BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
"HÜVE'L-EVVELÜ VE'L ÂHİRU VE'Z ZÂHİRU VE'L BÂ TİNU" (Hadid 57/3)
'ZAHİR'le anlaşılır sandım,
Anlamaya koyuldum...
Anladıkça açıldım, açıldıkça dağıldım ....Dağıldıkça DARR (aldı) (m)..
DARR NAFİ'ye rahmet midir?
'DARR-NAFİ'
'ZAHİR'; 'BATIN'ın kapısı mıydı?...Bu şehrin kapısı 'ZAHİR', kendisi BATIN mıydı?
ZAHİR-BATIN diye aç kalırken...
EVVEL-AHİR'e nasıl doyulur?
Zahir-Batın
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5153
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Gul kardeşim hoş geldiniz ailemize!
DERMAN babamızın himmeti daim üzerimizde olsun İNŞAALLAH!
TIBB ve TASAVVUF DOKTORU
MÜNİR DERMAN (k.s.)
ŞEYH MÜRŞİD MÜRŞİD-İ KÂMİL
Şeyh:
İnsanlarda meknuz gizli olan ilâhi esmâ akislerini ortaya çıkarmak için sâlikini lâfzî âletlerle hazırlamaya ve onu zâhiri ilimlerle donatmaya çalışan insandır.
Yani hazırlık kıtası hocası.
Şeyh aynı zamanda mürşid ise sâlikin cesedî hazırlığını da çile ile hazırlar. Ve onu halvete sokar.
Ceseden hazır olan sâlik, bu sefer mürşidin batini ilim öğretimine terk edilir.
Bundan sonra hakiki şeyh ve mürşid-i kâmil tarafını gösterir.
Ve sâliki halvete sokar.
Göstermediği tarafından himmet eder.
Erenler sohbeti
Ele giresi değil
İkrar ile gelenler
Mahrum kalası değil
Bir pınarın başına
Bir destiyi koysalar-
Kırk yıl anda durursa
Kendi dolası değil
İkrar gerek bir ere
Göz açıp didâr göre
Sarraf ister cevhere
Nadan bilesi degil
Ümmî Sinan yol ayan
Oluptur belli beyan
Dervişlik yolu heman
Tacı hırkası değil
Bu asırda dünya münafık ve sahtekârlarla dolu. Dikkat et!
Sana senden içeri olan o Ben gösterendir.
Lâf ile olmaz
İlmel yakîn
Aynel yakîn
Hakkal yakîn
Sırrel yakîn
Lâkırdıları var ya
İşte onları sana gösterendir hakiki mürşid,
Lâfla degil
Söylerler, bağırırlar, haykırırlar.
Kitap yazarlar.
Tarikat, mârifet, hakikat, hâlâ bağırıyorlar..
Amma bunlar nedir, ne bilen var, ne gören ne de fayda bulan
Gülerim bu gibi zavallılara
Sen biliyor musun efendi? dersen:
Bundan şüphen mi var be salak!..
Bu lafları dillerinde geveleyen binlerce var.
Her mahallede.
Her kesitte...
Koş peşine!..
Öp elini!..
Uğraş beyhude!..
Ona ev al!
Kavurma, yağ götür!
Para ver!
Ne yaptığının farkında mısın, zavallı yaratık?..
Kelâmullah ve Resûlü Ekrem sana kâfi değil mi?
Ahsen-i takvim olduğunu unutma. Kendi kendini bilmediğin kendine, kendini rezil etme yazıktır!
Son söz;
Cesedi ile görünüp içini göstermeyen bir kâmil bul ki işte ona şeyh derler.
Cesedini görmeyip içini görmeye çalışan da hakikî mürşiddir.
İNSAN:
Cisim ve şekil itibarı ile aynı dişi ve erkek cinsleri olan canlı natık...
Yani konuşan, düşünen, anlayan...
BEŞER:
İlâhi bir hamuleyi taşıyan insanın görünmeyen ruh hamulesinin ismi...
ÂDEM:
Ebul-Beşerdir.
İlk insanın ismidir.
İnsan şeklindeki nesnede âdemiyeti ortaya çıkması için vesiledir.
Bu hamuleye melekler secde etmiştir.
Maddeye, cesede değil...
İnsanlar kendilerinde bulunan bu hamuleye secde ederler.
Aslına...
Bu namazda tecellî eder.
Kâbenin her tarafından Kâbeye karşı namazda, duvarlarını kaldır Kâbenin, birbirine secde ediyorsun gaflette olma!
HAVVA:
Âdem değildir.
Ondaki cevher muayyen şekildeki canlılık ki buna şekil itibarı ile insan diyoruz ki o da beşerdir.
Onu HAKKın kudreti ile ortaya çıkaran kadındır.
Çiftleşmekten husule gelen nesne; insan, beşerdir.
Âdemiyet başkadır.
Resûlü Ekremin aldığı bütün kadınlardan çocuğu yoktur.
Dul aldıklarından da evvelce dünyada kalmış çocukları yoktur.
Yani Resûlün üvey çocukları yoktur.
Resûlün hayatı : Hüvel- Evvel.
Resûlün Nûru : Hüvel- Zâhir
Resûlün Ümmeti : Hüvel- Âhir.
Resûlün ledünnî : Hüvel- Bâtın
Bu âyet, bu hakikati gizleyen ve açıklayan âyettir.
Bu âyet hâlâ devam etmektedir.
Gözünü aç!..
Şunu düşün:
Resûlü Ekremin irtihalinden sonra Hz. Ümmü Eymen günlerce ağlamış : Yâ Eymen, niçin bu kadar yaş dökersin! diye sormuşlar.
Soranlara:
Ölümü bilenlerdenim ona ağlamıyorum!
HAKKa isyan olur, imanım sarsılır!
Vahyin kesildiğine ağlıyorum! demiş...
Lâfzî : Lafza ait ve müteallik. * Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.
Sâlik : (Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden. * Bir tarikat yolunda olan.
Meknuz : Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
Natık : Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. * Altın ve gümüş gibi olan mal
Hamule : f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
Ebul-beşer : İnsanların babası
Âdemiyet : İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
Cevher : Bir şeyin özü, esası. * Kıymetli taş. * Çelik üzerindeki nakış. * Edb: Noktalı harf. * Yalnız noktalı harflerin ebcedîsi hesab edilerek yazılan manzum tarih. * Harflerin noktası. * Fls: Varlığı kendinden olan, var olmak için kendi dışında başka birşeye muhtaç olmayan varlık. Allah'a inanan filozoflar iki çeşit cevher kabul etmişlerdir. Yaratıcı cevher, Allah. Yaratılmış cevher, madde, ruh. Allah'ı cevher olarak vasıflandırmak noksan bir anlayıştır. Çünkü cevher Allah'ın sıfatlarından "kıyam-ı binefsihi: varlığı kendinden olan" sıfatını belirtebilir. Allah'ı sıfatları ve isimleriyle tanımak icab eder. Maddeci filozoflar cevher olarak yalnız maddeyi kubul ederler. Oysa madde Allah'ın yarattığı âlemlerden sadece biridir. Fizik ilmi maddenin enerjiye ve enerjinin maddeye dönüştüğünü göstermiştir. Madde de enerji de belli kanunlara bağlıdır. Kanun varsa kanun koyucu da vardır. Madde ve enerjiye hakim olan ve kanunları koyan, madde ve enerjiyi yaratan Allah'dır.
Muayyen : Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Hamule : f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
DERMAN babamızın himmeti daim üzerimizde olsun İNŞAALLAH!
TIBB ve TASAVVUF DOKTORU
MÜNİR DERMAN (k.s.)
ŞEYH MÜRŞİD MÜRŞİD-İ KÂMİL
Şeyh:
İnsanlarda meknuz gizli olan ilâhi esmâ akislerini ortaya çıkarmak için sâlikini lâfzî âletlerle hazırlamaya ve onu zâhiri ilimlerle donatmaya çalışan insandır.
Yani hazırlık kıtası hocası.
Şeyh aynı zamanda mürşid ise sâlikin cesedî hazırlığını da çile ile hazırlar. Ve onu halvete sokar.
Ceseden hazır olan sâlik, bu sefer mürşidin batini ilim öğretimine terk edilir.
Bundan sonra hakiki şeyh ve mürşid-i kâmil tarafını gösterir.
Ve sâliki halvete sokar.
Göstermediği tarafından himmet eder.
Erenler sohbeti
Ele giresi değil
İkrar ile gelenler
Mahrum kalası değil
Bir pınarın başına
Bir destiyi koysalar-
Kırk yıl anda durursa
Kendi dolası değil
İkrar gerek bir ere
Göz açıp didâr göre
Sarraf ister cevhere
Nadan bilesi degil
Ümmî Sinan yol ayan
Oluptur belli beyan
Dervişlik yolu heman
Tacı hırkası değil
Bu asırda dünya münafık ve sahtekârlarla dolu. Dikkat et!
Sana senden içeri olan o Ben gösterendir.
Lâf ile olmaz
İlmel yakîn
Aynel yakîn
Hakkal yakîn
Sırrel yakîn
Lâkırdıları var ya
İşte onları sana gösterendir hakiki mürşid,
Lâfla degil
Söylerler, bağırırlar, haykırırlar.
Kitap yazarlar.
Tarikat, mârifet, hakikat, hâlâ bağırıyorlar..
Amma bunlar nedir, ne bilen var, ne gören ne de fayda bulan
Gülerim bu gibi zavallılara
Sen biliyor musun efendi? dersen:
Bundan şüphen mi var be salak!..
Bu lafları dillerinde geveleyen binlerce var.
Her mahallede.
Her kesitte...
Koş peşine!..
Öp elini!..
Uğraş beyhude!..
Ona ev al!
Kavurma, yağ götür!
Para ver!
Ne yaptığının farkında mısın, zavallı yaratık?..
Kelâmullah ve Resûlü Ekrem sana kâfi değil mi?
Ahsen-i takvim olduğunu unutma. Kendi kendini bilmediğin kendine, kendini rezil etme yazıktır!
Son söz;
Cesedi ile görünüp içini göstermeyen bir kâmil bul ki işte ona şeyh derler.
Cesedini görmeyip içini görmeye çalışan da hakikî mürşiddir.
İNSAN:
Cisim ve şekil itibarı ile aynı dişi ve erkek cinsleri olan canlı natık...
Yani konuşan, düşünen, anlayan...
BEŞER:
İlâhi bir hamuleyi taşıyan insanın görünmeyen ruh hamulesinin ismi...
ÂDEM:
Ebul-Beşerdir.
İlk insanın ismidir.
İnsan şeklindeki nesnede âdemiyeti ortaya çıkması için vesiledir.
Bu hamuleye melekler secde etmiştir.
Maddeye, cesede değil...
İnsanlar kendilerinde bulunan bu hamuleye secde ederler.
Aslına...
Bu namazda tecellî eder.
Kâbenin her tarafından Kâbeye karşı namazda, duvarlarını kaldır Kâbenin, birbirine secde ediyorsun gaflette olma!
HAVVA:
Âdem değildir.
Ondaki cevher muayyen şekildeki canlılık ki buna şekil itibarı ile insan diyoruz ki o da beşerdir.
Onu HAKKın kudreti ile ortaya çıkaran kadındır.
Çiftleşmekten husule gelen nesne; insan, beşerdir.
Âdemiyet başkadır.
Resûlü Ekremin aldığı bütün kadınlardan çocuğu yoktur.
Dul aldıklarından da evvelce dünyada kalmış çocukları yoktur.
Yani Resûlün üvey çocukları yoktur.
Resûlün hayatı : Hüvel- Evvel.
Resûlün Nûru : Hüvel- Zâhir
Resûlün Ümmeti : Hüvel- Âhir.
Resûlün ledünnî : Hüvel- Bâtın
Bu âyet, bu hakikati gizleyen ve açıklayan âyettir.
Bu âyet hâlâ devam etmektedir.
Gözünü aç!..
Şunu düşün:
Resûlü Ekremin irtihalinden sonra Hz. Ümmü Eymen günlerce ağlamış : Yâ Eymen, niçin bu kadar yaş dökersin! diye sormuşlar.
Soranlara:
Ölümü bilenlerdenim ona ağlamıyorum!
HAKKa isyan olur, imanım sarsılır!
Vahyin kesildiğine ağlıyorum! demiş...
Lâfzî : Lafza ait ve müteallik. * Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.
Sâlik : (Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden. * Bir tarikat yolunda olan.
Meknuz : Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
Natık : Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. * Altın ve gümüş gibi olan mal
Hamule : f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
Ebul-beşer : İnsanların babası
Âdemiyet : İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
Cevher : Bir şeyin özü, esası. * Kıymetli taş. * Çelik üzerindeki nakış. * Edb: Noktalı harf. * Yalnız noktalı harflerin ebcedîsi hesab edilerek yazılan manzum tarih. * Harflerin noktası. * Fls: Varlığı kendinden olan, var olmak için kendi dışında başka birşeye muhtaç olmayan varlık. Allah'a inanan filozoflar iki çeşit cevher kabul etmişlerdir. Yaratıcı cevher, Allah. Yaratılmış cevher, madde, ruh. Allah'ı cevher olarak vasıflandırmak noksan bir anlayıştır. Çünkü cevher Allah'ın sıfatlarından "kıyam-ı binefsihi: varlığı kendinden olan" sıfatını belirtebilir. Allah'ı sıfatları ve isimleriyle tanımak icab eder. Maddeci filozoflar cevher olarak yalnız maddeyi kubul ederler. Oysa madde Allah'ın yarattığı âlemlerden sadece biridir. Fizik ilmi maddenin enerjiye ve enerjinin maddeye dönüştüğünü göstermiştir. Madde de enerji de belli kanunlara bağlıdır. Kanun varsa kanun koyucu da vardır. Madde ve enerjiye hakim olan ve kanunları koyan, madde ve enerjiyi yaratan Allah'dır.
Muayyen : Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Hamule : f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5153
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Teşekkür ederim
''İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a şükretmiş olmaz'' hadisi şerifinin ''benim anlayamadığım'' SIRRINCA size teşekkür ediyorum. İnş.yazdıklarınızı değerlendirmeye çalışacağım...
Yine de Hamiyd Allah'tır...
Selamlar
Yine de Hamiyd Allah'tır...
Selamlar
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
nur-ye yazdı: >>>>>> GÖNLÜMÜZÜN SESİ >>>>>>
ZEVK 938
Bir çiğnem toprak türküsü, bu bedende BENde-Cemde
Ocak-Odun-Ateş-Alev, Dumanla-Kül, Korla-Kömür
Kim dinler seni İhvâni! Gün bu gün dem bu demde!
Dervişlik Muhammed Yolu, basit ve dürüst bir ömür!..
20.10.1991 12:06
Muhatab : Söyleyeni dinleyen. Kendisine hitab edilen. * Gr: İkinci şahıs.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
1.4. İNSAN KİMDİR?..
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ge&pid=949
Azîz kardeşim, kanımızca tasavvuf ilminden gâye, birisine bir şey vermek değil de ondakileri açığa çıkarmaya hasbî hizmet etmektir.
Zirâ ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL yarattığı kulunun tüm özelliklerini parmak izi gibi o kuluna mahsus halketmiştir.
Herkesin parmağı benzer ama izi benzemez.
Öyle ki Elest Bezmi'nden mahşer âlemine kadar tek kişidir.
Asla bir benzeri gelemez.
Aslında bu her zerre içinde böyledir ama derin iş...
Hadi gel!...
Gönül gözlüklerini (Tahkik Tevhid) tak da tecellî tezgâhını yakından seyredelim:
Tasavvufta "Cell" kökü de hârikadır...
Cedd, sall, cenn, hadd, habb kökleri gibi...
Celle : Açığa çıkarıp açıklamak, zuhûra çıkarmak.
Tecellî : Hakkın, halk için zuhûru...Yukardan aşağıya seyreylersek tecellîyi:
1- Hemhâlî Celâ :
Ahaddiyet a'mâsında, bilinemezlik karanlığındaki Zâtü'l-Zâtı'nda dâim ve kaim olan El AHAD (celle celâluhu)...
Kendi Zâtında, kendi Zâtıyla ve kendi Zâtı için mutlakiyyet zuhûru...
Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in habbesinin kokularını getirdiği Zât Âlemi...
(El EVVEL celle celâluhu). İnsan anlayışından uzak âlem. Zâtî zuhûr...
2- Cemâlî Celâ :
(lâtif, hissi, çok gizli) ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Ulûhiyyetinin bilinmesinin, mutlak olarak Zâtına ait olan kaza, kader, irade ve meşiyyeti ile kendi sıfatî taayyünatında kendi Zâtı için merhameten, muhabbeten sıfatî zuhûru...
(El ÂHİR celle celâluhu) sıfatî zuhûr...
3- Celâlî Celâ :
(daha kesif, daha belirgin, insan hissine daha yakın) RABBü Tealâ'nın Rübûbiyyetinin bilinmesini kaza, kader, irade ve dilemesiyle, ZÜ'L CELÂLÎ VE'l-İKRÂM (celle celâluhu)'nun Esmâî zuhûru...
(El BÂTIN celle celâluhu)
4- Kemâli Celâ :
Vücûd-i Mutlakın; cem'i şuunât-ı ilâhîyye ve kevniyyede ve ebeden eşyâî zuhûru...
(EL ZÂHİR celle celâluhu).
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ge&pid=949
Azîz kardeşim, kanımızca tasavvuf ilminden gâye, birisine bir şey vermek değil de ondakileri açığa çıkarmaya hasbî hizmet etmektir.
Zirâ ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL yarattığı kulunun tüm özelliklerini parmak izi gibi o kuluna mahsus halketmiştir.
Herkesin parmağı benzer ama izi benzemez.
Öyle ki Elest Bezmi'nden mahşer âlemine kadar tek kişidir.
Asla bir benzeri gelemez.
Aslında bu her zerre içinde böyledir ama derin iş...
Hadi gel!...
Gönül gözlüklerini (Tahkik Tevhid) tak da tecellî tezgâhını yakından seyredelim:
Tasavvufta "Cell" kökü de hârikadır...
Cedd, sall, cenn, hadd, habb kökleri gibi...
Celle : Açığa çıkarıp açıklamak, zuhûra çıkarmak.
Tecellî : Hakkın, halk için zuhûru...Yukardan aşağıya seyreylersek tecellîyi:
1- Hemhâlî Celâ :
Ahaddiyet a'mâsında, bilinemezlik karanlığındaki Zâtü'l-Zâtı'nda dâim ve kaim olan El AHAD (celle celâluhu)...
Kendi Zâtında, kendi Zâtıyla ve kendi Zâtı için mutlakiyyet zuhûru...
Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in habbesinin kokularını getirdiği Zât Âlemi...
(El EVVEL celle celâluhu). İnsan anlayışından uzak âlem. Zâtî zuhûr...
2- Cemâlî Celâ :
(lâtif, hissi, çok gizli) ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Ulûhiyyetinin bilinmesinin, mutlak olarak Zâtına ait olan kaza, kader, irade ve meşiyyeti ile kendi sıfatî taayyünatında kendi Zâtı için merhameten, muhabbeten sıfatî zuhûru...
(El ÂHİR celle celâluhu) sıfatî zuhûr...
3- Celâlî Celâ :
(daha kesif, daha belirgin, insan hissine daha yakın) RABBü Tealâ'nın Rübûbiyyetinin bilinmesini kaza, kader, irade ve dilemesiyle, ZÜ'L CELÂLÎ VE'l-İKRÂM (celle celâluhu)'nun Esmâî zuhûru...
(El BÂTIN celle celâluhu)
4- Kemâli Celâ :
Vücûd-i Mutlakın; cem'i şuunât-ı ilâhîyye ve kevniyyede ve ebeden eşyâî zuhûru...
(EL ZÂHİR celle celâluhu).
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5153
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Es- Selam
Zahir: Algılanan (mı)?
Batın:Algılanamayan(mı)?
Algılıyabildiğimiz ZAHİR (mi)?
Algılayamadığımız BATIN (mı)?
Batın algılanabildiği AN Zahir (mi?), Zahir'de algılanamadığı an BATIN(mı)?...
Bugün bir ağaca bakarken sadece gövde,yaprak görürüm(algılarım) (zahir)..Batın'ı ruhum duymaz..
Ama aynı ağaca yarın bakarken Hayat,İlim,İrade,Kudret...görürüm(algılarım)... Batın olur Zahir.
Geçen haftaların birinde denizde idim...Yüzümü bir yana çevirdim baştan başa dağ, 180 derece dönüp bakınca diğer tarafa alabildiğine deniz ...Ne deniz dağa ne de dağ denize benziyordu..Zannettimki denizle dağ AYRI...Sonra Mevlana misali başladım dönmeye...
Deniz-dağ,dağ-deniz,deniz-dağ,dağ-deniz...Sonu yok bu dönüşün dedim kendi kendime..Döndüüüm-döndümmm-döndüm...Her dönüş bir öncekinin AHİR'İ, bir sonrakinin de EVVEL'i ymiş dedim. Dedim amma dediğim yer ne zahirdi ne batındı ne evveldi ne ahirdi...Hem zahirdi-hem batındı hem evveldi hem ahirdi...
Nasıldı ayeti kerimenin sonu: 'HUve Bi kulli şey`in ALİYM'
Es Selam
Zahir: Algılanan (mı)?
Batın:Algılanamayan(mı)?
Algılıyabildiğimiz ZAHİR (mi)?
Algılayamadığımız BATIN (mı)?
Batın algılanabildiği AN Zahir (mi?), Zahir'de algılanamadığı an BATIN(mı)?...
Bugün bir ağaca bakarken sadece gövde,yaprak görürüm(algılarım) (zahir)..Batın'ı ruhum duymaz..
Ama aynı ağaca yarın bakarken Hayat,İlim,İrade,Kudret...görürüm(algılarım)... Batın olur Zahir.
Geçen haftaların birinde denizde idim...Yüzümü bir yana çevirdim baştan başa dağ, 180 derece dönüp bakınca diğer tarafa alabildiğine deniz ...Ne deniz dağa ne de dağ denize benziyordu..Zannettimki denizle dağ AYRI...Sonra Mevlana misali başladım dönmeye...
Deniz-dağ,dağ-deniz,deniz-dağ,dağ-deniz...Sonu yok bu dönüşün dedim kendi kendime..Döndüüüm-döndümmm-döndüm...Her dönüş bir öncekinin AHİR'İ, bir sonrakinin de EVVEL'i ymiş dedim. Dedim amma dediğim yer ne zahirdi ne batındı ne evveldi ne ahirdi...Hem zahirdi-hem batındı hem evveldi hem ahirdi...
Nasıldı ayeti kerimenin sonu: 'HUve Bi kulli şey`in ALİYM'
Es Selam
- MINA
- Özel Üye
- Mesajlar: 2740
- Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00
Hayatta istikamet sahibi olabilmenin en önemli yollarından biri, hayatın ve hâdiselerin muhakemesini yapabilmektir.
Hayata serpiştirilen sırlar, hayatın mânâsı, dünyadaki misafirliğimiz ve sonrası ancak derin bir tefekkür neticesinde bizlere belli bir muhakeme ufkuna ulaşma imkânı sağlayacaktır.
Akıl ve vicdanın aktif bir şekilde kullanılmasıyla ortaya çıkan muhakeme gücü; insanın kendi varlığını, daha doğrusu varlık sebebini ve içinde kendisine de rol verilen muhteşem senaryoyu anlayabilmede en önemli vasıtalardan biridir.
Muhakemenin ön şartlarından biri olan idrak için, önce bakmak boyutundan görmek boyutuna geçmek gerekir. Zîrâ, bakmak ayrı şeydir; görmek ise daha ayrı bir şey...
Bir şeyi dinlemek, o şeyi anlamak demek değildir, ancak anlamanın bir ön şartıdır; tıpkı, yazılı bir metne bakmanın, o metni okumak demek olmadığı gibi. Anlamak için yazıları önce çözmek gerekir.
Okunacak bir kitap şeklinde yaratılan kâinatı kavrayabilmek için, beş duyunun yanı sıra, idrak fakültelerimizi de kullanmak gerekmektedir. Efendimizin (sas): Allahım, bana eşyanın hakikatini göster. şeklindeki duası bir yönüyle bu hakikate işaret etmektedir.
eşyanın muhakemesinden ziyade, eşyanın ardındaki hikmetler üzerinde düşünme ve neticeler çıkarma söz konusu olacaktır ki, hayatın ardındaki büyük sırra da ancak bu şekilde ulaşılabilecektir. Efendimizin (sas) mübarek beyanıyla, eşyanın hakikatine ulaşmak da ancak eşyanın yüzündeki perdeyi kaldırabilme gayretleriyle mümkün olacaktır. Eşyanın yüzündeki perdenin ve bu perdenin hikmetlerinin farkında olmak ise, eşyanın hakikatine ulaşmada temel şarttır.
Bu noktada, meyvedâr olan gerçek muhakeme, bu perdeyi kaldırmada insana sunulmuş tılsımlı anahtarlar demetinden bir anahtardardır ki, Bediüzzaman Hazretleri bunu meâlen şu şekilde ifade etmektedir:
Evet, insan şu kâinatın bir fihristesi hükmünde olduğundan, insanın kalbi de binlerce âlemin mânevî haritası hükmündedir.
Evet, insan dimağının bir telsiz, telgraf veya telefon santrali gibi kâinatın bir çeşit mânevî merkezi olduğunu fen bilimleri ve sosyal bilimler gösterirken, insanın mahiyetindeki kalbin de kâinattaki hakikatlerin mazharı, çekirdeği ve onları anlama vesilesi olduğunu birçok velinin yazdığı milyonlarca nuranî kitap göstermektedir. (29. Mektup, 9. Kısım, 1. Telvih).
alıntı..
*
Burdan yola çıkarak...
BAKMAK>>>ZAHİR
GÖRMEK>>>BATIN
ANlamı çıkmakta...diyebilir miyiz..
SU HAYattır deriz...HAYatın bir adı da SU dur o zaman...
Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık." (İnsan Suresi, 2) ...
buyuruyor KURAN...
Ve SU yürüyor..konuşuyor...görüyor...duyuyor...
Bir çocuğa bir insanı gösterip, bak bu SU desek ne der bize acaba
BİZ SU ile ne zaman görür, konuşur, duyarız...
Abdest aldığımız SU....ALLAHU EKBER diye SESlendiği zamAN...
SUyu hem duymuş, hem görmüş, hem de konuşmuş mu oluruz....??
Yoksa KENDİMizi görmüş, duymuş mu OLuruz...
SU BİZ ise, BİZ de SU isek, bir damla SU dan yaratılan Güzelliği görebilirsek, Zahir den Batına bir kapı aralanmış olur mu...
Zahir cevizin kabuğu, Batın cevizin İÇi yani ÖZü dür...
Kabuktan ÖZe inenler, Zahirden Batını seyremezler mi...
tşk ederim güll kardeşim...
ANlamaya SU-suyorum inşallah...
muhammedi sevgiyle...
Hayata serpiştirilen sırlar, hayatın mânâsı, dünyadaki misafirliğimiz ve sonrası ancak derin bir tefekkür neticesinde bizlere belli bir muhakeme ufkuna ulaşma imkânı sağlayacaktır.
Akıl ve vicdanın aktif bir şekilde kullanılmasıyla ortaya çıkan muhakeme gücü; insanın kendi varlığını, daha doğrusu varlık sebebini ve içinde kendisine de rol verilen muhteşem senaryoyu anlayabilmede en önemli vasıtalardan biridir.
Muhakemenin ön şartlarından biri olan idrak için, önce bakmak boyutundan görmek boyutuna geçmek gerekir. Zîrâ, bakmak ayrı şeydir; görmek ise daha ayrı bir şey...
Bir şeyi dinlemek, o şeyi anlamak demek değildir, ancak anlamanın bir ön şartıdır; tıpkı, yazılı bir metne bakmanın, o metni okumak demek olmadığı gibi. Anlamak için yazıları önce çözmek gerekir.
Okunacak bir kitap şeklinde yaratılan kâinatı kavrayabilmek için, beş duyunun yanı sıra, idrak fakültelerimizi de kullanmak gerekmektedir. Efendimizin (sas): Allahım, bana eşyanın hakikatini göster. şeklindeki duası bir yönüyle bu hakikate işaret etmektedir.
eşyanın muhakemesinden ziyade, eşyanın ardındaki hikmetler üzerinde düşünme ve neticeler çıkarma söz konusu olacaktır ki, hayatın ardındaki büyük sırra da ancak bu şekilde ulaşılabilecektir. Efendimizin (sas) mübarek beyanıyla, eşyanın hakikatine ulaşmak da ancak eşyanın yüzündeki perdeyi kaldırabilme gayretleriyle mümkün olacaktır. Eşyanın yüzündeki perdenin ve bu perdenin hikmetlerinin farkında olmak ise, eşyanın hakikatine ulaşmada temel şarttır.
Bu noktada, meyvedâr olan gerçek muhakeme, bu perdeyi kaldırmada insana sunulmuş tılsımlı anahtarlar demetinden bir anahtardardır ki, Bediüzzaman Hazretleri bunu meâlen şu şekilde ifade etmektedir:
Evet, insan şu kâinatın bir fihristesi hükmünde olduğundan, insanın kalbi de binlerce âlemin mânevî haritası hükmündedir.
Evet, insan dimağının bir telsiz, telgraf veya telefon santrali gibi kâinatın bir çeşit mânevî merkezi olduğunu fen bilimleri ve sosyal bilimler gösterirken, insanın mahiyetindeki kalbin de kâinattaki hakikatlerin mazharı, çekirdeği ve onları anlama vesilesi olduğunu birçok velinin yazdığı milyonlarca nuranî kitap göstermektedir. (29. Mektup, 9. Kısım, 1. Telvih).
alıntı..
*
Burdan yola çıkarak...
BAKMAK>>>ZAHİR
GÖRMEK>>>BATIN
ANlamı çıkmakta...diyebilir miyiz..
SU HAYattır deriz...HAYatın bir adı da SU dur o zaman...
Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık." (İnsan Suresi, 2) ...
buyuruyor KURAN...
Ve SU yürüyor..konuşuyor...görüyor...duyuyor...
Bir çocuğa bir insanı gösterip, bak bu SU desek ne der bize acaba
BİZ SU ile ne zaman görür, konuşur, duyarız...
Abdest aldığımız SU....ALLAHU EKBER diye SESlendiği zamAN...
SUyu hem duymuş, hem görmüş, hem de konuşmuş mu oluruz....??
Yoksa KENDİMizi görmüş, duymuş mu OLuruz...
SU BİZ ise, BİZ de SU isek, bir damla SU dan yaratılan Güzelliği görebilirsek, Zahir den Batına bir kapı aralanmış olur mu...
Zahir cevizin kabuğu, Batın cevizin İÇi yani ÖZü dür...
Kabuktan ÖZe inenler, Zahirden Batını seyremezler mi...
tşk ederim güll kardeşim...
ANlamaya SU-suyorum inşallah...
muhammedi sevgiyle...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''
Hacc / 78
Hacc / 78
- MINA
- Özel Üye
- Mesajlar: 2740
- Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00
Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık." (İnsan Suresi, 2) ...
Baş gözü ile görmek ZAHİR'i görmek....
CAN GÖZü ile görmek BATIN'i görmek...
diye ANladım...
Onu deniyoruz buyuruyor...GÖRecek mi...İŞİTecek mi...
Neyi GÖRecek...Neyi İŞİTecek ki İNSAN OLacak...
Yoksa böcekler, kuşlar da görüyor, işitiyor ama insan değiller...Ve imtihan da edilmiyorlar...
Suretten manaya süren bir yolculuk gibi...
Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık...buyuruyor YÜCE Allah c.c...
karmaşık OLanı EHLİ ÇÖZmez mi...
ANlmanın ölçüsü nedir...Ne zaman ANladığını ANlar insan...
Bir damla SUdaki hikmeti ANlayan, KENDİNi ANlarda, RABBİne ULAŞırmı..
RABBİNE ULAŞan ulaştığını nasıl ANlar...
BEN BİR KULUMU SEVERSEM ONUN GÖREN GÖZÜ, YÜRÜYEN AYAĞI, TUTAN ELİ, KONUŞAN AĞZI, İŞİTEN KULAĞI OLURUM hadisi şerif ışığında,
bu HALi yaşadığı zamAN mıdır BATIN-ı ANlama HALi...
Tam olarak İçimdeki düğümü çözüp yazıya dökemedim ama SEVgide çözülmez bir düğüm değil midir...
Hz.Aişe, Peygamberimizle yeni evlenmişti.
Eşinin kendisini sevip sevmedigini merak etmekteydi,
ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdigini
Hz.Aişe bu düşüncesini Peygamber Efendimizle konuşmadan edemedi.
Ey Allahın Resulü,beni seviyor musun?
Evet,Ya Aişe tabi seviyorum!
Aişe dahasını da merak ediyordu,acaba nasıl seviyordu? Hemen sordu:
Beni nasıl seviyorsun?
Peygamberimiz sevgi şeklini tanımladı eşine;
Kördüğüm gibi
bu cevap Hz. Aişeyi cok sevindirdi,çünkü kördügüm açılamazdı.
Açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi demekti.
Alacagı cevap onu çok mutlu ettigi için,Hz. Aişe sık sık sorardı:
Ey Allahin Resulü, kördüğüm ne alemde?
Peygamberimiz,Hz.Aişeyi memnun eden cevabı verirdi her defasında:
İlk günkü gibi
karmaşık olan bir damla sudan yaratılan insan da SEVgiden yaratılmıştır o zamann....
VE SEVGİ BAŞ GÖZÜ İLE DEĞİL CAN GÖZÜ İLE GÖRÜLÜR...
SEVGİ de ZAHİREN DEĞİL BATIN'en GÖRülen DEĞİL Mİ dir....
Baş gözü ile görmek ZAHİR'i görmek....
CAN GÖZü ile görmek BATIN'i görmek...
diye ANladım...
Onu deniyoruz buyuruyor...GÖRecek mi...İŞİTecek mi...
Neyi GÖRecek...Neyi İŞİTecek ki İNSAN OLacak...
Yoksa böcekler, kuşlar da görüyor, işitiyor ama insan değiller...Ve imtihan da edilmiyorlar...
Suretten manaya süren bir yolculuk gibi...
Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık...buyuruyor YÜCE Allah c.c...
karmaşık OLanı EHLİ ÇÖZmez mi...
ANlmanın ölçüsü nedir...Ne zaman ANladığını ANlar insan...
Bir damla SUdaki hikmeti ANlayan, KENDİNi ANlarda, RABBİne ULAŞırmı..
RABBİNE ULAŞan ulaştığını nasıl ANlar...
BEN BİR KULUMU SEVERSEM ONUN GÖREN GÖZÜ, YÜRÜYEN AYAĞI, TUTAN ELİ, KONUŞAN AĞZI, İŞİTEN KULAĞI OLURUM hadisi şerif ışığında,
bu HALi yaşadığı zamAN mıdır BATIN-ı ANlama HALi...
Tam olarak İçimdeki düğümü çözüp yazıya dökemedim ama SEVgide çözülmez bir düğüm değil midir...
Hz.Aişe, Peygamberimizle yeni evlenmişti.
Eşinin kendisini sevip sevmedigini merak etmekteydi,
ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdigini
Hz.Aişe bu düşüncesini Peygamber Efendimizle konuşmadan edemedi.
Ey Allahın Resulü,beni seviyor musun?
Evet,Ya Aişe tabi seviyorum!
Aişe dahasını da merak ediyordu,acaba nasıl seviyordu? Hemen sordu:
Beni nasıl seviyorsun?
Peygamberimiz sevgi şeklini tanımladı eşine;
Kördüğüm gibi
bu cevap Hz. Aişeyi cok sevindirdi,çünkü kördügüm açılamazdı.
Açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi demekti.
Alacagı cevap onu çok mutlu ettigi için,Hz. Aişe sık sık sorardı:
Ey Allahin Resulü, kördüğüm ne alemde?
Peygamberimiz,Hz.Aişeyi memnun eden cevabı verirdi her defasında:
İlk günkü gibi
karmaşık olan bir damla sudan yaratılan insan da SEVgiden yaratılmıştır o zamann....
VE SEVGİ BAŞ GÖZÜ İLE DEĞİL CAN GÖZÜ İLE GÖRÜLÜR...
SEVGİ de ZAHİREN DEĞİL BATIN'en GÖRülen DEĞİL Mİ dir....
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''
Hacc / 78
Hacc / 78
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5153
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
- MINA
- Özel Üye
- Mesajlar: 2740
- Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00
Doğru söze ne nedir...Haklısınız ÖZü, SÖZü GÜL kardeşim...
Allah razı olsun CANa AYNa OLan DOST'lardan...
kulihvani Ağbicanımıza da saygılarımızla...
BAKalım ne demiş...
Behlül'e soruyorlar: "Ölünce nereye gömelim?" cevap veriyor:
"Farketmez âhiret her yere aynı uzaklıktadır" buyuruyor..
Ne demiştik, maksad dava değil duadır.
Sendekini açığa çıkarmak, tevhid tohumunu toprağa düşürmektir...
Mesele bir şey olmak ya da olmamak değil, kendinde olanın farkında olmak...
Tevhid tekemmülünün oluşumunu izlemek...
Gizlemek değil...
İlkokul-ortaokul-lise-üniversite gibi.
Şerîat-ı Muhammedîyye, Tarikat-ı Muhammedîyye, Mârifet-i Muhammedîyye, Hakikat-i Muhammedîyye'yi karınca kaderince alnında yazılan kadar tahsil etmek, ilim, irade, idrâk ve iştirâkle yaşamak ve parmak iziyle mühürleyip iki omzundaki Hakk kameralarına hakka iman ve hayrı işleme kemâlini kaydettirmek ...
OKUmaya ANlamaya burdan devam edebilir isteyen gÖZler...
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ge&pid=949
Allah razı olsun CANa AYNa OLan DOST'lardan...
kulihvani Ağbicanımıza da saygılarımızla...
BAKalım ne demiş...
Behlül'e soruyorlar: "Ölünce nereye gömelim?" cevap veriyor:
"Farketmez âhiret her yere aynı uzaklıktadır" buyuruyor..
Ne demiştik, maksad dava değil duadır.
Sendekini açığa çıkarmak, tevhid tohumunu toprağa düşürmektir...
Mesele bir şey olmak ya da olmamak değil, kendinde olanın farkında olmak...
Tevhid tekemmülünün oluşumunu izlemek...
Gizlemek değil...
İlkokul-ortaokul-lise-üniversite gibi.
Şerîat-ı Muhammedîyye, Tarikat-ı Muhammedîyye, Mârifet-i Muhammedîyye, Hakikat-i Muhammedîyye'yi karınca kaderince alnında yazılan kadar tahsil etmek, ilim, irade, idrâk ve iştirâkle yaşamak ve parmak iziyle mühürleyip iki omzundaki Hakk kameralarına hakka iman ve hayrı işleme kemâlini kaydettirmek ...
OKUmaya ANlamaya burdan devam edebilir isteyen gÖZler...
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ge&pid=949
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''
Hacc / 78
Hacc / 78
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5153
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
KİTAP İSMİ: OL DEDİ OLDU-1-
YAZAR: TAŞKIN TUNA
SF: 69
"BUZ KATIDIR, ISI ALINCA SU OLUR,SU DA ISI ALINCA BUHAR OLUR. BU HAL DEĞİŞİMİ, HEPİMİZİN PRATİK HAYATTA SIK SIK KARŞILAŞTIĞI FİZİKSEL BİR ÖZELLİKTİR. BUZ YOĞUNDUR(KESİF) VE ZAHİRDİR;"İÇİNDE"SAKLI OLAN "SU" İSE
BATINDIR. SUYUN"İÇİNDE"GİZLİ OLAN BUHARDIR. BUHAR LATİFTİR, O HALDE BU DURUMDA SU ZAHİR, BUHARDA BATIN OLMAKTADIR. BU AŞAMALARI TERSTEN BAŞLATIRSAK, AYNI ÖZELLİĞİ GÖRÜRÜZ.
...
ANCAK, İSTER BUZ, İSTER SU VEYA BUHAR OLSUN, H20 OLARAK BİLİNEN BU MOLEKÜL VE İÇİNDEKİ ATOMLAR VE ATOMALARIN İÇİNDEKİ PROTONLAR,KAURKLAR,GLUONLAR VE SİCİMLER DEĞİŞMEMİŞTİR. SADECE DEĞİŞEN "GÖRÜNTÜDÜR". ASIL ÖZ,ANA,TEMEL UNSUR SABİT KALMIŞTIR. ALLAH'IN BİR İSMİDE "LATİF" DEĞİL MİDİR?"
BUZ ZAHİRKEN SU BATIN,SU ZAHİRKEN BUHAR BATIN....
BUHAR ZAHİRKEN SU BATIN, SU ZAHİRKEN BUZ BATIN.....
DEVRAN DÖNÜP GİDİYOR(MU)?...YA DA DÖNÜP GİTTİĞİNİ(Mİ?) SANIYORUZ!
"21 TEMMUZDAKİ SOHBETİNDE KUL İHVANİ HOCA(M) DEDİ Kİ;
ATOMUN DÖNMESİ MÜMKÜN DEĞİL!
ATOM YOK EDİLİP VAR EDİLİYOR!
"YOK ET!-VAR ET!-YOK ET!-VAR ET!-YOK ET!- VAR ET! "
YOK EDİLİP VAR EDİLİRKEN ATOM....
SUYUN SU,BUZUN BUZ, BUHARIN BUHAR OLARAK KALMASI MÜMKÜN MÜ?
BİZE DÖNÜŞÜYOR GİBİ GELEN BU OLAYLAR;
ASLINDA "ÖZ"DEKİ HER AN 'YOK ET-VAR ET' PRENSİBİNİ ÖNÜMÜZE BİR
SECCADE GİBİ SERMİYOR MU?
"NAMAZ VAKTİ!"
ZEVK 971
ALTI YÜZ SEKİZ KÖŞELİ, AŞIĞIN GÖNÜL KABESİ
ÇİLEYLE BİLEYE DÖNER, KALBDE KAİNAT KÜRRESİ
HER NOKTASI VECHULLAHTIR, KIBLESİ KÜN! KUL İHVANİ
HER NOKTASI AŞK AYAĞI, HER NOKTA TEVHİD TEPESİ
(HER NOKTA VAHDET ZERRESİ)
06.09.1993 09:56
VECHULLAH : ALLAH TEALANIN ZATINA MAHSUS OLUŞ YÜZÜ.
YAZAR: TAŞKIN TUNA
SF: 69
"BUZ KATIDIR, ISI ALINCA SU OLUR,SU DA ISI ALINCA BUHAR OLUR. BU HAL DEĞİŞİMİ, HEPİMİZİN PRATİK HAYATTA SIK SIK KARŞILAŞTIĞI FİZİKSEL BİR ÖZELLİKTİR. BUZ YOĞUNDUR(KESİF) VE ZAHİRDİR;"İÇİNDE"SAKLI OLAN "SU" İSE
BATINDIR. SUYUN"İÇİNDE"GİZLİ OLAN BUHARDIR. BUHAR LATİFTİR, O HALDE BU DURUMDA SU ZAHİR, BUHARDA BATIN OLMAKTADIR. BU AŞAMALARI TERSTEN BAŞLATIRSAK, AYNI ÖZELLİĞİ GÖRÜRÜZ.
...
ANCAK, İSTER BUZ, İSTER SU VEYA BUHAR OLSUN, H20 OLARAK BİLİNEN BU MOLEKÜL VE İÇİNDEKİ ATOMLAR VE ATOMALARIN İÇİNDEKİ PROTONLAR,KAURKLAR,GLUONLAR VE SİCİMLER DEĞİŞMEMİŞTİR. SADECE DEĞİŞEN "GÖRÜNTÜDÜR". ASIL ÖZ,ANA,TEMEL UNSUR SABİT KALMIŞTIR. ALLAH'IN BİR İSMİDE "LATİF" DEĞİL MİDİR?"
BUZ ZAHİRKEN SU BATIN,SU ZAHİRKEN BUHAR BATIN....
BUHAR ZAHİRKEN SU BATIN, SU ZAHİRKEN BUZ BATIN.....
DEVRAN DÖNÜP GİDİYOR(MU)?...YA DA DÖNÜP GİTTİĞİNİ(Mİ?) SANIYORUZ!
"21 TEMMUZDAKİ SOHBETİNDE KUL İHVANİ HOCA(M) DEDİ Kİ;
ATOMUN DÖNMESİ MÜMKÜN DEĞİL!
ATOM YOK EDİLİP VAR EDİLİYOR!
"YOK ET!-VAR ET!-YOK ET!-VAR ET!-YOK ET!- VAR ET! "
YOK EDİLİP VAR EDİLİRKEN ATOM....
SUYUN SU,BUZUN BUZ, BUHARIN BUHAR OLARAK KALMASI MÜMKÜN MÜ?
BİZE DÖNÜŞÜYOR GİBİ GELEN BU OLAYLAR;
ASLINDA "ÖZ"DEKİ HER AN 'YOK ET-VAR ET' PRENSİBİNİ ÖNÜMÜZE BİR
SECCADE GİBİ SERMİYOR MU?
"NAMAZ VAKTİ!"
ZEVK 971
ALTI YÜZ SEKİZ KÖŞELİ, AŞIĞIN GÖNÜL KABESİ
ÇİLEYLE BİLEYE DÖNER, KALBDE KAİNAT KÜRRESİ
HER NOKTASI VECHULLAHTIR, KIBLESİ KÜN! KUL İHVANİ
HER NOKTASI AŞK AYAĞI, HER NOKTA TEVHİD TEPESİ
(HER NOKTA VAHDET ZERRESİ)
06.09.1993 09:56
VECHULLAH : ALLAH TEALANIN ZATINA MAHSUS OLUŞ YÜZÜ.
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
A'RAF SURESİ 7/143
Vaktâki Musâ mikatımıza geldi, ve rabbı onu kelâmiyle taltıyf buyurdu, ya rab! dedi: göster bana bakayım sana, buyurdu ki: beni kat'ıyyen göremezsin...
Beni göremezsin buyurdu Allah CC.
SEN ZAHİR-SEN, BEN BATIN-ım...
BUZ KENDİ BATIN'ındaki SU' yu görebilir mi... GÖRmek İÇin ZATen SU olması lazımdır... O zaman da BUZ BATIN olur SU ZAHİR olur...
Ama ASLa İKİsi BİR arada olmaz...
...
Vaktâki Musâ mikatımıza geldi, ve rabbı onu kelâmiyle taltıyf buyurdu, ya rab! dedi: göster bana bakayım sana, buyurdu ki: beni kat'ıyyen göremezsin...
Beni göremezsin buyurdu Allah CC.
SEN ZAHİR-SEN, BEN BATIN-ım...
BUZ KENDİ BATIN'ındaki SU' yu görebilir mi... GÖRmek İÇin ZATen SU olması lazımdır... O zaman da BUZ BATIN olur SU ZAHİR olur...
Ama ASLa İKİsi BİR arada olmaz...
...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5153
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Hoca(m)ın bir lafı var: "koordinatta iki şey olamaz"
sadece bir NOKTA olur...
x,y koordinatından birer nokta seçilir yine bir nokta temsil edilir... A(x,y)
x,y,z koordinatlarından birer nokta seçilir yine bir nokta temsil edilir... B(x,y,z)
.....
Her nokta kendi içinde açılır...
A(x,y) ; A noktası içine 2. boyutu dürmüştür.( x ve y)
B(x,y,z);B noktası içine 3. boyutu dürmüştür.(x,y ve z)
.....
Yok bunun sonu....
SADECE.... O (HU)!
"HUve'l evvelu ve'l ahiru ve'z zahiru ve'l batinu ve HUve bi kulli şey`in ALİYM' " (Hadid 57/3)
İlmiyle ilmini ilminde seyreden!
El ALİYM (c.c)