İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
177. Hutbe
H. 38.yılda, Hakemeyn (Ebu Musa Eş’ari ve Amr b. As'ın) olayı hakkında...
"Önde gelenlerinizin görüşü iki kişinin seçiminde birleşti. Biz de Kur'an'ın karşısında diz çökmelerine, sınırını aşmamalarına, dilleri ve kalplerinin ona tabi olacağına dair kendilerinden söz aldık. Fakat onlar, Kur'an'dan saptılar. Gözleri göre göre hakkı terk ettiler. Onların heva ve hevesleri zulmetmek; görüşleri ise eğri gitmekti. Onlardan hükmünde adaletli, amelde hakka uygun davranacaklarına dair aldığımız söz, kötü reyleri ve zalimce hükümlerinden önceydi. Şimdi hak yolundan saptıkları ve Allah'ın hükmünün tam tersine hüküm verdikleri için hüccet kendi elimizde ve lehimizedir…"
KaYNaKLaR; Hutbe177* et-Tarih, c.5, s.48 (Hicri 37. yıl olayları) Taberi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
177. Hutbe
H. 38.yılda, Hakemeyn (Ebu Musa Eş’ari ve Amr b. As'ın) olayı hakkında...
"Önde gelenlerinizin görüşü iki kişinin seçiminde birleşti. Biz de Kur'an'ın karşısında diz çökmelerine, sınırını aşmamalarına, dilleri ve kalplerinin ona tabi olacağına dair kendilerinden söz aldık. Fakat onlar, Kur'an'dan saptılar. Gözleri göre göre hakkı terk ettiler. Onların heva ve hevesleri zulmetmek; görüşleri ise eğri gitmekti. Onlardan hükmünde adaletli, amelde hakka uygun davranacaklarına dair aldığımız söz, kötü reyleri ve zalimce hükümlerinden önceydi. Şimdi hak yolundan saptıkları ve Allah'ın hükmünün tam tersine hüküm verdikleri için hüccet kendi elimizde ve lehimizedir…"
KaYNaKLaR; Hutbe177* et-Tarih, c.5, s.48 (Hicri 37. yıl olayları) Taberi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
178. Hutbe
Osman öldürüldükten sonra Hilafetinin başlarında ([1]) Allah'ın vahdaniyeti, Peygamber'in risaleti ve takva hakkında şöyle buyurmuştur:
"Hiç bir iş O'nu meşgul edemez, hiç bir zaman onu değiştiremez, hiç bir mekân onu kuşatamaz, hiç bir dil onu vasıflandıramaz. Yağmur tanelerinin, göğün yıldızlarının, yelin savurduğu tozların sayısı, düz ve beyaz taşın üzerinde yürüyen karıncanın hareketi ve karanlık gecelerde küçük karıncaların yuvası bile O'ndan gizli kalmaz. Ağaçtan düşen yapraklan ve gözlerin gizli bakışını görür. Allah'tan başka hiç bir ilah olmadığına ve hiç bir dengi bulunmadığına; hakkında hiç bir şüpheye düşmeden, dinini ve her varlığı yaratanın O olduğunu inkar etmeden; doğru bir niyet, temiz bir öz, ihlaslı yakin ve tartısı ağır gelen kişinin şahadetiyle şahadet ederim. Muhammed'in O'nun kulu, bildirdiği gerçekleri anlatmak için yarattıkları arasından seçtiği, en yüce kerem ve lütuflarıyla risaletinin en büyüğü için beğendiği, alametlerini onunla açıkladığı, benzersiz körlüğü onunla giderip aydınlattığı elçisi olduğuna da şahadet ederim.
Ey insanlar! Dünya, kendisine ümit bağlayıp güvenenleri ve onu isteyenleri aldatır. Onun için yarışanlara teveccüh etmez. Kendisini yenmek isteyenleri alt eder. Allah'a yemin olsun, nimet içinde hoşnut olarak yaşayanların mutluluk nimeti, ancak işledikleri günahlar yüzünden yok olur gider. Çünkü Allah, kullarına zulmedici değildir.(Al-i İmran: 182) Eğer insanlar, azap üzerlerine indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine doğru niyetle ve içtenlikle sığınsalar, Rableri ellerinden giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozgunu düzeltirdi.
Ben sizin hidayetten mahrum bir fetret dönemine düşmenizden korkuyorum. Geçmişte benim yanımda övülmeyen bir takım işlere meylettiniz. Ama işleriniz size tekrar geri döndürülürse, (Asr-ı saadete geri dönecek olursanız) mutlu olursunuz. Bana düşen ancak çalışmaktır. Konuşmak istersem, 'Allah geçenleri affetsin' derim."
KaYNaKLaR; Hutbe178*Uyun'ul-Hikem ve'l-Mevaiz. İbn-i Şakir Leyli; Bihar'ul-Envar, c.77, s.307, Meclisi: el-Hisal, c.2. s.163. Şeyh Saduk; Rebi'ul-Ebrar, c.l, s. 162. Zemahşeri; en-Nihaye, c.3, s.282, İbn-i Esir: el-Cemel s.46, Şeyh Mufid: el-Beyan ve't-Tebyin, Cahiz
DiPNoT;
[1]- İbni Ebil Hadid ise H. 35 yılında Medine'de bu hutbeyi irad ettiğini söylemektedir.
[1]- İbni Ebil Hadid ise H. 35 yılında Medine'de bu hutbeyi irad ettiğini söylemektedir.
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
178. Hutbe
Osman öldürüldükten sonra Hilafetinin başlarında ([1]) Allah'ın vahdaniyeti, Peygamber'in risaleti ve takva hakkında şöyle buyurmuştur:
"Hiç bir iş O'nu meşgul edemez, hiç bir zaman onu değiştiremez, hiç bir mekân onu kuşatamaz, hiç bir dil onu vasıflandıramaz. Yağmur tanelerinin, göğün yıldızlarının, yelin savurduğu tozların sayısı, düz ve beyaz taşın üzerinde yürüyen karıncanın hareketi ve karanlık gecelerde küçük karıncaların yuvası bile O'ndan gizli kalmaz. Ağaçtan düşen yapraklan ve gözlerin gizli bakışını görür. Allah'tan başka hiç bir ilah olmadığına ve hiç bir dengi bulunmadığına; hakkında hiç bir şüpheye düşmeden, dinini ve her varlığı yaratanın O olduğunu inkar etmeden; doğru bir niyet, temiz bir öz, ihlaslı yakin ve tartısı ağır gelen kişinin şahadetiyle şahadet ederim. Muhammed'in O'nun kulu, bildirdiği gerçekleri anlatmak için yarattıkları arasından seçtiği, en yüce kerem ve lütuflarıyla risaletinin en büyüğü için beğendiği, alametlerini onunla açıkladığı, benzersiz körlüğü onunla giderip aydınlattığı elçisi olduğuna da şahadet ederim.
Ey insanlar! Dünya, kendisine ümit bağlayıp güvenenleri ve onu isteyenleri aldatır. Onun için yarışanlara teveccüh etmez. Kendisini yenmek isteyenleri alt eder. Allah'a yemin olsun, nimet içinde hoşnut olarak yaşayanların mutluluk nimeti, ancak işledikleri günahlar yüzünden yok olur gider. Çünkü Allah, kullarına zulmedici değildir.(Al-i İmran: 182) Eğer insanlar, azap üzerlerine indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine doğru niyetle ve içtenlikle sığınsalar, Rableri ellerinden giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozgunu düzeltirdi.
Ben sizin hidayetten mahrum bir fetret dönemine düşmenizden korkuyorum. Geçmişte benim yanımda övülmeyen bir takım işlere meylettiniz. Ama işleriniz size tekrar geri döndürülürse, (Asr-ı saadete geri dönecek olursanız) mutlu olursunuz. Bana düşen ancak çalışmaktır. Konuşmak istersem, 'Allah geçenleri affetsin' derim."
KaYNaKLaR; Hutbe178*Uyun'ul-Hikem ve'l-Mevaiz. İbn-i Şakir Leyli; Bihar'ul-Envar, c.77, s.307, Meclisi: el-Hisal, c.2. s.163. Şeyh Saduk; Rebi'ul-Ebrar, c.l, s. 162. Zemahşeri; en-Nihaye, c.3, s.282, İbn-i Esir: el-Cemel s.46, Şeyh Mufid: el-Beyan ve't-Tebyin, Cahiz
DiPNoT;
[1]- İbni Ebil Hadid ise H. 35 yılında Medine'de bu hutbeyi irad ettiğini söylemektedir.
[1]- İbni Ebil Hadid ise H. 35 yılında Medine'de bu hutbeyi irad ettiğini söylemektedir.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
179. Hutbe
H. 36 yılında Kufe camiinde irad etmiştir.
Ze'leb el-Yemani kendisine sordu: "Ya Emir'el-Mü’minin Rabbini hiç gördün mü?" O da "Görmediğime mi ibadet edeyim?" dedi. "Peki, O'nu nasıl görüyorsun?"diye sordu. Bunun üzerine şöyle dedi:
"Gözler, O'nu açıkça görüp idrak edemez; fakat kalpler, onu iman gerçekleriyle görür. Her şeye yakın olduğu halde ilişerek değil; her şeyden uzak olduğu halde ayrı değildir. Konuşandır, fakat düşünerek değil. İrade edendir, kast/himmet etmeksizin. Yaratandır, aza ve organları olmaksızın. Latiftir, gizlilikle vasıflandırılamaz. Büyüktür, ama zulümle nitelendirilemez. Basir'dir, ama hisle vasıflandırılmaz. Rahimdir; gönül yumuşaklığı ile nitelendirilemez. Yüzler onun azameti karşısında boyun eğmiştir. Gönüller, O'nun korkusuyla dolmuş, titrer dururlar."
KaYNaKLaR; Hutbe179* Usul-ü Kafi c.l, s. 138; et-Tevhid s.96, 32, 324, Şeyh Saduk: El-İrşad, s.205. Şeyh Saduk; el-İrşad, s. 131, Şeyh Mufid; el-lhtisas, s.236. Şeyh Mufid; Tezkiret'ul-Havas. s. 157, Sibt bin Cevzi; el-Bed've't-Tarih. c.l. s.74, Mukaddesi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
179. Hutbe
H. 36 yılında Kufe camiinde irad etmiştir.
Ze'leb el-Yemani kendisine sordu: "Ya Emir'el-Mü’minin Rabbini hiç gördün mü?" O da "Görmediğime mi ibadet edeyim?" dedi. "Peki, O'nu nasıl görüyorsun?"diye sordu. Bunun üzerine şöyle dedi:
"Gözler, O'nu açıkça görüp idrak edemez; fakat kalpler, onu iman gerçekleriyle görür. Her şeye yakın olduğu halde ilişerek değil; her şeyden uzak olduğu halde ayrı değildir. Konuşandır, fakat düşünerek değil. İrade edendir, kast/himmet etmeksizin. Yaratandır, aza ve organları olmaksızın. Latiftir, gizlilikle vasıflandırılamaz. Büyüktür, ama zulümle nitelendirilemez. Basir'dir, ama hisle vasıflandırılmaz. Rahimdir; gönül yumuşaklığı ile nitelendirilemez. Yüzler onun azameti karşısında boyun eğmiştir. Gönüller, O'nun korkusuyla dolmuş, titrer dururlar."
KaYNaKLaR; Hutbe179* Usul-ü Kafi c.l, s. 138; et-Tevhid s.96, 32, 324, Şeyh Saduk: El-İrşad, s.205. Şeyh Saduk; el-İrşad, s. 131, Şeyh Mufid; el-lhtisas, s.236. Şeyh Mufid; Tezkiret'ul-Havas. s. 157, Sibt bin Cevzi; el-Bed've't-Tarih. c.l. s.74, Mukaddesi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
180. Hutbe
H. 38 yılında irad ettiği bu hutbesinde itaat etmeyen dostlarını kınamaktadır.
"Hükmettiğini yapan, takdirini yerine getiren, beni sizinle imtihan eden Allah'a hamd ederim. Ey buyurduğumda itaat etmeyen, çağırdığımda icabet etmeyen topluluk! Size mühlet verip, serbest bıraksam, boş lafa dalarsınız; savaşa soksam gevşeklik edersiniz. İnsanlar bir imamın etrafında toplansa kınarsınız; zorluğa düşerseniz gerisin geriye dönersiniz.
Düşmanlarınız babasız kalsın! Kendinize yardım etmek ve hakkınız için cihad etmek yerine neyi bekliyorsunuz! Ölümü mü? Yoksa zillete düşmenizi mi? Vallahi ölüm günüm gelip çatsa -ki elbette gelecektir- aramızı ayıracak, bu durumda sizinle konuşmayı istemeden ve sizinle hiç güç bulmamış gibi ayrılacağım.
Allah'a için! Sizi bir araya toplayacak dininiz, size gayret verecek hamiyetiniz yok mu? Ne kadar şaşılacak şey, değil mi! Muaviye aşağılık zalimleri çağırıyor, hiç bir karşılık vermediği halde ona itaat ediyorlar. Ben ise İslam'ın mirasçıları ve Müslümanların geriye kalanları olan sizleri yardıma çağırıyorum ve bahşiş veriyorum; buna rağmen benden ayrılıyor, ayrılığa düşüyorsunuz. Şüphesiz ne benim emrime razı oluyorsunuz, ne de aleyhine birleşeceğiniz şekilde sakındırmam sizleri gazaplandırıyor! Böylece ölüm bana görüşeceğim en sevimli şey oldu. Size kitabı öğrettim, delil ve hüccet yollarını sizlere bellettim, tanımadığınız şeyleri tanıttım, ağzınızdan attığınız suyu size tadı tatlı içirdim. Keşke kör görseydi de, uyuyan uyansaydı! Öncüleri Muaviye olan ve Nabiğa oğlu (Amr b. As) tarafından terbiye edilen toplum Allah'ı tanımamaya ne kadar yakındır!
KaYNaKLaR; Hutbe180* el-Garat, İbn-i Hilal Sakafi; et-Tarih, c.6, s.60 ve 3290, Taberi; en-Nihaye. c.l, s. 188. İbn-i Esir
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
180. Hutbe
H. 38 yılında irad ettiği bu hutbesinde itaat etmeyen dostlarını kınamaktadır.
"Hükmettiğini yapan, takdirini yerine getiren, beni sizinle imtihan eden Allah'a hamd ederim. Ey buyurduğumda itaat etmeyen, çağırdığımda icabet etmeyen topluluk! Size mühlet verip, serbest bıraksam, boş lafa dalarsınız; savaşa soksam gevşeklik edersiniz. İnsanlar bir imamın etrafında toplansa kınarsınız; zorluğa düşerseniz gerisin geriye dönersiniz.
Düşmanlarınız babasız kalsın! Kendinize yardım etmek ve hakkınız için cihad etmek yerine neyi bekliyorsunuz! Ölümü mü? Yoksa zillete düşmenizi mi? Vallahi ölüm günüm gelip çatsa -ki elbette gelecektir- aramızı ayıracak, bu durumda sizinle konuşmayı istemeden ve sizinle hiç güç bulmamış gibi ayrılacağım.
Allah'a için! Sizi bir araya toplayacak dininiz, size gayret verecek hamiyetiniz yok mu? Ne kadar şaşılacak şey, değil mi! Muaviye aşağılık zalimleri çağırıyor, hiç bir karşılık vermediği halde ona itaat ediyorlar. Ben ise İslam'ın mirasçıları ve Müslümanların geriye kalanları olan sizleri yardıma çağırıyorum ve bahşiş veriyorum; buna rağmen benden ayrılıyor, ayrılığa düşüyorsunuz. Şüphesiz ne benim emrime razı oluyorsunuz, ne de aleyhine birleşeceğiniz şekilde sakındırmam sizleri gazaplandırıyor! Böylece ölüm bana görüşeceğim en sevimli şey oldu. Size kitabı öğrettim, delil ve hüccet yollarını sizlere bellettim, tanımadığınız şeyleri tanıttım, ağzınızdan attığınız suyu size tadı tatlı içirdim. Keşke kör görseydi de, uyuyan uyansaydı! Öncüleri Muaviye olan ve Nabiğa oğlu (Amr b. As) tarafından terbiye edilen toplum Allah'ı tanımamaya ne kadar yakındır!
KaYNaKLaR; Hutbe180* el-Garat, İbn-i Hilal Sakafi; et-Tarih, c.6, s.60 ve 3290, Taberi; en-Nihaye. c.l, s. 188. İbn-i Esir
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
181. Hutbe
Kufe ordusundan bir grup hakkındadır. H. 38 yılında Nehrevan savası eşiğinde Hz. Ali, birini bir grup Kufeli’nin yanına gönderdi, Zira onlar korkudan Hariciler'e katılmak istiyorlardı. Geri döndüğünde adama dedi ki: "Kendilerini güvencede hissedip oturdular mı, yoksa korkup orayı terk mi ettiler?” Adam dedi ki: "Terk edip gittiler ya Emir'el-Mü’minin. " Bunun üzerine şöyle dedi:
"Semud kavmi gibi uzaklaşıp helak olsunlar! Mızraklar önlerine uzatıldığı, kılıçlar tepelerine indirildiği zaman pişman olurlar. Bugün onları ayrılığa düşüren şeytan, yarın onlardan uzak olduğunu söyleyip yalnız bırakır. Hidayetten çıkmaları, dalalet ve körlüğe uymaları, haktan yüz çevirmeleri ve sapıklık çölünde isyan etmeleri, (bela ve ceza olarak) onlara yeter.
KaYNaKLaR; Hutbe181* el-Garat, İbn-i Hilal Sakafi; et-Tarih c.6, s.65 ve 3421, Taberi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
181. Hutbe
Kufe ordusundan bir grup hakkındadır. H. 38 yılında Nehrevan savası eşiğinde Hz. Ali, birini bir grup Kufeli’nin yanına gönderdi, Zira onlar korkudan Hariciler'e katılmak istiyorlardı. Geri döndüğünde adama dedi ki: "Kendilerini güvencede hissedip oturdular mı, yoksa korkup orayı terk mi ettiler?” Adam dedi ki: "Terk edip gittiler ya Emir'el-Mü’minin. " Bunun üzerine şöyle dedi:
"Semud kavmi gibi uzaklaşıp helak olsunlar! Mızraklar önlerine uzatıldığı, kılıçlar tepelerine indirildiği zaman pişman olurlar. Bugün onları ayrılığa düşüren şeytan, yarın onlardan uzak olduğunu söyleyip yalnız bırakır. Hidayetten çıkmaları, dalalet ve körlüğe uymaları, haktan yüz çevirmeleri ve sapıklık çölünde isyan etmeleri, (bela ve ceza olarak) onlara yeter.
KaYNaKLaR; Hutbe181* el-Garat, İbn-i Hilal Sakafi; et-Tarih c.6, s.65 ve 3421, Taberi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
http://islamkutuphanesi.com/turkcekitap ... /index.htm
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
182. Hutbe
Nevfel-Bekkali'den gelen rivayete göre der ki: "Emir'el-Mü’minin Ali, bu hutbeyi H. 40 yılında Kufe'de bir taşın ürerinde durarak okudu. Taşı Cu'de Bin Hubeyre el-Mahzumi yerleştirmişti. Ürerinde yünden örülü bir elbise, ayaklarında hurma ağacı kabuğundan ayakkabı vardı. Kılıcını hurma lifinden örülü bir iple yanına asmıştı. Alnı secdede fazla durduğundan nasırlaşmıştı. Hz. Ali işte bu halde şöyle konuştu:
"Hamd, işlerin sonu ve halkın gidişi kendisine doğru olan Allah'a mahsustur. Büyük ihsanının, aydınlatıcı delillerinin, artan fazlının ve nimetinin şükrünü ve hakkını eda eden, sevabını elde etmeye yaklaştıran ve güzel ihsanının artmasına sebep olan bir hamd ile O'nu överiz. Sözde ve amelde kendisine inanan ve kudretini itiraf ederek kötülüğü gidermesini, iyiliğinin fayda vermesini ve isteyene fazlasıyla yardım edeceğini uman kimsenin yardım dilemesi gibi O'ndan yardım dileriz. İmanında yakinle ümit bağlayan, mümin olarak O'na yönelen, inanarak O'na boyun eğen, tevhidinde ihlaslı olan, överek yücelten, O'nun rızasını dileyerek çalışan kimsenin imanıyla O'na iman ederiz.
Münezzeh olan Allah hiç bir şeyden doğmamıştır ki kendisine yenilmezliğinde ortaklık edilsin. O da doğurmamıştır ki, miras bırakıp yok olsun. Zaman O'nu geçmemiş, noksanlık ve ziyadelik O'na arız olamamıştır. Bizlere gerçekleşecek olan kazası ve sağlam tedbirinin alametlerini göstererek akıllara zahir olmuştur. Göklerin direksiz olarak yaratılması ve onların dayanaksız durması, yaratışının şahitlerindendir. Onları bu şekilde durmaya çağırmış, onlar da durup duraksamadan ve gevşemeden, itaat etmişlerdir. Onun rububiyetini ikrar etmeseler, ona itaatle boyun eğmeselerdi, onları ne arşına yer ederdi, ne meleklerine mesken, ne de halkın temiz sözlerinin ve salih amellerinin yükseldiği yer kılardı. O, göğün yıldızlarını, yeryüzünde yolculuk edenlere şaşırdıklarında yol bulmaları için kılavuz kıldı. Gecenin karanlık perdeleri, onların nurunu gideremez ve ayın göklerdeki aydınlığının parıltısına da engel olamaz.
Münezzeh olan Allah'a yerin çukurlarında ve birbirine yakın irili ufaklı dağlarda siyah ve dingin gecelerin zifiri karanlığı, göğün ufuklarında gürleyen gök gürültüsü, bulutlardan parlayıp çıkan şimşekler, şiddetli yelden ve yağmurdan yere düşüp uçuşan her yaprak O'na gizli değildir. O, yağan yağmur damlalarının nereye düşeceklerini, nerede karar kılacaklarını; karıncanın taneyi nereden nereye götüreceğini; sivrisineğe yetecek gıdayı, dişinin karnında taşıdığını bilir.
Kürsü, arş yer, gök, cin ve insan yokken de var olan Allah'a hamd olsun. O vehimle derk edilmez, anlayış gücüyle ölçülmez, istemekle meşgul edilmez, ihsanda bulunmakla varlığı eksilmez, (cisim olmadığından) gözle görmez, nerededir denilerek sınırlandırılamaz, eşi olmakla nitelendirilemez. Tecrübe ve alıştırmayla yaratmaz, duygularla idrak edilmez, insanlarla kıyaslanmaz. O, Musa'ya söyleyeceğini söylemiş, azametli ayetlerini kendisine göstermiş, ama bir uzuvla, aletle, kelamla ve dille değil.
Ey Rabbini anlatma zahmetini üstlenen kimse! Eğer doğru isen; Cebrail'i, Mikail'i ve O'na yakın kılınmış mukaddes mekânlarda güzel yaratıcılarının vasfıyla, O'nun heybetinden kendinden geçmiş olarak hayretler içinde duran melekler ordusunu anlat. Ancak şekilleri ve uzuvları, olanlar, zamanı bittiğinde yokluğa erişenler sıfatlarla derk edilebilir. (O ise bütün bunlardan münezzehtir.) Dolayısıyla O'ndan başka hiç bir ilah yoktur. Bütün karanlıklar O'nun nuruyla aydınlanır, bütün ışıklar onun karanlığıyla kararır.
Ey Allah'ın kulları! Sizi güzel elbiselere bürüyen, genişçe bir yaşayış sebepleri ihsan eden Allah'tan sakınmanızı tavsiye ederim. Eğer bir kimse bekaya tırmanmak için bir merdiven, ölümü kendinden savmak için bir yol bulabilseydi; cinlerin ve insanların hükümeti, uhdesine verilen ve nübüvvetle birlikte büyük yakınlığa mazhar olan Davud oğlu Süleyman (a.s) bulurdu. Allah, dünya üzerindeki rızkını tamamladığı ve müddetini doldurduğu zaman, Süleyman'ı yokluk yaylarından atılan ölüm oklarıyla okladı. Böylece dünya onsuz kaldı ve evleri yurtları sahipsiz kaldı da onları başka toplumlar miras aldı. Şüphesiz ki geçmiş devirlerde sizin için ibretler vardır.
Nerede Amalike([1]) ve Amalike'nin oğulları? Nerede Firavunlar ve Firavunların oğulları? Nerede nebilerini öldüren, nebevi sünnetleri söndüren ve zorbaların sünnetini ihya eden Ress şehirlerinin([2]) halkı? Nerede büyük orduyla yürüdüklerinde binlercesini hezimete uğratan, askerler yetiştiren ve şehirler yapan insanlar?
...(Hz. Mehdi) Hikmet zırhını büründü, onu bütün adabıyla; teveccüh, marifet ve feragatle kuşandı. Hikmet onun nezdinde yitiği, hep istediği ihtiyacıdır. İslam boynunu yere dayayıp, kuyruğunu sallayan yorgun deve gibi([3]) garip kaldığı zaman, o da garip kalır, (gaybete çekilir.) O, dinin hüccetlerinin bakiyesi, ilahi peygamberlerin halifelerinden bir halifedir.
Ey insanlar! Size peygamberlerin ümmetlerine verdikleri öğütleri verdim. Vasilerin kendinden sonrakiler için yaptığı şeyleri yaptım. Kamçı zoruyla terbiye etmeye çalıştım, doğrulmadınız, sakındıran şeylerle sizi öne sürdüm, bir araya gelmediniz. Allah için, sizinle birlikte yol kat edecek ve size yol gösterecek benden başka bir imam mı bekliyorsunuz?
Dikkat edin, dünyadan size yönelenler yüz çevirdi, yüz çevirenler ise yöneldi. Hayırlı kişiler, dünyadan göçmeye hazırlandılar. Dünyanın baki olmayan az nimetlerini, ahiretin yok olmayan bol nimetleri için sattılar. (Sıffin'de) Kanlarını feda eden kardeşlerimiz bugün hayatta olmadıkları için zarar etmediler. Zira ne boğazlarında kalan bir lokma yiyorlar, ne de bulanık su içiyorlar. Vallahi Allah, onların ecirlerini tam olarak verdi de korkudan sonra onları emniyet diyarına yerleştirdi
Nerede doğru yolda yürüyüp hak üzere giden kardeşlerim? Ammar nerede? İbn-i Teyhan nerede? Nerede iki şahadet sahibi (Huzeyme b. Sabit el-E.nsari)? Nerede onlar gibi ölüm için ahitleşen ve (şahadetlerinden sonra) başları zalimlere gönderilenler kardeşlerim?
Ravi diyor ki: "Sonra eliyle mübarek sakalını tuttu, uzun bir müddet ağladı ve şöyle devam etti:
Ah olsun Kur'an'ı okuyup hükümlerini uygulayan, farzlarını düşünüp ifa eden, sünnete hayat verip bidati öldüren, cihada çağrıldığında icabet eden, kumandanlarına bağlanıp itaat eden kardeşlerime!
Sonra yüksek sesle nida etti:
Cihad, cihad, ey Allah'ın kulları! Bugün ordu hazırlamadayım, Allah'a gitmek isteyenler çıkıp gelsin!
Nevf diyor ki: "İmam Hüseyin (a.s)'a onbin, Kays b. Sad b. Ubade'ye onbin, Eba Eyyub el-Ensari'ye onbin ve başkalarına da bir miktar asker verildi. Hz. Ali yeniden Sıffin'e gitmek istiyordu. Cuma gelmeden melun İbn-i Mülcem tarafından yaralandı. Böylece asker dağıldı, biz de çobanları yitmiş ve her yandan kurtların saldırısına uğramış sürülere döndük."
KaYNaKLaR; Hutbe182* Uyun'ul-Hikem ve'l-Mevaiz, İbn-i Şakir Leyli; en-Nihaye, c.2. s. 145 ve 198; Bihar'ul-Envar. c.8, s.643, Meclisi; Emali, s.362. Şeyh Saduk
DiPNoT;
[1]- Sam b. Nuh'un oğulları olup Yemen ve Hicaz bölgesinde hükümet etmişlerdi.
[2]- Semud kavminden arta kalanlar olup Yemen'de yaşamış ve günah ve zulümleri sebebiyle yerin dibine geçirilmişlerdi.
[3]- Bu Arapça bir deyim olup yorgunluk ve bitkinlikten kinayedir.
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
182. Hutbe
Nevfel-Bekkali'den gelen rivayete göre der ki: "Emir'el-Mü’minin Ali, bu hutbeyi H. 40 yılında Kufe'de bir taşın ürerinde durarak okudu. Taşı Cu'de Bin Hubeyre el-Mahzumi yerleştirmişti. Ürerinde yünden örülü bir elbise, ayaklarında hurma ağacı kabuğundan ayakkabı vardı. Kılıcını hurma lifinden örülü bir iple yanına asmıştı. Alnı secdede fazla durduğundan nasırlaşmıştı. Hz. Ali işte bu halde şöyle konuştu:
"Hamd, işlerin sonu ve halkın gidişi kendisine doğru olan Allah'a mahsustur. Büyük ihsanının, aydınlatıcı delillerinin, artan fazlının ve nimetinin şükrünü ve hakkını eda eden, sevabını elde etmeye yaklaştıran ve güzel ihsanının artmasına sebep olan bir hamd ile O'nu överiz. Sözde ve amelde kendisine inanan ve kudretini itiraf ederek kötülüğü gidermesini, iyiliğinin fayda vermesini ve isteyene fazlasıyla yardım edeceğini uman kimsenin yardım dilemesi gibi O'ndan yardım dileriz. İmanında yakinle ümit bağlayan, mümin olarak O'na yönelen, inanarak O'na boyun eğen, tevhidinde ihlaslı olan, överek yücelten, O'nun rızasını dileyerek çalışan kimsenin imanıyla O'na iman ederiz.
Münezzeh olan Allah hiç bir şeyden doğmamıştır ki kendisine yenilmezliğinde ortaklık edilsin. O da doğurmamıştır ki, miras bırakıp yok olsun. Zaman O'nu geçmemiş, noksanlık ve ziyadelik O'na arız olamamıştır. Bizlere gerçekleşecek olan kazası ve sağlam tedbirinin alametlerini göstererek akıllara zahir olmuştur. Göklerin direksiz olarak yaratılması ve onların dayanaksız durması, yaratışının şahitlerindendir. Onları bu şekilde durmaya çağırmış, onlar da durup duraksamadan ve gevşemeden, itaat etmişlerdir. Onun rububiyetini ikrar etmeseler, ona itaatle boyun eğmeselerdi, onları ne arşına yer ederdi, ne meleklerine mesken, ne de halkın temiz sözlerinin ve salih amellerinin yükseldiği yer kılardı. O, göğün yıldızlarını, yeryüzünde yolculuk edenlere şaşırdıklarında yol bulmaları için kılavuz kıldı. Gecenin karanlık perdeleri, onların nurunu gideremez ve ayın göklerdeki aydınlığının parıltısına da engel olamaz.
Münezzeh olan Allah'a yerin çukurlarında ve birbirine yakın irili ufaklı dağlarda siyah ve dingin gecelerin zifiri karanlığı, göğün ufuklarında gürleyen gök gürültüsü, bulutlardan parlayıp çıkan şimşekler, şiddetli yelden ve yağmurdan yere düşüp uçuşan her yaprak O'na gizli değildir. O, yağan yağmur damlalarının nereye düşeceklerini, nerede karar kılacaklarını; karıncanın taneyi nereden nereye götüreceğini; sivrisineğe yetecek gıdayı, dişinin karnında taşıdığını bilir.
Kürsü, arş yer, gök, cin ve insan yokken de var olan Allah'a hamd olsun. O vehimle derk edilmez, anlayış gücüyle ölçülmez, istemekle meşgul edilmez, ihsanda bulunmakla varlığı eksilmez, (cisim olmadığından) gözle görmez, nerededir denilerek sınırlandırılamaz, eşi olmakla nitelendirilemez. Tecrübe ve alıştırmayla yaratmaz, duygularla idrak edilmez, insanlarla kıyaslanmaz. O, Musa'ya söyleyeceğini söylemiş, azametli ayetlerini kendisine göstermiş, ama bir uzuvla, aletle, kelamla ve dille değil.
Ey Rabbini anlatma zahmetini üstlenen kimse! Eğer doğru isen; Cebrail'i, Mikail'i ve O'na yakın kılınmış mukaddes mekânlarda güzel yaratıcılarının vasfıyla, O'nun heybetinden kendinden geçmiş olarak hayretler içinde duran melekler ordusunu anlat. Ancak şekilleri ve uzuvları, olanlar, zamanı bittiğinde yokluğa erişenler sıfatlarla derk edilebilir. (O ise bütün bunlardan münezzehtir.) Dolayısıyla O'ndan başka hiç bir ilah yoktur. Bütün karanlıklar O'nun nuruyla aydınlanır, bütün ışıklar onun karanlığıyla kararır.
Ey Allah'ın kulları! Sizi güzel elbiselere bürüyen, genişçe bir yaşayış sebepleri ihsan eden Allah'tan sakınmanızı tavsiye ederim. Eğer bir kimse bekaya tırmanmak için bir merdiven, ölümü kendinden savmak için bir yol bulabilseydi; cinlerin ve insanların hükümeti, uhdesine verilen ve nübüvvetle birlikte büyük yakınlığa mazhar olan Davud oğlu Süleyman (a.s) bulurdu. Allah, dünya üzerindeki rızkını tamamladığı ve müddetini doldurduğu zaman, Süleyman'ı yokluk yaylarından atılan ölüm oklarıyla okladı. Böylece dünya onsuz kaldı ve evleri yurtları sahipsiz kaldı da onları başka toplumlar miras aldı. Şüphesiz ki geçmiş devirlerde sizin için ibretler vardır.
Nerede Amalike([1]) ve Amalike'nin oğulları? Nerede Firavunlar ve Firavunların oğulları? Nerede nebilerini öldüren, nebevi sünnetleri söndüren ve zorbaların sünnetini ihya eden Ress şehirlerinin([2]) halkı? Nerede büyük orduyla yürüdüklerinde binlercesini hezimete uğratan, askerler yetiştiren ve şehirler yapan insanlar?
...(Hz. Mehdi) Hikmet zırhını büründü, onu bütün adabıyla; teveccüh, marifet ve feragatle kuşandı. Hikmet onun nezdinde yitiği, hep istediği ihtiyacıdır. İslam boynunu yere dayayıp, kuyruğunu sallayan yorgun deve gibi([3]) garip kaldığı zaman, o da garip kalır, (gaybete çekilir.) O, dinin hüccetlerinin bakiyesi, ilahi peygamberlerin halifelerinden bir halifedir.
Ey insanlar! Size peygamberlerin ümmetlerine verdikleri öğütleri verdim. Vasilerin kendinden sonrakiler için yaptığı şeyleri yaptım. Kamçı zoruyla terbiye etmeye çalıştım, doğrulmadınız, sakındıran şeylerle sizi öne sürdüm, bir araya gelmediniz. Allah için, sizinle birlikte yol kat edecek ve size yol gösterecek benden başka bir imam mı bekliyorsunuz?
Dikkat edin, dünyadan size yönelenler yüz çevirdi, yüz çevirenler ise yöneldi. Hayırlı kişiler, dünyadan göçmeye hazırlandılar. Dünyanın baki olmayan az nimetlerini, ahiretin yok olmayan bol nimetleri için sattılar. (Sıffin'de) Kanlarını feda eden kardeşlerimiz bugün hayatta olmadıkları için zarar etmediler. Zira ne boğazlarında kalan bir lokma yiyorlar, ne de bulanık su içiyorlar. Vallahi Allah, onların ecirlerini tam olarak verdi de korkudan sonra onları emniyet diyarına yerleştirdi
Nerede doğru yolda yürüyüp hak üzere giden kardeşlerim? Ammar nerede? İbn-i Teyhan nerede? Nerede iki şahadet sahibi (Huzeyme b. Sabit el-E.nsari)? Nerede onlar gibi ölüm için ahitleşen ve (şahadetlerinden sonra) başları zalimlere gönderilenler kardeşlerim?
Ravi diyor ki: "Sonra eliyle mübarek sakalını tuttu, uzun bir müddet ağladı ve şöyle devam etti:
Ah olsun Kur'an'ı okuyup hükümlerini uygulayan, farzlarını düşünüp ifa eden, sünnete hayat verip bidati öldüren, cihada çağrıldığında icabet eden, kumandanlarına bağlanıp itaat eden kardeşlerime!
Sonra yüksek sesle nida etti:
Cihad, cihad, ey Allah'ın kulları! Bugün ordu hazırlamadayım, Allah'a gitmek isteyenler çıkıp gelsin!
Nevf diyor ki: "İmam Hüseyin (a.s)'a onbin, Kays b. Sad b. Ubade'ye onbin, Eba Eyyub el-Ensari'ye onbin ve başkalarına da bir miktar asker verildi. Hz. Ali yeniden Sıffin'e gitmek istiyordu. Cuma gelmeden melun İbn-i Mülcem tarafından yaralandı. Böylece asker dağıldı, biz de çobanları yitmiş ve her yandan kurtların saldırısına uğramış sürülere döndük."
KaYNaKLaR; Hutbe182* Uyun'ul-Hikem ve'l-Mevaiz, İbn-i Şakir Leyli; en-Nihaye, c.2. s. 145 ve 198; Bihar'ul-Envar. c.8, s.643, Meclisi; Emali, s.362. Şeyh Saduk
DiPNoT;
[1]- Sam b. Nuh'un oğulları olup Yemen ve Hicaz bölgesinde hükümet etmişlerdi.
[2]- Semud kavminden arta kalanlar olup Yemen'de yaşamış ve günah ve zulümleri sebebiyle yerin dibine geçirilmişlerdi.
[3]- Bu Arapça bir deyim olup yorgunluk ve bitkinlikten kinayedir.
En son nur-ye tarafından 10 Kas 2020, 08:18 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
183. Hutbe
Allah'ın kudreti, Kuran'ın faziletleri ve takva tavsiyesi hususunda...
"Görülmeden bilinen, zahmete düşmeden yaratan Allah'a hamd olsun. Kudretiyle mahlûkatı yarattı, egemenliğiyle büyüklük taslayanlara boyun eğdirdi, cömertliğiyle büyüklere üstün geldi. Dünyayı mahlûkata yerleşim merkezi kılan, cinlere ve insanlara elçilerini gönderen O'dur. Cin ve insanlara dünyanın üzerindeki perdeyi kaldırmak, zararlardan korumak, türlü türlü örnekler vermek, dünyanın noksanlıklarını bildirmek; hastalık ve sıhhat gibi dünyanın ibret verici durumlarını, haram ve helâllerini, Allah'ın itaat edenlere hazırladığı cennet ile asilere hazırladığı cehennemi, aşağılık ve yüceliği haber vermek için peygamberler göndermiştir.
O'na, mahlûkatından istediği gibi hamd ediyoruz. O, her şey için bir ölçü, her ölçü için bir süre ve her süre için bir kitap takdir etmiştir.
...Kur'an emreden ve sakındıran, sessiz ve konuşandır. Allah'ın mahlûkata hüccetidir. Allah insanlardan Kur'anla misak almış, misaklarına karşı onların nefislerini rehin tutmuş, nurunu tamamlamış, dinini Kur'an'la kemale erdirmiş ve Nebi'sini (s.a.a), halka kendilerini doğru yola iletecek Kur'an hükümlerini bıraktıktan sonra katına almıştır. Allah'ı, kendini yüce tuttuğu gibi yüce tutun. Çünkü O size dininden hiç bir şeyi gizlemedi, hoşnutluk veya hoşnutsuzluğuna neden olacak her şey için sakındıran veya kendisine davet eden sağlam bir delil ve belli bir sancak takdir etmiştir.
Rızayet ve gazabı geçmişte nasıl ise gelecekte de öyledir. Bilmelisiniz ki, sizden öncekilere gazaplandığı bir şeye sizin için asla razı olmayacaktır ve sizden öncekilerden razı olduğu bir şeyden dolayı size gazap etmeyecektir. Siz, apaçık bir iz üzerinde hareket etmektesiniz. Sizden önceki insanların söylemiş olduğu şeyleri söylüyorsunuz. Allah dünya rızkınızı temin etmiş, şükre teşvik etmiş, dilinizle zikretmeyi farz kılmıştır.
Allah size takvayı tavsiye eder. Takvayı rızasının zirvesi, mahlûkata da bir ihtiyaç kılmıştır. Asla kendisinden gizlenemeyeceğiniz ve dizginleriniz ile tüm değişen durumlarınızı elinde tutan Allah'tan sakının. Bir şey gizleseniz bilir, açıklasanız yazar. Bunun için yüce gözcüler görevlendirmiştir; hiç bir hakkı kaçırmazlar, hak olmayan bir şeyi de kaydetmezler.
Biliniz ki, Kim Allah'tan sakınırsa Allah, onun için fitnelerden bir çıkış yolu ve karanlıklarda bir nur verir. Gölgesi Allah'ın arşı, nuru O'nun cemali, ziyaretçileri melekler, arkadaşları peygamberler, kendisi için özel hazırlanmış ve canının istediği her şeyi elde edebileceği bir yurtta onu ebedi kılar, onu kendi katında en şerefli mevkiiye çıkarır. Öyleyse dönülecek o yere varmak için acele edin, ecel gelmeden çalışmaya koyulun. Çünkü insanların neredeyse ümitleri kesilir, ölüm gelip çatar, tövbe kapısı yüzlerine kapanır. Sizden önce bu dünyadan göçen ve Allah'tan kendilerini (dünyaya) döndürmeyi isteyen kimseler gibisiniz. Sizler kendi yurdunuz olmayan, göç etmeniz ilan edilen ve azık hazırlamanız emredilen bu diyarda bir yolculuğa çıkmış yolcularsınız.
Biliniz ki şu incecik derinin, ateşe karşı hiç dayanma gücü yoktur. Öyleyse kendinize acıyın. Çünkü siz dünya musibetleriyle de bunu çok iyi tecrübe ettiniz. Sizden birine bir diken batınca, düşüp yaralanınca veya kızgın çakıl taşları bir yerini yakınca nasıl sızlandığını görmüyor musunuz? O halde şeytanın arkadaş olduğu ve kızgın taşların bulunduğu ateşten iki tabaka arasında kalınca durumu nasıl olacak! Biliyor musunuz; Malik (zebani) cehennem ateşine gazap etti mi, gazabından dolayı ateş alt üst olup iç içe girer. O ateşe bağırdı mı bağırmasıyla ateş inleyerek cehennemin kapılarından dışarı taşar.
Ey yaşlılığa mağlup düşmüş ihtiyar! Boyun kemiklerine ateş tasmaları yapıştığı, pazı etlerini yiyen zincirler geçirilip sarıldığı zaman sen ne yapacaksın? Ey kullar topluluğu! Hastalanmadan önce sıhhatte, darlıktan önce genişlikte Allah'tan korkun, Allah'tan! Özgürlük kapıları yüzünüze kapanmadan özgürlüğünüz için çalışın. Gözlerinizi geceleri ayık tutun. Karınlarınızı zayıflatın. Ayaklarınızı kullanmaya çalışın. Mallarınızdan infak edin, cesetlerinizden alıp cömertçe ruhlarınıza verin. Bu alış verişte sakın cimrilik etmeyin. Çünkü münezzeh olan Allah buyurmuştur ki: "Eğer Allah'a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınız sağlamlaştırır."(Muhammed: 7) ve yine buyuruyor ki: "Kim Allah'a karşı güzel bir borç verirse Allah, onun için kat kat artırır ve onun için şerefli bir mükafat da vardır"(Bakara: 245) Allah sizden, zilletten dolayı yardım, azlıktan dolayı borç istemez. Göklerde ve yerde O'nun orduları olduğu, güçlü ve hikmet sahibi bulunduğu halde sizden yardım istemektedir. Göklerin ve yerin hazineleri O'nun olduğu ve Gani ve Hamid bulunduğu halde sizden borç istemiştir. Böylece Allah "Hanginiz daha güzel amel işleyecek diye sizi imtihan etmeyi istemiştir."(Hud: 7) O halde ahirette Allah'ın komşusu, peygamberlerin arkadaşı, meleklerin ziyaret ettiği, kulakları cehennem sesini duymaktan uzak kıldığı ve bedenleri de yorgunluk ve kedere düşmekten kurtardığı makama erişmek için amel işlemeye koyulun. "Bu Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, büyük lütuf sahibidir."(Hadid: 21)
İşittiklerinizi söylüyorum, Allah, bana ve size yardım edicidir! O bize yeter, O ne güzel vekildir!"
KaYNaKLaR; Hutbe183* Rebi'ul-Ebrar, c.l, s.53, Zemahşeri; en-Nihaye, c.5, s.299, İbn-i Esir; Tefsir'ul-Burhan, c.l, s.9 Seyyid Behrani
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
183. Hutbe
Allah'ın kudreti, Kuran'ın faziletleri ve takva tavsiyesi hususunda...
"Görülmeden bilinen, zahmete düşmeden yaratan Allah'a hamd olsun. Kudretiyle mahlûkatı yarattı, egemenliğiyle büyüklük taslayanlara boyun eğdirdi, cömertliğiyle büyüklere üstün geldi. Dünyayı mahlûkata yerleşim merkezi kılan, cinlere ve insanlara elçilerini gönderen O'dur. Cin ve insanlara dünyanın üzerindeki perdeyi kaldırmak, zararlardan korumak, türlü türlü örnekler vermek, dünyanın noksanlıklarını bildirmek; hastalık ve sıhhat gibi dünyanın ibret verici durumlarını, haram ve helâllerini, Allah'ın itaat edenlere hazırladığı cennet ile asilere hazırladığı cehennemi, aşağılık ve yüceliği haber vermek için peygamberler göndermiştir.
O'na, mahlûkatından istediği gibi hamd ediyoruz. O, her şey için bir ölçü, her ölçü için bir süre ve her süre için bir kitap takdir etmiştir.
...Kur'an emreden ve sakındıran, sessiz ve konuşandır. Allah'ın mahlûkata hüccetidir. Allah insanlardan Kur'anla misak almış, misaklarına karşı onların nefislerini rehin tutmuş, nurunu tamamlamış, dinini Kur'an'la kemale erdirmiş ve Nebi'sini (s.a.a), halka kendilerini doğru yola iletecek Kur'an hükümlerini bıraktıktan sonra katına almıştır. Allah'ı, kendini yüce tuttuğu gibi yüce tutun. Çünkü O size dininden hiç bir şeyi gizlemedi, hoşnutluk veya hoşnutsuzluğuna neden olacak her şey için sakındıran veya kendisine davet eden sağlam bir delil ve belli bir sancak takdir etmiştir.
Rızayet ve gazabı geçmişte nasıl ise gelecekte de öyledir. Bilmelisiniz ki, sizden öncekilere gazaplandığı bir şeye sizin için asla razı olmayacaktır ve sizden öncekilerden razı olduğu bir şeyden dolayı size gazap etmeyecektir. Siz, apaçık bir iz üzerinde hareket etmektesiniz. Sizden önceki insanların söylemiş olduğu şeyleri söylüyorsunuz. Allah dünya rızkınızı temin etmiş, şükre teşvik etmiş, dilinizle zikretmeyi farz kılmıştır.
Allah size takvayı tavsiye eder. Takvayı rızasının zirvesi, mahlûkata da bir ihtiyaç kılmıştır. Asla kendisinden gizlenemeyeceğiniz ve dizginleriniz ile tüm değişen durumlarınızı elinde tutan Allah'tan sakının. Bir şey gizleseniz bilir, açıklasanız yazar. Bunun için yüce gözcüler görevlendirmiştir; hiç bir hakkı kaçırmazlar, hak olmayan bir şeyi de kaydetmezler.
Biliniz ki, Kim Allah'tan sakınırsa Allah, onun için fitnelerden bir çıkış yolu ve karanlıklarda bir nur verir. Gölgesi Allah'ın arşı, nuru O'nun cemali, ziyaretçileri melekler, arkadaşları peygamberler, kendisi için özel hazırlanmış ve canının istediği her şeyi elde edebileceği bir yurtta onu ebedi kılar, onu kendi katında en şerefli mevkiiye çıkarır. Öyleyse dönülecek o yere varmak için acele edin, ecel gelmeden çalışmaya koyulun. Çünkü insanların neredeyse ümitleri kesilir, ölüm gelip çatar, tövbe kapısı yüzlerine kapanır. Sizden önce bu dünyadan göçen ve Allah'tan kendilerini (dünyaya) döndürmeyi isteyen kimseler gibisiniz. Sizler kendi yurdunuz olmayan, göç etmeniz ilan edilen ve azık hazırlamanız emredilen bu diyarda bir yolculuğa çıkmış yolcularsınız.
Biliniz ki şu incecik derinin, ateşe karşı hiç dayanma gücü yoktur. Öyleyse kendinize acıyın. Çünkü siz dünya musibetleriyle de bunu çok iyi tecrübe ettiniz. Sizden birine bir diken batınca, düşüp yaralanınca veya kızgın çakıl taşları bir yerini yakınca nasıl sızlandığını görmüyor musunuz? O halde şeytanın arkadaş olduğu ve kızgın taşların bulunduğu ateşten iki tabaka arasında kalınca durumu nasıl olacak! Biliyor musunuz; Malik (zebani) cehennem ateşine gazap etti mi, gazabından dolayı ateş alt üst olup iç içe girer. O ateşe bağırdı mı bağırmasıyla ateş inleyerek cehennemin kapılarından dışarı taşar.
Ey yaşlılığa mağlup düşmüş ihtiyar! Boyun kemiklerine ateş tasmaları yapıştığı, pazı etlerini yiyen zincirler geçirilip sarıldığı zaman sen ne yapacaksın? Ey kullar topluluğu! Hastalanmadan önce sıhhatte, darlıktan önce genişlikte Allah'tan korkun, Allah'tan! Özgürlük kapıları yüzünüze kapanmadan özgürlüğünüz için çalışın. Gözlerinizi geceleri ayık tutun. Karınlarınızı zayıflatın. Ayaklarınızı kullanmaya çalışın. Mallarınızdan infak edin, cesetlerinizden alıp cömertçe ruhlarınıza verin. Bu alış verişte sakın cimrilik etmeyin. Çünkü münezzeh olan Allah buyurmuştur ki: "Eğer Allah'a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınız sağlamlaştırır."(Muhammed: 7) ve yine buyuruyor ki: "Kim Allah'a karşı güzel bir borç verirse Allah, onun için kat kat artırır ve onun için şerefli bir mükafat da vardır"(Bakara: 245) Allah sizden, zilletten dolayı yardım, azlıktan dolayı borç istemez. Göklerde ve yerde O'nun orduları olduğu, güçlü ve hikmet sahibi bulunduğu halde sizden yardım istemektedir. Göklerin ve yerin hazineleri O'nun olduğu ve Gani ve Hamid bulunduğu halde sizden borç istemiştir. Böylece Allah "Hanginiz daha güzel amel işleyecek diye sizi imtihan etmeyi istemiştir."(Hud: 7) O halde ahirette Allah'ın komşusu, peygamberlerin arkadaşı, meleklerin ziyaret ettiği, kulakları cehennem sesini duymaktan uzak kıldığı ve bedenleri de yorgunluk ve kedere düşmekten kurtardığı makama erişmek için amel işlemeye koyulun. "Bu Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, büyük lütuf sahibidir."(Hadid: 21)
İşittiklerinizi söylüyorum, Allah, bana ve size yardım edicidir! O bize yeter, O ne güzel vekildir!"
KaYNaKLaR; Hutbe183* Rebi'ul-Ebrar, c.l, s.53, Zemahşeri; en-Nihaye, c.5, s.299, İbn-i Esir; Tefsir'ul-Burhan, c.l, s.9 Seyyid Behrani
En son nur-ye tarafından 18 Kas 2020, 09:23 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
184. Hutbe
Haricilerden biri olan Bure b. Mushir’ut Tai'nin" Hüküm ancak Allah'ındır" feryadını duyduğunda şöyle buyurdu:
"Ey ön dişleri düşmüş adam, sus! Allah çirkinleştirsin seni! Allah'a andolsun, Hak ortaya çıktığı zaman sen pek zayıftın; sesin bile duyulmazdı. Batıl nara attığı zaman, erkek keçinin boynuzu gibi ortaya çıktın.
KaYNaKLaR; Hutbe184* Kitab-u Senaateyn, s.258, Ebu Hilal Askeri, (Ö. Nehc'ül-Belağa'nın yazılmasından beş yıl önce, H. 395)
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
184. Hutbe
Haricilerden biri olan Bure b. Mushir’ut Tai'nin" Hüküm ancak Allah'ındır" feryadını duyduğunda şöyle buyurdu:
"Ey ön dişleri düşmüş adam, sus! Allah çirkinleştirsin seni! Allah'a andolsun, Hak ortaya çıktığı zaman sen pek zayıftın; sesin bile duyulmazdı. Batıl nara attığı zaman, erkek keçinin boynuzu gibi ortaya çıktın.
KaYNaKLaR; Hutbe184* Kitab-u Senaateyn, s.258, Ebu Hilal Askeri, (Ö. Nehc'ül-Belağa'nın yazılmasından beş yıl önce, H. 395)
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
185. Hutbe ([1])
Allah'ı ve Peygamberi övmekte ve bir grup hayvanların yaratılış sırlarını beyan etmektedir.
"Duyu organlarının derk edemediği, mekânların kapsamadığı, bakanların göremediği, örtülerin örtemediği; mahlûkatı yaratmayı ezeliyetine ve varlığına, mahlûkatın benzerliğini ise hiç bir şeye benzemediğine delil kılan Allah'a hamd olsun. Vaadinde sadık olan, kullarından zulmü kaldıran, yarattıkları arasında adaleti ikame eden ve hükmünde herkese adil davranan Allah, eşyanın yaratılışını ezeliyetine, acziyetini kudretine, yokluğa mahkûmluğunu da ebediyetine şahit kılmıştır.
Tektir, sayı ile değil; ebedidir, zamanla sınırlanmadan ve kaimdir, dayanak olmaksızın. Zihinler O'nu duyu organları olmaksızın kavrar, yarattıkları huzurda görmeden O'na tanıklık eder. Vehimler onu kuşatmaz. O, vehimlere/düşüncelere azametiyle tecelli etmiş; onlara kavranamayacağını göstermiş ve bu konuda da onları hâkim karar kılmıştır. Büyüklüğü boyutlarla değildir ki cisim açısından büyük sayılsın. Yüceliği de ebatla değildir ki cüsse açısından yüce sayılsın. Hayır, o böyle değildir! O, şanı büyüktür ve saltanatı çok yücedir.
Ve şahadet ederim ki, Muhammed (s.a.a) Allah'ın kulu ve seçilmiş, en güvenilir, kendisinden razı olunmuş elçisidir. Allah onu ikna edici deliller, apaçık bir zafer ve apaydın bir yolla göndermiştir. O da risaleti açıkça tebliğ etmiş, delillere dayanarak insanları risalete sevk etmeyi üstlenmiş, hidayet yolunun sancağını dikmiş, aydınlık (yolun) meşalesini yakmış ve İslam'ın iplerini ve imanın kulplarını güvenli kılmıştır.
Eğer insanlar, Allah'ın yüce kudretini ve büyük nimetlerini düşünselerdi (İslami) yola gelirler ve (cehennemdeki) yakıcı azaptan çekinirlerdi. Fakat kalpler hasta, gönüller yıkık! Allah'ın yaratmış olduğu şu küçük yaratıklara bakmıyorlar mı? Nasıl da Allah, oluşumunu, terkiplerini sapasağlam yapmış, ona göz ve kulak vermiş, kemik ve deriyle düzmüştür.
Bir baksanıza şu karıncanın o küçücük cüssesine, şeklinin inceliklerine! Neredeyse gözler onu göremiyor, zihinler onu kavrayamıyor! Yeryüzünde nasıl da hareket ediyor! Rızkı için yeryüzünde koşturuyor, taneyi deliğine taşıyor, özel yerde saklıyor, sıcak günlerinde soğuk günleri ve girişinde dönüşü için (yuvasında kalınca tekrar çıkıncaya kadar) yiyecek topluyor! Oysaki rızıkları garanti altına alınmış, kendisine gereken uygun rızıklarla rızıklandırılmıştır. Bol bol veren ve mutlak kudret sahibi Allah, dazlak ve kaygan bir kayanın tepesinde veya donmuş taşların üzerinde bile olsa onları ihmal etmez, mahrum bırakmaz. Onların yeme mecrasını; bedeninin yukarı aşağı ve içini, karnının adalelerini, kafasında yer alan göz ve kulaklarını bir düşünecek olursan yaratılışına hayran kalırsın, özelliklerini sıralamaktan yorulursun. Onları ayakları üzerinde tutan, dayanaklar üzerinde durduran Allah ne de yücedir! Hiç bir ortak, onları yaratmada Allah'a ortak olmamış, hiç bir güçlü de onları yaratmasına yardım etmemiştir. Bir sonuca varmak için kafanı yorarsan, karıncaları yaratının, hurma ağaçlarının yaratıcısından başkası olmadığına erişirsin. Çünkü o (bütün farklılıklarına rağmen) her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş ve her canlıyı farklı özelliklerde yaratmıştır. Kalın-ince, ağır-hafif, güçlü-zayıf yaratılışta hepsi birdir.
Aynı şekilde gökler ve hava, rüzgârlar ve su da böyledir. Güneşe, aya, bitkilere, ağaca, suya, taşa gece ve gündüzün değişmesine, şu denizlerin kabarmasına, şu dağların çokluğuna ve zirvelerin yüksekliğine, şu dillerin farklılığına ve lehçelerinin çeşitliliğine bir bak! Öyleyse yazıklar olsun, tedbir ve takdir ediciyi inkar edene! Onlar, hiç bir delile dayanmadan, hiç bir araştırma yapmadan ekicisiz çıkan bitkiler gibi olduklarını ve çeşit çeşit şekillerinin yapıcısı bulunmadığını sanıyorlar. Ustasız bina veya suç işleyen olmadan suç olur mu?!
İstersen çekirgeden bahset. Hani Allah onun için iki kırmızı göz yaratmıştır. Ay gibi parlayan iki gözbebeği vermiştir. Gizli bir kulak vermiş, dümdüz bir ağız açmış; güçlü bir duyu, kesici iki diş, kendisiyle tutacağı iki orak (şeklinde el). Ekinciler ekinleri hususunda onlardan korkar. Ekincilerin hepsi bir araya gelse yine de onları çıkarmaya güçleri yetmez. Çekirgeler sıçrayarak ekine dalar, doyasıya yerler. Hâlbuki onların tüm bedeni ince bir parmak kadar bile değildir.
Göklerde ve yerde olanların isteyerek veya istemeyerek kendisine secde ettikleri Allah(Rad: 15) ne de bereket sahibidir! Hepsi yüz ve alınlarını toprağa koyar, zaaf ve teslimiyetle ona itaatlerini sunarlar. Korkarak ve çekinerek hüküm ve idareyi ona verirler. Kuşlar onun emrine boyun eğmişlerdir. Onların tüy ve nefeslerini sayıyla bilmiş, el ve ayaklarını yaş ve kuru yerlere yerleştirmiş (bazısı suda, bazısını karada yaşar), yiyeceklerini takdir etmiş, türlerini saymıştır. İşte şu karga, şu kartal, şu güvercin, şu da deve kuşu! Her kuşu bir isimle çağırdı ve her birinin rızkını üstlendi. Yağmur yüklü bulutları meydana getirdi, sağanak yağmurlar yağdırdı. Her bölgeye gereken miktarı taksim etti. Kuraklıktan sonra yeryüzünü suladı, kıtlıktan sonra da bitkiler çıkardı."
DiPNoT;[1]- Feyz'ül-İslam nüshasına göre 185 ila 192. hutbeler 227 ila 234. hutbeler olarak yer almıştır.
KaYNaKLaR; Hutbe185*el-İhticac, c.l, s.305, Tabersi; Rebi'ul-Ebrar, (Devvab, bi'r ve'l bahr babında) Zemahşeri; Emali, s. 192, Ebu Talib Yahya bin Hüseyin bin Herun el-Hüseyni (Ö. 424)
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
185. Hutbe ([1])
Allah'ı ve Peygamberi övmekte ve bir grup hayvanların yaratılış sırlarını beyan etmektedir.
"Duyu organlarının derk edemediği, mekânların kapsamadığı, bakanların göremediği, örtülerin örtemediği; mahlûkatı yaratmayı ezeliyetine ve varlığına, mahlûkatın benzerliğini ise hiç bir şeye benzemediğine delil kılan Allah'a hamd olsun. Vaadinde sadık olan, kullarından zulmü kaldıran, yarattıkları arasında adaleti ikame eden ve hükmünde herkese adil davranan Allah, eşyanın yaratılışını ezeliyetine, acziyetini kudretine, yokluğa mahkûmluğunu da ebediyetine şahit kılmıştır.
Tektir, sayı ile değil; ebedidir, zamanla sınırlanmadan ve kaimdir, dayanak olmaksızın. Zihinler O'nu duyu organları olmaksızın kavrar, yarattıkları huzurda görmeden O'na tanıklık eder. Vehimler onu kuşatmaz. O, vehimlere/düşüncelere azametiyle tecelli etmiş; onlara kavranamayacağını göstermiş ve bu konuda da onları hâkim karar kılmıştır. Büyüklüğü boyutlarla değildir ki cisim açısından büyük sayılsın. Yüceliği de ebatla değildir ki cüsse açısından yüce sayılsın. Hayır, o böyle değildir! O, şanı büyüktür ve saltanatı çok yücedir.
Ve şahadet ederim ki, Muhammed (s.a.a) Allah'ın kulu ve seçilmiş, en güvenilir, kendisinden razı olunmuş elçisidir. Allah onu ikna edici deliller, apaçık bir zafer ve apaydın bir yolla göndermiştir. O da risaleti açıkça tebliğ etmiş, delillere dayanarak insanları risalete sevk etmeyi üstlenmiş, hidayet yolunun sancağını dikmiş, aydınlık (yolun) meşalesini yakmış ve İslam'ın iplerini ve imanın kulplarını güvenli kılmıştır.
Eğer insanlar, Allah'ın yüce kudretini ve büyük nimetlerini düşünselerdi (İslami) yola gelirler ve (cehennemdeki) yakıcı azaptan çekinirlerdi. Fakat kalpler hasta, gönüller yıkık! Allah'ın yaratmış olduğu şu küçük yaratıklara bakmıyorlar mı? Nasıl da Allah, oluşumunu, terkiplerini sapasağlam yapmış, ona göz ve kulak vermiş, kemik ve deriyle düzmüştür.
Bir baksanıza şu karıncanın o küçücük cüssesine, şeklinin inceliklerine! Neredeyse gözler onu göremiyor, zihinler onu kavrayamıyor! Yeryüzünde nasıl da hareket ediyor! Rızkı için yeryüzünde koşturuyor, taneyi deliğine taşıyor, özel yerde saklıyor, sıcak günlerinde soğuk günleri ve girişinde dönüşü için (yuvasında kalınca tekrar çıkıncaya kadar) yiyecek topluyor! Oysaki rızıkları garanti altına alınmış, kendisine gereken uygun rızıklarla rızıklandırılmıştır. Bol bol veren ve mutlak kudret sahibi Allah, dazlak ve kaygan bir kayanın tepesinde veya donmuş taşların üzerinde bile olsa onları ihmal etmez, mahrum bırakmaz. Onların yeme mecrasını; bedeninin yukarı aşağı ve içini, karnının adalelerini, kafasında yer alan göz ve kulaklarını bir düşünecek olursan yaratılışına hayran kalırsın, özelliklerini sıralamaktan yorulursun. Onları ayakları üzerinde tutan, dayanaklar üzerinde durduran Allah ne de yücedir! Hiç bir ortak, onları yaratmada Allah'a ortak olmamış, hiç bir güçlü de onları yaratmasına yardım etmemiştir. Bir sonuca varmak için kafanı yorarsan, karıncaları yaratının, hurma ağaçlarının yaratıcısından başkası olmadığına erişirsin. Çünkü o (bütün farklılıklarına rağmen) her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş ve her canlıyı farklı özelliklerde yaratmıştır. Kalın-ince, ağır-hafif, güçlü-zayıf yaratılışta hepsi birdir.
Aynı şekilde gökler ve hava, rüzgârlar ve su da böyledir. Güneşe, aya, bitkilere, ağaca, suya, taşa gece ve gündüzün değişmesine, şu denizlerin kabarmasına, şu dağların çokluğuna ve zirvelerin yüksekliğine, şu dillerin farklılığına ve lehçelerinin çeşitliliğine bir bak! Öyleyse yazıklar olsun, tedbir ve takdir ediciyi inkar edene! Onlar, hiç bir delile dayanmadan, hiç bir araştırma yapmadan ekicisiz çıkan bitkiler gibi olduklarını ve çeşit çeşit şekillerinin yapıcısı bulunmadığını sanıyorlar. Ustasız bina veya suç işleyen olmadan suç olur mu?!
İstersen çekirgeden bahset. Hani Allah onun için iki kırmızı göz yaratmıştır. Ay gibi parlayan iki gözbebeği vermiştir. Gizli bir kulak vermiş, dümdüz bir ağız açmış; güçlü bir duyu, kesici iki diş, kendisiyle tutacağı iki orak (şeklinde el). Ekinciler ekinleri hususunda onlardan korkar. Ekincilerin hepsi bir araya gelse yine de onları çıkarmaya güçleri yetmez. Çekirgeler sıçrayarak ekine dalar, doyasıya yerler. Hâlbuki onların tüm bedeni ince bir parmak kadar bile değildir.
Göklerde ve yerde olanların isteyerek veya istemeyerek kendisine secde ettikleri Allah(Rad: 15) ne de bereket sahibidir! Hepsi yüz ve alınlarını toprağa koyar, zaaf ve teslimiyetle ona itaatlerini sunarlar. Korkarak ve çekinerek hüküm ve idareyi ona verirler. Kuşlar onun emrine boyun eğmişlerdir. Onların tüy ve nefeslerini sayıyla bilmiş, el ve ayaklarını yaş ve kuru yerlere yerleştirmiş (bazısı suda, bazısını karada yaşar), yiyeceklerini takdir etmiş, türlerini saymıştır. İşte şu karga, şu kartal, şu güvercin, şu da deve kuşu! Her kuşu bir isimle çağırdı ve her birinin rızkını üstlendi. Yağmur yüklü bulutları meydana getirdi, sağanak yağmurlar yağdırdı. Her bölgeye gereken miktarı taksim etti. Kuraklıktan sonra yeryüzünü suladı, kıtlıktan sonra da bitkiler çıkardı."
DiPNoT;[1]- Feyz'ül-İslam nüshasına göre 185 ila 192. hutbeler 227 ila 234. hutbeler olarak yer almıştır.
KaYNaKLaR; Hutbe185*el-İhticac, c.l, s.305, Tabersi; Rebi'ul-Ebrar, (Devvab, bi'r ve'l bahr babında) Zemahşeri; Emali, s. 192, Ebu Talib Yahya bin Hüseyin bin Herun el-Hüseyni (Ö. 424)
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
186. Hutbe
Kufe'de irad ettiği bu hutbesi tevhid hakkında olup hiç bir hutbede bulunmayan ilmi ilkelere değinilmiştir.
"Allah'a nitelik isnat eden, onu birlememiş; örneklendiren O'nun hakikatini kavrayamamış; teşbih eden O'nu kast etmemiştir. O'na işaret eden ve tevehhüm eden O'nu ihtiyaçsız bilmemiştir. Zatıyla her şey sonradan yapılmıştır. Başkasıyla kaim olan her şey de ma'luldür. (bir nedenin sonucudur.) O yapıcıdır, bir alete ihtiyaç duymadan. O takdir edicidir, düşünmeden. O zengindir, (kimseden) istifade etmeksizin. Zamanla birlikte değildir. Aletler, O'na yardım edemez. Oluşu zamanlardan, varlığı yokluktan, ezeliyeti başlangıçtan önce gelmiştir. Duyu organlarını yaratmakla, duyu organına sahip olmadığı bilinmiştir. Eşya arasında zıtlık var etmesiyle zıddının, eşyalar arasında benzerlikler var etmesiyle de eşi ve benzerinin olmadığı kavranmıştır. Nuru zulmetle, açıklığı kapaklıkla, donmuşluğu akıcılıkla, sıcağı soğuklukla birbirlerine zıt olarak yaratmıştır. O, farklı iki parçayı bir arada tutar, farklılıkların arasını eşitler, uzakları bir araya getirir, yakın olanları birbirinden ayırır. O belirli bir sınırla sınırlandırılamaz, bir sayıyla sayılamaz; çünkü sadece eşyalar birbirlerini sınırlandırabilir, ancak aletler, birbirlerine benzeyip, birbirini çağrıştırabilir. "Ne zamandan beri" tabiri kadım olmaktan alıkoymuş, "kesin olacak" ifadesi, ezeliyete engel olmuş ve "keşke böyle olsaydı" sözü de kâmil oluştan uzaklaştırmıştır.
Yaratıcı yaratıklarıyla akıllara tecelli eder, onlarla gözlerin bakmasına (görülüşüne) mani olunur. Allah için sükûnet ve hareket geçerli değildir. Çünkü kendisinin can ettiği şeyler (sükûnet ve hareket), nasıl kendisine cari edilebilir; kendisinin ortaya çıkardığı şeyler, nasıl kendisine dönebilir (yarattığı onu yaratamaz) ve kendisinin vücuda getirdiği şeyler, nasıl onda vücuda gelebilir? Böyle olsaydı zatı değişir, künhü parçalanmış olur ve ezeli olamazdı. Eğer onun için bir "ön" söz konusu olsaydı, "ard"ı da olur, böylece zatına bir noksanlık lazım gelirdi ve tamamlanmaya ihtiyaç duyardı. Bu durumda onda yaratık nişanesi ortaya çıkar, başkaları kendisine delil olduğu halde, kendisi delil olur (Hâlbuki bütün yaratıkları O'nun delili ve göstergesidir.), başkasına tesir eden şeyin kendisine de tesir etmesine engel olan saltanatından çıkar giderdi. O değişmez, zail olmaz, kaybolması caiz olmaz. O, doğmamıştır ki doğrulmuş olsun. Doğrulmamıştır ki sınırlı olsun. O, çocuklar edinmekten yücedir, kadınlara yaklaşmaktan münezzehtir. Zihinler, O'na ulaşamaz ki onu takdir etsin. Zekâlar, onu kavrayamazlar ki betimleyebilsin. Duyular, O'nu derk edemez ki hissedebilsin. O'na el değemez ki dokunulsun. Hali değişmez, halden hale de girmez. Geceler ve gündüzler O'nu eskitemez, aydınlıklar ve karanlıklar, onu değiştiremez. Her hangi bir parça, endam, organ, araz (ilinek), değişim ve ebaz ile (nicelikle) vasıflandırılamaz. Hakkında bir had, nihayet, inkıtaa uğramak veya son söz konusu edilemez. Eşyalar O'nu ihata edemez ki aşağı yukarı götürsün. Hiç bir şey O'nu yüklenemez ki eğsin veya düzeltsin. Ne eşyaların içine girmiş ve ne de onların içinden çıkmıştır. Dil ve damak olmadan haber verir. Alet ve işitme cihazı olmadan işitir. Konuşur, fakat laf söylemez. Korur, fakat koruyabilmek için çaba sarf etmez. İster, fakat içinden geçirmeksizin. Yumuşamadan sever ve razı olur, meşakkate girmeden kızar ve gazap eder. Olmasını istediği şeye "ol" der, o da oluverir; kulağa gelen sesle değil, işitilen bir nidayla da değil. Münezzeh olan Allah'ın kelamı yarattığı ve tecessüm ettirdiği fiilidir. O'ndan önce bir şev yoktu; eğer önce olmuş olsaydı şüphesiz o da ikinci ilah olurdu.
Allah, ''yokluğundan sonra oldu" diye de söylenemez. Çünkü bu durumda Allah'a, sonradan oluşmuş sıfatlar isnat edilmiş olur, Allah'la onun sıfatları arasında bir ayırım söz konusu olamaz. Aynı zamanda kendisinin, kendi sıfatlarından fazlalığı da söz konusu değildir. Aksi takdirde yapan ve yapılan eşitlenmiş, bir şeyi örneksiz yaratanla, örneksiz yaratılan şey denklenmiş olur. Allah, yaratılanları başkasından alınmış örnek olmadan yaratmıştır. Mahrukatı yaratırken yarattıklarından hiç kimseden yardım da istememiştir. Yeryüzünü yaratmış, meşgul olmadan tutmuş, bir yerde karar kılmadan sağlamlaştırmış, direksiz dikmiş, dayanaksız yükseltmiş, eğrisi-büğrüsü olmadan korumuş, paramparça olup dağılmasını engellemiş, çivilerini (dağları) sağlamlaştırmış, sıra dağları yan yana dizmiş, pınarları fışkırtmış, vadileri yarmıştır. Böylece bina ettiklerine gevşeklik ve pörsüklük yol bulmaz, kuvvetli kıldığı zayıf olmaz.
O, gücü ve azametiyle tüm mahlûkatına hâkimdir, ilmi ve marifetiyle her şeyi bilir. Celal ve izzetiyle her şeyden yücedir. İstediği hiç bir şey, O'nu aciz bırakmaz, emrinden çıkamaz ki O'na üstün gelsin. Hızlı hareket eden O'ndan kaçamaz ki, geçilebilsin. Malı olana ihtiyacı yoktur ki O'nu rızıklandırsın.
Her şey, O'na boyun eğmiş, azameti karşısında küçülmüştür. Hiç bir şey, O'nun saltanatından kaçıp başkasına sığınamaz ki fayda ve zararına engel olsun. O'nun hiç dengi yoktur ki O'na denk olabilsin- O'nun bir benzeri yoktur ki O'na eşit olabilsin. Mahlukatı hiç var olmamış gibi var ettikten sonra yok edecek olan O'dur Dünyanın yaratılmasından sonra yok edilmesi, ilk defa yaratılması ve ilk defa düzene konmasından daha çok hayret edilecek bir şey değildir. Bütün hayvanlar; kuşlar, dört ayaklılar, ahırlarda veya otlaklarda otlayanlar, akıllı ve akılsız her çeşit ve sınıftan canlılar, bir sivrisineği yaratmak için birleşseler, onu yaratmaya güç yetiremezler! Onu nasıl var edeceklerine dair bir yol bulamazlar. Bunu bilmek için akılları karışır ve sapıtır. Bütün kuvvetleri aciz kalır ve tükenir. Hepsi de zelil ve yenilgiyi kabul etmiş bir şekilde bu işten vazgeçerler. O sivrisineği hiç bir zaman var edemeyecekleri için acziyetlerini itiraf ederler, onu hiç yok edemeyeceklerini de kabullenirler.
Münezzeh olan Allah, dünya yok olduktan sonra hiçbir şeyle birlikte olmaksızın tek kalır. Vakit, yer, süre ve zamana olmaksızın, dünya yok olduktan sonra da var olmadan önceki gibi olur. O zaman bütün süreler ve vakitler yok olur, seneler ve saatler kaybolur, bütün işler kendisine dönen, tek ve kahhar olan Allah'tan başka hiç bir şey kalmaz. Dünya, ilk yaratılışında hiç bir güce sahip olmadığı gibi, kendinin yok olmasını da engelleyemez. Eğer engellemeye gücü yetseydi ebediyeti devam ederdi.
Yapmaya koyulunca herhangi bir şeyi yapmak ona zor olmadı, bir şeyi yaratmak ona ağır gelmedi. Allah varlıkları; saltanatını güçlendirmek, yok olmaktan ve noksanlıktan korkmak, kendisine galip gelecek dengi karşısında kendilerinden yardım almak, saldıran düşman karşısında korunmak, mülkünü arttırmak, ortaklığında ortağından üstün hale gelmek ve yalnızlıktan kurtulup onlarla ünsiyet edinmek için yaratmamıştır.
Daha sonra var ettikten sonra dünyayı yok eder. Tabii ki bu yok edişi; ne dünyayı evirip çevirme veya idare etmedeki bir bıkkınlık, ne arzulayıp ulaşmak istediği rahatlık, ne de dünyanın kendisine getirdiği külfetten dolayıdır. Müddetinin uzaması O'nu usandırmaz ki hemen yok etmeye kalkışsın. Münezzeh ve yüce olan Allah, dünyayı sona erdirmeyi kendi lütfüyle düşündü, kendi iradesiyle tuttu ve kendi kudretiyle sağlamlaştırdı. Yok ettikten sonra da hiç bir şeyine ihtiyaç duymadan, yardımını ummadan; yalnızlık halinden ünsiyet haline, cehalet ve bilinçsizlik halinden ilim ve irfan haline, fakirlik ve ihtiyaç halinden zenginlik ve bolluk haline, düşkünlük ve zilletten izzet ve kudret haline geçmeyi murat etmeden, dünyayı tekrar iade edecektir (yeniden yaratacaktır.)"
KaYNaKLaR; Hutbe186* : el-İhticac, c.l, s.299 Tabersi; el-Kafi, c.l, s.138, Kuleyni; et-Tevhid, s.96, 320 ve 324, Şeyh Saduk; Emali, s.205, Şeyh Saduk; el-lrşad, s. 131, Şeyh Mufıd; el-İhtisas, s.236, Şeyh Mufid; Tezkire!'ıd-Havas, s. 157, Sibt bin Cevzi; Tuhef'ul-Ukul, s.43, Herrani; Emali, c.l, s. 148, Şerif Murtaza
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
186. Hutbe
Kufe'de irad ettiği bu hutbesi tevhid hakkında olup hiç bir hutbede bulunmayan ilmi ilkelere değinilmiştir.
"Allah'a nitelik isnat eden, onu birlememiş; örneklendiren O'nun hakikatini kavrayamamış; teşbih eden O'nu kast etmemiştir. O'na işaret eden ve tevehhüm eden O'nu ihtiyaçsız bilmemiştir. Zatıyla her şey sonradan yapılmıştır. Başkasıyla kaim olan her şey de ma'luldür. (bir nedenin sonucudur.) O yapıcıdır, bir alete ihtiyaç duymadan. O takdir edicidir, düşünmeden. O zengindir, (kimseden) istifade etmeksizin. Zamanla birlikte değildir. Aletler, O'na yardım edemez. Oluşu zamanlardan, varlığı yokluktan, ezeliyeti başlangıçtan önce gelmiştir. Duyu organlarını yaratmakla, duyu organına sahip olmadığı bilinmiştir. Eşya arasında zıtlık var etmesiyle zıddının, eşyalar arasında benzerlikler var etmesiyle de eşi ve benzerinin olmadığı kavranmıştır. Nuru zulmetle, açıklığı kapaklıkla, donmuşluğu akıcılıkla, sıcağı soğuklukla birbirlerine zıt olarak yaratmıştır. O, farklı iki parçayı bir arada tutar, farklılıkların arasını eşitler, uzakları bir araya getirir, yakın olanları birbirinden ayırır. O belirli bir sınırla sınırlandırılamaz, bir sayıyla sayılamaz; çünkü sadece eşyalar birbirlerini sınırlandırabilir, ancak aletler, birbirlerine benzeyip, birbirini çağrıştırabilir. "Ne zamandan beri" tabiri kadım olmaktan alıkoymuş, "kesin olacak" ifadesi, ezeliyete engel olmuş ve "keşke böyle olsaydı" sözü de kâmil oluştan uzaklaştırmıştır.
Yaratıcı yaratıklarıyla akıllara tecelli eder, onlarla gözlerin bakmasına (görülüşüne) mani olunur. Allah için sükûnet ve hareket geçerli değildir. Çünkü kendisinin can ettiği şeyler (sükûnet ve hareket), nasıl kendisine cari edilebilir; kendisinin ortaya çıkardığı şeyler, nasıl kendisine dönebilir (yarattığı onu yaratamaz) ve kendisinin vücuda getirdiği şeyler, nasıl onda vücuda gelebilir? Böyle olsaydı zatı değişir, künhü parçalanmış olur ve ezeli olamazdı. Eğer onun için bir "ön" söz konusu olsaydı, "ard"ı da olur, böylece zatına bir noksanlık lazım gelirdi ve tamamlanmaya ihtiyaç duyardı. Bu durumda onda yaratık nişanesi ortaya çıkar, başkaları kendisine delil olduğu halde, kendisi delil olur (Hâlbuki bütün yaratıkları O'nun delili ve göstergesidir.), başkasına tesir eden şeyin kendisine de tesir etmesine engel olan saltanatından çıkar giderdi. O değişmez, zail olmaz, kaybolması caiz olmaz. O, doğmamıştır ki doğrulmuş olsun. Doğrulmamıştır ki sınırlı olsun. O, çocuklar edinmekten yücedir, kadınlara yaklaşmaktan münezzehtir. Zihinler, O'na ulaşamaz ki onu takdir etsin. Zekâlar, onu kavrayamazlar ki betimleyebilsin. Duyular, O'nu derk edemez ki hissedebilsin. O'na el değemez ki dokunulsun. Hali değişmez, halden hale de girmez. Geceler ve gündüzler O'nu eskitemez, aydınlıklar ve karanlıklar, onu değiştiremez. Her hangi bir parça, endam, organ, araz (ilinek), değişim ve ebaz ile (nicelikle) vasıflandırılamaz. Hakkında bir had, nihayet, inkıtaa uğramak veya son söz konusu edilemez. Eşyalar O'nu ihata edemez ki aşağı yukarı götürsün. Hiç bir şey O'nu yüklenemez ki eğsin veya düzeltsin. Ne eşyaların içine girmiş ve ne de onların içinden çıkmıştır. Dil ve damak olmadan haber verir. Alet ve işitme cihazı olmadan işitir. Konuşur, fakat laf söylemez. Korur, fakat koruyabilmek için çaba sarf etmez. İster, fakat içinden geçirmeksizin. Yumuşamadan sever ve razı olur, meşakkate girmeden kızar ve gazap eder. Olmasını istediği şeye "ol" der, o da oluverir; kulağa gelen sesle değil, işitilen bir nidayla da değil. Münezzeh olan Allah'ın kelamı yarattığı ve tecessüm ettirdiği fiilidir. O'ndan önce bir şev yoktu; eğer önce olmuş olsaydı şüphesiz o da ikinci ilah olurdu.
Allah, ''yokluğundan sonra oldu" diye de söylenemez. Çünkü bu durumda Allah'a, sonradan oluşmuş sıfatlar isnat edilmiş olur, Allah'la onun sıfatları arasında bir ayırım söz konusu olamaz. Aynı zamanda kendisinin, kendi sıfatlarından fazlalığı da söz konusu değildir. Aksi takdirde yapan ve yapılan eşitlenmiş, bir şeyi örneksiz yaratanla, örneksiz yaratılan şey denklenmiş olur. Allah, yaratılanları başkasından alınmış örnek olmadan yaratmıştır. Mahrukatı yaratırken yarattıklarından hiç kimseden yardım da istememiştir. Yeryüzünü yaratmış, meşgul olmadan tutmuş, bir yerde karar kılmadan sağlamlaştırmış, direksiz dikmiş, dayanaksız yükseltmiş, eğrisi-büğrüsü olmadan korumuş, paramparça olup dağılmasını engellemiş, çivilerini (dağları) sağlamlaştırmış, sıra dağları yan yana dizmiş, pınarları fışkırtmış, vadileri yarmıştır. Böylece bina ettiklerine gevşeklik ve pörsüklük yol bulmaz, kuvvetli kıldığı zayıf olmaz.
O, gücü ve azametiyle tüm mahlûkatına hâkimdir, ilmi ve marifetiyle her şeyi bilir. Celal ve izzetiyle her şeyden yücedir. İstediği hiç bir şey, O'nu aciz bırakmaz, emrinden çıkamaz ki O'na üstün gelsin. Hızlı hareket eden O'ndan kaçamaz ki, geçilebilsin. Malı olana ihtiyacı yoktur ki O'nu rızıklandırsın.
Her şey, O'na boyun eğmiş, azameti karşısında küçülmüştür. Hiç bir şey, O'nun saltanatından kaçıp başkasına sığınamaz ki fayda ve zararına engel olsun. O'nun hiç dengi yoktur ki O'na denk olabilsin- O'nun bir benzeri yoktur ki O'na eşit olabilsin. Mahlukatı hiç var olmamış gibi var ettikten sonra yok edecek olan O'dur Dünyanın yaratılmasından sonra yok edilmesi, ilk defa yaratılması ve ilk defa düzene konmasından daha çok hayret edilecek bir şey değildir. Bütün hayvanlar; kuşlar, dört ayaklılar, ahırlarda veya otlaklarda otlayanlar, akıllı ve akılsız her çeşit ve sınıftan canlılar, bir sivrisineği yaratmak için birleşseler, onu yaratmaya güç yetiremezler! Onu nasıl var edeceklerine dair bir yol bulamazlar. Bunu bilmek için akılları karışır ve sapıtır. Bütün kuvvetleri aciz kalır ve tükenir. Hepsi de zelil ve yenilgiyi kabul etmiş bir şekilde bu işten vazgeçerler. O sivrisineği hiç bir zaman var edemeyecekleri için acziyetlerini itiraf ederler, onu hiç yok edemeyeceklerini de kabullenirler.
Münezzeh olan Allah, dünya yok olduktan sonra hiçbir şeyle birlikte olmaksızın tek kalır. Vakit, yer, süre ve zamana olmaksızın, dünya yok olduktan sonra da var olmadan önceki gibi olur. O zaman bütün süreler ve vakitler yok olur, seneler ve saatler kaybolur, bütün işler kendisine dönen, tek ve kahhar olan Allah'tan başka hiç bir şey kalmaz. Dünya, ilk yaratılışında hiç bir güce sahip olmadığı gibi, kendinin yok olmasını da engelleyemez. Eğer engellemeye gücü yetseydi ebediyeti devam ederdi.
Yapmaya koyulunca herhangi bir şeyi yapmak ona zor olmadı, bir şeyi yaratmak ona ağır gelmedi. Allah varlıkları; saltanatını güçlendirmek, yok olmaktan ve noksanlıktan korkmak, kendisine galip gelecek dengi karşısında kendilerinden yardım almak, saldıran düşman karşısında korunmak, mülkünü arttırmak, ortaklığında ortağından üstün hale gelmek ve yalnızlıktan kurtulup onlarla ünsiyet edinmek için yaratmamıştır.
Daha sonra var ettikten sonra dünyayı yok eder. Tabii ki bu yok edişi; ne dünyayı evirip çevirme veya idare etmedeki bir bıkkınlık, ne arzulayıp ulaşmak istediği rahatlık, ne de dünyanın kendisine getirdiği külfetten dolayıdır. Müddetinin uzaması O'nu usandırmaz ki hemen yok etmeye kalkışsın. Münezzeh ve yüce olan Allah, dünyayı sona erdirmeyi kendi lütfüyle düşündü, kendi iradesiyle tuttu ve kendi kudretiyle sağlamlaştırdı. Yok ettikten sonra da hiç bir şeyine ihtiyaç duymadan, yardımını ummadan; yalnızlık halinden ünsiyet haline, cehalet ve bilinçsizlik halinden ilim ve irfan haline, fakirlik ve ihtiyaç halinden zenginlik ve bolluk haline, düşkünlük ve zilletten izzet ve kudret haline geçmeyi murat etmeden, dünyayı tekrar iade edecektir (yeniden yaratacaktır.)"
KaYNaKLaR; Hutbe186* : el-İhticac, c.l, s.299 Tabersi; el-Kafi, c.l, s.138, Kuleyni; et-Tevhid, s.96, 320 ve 324, Şeyh Saduk; Emali, s.205, Şeyh Saduk; el-lrşad, s. 131, Şeyh Mufıd; el-İhtisas, s.236, Şeyh Mufid; Tezkire!'ıd-Havas, s. 157, Sibt bin Cevzi; Tuhef'ul-Ukul, s.43, Herrani; Emali, c.l, s. 148, Şerif Murtaza
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
187. Hutbe
H. 38 yılında Nehrevan savaşından sonra irad ettiği bu hutbesinde gelecekle ilgili olaylardan bahsetmektedir.
"Onlara anam babam feda olsun, isimleri göklerde bilinmekte, fakat yeryüzünde meçhuldürler. İşlerinizin tersine döneceği, aralarınızdaki bağların kopacağı ve küçüklerinizin hükmedeceği zamanı bekleyin.
O zamanda mümine kılıç vurulması, helalinden elde edilen bir paradan daha ehven gelir; verilen, verenden daha büyük sevap elde eder. O zaman nimet bolluğu yüzünden içmeden sarhoş olur, zora düşmeden yemin eder, zorlanmadan yalan söylersiniz. Semerin devenin boynunu ısırdığı gibi, belalar da sizi ısırıp kemirir. Bu meşakkat alabildiğince uzar, kurtuluş ümidi de iyiden iyiye uzaklaşır.
Ey insanlar! Ellerinizle sırtlarına suç yüklediğiniz şu develerin yularlarını ellerinizden atın. Önderinize itaatten yüz çevirmeyin, aksi takdirde sonuçta kendi yaptıklarınızı kınarsınız. Size yönelen fitne ateşine dalmayın, yollarından uzaklasın, ona varacak yola girmekten sakının.
Ömrüme yemin olsun, onun alevleri mümini helak eder; gayr-i muslini salim kalır. Benim içinizdeki durumum, karanlığın içindeki ışığa benzer; karanlığa dalan onunla aydınlanır. Ey insanlar! İşitip belleyin, düşünmek için can kulaklarınızı açın."
KaYNaKLaR; Hutbe187* Kitab-u Sıffin, Ebu'l-Hasan Medami; Rebi'ul-Ebrar, (mal ve kesb babı) Zemahşeri; Bihar 'ul-Envar, Kitab 'ul-Fiten, Meclisi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
187. Hutbe
H. 38 yılında Nehrevan savaşından sonra irad ettiği bu hutbesinde gelecekle ilgili olaylardan bahsetmektedir.
"Onlara anam babam feda olsun, isimleri göklerde bilinmekte, fakat yeryüzünde meçhuldürler. İşlerinizin tersine döneceği, aralarınızdaki bağların kopacağı ve küçüklerinizin hükmedeceği zamanı bekleyin.
O zamanda mümine kılıç vurulması, helalinden elde edilen bir paradan daha ehven gelir; verilen, verenden daha büyük sevap elde eder. O zaman nimet bolluğu yüzünden içmeden sarhoş olur, zora düşmeden yemin eder, zorlanmadan yalan söylersiniz. Semerin devenin boynunu ısırdığı gibi, belalar da sizi ısırıp kemirir. Bu meşakkat alabildiğince uzar, kurtuluş ümidi de iyiden iyiye uzaklaşır.
Ey insanlar! Ellerinizle sırtlarına suç yüklediğiniz şu develerin yularlarını ellerinizden atın. Önderinize itaatten yüz çevirmeyin, aksi takdirde sonuçta kendi yaptıklarınızı kınarsınız. Size yönelen fitne ateşine dalmayın, yollarından uzaklasın, ona varacak yola girmekten sakının.
Ömrüme yemin olsun, onun alevleri mümini helak eder; gayr-i muslini salim kalır. Benim içinizdeki durumum, karanlığın içindeki ışığa benzer; karanlığa dalan onunla aydınlanır. Ey insanlar! İşitip belleyin, düşünmek için can kulaklarınızı açın."
KaYNaKLaR; Hutbe187* Kitab-u Sıffin, Ebu'l-Hasan Medami; Rebi'ul-Ebrar, (mal ve kesb babı) Zemahşeri; Bihar 'ul-Envar, Kitab 'ul-Fiten, Meclisi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
188. Hutbe
Bu hutbede insanlara önemli şeyleri tavsiye etmektedir.
Ey insanlar Allah'tan korkmanızı, O'nun size bağışladığı batini nimetlere, verdiği zahiri faydalara ve nezdinizdeki ihsanlara çokça hamd etmenizi tavsiye ediyorum. Nimetleriyle sizi nicelerine üstün tuttu ve rahmetiyle sizi faydalandırdı. Ayıp ve kusurlarınızı açığa çıkardığınız halde onları örttü, cezayı hak ettiğiniz halde size mühlet tanıdı.
Ölümü çokça hatırlamanızı ve O'ndan gafletinizi azaltmanızı tavsiye ederim. Sizden gaflet etmeyen bir şeyden nasıl gafil olabiliyorsunuz? Ve size göz açtırmayacak, mühlet tanımayacak birisine nasıl ümit bağlıyorsunuz? Gözlerinizle gördüğünüz kimselerin ölümü size öğüt olarak yeter. Onları bineksiz olarak kabirlere taşıdılar, iradesi olmadan oraya gömüldüler.
(Öylesine unutuldular ki,) Sanki onlar dünyayı hiç bayındır kılmadılar de orası onların öteden beri edindikleri devamlı yurtlarıydı. Yurt edindikleri yerden dehşete kapıldılar, dehşete kapıldıkları yeri yurt edindiler. Sonunda ayrılacakları şeyle meşgul oldular ve gidilecek yerlerini zayi ettiler. Ne bir çirkinlikten uzaklaşmaya, ne de bir güzelliği artırmaya güç yetirebildiler. Dünyayla dost oldular da onları aldattı, dünyaya güvendiler de onları yerden yere çarptı.
Allah size rahmet etsin, imar etmekle emrolunduğunuz, teşvik edildiğiniz ve çağrıldığınız evlerinize koşun! Allah'a itaatte sabırla ve sebat etmekle, O'na isyandan kaçınmakla, üzerinizdeki nimetleri kemale erdirin. Çünkü yarın, bugüne daha yakındır. Saatler günde, günler ayda, aylar yılda, yıllar da ömürde ne de çabuk geçip gidiyor."
KaYNaKLaR; Hutbe188*el-İ'caz ve'l İcaz, s.31, Ebu Mansur Sealebi; Bihar 'ul-Envar, c.77, s.433, Meclisi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
188. Hutbe
Bu hutbede insanlara önemli şeyleri tavsiye etmektedir.
Ey insanlar Allah'tan korkmanızı, O'nun size bağışladığı batini nimetlere, verdiği zahiri faydalara ve nezdinizdeki ihsanlara çokça hamd etmenizi tavsiye ediyorum. Nimetleriyle sizi nicelerine üstün tuttu ve rahmetiyle sizi faydalandırdı. Ayıp ve kusurlarınızı açığa çıkardığınız halde onları örttü, cezayı hak ettiğiniz halde size mühlet tanıdı.
Ölümü çokça hatırlamanızı ve O'ndan gafletinizi azaltmanızı tavsiye ederim. Sizden gaflet etmeyen bir şeyden nasıl gafil olabiliyorsunuz? Ve size göz açtırmayacak, mühlet tanımayacak birisine nasıl ümit bağlıyorsunuz? Gözlerinizle gördüğünüz kimselerin ölümü size öğüt olarak yeter. Onları bineksiz olarak kabirlere taşıdılar, iradesi olmadan oraya gömüldüler.
(Öylesine unutuldular ki,) Sanki onlar dünyayı hiç bayındır kılmadılar de orası onların öteden beri edindikleri devamlı yurtlarıydı. Yurt edindikleri yerden dehşete kapıldılar, dehşete kapıldıkları yeri yurt edindiler. Sonunda ayrılacakları şeyle meşgul oldular ve gidilecek yerlerini zayi ettiler. Ne bir çirkinlikten uzaklaşmaya, ne de bir güzelliği artırmaya güç yetirebildiler. Dünyayla dost oldular da onları aldattı, dünyaya güvendiler de onları yerden yere çarptı.
Allah size rahmet etsin, imar etmekle emrolunduğunuz, teşvik edildiğiniz ve çağrıldığınız evlerinize koşun! Allah'a itaatte sabırla ve sebat etmekle, O'na isyandan kaçınmakla, üzerinizdeki nimetleri kemale erdirin. Çünkü yarın, bugüne daha yakındır. Saatler günde, günler ayda, aylar yılda, yıllar da ömürde ne de çabuk geçip gidiyor."
KaYNaKLaR; Hutbe188*el-İ'caz ve'l İcaz, s.31, Ebu Mansur Sealebi; Bihar 'ul-Envar, c.77, s.433, Meclisi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
189. Hutbe
H. 38 yılında Kufe'de irad ettiği bu hutbe iman ve hicretin farz olduğu hakkındadır.
"İman ise; bazısı kalplerde sabit ve istikrarlı, bazısı ise bilinen bir sona kadar kalpler ve göğüsler arasında emanet ve geçicidir. Bir kimseden (şer'i sebeplerle) beri iseniz ölümüne dek kendi haline bırakın, öldüğü zaman (yine eski halindeyse) artık beraatın sınırı gerçekleşmiş olur.
Hicret, ilk zamandaki gibi dipdiri ayaktadır. Allah'ın yeryüzündeki kullarının imanlarını gizlemesine veya açığa vurmasına ihtiyacı yoktur. Allah'ın yeryüzündeki hüccetini sırf tanıyana muhacir adı verilmez. Kim onu tanır ve ikrar ederse muhacir odur. Kendisine hüccet ulaşan, onu kulağıyla duyan ve kalbiyle ezberleyen kimselere "mustazaf" adı verilmez.
Bizim işimiz gerçekten çok zordur; ancak Allah'ın kalbini imanla imtihan ettiği mü’min kul onu yüklenir. Sözlerimizi ancak o emin gönüller ve metin akıllar kabul eder.
Ey insanlar! Beni yitirmeden ve sahibinden kaçan deveye benzeyen fitneler adım atmadan, yularını ayaklan altında çiğnemeden ve akıllıları şaşkınlığa düşürmeden soracağınızı sorun. Çünkü ben göğün yollarını, yerin yollarından daha iyi bilirim."
KaYNaKLaR; Hutbe189* el-İ'caz ve'l-İcaz, s.32, Sealebi; Besair'ud-Derecat, s.31, Ebu Cafer Muhammed bin Hasan Saffar (Ö.H. 290, Nehc'ül-Belağa yazılmadan 120 yıl önce); Kitab-u Huteb-i Emir'il-Müminin Ali (a.s) Mes'ade bin Sadaka; Uyun'ul-Ahbar, s.264, Şeyh Saduk; el-Hisal, c.2, s. 164, Şeyh Saduk; Gurer'ul-Hikem, s.80, Amedi; el-Hakim, Mustedrek, c.2, s.466'de; İbn-i Abdulbirr, Cami-ıı Beyan'il-jlim ve Fazlihi, c.l, s.H4'de; İbn-i Hacer, İsabe, c,2, s.509'da; el-Muhib'ut Taberi, er-Riyaz 'ıın-Nazre, s. 198'de; Siyuti, Tarih'ııl-Hulefa, s.l24'de; Seyyid Ahmed Zeyni Dehlan, Fütuhat'ul-Mekkiyye, c.2, s.337'de; el-Kunduzi, Yenabi'ııl-Mevedâe, s.224'de
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
189. Hutbe
H. 38 yılında Kufe'de irad ettiği bu hutbe iman ve hicretin farz olduğu hakkındadır.
"İman ise; bazısı kalplerde sabit ve istikrarlı, bazısı ise bilinen bir sona kadar kalpler ve göğüsler arasında emanet ve geçicidir. Bir kimseden (şer'i sebeplerle) beri iseniz ölümüne dek kendi haline bırakın, öldüğü zaman (yine eski halindeyse) artık beraatın sınırı gerçekleşmiş olur.
Hicret, ilk zamandaki gibi dipdiri ayaktadır. Allah'ın yeryüzündeki kullarının imanlarını gizlemesine veya açığa vurmasına ihtiyacı yoktur. Allah'ın yeryüzündeki hüccetini sırf tanıyana muhacir adı verilmez. Kim onu tanır ve ikrar ederse muhacir odur. Kendisine hüccet ulaşan, onu kulağıyla duyan ve kalbiyle ezberleyen kimselere "mustazaf" adı verilmez.
Bizim işimiz gerçekten çok zordur; ancak Allah'ın kalbini imanla imtihan ettiği mü’min kul onu yüklenir. Sözlerimizi ancak o emin gönüller ve metin akıllar kabul eder.
Ey insanlar! Beni yitirmeden ve sahibinden kaçan deveye benzeyen fitneler adım atmadan, yularını ayaklan altında çiğnemeden ve akıllıları şaşkınlığa düşürmeden soracağınızı sorun. Çünkü ben göğün yollarını, yerin yollarından daha iyi bilirim."
KaYNaKLaR; Hutbe189* el-İ'caz ve'l-İcaz, s.32, Sealebi; Besair'ud-Derecat, s.31, Ebu Cafer Muhammed bin Hasan Saffar (Ö.H. 290, Nehc'ül-Belağa yazılmadan 120 yıl önce); Kitab-u Huteb-i Emir'il-Müminin Ali (a.s) Mes'ade bin Sadaka; Uyun'ul-Ahbar, s.264, Şeyh Saduk; el-Hisal, c.2, s. 164, Şeyh Saduk; Gurer'ul-Hikem, s.80, Amedi; el-Hakim, Mustedrek, c.2, s.466'de; İbn-i Abdulbirr, Cami-ıı Beyan'il-jlim ve Fazlihi, c.l, s.H4'de; İbn-i Hacer, İsabe, c,2, s.509'da; el-Muhib'ut Taberi, er-Riyaz 'ıın-Nazre, s. 198'de; Siyuti, Tarih'ııl-Hulefa, s.l24'de; Seyyid Ahmed Zeyni Dehlan, Fütuhat'ul-Mekkiyye, c.2, s.337'de; el-Kunduzi, Yenabi'ııl-Mevedâe, s.224'de
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
190. Hutbe
Kufe'de irad edip Haricileri kınadığı bu hutbesinde Allah'a hamd etmekte, Peygamberi övmekte ve öğüt vermektedir.
"O'nu, nimetlerine karşılık şükrün ifadesi olarak över, vazifelerini hakkıyla ifade edebilmek için yardımını dilerim. Ordusu güçlü, şanı yücedir.
Halkı O'na itaate çağıran, dini yolunda cihad ederek düşmanlarını mağlup eden; yalanlayanların toplanıp birleşmelerinin ve nurunu söndürmek isteyenlerin gayretinin engel olamadığı Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.
İlahi takvaya bağlanın; çünkü takva, halkası sağlam bir ip, yüceliklerine varılmaz bir sığmaktır. Gelip çatmadan ölüme ve şiddetine hazırlanın, inmeden ona hazırlık görün. Çünkü sonuç kıyamettir; bu, aklı olana öğüt, cahil olana da ibret olarak yeter. Kabirlerin darlığını, hüznün şiddetini, varılacak yerin korkusunu, tekrarlanan korkuları, kemiklerin ayrılığını, kulakların sağır olmasını, kabrin karanlığını, vaadin korkusunu, çukurun gamını ve taşla kapanıp örtülüsünü, oraya varmadan önce bilmelisiniz.
Ey Allah'ın kulları! Allah'ı düşünün, Allah'ı! Dünya, sizleri sünnetleri üzerinde götürmektedir. Siz ve kıyamet birbirinize yakınsınız. Kıyametin sanki alametleri görüldü, belirtileri yaklaştı da sırat'ın başında durdurdu sizleri. Sanki sarsıntısıyla geldi, göğsünü yere dayadı. Dünya, ehlinden kesildi, onları bakıcı kucağından ayırdı, bir gün veya aydı bitti, yenisi yıprandı, semizi zayıfladı. Dar bir yerde, karışık ve şüpheli büyük işlerde; azabı şiddetli, alevi gür, yalımı yüksek, homurtusu kızgın, alevi parlak, sönmesi imkânsız, yakıtı yanıcı, tehditleri korkutucu, karar yeri zulmet, etrafı zifiri karanlık, kapları kazanları kızgın, durumu korkunç ve meşakkatli bir ateştedirler.
(Muttakilere gelince...) "Rablerinden sakınanlar bölük bölük cennete sevk edilirler." (Zümer: 73) Onlar azaptan güvende, kınanmaktan kurtulmuş, ateşten pek uzakta, güvenli evlerde yer almış, yerlerinden hoşnut olmuşlardır. Onlar öyle kimselerdir ki işleri dünyada tertemizdi, gözleri ağlardı, dünyada huşu ile boyun eğmek ve bağışlanma dilemekle geceleri gündüz; insanlardan çekinip korkmakla da gündüzleri gece idi. Allah da onlara cenneti konak kıldı, yaptıklarının karşılığını verdi. "Onlar buna ehil ve layık kimselerdir."(Fetih: 26) Orada mülkleri devamlı, nimetleri kakçıdır.
Ey Allah'ın kullan! İçinizden yaptıklarında kazançlı çıkanların riayet ettikleri şeylere uyun, onları zayi etmekle hüsrana uğrayanların yaptıklarından çekinin. Ecelinize amellerinizle hazırlanın. Önceden yaptıklarınızın rehini ve önden gönderdiklerinizin karşılığını görücülersiniz varsayın o korkunç şey gelip çatmış, yitirdiğinizi elde etmek için geri dönmenize imkân yok ve hatalarınızdan kurtulamazsınız. Allah bize de, size de; kendisine ve Resulüne itaat etme başarısını versin, rahmetinin bolluğu ile bizleri affetsin. Yeryüzünde sakin durun, belalara karşı direnin. Dillerinizin heva ve hevesleri yolunda ellerinizi ve kılıçlarınızı hareket ettirmeyin. Allah'ın acele etmenizi istemediği işlerde acele etmeyin. Çünkü sizden Rabbinin, O'nun elçisinin ve Ehl-i Beyt'inin hakkını tanıyarak yatağında ölen kimse de şehittir ve ecri Allah'a aittir. Salih işlere niyetinden dolayı da sevaba ermesi de muhakkaktır. Bu niyeti, (Allah yolunda) kılıcını çekmesinin yerini tutar. Şüphesiz her şeyin (sabrın da, savaşın da) bir zamanı ve eceli vardır."
KaYNaKLaR; Hutbe190* Gurer'ul-Hikem, s.50 ve 108, Amedi; Bu hutbe Nehc'ül-Belağa'nın yazılmasından 23 yıl önce (H. 374'de) ölen, İbn-i Nebate'den de nakledilmiştir, Şerh-u İbn-i Ebi'l-Hadid, c. 1, s.8'e bkz.
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
190. Hutbe
Kufe'de irad edip Haricileri kınadığı bu hutbesinde Allah'a hamd etmekte, Peygamberi övmekte ve öğüt vermektedir.
"O'nu, nimetlerine karşılık şükrün ifadesi olarak över, vazifelerini hakkıyla ifade edebilmek için yardımını dilerim. Ordusu güçlü, şanı yücedir.
Halkı O'na itaate çağıran, dini yolunda cihad ederek düşmanlarını mağlup eden; yalanlayanların toplanıp birleşmelerinin ve nurunu söndürmek isteyenlerin gayretinin engel olamadığı Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.
İlahi takvaya bağlanın; çünkü takva, halkası sağlam bir ip, yüceliklerine varılmaz bir sığmaktır. Gelip çatmadan ölüme ve şiddetine hazırlanın, inmeden ona hazırlık görün. Çünkü sonuç kıyamettir; bu, aklı olana öğüt, cahil olana da ibret olarak yeter. Kabirlerin darlığını, hüznün şiddetini, varılacak yerin korkusunu, tekrarlanan korkuları, kemiklerin ayrılığını, kulakların sağır olmasını, kabrin karanlığını, vaadin korkusunu, çukurun gamını ve taşla kapanıp örtülüsünü, oraya varmadan önce bilmelisiniz.
Ey Allah'ın kulları! Allah'ı düşünün, Allah'ı! Dünya, sizleri sünnetleri üzerinde götürmektedir. Siz ve kıyamet birbirinize yakınsınız. Kıyametin sanki alametleri görüldü, belirtileri yaklaştı da sırat'ın başında durdurdu sizleri. Sanki sarsıntısıyla geldi, göğsünü yere dayadı. Dünya, ehlinden kesildi, onları bakıcı kucağından ayırdı, bir gün veya aydı bitti, yenisi yıprandı, semizi zayıfladı. Dar bir yerde, karışık ve şüpheli büyük işlerde; azabı şiddetli, alevi gür, yalımı yüksek, homurtusu kızgın, alevi parlak, sönmesi imkânsız, yakıtı yanıcı, tehditleri korkutucu, karar yeri zulmet, etrafı zifiri karanlık, kapları kazanları kızgın, durumu korkunç ve meşakkatli bir ateştedirler.
(Muttakilere gelince...) "Rablerinden sakınanlar bölük bölük cennete sevk edilirler." (Zümer: 73) Onlar azaptan güvende, kınanmaktan kurtulmuş, ateşten pek uzakta, güvenli evlerde yer almış, yerlerinden hoşnut olmuşlardır. Onlar öyle kimselerdir ki işleri dünyada tertemizdi, gözleri ağlardı, dünyada huşu ile boyun eğmek ve bağışlanma dilemekle geceleri gündüz; insanlardan çekinip korkmakla da gündüzleri gece idi. Allah da onlara cenneti konak kıldı, yaptıklarının karşılığını verdi. "Onlar buna ehil ve layık kimselerdir."(Fetih: 26) Orada mülkleri devamlı, nimetleri kakçıdır.
Ey Allah'ın kullan! İçinizden yaptıklarında kazançlı çıkanların riayet ettikleri şeylere uyun, onları zayi etmekle hüsrana uğrayanların yaptıklarından çekinin. Ecelinize amellerinizle hazırlanın. Önceden yaptıklarınızın rehini ve önden gönderdiklerinizin karşılığını görücülersiniz varsayın o korkunç şey gelip çatmış, yitirdiğinizi elde etmek için geri dönmenize imkân yok ve hatalarınızdan kurtulamazsınız. Allah bize de, size de; kendisine ve Resulüne itaat etme başarısını versin, rahmetinin bolluğu ile bizleri affetsin. Yeryüzünde sakin durun, belalara karşı direnin. Dillerinizin heva ve hevesleri yolunda ellerinizi ve kılıçlarınızı hareket ettirmeyin. Allah'ın acele etmenizi istemediği işlerde acele etmeyin. Çünkü sizden Rabbinin, O'nun elçisinin ve Ehl-i Beyt'inin hakkını tanıyarak yatağında ölen kimse de şehittir ve ecri Allah'a aittir. Salih işlere niyetinden dolayı da sevaba ermesi de muhakkaktır. Bu niyeti, (Allah yolunda) kılıcını çekmesinin yerini tutar. Şüphesiz her şeyin (sabrın da, savaşın da) bir zamanı ve eceli vardır."
KaYNaKLaR; Hutbe190* Gurer'ul-Hikem, s.50 ve 108, Amedi; Bu hutbe Nehc'ül-Belağa'nın yazılmasından 23 yıl önce (H. 374'de) ölen, İbn-i Nebate'den de nakledilmiştir, Şerh-u İbn-i Ebi'l-Hadid, c. 1, s.8'e bkz.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
191. Hutbe
Allah'a hamd ettikten sonra sabır, takva ve zühdü tavsiye etmektedir.
"Hamdı mahrukat arasında yaygın, ordusu galip, azameti yüce olan Allah'a hamd olsun. Hilmi çok olduğundan affeden, bütün hükümlerinde adil olan, geçmişi ve geleceği bilen Allah'ın ardı arkası kesilmeyen nimetlerine ve büyük ihsanlarına hamd ederim. Mahrukatı; ne birinin izinden giderek, ne birinden öğrenerek, ne de hikmet sahibi başka bir yaratıcıdan kopya ederek, hataya düşmeden ve önde gelenlere fikir danışmadan ilmiyle örneksiz yaratan, hikmetiyle ilk defa inşa eden Allah'tır.
Ve şahadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Resulüdür. Allah O'nu, insanların fitne kargaşalığı içerisinde bulunduğu, şaşkınlık dalgalarının dalgalandığı, helaket gemlerinin kendilerini yönlendirdiği ve kalplerini sapıklık kilitlerinin kilitlediği bir dönemde gönderdi.
Allah'ın kulları! Size Allah'tan korkmayı tavsiye ediyorum. Çünkü takva Allah'ın sizin üzerinizdeki hakkıdır ve Allah'ın yanında hak sahibi olmanıza neden olur. (takva sebebiyle sevaba erişirsiniz) Takvaya erişmek için Allah'tan yardım dileyin ve Allah'ın mükâfatına ermek için de takvadan yardım isteyin. Çünkü takva bugün bir sığınak ve kalkandır, yarın cennete bir yoldur.
Takvanın yolu açık, yolcusu kârlıdır. Takvanın emanetçisi onu muhafaza edicidir. Zira takva; yarın duyacakları ihtiyaçları sebebiyle geçip gitmiş ve kalmış milletler için sürekli kendini takdim etmiştir. O gün Allah her şeyi ilk haline döndürecek, verdiğini alacak ve verdiklerinin de hesabını soracaktır.
Takvayı kabullenmiş ve onu gereği gibi yüklenmiş kimseler ne kadar da azdır! İşte bunlar sayıca azdırlar ve Allah'ın şöyle buyurarak (azlıkla) vasıflandırdığı kimselerdir: "Kullarımdan şükredenler pek azdır." (Sebe: 13) Bu yüzden takvaya kulak verin, bütün gayretinizle takvayı elde etmeye çalışın. Kaybettiklerinizin yerine ve her aykırı işlerinize karşılık takvayı kabullenin. Takva ile (gaflet) uykularınızdan uyanın, günlerinizi onunla geçirin, kalplerinizi onunla örtün, günahlarınızı onunla silin, (ruhsal) hastalıkları onunla tedavi edin, ölümü onunla karşılayın! Takvayı kaybedenden ibret alın, takvaya riayet eden bir kimselere ibret olacak duruma asla düşmeyin. Dikkat edin! Takvayı koruyun ve takvayla korunun. Dünyadan sakının, ahirete büyük bir aşkla gönül bağlayın. Takvanın yücelttiği kimseyi aşağılamayın, dünyanın yücelttiğini yüceltmeyin. Dünyanın göz alıcı bulutlarına (debdebesine) göz dikmeyin, onun överek konuşanı dinlemeyin, ona çağırana icabet etmeyin, onun aydınlığıyla aydınlanmaya heveslenmeyin, onun nefis şeylerine aldanmayın. Çünkü dünyanın şimşeği (debdebesi) aldatıcı, konuşması yalan, malları talan edilmiş ve nefis şeyleri çalınmıştır.
Dikkatli olun; zira dünya ortalıkta oynaşan bir işveli, itaat etmeyen huysuz bir binek, ihanet eden bit yalancı, nankör bir inkârcı, uzaklaşan bir inatçı ve şaşkın bir yüz çeviricidir. Hali değişken, zemini kaygan, izzeti zillet, ciddiyeti şaka, yüksekliği alçaklıktır. Talan, soygun, yağma ve helak yurdudur. Dünya ehlinin bir ayağı mezarda; gidenlere kavuşacak, kalanlardan ayrılacak durumdadır. Yolları şaşırtıcı, kaçış yerleri sonuçsuz, arzulan ümitsiz kılıcıdır. Bu yüzden sığınakları onları (ölüme) teslim etmiş, evleri onları dışarı atmış ve çare arayışları bitkin düşürmüştür. Kimi yaralı kurtulmuş, kimi eti soyulmuş, kimi bedeni parçalanmış, kimi kanı akıtılmış, kimi iki elini (pişmanlıktan) ısırmış, kimi (hasretten) ellerini ovuşturmuş, kimi (şaşkınlıktan) başını elleri arasına almış, kimi görüşlerinden dolayı kendini kınamış ve kimi de kararından dönmüş haldedir. Oysa çare yüz çevirmiş, ölüm kendilerine yönelmiştir. "Şimdi artık kaçış vakti değildir." Heyhat! Heyhat! Yitirilen yitirildi, giden gitti. Dünya istediği gibi gelip geçti! "Onlara ne gökler ve ne de yer ağladı, hiç mühlet de verilmedi." (Duhan: 29)
KaYNaKLaR; Hutbe191* Gurer'ul-Hikem, s.87, Amedi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
191. Hutbe
Allah'a hamd ettikten sonra sabır, takva ve zühdü tavsiye etmektedir.
"Hamdı mahrukat arasında yaygın, ordusu galip, azameti yüce olan Allah'a hamd olsun. Hilmi çok olduğundan affeden, bütün hükümlerinde adil olan, geçmişi ve geleceği bilen Allah'ın ardı arkası kesilmeyen nimetlerine ve büyük ihsanlarına hamd ederim. Mahrukatı; ne birinin izinden giderek, ne birinden öğrenerek, ne de hikmet sahibi başka bir yaratıcıdan kopya ederek, hataya düşmeden ve önde gelenlere fikir danışmadan ilmiyle örneksiz yaratan, hikmetiyle ilk defa inşa eden Allah'tır.
Ve şahadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Resulüdür. Allah O'nu, insanların fitne kargaşalığı içerisinde bulunduğu, şaşkınlık dalgalarının dalgalandığı, helaket gemlerinin kendilerini yönlendirdiği ve kalplerini sapıklık kilitlerinin kilitlediği bir dönemde gönderdi.
Allah'ın kulları! Size Allah'tan korkmayı tavsiye ediyorum. Çünkü takva Allah'ın sizin üzerinizdeki hakkıdır ve Allah'ın yanında hak sahibi olmanıza neden olur. (takva sebebiyle sevaba erişirsiniz) Takvaya erişmek için Allah'tan yardım dileyin ve Allah'ın mükâfatına ermek için de takvadan yardım isteyin. Çünkü takva bugün bir sığınak ve kalkandır, yarın cennete bir yoldur.
Takvanın yolu açık, yolcusu kârlıdır. Takvanın emanetçisi onu muhafaza edicidir. Zira takva; yarın duyacakları ihtiyaçları sebebiyle geçip gitmiş ve kalmış milletler için sürekli kendini takdim etmiştir. O gün Allah her şeyi ilk haline döndürecek, verdiğini alacak ve verdiklerinin de hesabını soracaktır.
Takvayı kabullenmiş ve onu gereği gibi yüklenmiş kimseler ne kadar da azdır! İşte bunlar sayıca azdırlar ve Allah'ın şöyle buyurarak (azlıkla) vasıflandırdığı kimselerdir: "Kullarımdan şükredenler pek azdır." (Sebe: 13) Bu yüzden takvaya kulak verin, bütün gayretinizle takvayı elde etmeye çalışın. Kaybettiklerinizin yerine ve her aykırı işlerinize karşılık takvayı kabullenin. Takva ile (gaflet) uykularınızdan uyanın, günlerinizi onunla geçirin, kalplerinizi onunla örtün, günahlarınızı onunla silin, (ruhsal) hastalıkları onunla tedavi edin, ölümü onunla karşılayın! Takvayı kaybedenden ibret alın, takvaya riayet eden bir kimselere ibret olacak duruma asla düşmeyin. Dikkat edin! Takvayı koruyun ve takvayla korunun. Dünyadan sakının, ahirete büyük bir aşkla gönül bağlayın. Takvanın yücelttiği kimseyi aşağılamayın, dünyanın yücelttiğini yüceltmeyin. Dünyanın göz alıcı bulutlarına (debdebesine) göz dikmeyin, onun överek konuşanı dinlemeyin, ona çağırana icabet etmeyin, onun aydınlığıyla aydınlanmaya heveslenmeyin, onun nefis şeylerine aldanmayın. Çünkü dünyanın şimşeği (debdebesi) aldatıcı, konuşması yalan, malları talan edilmiş ve nefis şeyleri çalınmıştır.
Dikkatli olun; zira dünya ortalıkta oynaşan bir işveli, itaat etmeyen huysuz bir binek, ihanet eden bit yalancı, nankör bir inkârcı, uzaklaşan bir inatçı ve şaşkın bir yüz çeviricidir. Hali değişken, zemini kaygan, izzeti zillet, ciddiyeti şaka, yüksekliği alçaklıktır. Talan, soygun, yağma ve helak yurdudur. Dünya ehlinin bir ayağı mezarda; gidenlere kavuşacak, kalanlardan ayrılacak durumdadır. Yolları şaşırtıcı, kaçış yerleri sonuçsuz, arzulan ümitsiz kılıcıdır. Bu yüzden sığınakları onları (ölüme) teslim etmiş, evleri onları dışarı atmış ve çare arayışları bitkin düşürmüştür. Kimi yaralı kurtulmuş, kimi eti soyulmuş, kimi bedeni parçalanmış, kimi kanı akıtılmış, kimi iki elini (pişmanlıktan) ısırmış, kimi (hasretten) ellerini ovuşturmuş, kimi (şaşkınlıktan) başını elleri arasına almış, kimi görüşlerinden dolayı kendini kınamış ve kimi de kararından dönmüş haldedir. Oysa çare yüz çevirmiş, ölüm kendilerine yönelmiştir. "Şimdi artık kaçış vakti değildir." Heyhat! Heyhat! Yitirilen yitirildi, giden gitti. Dünya istediği gibi gelip geçti! "Onlara ne gökler ve ne de yer ağladı, hiç mühlet de verilmedi." (Duhan: 29)
KaYNaKLaR; Hutbe191* Gurer'ul-Hikem, s.87, Amedi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
192. Hutbe
Bu hutbe El-Kasia (hakir görme) olarak adlandırılır. Bu hutbe İblis’i lanetlemesi, onun böbürlenip Âdem’e secde, etmeyerek ilk kez cahiliye asabiyetini ortaya atmasını kınaması ve insanları onun yolunu takip etmekten sakındırması konularını kapsamaktadır.
"Hamd, izzet ve kibriya sahip olan, bu iki sıfatı yarattıklarına vermeyen Allah'a mahsustur. Onları kendisi ile başkaları arasında bir sınır kıldı, yüce zatı için seçti. Kullarından bu iki şeyde onunla çelişenlere lanet etti.
Sonra boyun eğip itaat edenlerle büyüklük taslayanları birbirinden ayırmak kendisine yakın kıldığı melekleri onlarla imtihan etti. Münezzeh olan Allah kalplerde gizleneni, engellerin arkasındaki gaybi bildiği halde şöyle dedi: "Çamurdan bir insan yaratacağım. Onu şekillendirip, ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secde edin. Meleklerin hepsi toplu olarak secde ettiler. Ancak İblis hariç."(Sad: 74) O gereksiz yere kıskandı ve Âdem’e karşı yaratılışıyla övündü, onun aslına karşı asabiyet güttü. O asabiyet davasında aşırılığa gidenlerin önderi, büyüklenenlerin öncüsü, Allah'ın düşmanıdır. O asabiyetin temelini kurdu. Zorbalıkla Allah'la çekişmeye kalkıştı; izzet libasına büründü, tevazu maskesini çıkardı.
Allah'ın onu büyüklenmesinden dolayı nasıl küçülttüğünü, kendini yücelttiğinden dolayı nasıl alçalttığını, böylece dünyada kovulmuş kıldığını, ahirette de kendisi için alevli ateş hazırladığını görmüyor, düşünmüyorsunuz!
Allah Âdem’i ışığı gözleri alan, görünüş güzelliği akılları durduran ve kokusu nefesleri kesen bit nurdan yaratmak isteseydi yaratırdı; böylece boyunlar ona eğilir, meleklerin imtihanı hatiflerdi. Fakat Allah; birbirinden ayırmak, büyüklenenleri içlerinden kovmak ve kendini beğenmişleri onlardan uzaklaştırmak için yarattıklarını aslını bilmedikleri bazı şevlerle imtihan etmektedir.
O halde Allah'ın şeytana yaptığından ibret alın. Öyle ki uzun amelini, yoğun çabalarını boşa çıkardı. Allah'a altı bin sene -dünyanın yılları mı, yoksa (her günü bin yıl olan) ahiretin yılları mı bilinmez- ibadet etti, ama bir anlık tekebbür ile hepsini boşa çıkardı. İblisten başka, onun gibi bir günah işledikten sonra kim Allah karşısında emanda kalabilir? Hayır! Münezzeh olan Allah, bir meleğin cennetten çıkmasına sebep bildiği bir ameli, bir beşerin cennete girmesine sebep kılmaz. Şüphesiz yerdekiler için de göktekiler için de hükmü birdir. Âlemlere haram kıldığı bir yasağın mubah kılınması hususunda Allah, yarattıklarından hiç kimseye müsamaha göstermez.
Ey Allah'ın kulları! Allah'ın düşmanının (İblis'in) hastalığını size bulaştırması, çağrısıyla sizi tahrik etmesi, atlı yaya askerleriyle sizi kendine çekmesi konusunda uyanık olun. Ömrüme andolsun, sizi azaba düşürmek için korkunç yayını hazırladı. Sizi pek şiddetli bir çekişmeye düşürdü. Yakın bir yerden sizi oklamaya koyuldu. İblis, "Rabbim, beni azdırdığın için, onlara yeryüzünü süslü göstereceğim ve hepsini azdıracağım"(Hicr: 39) demiştir. Bu sözüyle karanlıkta uzak bir hedefi oklamış, doğru olmayan bir zanda bulunmuştur. Onu hamiyet (gereksiz kıskançlık) davasının oğulları, asabiyetçiliğin kardeşleri, kibir ve cahiliye meydanında at koşturanlar tasdik etmiştir. Ta ki asileriniz ona uydu, size karşı tamahı, hırsı arttı. Böylece gizli olan iş, apaçık ortaya çıktı, üzerinizdeki otoritesi güçlendi. Ordusunu üstünüze sürdü, sizi zillet sığınaklarına sürükledi, ölümden ölüme uğrattı, ağır yaralarınızı çiğnedi, gözlerinizi mızrakladı, boğazınızı kesti, burunlarınızı kırdı, sizi mahvetmeye yöneldi, burunlarınıza kahır halkası takarak sizin için hazırlanmış olan ateşe sevk etti.
O halde şeytan dininiz için en büyük müşkül ve dünyanız için fitne körükleyen bir kimsedir. O büyük düşman saydığınız ve yenmek için üzerine yürüdüğünüz düşmandan daha tehlikelidir. Ona karşı hışmınızı/gazabınızı bileyin, onunla tüm ilişkilerinizi kesin. Allah'a andolsun, o atanıza karşı övünmüş, sayınızı küçümsemiş, soyunuzu yermiştir. Atlılarını üzerinize sürmüş, yayalarını yolunuza dikmiş, her yandan sizi avlamakta, ellerinizi kesmektedir. Hileyle korunamazsınız, yeminle def edemezsiniz. Zillet içinde dar bir daireye kıstırılmış; ölüm meydanında ve bela gezisindesiniz. Gönlünüzde gizlediğiniz şu asabiyet ateşini, cahiliye kinini söndürün. Çünkü Müslüman’daki bu yersiz kıskançlık, şeytanın tehlike, tekebbür, bozgunculuk ve üflemesindendir. Tevazuyu başlarınıza, büyüklenme duygusunu ayaklarınız altına alın, boyunlarınızdaki kibri atın. Tevazuyu kendiniz ile düşmanınız olan iblis ve askerleri arasında bir sığınak edinin. Çünkü onun her ümmetten orduları, yardımcıları, yayaları ve atlıları vardır. Allah kendisine hiç bir üstünlük vermediği halde, şeytanın burnuna üflediği kibirle, kalbindeki öfkeyle tutuşan büyüklük ateşine düşüp nefsindeki haset düşmanlığı yüzünden, kardeşine (Habil'e) kibirlenen kişi (Kabil) gibi olma. Allah kibri yüzünden onu cezalandırdı, pişmanlığa düşürdü, kıyamete kadar adam öldürenlerin günahından onu da sorumlu tuttu.
Dikkat edin azgınlıkta ileri gittiniz ve yeryüzünde bozgunculuk ettiniz. (Çünkü) Allah'a açık düşmanlık ettiniz ve müminlerle savaştınız. Allah için, Allah için büyüklenme kibrinden ve cahiliye övüncünden vazgeçin. Her ikisi de kinin asısı, şeytanın üfürüğü, onlarla geçmiş zamanlardaki ümmetleri aldattığı şeydir. Sonunda kolayca istediği yere sürülerek ve ona teslim olarak cehalet karanlıklarına ve sapıklık çukurlarına daldılar. Bu işte (kibir ve asabiyette) kalpler birbirine benzemiş ve yıllarca bu hal üzere yaşamışlardır. Hâlbuki kibir, göğüsleri daraltıp sıkıntıya düşürür.
Dikkat edin, dikkat edin! Makamıyla övünen, nesebiyle başkalarına karşı büyüklenen, kazasına karşı koyarak ve nimetlerini görmezlikten gelerek Rablerine çirkin şeyler isnat eden ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri inkâr eden büyüklerinize ve idarecilerinize itaat etmekten sakının. Çünkü onlar, asabiyet esas sütunları, fitne binasının temeli, cahiliye devri övüncünün kılıçlarıdır.
O halde Allah'tan korkun; verdiği nimetlere karşı gelmeyin, bahşettiği üstünlüklere haset etmeyin. Saf suyunuza bulanık sularını katıp içtiğiniz, sıhhatinize hastalıklarını karıştırdığınız, hak inancınıza batıllarını girdirdiğiniz nesebi şüpheli kimselere uymayın. Onlar fışkın temeli, isyanın ayrılmaz parçalarıdır. İblis onları sapıklık binekleri ve insanların üzerine saldığı ordu edinmiştir. İblisin tercümanıdır onlar, onların dili ile konuşur. Böylece akıllarınızı çeler, gözlerinize girer, kulaklarınıza fısıldar. Sonunda sizi oklarına hedef, ayaklarının bastığı yer, ellerinin tuttuğu şey yapar.
Allah'ın azaba ve belaya uğrattığı sizden önceki büyüklenen ümmetlerin başlarına gelenlerden ve uğradıkları cezadan ibret alın. Toprağa değen yanaklarından ve toprağa uzanmış yanlarından öğüt alın. İbret alın. Zamanın musibetlerinden Allah'a sığındığınız gibi, kibir aşısından Allah'a sığının. Allah, kullarından birinin kibirde bulunmasına izin verseydi, onu nebileri ve evliyası arasından seçerdi. Fakat onlara büyüklük taslamayı kötü gördü, onlar için tevazuya razı oldu. Onlar da yanaklarıyla yere kapandılar, yüzlerini toprağa dayadılar. Kanatlarını müminler için yaydılar. Onlar, mustazaf bir topluluktu. Allah onları açlıkla denedi, meşakkatlere, korkulara uğratarak imtihan etti. Onları zorluklarla halis kıldı. Mal ve oğul sahibi olmayı, Allah'ın gazap veya rızasına ölçü saymayın. Zira bu kudret ve zenginliğin imtihan için verildiğini bilmemektir.
Allah, "Kendilerine mal ve oğullar vermekle onlara iyilik etmekte acele ettiğimizi mi sanıyorlar; hayır onlar şuurunda değiller."(Mü'minun: 55-56) buyurmuştur. Allah, büyüklenen kullarını, onların gözlerinde zayıf olan dostlarıyla sınamaktadır. İmran oğlu Musa, kardeşi Harun ile birlikte, sırtlarında yünden elbiseler, ellerinde asalar olduğu halde Firavun'un yanma gitti. Ona, eğer hakka teslim olursa saltanatının süreceğini ve kudretinin devam edeceğini söylediler. Firavun: "Fakirlik ve çaresizlik içinde olduklarını gördüğünüz şu ikisinin bana saltanatımın ve üstünlüğümün devam edeceğini söyleyip şart koşmalarına şaşmıyor musunuz?" dedi. Altın sahibi olmayı bir büyüklük, yün giyinmeyi alçaklık saydı da "Neden onlara altın bilezikler verilmemiş?" dedi. Münezzeh olan Allah dileseydi, nebilerini gönderdiği zaman altın definelerini, altın madenlerini ihsan eder; bağlar, bahçeler verir; onların etrafına göğün uçan kuşlarını, yerin vahşi hayvanlarını toplardı. Fakat bunu yapsaydı imtihan ortadan kalkar, cezalar boşa gider, vaatler yok olurdu. O zaman da denenip kazananlara ecirleri verilmez; müminler, Muhsinlerin sevabını elde edemez; isimler, anlamlarına uygun olmazdı. Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf gösterdi. Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan bir yokluk verdi.
Eğer elçiler, karşı konulmaz bir kuvvete, başa çıkılmaz bir üstünlüğe ve görenlerin başlarını çevirecekleri bir saltanata sahip olsalardı ve insanlar kendilerine gelmek için her taraftan sefer hazırlığı halk öğütlerini daha kolay kabul eder, onlara karşı durmazlar ve düştükleri korkudan veya kendilerine meylettiren bir rağbetten dolayı iman ederlerdi. Bu takdirde de insanların niyetlerinde bir ortaklık olur, iyilikler paylaşılırdı. Ancak münezzeh olan Allah peygamberlerine uymayı, kitaplarını tasdik etmeyi, kendisine huşu etmeyi, emrini kabul etmeyi ve itaatine teslim olmayı kendisine has kılmış ve başka şeylerle karışmasını dikmemiştir. Bela ve imtihan ne kadar büyük olursa, sevabı ve ödülü de o kadar çok olur.
Allah'ın Âdem’in (a.s) zamanından beri bu dünyada ilk ve son bütün insanları ne kimseye zararı ve ne de faydası dokunan, görmeyen ve duymayan taşlarla denediğini görmüyor musunuz? O taşları kendine saygın bir ev ve evini de "İnsanlar için kıyam yeri" kıldı. Sonra onu, yeryüzünün taşı en çok, ot bitmez, dar bir vadide, sarp dağlar arasında, savrulan kumlar içinde, suyu az pınarların ve birbirinden kopuk köylerin bulunduğu bir bölgede kurdu. Orada ne deve, ne at, ne inek ve ne de koyun barınırdı.
Sonra, Âdem ve evladına oraya yönelmelerini emretti. Böylece orası seyahatlerin konağı, kervanların durağı oldu. Gönüllerin seyri orayadır. İnsanlar, çölleri aşarak, yükseklerden inerek, geniş yollan, yurtlarım, adalarım bırakarak oraya gelirler. Omuzlarını oynatarak, eziklikle hoşnutluğunu isteyerek yürürüler, koşuşurlar. Saçları darmadağın, toz toprak içinde kalırlar, elbiselerini çıkarıp arkalarına atarlar, yaratılışlarındaki güzelliklerden olan saçlarını kestirirler. Bunlar büyük bir deneme, çetin bir imtihan, apaçık bir seçim, güzel bir arıtmadır. Allah, onu rahmetine vasıta, cennetine ulaşmaya sebep kılmıştır. Allah dileseydi, hürmetli evini büyük yerleşim yerlerine yakın, bahçeler ve nehirler arasında; düz, kolay ve istikrarlı bir yerde; ağacı çok, meyvesi bol, binaları sık, köylerin bitişik ve yakın olduğu bir yerde kurardı. Kızıla çalan buğdayların, yemyeşil çayırların yetiştiği, sulak bir yerde; taze bitkilerin, güzelim suların, mamur yolların bulunduğu bir mevkide bina ederdi. Böyle yapsaydı imtihanların azlığına karşı mükafatın da az olması gerekirdi. O, yapıldığı gibi değil de; yeşil zümrüt, kızıl yakutla süslü, nurlu ışıklar saçan, parıl parıl parıldayan bir bina olarak yapılsaydı, gönüllerdeki şüphe azalır, iblisin kalplerdeki savaşı biter, insanların arasında dalgalanıp duran vesveseler giderilmiş olurdu. Kalplerindeki kibri çıkarsın, yerine ruhlarına huzu ve huzuru yerleştirsin, yüzlerine rahmet kapılarını açsın ve onlara bağışlama araçlarını kolayca versin diye Allah, kullarını çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet etmekte ve çeşitli belalara duçar kılmaktadır.
Allah için, Allah için, bu dünyada azgınlıktan, ahirette zulmün korkunç cezasından ve kibrin kötü akıbetinden sakının. Çünkü bu (kibir), iblisin büyük av usulü, büyük tuzak şeklidir. Bu, insanların gönüllerine öldürücü zehirler gibi girerek onları zehirler; asla başarısız olmaz, hiç kimseyi vuruşunda da hata etmez. Ne âlim bilgisiyle, ne de yoksul olan yoksulluğuyla (ondan kurtulup bir yol bulabilir.) Allah mümin kullarını bundan; namazlarla, zekatlarla, farz kılınmış günlerdeki orucun gayretiyle; ellerini ayaklarını sakinleştirip gözlerini sakındırarak; nefislerini ezip gönüllerine tevazu vererek ve kendini beğenmeyi onlardan gidererek korur. Çünkü namazda, gönül alçaklığıyla yüzleri ve en değerli azalarını toprağa koyup tevazu göstermek; oruçta, karınları açlıkla terbiye ederek kibri yok etmek ve tevazuya alıştırmak; zekâtta da yerin bitirdiği ürünlerinden yeterince yararlanmak ve bunların dışındakileri miskinlere, yoksullara vermek vardır.
Bunların içinde bulunan, övünme belirtilerini yok eden, kibrin izlerini bile yasaklayan hükümlere bakın. Baktım da, cehalet hastalığına yakalanıp da kendisini kandıracak bir sebebe yapışmayan yahut sefihlerin aklına uyup da kendini bir delille bağnazlığa düşürmeyen sizden başka kimse bulamadım. Çünkü siz sebebi ve nedeni bilinmeyen bir şey hakkında bağnazlık gösteriyorsunuz. İblis de aslını delil göstererek bağnazlığa düştü. Âdem’in yaratılışını kınayarak "Ben ateştenim, sen ise topraktansın" dedi.
Ümmetlerin eşraf sınıfından olan zenginler de ellerindeki nimetler yüzünden bağnazlık gösterdiler. "Biz mal ve evlatlar bakımından çokluğuz, bize azap edilecek de değildir."(Sebe: 35) dediler. Eğer bağnazlık gerekirse, güzel huylarda, övgüye layık amellerde ve iyi işlerde bağnazlık gösterin. Arap kabilelerinin asilleri, seçkinleri güzel ahlakla, üstün ve büyük işlerle, yüce düşüncelerle ve övgüye layık eserlerle övünürler, birbiriyle yarışırlardı.
O halde siz de komşuların hakkını korumak, ahde vefa göstermek, iyiliğe uymak, kibirden sakınmak, cömert olmak, zulümden kaçınmak, kan dökmekten korkmak, halka insaflı davranmak, öfkeyi yenmek, yeryüzünde fesat çıkarmaktan kaçınmak gibi övülen iyi huylarda bağnazlık gösterin. Sizden önceki ümmetlerin işledikleri kötülüklere, kınanan amelleri yüzünden uğradıkları belalara uğramaktan korkun. Hayırda ve serde onların durumlarını düşünün ve onlar gibi olmaktan sakının.
Hallerinin farklılığı (iyi ve kötü hallerini) düşündüğünüz zaman, her işte onların üstünlüğünü sağlayan, düşmanlarını kendilerinden uzaklaştıran, esenlik içinde yaşatan, onları nimetlere boğan; ayrılıktan çekinmek, birleşmeyi gerekli görmek, birbirini iyiye ve doğruya yönlendirip onu tavsiye etmek gibi yüceliğe ulaştıran hallerini elde etmeye çalışın. Birbirlerini yardımsız bırakmaları, kendilerini düşünmeleri, gönüllerinde birbirine kin güdüp düşmanlık beslemeleri gibi belleri kıran, güçleri zayıflatan hallerinden sakının.
Sizden önceki müminlerin halini bir düşünün! Belaya ve imtihana uğradıkları zaman halleri nasıldı? Zahmetlerin en ağırını yüklenmediler mi? Belaların en çetinine uğramadılar mı? Dünya halkı içinde halleri en sıkıntılı olan onlar değil miydi? Firavunlar, onları kul ediniyor, en kötü şekilde işkence ediyor, defalarca acılığı tattırıyorlardı; helak olmak zilletinden ve düşmanlarının üstünlüklerinden dolayı kahredilmekten bir türlü kurtulamıyorlardı. Ne onları giderecek bir hile, ne de başlarından savacak bir yol vardı. Sonunda Allah, düşmanların cefalarına kendisine olan muhabbetleri sebebiyle dayandıklarını; Allah korkusundan kendilerine yapılan kötülüklere tahammül ettiklerini gördü de onlara belanın darlığından bir çıkış yolu açtı; zilleti izzete, korkuyu güvene çevirdi. Onlara Allah katından ummadıkları yücelikler lütfedildi; mülkün sahipleri, hükmedenler, başkan ve önderler oldular.
Onların birlik içinde, dilekleri bir, gönülleri ılımlı, elleri ve kılıçları birbirlerine yardımcı, basiretleri açık ve azimlerinin tek olduğu zamanlarda nasıl olduklarına bakın; yeryüzünün efendileri olup, âlemleri idare etmediler mi? Bir de işlerinin sonunun nasıl olduğuna bakın; birbirlerinden ayrıldıkları, birlikleri bozulduğu, arzuları, gönülleri birbirlerine zıtlaştığı, çeşitli fırkalara, bölüklere ayrılıp birbirleriyle savaşmaya kalkınca da Allah onlardan keramet elbisesini soyup çıkardı, nimetlerinin genişliğini esirgedi; onlardan geriye, yalnız, içinizden ibret alanların işine yarayan hikayeler kaldı.
İsmail'in evladından, İshak oğullarından, İsrail (Yakub) oğullarından (a.s) ibret alın. Hallerinin benzerliği ne kadar çok, durumları birbirlerine ne kadar da yakındır.
Onların bölünüp ayrıldıkları zamanı düşünün, Kisralar, Kayserler, onlara nasıl da efendiler oldular! Onları dünyanın mamur yerlerinden, Irak'ın denizinden (Dicle ve Fırat'tan) ve dünyanın yeşilliklerinden çıkardılar; yalnızca çalı çırpı biten, şiddetli rüzgârların estiği ve yaşanması güç çöllere sürdüler. Onları sırtı yaralı hayvanlarla birlikte, fakir ve miskin bir halde bıraktılar. Onlar evleri açısından milletlerin en zelili idi ve yerleri en verimsiz topraklardı. Ne kendisine sığınacakları ve kendilerini hakka davet eden birileri ve ne de izzet ve şevketine dayanacakları ülfet ve birlik gölgeleri vardı. Halleri perişan, güçleri darmadağın oldu. Dağınık birçokluk halinde, şiddetli bir belaya tutulmuş kapkaranlık cehalet içindeydiler. Kızlarını diri diri toprağa gömüyor, putlara tapıyor, akrabalığı gözetmiyor, geniş bir çapta yağma ve baskınlar yapıyorlardı.
Bir de Allah'ın onlara Resulünü yollayıp nimetlendirdiği zamana bakın; diniyle itaatlerini pekiştirdi, onları daveti etrafına toplayarak uzlaşmalarını sağladı; bu dinde birleşmeleri yüzünden yücelik kanatlarını gererek nimetini üzerlerine nasıl yaydı! Türlü türlü nimetlerini, bereketlerini, hayırlarını üzerlerine akıttı. Nimetler içinde yüzenler, o nimetle yaşamanın zevkine erdiler. Güçlü bir hükümet gölgesinde işleri düzene girdi, izzet içinde yaşayacak güzel bir konuma geldiler. Sağlam, güvenilir bir güç sayesinde işleri derlenip toparlandı. Âlemlerin hâkimleri ve etraflarında iktidar sahibi oldular. Önceden kendilerini yönetenlerin işlerini kendileri idare ettiler, kendilerine hükmedenlere hükmettiler. Kimse onlara mızrak ve taş atamaz oldu.
Dikkat edin, siz ellerinizi itaat bağından çektiniz, sizin için inşa edilmiş olan Allah'ın kalesini cahiliye hükümleriyle deldiniz. Allah bu ümmetin arasını birlik ipiyle bağlamış, gölgesinde yaşayanlara dirlik düzenlik vermiş, himayesine sığınmalarını sağlamış; yarattıklarından hiç birinin kıymetini bilemeyeceği, bütün değerlerden üstün, bütün karşılıklardan değerli bir nimet ihsan etmişti.
Bilin ki hicretten sonra çöl Arapları haline geldiniz, birbirinizi sevip dost olduktan sonra hiziplere dağılıp darmadağın oldunuz. Siz İslam’dan, isimden başka hiç bir şeye sahip değilsiniz, imandan onun şeklinden başka bir şey tanımıyorsunuz.
Cehenneme evet, utanca hayır diyorsunuz. Sanki Allah'ın hürmetlerini çiğneyerek ve Allah'ın yeryüzünde kanunlarına sınır kılıp yarattıkları arasında güvenliği sağlamak üzere sizden aldığı ahdini bozarak İslam'ı baş aşağı çevirmek istiyorsunuz. İslam'dan başkasına yönelirseniz, kafirler sizinle savaşır, artık ne Cebrail, ne Mikail, ne muhacirler ve ne de Ensar yardımınıza gelmez, ve Allah aranızda hükmedinceye kadar kılıçla savaşmaktan başka çareniz kalmaz.
Allah'ın azabına uğrattığı kullan ile belalara, çetin olaylara düşürdüğü günlere ait önünüzde pek çok örnek var. O halde azabı hakkında bilginiz olmadığı bahanesiyle Allah'ın intikamını hafif sayarak ve kendinizi Allah'ın intikamından uzak görerek Allah'ın azabından emin olmayın. Allah, sizden önce geçmiş ümmetleri ancak iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmayı terk etmeleri sebebiyle rahmetinden uzak kılmıştır. Sefihleri günah işledikleri için; bilgi ve anlayış sahibi olanları da kötülükten sakındırmadıkları için rahmetinden uzak kılmıştır.
Uyanık olun ki gerçekten İslam bağını kestiniz, hadlerini işlevsiz kıldınız, hükümlerini öldürdünüz, Bilin ki Allah bana, yeryüzünde bozgunculuk eden, biat edip biatinden dönen, azgınlık edip yeryüzünde fitne çıkaran kimselerle savaşmamı emretti. Bu esas üzere ahdi bozanlar (Nakisin) ile savaştım, zalimler (Kasitin) ile mücadele ettim, dinden çıkanları (Marikin) mahvettim, zelil kıldım.
Redhe Şeytanını (Hariciler'in başı Zu's-Sedy'i), ardından yüreğinin çarpıntısını ve göğsünün titrediğini gördüğüm korkunç bir feryatla işini bitirdim Asilerden ardımda kalan kaldı. Allah izin verirse yine savaş için üzerlerine yürüyeceğim de, onlardan ancak uzak ülkelere dağılanlar kurtulabilecek.
Henüz küçükken Arabın büyüklerini yere serip, Rabia ve Mudar kabilelerinin eşrafının boynuzlarını kırdım. Resulullah'a (s.a.a) ne kadar yakın olduğumu, yanında nasıl özel bir makama ulaştığımı bilirsiniz. Çocukluğumda beni bağrına basar, yatağına alır, vücudunu bana iliştirir, güzel kokusunu bana koklatırdı. Lokmayı çiğnedikten sonra bana verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne yaptığımda bir kötülük bulmuştur. Allah, sütten kesildiği andan itibaren meleklerin büyüklerinden birini ona (s.a.a) arkadaş etmişti. O melek, ona gece gündüz yüceliklerin yolunu, âlemin güzel ahlakını öğretirdi. Ben de yavru annesinin arkasından nasıl giderse onu öylece takip ederdim. Her gün huylarından birini öğretir, ona uymamı isterdi. Her yıl Hıra dağına çekilirdi, onu ben görürdüm, benden başkası da görmezdi. O gün İslam Resulullah ve Hatice'nin evinden başka hiç bir evde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım.
Gerçekten de O'na (s.a.a) vahiy geldiği zaman, şeytanın inlemesini duydum da "Ya Resulullah! Bu inleme nedir?" dedim. "Bu kendisine kulluk edilmesinden ümidini kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin, vezirsin ve hayır üzeresin" dedi. Kureyş'in ileri gelenleri ona (s.a.a) geldiğinde onunla beraberdim. "Ya Muhammed, sen atalarından ve ailenden hiç kimsenin bulunmadığı büyük bir iddiada bulunuyorsun, biz senden, nebi ve resul olduğunu bilmemizi sağlayacak bir şey göstermeni istiyoruz. Eğer yapmazsan, seni sihirbaz ve yalancı biliriz." dediler. Resulullah (s.a.a) "Ne istiyorsunuz?" dedi. "Bizim için şu ağacı çağır da köküyle beraber yerinden sökülüp yanına gelsin." dediler. O (s.a.a) , "Allah şüphesiz her şeye kadirdir; eğer Allah sizin için bunu yaparsa hakka iman ederek şahadet eder misiniz?" dedi. "Evet" dediler. "İstediğinizi size göstereceğim, hayra dönmeyeceğinizi de biliyorum. İçinizde (Bedir'de) kuyuya atılacak, (Hendek'te) hiziplere ayrılacak kimseler var." dedi. Sonra "Ey ağaç eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyor ve benim Allah'ın Resulü olduğumu biliyorsan, Allah'ın izniyle kökünle beraber sökül ve önümde dur." dedi. Onu hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki ağaç yerinden söküldü, şiddetli bir gürültü kopardı, kuşun kanatlarını çırpması gibi ses çıkararak yerinden sökülüp geldi, dalları kuşların kanatları gibi birbirine değerek Resulullah'ın (s.a.a) önünde durdu. En yüksek dalı Resulullah'ın (s.a.a) üzerine, bazı dalları da benim omuzlarıma geldi. Ben Resulullah'ın (s.a.a) sağındaydım. Onlar bunu gördüğü zaman kibirlenip böbürlenerek "Ona emret tekrar gelsin fakat yarısı orada kalsın" dediler. O da bunu emretti. O da daha şaşırtıcı bir şekilde daha şiddetli bir sesle yarım olarak geldi; neredeyse Resulullah'a (s.a.a) sarılacaktı. İnkâr ve kibir dolu olarak "Tekrar bu yarısına emret de geldiği gibi öbür yarısına dönsün" dediler. Resulullah, o yarıya emretti ve o da döndü. "Allah'tan başka ilah yoktur; ben sana iman edenlerin ilkiyim ya Resulullah" dedim. "Sözünü yüceltmek, nübüvvetini tasdik etmek için Allah'ın emriyle bu ağacın emredileni yaptığını ikrar edenlerin de ilkiyim" dedim. Onların hepsi birden; "Hayır, sihirbaz ve yalancıdır. Sihrinin şaşırtıcılığı bu işi kolaylaştırdı. Bu işinde ancak bunun (beni kastediyorlardı) gibiler sana inanabilir," dediler. Ben, Allah yolunda olan, kınayıcının kınamasına aldırış etmeyen, simaları sıddıkların siması, sözleri iyilerin sözleri olan bir toplumdanım. Onlar geceyi (ibadetle) ihya ederler, gündüzün yol gösteren işaretleri olurlar. Onlar, Kur'an'a sımsıkı sarılmışlardır. Allah'ın ve Resulünün sünnetlerini diriltirler, kibirlenmezler, büyüklük taslamazlar, hıyanet etmezler, bozgunculuk yapmazlar., kalpleri cennette, bedenleri ameldedir"
KaYNaKLaR; Hutbe192* Kitab'ul Yakin, s.196, Seyyid bin Tavus; Fııru-u Kafi, c.4, s. 168, Kuleyni; Men La Yahzunıh'ul-Fakih, c.l, s. 152, Şeyh Saduk; Rebi'ul-Ebrar, s. 113, c.l, Zemahşeri; A'lam'un-Nübüvvet, s.97, Maverdi; ez-Zeria, c.l, s.204, Ağa Bozorg Tahrani; Bihar'ul-Envar, c.5, Meclisi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
192. Hutbe
Bu hutbe El-Kasia (hakir görme) olarak adlandırılır. Bu hutbe İblis’i lanetlemesi, onun böbürlenip Âdem’e secde, etmeyerek ilk kez cahiliye asabiyetini ortaya atmasını kınaması ve insanları onun yolunu takip etmekten sakındırması konularını kapsamaktadır.
"Hamd, izzet ve kibriya sahip olan, bu iki sıfatı yarattıklarına vermeyen Allah'a mahsustur. Onları kendisi ile başkaları arasında bir sınır kıldı, yüce zatı için seçti. Kullarından bu iki şeyde onunla çelişenlere lanet etti.
Sonra boyun eğip itaat edenlerle büyüklük taslayanları birbirinden ayırmak kendisine yakın kıldığı melekleri onlarla imtihan etti. Münezzeh olan Allah kalplerde gizleneni, engellerin arkasındaki gaybi bildiği halde şöyle dedi: "Çamurdan bir insan yaratacağım. Onu şekillendirip, ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secde edin. Meleklerin hepsi toplu olarak secde ettiler. Ancak İblis hariç."(Sad: 74) O gereksiz yere kıskandı ve Âdem’e karşı yaratılışıyla övündü, onun aslına karşı asabiyet güttü. O asabiyet davasında aşırılığa gidenlerin önderi, büyüklenenlerin öncüsü, Allah'ın düşmanıdır. O asabiyetin temelini kurdu. Zorbalıkla Allah'la çekişmeye kalkıştı; izzet libasına büründü, tevazu maskesini çıkardı.
Allah'ın onu büyüklenmesinden dolayı nasıl küçülttüğünü, kendini yücelttiğinden dolayı nasıl alçalttığını, böylece dünyada kovulmuş kıldığını, ahirette de kendisi için alevli ateş hazırladığını görmüyor, düşünmüyorsunuz!
Allah Âdem’i ışığı gözleri alan, görünüş güzelliği akılları durduran ve kokusu nefesleri kesen bit nurdan yaratmak isteseydi yaratırdı; böylece boyunlar ona eğilir, meleklerin imtihanı hatiflerdi. Fakat Allah; birbirinden ayırmak, büyüklenenleri içlerinden kovmak ve kendini beğenmişleri onlardan uzaklaştırmak için yarattıklarını aslını bilmedikleri bazı şevlerle imtihan etmektedir.
O halde Allah'ın şeytana yaptığından ibret alın. Öyle ki uzun amelini, yoğun çabalarını boşa çıkardı. Allah'a altı bin sene -dünyanın yılları mı, yoksa (her günü bin yıl olan) ahiretin yılları mı bilinmez- ibadet etti, ama bir anlık tekebbür ile hepsini boşa çıkardı. İblisten başka, onun gibi bir günah işledikten sonra kim Allah karşısında emanda kalabilir? Hayır! Münezzeh olan Allah, bir meleğin cennetten çıkmasına sebep bildiği bir ameli, bir beşerin cennete girmesine sebep kılmaz. Şüphesiz yerdekiler için de göktekiler için de hükmü birdir. Âlemlere haram kıldığı bir yasağın mubah kılınması hususunda Allah, yarattıklarından hiç kimseye müsamaha göstermez.
Ey Allah'ın kulları! Allah'ın düşmanının (İblis'in) hastalığını size bulaştırması, çağrısıyla sizi tahrik etmesi, atlı yaya askerleriyle sizi kendine çekmesi konusunda uyanık olun. Ömrüme andolsun, sizi azaba düşürmek için korkunç yayını hazırladı. Sizi pek şiddetli bir çekişmeye düşürdü. Yakın bir yerden sizi oklamaya koyuldu. İblis, "Rabbim, beni azdırdığın için, onlara yeryüzünü süslü göstereceğim ve hepsini azdıracağım"(Hicr: 39) demiştir. Bu sözüyle karanlıkta uzak bir hedefi oklamış, doğru olmayan bir zanda bulunmuştur. Onu hamiyet (gereksiz kıskançlık) davasının oğulları, asabiyetçiliğin kardeşleri, kibir ve cahiliye meydanında at koşturanlar tasdik etmiştir. Ta ki asileriniz ona uydu, size karşı tamahı, hırsı arttı. Böylece gizli olan iş, apaçık ortaya çıktı, üzerinizdeki otoritesi güçlendi. Ordusunu üstünüze sürdü, sizi zillet sığınaklarına sürükledi, ölümden ölüme uğrattı, ağır yaralarınızı çiğnedi, gözlerinizi mızrakladı, boğazınızı kesti, burunlarınızı kırdı, sizi mahvetmeye yöneldi, burunlarınıza kahır halkası takarak sizin için hazırlanmış olan ateşe sevk etti.
O halde şeytan dininiz için en büyük müşkül ve dünyanız için fitne körükleyen bir kimsedir. O büyük düşman saydığınız ve yenmek için üzerine yürüdüğünüz düşmandan daha tehlikelidir. Ona karşı hışmınızı/gazabınızı bileyin, onunla tüm ilişkilerinizi kesin. Allah'a andolsun, o atanıza karşı övünmüş, sayınızı küçümsemiş, soyunuzu yermiştir. Atlılarını üzerinize sürmüş, yayalarını yolunuza dikmiş, her yandan sizi avlamakta, ellerinizi kesmektedir. Hileyle korunamazsınız, yeminle def edemezsiniz. Zillet içinde dar bir daireye kıstırılmış; ölüm meydanında ve bela gezisindesiniz. Gönlünüzde gizlediğiniz şu asabiyet ateşini, cahiliye kinini söndürün. Çünkü Müslüman’daki bu yersiz kıskançlık, şeytanın tehlike, tekebbür, bozgunculuk ve üflemesindendir. Tevazuyu başlarınıza, büyüklenme duygusunu ayaklarınız altına alın, boyunlarınızdaki kibri atın. Tevazuyu kendiniz ile düşmanınız olan iblis ve askerleri arasında bir sığınak edinin. Çünkü onun her ümmetten orduları, yardımcıları, yayaları ve atlıları vardır. Allah kendisine hiç bir üstünlük vermediği halde, şeytanın burnuna üflediği kibirle, kalbindeki öfkeyle tutuşan büyüklük ateşine düşüp nefsindeki haset düşmanlığı yüzünden, kardeşine (Habil'e) kibirlenen kişi (Kabil) gibi olma. Allah kibri yüzünden onu cezalandırdı, pişmanlığa düşürdü, kıyamete kadar adam öldürenlerin günahından onu da sorumlu tuttu.
Dikkat edin azgınlıkta ileri gittiniz ve yeryüzünde bozgunculuk ettiniz. (Çünkü) Allah'a açık düşmanlık ettiniz ve müminlerle savaştınız. Allah için, Allah için büyüklenme kibrinden ve cahiliye övüncünden vazgeçin. Her ikisi de kinin asısı, şeytanın üfürüğü, onlarla geçmiş zamanlardaki ümmetleri aldattığı şeydir. Sonunda kolayca istediği yere sürülerek ve ona teslim olarak cehalet karanlıklarına ve sapıklık çukurlarına daldılar. Bu işte (kibir ve asabiyette) kalpler birbirine benzemiş ve yıllarca bu hal üzere yaşamışlardır. Hâlbuki kibir, göğüsleri daraltıp sıkıntıya düşürür.
Dikkat edin, dikkat edin! Makamıyla övünen, nesebiyle başkalarına karşı büyüklenen, kazasına karşı koyarak ve nimetlerini görmezlikten gelerek Rablerine çirkin şeyler isnat eden ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri inkâr eden büyüklerinize ve idarecilerinize itaat etmekten sakının. Çünkü onlar, asabiyet esas sütunları, fitne binasının temeli, cahiliye devri övüncünün kılıçlarıdır.
O halde Allah'tan korkun; verdiği nimetlere karşı gelmeyin, bahşettiği üstünlüklere haset etmeyin. Saf suyunuza bulanık sularını katıp içtiğiniz, sıhhatinize hastalıklarını karıştırdığınız, hak inancınıza batıllarını girdirdiğiniz nesebi şüpheli kimselere uymayın. Onlar fışkın temeli, isyanın ayrılmaz parçalarıdır. İblis onları sapıklık binekleri ve insanların üzerine saldığı ordu edinmiştir. İblisin tercümanıdır onlar, onların dili ile konuşur. Böylece akıllarınızı çeler, gözlerinize girer, kulaklarınıza fısıldar. Sonunda sizi oklarına hedef, ayaklarının bastığı yer, ellerinin tuttuğu şey yapar.
Allah'ın azaba ve belaya uğrattığı sizden önceki büyüklenen ümmetlerin başlarına gelenlerden ve uğradıkları cezadan ibret alın. Toprağa değen yanaklarından ve toprağa uzanmış yanlarından öğüt alın. İbret alın. Zamanın musibetlerinden Allah'a sığındığınız gibi, kibir aşısından Allah'a sığının. Allah, kullarından birinin kibirde bulunmasına izin verseydi, onu nebileri ve evliyası arasından seçerdi. Fakat onlara büyüklük taslamayı kötü gördü, onlar için tevazuya razı oldu. Onlar da yanaklarıyla yere kapandılar, yüzlerini toprağa dayadılar. Kanatlarını müminler için yaydılar. Onlar, mustazaf bir topluluktu. Allah onları açlıkla denedi, meşakkatlere, korkulara uğratarak imtihan etti. Onları zorluklarla halis kıldı. Mal ve oğul sahibi olmayı, Allah'ın gazap veya rızasına ölçü saymayın. Zira bu kudret ve zenginliğin imtihan için verildiğini bilmemektir.
Allah, "Kendilerine mal ve oğullar vermekle onlara iyilik etmekte acele ettiğimizi mi sanıyorlar; hayır onlar şuurunda değiller."(Mü'minun: 55-56) buyurmuştur. Allah, büyüklenen kullarını, onların gözlerinde zayıf olan dostlarıyla sınamaktadır. İmran oğlu Musa, kardeşi Harun ile birlikte, sırtlarında yünden elbiseler, ellerinde asalar olduğu halde Firavun'un yanma gitti. Ona, eğer hakka teslim olursa saltanatının süreceğini ve kudretinin devam edeceğini söylediler. Firavun: "Fakirlik ve çaresizlik içinde olduklarını gördüğünüz şu ikisinin bana saltanatımın ve üstünlüğümün devam edeceğini söyleyip şart koşmalarına şaşmıyor musunuz?" dedi. Altın sahibi olmayı bir büyüklük, yün giyinmeyi alçaklık saydı da "Neden onlara altın bilezikler verilmemiş?" dedi. Münezzeh olan Allah dileseydi, nebilerini gönderdiği zaman altın definelerini, altın madenlerini ihsan eder; bağlar, bahçeler verir; onların etrafına göğün uçan kuşlarını, yerin vahşi hayvanlarını toplardı. Fakat bunu yapsaydı imtihan ortadan kalkar, cezalar boşa gider, vaatler yok olurdu. O zaman da denenip kazananlara ecirleri verilmez; müminler, Muhsinlerin sevabını elde edemez; isimler, anlamlarına uygun olmazdı. Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf gösterdi. Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan bir yokluk verdi.
Eğer elçiler, karşı konulmaz bir kuvvete, başa çıkılmaz bir üstünlüğe ve görenlerin başlarını çevirecekleri bir saltanata sahip olsalardı ve insanlar kendilerine gelmek için her taraftan sefer hazırlığı halk öğütlerini daha kolay kabul eder, onlara karşı durmazlar ve düştükleri korkudan veya kendilerine meylettiren bir rağbetten dolayı iman ederlerdi. Bu takdirde de insanların niyetlerinde bir ortaklık olur, iyilikler paylaşılırdı. Ancak münezzeh olan Allah peygamberlerine uymayı, kitaplarını tasdik etmeyi, kendisine huşu etmeyi, emrini kabul etmeyi ve itaatine teslim olmayı kendisine has kılmış ve başka şeylerle karışmasını dikmemiştir. Bela ve imtihan ne kadar büyük olursa, sevabı ve ödülü de o kadar çok olur.
Allah'ın Âdem’in (a.s) zamanından beri bu dünyada ilk ve son bütün insanları ne kimseye zararı ve ne de faydası dokunan, görmeyen ve duymayan taşlarla denediğini görmüyor musunuz? O taşları kendine saygın bir ev ve evini de "İnsanlar için kıyam yeri" kıldı. Sonra onu, yeryüzünün taşı en çok, ot bitmez, dar bir vadide, sarp dağlar arasında, savrulan kumlar içinde, suyu az pınarların ve birbirinden kopuk köylerin bulunduğu bir bölgede kurdu. Orada ne deve, ne at, ne inek ve ne de koyun barınırdı.
Sonra, Âdem ve evladına oraya yönelmelerini emretti. Böylece orası seyahatlerin konağı, kervanların durağı oldu. Gönüllerin seyri orayadır. İnsanlar, çölleri aşarak, yükseklerden inerek, geniş yollan, yurtlarım, adalarım bırakarak oraya gelirler. Omuzlarını oynatarak, eziklikle hoşnutluğunu isteyerek yürürüler, koşuşurlar. Saçları darmadağın, toz toprak içinde kalırlar, elbiselerini çıkarıp arkalarına atarlar, yaratılışlarındaki güzelliklerden olan saçlarını kestirirler. Bunlar büyük bir deneme, çetin bir imtihan, apaçık bir seçim, güzel bir arıtmadır. Allah, onu rahmetine vasıta, cennetine ulaşmaya sebep kılmıştır. Allah dileseydi, hürmetli evini büyük yerleşim yerlerine yakın, bahçeler ve nehirler arasında; düz, kolay ve istikrarlı bir yerde; ağacı çok, meyvesi bol, binaları sık, köylerin bitişik ve yakın olduğu bir yerde kurardı. Kızıla çalan buğdayların, yemyeşil çayırların yetiştiği, sulak bir yerde; taze bitkilerin, güzelim suların, mamur yolların bulunduğu bir mevkide bina ederdi. Böyle yapsaydı imtihanların azlığına karşı mükafatın da az olması gerekirdi. O, yapıldığı gibi değil de; yeşil zümrüt, kızıl yakutla süslü, nurlu ışıklar saçan, parıl parıl parıldayan bir bina olarak yapılsaydı, gönüllerdeki şüphe azalır, iblisin kalplerdeki savaşı biter, insanların arasında dalgalanıp duran vesveseler giderilmiş olurdu. Kalplerindeki kibri çıkarsın, yerine ruhlarına huzu ve huzuru yerleştirsin, yüzlerine rahmet kapılarını açsın ve onlara bağışlama araçlarını kolayca versin diye Allah, kullarını çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet etmekte ve çeşitli belalara duçar kılmaktadır.
Allah için, Allah için, bu dünyada azgınlıktan, ahirette zulmün korkunç cezasından ve kibrin kötü akıbetinden sakının. Çünkü bu (kibir), iblisin büyük av usulü, büyük tuzak şeklidir. Bu, insanların gönüllerine öldürücü zehirler gibi girerek onları zehirler; asla başarısız olmaz, hiç kimseyi vuruşunda da hata etmez. Ne âlim bilgisiyle, ne de yoksul olan yoksulluğuyla (ondan kurtulup bir yol bulabilir.) Allah mümin kullarını bundan; namazlarla, zekatlarla, farz kılınmış günlerdeki orucun gayretiyle; ellerini ayaklarını sakinleştirip gözlerini sakındırarak; nefislerini ezip gönüllerine tevazu vererek ve kendini beğenmeyi onlardan gidererek korur. Çünkü namazda, gönül alçaklığıyla yüzleri ve en değerli azalarını toprağa koyup tevazu göstermek; oruçta, karınları açlıkla terbiye ederek kibri yok etmek ve tevazuya alıştırmak; zekâtta da yerin bitirdiği ürünlerinden yeterince yararlanmak ve bunların dışındakileri miskinlere, yoksullara vermek vardır.
Bunların içinde bulunan, övünme belirtilerini yok eden, kibrin izlerini bile yasaklayan hükümlere bakın. Baktım da, cehalet hastalığına yakalanıp da kendisini kandıracak bir sebebe yapışmayan yahut sefihlerin aklına uyup da kendini bir delille bağnazlığa düşürmeyen sizden başka kimse bulamadım. Çünkü siz sebebi ve nedeni bilinmeyen bir şey hakkında bağnazlık gösteriyorsunuz. İblis de aslını delil göstererek bağnazlığa düştü. Âdem’in yaratılışını kınayarak "Ben ateştenim, sen ise topraktansın" dedi.
Ümmetlerin eşraf sınıfından olan zenginler de ellerindeki nimetler yüzünden bağnazlık gösterdiler. "Biz mal ve evlatlar bakımından çokluğuz, bize azap edilecek de değildir."(Sebe: 35) dediler. Eğer bağnazlık gerekirse, güzel huylarda, övgüye layık amellerde ve iyi işlerde bağnazlık gösterin. Arap kabilelerinin asilleri, seçkinleri güzel ahlakla, üstün ve büyük işlerle, yüce düşüncelerle ve övgüye layık eserlerle övünürler, birbiriyle yarışırlardı.
O halde siz de komşuların hakkını korumak, ahde vefa göstermek, iyiliğe uymak, kibirden sakınmak, cömert olmak, zulümden kaçınmak, kan dökmekten korkmak, halka insaflı davranmak, öfkeyi yenmek, yeryüzünde fesat çıkarmaktan kaçınmak gibi övülen iyi huylarda bağnazlık gösterin. Sizden önceki ümmetlerin işledikleri kötülüklere, kınanan amelleri yüzünden uğradıkları belalara uğramaktan korkun. Hayırda ve serde onların durumlarını düşünün ve onlar gibi olmaktan sakının.
Hallerinin farklılığı (iyi ve kötü hallerini) düşündüğünüz zaman, her işte onların üstünlüğünü sağlayan, düşmanlarını kendilerinden uzaklaştıran, esenlik içinde yaşatan, onları nimetlere boğan; ayrılıktan çekinmek, birleşmeyi gerekli görmek, birbirini iyiye ve doğruya yönlendirip onu tavsiye etmek gibi yüceliğe ulaştıran hallerini elde etmeye çalışın. Birbirlerini yardımsız bırakmaları, kendilerini düşünmeleri, gönüllerinde birbirine kin güdüp düşmanlık beslemeleri gibi belleri kıran, güçleri zayıflatan hallerinden sakının.
Sizden önceki müminlerin halini bir düşünün! Belaya ve imtihana uğradıkları zaman halleri nasıldı? Zahmetlerin en ağırını yüklenmediler mi? Belaların en çetinine uğramadılar mı? Dünya halkı içinde halleri en sıkıntılı olan onlar değil miydi? Firavunlar, onları kul ediniyor, en kötü şekilde işkence ediyor, defalarca acılığı tattırıyorlardı; helak olmak zilletinden ve düşmanlarının üstünlüklerinden dolayı kahredilmekten bir türlü kurtulamıyorlardı. Ne onları giderecek bir hile, ne de başlarından savacak bir yol vardı. Sonunda Allah, düşmanların cefalarına kendisine olan muhabbetleri sebebiyle dayandıklarını; Allah korkusundan kendilerine yapılan kötülüklere tahammül ettiklerini gördü de onlara belanın darlığından bir çıkış yolu açtı; zilleti izzete, korkuyu güvene çevirdi. Onlara Allah katından ummadıkları yücelikler lütfedildi; mülkün sahipleri, hükmedenler, başkan ve önderler oldular.
Onların birlik içinde, dilekleri bir, gönülleri ılımlı, elleri ve kılıçları birbirlerine yardımcı, basiretleri açık ve azimlerinin tek olduğu zamanlarda nasıl olduklarına bakın; yeryüzünün efendileri olup, âlemleri idare etmediler mi? Bir de işlerinin sonunun nasıl olduğuna bakın; birbirlerinden ayrıldıkları, birlikleri bozulduğu, arzuları, gönülleri birbirlerine zıtlaştığı, çeşitli fırkalara, bölüklere ayrılıp birbirleriyle savaşmaya kalkınca da Allah onlardan keramet elbisesini soyup çıkardı, nimetlerinin genişliğini esirgedi; onlardan geriye, yalnız, içinizden ibret alanların işine yarayan hikayeler kaldı.
İsmail'in evladından, İshak oğullarından, İsrail (Yakub) oğullarından (a.s) ibret alın. Hallerinin benzerliği ne kadar çok, durumları birbirlerine ne kadar da yakındır.
Onların bölünüp ayrıldıkları zamanı düşünün, Kisralar, Kayserler, onlara nasıl da efendiler oldular! Onları dünyanın mamur yerlerinden, Irak'ın denizinden (Dicle ve Fırat'tan) ve dünyanın yeşilliklerinden çıkardılar; yalnızca çalı çırpı biten, şiddetli rüzgârların estiği ve yaşanması güç çöllere sürdüler. Onları sırtı yaralı hayvanlarla birlikte, fakir ve miskin bir halde bıraktılar. Onlar evleri açısından milletlerin en zelili idi ve yerleri en verimsiz topraklardı. Ne kendisine sığınacakları ve kendilerini hakka davet eden birileri ve ne de izzet ve şevketine dayanacakları ülfet ve birlik gölgeleri vardı. Halleri perişan, güçleri darmadağın oldu. Dağınık birçokluk halinde, şiddetli bir belaya tutulmuş kapkaranlık cehalet içindeydiler. Kızlarını diri diri toprağa gömüyor, putlara tapıyor, akrabalığı gözetmiyor, geniş bir çapta yağma ve baskınlar yapıyorlardı.
Bir de Allah'ın onlara Resulünü yollayıp nimetlendirdiği zamana bakın; diniyle itaatlerini pekiştirdi, onları daveti etrafına toplayarak uzlaşmalarını sağladı; bu dinde birleşmeleri yüzünden yücelik kanatlarını gererek nimetini üzerlerine nasıl yaydı! Türlü türlü nimetlerini, bereketlerini, hayırlarını üzerlerine akıttı. Nimetler içinde yüzenler, o nimetle yaşamanın zevkine erdiler. Güçlü bir hükümet gölgesinde işleri düzene girdi, izzet içinde yaşayacak güzel bir konuma geldiler. Sağlam, güvenilir bir güç sayesinde işleri derlenip toparlandı. Âlemlerin hâkimleri ve etraflarında iktidar sahibi oldular. Önceden kendilerini yönetenlerin işlerini kendileri idare ettiler, kendilerine hükmedenlere hükmettiler. Kimse onlara mızrak ve taş atamaz oldu.
Dikkat edin, siz ellerinizi itaat bağından çektiniz, sizin için inşa edilmiş olan Allah'ın kalesini cahiliye hükümleriyle deldiniz. Allah bu ümmetin arasını birlik ipiyle bağlamış, gölgesinde yaşayanlara dirlik düzenlik vermiş, himayesine sığınmalarını sağlamış; yarattıklarından hiç birinin kıymetini bilemeyeceği, bütün değerlerden üstün, bütün karşılıklardan değerli bir nimet ihsan etmişti.
Bilin ki hicretten sonra çöl Arapları haline geldiniz, birbirinizi sevip dost olduktan sonra hiziplere dağılıp darmadağın oldunuz. Siz İslam’dan, isimden başka hiç bir şeye sahip değilsiniz, imandan onun şeklinden başka bir şey tanımıyorsunuz.
Cehenneme evet, utanca hayır diyorsunuz. Sanki Allah'ın hürmetlerini çiğneyerek ve Allah'ın yeryüzünde kanunlarına sınır kılıp yarattıkları arasında güvenliği sağlamak üzere sizden aldığı ahdini bozarak İslam'ı baş aşağı çevirmek istiyorsunuz. İslam'dan başkasına yönelirseniz, kafirler sizinle savaşır, artık ne Cebrail, ne Mikail, ne muhacirler ve ne de Ensar yardımınıza gelmez, ve Allah aranızda hükmedinceye kadar kılıçla savaşmaktan başka çareniz kalmaz.
Allah'ın azabına uğrattığı kullan ile belalara, çetin olaylara düşürdüğü günlere ait önünüzde pek çok örnek var. O halde azabı hakkında bilginiz olmadığı bahanesiyle Allah'ın intikamını hafif sayarak ve kendinizi Allah'ın intikamından uzak görerek Allah'ın azabından emin olmayın. Allah, sizden önce geçmiş ümmetleri ancak iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmayı terk etmeleri sebebiyle rahmetinden uzak kılmıştır. Sefihleri günah işledikleri için; bilgi ve anlayış sahibi olanları da kötülükten sakındırmadıkları için rahmetinden uzak kılmıştır.
Uyanık olun ki gerçekten İslam bağını kestiniz, hadlerini işlevsiz kıldınız, hükümlerini öldürdünüz, Bilin ki Allah bana, yeryüzünde bozgunculuk eden, biat edip biatinden dönen, azgınlık edip yeryüzünde fitne çıkaran kimselerle savaşmamı emretti. Bu esas üzere ahdi bozanlar (Nakisin) ile savaştım, zalimler (Kasitin) ile mücadele ettim, dinden çıkanları (Marikin) mahvettim, zelil kıldım.
Redhe Şeytanını (Hariciler'in başı Zu's-Sedy'i), ardından yüreğinin çarpıntısını ve göğsünün titrediğini gördüğüm korkunç bir feryatla işini bitirdim Asilerden ardımda kalan kaldı. Allah izin verirse yine savaş için üzerlerine yürüyeceğim de, onlardan ancak uzak ülkelere dağılanlar kurtulabilecek.
Henüz küçükken Arabın büyüklerini yere serip, Rabia ve Mudar kabilelerinin eşrafının boynuzlarını kırdım. Resulullah'a (s.a.a) ne kadar yakın olduğumu, yanında nasıl özel bir makama ulaştığımı bilirsiniz. Çocukluğumda beni bağrına basar, yatağına alır, vücudunu bana iliştirir, güzel kokusunu bana koklatırdı. Lokmayı çiğnedikten sonra bana verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne yaptığımda bir kötülük bulmuştur. Allah, sütten kesildiği andan itibaren meleklerin büyüklerinden birini ona (s.a.a) arkadaş etmişti. O melek, ona gece gündüz yüceliklerin yolunu, âlemin güzel ahlakını öğretirdi. Ben de yavru annesinin arkasından nasıl giderse onu öylece takip ederdim. Her gün huylarından birini öğretir, ona uymamı isterdi. Her yıl Hıra dağına çekilirdi, onu ben görürdüm, benden başkası da görmezdi. O gün İslam Resulullah ve Hatice'nin evinden başka hiç bir evde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım.
Gerçekten de O'na (s.a.a) vahiy geldiği zaman, şeytanın inlemesini duydum da "Ya Resulullah! Bu inleme nedir?" dedim. "Bu kendisine kulluk edilmesinden ümidini kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin, vezirsin ve hayır üzeresin" dedi. Kureyş'in ileri gelenleri ona (s.a.a) geldiğinde onunla beraberdim. "Ya Muhammed, sen atalarından ve ailenden hiç kimsenin bulunmadığı büyük bir iddiada bulunuyorsun, biz senden, nebi ve resul olduğunu bilmemizi sağlayacak bir şey göstermeni istiyoruz. Eğer yapmazsan, seni sihirbaz ve yalancı biliriz." dediler. Resulullah (s.a.a) "Ne istiyorsunuz?" dedi. "Bizim için şu ağacı çağır da köküyle beraber yerinden sökülüp yanına gelsin." dediler. O (s.a.a) , "Allah şüphesiz her şeye kadirdir; eğer Allah sizin için bunu yaparsa hakka iman ederek şahadet eder misiniz?" dedi. "Evet" dediler. "İstediğinizi size göstereceğim, hayra dönmeyeceğinizi de biliyorum. İçinizde (Bedir'de) kuyuya atılacak, (Hendek'te) hiziplere ayrılacak kimseler var." dedi. Sonra "Ey ağaç eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyor ve benim Allah'ın Resulü olduğumu biliyorsan, Allah'ın izniyle kökünle beraber sökül ve önümde dur." dedi. Onu hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki ağaç yerinden söküldü, şiddetli bir gürültü kopardı, kuşun kanatlarını çırpması gibi ses çıkararak yerinden sökülüp geldi, dalları kuşların kanatları gibi birbirine değerek Resulullah'ın (s.a.a) önünde durdu. En yüksek dalı Resulullah'ın (s.a.a) üzerine, bazı dalları da benim omuzlarıma geldi. Ben Resulullah'ın (s.a.a) sağındaydım. Onlar bunu gördüğü zaman kibirlenip böbürlenerek "Ona emret tekrar gelsin fakat yarısı orada kalsın" dediler. O da bunu emretti. O da daha şaşırtıcı bir şekilde daha şiddetli bir sesle yarım olarak geldi; neredeyse Resulullah'a (s.a.a) sarılacaktı. İnkâr ve kibir dolu olarak "Tekrar bu yarısına emret de geldiği gibi öbür yarısına dönsün" dediler. Resulullah, o yarıya emretti ve o da döndü. "Allah'tan başka ilah yoktur; ben sana iman edenlerin ilkiyim ya Resulullah" dedim. "Sözünü yüceltmek, nübüvvetini tasdik etmek için Allah'ın emriyle bu ağacın emredileni yaptığını ikrar edenlerin de ilkiyim" dedim. Onların hepsi birden; "Hayır, sihirbaz ve yalancıdır. Sihrinin şaşırtıcılığı bu işi kolaylaştırdı. Bu işinde ancak bunun (beni kastediyorlardı) gibiler sana inanabilir," dediler. Ben, Allah yolunda olan, kınayıcının kınamasına aldırış etmeyen, simaları sıddıkların siması, sözleri iyilerin sözleri olan bir toplumdanım. Onlar geceyi (ibadetle) ihya ederler, gündüzün yol gösteren işaretleri olurlar. Onlar, Kur'an'a sımsıkı sarılmışlardır. Allah'ın ve Resulünün sünnetlerini diriltirler, kibirlenmezler, büyüklük taslamazlar, hıyanet etmezler, bozgunculuk yapmazlar., kalpleri cennette, bedenleri ameldedir"
KaYNaKLaR; Hutbe192* Kitab'ul Yakin, s.196, Seyyid bin Tavus; Fııru-u Kafi, c.4, s. 168, Kuleyni; Men La Yahzunıh'ul-Fakih, c.l, s. 152, Şeyh Saduk; Rebi'ul-Ebrar, s. 113, c.l, Zemahşeri; A'lam'un-Nübüvvet, s.97, Maverdi; ez-Zeria, c.l, s.204, Ağa Bozorg Tahrani; Bihar'ul-Envar, c.5, Meclisi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
193. Hutbe
Rivayete göre Hz. Ali'nin ashabından muttaki olan Hemmam adlı biri: 'Ey Mü’minlerin Emiri bana muttakileri anlat. Hem öyle anlat ki, onları görür gibi olayım" dedi. Mü’minlerin Emiri: "Allah 'tan sakın ve iyi amelde bulun; şüphesiz Allah muttakilerle ve ihsanda bulunanlarla beraberdir.” (Nahl: 128) diyerek geçiştirmek istedi. Hemmam bu sözü yeterli bulmadı, isteğinde direndi. Bunun ürerine Hz. Ali Allah'a hamd-u senadan ve Peygambere salâvat gönderdikten sonra şöyle buyurdu:
"Münezzeh ve yüce olan Allah, mahlûkatı yarattı; yarattığı zaman onların itaatlerinden müstağni ve günahlarından da güvende idi. Çünkü isyan edenin isyanı ona zarar vermediği gibi, itaat edenin itaati de ona fayda vermez.
Aralarında geçimliklerini taksim etmiş, dünyadaki yerlerine yerleşmiştir. Ama muttakiler fazilet sahibidirler, konuşmalarında doğrudurlar, tarzları ılımlıdır, davranışları tevazu iledir. Gözlerini Allah'ın kendilerine haram kıldığı şeyden sakınırlar, kulaklarını kendilerine faydalı olan ilme vakfederler. Huzur ve bela durumlarında halleri aynıdır, (değişiklik arz etmez.) Allah'ın onlara tayin ettiği ecel olmasaydı, ruhları göz kırpacak bir an bile olsun; azaptan korkmak, sevabı arzulamak sebebiyle bedenleriyle durmazdı. Gözlerinde yaratıcı büyük ve bundan dolayı da onun dışındakiler gözlerinde küçüktür. Cennete oranla orayı görüp nimetler içinde yaşayan ve cehenneme oranla da orayı görüp azap çeken kimse gibidirler. Kalpleri mahzundur. Kötülüklerinden herkes emindir, bedenleri zayıf, ihtiyaçları az ve iffetlidirler. Çarçabuk geçen günlerde sabrettiler, sonunda uzun bir rahata erdiler. Rableri onlara bu karlı alış verişi kolaylaştırmıştır. Dünya onları ister, onlar dünyayı istemezler; dünyanın esaretinden canlarını fidye vererek kurtulurlar.
Geceleri ayakları üzerinde durup Kur'an ayetlerini, anlamını düşünerek ağır ağır (tertil üzere) okurlar, Onunla hüzünlere dalar, dertlerinin çaresini onda bulurlar. O sırada müjdeleyen bir ayet geçtiği zaman, o sevabı elde etmeyi umarlar, şevkle ona yönelirler; (mükâfatını) gözlerinin önünde zannederler. Korkutucu bir ayet geçtiği zaman, can kulaklarını ona verirler. Cehennem alevlerinin uğultusu adeta kulaklarında yankılanmaktadır. Onlar (rükûda) iki büklüm olurlar; alınları, elleri, dizleri ve ayak parmakları ile yerlere (secdeye) kapanırlar. Böylece Allah'ın azabından kurtulmayı dilerler.
Gündüzleri ise halim, âlim, iyi ve muttaki olurlar. Korku onları okçunun yonttuğu ok gibi inceltmiştir. Onlara bakan hasta zanneder; oysa onlarda hiç bir hastalık yoktur ve "halk yanlış düşünüyor" der.
Şüphesiz onlar büyük bir iş ile meşguldür. Az amellerine razı olmazlar, fazlasını da çok görmezler. Kendileri itham eder, amellerinden korkarlar. Bir kimse içlerinden birini överse, o övülmekten korkar ve "kendimi başkalarından daha iyi bilirim, Rabbim ise beni benden daha iyi bilir" der. "Allah'ım söyledikleri sözlerden beni sorumlu tutma, beni zannettiklerinden daha üstün kıl, onların bilmedikleri suçlarımı da bağışla." diye söylenirler.
Onlardan birinin alametleri; senin onu dini işlerde güçlü, uzak görüşlülükte yumuşak, imanda şeksiz şüphesiz, ilimde hırslı, bilgisi birimle iç içe, zenginlikte kanaatkâr, ibadetinden huşu içinde, fakirlikte muhteşem, zorlukta sabırlı, helal peşinde, hidayette neşat, tamahtan kurtulmuş ve salih amel işlediği halde korku içinde yaşayan biri olarak görmendir. Gündüz akşama kadar düşüncesi şükür, gece sabaha kadar işi zikirdir. Korkuyla geceler, neşeyle sabahlar, gaflete düşmekten çekinerek korkar, rahmet ve fazilete nail olduğundan sevinir. Nefsi, onu istemediği bir şeye zorlarsa, sevip istediğini ona vermez. Sevdiği şey, zevali olmayan nimettir. Sakındığı, baki olmayan (geçici) şeylerdir. Hilmini ilimle, sözünü amelle birleştirip pekiştirmiştir. Onu emeli yakın, hatası az, kalbi huşu içinde, nefsi kanaatkâr, yemesi az, işi kolay, dini korunmuş, şehveti ölmüş, öfkesi yenilmiş, hayır umulan, şerrinden emin olunan biri olarak görürsün.
Eğer, gafiller içinde de olsa, zikredenlerden yazılır; zikredenlerin içinde olsa, gafillerden sayılmaz. Zulmedeni bağışlar, kendisine vermeyene verir. Kendisine gelmeyi kesmeyi gider, kötü sözden uzak, sözü yumuşak, kötü olarak kınanacak işi yok, iyiliği her an mevcuttur. Hayra yönelmiş, şerre yüz çevirmiştir.
Zor işlerde vakarlıdır, tatsız işlerde sabırlıdır, Rahatlıkta ise şükredenlerdir. Kendisine buğz edene zulmetmez, birini sevdiğinden günaha girmez. Aleyhine şahadet edilmeden hakkı itiraf eder, emaneti zayi etmez, söyleneni unutmaz, kimseye lakap takmaz, komşusuna zarar vermez, başkalarının musibetine sevinmez, batıla girmez, haktan ayrılmaz. Susarsa sustuğuna üzülmez, güldüğünde sesini yükseltmez. (Dostları tarafından) isyan ve zulme uğradığı zaman, Allah kendisine yapılanı cezalandırıncaya kadar sabreder, (onu Allah'a havale eder)
Kendisini zorluğa salar, oysa insanlar ondan rahattadır. Kendisini ahireti için yorar, insanları ise rahata erdirir. Bir kimseden uzaklaşması, temizliğinden ve zühdündendir. Bir kimseye yaklaşması, yumuşaklığı ve acımasındandır. Uzaklaşması büyüklükten ve kibirden; yaklaşması da hile ve tuzaktan değildir.
Havi diyor ki: "Söz buraya geldiğinde Hemmam feryat edip düştü ve hemen oracıkta can verdi. Bunun ürerine Ali (a.s) şöyle buyurdu:
"Vallahi ben de bunun olmasından korkuyordum." Sonra ekledi: "Yerinde, tam ve olgun öğütler, ehline işte böyle tesir etmeli, değil mi?"
Birisi ona: "Öyleyse sana neden böyle tesir etmedi ey Mü’minlerin Emiri?"dedi. O da şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun sana. Her ecel için aşamayacağı bir vakit ve geçemeyeceği bir sebep vardır! Dur, sakın bunun gibi bir şeyi bir daha söyleme! Bu, şeytanın senin dilinle söylediği bir sözdü!" dedi."
KaYNaKLaR; Hutbe193* Kitab-u Selim bin Kays, s.211, Hilali; Emali s.340, Şeyh Saduk; Uyun'ul-Ahbar, c.2, s.352, İbn-i Kuteybe; Tuhef'ul-Ukul, s.159, İbn-i Şu'be Herrani; Tezkiret'ul-Havas, s. 148, Sibt bin cevzi; Metalib'us-Suut, c.l, s. 151, İbn-i Talha Şafii; Kenz'ul-Fevaid, s.31, Keraceki; Mıırııc'uz-Zeheb, c.2, s.420, Mes'udi; et-Tebakat'ul-Kubra, c.6, s. 118, İbn-ı Sa'd; el-Vafi, c.3; Usul-u Kafi, s.226, Kuleyni; Emali, Şeyh Saduk; el-İkd'ul-Ferid, c.l, s.314, İbn-i Abdurabbih; Emali c,2. s.185, Şeyh Tusi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
193. Hutbe
Rivayete göre Hz. Ali'nin ashabından muttaki olan Hemmam adlı biri: 'Ey Mü’minlerin Emiri bana muttakileri anlat. Hem öyle anlat ki, onları görür gibi olayım" dedi. Mü’minlerin Emiri: "Allah 'tan sakın ve iyi amelde bulun; şüphesiz Allah muttakilerle ve ihsanda bulunanlarla beraberdir.” (Nahl: 128) diyerek geçiştirmek istedi. Hemmam bu sözü yeterli bulmadı, isteğinde direndi. Bunun ürerine Hz. Ali Allah'a hamd-u senadan ve Peygambere salâvat gönderdikten sonra şöyle buyurdu:
"Münezzeh ve yüce olan Allah, mahlûkatı yarattı; yarattığı zaman onların itaatlerinden müstağni ve günahlarından da güvende idi. Çünkü isyan edenin isyanı ona zarar vermediği gibi, itaat edenin itaati de ona fayda vermez.
Aralarında geçimliklerini taksim etmiş, dünyadaki yerlerine yerleşmiştir. Ama muttakiler fazilet sahibidirler, konuşmalarında doğrudurlar, tarzları ılımlıdır, davranışları tevazu iledir. Gözlerini Allah'ın kendilerine haram kıldığı şeyden sakınırlar, kulaklarını kendilerine faydalı olan ilme vakfederler. Huzur ve bela durumlarında halleri aynıdır, (değişiklik arz etmez.) Allah'ın onlara tayin ettiği ecel olmasaydı, ruhları göz kırpacak bir an bile olsun; azaptan korkmak, sevabı arzulamak sebebiyle bedenleriyle durmazdı. Gözlerinde yaratıcı büyük ve bundan dolayı da onun dışındakiler gözlerinde küçüktür. Cennete oranla orayı görüp nimetler içinde yaşayan ve cehenneme oranla da orayı görüp azap çeken kimse gibidirler. Kalpleri mahzundur. Kötülüklerinden herkes emindir, bedenleri zayıf, ihtiyaçları az ve iffetlidirler. Çarçabuk geçen günlerde sabrettiler, sonunda uzun bir rahata erdiler. Rableri onlara bu karlı alış verişi kolaylaştırmıştır. Dünya onları ister, onlar dünyayı istemezler; dünyanın esaretinden canlarını fidye vererek kurtulurlar.
Geceleri ayakları üzerinde durup Kur'an ayetlerini, anlamını düşünerek ağır ağır (tertil üzere) okurlar, Onunla hüzünlere dalar, dertlerinin çaresini onda bulurlar. O sırada müjdeleyen bir ayet geçtiği zaman, o sevabı elde etmeyi umarlar, şevkle ona yönelirler; (mükâfatını) gözlerinin önünde zannederler. Korkutucu bir ayet geçtiği zaman, can kulaklarını ona verirler. Cehennem alevlerinin uğultusu adeta kulaklarında yankılanmaktadır. Onlar (rükûda) iki büklüm olurlar; alınları, elleri, dizleri ve ayak parmakları ile yerlere (secdeye) kapanırlar. Böylece Allah'ın azabından kurtulmayı dilerler.
Gündüzleri ise halim, âlim, iyi ve muttaki olurlar. Korku onları okçunun yonttuğu ok gibi inceltmiştir. Onlara bakan hasta zanneder; oysa onlarda hiç bir hastalık yoktur ve "halk yanlış düşünüyor" der.
Şüphesiz onlar büyük bir iş ile meşguldür. Az amellerine razı olmazlar, fazlasını da çok görmezler. Kendileri itham eder, amellerinden korkarlar. Bir kimse içlerinden birini överse, o övülmekten korkar ve "kendimi başkalarından daha iyi bilirim, Rabbim ise beni benden daha iyi bilir" der. "Allah'ım söyledikleri sözlerden beni sorumlu tutma, beni zannettiklerinden daha üstün kıl, onların bilmedikleri suçlarımı da bağışla." diye söylenirler.
Onlardan birinin alametleri; senin onu dini işlerde güçlü, uzak görüşlülükte yumuşak, imanda şeksiz şüphesiz, ilimde hırslı, bilgisi birimle iç içe, zenginlikte kanaatkâr, ibadetinden huşu içinde, fakirlikte muhteşem, zorlukta sabırlı, helal peşinde, hidayette neşat, tamahtan kurtulmuş ve salih amel işlediği halde korku içinde yaşayan biri olarak görmendir. Gündüz akşama kadar düşüncesi şükür, gece sabaha kadar işi zikirdir. Korkuyla geceler, neşeyle sabahlar, gaflete düşmekten çekinerek korkar, rahmet ve fazilete nail olduğundan sevinir. Nefsi, onu istemediği bir şeye zorlarsa, sevip istediğini ona vermez. Sevdiği şey, zevali olmayan nimettir. Sakındığı, baki olmayan (geçici) şeylerdir. Hilmini ilimle, sözünü amelle birleştirip pekiştirmiştir. Onu emeli yakın, hatası az, kalbi huşu içinde, nefsi kanaatkâr, yemesi az, işi kolay, dini korunmuş, şehveti ölmüş, öfkesi yenilmiş, hayır umulan, şerrinden emin olunan biri olarak görürsün.
Eğer, gafiller içinde de olsa, zikredenlerden yazılır; zikredenlerin içinde olsa, gafillerden sayılmaz. Zulmedeni bağışlar, kendisine vermeyene verir. Kendisine gelmeyi kesmeyi gider, kötü sözden uzak, sözü yumuşak, kötü olarak kınanacak işi yok, iyiliği her an mevcuttur. Hayra yönelmiş, şerre yüz çevirmiştir.
Zor işlerde vakarlıdır, tatsız işlerde sabırlıdır, Rahatlıkta ise şükredenlerdir. Kendisine buğz edene zulmetmez, birini sevdiğinden günaha girmez. Aleyhine şahadet edilmeden hakkı itiraf eder, emaneti zayi etmez, söyleneni unutmaz, kimseye lakap takmaz, komşusuna zarar vermez, başkalarının musibetine sevinmez, batıla girmez, haktan ayrılmaz. Susarsa sustuğuna üzülmez, güldüğünde sesini yükseltmez. (Dostları tarafından) isyan ve zulme uğradığı zaman, Allah kendisine yapılanı cezalandırıncaya kadar sabreder, (onu Allah'a havale eder)
Kendisini zorluğa salar, oysa insanlar ondan rahattadır. Kendisini ahireti için yorar, insanları ise rahata erdirir. Bir kimseden uzaklaşması, temizliğinden ve zühdündendir. Bir kimseye yaklaşması, yumuşaklığı ve acımasındandır. Uzaklaşması büyüklükten ve kibirden; yaklaşması da hile ve tuzaktan değildir.
Havi diyor ki: "Söz buraya geldiğinde Hemmam feryat edip düştü ve hemen oracıkta can verdi. Bunun ürerine Ali (a.s) şöyle buyurdu:
"Vallahi ben de bunun olmasından korkuyordum." Sonra ekledi: "Yerinde, tam ve olgun öğütler, ehline işte böyle tesir etmeli, değil mi?"
Birisi ona: "Öyleyse sana neden böyle tesir etmedi ey Mü’minlerin Emiri?"dedi. O da şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun sana. Her ecel için aşamayacağı bir vakit ve geçemeyeceği bir sebep vardır! Dur, sakın bunun gibi bir şeyi bir daha söyleme! Bu, şeytanın senin dilinle söylediği bir sözdü!" dedi."
KaYNaKLaR; Hutbe193* Kitab-u Selim bin Kays, s.211, Hilali; Emali s.340, Şeyh Saduk; Uyun'ul-Ahbar, c.2, s.352, İbn-i Kuteybe; Tuhef'ul-Ukul, s.159, İbn-i Şu'be Herrani; Tezkiret'ul-Havas, s. 148, Sibt bin cevzi; Metalib'us-Suut, c.l, s. 151, İbn-i Talha Şafii; Kenz'ul-Fevaid, s.31, Keraceki; Mıırııc'uz-Zeheb, c.2, s.420, Mes'udi; et-Tebakat'ul-Kubra, c.6, s. 118, İbn-ı Sa'd; el-Vafi, c.3; Usul-u Kafi, s.226, Kuleyni; Emali, Şeyh Saduk; el-İkd'ul-Ferid, c.l, s.314, İbn-i Abdurabbih; Emali c,2. s.185, Şeyh Tusi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
194. Hutbe
Bu hutbe münafıklar hakkındadır.
"Bizi kendisine itaate muvaffak ettiğinden ve günahtan koruduğundan dolayı Allah'a hamd ederiz. Üzerimizdeki nimeti tamamlamasını ve kitabına bağlılığımızı artırmasını dileriz. Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederiz. O, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için her türlü meşakkate dayandı, her derdi, kederi içti. Yakınları ikiyüzlülüğe düşmüşler, uzak olanlar aleyhine toplanmışlardı. Araplar Peygamberle savaşmak için dizginlerini çözmüş, bineklerinin karnını tekmeleyerek uzak yerlerden ve evlerden gelip, bulunduğu yere düşmanlıklarını indirdiler.
Ey Allah'ın kulları, Allah'tan korkup sakınmanızı, münafıklardan çekinmenizi tavsiye ederim. Onlar saptırıcı sapıklar ve hata işleyip insanı hataya sevk edenlerdir. Renkten renge giren, her türlü entrikayı çeviren, her yoldan sizi kasteden, her gözetleme yerinde sizi gözetleyenlerdir. Kalpleri hasta, zahirleri ise temizdir. Sinsi sinsi yürür, görünmeden gizlice hareket ederler. Nitelendirmeleri deva, sözleri şifa (gibi görünür), ama yaptıkları işler, dermansız bir derttir. Ferahlıkta olanı çekemezler, belaya düşenin beter olmasını isterler, ümitli olanları ümitsiz kılarlar.
Onlar her yolda bir ölü, her kalpte bir yol ve her musibette akıtacak gözyaşı olan kimselerdir. Birbirlerine övgüyü borç verirler ve karşılığını beklerler. İstedikleri zaman istediklerinde ısrar eder, kınadıkları kişinin sırrını yayar, hükmettikleri zaman haddi aşıp, aşırı giderler. Onlar her hakka karşı batıl, her doğruya karşı eğri, her canlıya karşı bir katil, her kapıya bir anahtar, her geceye karşı bir lamba hazırlamışlardır. Ümitsizliklerini açığa vurarak arzularına ulaşmak, pazarlarını canlı tutmak ve eşyalarını böylece pahalı satmak isterler. Konuştuklarında hak ve batılı birbirine karıştırırlar, bir şeyi nitelendirince kandırırlar, yolu önce kolay gösterirler, dar geçitlerinde çıkmaza sürüklerler. Onlar şeytanın cemaati ve ateşin alevleridir. "İşte onlar şeytanın hizbidir; en çok hüsrana uğrayanların işte o şeytanın hizbi olduğunu bilin." (Mücadele: 19)
KaYNaKLaR; Hutbe194* et-Teraz c.2, s.308, Seyyid Yemani; Gurer'ul-Hikem, s.54, 269, Amedi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
194. Hutbe
Bu hutbe münafıklar hakkındadır.
"Bizi kendisine itaate muvaffak ettiğinden ve günahtan koruduğundan dolayı Allah'a hamd ederiz. Üzerimizdeki nimeti tamamlamasını ve kitabına bağlılığımızı artırmasını dileriz. Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederiz. O, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için her türlü meşakkate dayandı, her derdi, kederi içti. Yakınları ikiyüzlülüğe düşmüşler, uzak olanlar aleyhine toplanmışlardı. Araplar Peygamberle savaşmak için dizginlerini çözmüş, bineklerinin karnını tekmeleyerek uzak yerlerden ve evlerden gelip, bulunduğu yere düşmanlıklarını indirdiler.
Ey Allah'ın kulları, Allah'tan korkup sakınmanızı, münafıklardan çekinmenizi tavsiye ederim. Onlar saptırıcı sapıklar ve hata işleyip insanı hataya sevk edenlerdir. Renkten renge giren, her türlü entrikayı çeviren, her yoldan sizi kasteden, her gözetleme yerinde sizi gözetleyenlerdir. Kalpleri hasta, zahirleri ise temizdir. Sinsi sinsi yürür, görünmeden gizlice hareket ederler. Nitelendirmeleri deva, sözleri şifa (gibi görünür), ama yaptıkları işler, dermansız bir derttir. Ferahlıkta olanı çekemezler, belaya düşenin beter olmasını isterler, ümitli olanları ümitsiz kılarlar.
Onlar her yolda bir ölü, her kalpte bir yol ve her musibette akıtacak gözyaşı olan kimselerdir. Birbirlerine övgüyü borç verirler ve karşılığını beklerler. İstedikleri zaman istediklerinde ısrar eder, kınadıkları kişinin sırrını yayar, hükmettikleri zaman haddi aşıp, aşırı giderler. Onlar her hakka karşı batıl, her doğruya karşı eğri, her canlıya karşı bir katil, her kapıya bir anahtar, her geceye karşı bir lamba hazırlamışlardır. Ümitsizliklerini açığa vurarak arzularına ulaşmak, pazarlarını canlı tutmak ve eşyalarını böylece pahalı satmak isterler. Konuştuklarında hak ve batılı birbirine karıştırırlar, bir şeyi nitelendirince kandırırlar, yolu önce kolay gösterirler, dar geçitlerinde çıkmaza sürüklerler. Onlar şeytanın cemaati ve ateşin alevleridir. "İşte onlar şeytanın hizbidir; en çok hüsrana uğrayanların işte o şeytanın hizbi olduğunu bilin." (Mücadele: 19)
KaYNaKLaR; Hutbe194* et-Teraz c.2, s.308, Seyyid Yemani; Gurer'ul-Hikem, s.54, 269, Amedi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
195. Hutbe
Bu hutbede hamd ve salâvattan sonra insanlara öğüt vermektedir.
Saltanatının eserlerini, yüceliğinin celalini açıklayan, gücünün harikalığı ile yarattığı şeylerde akılları hayrete düşüren ve sıfatının künhünü kavramak için uğraş verenlerin çabalarını alıkoyan Allah'a hamdolsun.
İman ve yakin, ihlâs ve inanç şahadetiyle şahadet ederim ki, Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur ve yine şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve resulüdür. Onu hidayet nişanelerinin yıprandığı, dinin yollarının yok olduğu bir dönemde göndermiştir. O da, hakkı aşikar kılmış, halka nasihat etmiş, onları rüşt yoluna yönlendirmiş, her şeyde orta yolu emretmiştir. Salât ve selam kendisine ve Ehl-i Beyt'ine olsun.
Biliniz ki Ey Allah'ın kulları! Allah, sizi boşuna yaratmadı, kendi başınıza başıboş develer gibi salıvermedi. Nimetlerinin sınırını size bildirdi, güzelliklerini ise sayarak anlattı. Bu sebeple, Allah'tan zafer isteyin. İşlerinizde muvaffakiyetler dileyin. O'nun bağış ve ihsanını isteyin. Çünkü O, sizinle arasına ne bir perde germiş, ne de bir kapı kapatmıştır. Kuşkusuz ki her yerde, her zaman ve anda bütün insan ve cinlerle beraberdir. Ne bağış hazinelerini tüketir ve ne de verdiklerinden bir şey eksilir, isteyen tüketemez, almakla sonuna eremez. Ne birisi başka birisine teveccühten O'nu akkor, ne de bir ses O'nu başka bir sesten gafil kılar. Ne bir bağısı, O'nu diğer bir nimeti almaktan alıkoyar, ne gazabı O'nu rahmet etmekten engeller, ne de rahmeti O'nu cezalandırmaktan gafil kılar. Gizli olması aşikâr olmasını engellemez. Aşikâr olması O'nu gizli kalmaktan alıkoymaz. Yakın olduğu halde uzaktır, yüce olduğu halde yakındır. Zahir olduğu halde batındır ve batın olduğu halde aşikardır. Herkesi hesaba çeker, kendisi hesaba çekilmez. Mahlûkatı acizliğinden dolayı düşünüp taşınarak yaratmamış, onları yaratırken yorulup yardım da istememiştir.
Allah'ın kulları, size Allah'tan sakınmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü takva kontrol edici ve ayakta duruş sebebidir. Bu yüzden onun iplerine sımsıkı tutunun ve hakikatlerine sıkıca yapışın. (Takva böylece sizleri)) Gözlerin korkudan dikildiği, her tarafın karardığı, sürü sürü hamile develerin salıverildiği, Sur'a üfürüldüğü, yüreklerin ağza geldiği, bütün dillerin kekeme olup tutulduğu, yüce dağların ve sağlam sahraların un ufak olup döküldüğü, yeryüzünün en sert yerlerinin titrek bir seraba dönüştüğü, bayındır yurtların viran ve yerle yeksan bir hale geldiği; şefaat edecek bir şefaatçinin, faydası dokunacak, himaye edecek bir dostun ve kabul edilebilecek bir özrün olmadığı bir günde, sizi mutluluk diyarlarına, genişlik yurtlarına, sığınak kalelere, izzet ve şeref evlerine götürsün.
KaYNaKLaR; Hutbe195* Bihar'ul-Envar, c.7, s.314, Meclisi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
195. Hutbe
Bu hutbede hamd ve salâvattan sonra insanlara öğüt vermektedir.
Saltanatının eserlerini, yüceliğinin celalini açıklayan, gücünün harikalığı ile yarattığı şeylerde akılları hayrete düşüren ve sıfatının künhünü kavramak için uğraş verenlerin çabalarını alıkoyan Allah'a hamdolsun.
İman ve yakin, ihlâs ve inanç şahadetiyle şahadet ederim ki, Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur ve yine şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve resulüdür. Onu hidayet nişanelerinin yıprandığı, dinin yollarının yok olduğu bir dönemde göndermiştir. O da, hakkı aşikar kılmış, halka nasihat etmiş, onları rüşt yoluna yönlendirmiş, her şeyde orta yolu emretmiştir. Salât ve selam kendisine ve Ehl-i Beyt'ine olsun.
Biliniz ki Ey Allah'ın kulları! Allah, sizi boşuna yaratmadı, kendi başınıza başıboş develer gibi salıvermedi. Nimetlerinin sınırını size bildirdi, güzelliklerini ise sayarak anlattı. Bu sebeple, Allah'tan zafer isteyin. İşlerinizde muvaffakiyetler dileyin. O'nun bağış ve ihsanını isteyin. Çünkü O, sizinle arasına ne bir perde germiş, ne de bir kapı kapatmıştır. Kuşkusuz ki her yerde, her zaman ve anda bütün insan ve cinlerle beraberdir. Ne bağış hazinelerini tüketir ve ne de verdiklerinden bir şey eksilir, isteyen tüketemez, almakla sonuna eremez. Ne birisi başka birisine teveccühten O'nu akkor, ne de bir ses O'nu başka bir sesten gafil kılar. Ne bir bağısı, O'nu diğer bir nimeti almaktan alıkoyar, ne gazabı O'nu rahmet etmekten engeller, ne de rahmeti O'nu cezalandırmaktan gafil kılar. Gizli olması aşikâr olmasını engellemez. Aşikâr olması O'nu gizli kalmaktan alıkoymaz. Yakın olduğu halde uzaktır, yüce olduğu halde yakındır. Zahir olduğu halde batındır ve batın olduğu halde aşikardır. Herkesi hesaba çeker, kendisi hesaba çekilmez. Mahlûkatı acizliğinden dolayı düşünüp taşınarak yaratmamış, onları yaratırken yorulup yardım da istememiştir.
Allah'ın kulları, size Allah'tan sakınmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü takva kontrol edici ve ayakta duruş sebebidir. Bu yüzden onun iplerine sımsıkı tutunun ve hakikatlerine sıkıca yapışın. (Takva böylece sizleri)) Gözlerin korkudan dikildiği, her tarafın karardığı, sürü sürü hamile develerin salıverildiği, Sur'a üfürüldüğü, yüreklerin ağza geldiği, bütün dillerin kekeme olup tutulduğu, yüce dağların ve sağlam sahraların un ufak olup döküldüğü, yeryüzünün en sert yerlerinin titrek bir seraba dönüştüğü, bayındır yurtların viran ve yerle yeksan bir hale geldiği; şefaat edecek bir şefaatçinin, faydası dokunacak, himaye edecek bir dostun ve kabul edilebilecek bir özrün olmadığı bir günde, sizi mutluluk diyarlarına, genişlik yurtlarına, sığınak kalelere, izzet ve şeref evlerine götürsün.
KaYNaKLaR; Hutbe195* Bihar'ul-Envar, c.7, s.314, Meclisi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
196. Hutbe
Peygamberin bi’seti hakkındadır.
"Allah, onu hiç bir dikili işaretin kalmadığı, hiçbir aydınlatıcı meşalenin olmadığı ve apaçık bir yolun bulunmadığı bir zamanda göndermiştir. Ey Allah’ın kulları! Size Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizi dünyadan sakındırırım. Çünkü dünya göç edilecek bir yurt, meşakkat ve zorluk yeridir. Onun sakinleri göçebe, mukimleri ayrılmak zorundadır. Dünya, sakinlerini fırtınaya yakalanmış bir gemi gibi sarsmaktadır. Kimileri boğulup helak olmuş, kimileri ise dalgaların üstünde kurtulmuş haldedir. Rüzgâr onları esişiyle o tarafa bu tarafa sürükler, korkuya düşürür. O halde helak olanı bulmak mümkün değildir, kurtulanı ise yine ölüme doğru ilerler.
Allah’ın kulları! Bunu dillerin işlediği, bedenlerin sağlam, azaların hazır, dönüş yolunun mevcut, fırsatların çok, vaktin geçmediği, ölümün henüz çatmadığı şu an bilmelisiniz (ve amel etmelisiniz.) Ölümün ineceğini kesin bilin ve ölümün gelişini beklemeyin."
KaYNaKLaR; Hutbe196* Gurer'ul-Hikem, s.87, Amedi
İmam Ali kerremallahu vechehu.: “Ey!. Kâf!. Hâ!. Yâ!. Ayn!. Sâd!.’ın ALLAHu TeÂLÂ’’nın bir ismi olduğunu belirttiği ve “Ey!. Kâf!. Hâ!. Yâ!. Ayn!. Sâd!. Beni bağışla!.” diyerek duâ ettiği rivâyet edilmiştir..
(Taberî, Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, Zadu’l-Mesir, İbn Cüzay, Kurtubî, Alusî, ilgili âyetin tefsiri.)
كهيعص
---“Kâf, hâ, yâ, ayn, sâd.: Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd.” (Meryem 19/1)
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
196. Hutbe
Peygamberin bi’seti hakkındadır.
"Allah, onu hiç bir dikili işaretin kalmadığı, hiçbir aydınlatıcı meşalenin olmadığı ve apaçık bir yolun bulunmadığı bir zamanda göndermiştir. Ey Allah’ın kulları! Size Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizi dünyadan sakındırırım. Çünkü dünya göç edilecek bir yurt, meşakkat ve zorluk yeridir. Onun sakinleri göçebe, mukimleri ayrılmak zorundadır. Dünya, sakinlerini fırtınaya yakalanmış bir gemi gibi sarsmaktadır. Kimileri boğulup helak olmuş, kimileri ise dalgaların üstünde kurtulmuş haldedir. Rüzgâr onları esişiyle o tarafa bu tarafa sürükler, korkuya düşürür. O halde helak olanı bulmak mümkün değildir, kurtulanı ise yine ölüme doğru ilerler.
Allah’ın kulları! Bunu dillerin işlediği, bedenlerin sağlam, azaların hazır, dönüş yolunun mevcut, fırsatların çok, vaktin geçmediği, ölümün henüz çatmadığı şu an bilmelisiniz (ve amel etmelisiniz.) Ölümün ineceğini kesin bilin ve ölümün gelişini beklemeyin."
KaYNaKLaR; Hutbe196* Gurer'ul-Hikem, s.87, Amedi
İmam Ali kerremallahu vechehu.: “Ey!. Kâf!. Hâ!. Yâ!. Ayn!. Sâd!.’ın ALLAHu TeÂLÂ’’nın bir ismi olduğunu belirttiği ve “Ey!. Kâf!. Hâ!. Yâ!. Ayn!. Sâd!. Beni bağışla!.” diyerek duâ ettiği rivâyet edilmiştir..
(Taberî, Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, Zadu’l-Mesir, İbn Cüzay, Kurtubî, Alusî, ilgili âyetin tefsiri.)
كهيعص
---“Kâf, hâ, yâ, ayn, sâd.: Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd.” (Meryem 19/1)
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
197. Hutbe
Hz. Ali, Kufe'de hilafeti esnasında İrad ettiği bu hutbesinde Allah ve Resulü'nün emir ve yasaklarını kabul edişindeki faziletini hatırlatarak ve halkı uyararak şöyle buyurdu:
"Muhammed'in ashabından olup O'nu ve dinini koruyanlar, benim bir an bile Allah'ın ve Resulünün emrini reddetmediğimi bilirler. Cesur yiğitlerin dayanamayıp geriledikleri tehlikeli anlarda bile, Allah'ın bana ihsan ettiği cesaretle canımı yoluna koydum. Resulullah, başı göğsümde, bedeni ellerimde olduğu halde can verdi ve böylece gözlerimin önünde geçti gitti. O'nu (s.a.a) yıkamayı üstlendim, melekler de bana yardım ediyordu. Adeta evin altı üstü feryat ediyordu. Bir grup melek iniyor, bir grup da göğe çıkıyordu. O'nu yatacağı yere koyuncaya kadar, meleklerin selam ve dua sesleri, feryat ve figanları kulağımdan gitmemişti. Ölüyken de diriyken de O'na benden daha layık kim var? Basiretinizi çalıştırın, düşmanınızla savaşma niyetinizde sadık olun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a andolsun ki, ben dosdoğru hak yoldayım; onlar ise ayakları kaydıran batıl yoldalar. Duyduklarınızı söylüyor, Allah'tan kendim ve sizin için bağışlanma diliyorum."
KaYNaKLaR; Hutbe197* Bihar'ul-Envar, Kitab'ul-Fiten, s.342, Meclisi; Gurer 'ul-Hikem, s.243, Amedi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
197. Hutbe
Hz. Ali, Kufe'de hilafeti esnasında İrad ettiği bu hutbesinde Allah ve Resulü'nün emir ve yasaklarını kabul edişindeki faziletini hatırlatarak ve halkı uyararak şöyle buyurdu:
"Muhammed'in ashabından olup O'nu ve dinini koruyanlar, benim bir an bile Allah'ın ve Resulünün emrini reddetmediğimi bilirler. Cesur yiğitlerin dayanamayıp geriledikleri tehlikeli anlarda bile, Allah'ın bana ihsan ettiği cesaretle canımı yoluna koydum. Resulullah, başı göğsümde, bedeni ellerimde olduğu halde can verdi ve böylece gözlerimin önünde geçti gitti. O'nu (s.a.a) yıkamayı üstlendim, melekler de bana yardım ediyordu. Adeta evin altı üstü feryat ediyordu. Bir grup melek iniyor, bir grup da göğe çıkıyordu. O'nu yatacağı yere koyuncaya kadar, meleklerin selam ve dua sesleri, feryat ve figanları kulağımdan gitmemişti. Ölüyken de diriyken de O'na benden daha layık kim var? Basiretinizi çalıştırın, düşmanınızla savaşma niyetinizde sadık olun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a andolsun ki, ben dosdoğru hak yoldayım; onlar ise ayakları kaydıran batıl yoldalar. Duyduklarınızı söylüyor, Allah'tan kendim ve sizin için bağışlanma diliyorum."
KaYNaKLaR; Hutbe197* Bihar'ul-Envar, Kitab'ul-Fiten, s.342, Meclisi; Gurer 'ul-Hikem, s.243, Amedi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
198. Hutbe
Hz. Ali bu hutbesinde Allah'ın tüm her şeyi bildiğini ifade etmekte, insanları takvaya teşvik etmekte ve İslam ile Kur'an'ın üstünlüğünü beyan etmektedir.
"Allah, çöllerdeki vahşi hayvanların seslerini, kulların yapayalnız kuytu yerlerde yasaklanmış şeyleri nasıl işlediklerini, derin denizlerdeki balıkların çeşitlerini, kasırgalarla dalgaların çarpışmalarını bilir. Şahadet ederim ki Muhammed Allah'ın seçkin kulu, vahyinin ve rahmetinin elçisidir.
...Sizi ilk olarak yaratan, dönüşünüzü kendisine kılan, arzunuza kavuşmanızı kendisiyle sağlayan, kendisini amacınızın en son mercii kılan, yolunuzun hedefini kendisine yönelten ve korkunuzun sığınağı yalnızca kendisi olan Allah'a hamd olsun. Allah'tan korkmak kalplerinizin devası, akıllarınızın körlüğünün basireti, bedenlerinizin hastalıklarının şifası, göğüslerinizin fesadının salahı, nefislerinizin kirlerinin temizleyicisi, görmeyen gözlerinizin aydınlığı, kalbinizin her korkudan güvenliği ve karanlıklarınızın ışığıdır.
Allah'a itaati iç elbiseniz kılın; dış elbiseniz değil. Ona canlarınızın ve kalplerinizin içinde yer verin, işlerinizin ü-zerinde bir amir, pınara vardığınızda ilk olarak içtiğiniz yudum, isteklerinize kavuşmak için bir şefaatçi, korku gününüzde bir kalkan, kabirlerinizin ortasında lamba, uzun korkularda bir sakinleştirici ve başınız sıkıntıya düştüğünde çektiğiniz bir nefes olsun. Çünkü Allah'a itaat; etrafınızı sarmış belalardan, içine düşmüş olduğunuz korkulardan ve sizi yakıp kavuran ateşin alevlerinden sizi koruyan bir vesiledir. Zira kim takvaya yapışırsa; bütün zorluklar yaklaşmış olsalar bile kendisinden uzaklaşır, bütün acı işler tatlılaşır, önüne yığılmış dağ gibi dalgalar aralanır, yorgunluklardan sonraki bütün zorluklar kolaylaşır, kuraklıktan sonra üzerine fazilet yağmurları yağar. Kendisinden uzaklaşıp kaçmış olan rahmet geri gelir, Yerin dibine çekildikten sonra nimetler onun için fışkırır, azalıp kıtlaşmasından sonra ü-zerine şiddetli ve bol bereket yağmurları yağar.
Öğütleriyle size fayda veren, risaletiyle size öğüt veren ve nimetleriyle size ikram eden Allah'tan korkun. Kendinizi onun ibadetine adayın ve onun huzuruna gerçek bir itaatle çıkın.
Sonra bu İslam, Allah'ın kendisi için seçtiği, inayetiyle bakıp büyüttüğü, tebliği için yarattıklarının en hayırlılarını seçtiği, direklerini sevgiyle ayakta tutup yücelttiği bir dindir. Dinleri onun üstünlüğü ile alçaltmış, onu yükselterek diğer şeriatları indirmiş, kerametiyle düşmanlarını hakir kılmış, yardımıyla karşı duranları dize getirmiş, sağlam esasıyla azgınlık ve sapıklık direklerini yıkmıştır. Susayan kimseyi havuzundan suya kandırır, havuzu su çekenler için doldurur.
Sonra kulpunu kopmaz bir şekilde sağlamlaştırdığından kökünün kopmasına, temelinin yıkılmasına imkan yoktur. Onun esaslar yıkılmaz, direkleri çökmez, ağacı kökten çıkarılmaz, zamanı dolmaz, hükümleri eskimez, dalları kopmaz, yolunda darlık olmaz, kolay yolunu zorluk sarmaz ve aydınlığını karanlık basmaz.
Doğruluğunda bir eğrilik olmaz, düz direği eğilmez, geniş caddelerinde kayma olmaz ve ışıklı lambaları sönmez, tatlılığında acılık bulunmaz.
Dolayısıyla İslam, Allah'ın direklerini hak üzere kurduğu, temelini sabit kıldığı dinidir. Suyu bol kaynaklan, parıl parıl parlayan ışıkları var. Dileyene yol gösteren işaretleri, susayanların suya kandırıldığı su kaynakları var. Allah; rızasının sonsuzluğunu, direklerin en yücesini, itaatin en makbulünü bu dine bağışlamıştır. İslam Allah katında sağlam direkleri, yüce yapısı, parlayan delili, ışık saçan nuru, üstün kudret ve otoritesi, uzaktan dahi görünen işaretleri olan bir dindir. Onunla savaşmak mümkün değildir. O halde bu dinle yüce tutun, ona uyun, hakkını eda edin, layık olduğunu yeri verin.
Sonra münezzeh olan Allah dünyanın yok olmaya yaklaştığı, ahiretin doğmak üzere olduğu bir zamanda Muhammed'i (s.a.a) hak ile gönderdi. Dünya, aydınlıktan sonra karanlığa bürünmüş, ehline zorluk diz boyu yükselmiş, güvenliği şiddete dönmüş, viran oluşu yaklaşmış, ömrü sona ermiş, yok oluş nişaneleri aşikâr olmuştu. Halkı ondan ümit kesmiş, yüz çevirmişti, halkası kopmak, düğümü çözülmek üzereydi. Bayrakları eskimiş, perdeleri yırtılmış, uzun sanılan ömrü kısalmıştı.
(Böyle bir zamanda) Allah, yardımcılarına şeref vermek, dostlarını yüceltmek, zamanın ehline bahara çevirmek, ümmetine şerafet vermek ve risaletini ulaştırmak üzere onu (Muhammed'i) karar kıldı.
Daha sonra, ona ışığı sönmeyen bir nur, parıltısı tükenmez bir ışık olan Kitab'ı indirdi. O (Kur'an), dibine inilmeyen bir deniz, uyanın sapmayacağı bir yol, ışığı kararmayan bir alevdir. Delili sönmeyen Furkan, temeli yıkılmayan bir binadır. Hastalıkları iyileştirmeyeceğinden korkulmayan bir şifa, yardımcılarının bozguna uğramayacağı bir izzet, taraftarlarının zillete düşmeyecekleri haktır. O imanın madeni ve orta yolu, ilmin pınarları ve deryalarıdır. Adaletin bahçeleri ve havuzları, İslam'ın temel taşı ve esası, gerçeğin vadileri ve düz ovalarıdır. Alınmakla suyu tükenmeyen bir deniz, su alanların dibine varamayacağı bir kuyudur. Kullanmakla, almakla, suyu tükenmeyen kaynaktır. Gelen yolcuların sapmayacağı menziller, seyredenlerin görmezlikten gelemeyeceği dizilmiş işaretlerdir. Kendisinden geçilmeyen tepelerdir.
Allah, Kur'an'ı âlimlerin susuzluğunu giderici, anlayış, kavrayış sahibi kalplere bahar ve salihler için bir yol kıldı. Kullanana bir daha hastalık bulaşmayan bir ilaç, beraberinde karanlığın barınamayacağı bir nurdur. Düğümü sağlam bir ip, sağlam ve yüce bir sığınaktır. Dost edinene üstünlük, girene esenlik, uyan kimseye yol gösterendir ve mensup olan kimse için makbul özürdür. Onunla konuşana delil, ona uyup düşmanıyla savaşana şahittir. Kendine delil kılana zaferdir. Kendisini yüklenene yüklenir, kendisiyle amel edene kılavuzluk eder. Nişane arayana nişane, sığınana kalkan olur. Dileyip belleyene bilgi, rivayet edene söz, onunla hükmedenlere doğru bir hükümdür."
KaYNaKLaR; Hutbe198* Tuhef'ul-Ukul, s. 126, Herrani, Usul-u Kafi, c.2, s.49, Kuleyni; Zeyl'ul-Emali, s. 171, Ebu Ali Kali; Kuvvet'ul-Kubıb, c.l, s.382, Ebu Talib Mekki; Hilyeful-Evliya, c.l, s.74-75, Ebu Naim; el-Hisal, c.l, s. 108. Şeyh Saduk
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
198. Hutbe
Hz. Ali bu hutbesinde Allah'ın tüm her şeyi bildiğini ifade etmekte, insanları takvaya teşvik etmekte ve İslam ile Kur'an'ın üstünlüğünü beyan etmektedir.
"Allah, çöllerdeki vahşi hayvanların seslerini, kulların yapayalnız kuytu yerlerde yasaklanmış şeyleri nasıl işlediklerini, derin denizlerdeki balıkların çeşitlerini, kasırgalarla dalgaların çarpışmalarını bilir. Şahadet ederim ki Muhammed Allah'ın seçkin kulu, vahyinin ve rahmetinin elçisidir.
...Sizi ilk olarak yaratan, dönüşünüzü kendisine kılan, arzunuza kavuşmanızı kendisiyle sağlayan, kendisini amacınızın en son mercii kılan, yolunuzun hedefini kendisine yönelten ve korkunuzun sığınağı yalnızca kendisi olan Allah'a hamd olsun. Allah'tan korkmak kalplerinizin devası, akıllarınızın körlüğünün basireti, bedenlerinizin hastalıklarının şifası, göğüslerinizin fesadının salahı, nefislerinizin kirlerinin temizleyicisi, görmeyen gözlerinizin aydınlığı, kalbinizin her korkudan güvenliği ve karanlıklarınızın ışığıdır.
Allah'a itaati iç elbiseniz kılın; dış elbiseniz değil. Ona canlarınızın ve kalplerinizin içinde yer verin, işlerinizin ü-zerinde bir amir, pınara vardığınızda ilk olarak içtiğiniz yudum, isteklerinize kavuşmak için bir şefaatçi, korku gününüzde bir kalkan, kabirlerinizin ortasında lamba, uzun korkularda bir sakinleştirici ve başınız sıkıntıya düştüğünde çektiğiniz bir nefes olsun. Çünkü Allah'a itaat; etrafınızı sarmış belalardan, içine düşmüş olduğunuz korkulardan ve sizi yakıp kavuran ateşin alevlerinden sizi koruyan bir vesiledir. Zira kim takvaya yapışırsa; bütün zorluklar yaklaşmış olsalar bile kendisinden uzaklaşır, bütün acı işler tatlılaşır, önüne yığılmış dağ gibi dalgalar aralanır, yorgunluklardan sonraki bütün zorluklar kolaylaşır, kuraklıktan sonra üzerine fazilet yağmurları yağar. Kendisinden uzaklaşıp kaçmış olan rahmet geri gelir, Yerin dibine çekildikten sonra nimetler onun için fışkırır, azalıp kıtlaşmasından sonra ü-zerine şiddetli ve bol bereket yağmurları yağar.
Öğütleriyle size fayda veren, risaletiyle size öğüt veren ve nimetleriyle size ikram eden Allah'tan korkun. Kendinizi onun ibadetine adayın ve onun huzuruna gerçek bir itaatle çıkın.
Sonra bu İslam, Allah'ın kendisi için seçtiği, inayetiyle bakıp büyüttüğü, tebliği için yarattıklarının en hayırlılarını seçtiği, direklerini sevgiyle ayakta tutup yücelttiği bir dindir. Dinleri onun üstünlüğü ile alçaltmış, onu yükselterek diğer şeriatları indirmiş, kerametiyle düşmanlarını hakir kılmış, yardımıyla karşı duranları dize getirmiş, sağlam esasıyla azgınlık ve sapıklık direklerini yıkmıştır. Susayan kimseyi havuzundan suya kandırır, havuzu su çekenler için doldurur.
Sonra kulpunu kopmaz bir şekilde sağlamlaştırdığından kökünün kopmasına, temelinin yıkılmasına imkan yoktur. Onun esaslar yıkılmaz, direkleri çökmez, ağacı kökten çıkarılmaz, zamanı dolmaz, hükümleri eskimez, dalları kopmaz, yolunda darlık olmaz, kolay yolunu zorluk sarmaz ve aydınlığını karanlık basmaz.
Doğruluğunda bir eğrilik olmaz, düz direği eğilmez, geniş caddelerinde kayma olmaz ve ışıklı lambaları sönmez, tatlılığında acılık bulunmaz.
Dolayısıyla İslam, Allah'ın direklerini hak üzere kurduğu, temelini sabit kıldığı dinidir. Suyu bol kaynaklan, parıl parıl parlayan ışıkları var. Dileyene yol gösteren işaretleri, susayanların suya kandırıldığı su kaynakları var. Allah; rızasının sonsuzluğunu, direklerin en yücesini, itaatin en makbulünü bu dine bağışlamıştır. İslam Allah katında sağlam direkleri, yüce yapısı, parlayan delili, ışık saçan nuru, üstün kudret ve otoritesi, uzaktan dahi görünen işaretleri olan bir dindir. Onunla savaşmak mümkün değildir. O halde bu dinle yüce tutun, ona uyun, hakkını eda edin, layık olduğunu yeri verin.
Sonra münezzeh olan Allah dünyanın yok olmaya yaklaştığı, ahiretin doğmak üzere olduğu bir zamanda Muhammed'i (s.a.a) hak ile gönderdi. Dünya, aydınlıktan sonra karanlığa bürünmüş, ehline zorluk diz boyu yükselmiş, güvenliği şiddete dönmüş, viran oluşu yaklaşmış, ömrü sona ermiş, yok oluş nişaneleri aşikâr olmuştu. Halkı ondan ümit kesmiş, yüz çevirmişti, halkası kopmak, düğümü çözülmek üzereydi. Bayrakları eskimiş, perdeleri yırtılmış, uzun sanılan ömrü kısalmıştı.
(Böyle bir zamanda) Allah, yardımcılarına şeref vermek, dostlarını yüceltmek, zamanın ehline bahara çevirmek, ümmetine şerafet vermek ve risaletini ulaştırmak üzere onu (Muhammed'i) karar kıldı.
Daha sonra, ona ışığı sönmeyen bir nur, parıltısı tükenmez bir ışık olan Kitab'ı indirdi. O (Kur'an), dibine inilmeyen bir deniz, uyanın sapmayacağı bir yol, ışığı kararmayan bir alevdir. Delili sönmeyen Furkan, temeli yıkılmayan bir binadır. Hastalıkları iyileştirmeyeceğinden korkulmayan bir şifa, yardımcılarının bozguna uğramayacağı bir izzet, taraftarlarının zillete düşmeyecekleri haktır. O imanın madeni ve orta yolu, ilmin pınarları ve deryalarıdır. Adaletin bahçeleri ve havuzları, İslam'ın temel taşı ve esası, gerçeğin vadileri ve düz ovalarıdır. Alınmakla suyu tükenmeyen bir deniz, su alanların dibine varamayacağı bir kuyudur. Kullanmakla, almakla, suyu tükenmeyen kaynaktır. Gelen yolcuların sapmayacağı menziller, seyredenlerin görmezlikten gelemeyeceği dizilmiş işaretlerdir. Kendisinden geçilmeyen tepelerdir.
Allah, Kur'an'ı âlimlerin susuzluğunu giderici, anlayış, kavrayış sahibi kalplere bahar ve salihler için bir yol kıldı. Kullanana bir daha hastalık bulaşmayan bir ilaç, beraberinde karanlığın barınamayacağı bir nurdur. Düğümü sağlam bir ip, sağlam ve yüce bir sığınaktır. Dost edinene üstünlük, girene esenlik, uyan kimseye yol gösterendir ve mensup olan kimse için makbul özürdür. Onunla konuşana delil, ona uyup düşmanıyla savaşana şahittir. Kendine delil kılana zaferdir. Kendisini yüklenene yüklenir, kendisiyle amel edene kılavuzluk eder. Nişane arayana nişane, sığınana kalkan olur. Dileyip belleyene bilgi, rivayet edene söz, onunla hükmedenlere doğru bir hükümdür."
KaYNaKLaR; Hutbe198* Tuhef'ul-Ukul, s. 126, Herrani, Usul-u Kafi, c.2, s.49, Kuleyni; Zeyl'ul-Emali, s. 171, Ebu Ali Kali; Kuvvet'ul-Kubıb, c.l, s.382, Ebu Talib Mekki; Hilyeful-Evliya, c.l, s.74-75, Ebu Naim; el-Hisal, c.l, s. 108. Şeyh Saduk
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
199. Hutbe
Bu hutbeyi bir savaşın eşiğinde irad etmiş ve sürekli ashabına hatırlatmada bulunmuştur.
"Namaza riayet edin, ona gözetin, çok kılın ve onunla Allah'a yakınlaşmaya çalışın. Çünkü namaz "Mü’minler üzerinde vakitleri belirli bir farzdır."(Nisa: 103) Kendilerine "Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?" diye sorulduğunda Cehennem ehlinin "Biz namaz kılanlardan değildik" (Müddessir: 42-43) diye cevap verdiklerini işitmediniz mi? Namaz, günahları yaprakların döküldüğü gibi döker ve iplerin çözüldüğü gibi çözer. Allah Resulü (s.a.a), namazı insanın kapısının önünde akan ve orada gece gündüz beş defa yıkandığı (şifalı) kaynarcalara benzetmiştir. Böyle olan bir kimsede kirden hiç eser kalır mı? İşte bu namazın hakkını bilenler, mal ve evlada düşkünlükleri veya dünya metalarına dalmış olmaları, kendilerini namaz kılmaktan geri bırakmayan mümin kimselerdir. Münezzeh olan Allah şöyle buyuruyor: "İşte, o kimseleri ne ticaret ve ne de alış-veriş, Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyar." (Nur: 37) Peygamber (s.a.a) kendisi cennetle müjdelendikten sonra bile namaz kılmak hususunda kendini sıkıntıya sokuyordu. Allah'ın "Ehline namazı emret ve kendin de ona devam et." (Ta-Ha: 32) emri gereğince Allah Resulü, ehline namazı emrediyor ve kendisi de ona devam ediyordu. Namazla beraber zekât da İslam ehline Allah'a yaklaşma vesilesi kılındı. Kim, zekâtı gönül rızasıyla verirse zekât kendisi için bir kefaret olduğu gibi, ateşten koruyan bir engel de olur ve korur. Hiç kimse, verdiği zekât için gözü arkada kalmasın ve üzülmesin. Gönül hoşnutluğu duymadan veren ve ondan daha iyisini bekleyen kimse, sünneti bilmeyen, zekâtın ecrini kaybeden, ameli boşa giden ve çok pişman olacak olan bir kimsedir.
Sonra Allah, emaneti eda etmeyi emretmiştir. Zira emanete ehil olmayan hüsrana uğrar. Emanet daha önce kendilerinden daha uzun ve kuvvetli, daha yüksek ve büyük olmayan yükseltilmiş göklere, yayılmış yerlere ve sapasağlam uzun dağlara sunulmuştu. Eğer bir şey uzunluk, yükseklik, güçlülük ve büyüklük açısından emaneti kabulden kaçınmaya yetseydi, onlar kaçınırlardı. Fakat o güçlü varlıklar, işin sonucundan korktular ve kendilerinden çok daha zayıf olanın anlamadığı şeyi kavradılar, işte bu varlık insandır "O çok zalim ve çok cahildir." (Ahzab: 72)
Muhakkak ki kulların gece ve gündüzlerinde işledikleri hiç bir şey, yüce ve münezzeh olan Allah'a gizli kalmaz. Kulların yapakları her şeyden tümüyle haberdar ve ilmiyle her şeyi kuşatandır. Sizin azalarınız, Allah'ın şahitleridir. Tüm organlarınız O'nun ordularıdır. Vicdanlarınız O'nun hafiyeleri ve halvetleriniz ona aşikârdır.
KaYNaKLaR; Hutbe199* el-Kafi, c.5, s.36 (Kitab'ul Cihad) Kuleyni; Bihar'ul-Envar, Kitab'ul-Fiten, Meclisi
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
199. Hutbe
Bu hutbeyi bir savaşın eşiğinde irad etmiş ve sürekli ashabına hatırlatmada bulunmuştur.
"Namaza riayet edin, ona gözetin, çok kılın ve onunla Allah'a yakınlaşmaya çalışın. Çünkü namaz "Mü’minler üzerinde vakitleri belirli bir farzdır."(Nisa: 103) Kendilerine "Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?" diye sorulduğunda Cehennem ehlinin "Biz namaz kılanlardan değildik" (Müddessir: 42-43) diye cevap verdiklerini işitmediniz mi? Namaz, günahları yaprakların döküldüğü gibi döker ve iplerin çözüldüğü gibi çözer. Allah Resulü (s.a.a), namazı insanın kapısının önünde akan ve orada gece gündüz beş defa yıkandığı (şifalı) kaynarcalara benzetmiştir. Böyle olan bir kimsede kirden hiç eser kalır mı? İşte bu namazın hakkını bilenler, mal ve evlada düşkünlükleri veya dünya metalarına dalmış olmaları, kendilerini namaz kılmaktan geri bırakmayan mümin kimselerdir. Münezzeh olan Allah şöyle buyuruyor: "İşte, o kimseleri ne ticaret ve ne de alış-veriş, Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyar." (Nur: 37) Peygamber (s.a.a) kendisi cennetle müjdelendikten sonra bile namaz kılmak hususunda kendini sıkıntıya sokuyordu. Allah'ın "Ehline namazı emret ve kendin de ona devam et." (Ta-Ha: 32) emri gereğince Allah Resulü, ehline namazı emrediyor ve kendisi de ona devam ediyordu. Namazla beraber zekât da İslam ehline Allah'a yaklaşma vesilesi kılındı. Kim, zekâtı gönül rızasıyla verirse zekât kendisi için bir kefaret olduğu gibi, ateşten koruyan bir engel de olur ve korur. Hiç kimse, verdiği zekât için gözü arkada kalmasın ve üzülmesin. Gönül hoşnutluğu duymadan veren ve ondan daha iyisini bekleyen kimse, sünneti bilmeyen, zekâtın ecrini kaybeden, ameli boşa giden ve çok pişman olacak olan bir kimsedir.
Sonra Allah, emaneti eda etmeyi emretmiştir. Zira emanete ehil olmayan hüsrana uğrar. Emanet daha önce kendilerinden daha uzun ve kuvvetli, daha yüksek ve büyük olmayan yükseltilmiş göklere, yayılmış yerlere ve sapasağlam uzun dağlara sunulmuştu. Eğer bir şey uzunluk, yükseklik, güçlülük ve büyüklük açısından emaneti kabulden kaçınmaya yetseydi, onlar kaçınırlardı. Fakat o güçlü varlıklar, işin sonucundan korktular ve kendilerinden çok daha zayıf olanın anlamadığı şeyi kavradılar, işte bu varlık insandır "O çok zalim ve çok cahildir." (Ahzab: 72)
Muhakkak ki kulların gece ve gündüzlerinde işledikleri hiç bir şey, yüce ve münezzeh olan Allah'a gizli kalmaz. Kulların yapakları her şeyden tümüyle haberdar ve ilmiyle her şeyi kuşatandır. Sizin azalarınız, Allah'ın şahitleridir. Tüm organlarınız O'nun ordularıdır. Vicdanlarınız O'nun hafiyeleri ve halvetleriniz ona aşikârdır.
KaYNaKLaR; Hutbe199* el-Kafi, c.5, s.36 (Kitab'ul Cihad) Kuleyni; Bihar'ul-Envar, Kitab'ul-Fiten, Meclisi
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
200. Hutbe
Bu hutbe H. 38 yılında Sıffin savaşından sonra irad edilmiştir.
"Allah'a andolsun ki, Muaviye, benden daha dahi değildir. O, hıyanet eder ve yalan söyler. Hıyanetin kötülüğü olmasaydı, ben de insanların en dâhisi olurdum. Her hıyanet yalandır, her yalan da bir çeşit hakkı gizlemektir. "Her hıyanet edenin kıyamet gününde kendisiyle tanınacağı bir bayrağı vardır."
Vallahi onların tuzakları beni gafil avlamaz ve ben zorluklarda asla zayıflığa düşmem."
KaYNaKLaR; Hutbe200* Usul-u Kafi, c.2, s.336, Kuleyni
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
200. Hutbe
Bu hutbe H. 38 yılında Sıffin savaşından sonra irad edilmiştir.
"Allah'a andolsun ki, Muaviye, benden daha dahi değildir. O, hıyanet eder ve yalan söyler. Hıyanetin kötülüğü olmasaydı, ben de insanların en dâhisi olurdum. Her hıyanet yalandır, her yalan da bir çeşit hakkı gizlemektir. "Her hıyanet edenin kıyamet gününde kendisiyle tanınacağı bir bayrağı vardır."
Vallahi onların tuzakları beni gafil avlamaz ve ben zorluklarda asla zayıflığa düşmem."
KaYNaKLaR; Hutbe200* Usul-u Kafi, c.2, s.336, Kuleyni
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: İmam Ali kerremullahi veche'nin Hutbeleri
Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyi'l-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
201. Hutbe
Bu hutbe Kufe minberinde irad edilmiştir.
"Ey insanlar! Ehli azdır diye hidayet yolunda dehşete kapılmayın. Zira insanlar, doyumu kısa, açlığı uzun olan bir sofrada toplanmışlardır.
Ey insanlar! Halkı bir araya toplayan şey hoşnutluk ve hoşnutsuzluktur. (Bir iş hususundaki hoşnutluk veya hoşnutsuzluk sevap veya cezayı genelleştirir.) Şüphesiz Semud'un devesini sadece tek bir kişi kesmişti de hepsi bu duruma ses çıkarmayıp razı olunca Allah da azabı hepsine göndermiş ve buyurmuştu ki: "Onlar onu (Salih'in devesini) boğazladılar, sonunda hepsi de pişman oldular."(Şuara: 157) Çok geçmeden yerleri, kızdırılmış demirin yumuşak toprağa girerken çıkardığı ineğinkine benzer bir ses çıkararak yerin dibine geçti.
Ey insanlar! Kim dosdoğru yolda ilerlerse suya kavuşur; kim de muhalefet ederse, çöle düşer, (su bulamaz, şaşkınlık içinde bocalar.)"
KaYNaKLaR; Hutbe201*el-Mehasin, s.208, Barki; el-Gaybe, s.9, Numan; Bihar'ul-Envar, c.2, s.266; Tefsir-ıt Burhan, c.4, s.260; el-Musterşid, s.76, Taberi; el-İrşad, s.300, Şeyh Mufıd
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyi'l-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
201. Hutbe
Bu hutbe Kufe minberinde irad edilmiştir.
"Ey insanlar! Ehli azdır diye hidayet yolunda dehşete kapılmayın. Zira insanlar, doyumu kısa, açlığı uzun olan bir sofrada toplanmışlardır.
Ey insanlar! Halkı bir araya toplayan şey hoşnutluk ve hoşnutsuzluktur. (Bir iş hususundaki hoşnutluk veya hoşnutsuzluk sevap veya cezayı genelleştirir.) Şüphesiz Semud'un devesini sadece tek bir kişi kesmişti de hepsi bu duruma ses çıkarmayıp razı olunca Allah da azabı hepsine göndermiş ve buyurmuştu ki: "Onlar onu (Salih'in devesini) boğazladılar, sonunda hepsi de pişman oldular."(Şuara: 157) Çok geçmeden yerleri, kızdırılmış demirin yumuşak toprağa girerken çıkardığı ineğinkine benzer bir ses çıkararak yerin dibine geçti.
Ey insanlar! Kim dosdoğru yolda ilerlerse suya kavuşur; kim de muhalefet ederse, çöle düşer, (su bulamaz, şaşkınlık içinde bocalar.)"
KaYNaKLaR; Hutbe201*el-Mehasin, s.208, Barki; el-Gaybe, s.9, Numan; Bihar'ul-Envar, c.2, s.266; Tefsir-ıt Burhan, c.4, s.260; el-Musterşid, s.76, Taberi; el-İrşad, s.300, Şeyh Mufıd