüler, hani ol güneş yüzlüler
Şöyle gayip olmuş bunlar, hiç belirmez nişanları.


Şirin : f. Tatlı. Sevimli. Cana yakın.
Gayip : gayb. Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
Nişan : f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. * Yara izi. * Hedef, vurulması istenen nokta. * Hâtıra için dikilen taş. * Taltif için verilen madalya. * Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. * Tuğra. * Ferman.


Bunlar bir vakt begler idi, kapucular korlar idi
Gel şimdi gör bilmeyesin, beg kangıdır, ya kulları.


Vakt : vakit, zaman.
Kangı : hangi.


Ne kapu vardır giresi, ne yemek vardır yiyesi
Ne ışık vardır göresi, dün olmuştur gündüzleri.

Birgün senin dahi Yûnus, benven dediklerin kala
Seni dahi böyle ede, nitekim etti bunları."


Benven : benim.

Resim

"Doğru varırdı yolları, kalem tutardı elleri
Bülbüle benzer dilleri, danışman yiğitler yatur.


Danışman : danişmend, (C.: Dânişmendân) f. Bilgili, ilimli.
Yatur :yatmaktadır.


Yûnus bilmez kendi halin, Çalap'tır söyletir dilin
Bir nicesi yeni gelin, ak değirmi yüzler yatur."


Çalab : t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.
Değirmi : Yuvarlak


Resim

"Yûnus, gerçek âşık isen, mülke sûret bezemegil
Mülke sûret bezeyenler, kara topruk olmuş yatur."


Sûret bezemegil : mal mülkle bedeni süslemek, donatmak, tezyin etmek

Resim

"Sensin kerîm, sensin rahîm, Allah sana sundum elim
Senden artık yoktur emüm, Allah sana sundum elim.


Kerîm : Her şeyin iyisi, faydalısı. Kerem ile muttasıf olan, ihsan ve inayet sâhibi. Şerefli ve izzetli. Muhterem, cömert, müsamahakâr. (Kur'an-ı Kerim tâbirindeki kerim; muazzez, mükerrem mânâsınadır. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime 27 defa geçer ve ancak iki defa Cenab-ı Hak hakkında kullanılmıştır.)
Rahîm : (Rahmet. den) Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmedici. Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. (Kur'an-ı Kerim'de bu isim 220 defa zikredilir.)
Sunmak :Bir büyüğe veya nezaket gereğince bir kimseye bir şeyi vermek, yollamak, göndermek, takdim etmek
Artık : başka, ilaveten.
Emün : emin, Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz. * Kendisinden korkulmayan. * Kendine inanılan. İtimat edilen. * İnanan, güvenen. * Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.


Ecel geldi, va'de erdi, bu ömrün kadehi doldu
Kimdir ki içmeden kaldı, Allah sana sundum elim.


Va'de : va’dedilen hayat süresi, ecel.

Gözlerim göğe süzüldü, canım göğüsten üzüldü
Dilim tetiği bozuldu, Allah sana sundum elim.

Uş biçildi kefen donum, Hazret'e yöneltdim yönüm
Acep nice oldu halim, Allah sana sundum elim.

Urdular suyum ılıdı, kavim kardaş cümle geldi
Esen kalsın kavim kardaş, Allah sana sundum elim.


Urdular : ocağa koydular.
Ilıdı : ısındı.
Esen : Hiçbir hastalığı, vücutça hiçbir eksiği olmayan, sağlıklı, sıhhatli, salim.



Geldi salacam sarılır, dört yana salâ verilir
El namazıma derilir, Allah sana sundum elim."


Salaca : salacak, Üstünde ölü yıkanılan kerevet, teneşir.
Salâ : Namaza davet için çağırmak. Ölen için minarede okunan salavat, dua. (Kelimenin aslı "Essalât" veya "Salât" dır.)
El : başkası, yabancı.


"Görün acep oldu zaman, gönülden eylenüz figân
Ölür çün anadan doğan, Allah sana sundum elim.


Eylenüz : eyleyiniz.
Aceb : Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.
Figân : f. Ağlayıp sızlama, bağırıp çağırma.
Çün : f. Gibi. * Zira, çünki, madem ki. * Nasıl, nice.


Yûnus tap uzat bu sözü, Allah'ına tutgıl yüzü
Didardan ayırma bizi, Allah sana sundum elim."


Yûnus tap : Yûnus taptuk’un hece yetmezliğnden kısaltılmışı.
Tutgıl : karşı tut, çevir.
Didar : f. Mülâkat, görüş. * Görünme. * Yüz. Çehre. * Görüş kuvveti, göz. * Açık, meydanda.


Resim

"Ecel erer kuru baş, tez tükenir uzun yaş
Düpdüz olur dağ u taş, gök'dürülür yer gider.


Kuru : kurur.

Miskin Yûnus ölicek, sini nurla dolıcak
İman yoldaş olıcak, âhirete şîr gider."


Ölicek : ölecek
Sini : mezarı, kabri.
Dolıcak : dolacak.
Olıcak : olacak.
Şîr : f. Aslan.


Resim

"Sensin benim canım canı, sensiz kararım yokturur
Uçmak'ta sen olmazısan, vallah nazarım yokturur.


Uçmak : cennet.
Nazar : bakış


Baksam seni görür gözüm, söylerisem sensin sözüm
Seni gözetmekten dahi, yiğrek şikârım yokturur.


Yiğrek :daha değerli, üstün.
Şikâr : f. Av, avlanan hayvan. Avlama. * Düşmandan ele geçirilen mal. Ganimet


Çün ben beni unutmuşum, şöyle ki sana gitmişim
Ne kâlde ne haldeyisem, bir dem kararım yokturur.


Kâl : (A, uzun okunur) Söz.
Dem : an, zaman, vakit.


Eğer beni Cercis'leyin yetmiş kez öldürür isen
Dönem geri sana varam, zirâ ki ârım yokturur.


Cercis : (A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda yine Cercis Aleyhisselâm şehid edilmiştir.
Âr : Utanma, mahcubiyet. Utanılacak şey. Ayıp. Şiyb. Şerm. Haya.


Yûnus dahi âşık sana, göster didârını ona
Yârim dahi sensin benim, ayrık nigârım yokturur."


Âşık : Çok fazla seven. Mübtelâ. Birisine tutkun. * Saz şairi. * (Cümledeki yerine göre) : Ahbab, hazret, ma'hut, seninki gibi mânâlara gelir. (Müennesi: Aşıka)
Didâr : f. Mülâkat, görüş. * Görünme. * Yüz. Çehre. * Görüş kuvveti, göz. * Açık, meydanda.
Yâr : f. Dost, ahbab, tanıdık. * Yardımcı. * Âşık. Mâşuk, sevgili.
Ayrık : ayrıca, başkaca.
Nigâr : f. Güzel yüzlü sevgili. * Nakış. Resim. * Nakşeden. * Put, sânem. * Resmi yapılmış, resmedilmiş.
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim


YÛNUS EMRE (k.s.)'de YARATILIŞ :

"Hiç kimise kendinden halden hale gelmedi
Cümlemizin halini ma'şuk eder mukarrer"


Ma'şuk : Aşk ile sevilen, sevgili. Sevilen, âşık olunan,
Mukarrer : Kararlaşmış. Takrir edilmiş. Karar verilmiş. Kat'i. Şek ve şüpheden beri olan. Muhakkak ve müsellem olan. Anlatılmış. Bildirilmiş.


Resim

"Çalap, Âdem cismini topraktan var eyledi
Şeytan geldi Âdem'e tapmağa âr eyledi.


Çalab : t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab
Âr : Utanma, mahcubiyet. Utanılacak şey. Ayıp. Şiyb. Şerm. Haya.


Eydür, ben oddan-nûrdan, ol bir avuç topraktan
Bilmedi kim, Âdem'in için gevher eyledi.


Eydür : der ki..
Od : t. Ateş, nar.
Nûr : Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık.
Gevher : f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf


Zâhir gördü, Âdem'in batınına bakmadı
Bilmedi kim, Âdem'i halka server eyledi.


Bâtın : İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli. (Zıddı: Zâhir'dir)
Server : f. Reis. Baş. Seyyid.
Âdem : İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak Âdem'i, sonra eşi Havva'yı yaratmıştır. Bugünkü insanlar onlardan türeyip çoğalmıştır


Kırk yıl kalıbı yattı, adı âlemi tuttu
Gör şeytanı, buğzundan ne fitneler eyledi.


Âlem : Bütün cihan. Kâinat. * Dünya. * Her şey.
Buğz : Sevmeme. Birisi hakkında gizli ve kalbi düşmanlık hissetme. Kin, husûmet.
Fitne : İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey.


Âdem, İblis kim ola, işi işleten Çalap
Ay ü güni yaratıp leyl ü nehâr eyledi.


İblis : İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (El-Hannâs) (Hunus. dan) Geri çekilerek veya büzülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi şeytan. Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan şeytan.
Leyl ü nehâr : gece gündüz.


Çalap eydür şol kula, inâyet benden ola
Ne şeytan azdurısar, ne kimse kâr eyledi."


İnâyet : Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
Azdurısar : azdırabilir.
Kâr : f. İş. Güç. Amel. Fiil. Temettü'. * Kazanç.


Resim

"Padişahın hikmeti gör neyledi
Od u su, toprag u yele söyledi.


Od u su : ateş ve su.
Toprag u yele : toprak ve rüzgâr.


Bismillah diyüp getirdi toprağı
Ol arada hâzır oldu ol dağı.

Toprağıla suyu bünyad eyledi
Ona Âdem demeği ad eyledi."


Bünyad : f. Temel, esas. Yapı, binâ.

Resim

"Yer gök yaradılmadan Hakk bir gevher eyledi
Nazar kıldı gevhere sığmadı, devreyledi."


Gevher : f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf.
Devreyledi : devir eyledi. Bir şeyin çevresinde dolaşmak. Dönme. Tas: Dünyaya gelme (Nüzul), geldiği yere dönme hali (Uruc).


"Gayip işin kim bilir, meğer Kur'ân ilminden
Yunus içti esridi ol gevher denizinden."


Gayip : Gaib.Göz önünde bulunmayan, hazırda olmayan. Kaybolmuş olan. Görünmeyen âlem. * Gr: Üçüncü şahıs, hazırda olmayan kimse.
Gayb : Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
Esridi : sarhoş oldu.


Resim

"Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zîr
Konşıyudık cümlemiz, nûr dağın yaylar iken."


Zeber : f. Üst.
Zîr : f. Alt, aşağı.
Konşıyudık : komşular idik.
Nûr dağın yaylar iken : nûr dağında yaylar iken.


Resim

"Ezelî biliş idik, birliğe bitmiş idik
Mevcudat düştü ırak, vücut can yatağıdır."


Ezelî : İbtidası ve başlangıcı olmayan, her zaman var olan.
Biliş : tanış, tanıyan.
Birliğe bitmiş : Tevhide yetişmiş


Resim

"Elest'de bileyidik, göz açtık "Belâ" dedik
Eyiden Yunus idik, cümle birden eyledi."


Elest : Rabbiniz değil miyim? (meâlinde olan âyet-i kerimenin kısaltılmış işaretidir.)
Bezm-i Elest : Cenab-ı Hak ruhları yarattığında "Ben Rabbiniz değil miyim?” meâlinde: diye sorduğunda, ruhlar, "Evet Rabbimizsin" diye cevap vermeleri ânına "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" tabir edilir.
Kalu : “Bel┠: dedilerki : “bilâkis, evet (Rabbimizsin)”.


Resim

"Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül
Hakk'dan bize destûr oldu, hazineye düştü gönül.


Destûr : f. İzin, müsaade. Şerlilerden kurtulmak için söylenen söz. * Allah'ın inayeti.
Hazine : Define. * Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer.


Anda beni can eyledi, et ü sünük kan eyledi
Dört on günü diyeceğiz, değirtmeye düştü gönül


Et ü sünük : et ve sümük.
Dört on günü diyeceğiz : 40 gün olduğunda.


Yürürdim anda pinhan, Hakk buyruğu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar, bu dünyaya düştü gönül."


Pinhan : pinhan
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim

YÛNUS EMRE (k.s.)'de İNSAN VE NEFSİ :

"Miskin âdemoğlanı nefse zebun olmuştur
Hayvan canavar gibi otlamağa kalmıştır."


Zebun : f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan.
Canavar : f. Can alıcı, kahredici. * Vahşi, yırtıcı hayvan. Kurt.


Resim

"Miskin Yûnus'un nefsi dört tabiat içinde
Aşk ile can sırrına pinhan varasım gelir."


Tabiat : (Tabia) Yaratılış, huy, karakter. * Âlem ve içindekiler. Şeriat-ı fıtriyye. Hadiselerin ve varlıkların bağlı olduğu kanunlar.
Can : f. Yaşayış. Diride olan kudret, kuvvet. Hayat cevheri.
Sır : bilinmeyen yüz, yön, öz şey.
Pinhan : f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir


Resim

"Düşman benim nefsimdurur, tama'ıla hırsımdurur,
Tama'ıla hırsa uyan gönüllerde yer eylemez."


Tama' : tamah, Aç gözlülük, hırs, Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme.
Hırs : Aç gözlülük. Tamahkârlık. * Kızgınlık. * Şiddetli istek, arzu. * Azgınlık.


Resim

"Hakikata bakarısan, nefsin sana düşman yeter
Var imdi ol nefsin ile vuruş, savaş, tokuş yürü. "


Tokuş : çarpış, toslaş.

Resim

"Nefsdür eri yolda koyan, yolda kalır nefse uyan
Ne işin var kimesneyle, nefsine kakı, boş yürü."


Kimesne : kimse, başkası.
Kakımak : Bir kimsenin yaptığı işin beğenilmediğini kendisine sert sözlerle söylemek; öfkelenmek, kızmak, darılmak, paylamak:


"Bostan ıssı kakıdı, der ne yersin üzümü." -Yunus Emre.

Resim

"Soru hesap olmıyasar dünya-âhiret kovana
Münkir ü Nekir ne sorar, terk olıcak cümle murat."


Dünya-âhiret kovana : dünyayı-âhireti başından kovana, ALLAH cc için yaşayana.
Münkir ü Nekir : Mezardaki iki sual meleği.
Olıcak : olunca, edilince.
Murat : İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.


Resim

"Çalab'ın dünyasında yüzbin türlü sevgi var
Kabul et kend'özüne, gör hangisi lâyıktır."

Resim

"Yûnus sana hakikat, budurur buyurduğu
Gözünle gördüğüne dönüp bakma yazıktır."

Resim

"Miskin Yûnus, aç gözünü, uyar gafletten özünü
Tâ bilesin kend'özünü, tanla seher vaktinde dur."


Tan : Güneş doğmadan önceki alaca karanlık.

Resim


"Bir nice kişilerin gaflet gözün bağlamış
Hakk yoluna der isen, bir yufkaya kıyamaz."

Resim

"Ol dördün birisi can, biri din, biri imân
Biri nefsimdir düşman, yolda savaşıp geldim."

Resim

"Irmak gibi ben çağlarım, geh gülerim geh ağlarım
Nefsin ciğerin doğrarım, kibr ü kini yıkan benim.

Kırdım bu nefsin çerisin, bir ettim burc u barusun
Pâk eyledim içerisin, mülketini yuyan benim."


Çeri : asker
Burc : Kale duvarlarından daha yüksek, yuvarlak, dört köşe veya çok köşeli kale çıkıntısı:
Baru : mazgal.
Mülket : Mülk. * Memleket. Ülke.


Resim

"Vuram, yıkam nefs evini, oda yana hırs ü hevâ
El getirem şimden geri, nefs ile savaş eyleyem.


Hevâ : heves, Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ile olmayıp nefis ile olan istek.

Bugün gülen kişi burda, yarın ağlayısar orda
Revan döküp gözyaşını, yastığımı yaş eyleyem."


Revan : f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.

Resim

"Hayra döndü benim işim, endişeden âzad başım
Nefsimin başını kestim, kanatlanıp uçar oldum."


Âzad : f. Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan. * Dünya alâkasından kesilmiş. * Serbest fikirli.

Resim

"Doğruluk mancınığı istiğfar taşı ile
Doğru vardı atıldı, yıkıldı nefs kal'ası.


Mancınık : Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.
İstiğfar : (Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak
Kal'a : kale


İmân aldanguçları, bilin, çoktur bu yolda
Nefsine uyanların gitmez yüzün karası.


Aldanguç : imanları imtihanda olup aldanma rizki olanlar.

Yüzbin riya çerisi, bilin, vardır bu yolda
Nefs öldürmüş er gerek, ol çeriyi kırası."


Riya : Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket.

Resim

"Nasihat kandilinden bir işaret göründü
Tenim içinde canım ondan yana süründü.

Nefsimin ejderhası döndü bana hamletti
Kanaat hay demezse, yer ü göğü yer imdi.


Ejderha : (Ejder) f. Büyük canavar. Büyük yılan.
Hamletmek : Hücum etmek. Atılış, saldırış. Savlet.


Kanaati yar edin, uyma nefs dileğine
Eresin hakikata, yerin buldun dur imdi.


Kanaat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak
Yar : yâr, f. Dost, ahbab, tanıdık. * Yardımcı. * Âşık. Mâşuk, sevgili.


Kanaat dediğini eğer sen tutmaz isen
Nefsine uyar isen, sergerden ol, yor imdi."


Sergerden : Sergerdan f. Başı dönmüş, şaşkın. Hayran.
Yormak : Hâlini, düşünü yor, düşün.


Resim

"Sen canından geçmedin, cânân arzu kılarsın
Belden zünnar kesmedin, imân arzu kılarsın.


Zünnar : İp. * Hristiyan rahiplerinin veya puta tapanların, papazların bellerine bağladıkları örme kuşak.

Men arefe nefsehu dersin, evet, değilsin
Melâikden yukarı seyran arzu kılarsın."


Resûlulullah sallalahu aleyhi ve selem : “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: kim ki nefsini bildi ise Rabbimi de bildi.” buyurmuştur.
Melâik : Büyük melekler.
Seyran : (Aslı: Seyeran) Gezme, gezinme. Bakıp görme. * Hareket etme. * Açılma, ferahlanma, teferrüc.


Resim

"Tekebbür nefsdür, sultanı bilmez
Çerisine iyi dirlik derilmez."


Tekebbür : Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek.
Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim.
Dermek : Derlemek, toplamak, devşirmek



"Özünden gayri kimseyi beğenmez
Yüce yerde durur, aşağı inmez."

Resim

"Sakıngıl olmagıl kibirle yoldaş
Kibir kandayısa onunla savaş."

Sakıngıl olmagıl : sakın ha sakın olma.
Kanda : nerdeyse, ne zamansa.

Resim

"Tekebbür kişinin faidesi yok
Komasa kibri pişman olısar çok.

Tekebbür kişiler ere eremez
Özünün düşmanıdurur göremez.

Kibir geldi seni bulatdı gitti
Ecel atı seğirdir iri yetti."


Bulatdı : kendi renğine buladı, karanlığa soktu.
Seğirtmek : Çabuk adımlarla veya sıçrayarak yakın bir yere doğru yürümek
İri : büyük, çabuk.


Resim

"Kibir aldı eri görünmez oldu
Daha yüksek yere binemez oldu."

Resim

"Eğriliğin koyasın, doğru yola gelesin
Kibr ü kini çıkargıl, erden nasib olasın."


Nasib : pay, yardım.

Resim

"Ki sevdiğinden öte menzilin yok
Asıl mânâ bodur, söz keleci çok."


Menzil : İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.
Keleci : söz, laf, lakırdı.


Resim

"N'oturursun taş kapıda, gör içeri neler gezer
Tama' arttırır dâima, saf bağlamış fitne düzer."

Resim

"Var, dediğim yerlerde dur, hıkd u hasedi oda vur
İhlas gelir cümleyi yur, Yunus yolu yavlak olur."


Hıkd : Kin, buğz, adâvet. * İntikam almak için fırsat beklemek.
Hased : Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak
Oda vur : ateşe at yak.
İhlas :ihlâs, Temiz sevgi ve yürekten bağlılık .Saf ibadet
Yur : yıkar, temizler.
Yavlak : açık emin kolay.


Resim

"Gözüme yüzbin er zerre görünmez
Hezar arslan bana berre görünmez


Zerre : (C: Zerrat) Pek ufak parça. * Atom. * Çok küçük karınca. * Güneş ışığında görünen ufacık tozlar. * Küçük boylu adam.
Hezar : Çekinme. Zarar verebilecek şeyden kaçınma. Korunma.
Berre : toprak.


Boşu derler bana key bahaduram
Düzenlik bozmağa her (dem) kaduram."


Baha : bahâ, f. Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ.
Boşu : öfke, öfkeli.
Kaduram : hazırım.


Resim

"Boşu kimdeyise imânı gider
İmân gerek ise var onu gider.

Sakıngıl boşudan ki gizlidir ol
Nerde sezmezsem yol anda urur."

Resim

"Sabır gerek sana her hal içinde
Sabırsuzlar kalırlar kaal içinde.


Kaal : (A, uzun okunur) Söz. Boş laf.

Bırak cümle işi, kıl sabr u tedbir
Erenler gönlünde olur sabırla yer.


Sabr : Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
Tedbir : Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol. * Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet. * Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık.


Nebidir ger veli yol sabra uğrar
Eğer sen de varırsan sabırla var."

Resim

"Saadet istersen sabrı gözin göç
Ki vallahu mu'inu's-sâbirîn gör."


Vallahu mu'inu's-sâbirîn : Yeminle ALLAH sabredenlerin yardımcısıdır.

Resim

"Hasud eli onun'çün ermez işe
Kime kim kuyu kaza kendi düşe."


Hasud : Çok hased eden.

Resim

"Eğerci işlenir bühtan u gıybet
Serencam oldular bunlar melâmet.


Bühtan : İftira. Birisine yalandan bir şey isnad etme. Birisini suçlu gösterme. * Dalgınlık. * Medhûş ve mütehayyir olma.
Gıybet : Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Serencam : f. Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. * Bir işin sonu. * Vak'a.
Melâmet : Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık.

Resim

Ki gıybet can ile kadîmi değil
Ki gıybet kandasa âdemî değil.

Kadîm : evvelden beri devamlı.
Âdemî : İsanla ilgili özellik.

Çü gıybet mertebesi küfre girür
Nasibi ne ise ol anı alır.

Kişinin hayzıdır ağzında gıybet
Ki gıybet söyleyen bulmaya rahmet.


Hayz : (C.: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir.

Eğer varısa aklın, gıybeti ko
Ki gıybet kovanın haznesi dolu.

Çü buğı u gıybet ile gide tâat
Gerek bu ikiden itmek ferâgat."


Buğı : bagi, İsteyen. * Zâlimlik. * İsyan etmişlik. Asilik. Yoldan sapmışlık.

Resim

"Farızâ her kişiye kendi sözü
Bakar kendi yoluna kendi gözü."

"Kamuya doğru dersin doğruyusan
Bulunmaz doğruluk sen eğriyisen.


Kamu : toplum, halk, (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.

Neye kim bakarısan ol yüzündür
Kime ne sanır isen kend'özündür."

Resim

"Bu ömrüm yok yere harc etmişim ben
Canımı gör, ne oda atmışım ben.


Harc : Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.

Kimesne kimesneye etmemiş ola
Anı kim kendime ben etmişim ben.

Amelim ne ki varsa hep riyadır
Acebdir ihlası unutmuşum ben.

Biçâre Yûnus'un çoktur günâhı
Anın dergâhına yüz tutmuşum ben."


Bîçâre : f. Çaresiz. Zavallı. Şaşkın.
Dergâh : (Der-geh) f. Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen yer. * Büyük bir huzura girilecek kapı. Kapı. Padişahların kapısı. * Şeyhlerin tekkesi.


Resim

"Ey yarenler, ey kardeşler, korkarım ben ölem deyü
Öldüğümü kayırmazan, itdüğümü bulam deyü."

Ey bîçâre miskin Yûnus, günâhın çok neylersin
Sığındım ol Allah'ıma, dedi hem afv idem deyü."

Resim

"Kullar senin, sen kulların, günahları çok bunların
Ucmağına koy bunları, binsinler Burak Çalabum.

Ne ilmim var ne tâatım, ne gücüm var ne tâkatım
Meğer senden inâyetim, kıla yüzüm ak Çalabum."


İnâyet : Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.

Resim

"Dışım derviş içim boş, dilim tatlı sözüm hoş
İllâ ettiğin işi, dinin değşüren etmez.


Derviş :f. Gayet mütevazi ve kanaatkâr olan. * Kimsesiz, fakir. * Mâneviyâtla gönlü zengin olan fakir. * Mürid veya şeyh.
Değşüren : değiştiren.


Yûnus eksikliğini Allah'ına arz eyle
Onun keremi çoktur, sen ettiğin ol etmez."


Kerem : Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim

YÛNUS EMRE (k.s.) de AKIL VE İLİM :

"Akıl adl ıssı bir ulu kişidir
Meded etmek sana anın işidir."


Adl ıssı : Adalet sahibi.
Meded : İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah
Anın : onun.


Resim

Eğer devlet gerekse alka danış
Mürebbisiz ileri varmaya iş."


Devlet : Tasavvufta dünya, din ve âhiret hayatını enuygun anlama ve yaşama sistemi.
Mürebbi : Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog. * Besleyen.
Alka : halk içinde ehli olana.



"Evvel dahi bu akl ü cân, senin ile asl-ı mekân
Ahır yine sensin mekân, uş varıram senden yana."


Asl : Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı. Kök, köken, kaynak. Gerçeklik, esas, hakikat:
Soy, nesep.Gerçek. Bir şeyin temelini oluşturan, ana. Aranılan nitelikleri en çok kendinde toplamış olan. (a'sıl) Başlıca, başta gelen, gerçek olarak:
Mekân : kâinât, (Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal.
Uş : işte, şu anda yapmakta olduğum gibi.


Resim

"Gönlüm cânım, aklım bilüm senin ile karar eder
Cân kanadı açık gerek uçuban dosta gitmeğe."

Resim

"Aklım başıma gelmedi aşk şarabın tatmayınca
Kendiliğimi bilmedim gerçek ere yetmeyince.

Kendi bilişi ile kişi hiç erişe mi menzile?
Allah'a eremez kalır, er eteğin tutmayınca."

Resim

"Can neye ulaşır ise, akıl da âna harcolur
Gönül neyi sever ise, dil ânı şerh etse gerek."


Âna harcolur : ona sarfedilir.
Şerh etmek : Açma, genişletme. * Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme


Resim

"İlm ile, hikmet ile kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz.


Hikmet : İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim.
Acaib : (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.


Alem ilmin okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el vuramaz.


Aciz : acz, Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak. * Zarardan korunmak gücünün olmaması.

Yûnus cânını terket, bildiklerini terket
Fena olmayan sûret, şâhına vâsıl olmaz."


Fena : fenâ, Beka'nın zıddı) Yokluk. Yok olma. * Geçici dünya. * Geçip gitme. * Tas: Kendi varlığından geçmek. * Kötü. * Devamlı olmayan.
Sûret : Benlik kimliğinde olan nefis.
Şâh : Sultan, ALLAH Tealâ.
Vâsıl : ulaşmış, varmış.


Resim

"Yûnus sen ârif isen, anladım bildim deme
Tut miskinlik eteğin, âhır sana gerektir."


Ârif : (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen. * Sabırlı ve mütehammil. * Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan. * Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.

Resim

"Alın evliyanın elin, doğru varın Hakk'ın yolun
Ma'ni budur belli bilin, bildim diyen bilmeyiser.


Evliya : (Veli. C.) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar. (Bak: Veli)
Ma'ni : Mânâ.


Yûnus, imdi bildim deme, miskinliği elden koma
Kimde miskinlik varısa, Hakk didarın ol göriser."


Didar : f. Mülâkat, görüş. * Görünme. * Yüz. Çehre. * Görüş kuvveti, göz. * Açık, meydanda.
Miskinlik : dünyaya karşı ilgisizlik.

[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim

YÛNUS EMRE (k.s.) de GÖNÜL-SEVGİ-MUHABBET-AŞK

"Gönül Çalab'ın tahtı, Çalap gönüle baktı
İki gönül bedhahtı, kim gönül yıkar ise."


Bedhaht : f. Bahtsız, talihsiz, bahtı kara.
Çalab : t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.


Resim

"Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül
Hakk'dan bize destur oldu, hazineye düştü gönül.


Destur : f. İzin, müsaade. Şerlilerden kurtulmak için söylenen söz. * Allah'ın inayeti
Hazine : Define. * Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer.


Andan beni can eyledi, et ü sünük, kan eyledi
Dört on günü diyiceğiz, değirtmeye düştü gönül.


Sünük : sümük

Yürüridim anda pinhan, Hakk buyurdu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar, bu dünyaya düştü gönül."


Pinhan : f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir

Resim

"Hakk bir gönül verdi bana, hâ demeden hayran olur
Bir dem gelir şâdi olur, bir dem gelir giryân olur.


Hayran : Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş.
Şâdi : f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.
Giryân : f. Gözyaşı döken. Ağlayan.


Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker, derdilere derman olur.


Şerh : Açma, genişletme. * Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme. * Bir şeyi dilim dilim kesme. * Bollaştırma. * Bir müşkil ve mübhem makaleyi açıklama, keşif ve izhar etme. * Açıklanmış yazı, risale
Dür : (Dürdâne, dürre) f. İnci. İnci tanesi.
Derman : f. İlâç, tiryak. * Çare-i necat, kurtuluş sebebi. * Tâkat, güç, kuvvet.


Bir dem çıkar arş üzere, bir dem iner tahte's-serâ
Bir dem sanasın katredir, bir dem taşar umman olur."


Arş : En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. Tahte's-serâ : yerin altına dibine.
Katre : Damla. Su damlası. * Bir damla olan şey
Umman : Büyük deniz. Okyanus. * Hindistan ile Arabistan arasındaki büyük deniz.


Resim

"Bir dem döner Cebrâil'e, rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrâh olur, miskin Yûnus hayrân olur."


Cebrâil : (Cebril, Cibril) Cenab-ı Hakk'ın emirlerini Peygamberlere (A.S.) bildiren büyük melek. Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Kur'ân-ı Azimüşşân'ı vahiyle getiren melek (A.S.). Rahmet : Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek. * Mc: Yağmur.
Mahfil : (C.: Mahâfil) Toplanılacak yer. Toplantı ve görüşme yeri. * Büyük câmilerde eskiden pâdişahlara veya müezzinlere ayrılmış olan etrâfı parmaklıklarla çevrilmiş yüksekçe yer.
Gümrâh : f. Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış. * Bol, gür.


Resim

"Bir dona kan bulaşıcak, yunmayınca mismil olmaz
Gönül pisi yunmayınca namaz revâ olmayısar.


Mismil : mısmıl, helâl, dinen kullanılabilinir olan.
Revâ : Yakışır, yerinde, uygun:
Olmayısar : olamaz.


Gönül pisin yudun ise, kibr ü kini kodun ise
İkrâr bütün olmayınca erden nazar olmayısar."


Resim

"Er ile yoldaş olan key olası gönülden
Alem yoldaş olurdu, olurmısa dil ile.


Key : ne zaman, ne vakit
Olurmısa : olurmuş ise.


Dilden nesneye gelmez, suyıla gönül yunmaz
Gerçeğin gelenleri yederler bir kıl ile."


Yedmek : hlk. Çekerek peşinden götürmek, yedeğinde götürmek
mec. Yanında, beraberinde götürmek


Resim

"Hakk'a giden yolu gönlü içinde
Göremez ol anı yaddır ilinde.


Unat gör Hakk yolu gönülde sırdır
Bu cümle hâslar gönülde birdir.


Hâs : hâss, (C.: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu

Şular kim ol gönülden taşra kala
Nasibin aldırır ayruk ne ala.


Taşra : dışarıda ,yabancı.
Ayruk : ayrılıp gitmiş, ayrılmış.


Gönül an bilir gönül haberin
Kamu' gönüllerin içinde varın."


Resim

"El kalb ü min-el-kalb-i rezvenûn sorun nedir?
Her gönülden gönüle rast doğru yol değil mi?"


El kalb ü min-el-kalb-i rezvenûn : kalbden kalbe rıza yolu.
Rast : esk. Doğru, rast gelen , ulaşan. Denkleşen.


Resim

"Daşdın yine deli gönül, sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım, yollarımı bağlar mısın?


Daşdın : taştın.

Nidem elim ermez yâre, bulunmaz derdime çâre
Oldum ilimden âvâre, beni bunda bağlar mısın?


Âvâre : f. Başıboş, serseri, boş gezen. İşsiz güçsüz.

Harâmi gibi yoluma aykırı inen karlı dağ
Ben yârimden ayrı düştüm, sen yolumu bağlar mısın?


Harâmi : Katı-üt tarik, yol kesen. Haydut.

Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için yaşın yaşın ağlar mısın?"


Yaşın : sessiz, ince ve yevaş.

Resim

"Bir nazarda kalmayalım, gel dosta gidelim gönül
Hasret ile ölmeyelim, gel Dosta gidelim gönül."


Dost : (C.: Dostân) f. Sevilen insan, muhib, yâr. * Erkek veya kadın sevgili, mâşuk, mahbub, mâşuka, mahbube. * Hakiki dost ve âşıkların ve âriflerin âşık oldukları Allah.

Resim

"Bu dünyaya kalmayalım, fânidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım, gel Dosta gidelim gönül."


Resim

"Ölüm haberi gelmeden, ecel yakamız almadan
Azrâil hamle kılmadan gel Dosta gidelim gönül.


Azrâil : Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir.

Gerçek erene varalım, Hakk'ın haberin soralım
Yûnus Emre'yi alalum, gel Dosta gidelim gönül."


Resim

"Gönlüm cânım, aklım, bilim senin ile karâr eder
Can kanadı açık gerek uçuban Dosta gitmeğe."


Resim

"Tutulmadı Yûnus cânı, geçti Tamu'dan Uçmağı
Yola düşüp Dosta gider, ol aslına uyakmağa."


Tamu : cehennem.
Uçmak : cennet.


Resim

"Nidem ben bu gönül ile, benim ile bir dem durmaz
Ma'şuk yüzün gördü meğer, öğütleyip öğüt almaz.


Dem : an, zaman

Tanrı için, ey ulular, gönlüm bana buluverin
Vardı, dost ile buluştu, buna geri boyun vermez.

Bunun gibi gönül ile nice dirlik edebilem
Bıraktı yabana beni, bir dem gelip halim sormaz.

Gönül bana yoldaş iken zühd ü taat kılarıdım
Yıkıldı bu tertiplerim, gönülsüzüm, elim ermez.


Zühd : Dünyaya rağbet etmemek. Nefsâni zevk ve arzudan kendini çekerek ibâdete vermek.
Taat : İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.


...

Eydür isem eyâ gönül hani fariza ya sünnet
Eydür yok teşvişi ko ya bu seviye amel sığmaz.


Fariza : Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi...
Sünnet : Kanun, yol, âdet. * Siret-i hasene. * Ist: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı Nebevî de denir
Teşviş : Karıştırma. Karma karışık etme. Bulandırma.


...

Gönlüm dahi, canım dahi, el-bir etti şol ikisi
Yüzbin Yûnus'tan feragat, Dost yüzünden gözün ermez."


Feragat : Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak

Resim

"Aldı benim gönlümü n'olduğum bilemezem
Yavı kıldım ben beni isteyip bulamazam.


Yavı kıldım : kaybettim.hasrette koymak.

Gönülsüz girdim yola halimden gelmez dile
Bir dem derdim demeye, bir dertli bulamazam."


Resim

"Bu benim gönlüm alan doludur cümle âlem
Kancaru bakar isem onsuz yer göremezem."


Kancaru : her nereye, neresi, ne tarafa.

Resim

"Gönül mü yeğ Ka'be mi yeğ, ayıt bana akl' eren
Gönül yeğdirir zîra kim, gönüldedir dost durağı.


Yeğ : daha değerli, üstün.
Ayıt : haber ver, söyle.


Bin kez hacca vardın ise, bin kez gaza kıldın ise
Bir kez gönül kırdın ise, gerekse var yollar doku."


Gaza : vaktinde kılınmamış namazı sonradan kaza etmek.
Yollar doku : git fit gel boşuna.


Resim

"Ak sakallı pir koca, bilinmez hali nice
Emek yemesin hacca, bir gönül yıkar ise.


Pir : f. Yaşlı, ihtiyar. * Reis. * Bir tarikatın kurucusu. * Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi.
Emek yemesin : boşa emek harcamasın.


Gönül Çalab'ın tahtı, gönüle Çalap baktı
İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise."


Resim

"Yûnus Emre der Hoca, gerekse var bin hacca
Hepisinden eyice bir gönüle girmektir."


Resim

"Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi elin yüzün yumaz değil."

Resim

"Uçmak Uçmak dediğin, kulları yeltediğin
Uçmağın sermayesi bir gönül etmek gerek."


Kulları yeltediğin : heveslendirip çağırdığın.

Resim

"Yunus, imdi sen Hakk'a er, dün ü gün gönlün Hakk'a ver
Gönül gözü görmeyince hiç baş gözü görmeyiser."


Resim

"Aldı benim gönlümü, n'olduğum bilemezem
Yavı kıldım ben beni, isteyip bulamazam.


Gönülsüz girdim yola, helimden gelmez dile
Bir dem derdim demeye bir dertli bulamazam."


Resim

"Gönül nice dolana, ma'şukun bulmayınca
Kimse âşık mı olur gönülsüz kalmayınca."


Resim

"Düşt' önüme hubbu'l-vatan, gidem hey Dost deyü deyü
Anda varan kalır heman, kalam hey Dost deyü deyü."


Resim

"Dünyayı bırak elden, dünya geçmez bu yoldan
İki aşk bir gönülden asla geçmez bu haber.


Ya sevgil dünya tutgıl ya sevgil yol iletgil
İki da'va bir ma'na bu yolda sığmaz derler."


Resim

"Gir gönüle bul ordadır, benliğin defterini dür
Ol has gevher bil ordadır, sanma kim ol ummandadır."


Resim

"Gönül usanmadın sen bu seferden
Çalabım saklasın seni haterden."


Hater : hatalar.

Resim

"Nitekim bu gönlüm evi aşk elinden taşagelir
Nice yüksek yürür isem, aşk başımdan aşagelir.


Ol dost ile benim işim bulut ile güneşleyin
Bir dem hicabı sürülür, bir dem hicap başa gelir."


Hicab : Perde. Örtü. Hâil. * Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. * Men'etmek. * Allah ile kul arasındaki perde. * Setretmek : Gizlemek.

Resim

"Benim garip gönlüm aşktan usanmaz
Varır aşka düşer, hiç bana dönmez.

Döner gönlüm bana öğüt verir hoş
Âşık olan gönül aşktan usanmaz."


Resim

"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz.


El Hakk (cc) : ALLAH Tealâ.
Hak : (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate uygunluk. * Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. * Münasib * Din. İslâmiyyet. * Kur'an. * Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. * Kıyamet. * Mahz-ı hakikat. * Yapacağını yalansız yapan kimse.


Gelin tanışık edelim, işin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim, dünyaya kimse kalmaz."


Tanışık edelim : tanışalım, bilişelim, bir olalım.

Resim

"Haktır, seni sevmeyenlere 'cansız sûrettir' der isem
Onun için canlılara senin gibi ma'şuk gerek.


Ma'şuk : Aşk ile sevilen, sevgili.

Dev ü peri, ins ü melek, sever seni her mahlukat
Hayran olup ileyinde durmuş durur hûr' u melek


İns ü melek :insan ve melek.
hûr' u melek :huri ve melek.
Dev ü peri : şeytan, ifrit, cin ve f. Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk. * İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk.


Yüzbin eğer cevr ü cefa uğrar ise sûretime
Hiç eksilmez şadılığım, cümlesin yur seni sevmek."


Cevr ü cefa : Eziyet. Sıkıntı. Zulüm.

Resim

"Ne var eğer Yunus dağı aşk içinde zerre ise
Aşk adıyla kâim durur yer ile gök, çark ı felek."


Çark ı felek : Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü.

Resim

"Aşksız âdem dünyada belli bilin ki yoktur
Herbir'si bir nesneye sevgisi var, âşıktır.

Çalab'ın dünyasında yüzbin türlü sevgi var
Kabul et ken'özüne gör hangisi lâyıktır."


Ken'özüne : kendine, sana.

Resim

"Benim Dost ile pazarım yaradılalıdan değil
Severidik ma'şukayı henüz gelmeden cihana."


Resim

"Neyi severisem imânım oldur
Nice sevmeyesin, sultanım oldur."


Resim

"Ya sevgil dünya tutgıl ya sevgil yol iletgil
İki da'va bir ma'na bu yolda sığmaz derler."


Resim

"Bu dünyada Dosttan artık Yûnus kimseyi sevmedi
Bilmez misin, gayretsize dost u düşman gülesini."


Resim

"Ol benim sevdiğim, nigâr, nidem ol benden fariğ,
Ne verip hoş görünem iki cihandan fariğ.


Nigâr : f. Güzel yüzlü sevgili. * Nakış. Resim. * Nakşeden. * Put, sânem. * Resmi yapılmış, resmedilmiş.
Fariğ : İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş. * Fık: Tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden.


Nicesi kulluğ ile sevlibilem ben ona
Hâs u âm onu sever, ol hep sevenden fariğ.


Hâs : (C.: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu.
Âm : avam, halk.


Yûnus sen sever isen hakikat ma'şukayı
Fariğ ol cümlesinden, kevn ü mekândan fariğ."


Kevn ü mekândan : Kâ inât ve yer yüzü.

Resim

"Bize didar gerek, dünya gerekmez
Bize ma'na gerek, da'va gerekmez."


Didar : f. Mülâkat, görüş. * Görünme. * Yüz. Çehre. * Görüş kuvveti, göz. * Açık, meydanda.

Resim

"Ben gelmedim da'va için, benim işim seviy için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim."


Seviy : sevmek, sevgi.

Resim

"Ben ayımı yerde gördüm, ne isterim gökyüzünde
Benim yüzüm yerde gerek, bana rahmet yerden yağar.

Sözüm ay-gün için değil, sevenlere bir söz yeter
Sevdiğim söylemez isem, sevmek derdi beni boğar."


Resim

"Sekiz Uçmağın hurisi eğer bezenip geleler
Senin sevginden özgeyi gönlüm hiç kabul etmeye."


Resim

"Ben seni sevdiğim için eğer baha derler ise
İki cihan mülkün verem, dahi bahası yetmeye."


Resim

"Medreseler müderrisi okumadılar bu dersi
Şöyle kaldılar âciz, bilmediler ne babdurur."


Medrese : (Ders. den) Ders görülen yer. Ders okutulan yer. İslâmi ilimleri okuyan talebelerin yatıp kalktıkları ve tahsil için çalıştıkları vakıf odalarının bulunduğu binâ.
Müderris : Ders veren. Ders okutan. Muallim. İlim talebelerine ders veren. Ders vermeğe izinli ve salâhiyetli olan kimse. Profesör.
Bab : Kapı. * Kısım. * Mevzu. * Fasıl. Bölüm. Parça. Kitab. * Hususi madde. * Sığınacak yer. * İş. * Şekil. * Tövbe.


Resim

"Mescidde medresede çok ibadet eyledim
Aşk oduna yanıban, ondan hâsıla geldim."


Hâsıl : Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen

Resim

"Biz tâlib-i ilmleriz, aşk kitabın okuruz
Çalap müderris bize, aşk hod medresesidir."


tâlib-i ilmleriz : ilim taleb eden, isteyenleriz.
hod medresesidir : kendi medresesidir


Resim

"İlm ile, hikmet ile kimse ermez bu sırra
Bu bir acâyip sırdır, ilme-kitaba sığmaz.

Âlem ilmin okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Âciz kaldı bu yolda, bu aşka el vuramaz."


Resim

"Hadistir Mustafa'dan, aşk ile ikrar dedi
Binde bir ârif bunu bulup okuyabilmez."


Resim

"Yûnus cânını terket, bildiklerini terket
Fenâ olmayan sûret, şâhına vâsıl olmaz."


Resim

"İlm ü amel sözü değil Yûnus dili söylediği
Dil ne bilir Dost haberin, ben Dost ile nice birim."


Resim

"Ben bir Kitap okudum, kalem onu yazmadı
Mürekkep eyler isem, yetmeye yedi deniz."

Resim

"Dört kitabın ma'nasın okudum hâsıl ettim
Aşka gelicek gördüm, bir uzun heceyimiş."


Resim

"Dört kitabın ma'nası bellidir bir elifte
Bi dedirmegil bana, ben bu yoldan azarım.


Bi dedirmegil bana : bana başka bir şey söyletmeyin.

Çün aşkın kitabını okudum tahsil ettim
Ne hâcet kim karayı ak üstüne yazarım.


Hâcet : (C.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık.

Yetmişiki millete, suçum budur, Hakk dedim
Korku hıyanetedir, ya ben niçin kızarım.


Hıyanet : Hâinlik. Vefasızlık. İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde durmayıp oyun etmek.

Şerîat oğlanları nice yol ede bize
Hakikat deryasında bahri oldum yüzerim."


Bahri : denici, yüzücü.

Resim

"Ne ilmim var ne tâatım, ne gücüm var ne takatım
Meğer senden inayetim, kıla yüzüm ak Çalabım."


Resim

"Âşık, ma'şuk birdir bize, aşktan gelir her menzile
Biçare Yûnus ne bile, ne kara okudu ne ak."


Resim

"Aşk eteğin tutmak gerek, âkıbet zevâl olmaya
Aşktan okuyan bir elif, kimseden sual olmaya."


Âkıbet : Bir şeyin sonu. Nihayet. Netice, sonuç.
Zevâl : Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. * Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman. * Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması.


Resim

"Miskin Yûnus, zehr-i katil aşk elinden tiryak olur
İlm ü amel, zühd ü tâat bes aşksız helâl olmaya."


Zehr-i katil : öldürecek zehir.
Tiryak : Panzehir. Zehirlenme veya hastalıklardan hemen şifâ bulmağa vesile olan ilâç.
Bes : pes : Öyle ise, imdi..


Resim

"İlminde gark olalı uş ben beni bilmezem
Dil ile söyleyiben vasfına eremezin."


Resim

"Aşk imamdır bize, gönül cemaat
Kıblemiz Dost yüzü, dâimdir salât."


Resim

"Aşk mekânı âlidir, aşk kadim ezelîdir
Aşk sözünü söyleyen cümle kudret dilidir."


Resim

"Evvel yer-gök yoğiken varıdı aşk bünyâdı
Aşk kadimdir ezelî, aşk getirdi ne varın."


Bünyâd : f. Temel, esas. Yapı, binâ.

Resim

"Cân u gönül, akl u fehim nisâr olsun ma'şukuna
Pes âşıkın ondan gayri dahi mülk ü mâlı var.


Fehim :anlayış.
Nisâr : Saçmak, dağıtmak. * İ'ta etmek. Vermek


Bu yer ü gök ü arş u ferş, aşk dâdı ile kayimdir.
Bünyâdı aşktır âşıka, her bir arada eli var."


Arş u ferş : (Arş u zemin) Arş ve yeryüzü.
Dâdı : tadı, lezzeti.


Resim

"Bu halayık eydür bana, sakla onu cân içinde
Bir zerresi yüzbin cihan, eyit nice sırreyleyem."


Halayık : hizmetçi.

Resim

"İşidin ey yârenler, kıymetli nesnedir aşk
Değmelere bitirmez, hürmetli nesnedir aşk."


Yâren : yârân : f. Dostlar. Sâdık arkadaşlar. Sevgililer.

Resim

"Aşkta kahırlar çok olur, âşıklara gayret gerek
Yûnus, âşık oldun ise, âşıklarda ar kalmadı."


Gayret : Dikkatle ve sebatla çalışmak. * Kıskanmak, çekememek. * Hareketli ve temiz hislerle çalışmak. * Dine, imana, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
Ar : âr : Utanma, mahcubiyet. Utanılacak şey. Ayıp. Şiyb. Şerm. Haya.


Resim

"Her kancaru bakar isem, oldur gözüme tuş olan
Önüm ardım, sağım solum, ger yaz oldu ger kış oldu.


Ger : meğer ki..

Senin aşkın odu meğer sıçramaya kimesneye
Bir zerre değdi Yûnus'a cihan içinde fâş oldu."


Kimesneye : kimselere.
Fâş oldu : Meydana çıkmış. Yayılmış. * Anlaşılmış olan.


Resim

"Ne deliyim ne usluyum, benzer neye benim işim
Aşk denizine garkolup gönlüm, cânım doymaz benim.


Resim

"Helâl kıldı ma'şuka âşık kendi kanını
Ma'şuk nakşından okur aşk eri Kur'ân'ını."


Nakş : nakış, Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak. * Resim. * Tezyin etmek. * Bedene batmış dikeni çıkarmak. * Bir şeyin esasını araştırmak. * Yaymak. * Suda ıslanmış hurma. * İpekle, sırma ile işleme. * Mc: Hile


"Yûnus sevdiğin gözle, aşk yolunu key izle
Râzı gönülde gizle, söze hâkim sen misin?"


Râz : f. Gizli sır, saklı şey.
Hâkim : sahin olan.


Resim

"Baştan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içinde.


Gümân : f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.

Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrine
Aşk ile gider iken iz buldum cân içinde."


Resim

"Yûnus, sen dilerisen, Dostu görem der isen
Ayandır görenlere ol gönüller içinde."


Ayan : belirli, bilinen, görünen.

Resim

"İşitin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül, misâl-i taşa benzer."


Resim

"Ol Dost bana ümmî demiş, hem adımı ümmî komuş
Dilim şeker, gövdem kamış, bu söyleyen nemdir benim?"


Ümmî : Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.)
Not : Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Nebiyyü’l- Ümmî oluşu; normal insanoğlu için hiçbir şey bilinemezlik bölgesi, âmâsı, körlüğü olan AHADİYYET’ten AHMEDİYYET haberi getiren demek olup Rahmetenlil âlemin oluş sırrını anlamak ve yaşamak ise gerçekten Muhammedî Tasavvuf işidir.
Nemdir : neyimdir, dilim mi nerem, hangi organım.


Resim

"Esritti aşka düşürdü, ben ham idim o pişirdi
Aklımı başa düşürdü, hayrı şerden seçer oldum."


Esritti :sarhoş etti.
Hayr : Meşru iş. Faydalı, nurlu ve sevablı amel. Halkın rağbet ettiği akıl, ilim. İbadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet. (Bak: Hayrat)
Şer : Kötü iş, kötülük. Fenâlık. * Kavga. * Allaha isyan, emirlerine uymama, muhalif hareket etme. * Fenâ adam, fenâlık yapan adam, kötü adam. * Daha kötü, en kötü.


Resim

"Bülbül dahi âşık güle, nazar Hakk'tan olur kula
Bir keleci gelmez dile, gönüllerde yanmayınca."


Keleci : söz, laf, lakırdı.

Resim

"İzzet ü erkân, iyi ad, aşk yoluna noksandurur
Ben niderim iyi adı, çün terbiyat aşktan yerim."


İzzet : Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.
Erkân : (Rükn. C.) Rükünler. Esaslar. Temeller. İleri gelen kimseler.
Terbiyat : terbiyeler. Ahlâk edinme


Resim

"Âşık mı derim ben ona Tanrı'nın Uçmağın seve
Uçmak hod bir tuzakdurur, eblehler canın almağa


Ebleh : Ahmak. Bön. Budala.

Âşık olan miskin olur, Hakk yoluna teslim olur
Her ne dersem boyun tutar, çare yok gönül yıkmağa."


Resim

"Canını aşk oduna vermeyen âşık mıdır?
Cehdeyleyip ol Dosta ermeyen âşık mıdır?


Cehd : Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması. * Azim, gayret, fedakârlık.* Takat.

Dost sevgisi gönülde cân ile berkitmeyen
Tûl-i emel defterin dürmeyen âşık mıdır?"


Berkitmeyen :sağlamlaştırmayan, bağlamayan.
Tûl-i emel : uzun arzu, hevâ heves.


Resim

"Âşık öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan olur, âşıklar ölmez."


Resim

"Ey âşıklar, ey âşıklar, mezheb ü din aşktır bana
Gördü gözüm dost yüzünü, yas kamu düğündür bana."


Mezheb : Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır. * Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları

Resim

"Ol Dost beni veribidi, var bu dünyayı gör dedi
Geldim gördüm hoş arayış, seni seven kalmaz ona."


Resim

"Din ü millet sorar isen, âşıklara din ne hacet?
Âşık kişi harab olur, âşık bilmez din-diyanet.

Tâat kılmak Uçmak için, din tutmayan Tamu için
Ol ikiden fariğ olur, neye benzer bu işaret?

Soru-hesap olmayısar dünya-âhiret kovana
Münker ü Nekir ne sorar, terkolıcak cümle murat.

Havf u recâ gelmez onda varlık-yokluk bırakana
İlm ü amel sığmaz onda ne terazi var ne Sırat.


Sırat : Sırat-ı Mustakîm : En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah'ın râzı olduğu en doğru yol. Peygamberlerin, evliya ve sâlihlerin, sıddıkinlerin gittikleri meslek.

Ol Kıyâmet pazarında her bir kula baş kayısı
Yûnus sen âşıklar ile hiç görmeyesin Kıyâmet."


Baş kayısı : Başa gelecek olan hesab derdi, belâsı

Resim

"Zühd ü tâat, usul-i din aşk haddinden taşra durur
Nisbet değildirür bana secde vü rükû u kıyâm.

Can gözüyle bakan görür Yûnus gözüyle gördüğün
Yoksa yaban gözü ile kimesneye ne söyleyem?"


Resim

"Sözü bu Yûnusun güzelleredir
Eğer âşık olursan uyanasın."
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim

YÛNUS EMRE (k.s.) de ÖZ ve CAN

Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken.


Çarh-ı felek : Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü. * Mc: Tâlih, baht.
Ağyar : Yabancılar. Başkaları. * Rakipler. (Bak: Gayr)


Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı
Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken.
...
Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir
Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken."


Zeber : Üst.
Zir : f. Alt, aşağı.
Konşuyuduk :komşu idik.


Resim

"Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım
Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.


Kandayıdım : neredeydim.

Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım."


Dîvân : Huzurda oluş yeri. Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap. * Büyük meclis. Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer.

Resim

"Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım
Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım."


Revan : f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.

Resim

"Bu cihana gelmeden ma'şûkıla biridim
Kul huvallah sıfatlı bir bî-nişan nûr idim."


Kul huvallah : Deki O ALLAHTIR.
Bî-nişan nûr : nişansız nûr


Resim

"Nice kez geldim-gittim, delim sûret yarattım
Bu şimdiki sûrette Yûnus olup dûr idim."


Dûr idim : son hâlde.

Resim

"Ben bu sûretten ilerü adım Yûnus değil iken
Ben olıdım, ol benidim, bu aşkı sunandayıdım."

Resim

"Benim Dost ile bazarım yaratılalıdan değil
Severidik ma'şûkayı henüz gelmeden cihâna."

Resim

"Yürüridim anda pinhan, Hakk buyruğu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar bu dünyaya düştü gönül."


Pinhan : f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.

Resim

"Ben bu ile garip geldim, ben bu ilden bîzarım
Bu tutsaklık tuzağın demi geldi üzerim."


Bî-zarım : f. Bıkmış, usanmış, fütur getirmiş.* Bezginlik.

Resim

"İstediğimi buldum eşkere can içinde
Taşra isteyen kendi, kendi nihân içinde.


Eşkere : aşikâr

Sayrı olmuş iniler, Kur'ân ününü dinler
Kur'ân okuyan kendi, kendi Kur'ân içinde.

Baştan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içinde


Gümân : f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.

Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrına
Aşk ile gider iken iz buldum cân içinde."
Resim

"Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı
Sûretime cân olanı kimdurur (ben) bildim ahi.


Ahi : kardeş.
...
İsteyüben bulımazam, ol benisem ya ben hani
Seçmedin ondan beni, bir kezden ol oldum ahi.
...
Ma'şuk bizimledir bile, ayrı değil kıldan kıla
Irak sefer bizden kala, dostu yakın buldum ahi. ...

Nitekim ben beni buldum, bu oldu kim Hakk'ı buldum
Korkum onu buluncaydı, korkudan kurtuldum ahi.
...
Yûnus kim öldürür seni, veren alır gene cânı
Bu canlara hükm'edenin, kim idiğim bildim ahi."

Resim

"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz."

Resim

"Dağlar aşıp, berye çekip ey uzak sefer edenler
İstediğin sendeyiken, acep nice seferdurur?

Hiç kılmagıl uzak sefer, ömür geçer ecel erer
Dost sendedir halvet sever, bu galebe haşerdurur.


Halvet : Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.

Gel ırak isteme onu, cânından içeri cânı
Senin ile bir duranı görmeyen bî-basardurur.


bî-basardurur : görüşsüzdür.

Mescid ü medrese sende, sen dört yana perâkende
Ne kaldın sen bu erkânda, işin katı düşvardurur."


Perâkende : f. Dağınık. Dağıtma. * Azar azar yayılan veya satılan.

Resim

"Ben bende buldum çün Hakk'ı,
Şekk ü güman nemdir benim?"


Şekk : (C.: Şükuk) Şüphe, zan. Bir şeyin varlığı ile yokluğu arasında tereddüt etmek. * Lüzum. * Yarmak. * Yapışmak.
Güman : f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.


Resim

"Uş ben beni cem eyledim, ol Dosta imân eyledim
Birliğine kıldım kâmet, riyâ, tâat nemdir benim?"


kâmet : kıyam.

Resim

"Senden sana varır yolum, senden seni söyler dilim
İlle sana ermez elim, bu hikmete kıldım tanâ."

Resim

"Kullarına va'deyledi, yarın Uçmak verem dedi
Ol dostların sevindiği yarınım bugündür bana.

Sensin bana cân u cihan, sensin bana genc-i nihan
Sendendürür assı ziyan, ne iş gele benden bana.


Nihan : f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. * Sır.
Genc : f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz
Assı : Her nesnenin aslı, her şeyin esası.


Yûnus sana tuttu yüzün, unuttu cümle kend'özün
Cümle sana söyler sözün, söz söyleten sensin bana."

Resim

"Miskin Yûnus aç gözünü, uyar gafletten özünü
Tâ bilesin kend'özünü, tanla seher vaktinde dur."

Resim

"N'ola birgün eğer küfrün yenesin
Seni şerheyleyip seni bilesin."

Resim

"Hicâb oldun sen sana, ne bakarsın dört yana
Kaykımaz öne sona, şuna kim didar gerek."

Resim

"Akıl erdiği değil, bu göz gördüğü değil
Dil söz verdiği değil, bî lisan bî ser gerek.


bî lisan bî ser :dilsiz başsız.

İşit işit key işit, Dost katına sensiz git
Dosta gidene öndin, kendüsüz sefer gerek."


Key : ne zaman.
Sefer : seyahat, yolculuk.


Resim

"Hicaptasın, bugün seni göstermezler belki sana
Hicap dediğimi anla, dünyalıktır gözden bırak.

Sen seni bilmeyince, ere nazar kılmayınca
Senliği (bu) ara yerden bırakmazsan oldu tuzak."

Resim

"Kendi miktarın bilen, bildi kendi halini
Veli dahi aşk ile evvel bahara benzer."

Resim

"Ey kend'özünü bilmeyen, söz ma'nâsını bulmayan
Hakk varlığın isterisen uş ilm ile Kur'ân'dadır."

Resim

"İlm okumaktan gerek kend'özünü bilmektir
Kend'özünü bilmezsen bir hayvandan betersin."

Resim

"Dost isteyen gelsin bana, göstereyim Dostu ona
Budur sözüm önden sona, ben bilirim kend'özümü."

Resim

"Seninle sen tanış, gör kandasın sen
Senin devletine bahanesin sen."


bahane : f. Vesile. Sebeb. * Yalandan özür. * Kusur. Noksan. * Garaz.

Resim

"Bu benven dediğim eğer ben isem
Niçin bu benliğe elim erilmez?"

Resim

"Aldı benim gönlümü n'olduğum bilimezem
Yavı kıldım ben beni, isteyip bulamazam."

Resim

"Ben Hazrete tuttum yüzüm, ol aşk eri açtı gözüm
Gösterdi bana kend'özüm, âyet-i küll denen benim.

âyet-i küll :âyetlerin tümünü toplayan

Bu cümle canda oynayan, damarlarında kaynayan
Küllî dillerde söyleyen, küllî dili diyen benim."


Küllî : Hep, tüm, bütün. Çok. Cüz'lerden meydana gelen.Bütün cüzlerin şumul ve istiğrak üzere ifadeleri.

Resim

"Yûnus'a Hakk açtı kapı, Yûnus Hakk'a kıldı tapu
Bâkî devlet benimkiymiş, ben kul iken sultan oldum."


tapu : kesin malı oldu.
Bâkî : Ebedî, dâimî. Sonu gelmez. Ölmez. * Sonsuz. * Cenab-ı Hak


Resim

"Ol Dost açtı gözümü, gösterdi ken'özümü
Gönlümdeki râzımı söyledim dile geldim."


râz : sır, giz.

Resim

"Al götür benden benliği, doldur içime senliği
Dirliğinde öldür beni, varıp anda ölmeyeyim."

Resim

"Söz issi sözün alır, sûret toprakta kalır
Her kim bu hali bilir, kend'özünden vazgelir."

Resim

"Yûnus imdi demegil dostu gerçek severim
Dostu gerçek sevenler benliğin elden kodu."

Resim

"Eydürsün kim gözüm görür, da'viyi ma'niye irür
Gündüzün gün şûle verir, bu gece yanan nûr nedir?"


da'viyi ma'niye irür :davası, mânâyı bulur.
Şûle : Alev, yalım:


Resim

"Sorun Taptuklu Yûnus'a bu dünyadan ne anladı
Bu dünyanın kararı yok, sen neyimiş, ben neyimiş!"

Resim

"Eyit eyit kamusun, ne kân ü ne ma'densin
Sûret-i pür ma'nisin, padişahı sende bul.


Sûret-i pür ma'nisin : f. Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar olan kişisin.
kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.
ma'den : Maden. * Bir haslet veya hususiyetin kaynağı. * Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer. * Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.


Gel imdi hicâbın aç, senden ayrıl sana kaç
Sende bulasın Mi'rac, sana gelir cümle yol."


Mi'rac : Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir

Resim

"Sen seni elden bırak,
Dost yüzüne sensiz bak"

Resim

"Bir dürr-i yetimem ki, görmedi beni ummân
Bir katreyim illâ ki, ummâna benim ummân.


dürr-i yetim : tek inci.

Bu âlem-i kesrette sen Yûsuf u ben Ya'kub
Ol âlem-i vahdette ne Yûsuf u ne Ken'an.

âlem-i kesrette :çokluk âlemi
Ken'an : Sinâ da yer ismi.

Adım Yûnus olduğu bu cisim belâsıdır.
Adım sorar olursan sultâna benim sultân."

Resim

"Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim, dükkanım yağma olsun.

Ben benliğimden geçtim, gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim, gümânım yağma olsun.

İkilikten usandım, birlik hânına kandım
Derd-i şarabın içtim, dermânım yağma olsun.

Yûnus ne hoş demişsin, bal ü şeker yemişsin
Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun."

Resim

"Deniz yüzünden su alıp sunuveririm göklere
Bulutlayın seyran edip arşa yakın varan benim.

Yıldırım olup şakıyan, gökte melâik dokuyan
Bulutlara hüküm süren, yağmur olup yağan benim.

Gördüm göğün melekleri her biri bir işteyimiş
Hak Çalab'ın zikrin eder, İncil ü hem Kur'ân benim."

Resim

"Azrâil ne kişidürür kast idebile canıma
Ben onun kasdını gene kendüye zindân eyleyem


zindân : f. Karanlık, yeraltı hapishânesi. Sıkıntı ve karanlık yer.

Ya Cebrâil kim ola kim, hükmede benim âhıma
Yüzbin Cebrâil gibiyi bir demde perrân eyleyem."

Resim

"Aşklılar bizden alalar, aşksızlar hod ne bileler
Kimler ala kimler vere, ben bir ulu dükkan oldum."

Resim

"Ne derisem hükmüm yürür, elimde ferman tutarım
Ne edersem hükmüm revan, çün hükm-i sultan tutarım.

İns ile bu cinn ü peri, devler benim hükmümdedir
Tahtım benim yel götürür, mühr-i Süleyman tutarım.


mühr : Mühür. İmza yerine basılan yazılı damga. Damga. Sikke.

İbüs ü Âdem kim olur, ya aza yahut azdıra
Cümle benim eyi yavuz, kamusun benden tutarım."


İbüs : İblis.

Resim

"Yûnus değil bunu diyen, kudret dilidir söyleyen
Kâfir ola inanmayan, evvel-âhir-heman benim."

Resim

"Yer benimdir, gök benimdir, arş benim
Gör nicesi germişim sayvânımı."


sayvân : . Güneşten, yağmurdan korunmak için veya süs olarak bir şeyin üzerine çekilen dam saçağı gibi düz veya eğilimli örtü Evlere bitişik, önü açık, direkler üzerine oturtulmuş, üzeri örtülü yer

Resim

"Deniz kenarında ova, kuyuda işleyen kova
İsâ ağzındaki dua oldum bile işe geldim.

Ay oldum âleme doğdum, bulut olup göğe ağdım
Yağmur olup yere yağdım, nûr oldum güneşe geldim."

Resim

"Benim ebed, benim bekâ, ol kâdir-i hay mutlaka
Hızır ola yarun sakkâ, onu kılan gufran benim.

Hem bâtınem hem zâhirem, hem evvelem hem âhirem
Hem ben olum hem ol benim, hem ol kerim-i han benim.

Yoktur arada tercüman, andaki iş bana âyân
Oldur bana veren lisan, ol denize ummân benim.

Bu yeri-göğü yaratan, bu arş u kürsi durduran
Binbir adı vardı Yûnus, ol sâhib-i Kur'ân benim."

Resim

"Şimdi adım Yûnus'dur, ol demde İsmâil idi
Ol Dost için Arafat'a kurban olup çıkan benim.

Çarh benim hükmümde durur, her yanda ben oturmuşum
Mülk benim elimde durur, yakan benim, yanan benim.

Sa'd benim, said benim, Yûnus dahi benimledir
İlm-i ledündür üstâdım, ol esrârı duyan benim."

Resim

"Gah işidürem, işitmezem, işümezem aceb
Niçe bir nisyân olam, hayvân olam, insan olam.


Nisyân : Unutmak, hatırdan çıkarmak.

Niçe bir sûrette insan ü sıfatta cânver
Niçe bir tilki olam, yâ kurd u yâ aslân olam.


Cânver : canavar.

Niçe bir tecrid ü tefrid ü mücerred münferit
Yâ niçe cin, niçe ins ü niçe bir şeytân olam."


Tecrid : Açıkta bırakmak. * Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek. * Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek.
Tefrid : Dünya alâka ve meşguliyetlerinden ayrılıp, ibâdet ve tâatle meşgul olma.
Mücerred : (C.: Mücerredât) Yalnız, tek. * Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına.
Münferit : (Münferit) Tek başına, tek, yalnız, kendi başına. * Hapishânede tek kişilik hücre.


Resim

"Geh ola odlar yakam, diller yıkam, cânlar yakam
Geh varam arşa çıkam, geh şâh u geh sultân olam.

Yâ niçe bir ben diyem, sensiz diyen utanmadan
Yâ niçe deksiz olam, dilsiz olam, hayrân olam.

Niçe bir balçıkta olam, alçakda olam, hâr olam
Geh varam gevher olam, yâkût olam, mercan olam.


Yâkût : Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı.
Mercan : Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler


Dâr olam, girdâr olam, Mansûr olam, berdâr olam
Ten olam, hem cân olam, hem in olam, hem ân olam."


Dâr : idam sehbası.
Girdâr : f. Meşgale, meşguliyet. * Tarz, âdet, yürüyüş.
Mansûr : Asıl adı Hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. Manevi istiğrak hallerinde hissettiklerini, şeriata zâhiren zıd düşen ifadelerle söylediği için, Hicri 306 senesinde idam edilmiştir.
Berdâr : f. Asılmış, yukarı kaldırılmış.* Tutucu. İtaat edici ve ettirici. * Meyveli. Meyve verici olan.


Resim

"İsteyiben bulımazam, ol benisem yâ ben hani
Seçmedim ondan beni, bir kezden olum âhi."

Resim

"Mun'im oldum yoksul iken, benim oldu kevn ü mekân
Yerden göğe, mağrıp, maşrık; yere-göğe doldum ahi."


Mun'im : nimet veren.
Maşrık : doğu.
Mağrıp : batı.


Resim

"Tevrât ile İncil'i, Furkan ile Zebûr'u
Bunlardaki beyanı cümle vücutta bulduk.

Yûnus'un sözleri Hakk, cümlemiz dedik saddak
Kend'istersen anda Hakk, cümle vücutta bulduk."


Saddak : çok doğru.

Resim

"Başdan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içinde

Sayrı olmuş iniler, Kur'ân ününü dinler
Kur'ân okuyan kendi, kendi Kur'ân içinde."
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim

YÛNUS EMRE (k.s.) de SEYR Ü SÛLÜK

İy kendüzini bilmeyen söz manîsi anlamayan
Hak varlığın ister isen uş ilmile Kur'an'dadır.


İy : ey
Manî : mânâ
Uş : o şey
İlmile : ilim ile


Resim

Kafdağı zerrem degül ay u güneş bana kul
Aslum Hak'dur şek degül mürşiddir Kur'an' bana


Aslum : aslım
Şek : şüphe
Değül : değil




Kurk bin kırk dört tabâkât meşâyıh evliyâlar
Dört kapıdur kırk makam dem evliyâ demidür


Tabâkât : tabakalar..
Meşâyih : evliyalar.
Dem : zaman, şu an


Resim

Şerîat tarîkât yoldur varana
Hakîkât ma'rifet andan içerü




Andan : ondan

Resim

Evvel kapu şerî'at geçse andan tarikât
Gönül evi ma'rifet 'ışk hakikât içinde




Işk : aşk

Resim

Bu dört menzildür utan ledün makâmın tutan
Oldur menzîle yiten tamam murâd içinde




Menzil : İnilen yer. Konulacak yer.
Ledün : öz, mânâ, iç, kudsal âlem.
Yiten : varan, ulaşan, kavuşan

Resim

Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi
Bostan ıssı kakıyup dir ne yirsün kozumu




Çıkdum : çıkdım
Issı : sahibi
Kakıyıp : kızıp bağırıp.
Yirsün :yersin
Koz : ceviz


Resim

Evvel kapu şeri'at emr ü nehyi bildürür
Yuya günahlarunı her bir Kur'an hecesi

İkincisi tarîkât kulluga bil bağlaya
Yolı togrı varanı yarlıgaya hocası

Üçüncisü ma'rifet can gönül gözin açar
Bak ma'na sarayına Arza değin yücesi

Dördüncisü hakîkât ere eksük bakmaya
Bayram ola gündüzi kadir ola gicesi

Bu şeri'at güç olur tarîkât yokuş olur
Ma'rifet sarplık durur hakîkâtdur yücesi

Dervişün dört yanında dört ulu kapu gerek
Kancaru bakarısa gündüz ola gicesi

Dört Hâl içinde derviş gerek siyâset çeke
Menzile irmez kalur yol eri yuvacası

Dört kapudur kırk makam yüz almış menzili var
Ana irene açılur vilâyet derecesi




Bil : bel
Togrı : doğru.
Yarlıgamak : bağışlamak
Er : yiğit derviş
Sarp : yokuş, yalım.
Kancaru : nereye, ne tarafa, neresi
Siyâset : Dünya ve âhirette necatlarına sebeb olacak bir yola, insanları irşad ile beşeriyetin salâhına çalışmak.
Yuvacası : yuvasında, evinde oturup kalmış.
Almış : altmış.
Vilâyet : velîlik


Resim

Şer'ile hakîkâtun vasfını eydem sana
Şeri'at bir gemidür hakîkât deryasıdur

Nice ki muhkem ise tahtaları geminün
Meve urıcagaz deniz anı uşadasıdur




Şer’ : şerîat.
Eydem : anlatayım.
Muhkem : sağlam
Meve : dalga
Urıcagaz : vurunca, vurduğunda
Anı : onu


Resim

Evvel kapu şerî'at emr ü nehyi bildürür
Yuya günahlarumu her bir Kur'an hecesi




Nehy : yasak.
Yuya : yıkaya


Resim

Mumlu baldur şeri'at tortusuz yağdur tarîkât
Dost için balı yağa pes niçün katmayanlar




Baldur : baldır.
Pes : Öyle ise, imdi...


Resim

Ger ta'at kılmazısa üstâde varmazısa
Şer'ıdan olmazısa adz lânet içinde




Ger : eğer.
Ta’at : İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Üstad : Tarikatta mürşid.
Lânet : Allah'ın rahmetinden mahrumiyyet.


Resim

Dost yüzin göricek şirk yağmalandı
Anunçün kapuda kaldı şerî'at




Yüzin :yüzünü.
Göricek : görünce.
Anunçün : onun için


Resim

Korkaram söylemeye şeri'at edebinden
Yohsa eydeydüm sana dahı ayruksı haber




Yohsa : yoksa.
Eydeydüm : anlataydım, haber vereydim.
Ayrıksu : anlatılan konudan ayrı, gayrı, başka.


Resim

Şeri'at oğlanları ızice yol eyde bize
Hakikat denizinde bahri oldum yüzerem

Şeri'at oğlanları bahis da'va kılurlar
Hakîkât erenleri da'vaya kalmadılar




Izice yol eyde : izi belirsiz ve varılacak yeri bilinmeyen yol gösterir.
Şerîat oğlanı : hakikatten habersiz şerîatı da pek bilmeyen ham sofu.
Bahis : Konuşulan şey, söz münazarası, iddialaşma.
Da'va kılurlar : takib ettikleri fikir ve iddialarının peşine düşerler


Resim

İkincisi tarikât kulluğa bil bağlaya
Yolı togrı varanı yarlıgaya hâcesi




Bil bağlamak : bel bağlamak.
Yolı togrı : yolu doğru.
Hâce : .Mürşid, hoca, efendi, sâhib, muallim, âile reisi.


Resim

Nitdi bu Yûnus nitdi bir toğrı yola gitdi.
Pir etegin tutdı Allah görelüm neyler




Nitdi : ne etti.
Pîr : Bir tarikatın kurucusu, yaşlı, ihtiyar.
Tutdı : tuttu


Resim

Togrı yola gitdünise er etegin tutdınise
Bir hayır da itdünise birine bindür az değil

Resim

Her kim tarîka gire gerek mal terkin ura
Yola togrı can vire bu tarikat içinde




Gerek mal terkin ura : o kimseye gereken malı terk ede, mal toplamayı bırakmalı.
Vire : vere


Resim

Tetmiş bin riya çeri vardur bu yolda bilün
Nefs öldürmiş ergetek ol çeriyi kıvası




Nefs öldürmiş er : Rüşdüne ermiş bir mürşidin hizmetinde rüşde erip nefsinin olumsuzluklarını öldürmüş derviş.
Çeri : asker


Resim

Ma'rifet Gönül şehri makamın bulur
Fakr'ı Bahri gerekdür bahrî bu ma'rifet içinde




Fakr : tas: Kendisindeki bütün her şeyin Allah'a âit olduğunu bilmek. İhtiyaç, yoksulluk. Azlık, muhtaçlık. Cenab-ı Hakk'a karşı fakrını, ihtiyacını hissetmek.
Bahr : Deniz. Âlim. Çok bilen.
Bahrî : denizci, derviş.


Resim

Erenlerin sohbeti arturur ma'rifeti
Bî-derdleri sahbetden her-dem süresüm gelür




Bî-derdleri : derdsizleri, gerçek Muhammedî tasavvuf sûfîsi olmayanı.
Her-dem : her zaman, dâima.
Sofi : Henüz saflaşıp gerçek sûfî olamamış tarikat yolcısu.


Resim

Sofiyem halk içinde tesbih elümden gitmez
Dilüm ma'rifet söyler, gönlüm hiç kabul itmez

Resim

Turmış ma'rifet söyler ereıze Yûnus Emre'm
Yol eriyle yoldadur yolsuza yoldaş degül




Turmış : durmuş, şuan o işi yapıyor.
Ereize : iz arayıp er olmak isyteyenlere.
Yoldaş : yolda arkadaş olan


Resim

Hakîkât bir denizdür şerî'atdur gemisi
Çoklar gemiden çıkup denize talutadılar.




Talutadılar : atladılar.


Resim

Şeri'at oglanları nice yol eyde bize
Hakikat denizinde bahri oldım yüzerem.




Eyde : göstere.


Resim

Hakîkât de bakarısan nefsün sana düşman yiter
var imdi ol nefsün ile vuruş-tokuş savaş yüri




Yüri : yürü, devam et dur.


Resim

Hakîkâtdur Hak şarı yididür kapuları
Dergâhında yüz dürlü gerek kudret göresin.




Yididir : yedidir.
Şar : şehir, belde.
Dergâh : (Der-geh) Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen yer. Büyük bir huzura girilecek kapı. Kapı. Şeyhlerin tekkesi.
Dürlü : türlü.
Kudret : Güç. Takat. Her yeri kaplayan kudretullah. Varlık. Ehliyet. Becerebilme. Zenginlik. Kabiliyet. İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır.


Resim

Hakîkât 'ışkdur ıyan görsün ol şebih beyân
Hakîkât donın geyen ağır bil'at içinde




Işk : aşk.
Iyan : ayân, açık seçik belli.
Şebih : (Şibh. den) Benzer, benzeyen, mümasil, nazir.
Beyân : İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. Öğretme.
Donın geyen : donun giyen. Hakikata yönelen. Velâyet makamında velî olmak dileyen.
Bil’at : Beldeler. Memleketler.


Resim

Hakîkâta erenler hakîkâtı bulanlar,
Ne bahtludur canları hep muhabbet içinde




Baht : Öz. Hâlis. Saf. Sade.
Bahtlı : talihli, kaderi güzel.



[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Cevapla

“►Yunus Emre◄” sayfasına dön