İMÂM-I BUSEYRÎ ve KASÎDE-İ BÜRDE

Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

İMÂM-I BUSEYRÎ ve KASÎDE-İ BÜRDE

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=2023

KASÎDE-İ BÜRDE

İMÂM-I BUSEYRÎ


Yazarı

I- Bölüm: Rasûlullah (sav) Aşkı
II- Bölüm: Nefsin Hevâsı Kınanması
III- Bölüm: Rasûlullah (sav)’i öz Övüş
IV- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in Doğumu
V- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in ilâhî Bereketi
VI- Bölüm: Kur’ân-ı Kerîm’in Şerefi ve Övüş
VII- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in Mi’racın Anlatış
VIII- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in cihâdını Anlatış
IX- Bölüm: Allahu Zü’l-Celâl’den Mağfiret Dileme
X- Bölüm: Rasûlullah (sav)’e İlticâ ve Şefâat Dileme

.
.
Tercüme ve Şerh Eden: Latif YILDIZ
En son nur-ye tarafından 28 Oca 2009, 11:13 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

KASÎDE-İ BÜRDE


I- Bölüm: Rasûlullah (sav) Aşkı.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…


1-اَ مِنْ تَذَكُّرِ جِيراٰنٍ بِذِي سَلَمِ

مَزَجْتَ دَمْعاً جَرٰي مِنْ مُقْلَةٍ بِدَمٍ


E min tezekküri cirânin bi zî selemin,
Mezecte dem'an cerâ min mukletin bi demin.



Selem’deki yâranlarını-dostlarını mı hatırladın da,
Gözünden akan gözyaşına kanını katıp karıştırmaktasın?
Kanlı göz yaşı dökmektesin!


Muhammedî Aşk’ın muhabbet meşkini ve neş’esini çileler içinde yaşayan İmam-ı Busrî;
Tecîd-i Bedi’ sanatını kullanarak, konuşulan iken konuşan yerine geçip bizlere o yüce pencereden ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ de eriyen kendi benliğinin dışında, Efendimizi dinletmekte…
Muhammedî ezel bizliği içinde sanki kendisi de Selemdeki Ashab-ı Güzün içinde imiş de şimdi hasretini çeken bir âşık gibidir.
Gözünün yaşına özünün kanını mezcedip katması çileli ömrünün gerçeği olup bir hayal ürünü de değildir.


Selem : Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Medine-yi Münevvere’de zaman zaman sahabeleri ile birlikte buluşup hoş sohbetler ettikleri ağaçlık ve soğuk sulu kuyusu olan bir mesire yeri.
Tecrid : Açıkta bırakmak. * Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek. * Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek. * Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi. * Soyma, soyulma.
Bedi’ : (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. * Garib. Acib. * Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. * Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan. * Beğenilen. * Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. * Edb: Sözün garib ve güzel olması hâli.
En son nur-ye tarafından 29 Oca 2009, 08:50 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

2-

اَمْ هَبَّتِ الرِّيحُ مِنْ تِلْقٰآءِ كٰاظِمَةٍ


وَ اَوْمَضَ الْبرْقُ فِي الظَّلْمَاءِ مِنْ اِضَمٍ

ٍ
Em hebbeti'r-rîhu min tilkâi kâzimetin
Ve evmeda’l-berku fi'z-zalmâi min idamin



Yoksa, o şerefli şehir Medine-yi Münevvere tarafından bir rüzgâr mı esti?
Yoksa, zifiri karanlık içindeyken İzam Dağı’ndan bir şimşek mi çaktı geçti?


Yoksa senin sıkıntıdan daralan sînene, Muhammedî Merkezden, gönülden gönüle umut akıtan bir Bâd-i Sâbâ mı esti?
Veya, içini saran ve içinden çıkılmaz sandığın korku ve umutsuzluk karanlığı içindeyken, Kalb Dağından Nur-u Mîm mi şimşek gibi parladı?



İzam : Medine-yi Münevvere yakınında bir dağ ismi. İzam Dağını bulutlar sarıp şimşekler çaktığında Medine-yi Münevvere’ye yağmur yağacak demek imiş..
Kâzime : (C.: Kezâyim) Yanında bir kuyu daha olup bundan ona, ondan buna su geçen kuyu. * Büyük şehir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

3-

فَمَا لِعَيْنَيْكَ اِنْ قُلْتَ اكْفُفَا هَمَتَا


وَمَا لِقَلْبِكَ اِنْ قُلْتَ اسْتَفِقْ يَهِمِ



Femâ liayneyke in kulte ekfüfâ hemetâ
Ve mâ likalbike in kulte estefik yehimi


Gözlerine ne oldu böyle ki “ağlama artık!” dedikçe coşuyor
Gönlüne ne oldu böyle ki “yapma artık!” dedikçe gamı tasası artıyor…


Kafa gözlerine ne oldu ki:
“Ağlamayı bırak!” dedikçe coşmakta..
Kalb gözüne ne oldu ki:
“Yapma!” dedikçe hıçkırıklara boğulmakta ve öz yaşını göz yaşı eylemekte..

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4-

اَيَحْسَبُ الصَّبُّ اَنَّ الْحُبَّ مُنْكَتِمٌ


مَا بَيْنَ مُنْسَجِمٍ مِنْهُ وَ مُضْطَرِمٍ



E yahsebu’s-sabbu ennel-hubbe münketimun
Mâ beyne münsecimin minhü ve muztarimin



Gönülden bağlanıp, çok sevip özleyen âşık zanneder mi ki muhabbet hiç gizli kalır!
Âşığın kafa ve kalbi arsındaki bu fıtrî tertib ve alevlenme oldukça…




Durmadan başından aşk ateşi dökülen âşık, sanıyor mu ki kara sevdâ saklanır!..
Kaldı ki zâhir başı ile bâtın gönlü arasındaki insicamın ve bu yangının sebebi, delili, habbesi-tohumu hep o aşktır..




İnsicam : Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak. * Devamlı yağmur yağmak. * Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak.
Muztarim : Alevlenen, ıztıram eden.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

5-

لَوْ لَا الْهَوٰى لَمْ تُرِقْ دَمْعاً عَلَى طَلَلٍ


وَ لَا اَرِقْتَ لِذِكْرِ الْبَانِ وَ الْعَلَمِ



Levlâ’l- hevâ lem turık dem'an alâ talelin
Ve lâ erikte zikri'l-bâni ve'l-alemi



Bu aşk olmasaydı harâbelerde ağlayıp durmazdın
Bân Ağacı ve Âlem Dağını andıkça ukuyu terk etmezdin.


Eğer bu aşırı düşkünlük başında olmasaydı, bu sevdâ hevâsı ve aşk fırtınası böylesine esmeseydi sen virânelerde kanlı göz yaşı döker mi idin?
O eski günlerin Bân Ağacını ve Âlem Dağını andıkça geceler boyu uykusuz kalır mıydın?



Hevâ : Aşırı düşkünlük. Aşk.
Talel : Harabe. Virâne.
Bân Ağacı : Arabistanda yetişen çok güzel bir ağaç, sevgilinin boyu ona benzetilmiştir. Bizdeki Selvi boylum gibi.
Âlem : yüksek dağ anlamında olup; Hıra dağı, Sevr Dağı, Uhud Dağı kasdedilmiş olabilir ki hepsininde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’de derinizleri ve hatıraları vardır.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

6-فَكَيْفَ تُنْكِرُ حُبّاً بَعْدَ مَا شَهِدَتْ

بِهِ عَلَيْكَ عُدُولِ الدَّمْعِ وَ السَّقَمِ


Fe keyfe tunkiru hubben bâ'de mâ şehidet
Bihî aleyke, udûli'd-dem'ı ve's-sekami



Artık bundan böyle aşkı nasıl inkar edebilirsin ki,
Yüzündeki zâhirî sakem ve özündeki-gözündeki bâtınî kanlı göz yaşın, aşkın şahidi ve senin için bir değer yargısı kıymeti iken?


Yaşanmamış olan, yalandır.
Yaşanmış bir aşkı nasıl unutabilirsin sen?
Aşkın şahidi sensin!
Uykusuz gecelerde bitkin bedenin!
Bitmeyen acıların ve devâsı dert olan aşk derdin!
Özüne işleyen aşkın değeri ve şâhidi, akan-yüzünü yakan sıcak göz yaşların iken aşkı inkar mümkün mü?


Udul : Eş, misl. Kıymet. Yükün yarısı.
Sekam : Maraz, hastalık. Aşk izi çöküntüsü…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

7-وَ اَثْبَتَ الْوَجْدُ حَطَّىْ عَبْرَةٍ وَ ضَنَى

مِثْلَ الْبَهَارِ عَلَى خَدَّيْكَ وَ الْعَنَمِ


Ve esbete'l-vecdü hattay abretin ve danâ.
Misle'l-behârı alâ haddeyke ve'l-anemi.


Bu yüce aşk kendini, özündeki aşk acısı ve yüzündeki göz yaşı yarıkları ile sabitledi ve itibarlı kıldı.
Yanaklarında yeşil bahar ve kızıl güller misali izi var…


Bu aşkın değil unutulması silinmesi bile mümkün değil.
Öyle ki;
İç âlemindeki ana zannın oldu!
Dış âleminde göz yaşı derelerin oluştu!
Yanaklarında yedi renk bahar misli aşk!
Ne var ki çilekeş Anem Ağacının kızıl gülleri gibi kan damlaları kurumuş al gül olmuş yanaklarında…



Vecd : Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. * Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.
Esbete : Sabit, payedâr ve itibarlı eylemek.
Hatta : Yüzde işaret çizikleri atmak.
Aberat : (Abre. C.) Göz yaşları.
Anem : Arabistanda Bir ağaç cinsi ki, kızıl yumuşak budakları olur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

8-
نَعَمْ سَرَى طَيْفُ مَنْ اَهْوٰى فَاَرَّقَنِى

وَ الْحُبُّ يَعْتَرِضُ الْلَذَّاتِ بِالْاَلَمِ


Neam serâ tayfü men ehvâ fe-errekani
Ve'l-hubbu ya'terizu'l-lezzâti bi'l-elemi



Beni geceleri uykusuz bırakan O sevgilini hayali!
O’nun aşkı ve elemi tüm lezzetlere i’tiraz edip engelleyen!..


Evet, beni geceleri uykusuz bırakan;
Benim için kara sevdâ tayfı olan ve sadece kendisi gözüken tek sevdâ olan Yâr’in hayali…
Ve o aşk ki ve onun verdiği acı-elem ki tüm lezzetlerimin önünü kesmekte…
Artık aşktan başka tad tanımamaktayım ben!..


Tayf : Hayâl. Uykuda veya karanlıkta gözde tecessüm eden şekiller. * Gül. * Kavs-ı kuzah. Gökkuşağı.
Ehvâ : (Heva. C.) Nefsin istek ve arzuları. Muhabbetler. Hahişler. * Kasdetmek. * Atmak.
I’terada : Bir şeye engel olup arız olmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

9-يَا لاَءِمِى فِى الْهَوَى الْعُذْرِيِّ مَعْذِرَةً

مِنِّى اِلَيْكَ وَلَوْ اَنْصَفْتَ لَمْ تَلُمِ


Yâ lâimî fî'l-hevâ'l-uzriyyi mâ'zireten
Minnî ileyke ve lev ensafte lem telümi


Ey benim, Üzriyy gençleri gibi ateşli aşkımı kınayan kişi,
Eğer sen özümdeki aşk özrümü bilseydin beni kınamakta insaflı olurdun!


Ey benim ateşli ve şiddetli aşkımı kınayan aşksız kişi!
Keşke benim aşk ma’zeretimi biseydin de beni kınamakta insaf etseydin!


Lâim : (Lâime) Çekiştiren. Levmeden. Başkasını kötüleyen.
Uzriyy : Şiddetli muhabbet. Şiddetli sevgi.
Uzre : Benî Uzre, Özr Oymağı ki Yemende yaşayan bir kabile olup çok iffetli, yüksek duygulu ve kara sevdâlarıyla meşhur olmuştur. Çoğu gençlerinin ölümle biten aşkları darb-ı mesel olmuşlardır.
Ma’zire : (C: Meâzir) Özür etmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

10-

عَدَتْكَ حَالِيَ لاَ سِرِّي بِمُسْتَتِرٍ

عَنِ الْوُشَاةِ وَلاَ دَاءِي بِمُنْحَسِمٍ


Adetke hâliye lâ sırrî bi müstetirin.
Ani’l- vüşâti ve lâ dâî bi münhasimin.


Bizden olmadığın hâlde hâlimi öğrendin!
Gizli sırrım kalmadı, aşkın bana ettiği bitme bilmeyen dertlerim üzerine!


Bu âşık hâlimi artık herkes bilmekte!
Kınayanların başkalarına jurnal edeceği bir şeyim yok artık!
Gizli sırrım da kalmadı bitmeyen derdim de…


Müstetir : (Setr. den) Örtülü, gizlenen. Gizli, saklı.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

11-
مَحَضْتَنِي النُّصْحَ لاَكِنْ لَسْتُ اَسْمَعُهُ

اِنَّ الْمُحِبَّ عَنِ الْعُذَّالِ فِي صَمَمٍ


Mehadteni'n - nusha lâkin lestü esmeuhû.
lnne'l-muhibbe ani'l uzzâli fî samemin.


Bana candan-gönülden nasihat etmektesin, lâkin ben onu duyamıyorum!
Zâten âşık kişi çok kınanmaya karşı sağırdır.


Bana temiz bir kalb ile sevgi besleyerek öğüt vermektesin, ancak ben onu duyamıyorum!
Elbette, gerçekten çok seven âşık, aşkından dolayı yüzüne karşı çok kınanansa bile bir sağır gibidir.
Aşkını, övseler de sövseler de fark etmez!
Öğüdü duyamayan nasıl öğüt tutsun!

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

12-اِنِّي اَتَهَمْتُ نَصِيحَ الشَّيْبِ فِي عَذَلِي

وَ الشَّيْبُ اَبَعْدُ فِي نُصْحٍ عَنِ التُّهَمِ


İnnî e tehemtü nâsîha'ş-şeybi fî azelî,
Ve'ş - şeybü eb'adü fî nushin ani't - tûhemi.



Kınandığım için bana nasihat eden ak saçlı yaşlıyı itham ettim!
Oysa o saç sakalı bu yolda ağarmış yaşlı, bana nasihatinden dolayı suçlanmaktan çok uzaktı..


Ben var ya ben!
Kınanmam hakkında bana dost öğüdü veren gün görmüş ihtiyarı kabahatli bulmuştum!
Hâlbuki bu ihtiyar nasihatleri yüzünden töhmet altına sokulmaktan çok uzaktı!



İtham : Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak.
Şeyb : İhtiyarlık. Yaşlılık. * Saç, sakal ağarması.
Tühem : (Töhmet. C.) Suçlar, töhmetler, kabahatlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

II- Bölüm: Nefsî Hevânın Kınanması.

13-

فَاِنَّ اَمَّارَتِي بِالسُّءِ مَا اَتَعَظَتْ

مِنْ جَهْلِهَا بِنَذِيرِ الشَّيْبِ واَلْهَرَمِ


Fe inne emmâreti bi's-sûi me't-te'azet
Min cehlihâ bi nezîri'ş - şeybi ve'l- heremi.


Bir gerçek var ki nefs-i emmârem kötülükle asla va’zı kabul etmedi.
Cehâletinden ağaran saçımın ve ilerleyen yaşımın uyarmasına aldırış etmedi!


İçinde bulunduğum gerçek hâl şu ki;
Azgın nefs-i emmârem, yine günahı işlemeyi emretmeye devam etmekte!
Hiçbir öğüdü ve vaazı dinleyip ibret almamakta.
Kar gibi ağaran saçımın gelip-geçen ömrümün,
Hesap yaklaştı uyarılarına kulak tıkayıp cehâlet karanlığına gafletle dalıp gitmekte!..


وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيم


“Ve ma überriü nefsi innen nefse le emmaratüm bis sui illa ma rahime rabbi inne rabbi ğafurur rahiym : (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yusuf 12/53)


İtteazae : Öğüdü kabüllenip, vaazdan hisselenmek.
Herem : Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
Nezir : (Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ("Beşir" in zıddıdır) * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup Allaha (C.C.) inanıp itaat etmeyenlere cehennemden haber verdiği için "Nezir" denmiştir.
Şeyb : İhtiyarlık. Yaşlılık. * Saç, sakal ağarması.
Su’ : Kötülük. * İyi olmayan. Kötü, fena.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

14-

وَلاَ اَعَدَّتْ مِنَ الْفِعْلِ الْجَمِيلِ قِرَى

ضَيْفِ اَلَمَّ بِرَأْسِي غَيْرَ مُحْتَشَمِ


Ve lâ eaddet mine'l - fî'li'l -cemili kırâ
Dayfin eleme bi re'sî gayre muhteşemi


Güzel ameller ile misafirimi, yaşlılığımı ağırlamadı
Muhteşem bir Reis gibi davranmadı..
Zâten misafir de gösrerişsizce tek başına çıka geldi..


Ne yazık ki nefs-i emârem şu Beden Ülkesinin başı-reisi iken;
Kendisine emredilen güzel amalleri işleyerek İlâhî misafirimiz olan ruha, Ruh-u Mîm’e ev sahipliği yapıp, ziyafetler çekip de ihsanda bulunamadı.
Nefsim, misafirin yüceliğini bu dünyadaki gibi gösteriş ve ihtişamda sandı…
Bu çalışma ve ikram etmeyi âdet hâline getirip değişmeyen huy edinemedi…
Kısacası görevi olan ihtişamlı bir başkan yâni kâmil kul olmayı başaramadı…


Cemil : Güzel. * Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden biri.
Kıra : Konaklık etmek. * İhsan etmek.
Dayf : (C.: Ezyâf-Zuyuf-Zayfân) Misafir. * Meyletmek, yönelmek.
Muhteşem : Büyük, debdebeli, tantanalı. * Etraflı ve taraftarlarının çokluğu ile büyük.
Re’s : Baş, kafa. * Tepe. Uç. * Başlangıç. * Reis.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

15-لَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ اَنِّي مَا اُوَقِّرُهُ

كَتَمْتُ سِرّاً بَدَا لِي مِنْهُ بِالْكَتَمِ


Lev küntü a'lemü ennî mâ uvakkıruhû.
Ketemtü sırren bedâ lî minhü bi'l-ketemi.

Bilseydim ki nefsimin ona saygısı yokmuş
Nefsimden saklardım sırrımı ve kendimi açık olmaktan..


Keşke bilebilseydim ki bu ham nefsimin ak saçlarıma ve getirdiği mesaja hiç saygısı yokmuş!
Bana bile açık olmayan bir sırr olarak gizlerdim benden bana gelen bu sırrı…
Karalara boyardım apak saçlarımı..
Ve nefsim, o gençlik çılgınlığı içinde ölümsüzcesine yer, içer tepinir giderdi!...


Vakkara : saygı göstermek.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

16-
مَنْ لِي بِرَدِّ جِمَاحٍ مِنْ غَوَايَتِهَا

كَمَا يُرَدُّ جِمَاحُ الْخَيْلِ بِالْلُجُمِ


Men lî bi reddi cimâhin min gavayetihâ
Kemâ yüreddü cimühu'l-hayli bi'l-lücümi


Kim kurtarır beni şu serkeş nefsin azgın sapıklığının elinden!
Gemlerin süvarisini dinlemeyen inatçı-azgın atları yola getirdiği gibi!..


Üzerindeki süvarisini savurmaya inat eden isyankâr atlar gibi olan kötülüğü emredici nefsim!
Kim kurtarır özümü acaba senin bitmez tükenmez azgınlıklarından sapıklıklarından!
Tıpkı yola gelmez serkeş atların ağzına geçirilen demir gemler gibi
gemleyip de başını ele geçirip adam edecek kim var?
Nerede at terbiyecisi?
Nerede Mürşid-i Kâmil?
Yetiş Yâ Mürşid-i Mutlak Muhammed aleyhisselâm!



Radde : Geri dödürmek. Vaz geçirmek. Men’ etmek
Cimah : Binicisi zabtedemediğinden, atın serkeş olup binicisini istememesi.
Gavayat : Dalâlete düşme, hak yoldan sapma. * Azgınlık.
Licüm : (Licâm. C.) Gemler, at dizginleri.
Hayl : At. At sürüsü. * Atlı sürüsü. * Zümre, güruh. * Düşünmek, hıfzetmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

17-
فَلاَ تَرُمْ بِالْمَعَاصِ كَسْرَ شَهْوَتِهَا

أِنَّ اللطَّعَامَ يُقَوِّي شَهْوَةَ النَّهِمِ


Felâ terüm bi'l-meâsi kesre şehvetihâ
lnne't-teâme yukavvî şehvete'n-nehimi


İşlemekte olduğun bu isyanla sakın nefsin şehvetini kıracağını umma!
Sen yedikçe aç gözlülük şehveti şiddetle acıkmakta!..


Sakın Muhammed aleyhisselâm’ı duymadan uymadan, kendi başına ve itaatsizce işlediğin amellerle nefsin şehvetini kıracağını sanma boşuna bekleme!
Edebsizce olan işler deniz suyu içmek gibidir, içtikçe susar susadıkça içersin!
Sığır gibi bolca yemek, sadece nefsin doymaz şehvetini artırır!



Ma’siyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
Şehvet : Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu. * Bir şeyi fazla istemek.
Taam : Yemek. Yenilen şey.
Nehim : Aç gözlü, doymaz. * Yırtıcı. * Arslan kükremesi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

18-
وَالنَّفْسُ كَالطِّفْلِ أِنْ ُتهْمِلْهُ شَبَّ علَي

حُبِّ الرُّضَاعِ وَ اِنْ تَفْطِمْهُ يَنْفَطِمِ


Ve'n-nefsü ke't-tıflı in tühmilhü şebbe alâ
Hubbi'r-redâi ve in teftımhü yenfetimi



Nefs-i Emâre, süt çocuğu gibidir, memeyi bıraktırmaz isen hep emer.
Annesini emmeyi pek sever ancak, eğer memeden bir kesersen sütten kesiliverir…


Kulluk ikemâlâtı imtihanı gereği yaradılıştan iyiye de kötüye de meyilli olan Nefs-i Emâre,
İçinde yaşadığı peşin âleme karşı süt bebesi gibi tiryakice bağlıdır.
Bitip tükenmez bir aşırı istekle ister durur.
Ne zaman ki Nefs-i Emâreyi islah ve iflah edecek Hasbî hizmetçi bir Hakk Eren terbiyeci vakti geldiğinde ilim öğretir de edeble eğitirse yanlıştan döner..
Sırat-ı müstakîm üzere yol alır…


Tıfl : Küçük çocuk.
İhmal : Ehemmiyet vermemek. Yapılması lâzım bir işi sonraya bırakma. Dikkatsizlik. Başlayıp bırakmak. Terk etmek.
Şebbe : Genç kadın. Anne.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

19-
فَاَصْرِفْ هَوَاهَا حَاذِرَانْ تُوَلِّيَّهُ

اِنَّ الْهَوَى مَا تَوَلَّي تُصْمِ اوْ يَصِمِ


Fasrıf hevâhâ ve hâzir en tüvelliyehû
İnne'l-hevâ mâ tevellâ yusım ev yesımi


Nefs-i Emâreyin hevâsına hakim ol!
Hevâ ve hevesinden çok çok sakın!
Yoksa geri döner de o sana hükmeder!
Şüphesiz hevâ gücü ele alırsa ya vurdurup öldürtür ya da vurur öldürür...


Sana verile sınırlı iradeyi nefsiyin yaramazlıklarını dizginlemekte sarf et!
Hakkı ve hayrı tercih ettir!
Onun bâtıla ve şerre dönüvermesinden sürekli sakın!
O bir döndümü kötülüğe başına her belâyı getirir ve ya çaığırıp getirtir..


Sarf : (C.: Süruf) Harcama, masraf, gider. * Fazl. * Hile. * Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme. * Farz. Samâ : av vurulup ölmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

20-وَ رَاعِهَا وُهْيَ فِي الْاعْمَالِ سَاءِمَةُ

وَ اِنْ هِيَ اَسْتَحْلَتِ الْمَرْعَي فَلاَ تَسُمِ


Ve râihâ vehye fî'l-a'mâli sâimetün
Ve in hiye's-tahleti'l-mer’â felâ tesümi


O nefsi iyi güt!
Başıboş yaramaz işler içinde ahmakça başıboş ve istediği yere çekip gitmesin.
Eğer o bolluklar merasında otlamaya bir alışırsa geri getiremezsin!


Yaratan Yüce Rabbımızın sana bahşetttği sayısız organ ve melekelerin ve neticede bunları bu âlemde kullanan nefsin üzerinde bir çobansın.
Bu zıtlıklar içinde imtihan olurken gözü kötülük otlağında olan nefsini gözünden ırma!
Sonra ahmakça başını alır giderde sapıklıklara dalar!
Eğer nefis o zehirli ama çok güzel ve bol gözüken otlak ile hâlleşir ve ayak uydurursa hapı yuttun demektir.
Sakın başını alıp istediği yere salma onu!


İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Adam çoluk çocuğu arasında çoban sayılır. O bu güttüklerinden so­rumludur. Kadın kocasının evinde çobandır. O da güttüklerinden so­rumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır. O da güttüğün­den sorumludur. Kişi babasının malı üzerinde çobandır. O da güttü­ğümden sorumludur. Kısaca hepiniz çobansınız ve hepiniz güttükleri­nizden sorumlusunuz.
(Buharı, Cum'a: 11; Cenâiz: 32; Itk: 17,19; Ahkâm: 1; Vesâya: 9; İstikraz: 20; Nikâh: 81,90; Müslim, Ifnare: 20; Ebû Davud, İmâre: 1; Timizi, Cihad: 27.)

Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalbdir."
(Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).


Rai : Çoban. * Gözetleyici ve koruyan kimse. * Vâli. * Güvercin kuşundan bir kısım.
Saime : Çayıra başı boş olarak salıverilen hayvan.
Vehyen : Ahmakça.
Sâme : Kendi başına olup istediği yere gitmek.
Merâ : Otu bol yaylak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

21-
كَمْ حَسَّنْتُ لَذَّةً لِلْمَرْءِ قَاتِلَةً

مِنْ حَيْثُ لَمْ يَدْرِ اَنَّ السَّمَ فِي الدَّسَمِ


Kem hassenet lezzeten li'l-mer'i kâtileten
Min haysü lem yedri enne's-semme fî'd-desemi


Nefis her ne kadar otladığı mera’nın kötülüklerini süslese de öldürücülüğü ortadadır.
Bu bakımdan zehiri güzel yiyecekler içinde katık gibi sunarlar.


Nefs-i Emmârenin insana hazz veren lezzetli işleri aslında ölüm zehirleridir.
Zehiri altın tasta bala katıp da sunmak gibidir bu gaflet!



Tehassene : süslemek, güzelleştirmek.
Meri’ : (C: Emrâ-Emru) Otu çok olan yer. * Ucuzluk olan yer.
Haysü : İtibariyle, bakımından. * Hangi yerde? Hangi?
Semm : Zehir, ağu.
Resim
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

http://tr.netlog.com/go/explore/videos/videoid=184692

dün forumda cok aradim ancak nasip olmadi görmek...

sevgili nur-ye mükafatiniz ziyade olsun efendim...
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

dibbace kardeşim gönlünüze sonsuz çoşkunun HAZZmını dilerim!....

HAYYYYat kitabımızın sayfalarının satırlarında ilerlerken terbiyemiz için çıkan engelleri aşma gayretinde olduğumuzdan kısa bir süredir zorunlu nete girememekteyiz o yüzdende günlük yazmayı düşündüğümüz mubarek övgüyü aksatabiliyoruz. ilk başta anasayfadaki linki verdik. Sizlerde foruma taşıyabilirsiniz cümlemiz için güzel kardeşim.

Kaside-i bürde'yi açıklıyalım cümlemize RESULULLAH sav Efendimizin şifalı şefaatı nasip olur İNŞAALLAH!

Kaside-i bürde'nin yazarı olan İmam-ı Busayri hazretleri, sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir. Bir gün felç oldu, bedeninin yarısı hareketsiz kaldı. Resulullaha tevessül edip, insanların en üstününü öven, meşhur kasidesini hazırladı. Rüyada Resulullaha okudu. Çok beğenip, arkasından mübarek hırkasını çıkarıp, imama giydirdi. Bedeninin felçli olan yerlerini mübarek eli ile sığadı. Uyanınca, bedeni sağlam idi. Hırka-i saadet de, arkasında idi. Bunun için, bu kasideye Kaside-i bürde denildi. Bürde, hırka, palto demektir.

İmam-ı Busayri sevinerek, sabah namazına giderken, zühd ile meşhur bir zata rastladı. İmam-ı Busayri'ye, kasideni dinlemek isterim dedi. (Benim kasidelerim çoktur. Hepsini herkes bilir) dedi. (Kimsenin bilmediği, bu gece Resulullaha okuduğunu istiyorum) deyince, (Bunu hiç kimseye söylemedim. Nerden anladın?) dedi. O zat da, rüyasını olduğu gibi haber verdi.

Bu kasidenin hastalara okununca, iyi oldukları, okunan yerlerin dertlerden, belalardan emin oldukları görüldü. Faydalanmak için, inanmak ve halis niyet ile okumak gerekir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

22-
وَاخْشَ الدَّسَاءِسَ مِنْ جُوعٍ وَ مِنْ شَبِعٍ

فَرُبَّ مَخْمَصَةٍ شَرٌّ مِنْ التُّخَمِ


Vahşe'd-desâise min cûin 'le min şebiin
Fe rubbe mahmasatin şerrun mine't-tuhâmi


Açlığın ve tokluğun gizli hilelerinden kork!
Nice açlık hâli vardır ki şerri tıka-basa yemeninkinden beter olur!


Her insan bilir ki can evi, kan evinden beslenir.
Mide ile kalbin arası dört parmaktır.
Ancak sabırsız yokluk ve açlık ile şükürsüz tokluk ve çokluk o kimseye ne dertler getirir!
İkisi de insanoğluna neler yaptırır!
İkisinin de gizli vesveselerinden kork!
Nice açlıktan kıvranmanın getirdiği dertler vardır ki tıka basa yemek o zararı veremez!



Vahşet : (Vahş - Vahiş) Yabanilik. * Issızlık, tenhalık. * Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik. * Tenha, ıssız, korkunç yer. * Elbise ve silâhını çıkarıp atmak. * Aç kimse.
Desais : (Desise. C.) Vesveseler, desiseler. Gizli hileler.
Cu’ : Açlık.
Şeb’ : Tokluk.
Mahmasa : Azlık. * Açlıktan zayıf düşme.
Tehime : Yemek ağır gelmek.
Resim
Cevapla

“►Allah Dostları Divan Şerhleri◄” sayfasına dön