SALÂVÂT-ı İDRİSî ŞeRHi

Rasulullah (s.a.v) Efendimiz üzerine Salâvât getirmek her müslümana farzdır.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

SALÂVÂT-ı İDRİSî ŞeRHi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ŞEYH SEYYİD AHMED İBN İDRİS’in
SALÂVAT-ı ŞERîFesinin ŞERHi


Resim20. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : Şeyh Seyyid Ahmed bin İdris Hazretlerine ait bir salâvâttır. Büyüklerden olan Veliyyullah, Hızır aleyhisselâmdan ögrenmiştir..

Resim

TÜRKÇESİ: Allâhümme inni eselüke binuri vechillahil azîmillezi melee erkâne arşillahil azim Resim Ve kâmet bihi avâlimullahil azim En tusalliye alâ Mevlânâ Muhammedin zil kadril azim Resim Ve alâ âl-i nebbiyillahil azim Resim Bi kaderi azameti zâtillahil azim Resim Fi külli lemhatin ve nefesin adede mâ fi ilmillahil azim Salâten kâmileten dâimeten bi devâmillahil azim Resim Tazimen lihakkike ya Mevlânâ yâ Muhammedu yâ Zel hulukil azim Resim Ve sellim aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi misle zâlike Allâhümmecma beyni ve beynehu Resim Kemâ cemate beynerruhi vennefesi zâhiren ve batinen yakazaten ve menâmen Resim Vecalhu ya rabbi ruhan lizâti min cemil vecuhi fiddünya kablel ahreti yâ azimu yâ ALLAH.

MÂNÂSI : Rabbimiz! Senden arşın direklerini dolduran; âlemlere varlık veren, Yüce Allah'ın nûrunun, Efendimiz, yüce mertebelerin sahibi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, Yüce Allah'ın nebisinin ailesine, Yüce Allah'ın zatının azameti miktarınca, Yüce Allah'ın ilminde bulunan, gözlerin tüm bakışları ve nefesler adedince, Yüce Allah'ın ebediyetiyle sürecek kâmil bir salâtla salât etmesini, Efendimiz ey Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem), yüce ahlâk sahibi, seni hakkıyla yüceltmesini diliyorum. Ona onun ailesine ve ashabına bunun gibi selâm olsun!.
Ey Rabbim ruhla nefesi yakınlaştırdığın gibi, zâhirde, bâtında, uyanıklıkta, uykuda beni ona yakınlaştır!.
Ey Rabbim, ey yüce olan, ey Allah'ım, onu, âhiret gelmezden evvel dünyada her cihetle zâtımın ruhu kılıver!.


Resim

Şeyh Seyyid Ahmed İbni İdris hazretleri tarafından salâvât-ı şerîf hakkında Allah’ın sırları konusunda irfân sahibi kişi olarak yazdıklarının bilinmesi için zâhir ve bâtın ilimlerinden haberli olan, şeyhler şeyhi Mısırlı hoca MuhaMMed Nur Arabî kaddesallahu sırrahu Hazretleri tarafından kusursuz olarak açıklaması yapılmıştır.
Aşağıda yazılanlar açıklanması yapılmış olan “Salâvât-ı şerîf”in bir sûretidir.
(Bu risâleyi gün ışığına çıkaran ismi belirsiz zât)


ÖNSÖZ:


Bilinmelidir ki, gerçekleri anlatmakta ehil (uzman) olanların. Şefkat (merhamet) sahibi olduklarından dolayı dikkatli araştırmaları ile mârifetleri içinde kitaplar meydana getirirler ki, Hak yolunda olan sâlik mü’min kardeşlerin tevhid ilmi konusunda lezzet ile ilgili kazançları ve kendinden geçmiş olarak ve mertebeleri de yükselmelerine faydalı olması için anılan kitapları tevhid lisanı üzere yazdılar. Ve bazı düzenlemeleri salâvât ve dua ile başlamış olup içinde bulundukları mertebe olgunluğu üzere Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi övmüş ve yüceltmişlerdir. Özellikle Resûlullah’ın mânâ yönünden olan evlatlarından Seyyid Ahmed İbni İdris Hazretlerinin düzenleyip yazmış oldukları salâvât, dua ve sözlerinin tamamı İlâh ile ilgili mârifetler ve makamları olgunluk üzere araştırıp açıklamışlardır. Fakat Arapça olarak yazılmış ince mânâlar olduğundan, fakîr bir kul olarak; Türkçe lisanı üzere bu salâvât’ ı Şerîf’i açıklamış olmayı istedim.

Es seyyid PîR MuhaMMed Nuru’l- Arabî
kaddesallahu sırrahu
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SALÂVÂT-ı İDRİSî ŞeRHi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Bismillâhirrahmânirrahîm..

Bilinmelidir ki, besmele-i şerîf hakkında ileri gelen soylu âlimler; ileri görüşleri ile gün, gün gerçeğe karşı ilgi uyandırmak için uzun yolculuklar yapmışlardır. Ve diğer temel kurallar doğrultusunda çeşitli mânâlar meydana getirme ile konuşmalar yapmışlardır ve yapmaktadırlar ve bunun böyle olduğu ilgililerce bilinmektedir. Ama mânâ vermekte fakir olan bir kişi olarak, besmele-i şerîf hakkında az da olsa bir konuşma yapmak isteği ile görüşüm şudur ki:
Bilinmelidir ki, besmele-i şerîf’te üç isim vardır. Birincisi; Zât ismi olan “Allah”, ikincisi Sıfat ismi olan “Rahmân”, üçüncüsü Ef’al ismi olan “Rahîm”dir. Bu düzenleme ile şerefli İslâm şeraiti her iyi işin başında besmele-i şerîf okumayı emreder. Besmele okunmadan başlanılan her işin bereketsiz olacağına işâretle, “Besmelesiz başlanilân her iş kısırdır.” Sözü gelmiştir. Bundan anlaşılmıştır ki, herhangi bir şey içmek, yemek ve bunların dışında her ne iyi iş varsa tamamının başında Besmele-i şerîfin söylenmesi, bu işlerin Allah’ın Zât, Sıfat ve Ef’al’ i ile meydana geldiği hakkında haber vermektedir. Ve bu hal üzere olan kişinin tevhid ehli olduğunu da açıklamaktadır. Bir insanın besmeleyi söylemekte olması genel veya özel olarak tevhid üzere olduğunun işâretidir. Bundan dolayı İslâm hakkında yazılan kitapların başlangıçlarında besmele-i şerîf yazılmış olmasına ruhsat verilmiş olmasıyla helâldir. Fakat yasaklanmış olan işlerde besmele okumak haramdır. Çünkü benlik arzuları haram (dince yasak edilmiş şeyler) ve mekruh (şeriat yönüyle yapılması hoş görülmeyen işler) olanları davet eder. Bakara sûresinde, Her benliğin yaptığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük kendi aleyhinedir.


لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih (bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ ale’l- kavmi’l- kâfirîn (kâfirîne).: Allah kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef kılmaz (sorumlu tutmaz). Kazandığı (dereceler) onundur ve iktisap ettiği (kazandığı negatif dereceler) de onundur (sorumluluğu onun üzerindedir). Rabbimiz! Şâyet unuttuysak veya hata yaptıysak bizi aheze etme (sorgulama). Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bizim üzerimize ağır yük yükleme. Rabbimiz, takat (güç) yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme. Ve bizi af ve mağfiret et ve bize rahmet et (Rahîm esması ile bize tecelli et, rahmet nurunu gönder). sen bizim Mevlâmız’sın. Artık kâfirler kavmine karşı bize yardım et.” (Bakara 2/286) Buyrulmuştur.
Kâdî tefsirine bakılacak olunursa bu mânâya delil olduğu görülecektir.

“Allahümme” (Ey Allah’ım!) sözü için ileri gelen soylu âlimler buyurdular ki: Allahümme; sözünün sonunda olan “mim” harfi seslenmeye karşılıktır. Çünkü bu sözün aslı “Ya Allah”tır. Fakat sonrasında yapılan ilâve Allahümme oldu. Fakat hakikat ehilleri yanında “Hemze” (elif harfinin adı) Allah’ın zâtına işârettir. Ve ilk “Lâm” Cemâl ismine, ikinci “Lâm” Celâl ismine işârettir. Ve “Ha” hüviyete (hakikate, asla), “Mim” Ef’al’e işârettir.
İfade edilmek istenen mânâ şöyle olur ki:
“Ey Allah’ım! Zât-ı bâkemâl ile ve Sıfatı Cemâl ve Celâl ile ve kemâl derecede İlâh ile ilgili Ef’al (işler) olgun yap.” “Salli”: Yani; rahmet yönünden olan ihsanını fazlalıkla yap!.”
Çünkü tecellîler sonsuzdur. Bundan dolayı yüce Allah, Habib’ine, Taha Sûresinde: “Rabbim, ilmimi artır.”


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---“İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımi’s- salâte li zikrî.: Muhakkak ki Ben, Ben Allah’ım. Benden başka İlâh yoktur. Öyleyse Bana kul ol ve Beni zikretmek için namazı ikâme et!.” (TâHâ 20/114)
Şeklinde dua etmesini buyurdu. Bilinmeli ki, İlâh ile ilgili tecellîlere son yoktur.

Allah’ın zât ile olan büyüklüğü, kendisine ait varlıklar ile bilinir. Bilinmelidir ki, bu varlıkların sayısı beştir ve bunlar:

1. Hazret-i Zât,
2. Hazret-i Sıfat,
3. Hazret-i Esmâ,
4. Hazret-i Ef’al,
5. Hazret-i Ahkâmdır.

Bunların tamamı en kemâl derecede Hazreti MuhaMMed sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin zâtında açığa çıkıp görünür olmuştur. Bu açıklık;
Hazret-i zât: İlâh ile ilgili hakikat,
Hazret-i Sıfat: MuhaMMed ile ilgili hakikat,
Hazreti Esmâ: İnsan ile ilgili hakikat,
Hazret-i Ef’al ve Ahkâm: Âdem ile ilgili hakikattir.


Bu hakikatleri kendi zâtında toplayan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizdir. Çünkü ilk yaratılan olup, peygamberlerin sonuncusu ve mührüdür. Ensârdan olan sahabe olan Hazreti Harac Abdürrezzak Abdullah İbni Câbir Hazretlerin bu konu üzere olan sorusuna cevâben: Bir rivâyete göre, “Allah evvelâ benim nurumu yarattı.” Bir rivâyete göre, “Allah evvelâ benim ruhumu yarattı.” Bir rivâyete göre, ”Allah evvelâ benim aklımı yarattı.” Bir rivâyete göre, Allah evvelâ kâlemi yarattı.” Ve bir başka rivâyete göre, “Allah evvelâ arşı yarattı.

ResimCâbir b. Abdillah’ın rivâyetine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ; Allah Teâlâ’nın en evvel yarattığı şeyin ne olduğu sorusuna verdiği cevab şudur: “Allah Teâlâ, kendi nurundan önce senin nebînin nurunu yarattı ve şöyle dedi: “O nûr Allah Teâlâ’nın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi o zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne de ins vardı. Hâsılı mahlûkattan bir nesne yaratmamıştı, (devâmla Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem): Allah Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zamanda o nuru taksim edip dört parça yaptı; ilk parçadan kalemi yarattı, ikinci parçadan levhi yarattı, üçüncü parçadan arşı yarattı, dördüncü parçayı taksim edip dört parçaya ayırdı ilkinden gökleri, ikincisinden yerleri, üçüncüsünden cennet ve cehennemi; dördüncüsünü yine taksim edip dört parça yaptı, birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu, ikincisinden kalblerinin nurunu, üçüncüsünden dillerinin nurunu yarattı (kalblerin nurundan maksad Allah Teâlâ’yı bilmedir. Dillerin nurundan maksad da kelime-i tevhiddir.” buyurdu.
(Hâkim, Müstedrek, II / 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV / 127; Aclûnî, I/265, 266)

Bunlar her ne kadar ayrı, ayrı olarak ifâde edilmiş olsa da hakikatleri birdir. Çünkü “Nur” ismi verilmiş olması, zât ile ilgili olup ona mazhar (âlet) olacak bir şey yoktur. “Ruh” ismi verilmiş olması, hayat erici ve dirilten olduğu içindir. “Kâlem” ismi verilmiş olması, Allah’ın ilminde toplu olanı farklı olarak ifâde etmekte olduğu içindir. “Akıl” ismi verilmiş olması, idrak ediciliği (kavrayıcılığı) sebebiyledir. Ve “Arş” olarak ifâde edilmesi, Muhit yani, her şeyi kuşatan olması sebebiyledir.
Rahmânlık ile ilgili hakikatlerin toplamının kaynağıdır.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ilim ile ilgili hakikatleri kendinde toplayan ve Hak ve halk ile ilgili düşünceli davranışları kuşatandır. Ve ilim ile ilgili açığa çıkışlar ve ilim ile ilgili hakikatler birdir. Bilinen ve bilinemeyen, şeyler gerek vacipler, gerek olabilen ve olamayanlar o bir olan ilimden ibârettir. Ve tamamını yüce Hak rahmetiyle genişletmiş oldu. Ve bir âyette, “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.”


وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
Resim---“Vektub lenâ fî hâzihi'd-dunyâ haseneten ve fî'l-âhıreti innâ hudnâ ileyk(ileyke), kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî vesiat kulle şey’(şey’in), fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûne'z-zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn(yu’minûne): Bize bu dünyâda da, âhirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azâbımı dilediğime isâbet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup sakınanlara, zekâtı verenlere ve bizim âyetlerimize îman edenlere yazacağım." (A’râf 7/156)

Buyurmasıyla rahmetini bunların üstüne salmıştır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SALÂVÂT-ı İDRİSî ŞeRHi

Mesaj gönderen kulihvani »

İsimler melekler âleminin sırrıdır.
Yani, Hazreti Resûl sallallahu aleyhi ve sellem Allah melekût’u (bâtını) olan Allah’ın sıfatlarının sırrıdır. İsimlerin bâtını da sıfattır. Bundan dolayı melekût sözü, burada bâtın olarak ifâde edilmiştir. Çünkü Ef’al’ in (işlerin) bâtını esmâ’dır (isimlerdir). Esmâ’nın bâtını sıfattır. Sıfatın bâtını ise zâttır..

Bilinmelidir ki, Allah’ın zâtına mazhar; Allah’ın sıfatıdır. Allah’ın sıfatına mazhar; Allah’ın isimleridir. Ve Allah’ın isimlerine Mazhar; Allah’ın ef’al’idir. Ve tamamının toplandığı yer, ilk yaratılmış ve ilk açığa çıkıp görünür olan MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem nurudur. Sırra gelince sıfattır ki, o isimlerin bâtını. Allah’ın zâtı ve zâtın açığa çıktığı yer, ne kadar topluluk varsa MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili hakikattir. “Allah, yerin ve göğün yaratılmasından evvel “âmâ’da idi”


Resim Ebu Rezîn el-Ukeylî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Yâ Rasûlullah!.”, dedim, mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" Bana şu cevabı verdi: "Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. ARŞını SU üzerinde yarattı." buyurdu.
Ahmed İbnu Hanbel dedi ki: "Yezid şunu söyledi: el-Amâ, yani "ALLAH'la birlikte başka bir şey yoktu" demektir."

(Tirmizî, Tefsir, Hud (3108)

Âmâ med ile ve kasr ile ifâde edilmek istenenlerin her ikisi rivâyettir. Arap dilinde Amâ ince bulut demektir. Ancak bu konuda anlatılmak istenen bu mânâ değildir. Mesabih-i şerîf (şerefli kandiller) de rivâyet edilmiştir ki, Ebu Zerin el Ukayli; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sordu ki: “Yâ Rasûlullah! Allah var olanları yaratmazdan evvel nerede idi?” Rasûlullah cevâben dedi ki: “O’ Âmâda idi. Altında hava üstünde hava vardı.” Bu Cevâb karşısında Yezid Bin Harun sordu: “Âmâ’nın mânâsı nedir? Rasûlullah yine cevâben: “Allah vardı onunla başka hiçbir şey yoktu. Ve sözünü şu cümle ile tamamlayıp: “Şimdi dahi öyledir.” buyurdular.

İmdi: Bu yerde sıfat tecellîsi ile ilgili olan amâ ve isimler olan bilgiler ve Hak ile ve halk ilgili hakikatlerdir. Fakat risâleyi yazan zâtın Âmâ sözü ile anlatmak istediği zâttır ki, öz olan zât ya zât tecellîsidir ki, o tecellîde sıfat ve esmâ zâtın kendisidir. Arap dilinde anılmış olan ince bulut istenmiş olan mânâ değildir. Bundan dolayı peygamber Efendimiz: “Yer ve gökyüzünden evvel” buyurdu. Çünkü yer ve gök bulut olmadığından anlatılmak istenen: “Ahadiyyetü’l- vücud yani, tek varlık zâtın özüne” Sözünün mânası; safvet (berraklık) özün özüdür. Yani, Allah’ın zâtı ile ilgili berraklığı; (safveti) Resûldür. Çünkü makam ve mertebesi “Ahadiyyetü’l Cem’”dir. Bilinmelidir ki,
MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem e uymuş olanların mertebesi, derecesi beştir:
1-) Avâm,
2-) Havâss,
3-) Havâssü’l- havâs,
4-) Hülâsatü havâssi’l- havâs,
5-) Safvetü hülâsati havâssi’l- havâs.

Fakat;
Avam mertebesi: “İman-ı istidlal”idir (delile dayanan imandır.).
Havâss mertebesi: “İman-ı hakiki” (tevhid)dir.
Havâsü’l- Havâss mertebesi: “Cem’”dir.
Hülâsatü havâssi’l- havâas mertebesi: “Hazretü’l- Cem’” dir.
Safvetü hülâsati havâssi’l- havâss mertebesi: “Cem’ül- Cem’”dir.
Ve Safvet hülâsati hâssiyyeti’l- mertebesi: “Ahadiyyetü’l- Cem’” ki, Rasûlullah Efendimizin özel makamıdır.

“Gayb (gizlilik) ve Şuhut’ta (şâhidlikte) İlâh ile ilgili olgunluk noktasından” Yani, bu noktadan hareketle, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İlâh ile ilgili kemâlât çerçevesinde olan Halk ve Hak ile ilgili mertebelerin aslıdır ve mazharıdır.


Halk ile ilgili mertebeler yirmi sekizdir.
Halk ile ilgili mertebeler:

1-) Akl-ı Evvel: Ruh-i MuhaMMedî dahi derler.
2-) Nefs-i Küll: Nefsi MuhaMMedî dahi derler.
3-) Tabîat,
4-) Heyûlâ,
5-) Cism-iKüll,
6-) Şekil,
7-) Arş,
8- ) Kürsi,
9-) Felek-i Atlas,
10-) Felek-i Kevkeb: Felek-i Menâzil dahi derler.
11-) Felek-i Keyvân: Felek-i Zühal dahi derler.
12-) Felek-i Bürûç: Felek-i Müşterî dahi derler.
13-) Felek-i Behrâm: Felek-i Merîh dahi derler.
14-) Felek-i Yûh: Felek-i Şems dahi derler.
15-) Felek-i Zühre,
16-) felek-i Kâtip: Felek-i Utarit dahi derler.
17-) Felek-i Kamer,
18-) Felek-i Esir: Küre-i Nâr dahi derler.
19-) Felek-i Hevâ: Küre-i Hevâ dahi derler.
20-) Felek-i Mâ: Küre-i Mâ dahi denir.
21-) Felek-i Türâb: Küre-i Türâb dahi denir.
22-) Ma’den,
23-) Nebât,
24-) Hayvan,
25-) Melek,
26-) Cin,
27-) İnsan,
28-) Mertebe.

Hak ile ilgili mertebeler dahi yirmi sekizdir ki:
Hak ile ilgili mertebeler:

1-) İsm-i Bedî.
2-) İsm-i Bâ’is.
3-) İsm-i Bâtın.
4-) İsm-i Âhir.
5-) İsm-i Zâhir.
6-) İsm-i Hakîm.
7-) İsm-i Muhît.
8- ) İsm-i Şekûr.
9-) İsm-i Ganî.
10-) İsm-i Muktedir.
11-) İsm-i Rabb.
12-) İsm-i Alîm.
13-) İsm-i Kâhir.
14-) İsm-i Nûr.
15-) İsm-i Musavvir.
16-) İsm-i Muhsıyy.
17-) İsm-i Mübîn.
18-) İsm-i Kâbız.
19-) İsm-i Hayy.
20-) İsm-i Muhyî.
21-) İsm-i Mümît.
22-) İsm-i Azîz.
23-) İsm-i Rezzâk.
24-) İsm-i Müzill.
25-) İsm-i Kavî.
26-) İsm-i Lâtif.
27-) İsm-i Câmî.
28-) Refîüd-derecât.

İsimleri yazılmış olan Hak ve Halk ile ilgili mertebelerin tamamı şâhidlik yerleridir. İlâh ile ilgili olgunluğun asıl kaynağı ve maddesi MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili nurdur. Noktanın var olan harflerin maddesi ve kaynağı olduğu gibi.

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SALÂVÂT-ı İDRİSî ŞeRHi

Mesaj gönderen kulihvani »

1-) Görünür olan bütün varlıklar da Rahmân ile ilgili nefesin, ruhunun üflenmiş olana.: Yani, Ruh’un üflenmesi, Rahmân ile ilgili olan hakikatler, ruhu bulunan yüce Allah’ın isimlerinin üflenmesidir, yani meydana çıkmasıdır.
Bilinmelidir ki, İlâh ile ilgili isimler hakikatlerinin açığa çıkmasını isterler. Meselâ:
Rab; Merbûb (kul, köle),
Kadîr; Makdûr (güç, kuvvet, kudret),
Mürid; Murâd (arzu, istek, dilek),
Alîm; Ma’lûm (bilinen, belli) olanı ister.
Ve diğer isimler de böylece kendileriyle ilgili olanı isterler. Bu hakikatler bilinen ve bilinmeyen şeylerin açığa çıkması, özet olarak söylenecek olunursa, MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili nur ile meydana gelmiş oldular. Ve görünürde var olanların tamamı; Ağaçlar, taşlar ve diğerleri gibi çeşitler ve cinsler ve kişilere MuhaMMed ile ilgili nurun üflenmiş olmasıyla, yani yönelmiş olmasıyla meydana gelmiş oldular. Sözün kısası; meydana gelmiş olanların ruhları ve maddeleri MuhaMMed ile ilgili olan nurdur ki, Rahmân’ın nefesi olan hakikatleri istemektedir. Yöneliş halleri nura doğrudur.

2-) Gayb (gizli olan) O: Yâni, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hüviyyeti yani hakikati olan MuhaMMed ile ilgili hakikat, sıfattır. Yüce Hakk’ın hüviyyeti (hakikati) kendi zâtıdır.
3-) O’nda O: Yani, MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili hakikat, İlâh ile ilgili hakikatte birliktedir. Fazlalık değildir.
4-) O’ndan O: Yani, İlâh ile ilgili hakikatten MuhaMMed ile ilgili hakikat açığa çıkmış oldu ve ona mazhar (âlet) oldu. Çünkü tecellî olunan, tecellî edene tabi’dir.
5-) Allah’ım O’na Salât et, rahmet et: Yani, zâtınla ve sıfatınla ve ef’al’ inle MuhaMMed üzerine ikrâmın bol olsun.
6-) On’unla O: Hakikatin hakîkatına.
7-) O’nda O: Yani, senin hakîkatın Muammed hakîkatında yok olucu yap.
8- ) O’ndan O: MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem in hakîkatını dışta, senin hakîkatında görünür, açığa çıkan yap.
9-) Ey O, Olan O: Yani, MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem hakîkatı, MuhaMMedîn kendi hakîkatı olan zât, sana yakarmaktayım. Ve O’nun ailesine ve ashabına rahmet et- ve selâmet nasib eyle.

Bilinmelidir ki, Allah’ın Resûl’ ü ile ilgili “Ehl-i Beyt”(ev halkı) üç kısımdır.:

Birincisi: Cisim ile ilgili, yani beden yönüyle olan ev halkı ki, Hazreti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ın iki torunu; Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’e soy bağı ile ilgisi olandır.
İkincisi: Manevî yönden MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem ailesinden olmak. O da Allah mârifetinin yolunu kabul etmiş olma hali ile kendini, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemEfendimize nisbeti ola.
Üçüncüsü: Hem soy itibarı ile Hazreti Hasan ve Hüseyin’e ve manevî yönden Resûlullah Efendimize nisbet edilmiş olması gereklidir. İslâm toplumu içinde kutup, çekim merkezi, bu üçüncü kısımdan açığa çıkmış olur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemsallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ve ev halkına yapılan bir salâvât-ı şerîf şöyledir: “Ey Allah’ım! Senin yüce duan, seyyidler seyidi olan MuhaMMed’in ve ev halkının üzerine olsun. Ey Allah’ım! Sen, isimleriyle kendisini övmeyen MuhaMMed’e ikrâm et. O güzel isimlerine onu mazhar (âlet) yap. Çünkü Melekler ve Mülk âleminde olanların tamamı, onun nurundan meydana gelmiştir. O öyle bir MuhaMMed’dir ki, bütün âlemlerin özü ve farklılaştırandır. Çünkü tamamı ondan yaratılmış olmalarıyla cisimleri temiz olarak meydana gelmiştir. Ki, hadis-i kudsinde, “Sen olmasaydın, sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” buyurdun.

Resim---ALLAH celle celâluhu, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e : "Kuntu kenzen mahfiyya feahbebtu en uğrafe fehalaktu'l-halka: Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim. Buna olan muhabbetim sebebiyle felekleri, var olan her şeyi yarattım." buyurmuştur.

(Aclunî, Keşfu'l-hâfâ)

Her şeyden önce ilk olarak yarattığın, Hazreti MuhaMMed’in Nuru olduğu gibi sonu da yine MuhaMMed’in kutlu vücududur. Nasıl ki, bir ağaç ve meyvesinin özü çekirdeğinin özü (içi) olup sonu da çekirdeğin içidir. Yani bütün âlemlerin oluşları onun yüce ayrıntılarıdır. Çünkü şerefli bedeni Hak ile ilgili öz olduğu gibi, nurunun parıltıları her tarafta yayılmış oldu. Allah’ın salât ve selâmı onun ve ailesine ve dostlarının üzerine olsun. Dedi ki: “Ben Allah’tanım mü’minler benim nurumdandır.”…

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ene minallah ve'l- müminüne minnî, (min feyzi nurî): Ben Allah'tanım. Müminler de benim umumdandır, benim nurumun feyzîn-dendir" buyurmuştur.
(İsmail Hakkı Bursevî, RÛh, II, 370; IV, 196; V, 529; VI, 232; Rûhu'l-Mesnevi, I, 11; Tuhfe-i HaiiHyye, s. 8; Tuhfe-\ Vesîmiype, s. 12; Kitobü'n-Netice, 1, 128; Kenz-i Mahfî, s. 87.)

PİR SEYYİD MUHAMMED NUR ARABÎ kaddesallahu sırrahu

**

Seyyid Pîr MuhaMMed Nur Hazretlerinin, Şeyh Ahmed İbni İdris’in düzenlediği Salâvat-ı Şerîf hakkındaki yazılarının açıklanması (şerhi) ve kendi görüşünün aktarılması tamam oldu. Efendimiz, MuhaMMed Nur Arabî’nin açıklayıcısıyım. Bunun başlanıp tamamlanması Receb ayının birinci günü yıl ise Hicri 1283 te tamam oldu. Her şeyin gerçeğini bilen yüce Allah’tır.

..Bu risâleyi gün ışığına çıkaran ismi belirsiz zât…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SALÂVÂT-ı İDRİSî ŞeRHi

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimŞEYH AHMED B. İDRİS’in SALÂVAT-ı ŞERİFE’sinin ŞERHİ
(Osmanlıca-orjinali)


Bismillâhirrahmânirrahîm

Mâlum ola ki, ehl-i tâlim ve tetkik kemâl-i şefkatlerinden nâşi maarife şâmil kütüb tasnif ederek, ihvanların tevhidlerini kesb-i lezzet ve istiğrak ve makamları da terakki bulmak için kütüb-i merkumu lisan-ı Tevhid üzere tahrir eylediler.
Ve bazı tasnifleri salâvat ve ed’iye ile olup, ol makamatta kemâl üzere Hazret-i Resûlullah (aleyhisselâm)’ı medhü senâ eylediler. Bahusus evlâd-ı Resûl’den Seyyid Ahmed b. İdris (kaddesallahu sırrahu) Hazretleri’nin tasnif buyurdukları Salâvat ve Evradı, maarif-i ilâhiyyeyi câmi ve makamatını kemâl üzere tetkik ve beyan buyurmuşlardır. Lâkin lisan-ı Arabî ile mânâları dakik olduğundan, Fâkir; lisan-ı Türkî üzere bu Salâvat-ı Şerîfe’leri şerh eylemek murad ederim..

Mürşid-i kâmil, mukarreb illallah, halife-i bâtın es Seyyid Ahmed b. İdris buyurdular ki:


Bismillâhirrahmânirrahîm

Malûm ola ki, Besmele hakkında ulemâ-i kiram günbegün i’rab ve bina vesair kava’id ve meâni tekellüm buyurdular. Cümleye malumdur. Lâkin bu Fâkir, Besmele hakkında bir nebze tekellüm ederim:

Ma’lum ola ki, Besmele-i Şerîf’de esmâ-i selâse vardır.
Evvelâ, İsmü’z- zât, Allah.
Sâniyen, İsmü’s- sıfat, er-Rahmân.
Salisen, İsmü’l-ef’al, er-Rahîm. Bu tertip üzere Şer’-i Şerîf, besmeleyi zikretmeyi emredip şeran fiili câiz olan şey iptidasında besmele zikrolmaz ise ol şey bereketsizdir, buyurdu “Küllü emrin ziy’yalin lem yüb’de fi hi BismillâhirrahmânirRahîm” eseri varid oldu.

Demektir ki her şey; ekl ve şürb ve gayri fiil iptidasında besmele zikri bu fiil Zâtullah ve Sıfatullah ve Halkullah ile zuhura geldiğini, haber vermektir. Ve muvahhid olduğunu beyan etmektir. Besmeleyi zikretmek, muvahhidin alâmetidir. Bundan ötürü kütüb-i İslamiyye ibtidasında besmele zikrolunur. Beraat-ı istihlâldir.
Ama mekruh ve haram üzerine besmele menhidir. Zirâ nefis, haramı ve mekruhu dâvet eder.
Kâlallahü Teâlâ:(leha ma kesebet ve aleyha mektesebet) (Bakara 2/286). Kadî Tefsirine nazar olunsa bu mânâya delâlet eder.

“Allahümme”: Ma’lum ola ki, ülemâ-i kiram buyurdular ki: “Allahümme âhirinde olan Mim, harf-i nidâya bedeldir. Zirâ aslı: “Ya Allah”tır. Ama ba’de’li’lal “Allahümme” oldu.
Lâkin Muhakkikler katında hemze, zâtullaha işârettir.
Ve lâm-ı ulâ, sıfat-ı cemâle,
Ve lâm-ı sâni celâle işârettir.
Ve Ha, hüviyete.
Mim ef’ale işârettir.
Ma’na böyle olur ki; “Allah’ım! Zât-ı bâkemâl ile ve sıfat-ı cemâl ve celâl ile ve ef’al-i ilâhiyyeyi kemâl ile.”

“Saalen”: Yâni; rahmet, ihsan, ikramını ziyâde eyle. Zirâ tecellîyat binihâyedir. Bundan ötürü, Allahu Teâlâ habibine: “Ve kul Rabbi zıdniilma” (Tâhâ 20/114) buyurdu.
Ma’lum ola ki, tecellîyat-ı ilâhiyeye nihayet yoktur.
“Ala mazhare’l- azimette’l- leziyyete”: Malum ola ki, azamet-i zâtiye-i ilâhiye hazarattır. Ve hazarat beştir: Hazretü’z- zât, Hazretü’s- sıfat, Hazretü’l- esmâ, Hazretü’l- ef’al ve Hazretü’l- ahkâmdır.

Bu; cümle, zât-ı Muhammediye ile zâhir oldular.
Hazretü’z- zât; Hakikat-i İlâhîye,
Hazretü’s- sıfat; Hakikat-i Muhammediye,
Hazretü’l- esmâ, Hakikat-i İnsâniye,
Hazretü’l- Ef’al ve’l- Ahkâm, Hakikat-i Âdemiyye’dir.
Bu hakayıkın, Zât-ı Muhammed (aleyhisselâm) Efendimiz Hazretleri câmi’dir. Zirâ evvel mahlûktur. Ve hatemü’l- enbiyâ’dır. Bunların hakikatleri birdir. Zirâ Nur tesmiye olunduğu, zât-ı zâhir ve gayr-ı mazhardır. Ve ruh tesmiyesiyle, memba-ı hayat ve muhyidir. Ve kalem tesmiyesi, ilmullahta mücmel olanı tafsil der. Ve akıl tesmiyesi kılınması, müdriktir. Arş tabir olunması muhittir.

“Cemiyete’l- uyün el hakkı Rahîmiyete”: Resûl-u Ekrem (aleyhisselâm) Hazretleri hakayık-ı ilmiyeyi câmi’ ve taayünat-ı hakkıyye ve halkıyyeyi muhittir. Ve taayünat-ı ilmiye ve hakayık-ı ilmiye birdir. Mâlumat; gerek vâcibat ve gerek müstahilât ve gerek mümkinat anlardır. Ve cümlesini Hakk Teâlâ rahmetiyle vüsat etti. “Ve rahmeti vesiat külle şey’i” (Araf 7/156) dedi. Bundan Rahamutiyye ıtlak olundu.

“Sır meleküte’l- esmâi”: Yâni, Resûl (aleyhisselâm) Allah melekûtu olan sıfatullah sırrıdır. Melekût-i esmâ, sıfattır. Melekûti demek, bâtınîdir. Zirâ ef’alin bâtını esmâdır. Esmânın bâtını sıfattır. Sıfatın bâtını zâttır.
Malum ola ki;
Zâtullah mazharı Sıfatullahtır.
Ve Sıfatullah mazharı, Esmâullahtır.
Ve Esmâullah mazharı, Ef’alullahtır.
Ve cümlenin câmi’i, evvel-i mahlûk ve evveli mezâhir, nur-u Muhammed’dir..

“Fesire’l- sıratelletihi meleküte’l- esmâi zât Allahu mezâhire’l- zâte’l- cemia el hakikate el Muhammediye se-el muabber ene belemâi kable haleka arzı ve semâi”
Âma “med” ile ve “kasr” ile her ikisi rivâyettir. Ve lugat-ı Arab’ta âma ince buluttur. Ancak, bu mahalde bu mânâ murad değildir. Mesabih-i Şerîf’de mervidir ki, Ebu Rezin el-Ukaylî Resûlullah (aleyhisselâm) Hazretlerinden sual buyurdular ki: “Eyne kâne Rabbenâ kable en yahlukâ’l- halka ya Resûlallah?. Kale: “Kane fi emâin mâ tehtehü hüveün vemâ fevkahü hüveün.” kale yezid übnü harune ma’nel âmai kânallahü velem yekün maahü şey’en vel enâ ala mâ aleyhi kâne.”
İmdi bu mahalde âma tecellî-i sıfat ve esmâ olan malumat ve hakayık-ı hakkıyye ve halkıyedir. Velâkin musannifin muradı âma-i zâtıdır ki, zât-ı baht; tecellî-i zâtıdır ki, ol tecellîde sıfat ve esmâ ayn-ı zâttır. Lugat-ı Arab’da mezkûr olan ince bulut murad değildir. Bundan ötürü; “Kable’l- arz ve semâi” buyurdu. Zirâ kablel- arz ve’s- semâ bulut olmadığından o murad olamaz. Vallahü el Hâdi.

“Sâzeci sâzeci el zâtel ahadiyetel vücud”: Sazec mânâsı; Safvet. Hülâsasının hülâsasıdır. Yâni, zâtullah safveti; Resûl (aleyhisselâm)dir. Zirâ makam ve mertebesi Ahadiyetü’l- cem’dir.
Ma’lum ola ki, Muhammediyyun mertebeleri beştir. Avam, Havas, Havasü’l- havas, Hülasatü Havasü’l- havas, Safveti Hülasatü Havasü’l- havas. Ama mertebe-i avam; İman-ı istidlalidir. Ve mertebe-i havas; Tevhid’dir.
Mertebe-i Havasü’l- havas; makamül cem’dir. Ve mertebe-i Hülasetü’l- Havasü’l- Havas Hazretü’l- cemdir. Ve mertebe-i safveti Hülasatü Havasü’l- Havas; Cemmü’l- cem’dir. Bir de mertebe-i safveti Hülasatü hassiyeti’l- has; Ahadiyetü’l- Cem ki, Resûlullah Makamıdır.

“Nokta, dairete’l- kemâl ilâhi fi’l- gayb ve şehadet”: Yâni, Resûlullah (aleyhisselâm) kemâl-i ilâhi dâiresi olan meratib-i hakkıyye ve halkıyye aslıdır ve mazharıdır.


Meratib-i halkıyye yirmi sekizdir.:
1. Akl-ı Evvel: Ruh-ı Muhammedi dahi derler.
2. Nefs-i Küll: Nefs-i Muhammedi dahi derler.
3. Tabiat.
4. Heyulâ.
5. Cism-i Küll.
6.Şekil.
7. Arş.
8. Kürsi.
9. Felek-i Atlas.
10. Felek-i Kevkeb: Felek-i Menâzil dahi derler.
11. Felek-i Keyvan: Felek-i Zuhal dahi derler
12. Felek-i Büruc: Felek-i Müşteri dahi derler.
13. Felek-i Behram: Felek-i Merih dahi derler
14. Felek-i Yuh: Felek-i Şems dahi derler
15. Felek-i Zühre.
16. Felek-i Katib: Felek-i Utarit dahi derler.
17. Felek-i Kamer.
18. Felek-i Esir: Küre-i Nar dahi derler.
19.Felek-i Heva: Küre-i Heva da denir.
20. Felek-i Ma: Küre-i Ma da denir.
21. Felek-i Türab: Küre-i Türâb dahi denir.
22. Maden.
23. Nebât.
24. Hayvan.
25.Melek.
26. Cin.
27. İnsan.
28. Refiü’d- derecat.


Meratib-i Hakkıyye dahi yirmi sekizdir:
1. İsm-i Bedi.
2. İsm-i Ba’is.
3. İsm-i Bâtın.
4. İsm-i Âhir.
5. İsm-i Zâhir.
6. İsm-i Hâkim.
7. İsm-i Muhit.
8. İsm-i Şekur.
9. İsm-i Gâni.
10. İsm-i Muktedir.
11. İsm-i Rabb.
12. İsm-i Âlim.
13. İsm-i Kâhir.
14. İsm-i Nur.
15. İsm-i Musavvir.
16. İsm-i Muhsıyy.
17. İsm-i Mübin.
18. İsm-i Kabız.
19. İsm-i Hayy.
20. İsm-i Muhyi.
21. İsm-i Mümit.
22. İsm-i Azîz.
23. İsm-i Rezzâk.
24. İsm-i Muzzill.
25. İsm-i Kavi.
26. İsm-i Lâtif.
27. İsm-i Câmi.
28. Refiü d-derecât.


Bu meratib-i hakkıyye gayb ve halkıyye şahâdettir. Kemâl-i İlâhî asıl menba’ı ve maddesi Nur-i Muhammedî (aleyhisselâm)’dir. Nokta, harflerin maddesi olduğu gibi.

“Nefhi ruhî el nefsü’l- rahmânî fi külliyete’l- vücude’l- iyâni” Yâni, Nefes-i Rahmânî olan hakayık, ruhu bulunan Esmâullah-ı Teâlâ nefhidir, yâni zuhurudur.
Ma’lum ola ki, esmâ-i ilâhiye hakayık taleb eyler. Meselâ, Rab-Merbub; Kadir-Makdur, Mürid-Murad, Âlim-Ma’lum ve gayrileri gibi. Bu hakayık malumat ve malumat ol zuhuru, icmâlen Nur-u Muhammedî ile zuhur eylediler. Ve ayanda mevcud olan külliyat-ı mevcude, hacer ve şecer ve gayrileri gibi enva ve ecnâs ve eşhas Nur-u Muhammedî nefh olmasıyla, yâni teveccühüyle zuhura geldiler.

Vel-hâsıl, cümle mevcudat ruhları ve maddeleri Nur-u Muhammed’dir ki, Nefesü’r- Rahmân olan hakayıkı taleb eder. Sıfatlar teveccühîdir.

“Gaybi hu”: Yâni, Resûlullah (aleyhisselâm) hüviyeti yâni hakikati olan Hakikat-i Muhammediye, sıfattır. Ayn-i hüviyetül-Hakk Teâlâ zâttır.
“Fi hu, hu”: Yâni, Hakikat-i Muhammediye, Hakikat-i İlâhiyede müttehiddir. Zâid değildir.
“Min hu, hu”: Yâni Hakikat-i İlâhiyeden, Kakikat-i Muhammediye zâhir oldu ve ona mazhar oldu. Zirâ tecellî, metbu’ mütecellîye tâbidir.
“Fesellallahi ma aleyh”: Yâni, zâtınla sıfatınla ve ef’alinle Muhammed üzerine ikramın ziyâde olsun!.
“Hu, hu”: Hakikatin hakikatine!.
“Fi hu, hu”: Yâni, senin hakikatini Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hakikatinde fâni kıl!.
“Min hu, hu” Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hakikatini haricde, senin hakikatinde zâhir kıl!.
“Yâ min hu, hu” Yâni, hakikatin, Ayn-ı Muhammed (aleyhisselâm) Hakikati olan zât, sana niyaz ederim!.
“Aleyhi vesahbihi vesellem”: Ma’lum ola ki, Ehl-i Beyt-i Resûlullah üç kısımdır. Evvelki, Evlâd-ı Suriye. Hazret-i Resûlullah (aleyhisselâm)’ın sulbü olan Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’e mensub ola. İkinci, Evlâd-ı ma’neviyye ola. O dahi marifetullah tarikini ahzedib, Resûlullah Efendimize nisbeti ola. Üçüncü, hem Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin hem Resûlullah Efendimize nisbeti ola. Kutub olacak bu kısımdan olur.
Resim
Cevapla

“►Salavat-ı Şerifeler◄” sayfasına dön