SABR-I CEMîL

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »






SABR-I CEMîL



ALLAH’ın rahmeti onun üzerine olsun, İbni Mübarek der ki:

-“ Musibet birdir. Fakat sabretmeyince iki olur. Bunlardan biri büyük musibettir. Diğeri de küçük musibettir. Büyük musibet, musibete sabretmeyenlerin elinden alınan “Musibete sabır” sevabıdır. Kendisine sabredilmeyen bu musibet ise küçük musibettir…”

Demek ki, musibete sabretmeyip ah-vah etmek de bir musibettir. Hem de büyük musibettir. Zira bu musibet, musibete sabır sevabının elden gitmesine sebep olmaktadır. ALLAH’ın rızasını isteyen müminler, ister rahat olsun, isterse mihnet olsun, cana zarar gelen ve hevay-i nefsin hoşuna gitmeyen bütün hususlarda sabır ve tahammül gösterirler, darlanmazlar, sızlanmazlar. Halis müminler, mihnet ve musibetlere sabrettikleri gibi, nimetlere de şükrederler. Zira nimetlere şükretmek de bir nevi bir musibete sabretmek demektir. Nitekim Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellemin bu hususları dile getiren hadisleri pek çoktur. Mesela şu hadis, bu cümledendir. ALLAH’ın Resulü buyururlar:

-“ Hem darlık hem de genişlik zamanlarında ALLAH’a hamdedenler, kıyamet günü cennete çağırlırlar.”

Musibetlere sabredip tahammül göstermek, muhabbetullah alametidir. Zira kişi ancak sevdiğinin zahmetlerine sabreder. Bu dünya bir imtihan alemidir. Binaenaleyh orada herkes musibetlere, meşakkatlere, belalara maruz kalabilir. İşte ALLAH’ın halis kulları bu musibetleri sabır, sükunet ve tahammül ile karşılarlar. Asla sızlanmazlar, darlanmazlar, ah-vah etmezler. ALLAH’ın sevdiği kulları da bu dünyada musibetlere ve meşakketlere maruz kalabilirler. Nitekim Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellemin, bu hususları tesbit eden hadisleri pek çoktur. Ayrıca biraz önceleri vermiş olduğumuz ayet de bu hususu belirtmektedir. Mesela şu hadis, bu hususu belirten hadisler cümlesindendir. ALLAH’ı Resulü buyurur:

-“ Şanı mübarek ve yücelan ALLAH bir kulunu sevdi mi, onu imtihan etmek için kendisini musibetlere müptela kılar. Yine ALLAH böyle kulunu bir musibete maruz bıraktığı zaman ise ona sabretme gücü verir.”

ALLAH’ın öyle kulları vardır ki, onların nazarında nimetle mihnetin, rahatla zahmetin hiçbir farkı yoktur. Yani onlar için nimet de birdir, mihnet de. Rahat da birdir, zahmet de. Mihnet ve meşakkatlere sabır ve tahammül gösterirler. Böylece sıkıntılara katlanırlar. Yine bir nimete mazhar oldukları zaman da bunun şükrünü eda edebilmek için zahmet ve meşakkatlere katlanırlar. Hasılı, ALLAH’ın halis kulları için nimetlerle mihnetler adeta birbirlerinden farksız şeylerdir. O halde sen de ey müslüman kardeşim, musibetlere, mihnetlere, belalara sabırlı ve tahammüllü ol. Musibetler karşısında metanet göster. ALLAH’a tevekkül et. Nimetlere de şükret. Nail olduğun nimetlerin şükrünü edaya çalış!...


Cana cefa kıl ya vefa,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.
Ya dert gönder, ya deva,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.

Hoştur bana senden gelen,
Ya hıl’at, yahut kefet,
Ger taze gül yahut diken,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.

Ger bağ-ü ger bostan ola,
Ger bend-ü ger zindan ola,
Ger vasl-ü ger hicran ola,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.

Halimi bir dem sora gel,
Diler isen bağrımı del,
Ey kahrı ve lutfu güzel,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.

Gelse Celalinden cefa,
Yahut Cemailinden vefa,
İkisi de cana safa,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.


Evet, gerçekten aşıklar rahat ile mihneti ayırt etmezler. ALLAH’dan her ne gelirse onu sineye çekerler. Bu rahattır, bu mihnettir demezler. Ahalinin zahmetine de töhmetine de..katlanırlar. Fakat buna karşılık ALLAH indinde kendilerine misilsiz ecirler vardır. Bunun böyle olduğu bir çok hadislerle sabittir. Mesela aşağıdaki hadis bu cümledendir. ALLAH’ın Resulü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyururlar:

-“ Belalar önce Peygamberlere sonra evliyaya daha sonra da sırasıyla benzerlerine ve benzerlerine havale olunur.”

Bu hadis de gösteriyor ki, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH’ın en sevdikleri de en çok bela ve musibetlere maruz kalabiliyorlar. Yani ALLAH sırf kullarının sabır edip edemeyeceklerini bizzat kendilerine göstermek için onlara bela ve musibetler verebiliyor. Şu halde bela ve musibetlere sabredip tahammül göstermek gerekir. Ta ki şanı mübarek ve yüce olan ALLAH’ın Levh-i Mahfuzda yazmış olduğu dostluk sabit kalabilsin…

Bahtiyar kullar, ALLAH dostluğunu kazanan ve aynı zamanda bunu koruyabilen insanlardır. Belalara ve musibetlere sabredip tahmmül göstermek de ALLAH dostluğunu koruyabilmenin baş sebeplerinden biridir. ALLAH’ın takdiri dahilinde olan bela ve musibetlere sabredemiyenler O’nun dostluğunu muhafaza etmemiş olurlar.

-“ Ben ALLAH’ım. Benden başka ibadete layık hiçbir zat yoktur. Ancak ben varım. Muhammed de benim habibim ve Resulümdür. Kim ki, benim hükmüme teslim olur, belalara sabreder, nimetlerime de şükreylerse işte ben onu sıddıklsr zümresinden yazar ve kendisini sıddıklarla beraber haşrederim. Kim de benim hükmüme teslim olmaz, belalara sabretmez, nimetlerime de şükreylemezse o da kendisine benden başka ilah bulsun.”

Ey aziz kardeşim, bu sözlerde, musibetlere sabretmeyenler için büyük ihtarlar vardır. Zira görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen alemlerin Rabbı şöyle buyurur:

-“Kim ki benim hükmüme razı olmaz, belalara sabretmez, nimetlerime de şükreylemezse o da kendisine benden başka bir ilah bulsun..”

ALLAH korusun, Alemlerin Rabbını ilah edinmeyen birisini ise imandan çıkar, putperest veya kafir olur. Bütün bunlar, musibetlere sabretmenin ne derece ehemmiyetli bir husus olduğunu gösterir.

Keşşaf sahibi der ki :
-“Sıddıkdan murat, Peygamberlerin ashabının büyükleri ve ileri gelenleridir.”

ALLAH yolunda sabreylemek, nefsle bir nevi mücadele etmek demektir. Zira bela ve musibetler nefse zor gelir. Onlara sabır ve tahammül göstermek için ise nefsle mücadele etmek, riyazatta bulunmak gerekir. Vakıa ALLAH aşıları daima bir nefs mücadelesi içindedirler. Bunula beraber, bela ve musibet anlarında buna ayrı bir itina göstermek gerekir. Zenginlerin fakirlerle hemhal olmaları ve onların ihtiyaç ve sıkıntılarını gidermeleri bir vazife ve mükellefiyettir. Öfke halinde sabretmek ve öfkeye hakim olmaksa büyük bir sabırdır. ALLAH yolunda bela ve musibetlere sabredip tahammül gösteren büyük müslüman erkek ve kadınları pek çoktur. Şimdi onların bazılarının hayatından birkaç sahne veril ki, müslüman kerdeşlerimiz görsünler.



Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen simurg »

Duâ ederken devamlı olarak söylediğim bir söz var benim,

kendimden değil, muhakkak bir yerden okumuş öğrenmişimdir

ama duâlarıma katıyorum bu sözü,
hele ki çok sıkıntılı haller ile karşı karşıya kalınca,

hiç ummadığım halde çok büyük bir musîbet bana ulaşınca,

ve beklemediğim bir insandan bir zorluk yetişince,

"ALLAH'ım bu sıkıntıyı ve bu insanı bana musîbet eden benim hangi günâhım ise,
ben ayırt edip bilemiyorum,
ama bütün günahlarımdan ve husûsen de bu sıkıntının bana gelmesine sebep olan
günahımdan tevbe ettim, Affet ALLAH'ım."

âmin.
böyle diyorum,

Çünkü bütün hayrlar ALLAH celle celâluhu'dan,
cümle şerler ise nefsimizden.

Sabr-ı cemil duâ etmekten önce tevbe kapısına vuruyorum ki,
açılsın da bana bir sabr kuvveti ihsan edilsin.

Ve sonra
meryemnur yazdı:"Kim de benim hükmüme teslim olmaz, belâlara sabretmez, nimetlerime de şükreylemezse o da kendisine benden başka ilah bulsun.”
Bu âyet-i kerimeyi düşünürüm sonra,

ben sabredenlerden olmazsam,
ALLAH'ın rızâsına teslim olmazsam kendime ALLAH'tan c.c. başka bir RABB nasıl bulabilirim?

Çalacak başka kapı mı var ki?
İmdat dilenecek,
geri çevrilmeyeceğini bilerek el açacak başka ilah mı var ki?

Gözyaşları ile secdelere baş koyup ta "Ya RABBii"
dediğimde içimin huzur ve ferahlık ile dolup taşmadığı oldu mu ki?

Hem sabretmezsem neye gücüm yetecek sanki,
başka da yol ve çâre mi var ki ona baş vurayım.

Her ne vesîle ile olursa olsun, şu hal şimdi bende
darlık dahi birşey öğretecek elbet,

yana yana öğrendiğin neyi unuttun şimdiye kadar,

sen sabretmeyeceksen, sâdıklardan olma duâna icâbet edilmesine
vesîle olacak olan şu vâsıtayı elinden kaçıracaksın büyük ihtimal,

sâdıklar sabr ile sâdıktırlar,

hem en uzun sıkıntı bir ömür kadar sürer nasılsa,
ömür dediğin ise şimdi uzun geliyor,
o bir an denilen kısa bir durumdur,

olaki ömrün genişlik görmeyecek, senin efendin âlemlerin gözbebeği
ve O Rasûli kibriya sallallâhu aleyhi ve sellem'in yaşadıkları senin önünde ve âşikar,

kıymet genişlik içerisinde hayat sürmekte değil,
kul olmaya gayret etmek yolunda sabr ve sadâkat gösterebilmek mârifetinde,

ve neye tâlipsen şimdi öyle davran,

ya sabret,
ya sabrı terket,

her hâlin kıymetini gösteren göstergesi, yolun sonunda varılacak olan menzili ise

sen şimdiden hangi yola girip, hangi sona varacağını iyi ölç bakalım,

nefsine dar gelip,
senin şimdi bunaldığın bu resmin arkasında olanı görmek kâbiliyeti edinmeye çalış,

güzel gördüğünün ardında da güzel olduğunu düşünüp avunmak hatâsına sürükleme başını,

Ve

"ALLAH c.c. kuluna kâfi değil mi?"

diyerek kendimi didikliyorum ki,
aklım başıma gelir inşâe ALLAH diye,

çünkü bu akıl bu başta durmalı,
alıp başını nefsin elinde genişlik peşine düştüğü her zaman da
başım sıkıntıdan kurtulmuyor.

Bunlar başarabildiğim sürece benim iyilik hâlime vesîle oluyor,

gevşediğim zamanlarda ise muhakkak nefsimden bir tokat yiyorum,

ALLAH c.c. her hâlimizi dâim hayr etsin inşâe ALLAH,
nefsimizin elinde oyuncak ve kıymetsiz olmayalım inşâe ALLAH.

Es-Sabur dâim Sabur celle celâluhu....

Âmin ecmaîn.
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


EYYÜB (A.S.) SABRI



Belâ ve musibetlere sabredenlerden biri de ALLAH’ın elçisi Eyyüb aleyhisselamdır. Onun sabrı tarihinde ve bütün cihanda meşhurdur. Eyyüb aleyhisselam ne zaman namaza dursa, hiçbir şey onun gönlünü ALLAH’tan ayırmazdı. Yani onun gönlüne Haktan gayrı bir şey asla girmez ve orada yer etmezdi. İbadet ve taat hususunda o derece sabırlı ve tahammüllü idi ki, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH onu meleklerine methederdi. Onun sabır ve tahammülü yerde-gökte yayıldı. ALLAH'ın bütün ruhani varlıkları yani melekler, manen onu ziyarete geldiler. Bu arada şeytan da onun bu izzet ve ikbalini görünce kendisini kıskandı, hased etti. Bir ara ALLAH’a niyazda bulunarak dedi ki:

-“Ey alemlerin Rabbi, bu kuluna ne kadar izzet, ikbal ve azamet vermişsin ki, bütün melekler onu ziyarete gelirler..”

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH buyurdu:

-“Eyyüp benim sabırlı kulumdur. Sabırlı kullarıma bu izzet ve ikballer bile azdır.”

Şeytan tekrar niyazda bulunarak dedi:

-“Ey alemlerin Rabbi, benim de senden bir dileğim var. Eğer izin verirsen ben de gideyim ve o kulunu deneyeyim. Eğer benim denemem de doğru çıkarsa senin o kulunun hakikaten sabırlı olup-olmadığı belli olur…”

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH buyurdu:

-“Ey rahmetten kovulmuş, sana izin, bir de sen dene!..”

Şeytan vardı, Eyyüb aleyhisselama binbir vesvese verdi. İlk defa malının- mülkünün telef olacağını vesveselemekle işe başladı. Daha sonra da evlad-ü iyal vesaire hususunda vesveseler verdi. Fakat her hususda Rabbına son derece mütevekkil olan Eyyüb aleyhisselam onun vesveselerine hiç aldırış bile etmedi. Her zamanki gibi işi gücü ve ALLAH’a ibadet ve taati ile meşgul oldu. Nihayet şeytan Eyyüb aleyhisselama şöyle bir vesvese verdi. Dedi ki:

-“Ya Eyyüb, burada hiç umursamaz bir vaziyette duruyorsun. Fakat kendisine güvenip mütevekkil olduğun Rabbin şu anda senden tamamen yüz çevirmiştir. Nitekim şu anda, dağdaki davarlarının hepsi de telef oldu. Onlara bir salgın geldi. Canlı bir tek koyunun bile kalmadı..”

Eyyüb aleyhisselam, şeytanın bu vesvesesine de hiç aldırış etmedi. Önce ALLAH’a hamd ve senada bulundu. Sonra da şeytana hitaben dedi ki:

-“ Sen, ey ALLAH’ın rahmetinden uzak olmuş şeytan! Koyunlarımın hepsinin mahvolduğunu söylüyorsun. Varsın mahvolsun. Onlarla benim alakam ne ki? Ben, ALLAH’ın aciz ve zayıf bir kuluyum. Kulun da nesi varsa efendisindendir. Efendi, kendi koyunlarını kırmış bana ne? Ben sadece bir kulum ve kulluğumu bilirim..”

Şeytanın ilk defa mal-mülk ve dünyalıktan vesvese vermesinden de anlaşılıyor ki, insanoğlunun en zayıf noktalarından biri mal hususudur. Şeytan müminleri yoldan çıkarmak istediği zaman önce malına el atar, malı canibinden vesvese verir. Gerçekten öyledir. Şeytan insanoğlunun en çok malı ile oynar. Eğer malı ile onu yoldan çıkaramazsa evlad-ü iyaline geçer, onlarla vesvese verir. Bu da tutmazsa kişinin kendi bedenine el atar, o hususda vesvese verir.

Mallarının telef olduğu şeklinde Eyyüb aleyhisselama vesveseler veren şeytan, ondan yukarıdaki cevabı alınca perişan oldu. Bu yoldan onu aldatamayacağını anladı. Bu sefer de, bermütad, evlad-ü iyal hususuna geçti. Eyyüb aleyhisselamın bir çok evladı vardı. Şeytan, onların başına bir şey gelebileceğini, binaenaleyh hepsinin birden ölebileceğini vesveseledi. Ancak Eyyüb aleyhisselam buna da hiç aldırış etmedi. Şeytana şu cevabı verdi:

-“Bugün mülk kimin? Hiç şüphesiz ki bir ve Kahhar olan ALLAH’ım.”

Hem dedi ki:

-“Benim evladlarıma can veren ALLAH’dır. Elbette alacak olan da odur. Madem ki canı veren odur. O halde istediği zaman bu canı almak da O’nun hakkıdır. Bundan bana ne ki? Veren O, alan O..”

Eyyüb aleyhisselamdan bu sözleri dinleyen şeytan, onu ALLAH yolundan çıkaramayacağını anlamıştı. Çok hayıflandı, canı sıkıldı. Sonra yine ALLAH’a niyazda bulunarak dedi ki:

-“Ey alemlerin Rabbi, Eyyüb kuluna ne büyük sabır ve tahammül gücü vermişsin ki, insanların en büyük iki zaaf noktası olan mal-mülk-dünyalık ve evlad-ü iyal hususunda kendisine nekadar vesvese verdimse senin yolundan saptıramadım. Eğer iznin olursa şimdi onu bir de kendi bedeni yönünden deneyeceğim..”

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH buyurdu:

-“Ey benim rahmetimden kovulmuş! Bana güvenen, bana tevekkül eden ve benim yolumda olan kullarımı sen asla saptıramazsın. Sen benim kudretimin kabzasında olan gönüllere nasıl nüfuz edebilirsin ki? Sana izin. Git istediğin denemeyi yap.”

Gerçekten ALLAH’a güvenip ona mütevekkil olanlara şeytanın vesvesesi asla tesir etmez. Nitekim ALLAH’ın Resulü peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadislerinde şöyle buyururlar:

-“Her kim ki ALLAH’la olursa ALLAH da onunla olur.”

Şeytan şanı mübarek ve yüce olan ALLAH’tan izin alınca hemen gitti. Eyyüb aleyhisselama kendi bedeninin sıhhati bozulup hastalanacağına ve dehşetli sıkıntılar çekeceğine dair çok vesveseler verdi. Ancak Eyyüb aleyhisselam bütün bu vesveselere de hiç aldırış etmedi. Bir müddet sonra Eyyüb aleyhisselam bir çok rahatsızlıklardan muzdarip duruma düştü. Çok acılar çekti, sıkıntılara maruz kaldı. Ancak hiçbir suretle şikayetçi olmadı. Hep ALLAH’a şükretti. Halbuki o sıralarda onun maruz kaldığı bedeni mihnet ve meşakkatler adeta bir insanın tahammül gücünün haricindeydi. Buna rağmen Eyyüb aleyhisselam sabretti tahammül gösterdi ve asla şikayetçi olmadı. Bütün bu ızdırap ve meşakkatleri çektiği esnada söyledikleri de sadece şuydu:

-“Ey Rabbım, bana hastalık ve mihnet isabet etti. Sen merhametlilerin en merhametlisin, sen bilirsin.” (Enbiya suresi, ayet: 83)

İşte bu ayet, Eyyüb aleyhisselamın gerçekten büyük bela ve musibetlere maruz kaldığını ve bütün bunlara sabır- tahammül gösterdiğini açıkça ifade etmektedir.

ALLAH’ın rahmeti onun üzerine olsun, büyüklerimizden Bayezid Bestami, bu kıssası mevzuunda der ki:

Eyyüb aleyhisselamın:

-Ey Rabbim, bana hastalık, mihnet ve sıkıntı isabet etti. (Enbiya suresi, ayet:83)

Demesi benim taaccübüme gitti. Kendi kendime dedim ki:

-“Ya Eyyüb, sen ki; ALLAH’ın medhine mazhar olmuş bir peygambersin. ALLAH’ın takdir ve iradesi dahilinde vuku bulmuş bir mihnetten dolayı niçin inlersin?”

Bunu söyledikten bir müddet sonra ruhlar aleminde Hz. Eyyüb aleyhisselamın ruhu ile karşılaştım. Yukarıdaki sözlerime cevaben bana aynen şunları söyledi:

-“Ey Bayezid, ALLAH O’dur ki, kişi O’nu bırakır da neye güvenir ve tevekkül ederse hemen ona hicab olur. Ben kişinin kendisine değil, daima ALLAH’a ve onun inayetine güvenmesi gerektiğini anladım. Oğullardan, kızlardan, hısım ve akrabadan, dost ve ahbabdan, maldan-mülkden.. kişiye hiçbir fayda olmadığını da anladım. Sabır ve tahammülden başka hiçbir dayanağımın olmadığını anladım. Nihayet bu sabır ve tahammülün de Rabbım ile benim aramda bir perde olduğunu ve yüce bir dağ gibi ALLAH ile benim aramı ayırdığını farkedince sabır dağını da yıktım, kül gibi savurdum, bir hiç haline getirdim. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH’a işte böyle bir hiçlikle vardım. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH bana:

-“Sen kimsin?”

diye sordu. Ben de dedim ki:

-“Ya Rabbi, ben bir hiçim. Bende kimlik kalmadı ki haber vereyim!..

Böylece, ben, kulluk makamında bir hiç olduğum için, benim iflasımı ve yokluğumu kabul ederek, nezd-i alilerine aldılar. Artık şimdi ben Rabbimin sevgili kulları arasındayım!..”


Eyyüb aleyhisselamdan bunları dinleyen Bayezid Bestami daha sonra şöyle dedi:

-“Bundan böyle, peygamberim Hz. Muhammed olduğu gibi, şeyhim de sabır aleyhisselamdır..”

İşte bu anlattıklarımız ALLAH’ın elçisi Eyyüb aleyhisselamın musibetler ve mihnetler karşısındaki sabrı, sükuneti ve tahammülüdür. Birer müslüman olarak bizlerin de dûçar olabileceğimiz mihnet ve musibetleri sabır ve tahammülle karşılamamız, ah-vah etmememiz gerekir. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH musibetler karşısında herbirimize sabır ve tahammül ihsan buyursun..

Bilhassa hastalık hallerinde çok sabırlı olamak, hastalığın tedavisi ile uğraşmakla beraber ALLAH’a hamd ve şükürden de geri durmamak gerekir. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, herbir derdin mutlaka davasını ararken, diğer taraftan da ALLAH’a hamd ve şükür etmektir. Hastaların hastalık esnasındaki bir çok hareketleri ibadet olarak kabul edilir. Mesela Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadislerinde şöyle buyururlar:

-“Hastanın inleyişi tesbihtir. Bağırışı tehlildir. Nefes alışı sadakadır. Uykusu ibadettir. Bir yerden bir yere götürülüşü ALLAH yolunda cihaddır. Sıhhatli iken işlemekte olduğu ibadetlerin en iyisi gibi ibadetler hasta iken de yazılır..”

Bir mümin hastalanınca, sıhhatli iken onun işlediği kötü amelleri yazmakta olan meleğe ALLAH buyurur ki:

-“Onun defterinden kalemi çek. Yazma. Doğrusu, o, benim bağımdır."

Yine şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, o kişinin iyi amelerini yazmakta olan meleğe de der ki:

-“Sıhhatli iken işlediği güzel amellerini yaz.”

Şu halde herhangi bir suretle hastalanan bir mümin, ah-vah etmemeli, inleyip şikayetlerde bulunmamalı, bilakis bir taraftan hastalığının tedavisi ile meşgul olurken, diğer taraftan da ALLAH’a çok çok hamd-ü senalarda bulunmalıdır. Esasen hastalanınca ah-vah etmenin, hastalıktan sağa-sola şikayetlerde bulunmanın hiçbir faydası yoktur. Bu şekilde hareket eden birisi, bu hareketiyle derdine deva bulamayacağı gibi, ALLAH’ın indindeki manevi ecirden de mahrum kalmış olur…

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, hastalık halinde herbirimize sabır ve tahamüller versin, kendisine hamd ve senalarda bulunmak nasib eylesin.

Şu hususa da işaret edelim ki, hastayı ziyarete gitmenin veya ölünce cenazesine katılmanın büyük sevab oluşu da, hastalık halindeki ibadetlerin, hamd ve senaların derece bakımından yüksek olduğunu gösterir. Mesela peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin hastaları ziyaret hakkında söylenmiş bir hadisleri şöyledir:

-“Her kim ki bir hastayı ziyaret ederse ALLAH için yediyüz gün oruç tutmuşçasına sevaba girer.”

Bütün bunlar bize:

1) Hastalık halinde ALLAH’a hamd ve şükürler ederek sabırlı ve tahammüllü olmanın,
2) Hastaları ziyaret etmenin,
3) Ölürse cenazelerine katılmanın ne derece sevab olduğunu ifade etmektedir.

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH herbirimize hastalıklara sabır ve tahammül kolaylığı versin. Musibet ve hastalık hallerinde bir mümin gibi hareket etmek nasib eylesin…

ALLAH kendisinden razı olsun, sahabeden Ebu Hureyre anlatır:

Bir defasında Peygambermiz sallallahu aleyhi ve selleme sordular:

-“ Ey ALLAH’ın Resulü, dünyada bela ve musibetlerin büyüğü en çok kimlere gelir?”

ALLAH’ın Resulü buyurdular:

- “Peygamberlere ve onlara benzeyenlere..”

Demek ki dünyada meşakkat ve sıkıntılar her kula gelebilmektedir.
ALLAH kendisinden razı olsun, Hz. Aişe’nin Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem rivayet ettikleri bir hadis şöyledir. ALLAH’ın Resulü buyururlar:

-“Şanı yüce ve mübarek olan ALLAH, bir diken batmasıyla bile, o müminin bir günahını yargılar.”

Bir kulun ayağına bir diken batmasıyla onun bir günahını gideren ALLAH,elbette daha büyük mihnet ve meşakkatler için, onlara maruz kalan kullarının daha büyük günahlarını giderecektir. Şu halde, mihnet ve meşakkat karşısında feryad-ü figan etmemeli, bilakis mihnet ve meşakkatlere sabır ve tahammülle karşı koymaıdır. Esasen mihnet, meşakkat, musibet ve belalar karşısında feryad-ü figan etmenin hiçbir faydasıda yoktur..


Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim

Ey evlat! Hâlen içinde bulunduğun hevesi bırak. Sözde ve işte büyük yolculara uy. Yalancı dava ile onların ermiş olduğu makama varacağını sanma. Onlar belaya sabrettikleri gibi sen de sabret; on­ların hâline böylece erebilirsin.

Tecrübe kabilinden gelen bela olmasaydı insanların çoğu âbid ve zâhid olurdu. Lâkin onlara bela gelir, sabredemezler. Bu hâl on­lara Yaratıcı'dan perde getirir. Bazı acı hâllere sabırla karşı dura­mayana bir şey verilmez. Sabrı ve razı olmayı bırakırsan HAKK'a kul olmaktan çıkarsın. Sebebi ise sabırsızlığın ve razı olmayışın. HAK Teâlâ bazı kitaplarında şöyle buyurdu: "O kimse ki, hükmüme razı değildir, tecrübe yollu gönderdi­ğim belaya sabretmiyor, kendisine benden başka ilâh arasın."

Onunla kanaat sahibi olun ve başkasını bırakın. Mukadder olan ister lehimizde olsun, ister aleyhimizde, gelir. Ne ise olur. İmana er­mek için teslim olmanın hakikatine varın. İkan -tam iman- yolu­nu bulmak için imanın hakikatine ermeye çalışınız. Bu hâllere erin­ce daha önce görmediğiniz şeyleri görürsünüz. HAK Teâlâ, her şeyi size olduğu gibi gösterir. Haber olarak duyduğunuzu açıktan seyre dalarsınız. İkan, sizi HAKK'a götürür ve cümle eşyayı O'ndan göste­rir. Kalp, HAK kapısına varınca keramet elleri uzanır, başına iyilik­ler yağdırılır. O iyiliği bulan kerim ve her şeyden üstün olur. Halk arasında iyilik bakımından üstün tanınır. Hiç bir manevî hâl ondan esirgenmez. Kalp, HAK ıslâh etmiş ise kerimdir. İnsanın iç âlemi kir­lerden uzak olursa, hoş olur. İnsan bu hâllere erebilir. Çünkü insa­na iyiliği, iyilik yapanların en iyisi yapmaktadır.


Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



SABR-I CEMİL’E ÖRNEK BİR HİKAYE


ALLAH kendisinden razı olsun, ashabdan Cabir Ensari’nin bir devesi vardı. Bir defasında, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selleme bir ziyafet vermek istedi. Bu maksatla o bir devesini keserek ALLAH’ın Resulünü davet etti. Kendisinin iki de küçük oğlu vardı. Bunlardan biri mektebe giderdi. Diğeri de evde otururdu. Evde kalan bu küçük oğlu, o gün babasının deveyi kesişini seyretmişti. Cabir, deveyi kesip etlerini parçaladıktan sonra, karısına onları pişime hazırlamasını söyleyerek kendisi bir balta aldı. Dağa odun kesmeğe gitti. Derken, mektepte olan diğer oğlu geldi. Orada kan izlerini görünce, küçük kardeşine sordu:

- Bu kan izleri de ne?

Küçük kardeşi dedi:

- Babam devemizi kesti.

Büyük çocuk devenin nasıl kesildiğini hiç görmemişti. Merak etti. Kardeşine tekrar sordu:

-Babam deveyi nasıl kesti, anlatır mısın?

Küçük çocuk hemen içeri gitti. Babasının deveyi kestiği bıçağı aldı, getirdi ve:

-İşte bununla kesti.

dedi. Fakat büyük kardeş bu kadarla tatmin olmamıştı. Kesme işini babasının nasıl yaptığını iyice anlatmasını istedi. Bunun üzerine küçük çocuk da:

-Yat öyleyse. Babamın deveyi bağladığı gibi ben de seni bağlayayım ve iyice tarif edeyim.

dedi . Derken, büyük çocuk yattı. Küçüğü de onun ellerini ve ayaklarını bağladı. Bıçağı da eline aldı ve büyüğünün boğazına dayayarak:

-İşte böyle kesti derken, heyecanla, gerçekten onun boğazını kesiverdi. Biraz sonra da büyüğünün ölmüş olduğunu gördü. Bu arada anaları dışarı çıkmıştı. Büyük oğlunun bağazı kesilmiş olarak yatmakta olduğunu hayret ve dehşetle müşaahede etti. Küçük oğlu da oradaydı. Ona sordu:

-Kardeşini kim kesti?..

Küçük dedi:

-Ben kestim. Mektepten gelince devenin kesilmiş olduğunu gördü. Bana, babamın deveyi nasıl kestiğini tarif etmemi istedi. Ben de bunu kendisine anlatmağa çalışırken heyecanla bıçağı boğazına çalıvermişim. Böylece onu kesmiş oldum..

Bu manzara karşısında dehşete kapılan kadın, o halet-i ruhiye içinde oğlunu kovalamaya başladı. Çocuk da oradan oraya kaçarken damdan düştü ve oracıkta o da öldü. Büsbütün şaşıran kadın, sadece şu sözü söyledi:


-Elhükmü lillah- Hüküm ALLAH’ın!..

Sonra, birazdan evlerine ALLAH’ın Resulünün geleceğini düşünerek bu meseleyi öteye- beriye duyurup onu taciz etmek istemedi. Hemen her iki çocuğun da cesedlerini aldı. Bir odaya kayarak ağzını kilitledi.

Biraz sonra kocası geldi. Odunları getirmişti. Yaktılar. Eti pişirdiler ve yiyime hazır ettiler. Kadın sırf ALLAH Resulunün üzülmemesi için hadiseyi kocasına da anlatmamıştı. Nihayet ALLAH’ın Resulü teşrif buyurdular. Bundan başk, ashabın ileri gelenleri de gelmişlerdi. Hemen sofraya oturuldu. Daha yemeğe başlamadan, ALLAH’ın Resulü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ev sahibine sordu:

-Senin iki oğlun vardı. Hani onlar nerede?

Cabir Ensari, çocuklarının ölmüş olduğundan habersizdi. Peygamberimiz aleyhisselamın bu sorusuna şu cevabı verdi:

-Ya Resulullah, onlar çocuktur. Kim bilir nerede oyuna dalmışlardır..

Ancak ALLAH’ın Resulü ısrar etti:

-Onları da çağırın yiyelim. Birlikte yiyelim.

Cabir Ensari, hemen gitti. Resulullahın bu arzularını hanımına bildirdi. Çocukları bulup gelmesini söyledi. Fakat hanımı dedi ki:

-Ben onların payını ayırdım. ALLAH’ın Resulü yemeklerini afiyetle yesinler.

Cabir Ensari geri döndü. Onların paylarının ayrılmış olduğunu, sonra gelince yiyeceklerini söyledi. Ancak Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ısrar etti:

-Hayır, bu iki yavru gelip bizimle beraber yemedikçe ben bu yemekten yemem!..

Resulullahın bu ısrarı üzerine Cabir Ensari tekrar karısına gitti ve:

-ALLAH’ın Rasulü, çocuklar gelmedikçe yemek yemiyor. Neredeyse şunları bulup getirelim.

Dedi. Bu durumda kadın daha fazla dayanamadı. Kocasını doğruca çocukların cesedlerinin bulunduğu odaya götürdü ve hadiseyi olduğu gibi anlatarak şöyle dedi:

-Ben bütün bu acılara tahammül ederek meseleyi söylemedim. ALLAH’ın Resulü evimize geldi. Eğer bu durumu kendisine söylersek üzülür. Bizim ziyafetimiz de kendisine zehir olur.

Cabir Ensari, çaresiz kalmıştı. Gitti meseleyi olduğu gibi Resulullaha anlattı. ALLAH’ın Resulü de, çocukların cesedlerinin getirilmesini emretti. Gittiler , çocukların cesetlerini getirdiler. ALLAH’ın Resulü ile ashab, bu manzara karşısında çok züldüler. Resulullah kederinden donup kaldı. Fakat tam bu sırada vahiy meleği Cebrail aleyhisselam geldi. Resulullah’a selam verdi ve dedi ki:

Ya Resulullah, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH sana selam ediyor ve diyor ki:

-Resulüm ve Habibim dua etsin. O iki yavrunun tekrar hayata döndürülmesini benden istesin, Ashabı da amin desin. Ben de onlara tekrar can vereyim. Zira o iki yavrunun anası, sırf benim rızam için ve benim Resulümü üzmemek için bunca büyük acılara sabretti, tahammül gösterdi. Onun bu halis niyeti HAKK için ve Ben de yavrularına tekrar can vermeyi murat ettim..

Vahiy meleğinin getirdiği bu haber üzerine ALLAH’ın Resulü hemen ellerini kaldırdı. ALLAH’a hamd-ü senalarda bulundu. Sonra da o iki yavruya tekrar can verilmesi niyazında bulundu. Derken, o iki yavru adetauykudan uyanır gibi yavaş yavaş doğruldular. Tekrar hayata kavuştular. ALLAH’ın Resulü onlara sofraya oturmalarını söyledi. Onlar da hemen oturdular. Hep birden yediler, içtiler. Hem ALLAH’ın Resulü hem ashab, hem de çocukların anası ile babası şadman oldular..

Bu hem ALLAH’ın Resulünün bir mucizesiydi, hem de o anneye ALLAH’ın bir lütfuydu. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, musibetler ve belalar karşısında sabreden ve kendi yolunda ayrılmayan mümin kullarına çok ikram ve ihsanlarda bulunur. Onun lütuf ve inayeti gayet boldur. Yeter ki kullar O’nun yolunda olabilsin. Yeter ki, ALLAH’ın ve Resulünün ahlakı ile ahlaklanmış ve insanlık derecesini muhafaza edebilmiş olsunlar. Şunu da ifade edelim ki, ALLAH yolunda olan insanlar, bu dünyada birtakım sıkıntı ve meşakkatler çekmiş de olsalar ruhen yine bahtiyardırlar. Çünkü bilirler ki, her şey fani ve geçicidir. Bu dünyanın zevkleri, neşeleri geçici olduğu gibi, elemleri, kederi, sıkıntıları, mihnet ve meşakkatleri de geçicidir. İşte ALLAH’ın halis mümin kulları, bu dünyanın geçici elem ve kederleri ile asla meyusiyet duymazlar, elemlere kederlere duçar olmakla ALLAH yolundan asla ayrılmazlar.


Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »



Aziz müslüman kardeşim, şunu iyi bil ki; eğer bir insan, herhangi bir musibete maruz kaldığında bundan üzüntü duyarsa o kimse bir nevi sabırsızlık etmiş demektir. Böyle bir durumda sabr-ı cemil olmaz. Yani bu şekilde hareket edenlere güzel sabırlı denmez. İşte bunun içindir ki, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH şöyle buyurur:

- Güzel bir sabır ile sabret. (Meariç suresi ayet:5)

Sabırlı bir insan, hem mihnet- meşakkat halinde, hem de rahat-huzur halinde aynı halet içinde bulunmalıdır. İşte bundan dolayı demişlerdir ki :

- Sabır atına binen, kıyamete kadar sürçmez. Kıyamet günü ise kendisine hesapsız derecede ecir ve mükafat verilir.

Sabır bahsinde öyle bir esas vardır ki, sabrın her çeşidi onda bulunur. Daha önceleri de ifade etmiş olduğumuz gibi, nefse zor geleni ve hoşuna gitmeyeni işlemek ve onun zahmetine katlanmak, büyük bir sabırdır. Nitekim ALLAHın Resulü Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyururlar:

- Nefsin hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekte çok büyük hayırlar vardır.

ALLAH ondan razı olsun, İbni Abbas şöyle der:

- Sabr-ı Cemil, musibete maruz kaldığı halde bunu kimseye duyurmayan ve kendisinin bir musibete dûçâr olduğu ancak başkalarına sorularak öğrenilebilen kişilerin sabrıdır.
Bu musibet, ister, küçük musibet olsun isterse büyük musibet. İşte musibetler karşısında bu şekilde davrananlar ancak hesapsız ecirlere nail olurlar..

Resim


Eşreoğlu RUMİ (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim


İç âlem HAKK'a vasıl olmadıktan sonra açılmaz. O'nun kapısına vasıl olmayınca manevi bir hâl beklemek yersiz temenniden ibaret kalır. Bu yolda tek olanların yani seçilmişlerin ve tevbe yolu ile HAKK'a bağlı olanların yeri O'nun kapısıdır.

HAKK'ın kapısına varır, iyi edeple orayı beklersen, boynunu eğer Ondan gelecek emre intizar edersen, O'nun yüce kapısı kalp yüzüne açılır. Ve cezbe işlerini elinde tutan kalbine bir kıvılcım atar. Kalpleri zatına yaklaştıran senin kalbini de yaklaştırır. O âlemlerin hoşluğunda uyutmaya güçlü olan sana da tatlı uykular verir. Kalpleri süsleyen O olduğu için kalbini süsler, kalp gözüne sürmeler çeker ve tatlılık ihsan eyler. Ve ferah emniyet konuşma duyguları verir. Çünkü bunları vermek O'nun elindedir.

Ey gafiller, siz neredesiniz. İşaret ettiğim şeye sizin kalbiniz ne kadar uzak duruyor? İşi kolay sanmaktasınız. Yapmacık hareket, zorlama ve nifakla elde edilir kanaatindesiniz. Hâlbuki öyle değil.

Bu anlatılan hâlin elde edilmesi için kader çekici altında sabra ve doğruluğa ihtiyaç vardır.

Kendini bir dene. Hâline bak. HAKK'a muhtaç olmadığını sanan sıhhatli ve O'na isyan eden biri olsan da sonradan tevbe edip hatalara nadim olsan istediğin hemen verilmez. HAKK'ı aramak kastı ile sahralara düşsen yine O'nu elde edeceğini sanma. Bu hâllerinde sana tecrübeler gelir. Bela ve afetler her yanını sarar. Bunlara da dayanmak kolay değil. ALLAH'ın kolay ettiğine kolaydır. Tecrübe edildiğin zaman nefsin içinde bulunduğu dünyalık şeylerin hiçbirini talep etmemelisin. Ancak böyle olursa bir şeyler elde etmen kabil olur. İmtihan günlerinde nefsin hiçbir arzusunu kabul etme ve ona bir şey verme. Bu uğurda sabrı elden bırakma. Sabra devam eder, nefsini alıştığı kötü itiyatlardan alırsan, dünya ve âhiretin mülkü senin olur. Nefis sabrını kaybettiği an hepsini kaybeder, çektiği zahmetli işler boşa gider.

Ey tevbekâr! İbadetlerinde sebat et, ihlâslı ol ve nefsini şuna alış­tır: Hâdiseler değişebilir, belalar gelebilir.

Ve nefse şunları da öğret ki; ALLAH, geceyi gündüz ve gündüzü de gece yapar. Evdeki çocuklara, komşulara, dostlara ve irfan sahiple­rine nefis hakkında çeşitli vukuat koyar. Dilerse hiçbirine nefsi sev­dirmez. Hiç kimseyi yakın etmez. Her şey, ama her şey O'ndan kaçar. İşte, bunları nefse söyle. Olması mukadder olan bu işlere alışsın. Ve desin: “Evet, bunlar olur, kabul ediyorum.”


Eyyûb (a.s) Peygamber’in hikâyesini işitmedin mi? Hak Teâlâ, onu, Zât'ına has kılmak ve sevgi yönünden hakikate erdirmek iste­mişti. Ve dilemişti ki, o peygamber için Zât’ından gayrisi kalmaya... Dinle ki, onu nasıl ehlinden ayırdı, malını yok etti, çocuklarını kaçır­dı. Bir mezbele köşesine bıraktı; yanında yalnız hanımı kaldı. Onun için ne mamur şehir vardı, ne de başkası.

O kadıncağız gündüzleri hizmetçilik eder; kazandığı para ile ko­casının gıdasını temin ederdi.

O peygamberin eti, derisi ve kuvveti yok olmuştu; yalnız gözü, kulağı ve kalbi sağdı. HAKK'ın acayip kudretini görür, dilden zikreder, kalbi ile de Hakk'a münacat ederdi.

HAK Teâlâ ona kuvvet ve kudretinin hikmetli yönlerini gösterdi.

Melekler ona salât eder, her zaman ziyaretine gelirdi. O, insan­larla ilgisini kesti; HAK'la ünsiyet etti. Sebeplerden, güçten, kuvvet­ten elini çekti. Hak sevgisinin esiri oldu. O'nun kaderine uydu. O'nun iradesine tâbi oldu. Ezelde yazılan yazıya bağlandı. HAKK'ın ona emri, yalnız: “Sabret” olmuştu.

O, bunu yaptı. Sonrası açıktan belli oldu. Öncesi acı idi, sonra tatlı oldu. Çektiği bela içinde bir hoş geçim vardı. İbrahim Peygam­ber'e de aynısı olmuştu; ateş içinde hoş şeyler bulmuştu.

ALLAH yolcuları bela anında sabra sarılırlar. Sizler gibi bağırıp ça­ğırmazlar.

Belanın çeşitleri vardır, her zaman değişik, muhtelif şekillerde gelir. Bazen insanın vücuduna gelir, bazen kalbine... Bir kısım bela halkla olur, bir kısmı da Yaratan'la... Gelen bela bir yönden gelmediği gibi tek şekilde de görülmez. Onun gelişinde hikmetler vardır. Sab­retmek, dayanmak gerekir. Belayı görüp onun zahmetine katlanmayanda hayır yoktur. Belalar, HAK Teâlâ'nın kapışılması gereken ni­metleridir. Âbid, zâhid ve takva yolunda olan kimseler için bela dünyada en büyük keramettir; bu zâtların öbür âlemdeki nimetleri cen­net olur.

İrfan sahipleri için en büyük ganimet, inandıkları gibi kalmak­tır. Onlar için dünyada bundan büyük nimet olmaz. Öbür âleme ge­çince ateşten halâs bulurlar. Orada her arzuları yerine gelir; istedik­lerini önlerinde bulurlar. Bela güçlüğü onlar için ne önem taşıyabilir ki? HAK tarafından onların kalbine bela anında şöyle denir: “Sakin ol, bunda ne var ki... Bulunduğun hâlde sabit kal...
Sende iman var, her hâlinde iman nuru parlar. İman sahipleri sen­den nur almaya, imanlarını canlandırmaya koşarlar. Burada hâlin böyle; öbür âleme gidince şefaatçi olursun; sana da zaten şefaat edil­miştir. Sözün tutulur. Halktan çok kişinin nârdan kurtulmasına sebep olursun. Şefaatçilerin efendisi olan peygamberin elinde durursun. Belanın gelmesine üzülüp onunla meşgul olma. Bunlar imanın yer­leşmesini sağlar. Marifet hâlini geliştirir. Sonunda da selâmet gelir. Peygamberlerin yolunda yürümüş olursun. Rasûller arkadaşın olur. Doğru kimselerle sohbet sana nasip olur. Onlar halkın gözdeleridir.”


Yukarıdaki kelâm, irfan sahiplerinin kalbine defalarca söylenir. Her tekrar ancak onun çekinmesini, korkusunu edebini çoğaltır. Ve fazlaca şükretmesine sebep olur. ALLAH yolcuları, HAKK'ın buyurduğu şu yüce âyetleri bilip anlarlar: “

ALLAH dilediğini yapar.”
(el-Hac, 22/14)

O yaptığından sorumlu olmaz; hâlbuki cümle kullar, sorum­ludur.” (el-Enbiyâ, 21/23)

Âlemlerin RABBi olan ALLAH dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (et-Tekvîr, 81/29)

Ve o HAK yolcuları bilir ki, ALLAH ancak kendi dilediğini yapar, kulların dilediğini değil... Ve o, her an bir şan alır. Hemen yapar, sonraya bırakır. Yücelere çıkarır ve düşürür. Aziz kılar, zelil eder. İstediğine velayet verir ve dilediğini azleder. O hem öldürür, hem de diriltir. Zenginlik ve fakirlik O'nun elinde bulunur. Vermeyi ve al­mayı O yapar.

ALLAH yolcularının kalbi için karar yoktur. Hepsi Yaratan'ın kudretindedir. O dilerse değiştirir tebdil eder. Yakınlık verir ve uzaklara atar. Ayağa kaldırır ve oturtur. İzzet sahibi kılar ve zillete düşürür. Aniden bütün feyzini keser ve birden yine verebilir.


ALLAH yolcularının hâli daima şekil değiştirir. Ama hâl ne olursa olsun onlar ibadet ayağını hakikati takipten geri almazlar; edepli ve başları eğik olurlar.

ALLAH'ım Zât’ında iyi edepli olmayı bize nasip eyle. Hele seçme kullarına karşı edebimizi hiç bozma. Sebeplerle ilgilenmek ve onlara dayanmak hâlini bizden uzak kıl. Tevhid hâlimizi senin için sabit eyle. Sana tevekkülümüz tam olsun. Seninle zengin olalım. Her der­dimizi sana açma duygusunu bize nasip eyle. Sözümüzle, işimizle bizi belaya atma onlar için bizi sorguya çekme. Bize kereminle muamele et. Hatalarımızdan geç ve müsamaha ile karşıla.

Âmin!..



Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »



Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor:

ALLAH sevdiği kimseyi üzmez; ama tecrübe için bazı belâ verir.

İman sahibi odur ki, bu belâ geldiği zaman sabreder. ALLAH, yararsız hiç bir belâ indirmez. Her belâ bir iyiliğin öncüsüdür. Bu iyilik ya dünya için veya âhiret için olur. İmanlı kimse belâya sabırla karşı koyar. ALLAH gönderdiği için razı olur. RABBini itham etmez. Niçin geldi? diye çıkışmaz.

Mü'min, inandığı ile uğraşır. Bu uğraşmak, imanlıya belâyı hatırlatmaz..


Resim


Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen MINA »

ALLAH'ım Zât’ında iyi edepli olmayı bize nasip eyle. Hele seçme kullarına karşı edebimizi hiç bozma. Sebeplerle ilgilenmek ve onlara dayanmak hâlini bizden uzak kıl. Tevhid hâlimizi senin için sabit eyle. Sana tevekkülümüz tam olsun. Seninle zengin olalım. Her der­dimizi sana açma duygusunu bize nasip eyle. Sözümüzle, işimizle bizi belaya atma onlar için bizi sorguya çekme. Bize kereminle muamele et. Hatalarımızdan geç ve müsamaha ile karşıla.

Âmin!..
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »



ALLAH Resûlü (s.a.v.) buyuruyor:

“Müminin işi tuhaftır, her işi hayırdır. Bu yalnız mümine vergidir. Sevindirici bir işle karşılaşsa şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Herhangi bir sıkıntıya maruz kalsa sabreder, bu da onun için hayırlı olur” ve “İmanın en üstün derecesi, her durumda özellikle sıkıntılı anlarda sabretmek ve cömert olmaktır.”


Resim

(Müslim, Zühd: 64; Dârimi, Rikak: 61; İbn Hanbel, Müsned: 5/24.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »



“Ey İman edenler! Sabır göstererek ve namaz kılarak yardım isteyin.
Hiç şüphesiz ALLAH sabredenlerle beraberdir.”

Resim


Bakara Suresi 153

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »




İyiliğin gelmesini, kötülüğün gitmesini isteme..
Eğer kısmetinde sana gelecek bir nimet varsa, kaçsan da gelir; dursan da.
İstersen o belânın kalkması için duaya sarıl..
İstersen ALLAH için kendini bir yere attır; elbette gelecek gelir..


Sana lâzım olan bunların hepsinde HAKK'a teslim olmaktır.
Hepsini Ona teslim et.. Eğer nimet gelirse şükretmeye başla!..
Belâ da gelirse sabretmeye çalış..
Gizlemeye çalış!
Gücün yettiği kadar gidermeye gayret et..
ALLAH'ın sana verdiği manevi hâlin kuvvetiyle ve gittiğin yolun icabı olarak bunları yapmak mecburiyetindesin..
Öyle bir yoldasın ki HAKK'a taatle ve herşeyi hoşgörmekle emrolunmuşsun.
Ancak böyle Refik-i alâya çıkabilirsin..
Bu hâle gelince senden evvelkilerin yerine makamına varırsın. Senden evvel padişaha gidenleri ve yaklaşanları orada bulursun. Onun yanında her iyilik yolunu, rahatı, kerameti ve nimeti görürsün; kavuşursun..

*

Belâyı bırak gelsin, seni ziyaret etsin..
Yolunu aç, kapama.
Önünde durma..
Sana gelmesinde ve seni yoklamasından korkma..
Nasıl olsa cehennemin ateşinden daha şiddetli değildir.

*

Eğer sabreder, HAKK'a uyarsan mükâfatını görürsün..
Belânın gelmesi seni heyecana düşürmesin. Yaklaşması seni çekindirmesin. Çünkü bela seni öldürmek için gelmez, seni tecrübe etmek için gelir, imanın sıhattini ölçmek için gelir..
HAKK'a karşı olan bağlılığını kuvvetlendirmek ister; senden memnun olur, seni HAKK'a müjdeler
..

ALLAH'ü Teâlâ buyurdu:

-"Biz sizi imtihan ederiz; ta ki içinizde mücahitleri anlayalım.. Ve işlerinden haberdar olalım.."

HAKKA'a karşı imanın doğru olması ve onun işlerine boyun eğmek muvafakat göstermen yine onun sana bir lütfu ve merhametidir.. Bunu böyle bil ve sonuna kadar sabra devam et!.. HAKK'a uyar bir müslüman ol. Artık bu hale benzedikten sonra senden veya başkasından ALLAH'ın emirlerini yapmaktan başka birşey bekleme.. Ve yasaklarından kaçınmaktan gayrı birşey umma..



Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


ÖFKEYİ YENMENİN FAYDALARI



Ey müslüman kardeşim, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH sana da bana da muvaffakiyetler versin. Şunu iyi bil ki, öfke bir ateşten ibarettir. Düştüğü yeri mutlaka yakar. Bir yere düşen ateş etrafını yaktığı gibi, öfle de düştüğü yerin etrafını yakar. Mesela:

1) Kişiyi imandan çıkarabilir,
2) Adam öldürtebilir,
3) Kan döktürebilir,
4) Gönül kırdırabilir,
5) Mala-mülke zarar verdirebilir..

Hasılı öfkenin sebep olabileceği kötülükler pek çoktur. Şu halde öfke gelince sabr-ı cemil ile bu ateşi savurmak ve korku suyu ile söndürmek gerekir.Öfkelendikleri zaman ona hakim olabilenler, bunun faydasını hem bu dünyada görürler, hem de ahirette. Zira öfkelenen insan, eğer öfkesine hakim olmazsa mutlaka bir zararla oturur. Ani bir öfkenin sonu mutlaka bir zarardır. Eğer yaptığı bu zarar, bir gönül yıkma, birine zarar verme, yahut birinin canına kıyma şeklinde ise bunun cezasını da ayrıca ahirette görür. Bütün bunlardan başka, öfkesine hakim olduğu taktirde ALLAH katında nail olacağı hesapsız ecir ve sevaptan mahrum kalır. Zira öfkelendiği zaman öfkesine hakim olanlara ALLAH katında hesapsız ecir ve sevaplar vardır. Nitekim şanı mübarek ve yüce olan ALLAH buyurur:

- Şurası muhakkak ki, sabredenlerin ecri hesapsız olarak ödenecektir. (Zümer suresi, ayet:10)

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, öfkesini yenenleri bir ayetinde şöyle över:

- Öfkelendikleri zaman öfkelerini yenenler, kendilerine karşı işlenen kusur ve hataları affedenler.. (Âl-i İmrân suresi, ayet:134)

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin öfke ve öfkeye hakim olma hususunda söylenmiş hadisleri pek çoktur. Mesela şu hadis bu cümledendir:

-“Bir kimse öfkesinin gereğini yapmağa ve karşısındakine her türlü kötülüğü etmeğe muktedir olduğu halde sırf ALLAH rızası için öfkesine hakim olur da o kimseye bir şey yapmazsa ALLAH da kendisinin kalbini emniyet ve imanla doldurur."

Yine ALLAH’ın Resulü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin diğer bir hadisleri de şu mealdedir.

- Cehennemde büyük bir kapı vardır ki, oradan kendi nefsi için başkalarına öfkelenenleri cehenneme atarlar. Öfkelendikleri zaman öfkelerini yutarak başkalarına hakaret etmiyenleri, azarlamayanları, şeref ve haysiyetlerine tecavüz etmiyenleri gönül yıkmayanları ve af ile muamele edenleri ise ALLAH kıyamette mahcup etmez.

ALLAH ondan razı olsun, ashabın büyüklerinden ve Resulullah’ın halifelerinden Hz. Ömer anlatır:

Bir defasında Resulullah’a vardım ve dedim ki:

-Ey ALLAH’ın Resulü, bana öyle bir amel söyle ki, hem az olsun, hem de benim gönlümü illetten kurtarsın..

ALLAH’ın Resulü buyurdular:

Ey Ömer

1) Suçlunun suçunu bağışla,
2) Kimsenin şeref ve haysiyetini yıkma,

Suçlunun suçunu affeden ve onun şeref ve haysiyetini koruyan kişileri de kıyamet günü ALLAH affeder ve şeref ve haysiyetlerini korur, kusur ve günahlarını yüzüne vurmaz. En büyük günahlarını dahi affeder.

Resulullah bunları söyledikten sonra ben aynı soruyu yine sordum. ALLAH’ın Resulü de:

-Kim olursa olsun, öfkene hakim ol, karşındakine hakaret etme!.. buyurdular. Ben bir daha sordum. ALLAH’ın Resulü de:

-Öfkeni yen.

Buyurdular. Nihayet bu sefer de dedim ki:

- Ey ALLAH’ın Resulü, beni ALLAH’ın hışmından hangi şey uzak tutabilir?

Resulullah buyurdular ki:

- Ya Ömer, öfkelendikleri zaman öfkelerini yenemiyerek karşısındakine vurmağa veya hakaret etmeğe kasteden, kendisini cehenneme atmış gibidir. Onun öfkelendiği, ister insan olsun, isterse hayvan olsun, bu böyledir. Hele öfkelendiği ve dövmeğe veya hakaret etmeğe kalkıştığı kişi ALLAH’ın salih kullarından biri ise durum daha da değişir. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, salih kuluna öfkelenen bu kimseyi kendisine düşman sayar ve rahmetinden mahrum eder.

Kırılan bir kalbi sonradan yapmak pek de kolay değildir. Onun için mümkün mertebe gönül yıkmamağa çalışmalıdır. Müminin gönlü ALLAH’ın nazargahıdır. Orayı yıkmamak, kırmamak gerekir. İşte müminlerin gönlü ALLAH’ın nazargahı olduğu içindir ki, hakiki müslümanlar orayı yıkmazlar, kırmazlar. Kazara öfkelenen halis müslümanlar, öfkelerine haim olurlar, karşılarındakine asla hakaret etmezler.

Öfkelenip de öfkelerine hakim olamıyanlar ve ötekine-berikine saldıranlar şeytanın maskarası olurlar. Öfkeye hakim olmak için, sabırlı ve tahammüllü olmalı, yumuşaklığa alışmağa gayret etmelidir. ALLAH’ın Resulü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyururlar:

-İlim, öğrenmekle; yumuşak huyluluk da öfkeye hakim olmağa çalışmakla olur.

Öfkelendikleri zaman öfkelerine hakim olamak için gayret sarfetmeyenler, karşılarındakilerin gönüllerini kırarlar, zararla otururlar.

Kıyamet günü olunca, mahşerde münadiler bağırırlar:

- Fazilet ehli olanlar gelsin!..


Bu arada bir bölük insanın cennete doğru gitmekte olduğu görülür. Melkler kendilerine sorar:

- Sizler kimlersiniz?

Onlar derler:

-Biz fazilet ehliyiz!

Melekler sorarlar:

-dünyada iken sizin faziletleriniz neydi ki?

Onlar der:

- Biz dünyada iken öfkelendiğimiz zamanlarda öfkemize hakim olurduk. Karşımızdaki insanlara her şeyi yapabilecek bir güçte olduğumuz halde, bunu yapmaz, sırf ALLAH rızası için öfkemizi yenerdik..

Onların bu sözleri üzerine melekler de derler ki:

-Haydi öylesyse gidin. Cennet sizlerindir. Zira şanı mübarek ve yüce olan ALLAH zaten sizlere cennetini va’detmişti…

Onlarda hemen yollarına devam ederler. Doğruca cennete giderler.

Emevi hükümdarlarından Ömer İbni Abdülaziz zamanında birisi ağır bir suç işlemiş ve idama mahkum edilmişti. Adamın tam idam edileceği sıralarda, hükümdarın hatırına şu ayet geldi:

- Öfkelendikleri zaman öfkelerine hakim olurlar, kendilerine karşı işlenen suçları bağışlarlar. (Âl-i İmran suresi, ayet; 134)

Hikümdar bu ayeti okudu. Kendi kendine biraz düşündü. Sonra cellada şöyle dedi:

-Bu adamı salıverin. Hakkındaki idam hükmünü infaz etmeyin. Ümit ederim ki, o bundan böyle birdaha suç işlemez. ALLAH da bize manevi ecirler verir.
Ve, idam mahkumu adam salıverildi.

Öfkelerine hakim olamayan kişiler, adeta küçük çocukların elinde oyuncak topa benzerler. Küçük çocukların o topla oynaması gibi, şeytan da öfkesine hakim olmayan kişilerle oynar.

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH herbirimize öfkelendiği zaman öfkesine hakim olmayı nasip eylesin.

Âmin!..




Eşrefoğlu Rumi (k.s.)
Müzekki'n Nüfus
(S.259-264)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »



İman sahibinin kalbi, 'niçin ve ne neden oldu' gibi sözleri bilmez.
Belki 'şundan veya bundan oldu', gibi yersiz lafları da dile getirmez.

Bildiği tek şey vardır, o da ;
'Başüstüne, hoş geldi; sefâlar getirdi..' diye karşılamaktır.





Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »





Ey aceleci, sabırlı ol, nasibini rahat ve kolay alır yersin. Sen ALLAH'a karşı irfan sahibi değilsin. Eğer O'na karşı irfan sahibi olsay­dın, hiç kimseye şikâyet etmezdin. O'nu gayrıya kesme arzusu duy­mazdın, O'nun önünde sessiz durur ve bir şey istemezdin. O'na ısrar­la dua etmezdin. Sana daha çok uyan hâlini alır, onunla sabır yolu­na girerdin.


Akıllı ol. Yapılan her işte tezkiye edilmeye ihtiyacın var. Olage­len hemen bütün işlerde tecrübe edilirsin. Nice işler ettiğine bakılır. Ettiğin ahde vefalı olup olmadığın denenir. O'nun daima sana baktığını ve hâlini bildiğini neden bilmez oluyorsun?

Öğrenmedin mi, keşkülünü omuzlayıp şahın evine giren: "Şunu da ver, bunu da ver." derse derhal kapı dışarı edilir. Her­hangi bir istek sahibi, kötü hırsla arzularını tatmine çalışmamalı.
Gerçi: 'Her ihtiyaç taleple görülür.' derler ama buna hırs karışmamalı.

İman sahibinin kalbinde hırs, saldırma ve boş talep olursa iman kemale ermez. İman sahibi, yalnız ALLAH'tan korkmalı ve yalnız O'ndan talep etmeli; aksi olursa iman sahibinin imanı kemale ermez. Böyle olmak, derin bir düşünce sahibi olmak ister. Peygamberlerin ve sâlih kulların hâline derinden derine bakmak lâzım, HAK Teâlâ, onları düşmanın elinden nasıl aldı ve işlerinde nasıl kurtuluş yolla­rını gösterdi? Bunları hep düşünmek gerek...

Doğru düşünce ile tevekkül hâsıl olur ve dünya kalbe girmez. Cinler unutulur. İnsanlar düşünülmez ve bütün halk fena bulur ve HAK anılır. Böyle olan bir kalbin sahibi, yaratılan yalnız kendisiymiş gibi kalır. Sanır ki, emirler yalnız kendisine... Sanır ki, yasaklar yal­nız kendisine... Halkın hiçbirine değil... Sanır ki, bütün nimetler üze­rine yağıyor; halka bir şey gelmiyor. Ve öyle bilir ki, bütün teklifler ve zor işler omzunda. Teklif dağlarına bakar, her cinsi ile görür; teklif sahibinden bir risale olarak kabul eder; hepsini yüklenir. Bu güçlüğe tahammül etmesinin sebebi, kullukta ve tâatte hakikate ermek içindir. Cümle halkın işini yüklenir; HAK Teâlâ da ona ait iş­leri üzerine alır. Kullara tabip olur; HAK Teâlâ da onun tabibi. HAKK'ın kapıcısı olur. HAK ile kullar arasında elçilik vazifesi yapma­ya başlar. Güneş olur, halka ışık salar. Yollarına o ışıkla devam eder­ler. Halkın yemeği, içmeği olur; ondan bir lâhza ayrı olmazlar. Elinde ne varsa halkın iyiliğine harcar; nefsini unutur. Sanır ki, nefis yok, nevası kalmamış, tabiî arzuları da ölmüş. Yemesini, içmesini, giyme­sini bile unutur. Kendi özünü bir yana atar, HAKK'ın yarattığı kul­ları düşünür, onların iyi olmasını diler. Halktan iyilik ummak aklına bile gelmez; hele böyle şeyi kalbine sokmak, asla... Bu mevzuda Yaratan'ı ile kalır. HAK Teâlâ nasıl kulların iyiliğini diliyorsa, o da aynısını ister.

Özünü, HAK Teâlâ'nın kaza ve kaderine teslim eder. Bütün var­lığını HAKK'a ısmarlar ve her şeyini O'nun dilediği yere bırakır..



Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: SABR-I CEMîL

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim

Âşıkların sabrı, zahidlerden daha yüksektir.
Âşıklar belâyı gönül hoşluğuyla karşılarlar. Dertlenip sızlanmazlar.
ALLAH rızası için sabrederler..

HAKİKAT
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön