Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
İlk beyitten murad olunan, her amelin ağacının belli bir meyvesi olduğudur. Zahirde her meyvenin belli bir ağacı olduğu gibi, aynı şekilde, her amelin kendine özgü bir aleti vardır, onunla ortaya çıkar. Örneğin, zahir ilminin ortaya çıkma aleti dilbilgisi, mantık, adab, kelam, maâni, usul, hadis, tefsir, felsefe, matematik ve astronomidir. Ve batın ilminin ortaya çıkmasının aleti, öncelikle, sürekli ihlas içre olmaklık [hulus-i daim] ve mürşid-i kamilin nefesi ile sürekli zikir ve az yeme ve az konuşma ve az uyuma ve halktan uzak durmadır [uzlet-i ani’l enam]. Ve hakikat ilminin ortaya çıkmasının aleti, dünyayı terketme ve ahireti terketme ve terki terketmedir.
İmdi, Aziz [Yunus Emre Hazretleri] kuddise sırruhu, “erik,” “üzüm” ve “ceviz” ile şeriat ve tarikat ve hakikat’a işaret eder. Çünkü eriğin dışı yenir, içi yenmez. Erik gibi olan bütün meyveler amelin zahirine misaldir. Ve üzüm, amelin batınına misaldir. Çünkü, üzüm yenir ve ondan aynı zamanda çeşit çeşit nimetler zuhura gelir. Sucuk ve kefter ve reçel ve turşu ve sirke ve bunların benzeri birçok nimetler ortaya çıkar. Ama içinde bir miktar riya ve kendini beğenmişlik [ucb], tezkiye vardır. Çekirdeği olmasından dolayı, batın ilmi denilir, hakikat denilmez. Ve hint cevizi katıksız hakikate misaldir. Çünkü, cevizin içinde asla yabana atılacak [yani, değersiz olarak kabul edilebilecek] bir şey yoktur. Hem yenir, hem de nice hastalıklara şifa olur. İmdi, bir kimse erik isterse, erik ağacından istesin. Ve üzüm isterse, bağdan istesin. İmdi, her kim üzümü erikte ararsa, o kimse ahmaktır ve boş yere zahmet çeker. Emeği boşunadır. Ondan ortaya çıkan zahmet ve meşakkattir. İmdi, bu bilindi ise, bunu da bil ki, bir kimse zahir ilminin salâhını ve fesâdını bilmek isterse, onu elbette şeriat’tan ister ve fıkıh kitaplarına başvurur. Ondan bilip ve öğrenip amel eder.
Ve eğer bâtın ilminin ve hakikat’in salâhını ve fesâdını ve tenezzül ve terakkisini bilmek isterse, mürşidin telkini ile ve usul-i esma ile gönül kitabına ve tabir ilmine başvurur. Her gün rüyada ne görürse mürşidine arz eder ve o da ona bulunduğu halleri beyan eder. Ondan o müşkil de kalkıp ihlas ile süluk eder. Ve bir kimsedeki hakikat ilmi, nefsin bilinmesidir ve bu da Rabb’in bilinmesinin ta kendisidir. Ve bu ilmin deneyimlenmesini [zevk] ve halini isterse, bunun gerçekleşmesi, mürşid-i kamil terbiyesiyle zor-gelen riyazet ateşiyle nefsin bütün vasıflarını ve beşeriyet ve enaniyet ahlâkını yakıp, gönlünden Allah’tan gayrı olanları [masiva] bütünüyle çıkarmakla ve gölgeden ibaret olan varlığı [vücud-ı zıll] yok ettikten sonra hakiki varlığın [vücud-i hakiki] ta kendisi olup, fenası bekanın ta kendisi olmakla olur.
İmdi bu üç ilmin başka başka yolları vardır. Yoluyla istenirse, az zamanda istediğinin gerçekleşmesi ümit olunur. Nitekim, erik ve üzümün ve cevizin başka başka ağaçları olup herbiri kendi ağacından istendiği gibi, bu bâtın ilmi ve hakikat ilmi de erbabından istenir. Örneğin bir kimse zahir ilmi çalışırken, “ben batın ve hakikat ilmini, zahir ilmi ile idrak ederim” dese ve bu şekilde çok zahmetler çekse, örneğin, kendince esma’ya devam etse ve oruçlar tutsa ve halvetler ve uzletler etse, bu kişinin misali erik ağacından üzüm talep etmeye benzer.
Bostan sahibi ile kastedilen mürşid-i kamil’dir. “Niçin yersin cevizimi” diye azarlaması, tenbihtir. Ki, “niçin olmaz yere riyazet ve eziyet ve meşakkat çekersin; sen bu üç ilmi tek bir yoldan elde edeceğini mi sanırsın; onların herbirinin başka başka zevki ve ameli ve vakti ve öğretmeni ve mürşidi vardır,” diyerek, mürşid-i kamil bunlar gibi kendince süluk edenleri gördüğünde, “niçin böyle yaparsın, öncelikle sana lazım olan her meyvanın hangi ağaçtan bittiğini bilmendir. Ondan sonra amele sarıl,” diye azarlar. Senin salik olmaklığın, bir kimsenin bir başkasının bahçesine girmesine ve çıkıp ceviz taşlamasına ve bostan sahibinin onu görmesine ve taşlayıp, “niçin yersin cevizimi” demesine benzer. Çünkü hakikat ilmi, mürşid-i kamil’in ilmi ve mülküdür ve onun ilmini ve aletini mülk edinmek ve istidat hasıl etmek mürşid-i kamil’in izin vermesiyle ve terbiyesiyle ve zor gelen riyazet etmekle ve ona bütünüyle teslim olmakla olur. Ve, aynı zamanda, kendi renginden çıkıp mürşidin rengiyle aynı renk olmakla olur. İmdi, mürşid-i kamil, bir kimsenin kendiliğinden esmaya devam ettiğini ve riyazet yaptığını görse, ona “sahibinden izinsiz bahçeye niçin hırsızlığa girersin?” der.
İmdi, tarikat ve hakikat ilmi, mürşid-i kamil’in bahçesi ve mülküdür. Onun izniyle esma’ya devam etmek ve riyazet etmek o bahçenin kapısıdır. Her kim ki, kendiliğinden süluk ederse, bir başka kimsenin bağına hırsızlığa girmiş gibi olur. Bunun hariçte bir misali de şuna benzer: Bir kimse bir sürü marangoz aletini pazardan satın alsa ve kendiliğinden marangozluk yapmak istese, o kimse o sanatı işlemeye giriştiğinde, her dilediği işte hangi aleti kullanacağını bilmez. Bir usta marangoz onu görse, “bre sanat hırsızı, bizim sanatımızı çalmak mı istersin, bu bizim aletlerimizi sen niçin aldın?” der. Her ne kadar kişi o aletleri pazardan kendi parasıyla almışsa da hangi aletin nerede kullanılacağını bilmediği için ona sanat hırsızı derler. Ve kendi başına süluk edene tarikat hırsızı derler. İmdi, Aziz’in bu beyitten muradı, “şeriata ve tarikata ve hakikata kendi bildiğimle amel etmekle ulaşırım” diye çabalayanların ahvalini misal yoluyla beyan etmektir. Yani mesela böyle olan kimsenin hali, hangi meyvenin hangi ağaçtan yetiştiğini bilmeyip, gönlü üzüm istediğinde erikte yetişir sanıp, erik ağacını ceviz ağacı sanıp, ceviz ağacından erik talep eden kimseye benzer ve mürşidsiz tarikat ve hakikat yoluna gidenler buna benzerler, demek olur. Örneğin, kör olan bütün renkleri siyah sandığı gibi, mürşidsiz süluk edenler de köre benzerler. Bütün taraflar birdir sanırlar. Bütün meyvelerin bir ağaçtan ortaya çıktığını kıyas edenler gibidir. İmdi Yunus Emre Hazretlerinin, kuddise sırruhu, bu hali kendine nisbet etmesi şundandır ki, kendisi bir zaman böyle mürşidsiz çalışıp, bir şey elde edemeyip, sonra bir mürşide varıp kemal mertebeye teslim olduktan sonra usul-i esmaya devam edip seyr-i süluk ettiğini beyan eder. Ve şu da olabilir ki, kendi yüzünden başkalarına dokundurma ve tenbih ola.
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
İlk beyitten murad olunan, her amelin ağacının belli bir meyvesi olduğudur. Zahirde her meyvenin belli bir ağacı olduğu gibi, aynı şekilde, her amelin kendine özgü bir aleti vardır, onunla ortaya çıkar. Örneğin, zahir ilminin ortaya çıkma aleti dilbilgisi, mantık, adab, kelam, maâni, usul, hadis, tefsir, felsefe, matematik ve astronomidir. Ve batın ilminin ortaya çıkmasının aleti, öncelikle, sürekli ihlas içre olmaklık [hulus-i daim] ve mürşid-i kamilin nefesi ile sürekli zikir ve az yeme ve az konuşma ve az uyuma ve halktan uzak durmadır [uzlet-i ani’l enam]. Ve hakikat ilminin ortaya çıkmasının aleti, dünyayı terketme ve ahireti terketme ve terki terketmedir.
İmdi, Aziz [Yunus Emre Hazretleri] kuddise sırruhu, “erik,” “üzüm” ve “ceviz” ile şeriat ve tarikat ve hakikat’a işaret eder. Çünkü eriğin dışı yenir, içi yenmez. Erik gibi olan bütün meyveler amelin zahirine misaldir. Ve üzüm, amelin batınına misaldir. Çünkü, üzüm yenir ve ondan aynı zamanda çeşit çeşit nimetler zuhura gelir. Sucuk ve kefter ve reçel ve turşu ve sirke ve bunların benzeri birçok nimetler ortaya çıkar. Ama içinde bir miktar riya ve kendini beğenmişlik [ucb], tezkiye vardır. Çekirdeği olmasından dolayı, batın ilmi denilir, hakikat denilmez. Ve hint cevizi katıksız hakikate misaldir. Çünkü, cevizin içinde asla yabana atılacak [yani, değersiz olarak kabul edilebilecek] bir şey yoktur. Hem yenir, hem de nice hastalıklara şifa olur. İmdi, bir kimse erik isterse, erik ağacından istesin. Ve üzüm isterse, bağdan istesin. İmdi, her kim üzümü erikte ararsa, o kimse ahmaktır ve boş yere zahmet çeker. Emeği boşunadır. Ondan ortaya çıkan zahmet ve meşakkattir. İmdi, bu bilindi ise, bunu da bil ki, bir kimse zahir ilminin salâhını ve fesâdını bilmek isterse, onu elbette şeriat’tan ister ve fıkıh kitaplarına başvurur. Ondan bilip ve öğrenip amel eder.
Ve eğer bâtın ilminin ve hakikat’in salâhını ve fesâdını ve tenezzül ve terakkisini bilmek isterse, mürşidin telkini ile ve usul-i esma ile gönül kitabına ve tabir ilmine başvurur. Her gün rüyada ne görürse mürşidine arz eder ve o da ona bulunduğu halleri beyan eder. Ondan o müşkil de kalkıp ihlas ile süluk eder. Ve bir kimsedeki hakikat ilmi, nefsin bilinmesidir ve bu da Rabb’in bilinmesinin ta kendisidir. Ve bu ilmin deneyimlenmesini [zevk] ve halini isterse, bunun gerçekleşmesi, mürşid-i kamil terbiyesiyle zor-gelen riyazet ateşiyle nefsin bütün vasıflarını ve beşeriyet ve enaniyet ahlâkını yakıp, gönlünden Allah’tan gayrı olanları [masiva] bütünüyle çıkarmakla ve gölgeden ibaret olan varlığı [vücud-ı zıll] yok ettikten sonra hakiki varlığın [vücud-i hakiki] ta kendisi olup, fenası bekanın ta kendisi olmakla olur.
İmdi bu üç ilmin başka başka yolları vardır. Yoluyla istenirse, az zamanda istediğinin gerçekleşmesi ümit olunur. Nitekim, erik ve üzümün ve cevizin başka başka ağaçları olup herbiri kendi ağacından istendiği gibi, bu bâtın ilmi ve hakikat ilmi de erbabından istenir. Örneğin bir kimse zahir ilmi çalışırken, “ben batın ve hakikat ilmini, zahir ilmi ile idrak ederim” dese ve bu şekilde çok zahmetler çekse, örneğin, kendince esma’ya devam etse ve oruçlar tutsa ve halvetler ve uzletler etse, bu kişinin misali erik ağacından üzüm talep etmeye benzer.
Bostan sahibi ile kastedilen mürşid-i kamil’dir. “Niçin yersin cevizimi” diye azarlaması, tenbihtir. Ki, “niçin olmaz yere riyazet ve eziyet ve meşakkat çekersin; sen bu üç ilmi tek bir yoldan elde edeceğini mi sanırsın; onların herbirinin başka başka zevki ve ameli ve vakti ve öğretmeni ve mürşidi vardır,” diyerek, mürşid-i kamil bunlar gibi kendince süluk edenleri gördüğünde, “niçin böyle yaparsın, öncelikle sana lazım olan her meyvanın hangi ağaçtan bittiğini bilmendir. Ondan sonra amele sarıl,” diye azarlar. Senin salik olmaklığın, bir kimsenin bir başkasının bahçesine girmesine ve çıkıp ceviz taşlamasına ve bostan sahibinin onu görmesine ve taşlayıp, “niçin yersin cevizimi” demesine benzer. Çünkü hakikat ilmi, mürşid-i kamil’in ilmi ve mülküdür ve onun ilmini ve aletini mülk edinmek ve istidat hasıl etmek mürşid-i kamil’in izin vermesiyle ve terbiyesiyle ve zor gelen riyazet etmekle ve ona bütünüyle teslim olmakla olur. Ve, aynı zamanda, kendi renginden çıkıp mürşidin rengiyle aynı renk olmakla olur. İmdi, mürşid-i kamil, bir kimsenin kendiliğinden esmaya devam ettiğini ve riyazet yaptığını görse, ona “sahibinden izinsiz bahçeye niçin hırsızlığa girersin?” der.
İmdi, tarikat ve hakikat ilmi, mürşid-i kamil’in bahçesi ve mülküdür. Onun izniyle esma’ya devam etmek ve riyazet etmek o bahçenin kapısıdır. Her kim ki, kendiliğinden süluk ederse, bir başka kimsenin bağına hırsızlığa girmiş gibi olur. Bunun hariçte bir misali de şuna benzer: Bir kimse bir sürü marangoz aletini pazardan satın alsa ve kendiliğinden marangozluk yapmak istese, o kimse o sanatı işlemeye giriştiğinde, her dilediği işte hangi aleti kullanacağını bilmez. Bir usta marangoz onu görse, “bre sanat hırsızı, bizim sanatımızı çalmak mı istersin, bu bizim aletlerimizi sen niçin aldın?” der. Her ne kadar kişi o aletleri pazardan kendi parasıyla almışsa da hangi aletin nerede kullanılacağını bilmediği için ona sanat hırsızı derler. Ve kendi başına süluk edene tarikat hırsızı derler. İmdi, Aziz’in bu beyitten muradı, “şeriata ve tarikata ve hakikata kendi bildiğimle amel etmekle ulaşırım” diye çabalayanların ahvalini misal yoluyla beyan etmektir. Yani mesela böyle olan kimsenin hali, hangi meyvenin hangi ağaçtan yetiştiğini bilmeyip, gönlü üzüm istediğinde erikte yetişir sanıp, erik ağacını ceviz ağacı sanıp, ceviz ağacından erik talep eden kimseye benzer ve mürşidsiz tarikat ve hakikat yoluna gidenler buna benzerler, demek olur. Örneğin, kör olan bütün renkleri siyah sandığı gibi, mürşidsiz süluk edenler de köre benzerler. Bütün taraflar birdir sanırlar. Bütün meyvelerin bir ağaçtan ortaya çıktığını kıyas edenler gibidir. İmdi Yunus Emre Hazretlerinin, kuddise sırruhu, bu hali kendine nisbet etmesi şundandır ki, kendisi bir zaman böyle mürşidsiz çalışıp, bir şey elde edemeyip, sonra bir mürşide varıp kemal mertebeye teslim olduktan sonra usul-i esmaya devam edip seyr-i süluk ettiğini beyan eder. Ve şu da olabilir ki, kendi yüzünden başkalarına dokundurma ve tenbih ola.