İMÂM-I BUSEYRÎ ve KASÎDE-İ BÜRDE

Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

47-
لَمْ يَمْتَحِنَّا بِِمَا تَعْي الْعُقُولُ بِهِ

حِرْصاً عَلَيْنَا فَلَمْ نَرْتَبْ وَ لَمْ نَهِمِ


Lem yemtehınna bimâ ta'ye'l-ukûlü bihî
Hırsan aleynâ felem nerteb velem nehimi


Bizi akılları durduracak tekliflerle imtihana sokmadı!
Üzerimize hırsla titredi!
Biz de yasaklarda direnip karar kılmadık emredilene bağlandık!


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in getirdiği tevhid Teklifi Şeriat-ı Garrası kısacası İlâhi Nakl, olgun akıllara uyğun bir kulluk imtihanı rollerini ve oynanmasını içerir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Yaratılışı ve yüce görevi gereği müü’minler çok merhametli ve hakka ve hayra teşvikte çok hırslıdır.
Bu özellik ve güzelliği proğramına yükleyen Allahu zü’l-Celâldir:


لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün (üstünüze hırs ile titriyor), müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe 9/128)



Ayye: Konuşmaktan ve ifâde etmekten âciz kalmak.
Hırs : Şiddetli istek, arzu.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

48-
اَعْيَ الْوَرَى فَهُمْ مَعْنَاهُ فَلَيْسَ يُرَى

لِلْقُرْبِ وَ الْبُعْدِ مِنْهُ غَيْررُ مُنْفَحِمِ


A'ye'l-verâ fehmü mâ'nâhü fe leyse yürâ
Lil-kurbi ve'l-bu'di minhü gayru munfehımi


Tüm mahlükat yaratılışı gereği O’nun mânâsı olan gerçeği göremekten âciz kaldılar!
Uzağında olsun yakınında olsunlar, işin özünü-künhünü anlamaktan âciz kaldılar!



Külli “ŞEY” kendinin de aslı Olan “Hakikat-ı Muhammed”i anlamaktan âciz kaldı!
En yakınıdaki veya en uzağındaki yaratılanlar bu husuta fark etmedi.
Çünkü bu husus Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ e bahşedilen ve ortaklık kabul etmeyen Rahmet Kaynaklığı oluşa çıkar neticede!

Ancak bu hususta Şerî sınırlar içinde düşünmemeizi uygun gören Efendimiz mübârek lisanı ile yol göstermektedir:
Onun için gözümüzün ve özümüzün nûru Efendimiz, Sahibimiz ve herşeyimiz buyuruyor:

.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allahümme erine’l-eşyâe kemâ hiye: ALLAH’ım bize herşeyi nasıl ise öyle göster!...” buyuruyor... Eşyânın hakikatini...



Verâ : Halk. Mahluk. Arzı örten mahlukat. Yaratılmış olanlar.
Münfehim : (Fehm. den) Anlaşılan, kavranılan, fehmedilen.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

49-كَالشَّمْسِ تَظْهَرُ لِلْعَيْنَيْنِ مِنْ بُعُدٍ

صَغِرَةً وَ تُكِلُّ الطَّرْفَ مِنْ اَمَمِ


Ke'ş-şemsi tezharu li'l-ayneyni min buudin
Sagîreten ve tükillû't-tarfe min ememi


Uzakta gibi gözükse de iki göze, güneş gibi açıktadır !
Nasıl ki gözün önüne gelen uacık bir şey bakışı ve görüşü ortadan kaldırırsa!


Göz için, bakış ve görüş için uzaktaki büyüklüğü ve yakındaki küçüklüğü anlayış!..
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i ayni yerde, aynı zamanda ve aynı mesafede gören iki gözden birisi “Sıddık” diğeri ise “Ebû Cehil” oldu!...
Allahu zü’l-Celâl bizi;
Gaflet, cehâlet ve ihânet körlüklerinden korusun!
Âmin!..


Tarf : Göz, bakış, nazar. Göz ucu.
Kelle : Göz zayıf olamak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

50-
وَوَ كَيْفَ يُدْرِكُ فِي الدُّنْيَا حَقِيقَتَهُ

قَوْمٌ نِيَامٌ تَسَلَّوْ عَنْهُ بِالْحُلُمِ


Ve keyfe yüdrikü fî'd-dünyâ hakîkatehû
Kavmün niyâmün tesellev anhü bi'l-hulumi


O’nun hakikatini anlayıp idrak etmek ne mümkün?
OnUyuan insalara düşlerinde bile teselli verir O Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)..


Bu dünya düzeninde ve ciddi bir imtihan ortasında olan insanoğlu için “Hakikat-ı Muhammed” i bilmek, bulmak, analayıp da idrak edebilmek nasıl olcak?
Uyuyanlar bile rüyasında O’ndan tesellî bulur..


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kim beni rüyasında görürse, uyanık iken de görecektir. Veya görmüş gibidir. Çünkü şeytan benim şeklime bürünemez.” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)’dan; Müslim; Buharî)



İdrak : Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek.(
Niyamün : (Nâim. C.) (Nevm. den) Uykuda olanlar, uyuyanlar.
Teselli : Avunma. Kederli ve gamlı olan bir kimseyi söz ve nasihatle ferahlandırma.
Hulm : Rüya, düş.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

51-
فَمَبْلَغُ الْعِلْمِ فِيهِ اَنَّهُ بَشَرٌ

وَ اَنَّهُ خَيْرُ خَلْقِاللّهِ كُلِّهِمِ


Fe meblegu'l-ilmi fîhi ennehû beşerun
Ve ennehû hayru hâlkı'llâhi küllihimi


Bu hususta ilmin varacağı sonuç şu ki:
Şüphesiz ki O; beşerdir ve Allah’ın yaratığı her şeyin en hayırlısıdır…


Bilinmesi gereken en önemli husus şu ki;
Halka dönük yüzü ile Allah’ın kulu Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
Hakk Teâlâ’ya dönük yüzü ile de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.

Beşer olarak her kul gibi her çileyi çekip Allahu zü’l-Celâl’e en candan yalvarırken,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olarak “Rahmetenlilâlemin Makamı1ndadır…

Onun için Tevhid Şehâdetimizi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şehâdetine katmak için:
“Eşhedü en lâ ilâhe illâ Allah ve Eşhedü enne Muhahammeden abdühu ve Rasûlühu!”
Demekteyiz Ey Derviş Kardeşim!...


Beşer : (Beşere) İnsan derisinin dış yüzleri. * İnsan. Âdem.
Küllî : Külle mensub. Cüz'iyat ve ferdlerden meydana gelmiş olan. Umumi, bütün. * Çok, ziyade, fazla.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

52-وَكُلُّ آىٍ اَتَى الرُّلُ الْكِرَامُ بِهَا

فَاِنَّمَا اَتَصَلَتْ مِنْ نُورِهِ بِهِمِ


Ve küllü âyin ete'r-rüslü'l-kirâmü bihâ
Fe innemâ't-tesalet min nûrihi bihimi


Gelen bütün keremli peygamberlerin âyetleri
Şüphesiz ki onlara, O’nun Nûrundan ulaşmıştır.


Sünnetullahta sistem Allahu zü’l-Celâl’in mutlak Kaza, kader, irade ve dilemesi ile yürümektedir.
Yaratılanların kimlik ve kişiliği ona bağlıdır.
Gözün tabanımızda olmadığına şükür etmek tabanımızın şükre değersiz olduğunu değil tam tersine her yükü taşıyışına bir daha teşekkür gerek…
Tüm peyğamberler kendi görevlerinde mükemmel muhterem ve muhteşemdir ve eyrıca şüphesiz hepisi de bizim öz peygamberlerimizdir.
Burada anlatılanlar fazilet yarışı olmayıp İlâhî Sistemin muazzamlığını âcizane analizidir.


İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah (cin ve ins dahil) mahlukatını bir karanlık içinde yarattı. Sonra üzerlerine kendi nûrundan serpti. Bu nûr, kimlere isabet ettiyse hidayeti buldular, kimlere de isabet etmediyse sapıttılar. Bu sebeple diyorum ki: "Kalem, Allah Teala'nın ilmi hususunda kurumuştur."
(Tirmizî, İmam 18, (2644))

Câbir B. Abdillah (radiyallahu anhu)’dan:
“Yâ Resûlullah! Anam, babam Sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yaratığı şeyi bana söyler misin?”dedim.
Resûlullah (sav) buyurdu ki:
“Yâ Câbir! Eşyâdan önce kendi nûrundan (Nûrullah) senin peygamberiyin nûrunu yarattı ve şöyle buyurdu:
“O nûr ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne ins var idi.”
Ondan sonra buyurdu ki:
“ALLAH Tealâ mahlûkatı yaratmak istediği zamanda o nûru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip 4 parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip 4 parçaya ayırdı. Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nûrunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelime-i Tevhiddir.......” buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175;İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Muhammedî mü’minlerin ülfetleri (kaynaşıp dosd olmaları) ezelîdir:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi kudsîde: “ALLAH: “Seni kendi nûrumdan, diğer şeyleri de senin nûrundan yarattım.”buyurdu” buyurmuştur.(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ I-265/827)



Kirâm : Kerim. C.) Kerimler, şerefliler. * Eli açık cömert kimseler.
İttisal : Ulaşmak. Bitişmek. * Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

53-
فَاِنَّهُ شَمْسُ فَضْلٍ كَوَاكِبُهَا

يُظْهِرْنَ اَنْوَارَهَا لِنَّاسِ فِي الظُّلَمِ


Fe innehû şemsü fadlin hum kevâkibühâ
Yüzhirne envârehâ li'n-nâsi fî'z-zulemi


Şüphesi ki O fazilet güneşi, diğerleri yıldızlarıdır.
O’nun nûruyla karanlıklar içindeki insanları aydınlatırlar…


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) halkediş temelindeki ilk şey-nûrun kendisi ve her varolup mevcud olana Vücûd nûru rahmeti kaynağıdır.
Ana ve tek oluşu bundan dır.
Sistem bazında düşünüldüğünde her peygamber de kendi kaderinde insanlığa nûr taşıyıcısıdır.
Yıldızlar gibi ana güneşten alarak.



Şems : Güneş
Kevâkib : (Kevkeb. C.) Yıldızlar.
Envar : (Nur. C.) Nurlar, ışıklar, aydınlıklar. Maddi veya mânevi karanlıktan kurtarmaya vâsıta olanlar.
Nâs : f. İnsanlar.
Zulem : Karanlıklar.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

54-اَكْرِمْ بِخَلْقٍ نَبِيِّنٍ زَانَهُ خُلُقٌ

بِالْحُسْنِ مُشْتَمِلٍ بِالْبِشْرِ مُتَّسِمِ


Ekrim bi hâlkı nebiyyin zânehû hulukun
Bi'l-husni müştemilin bi'l-bişri müttesimi


Allahu zü’l-Celâl Habibi nebîsini ne ikramlarla yaratı da ahlâkını süsledi..
Hüsn bürgüsüne sardı ve kendine mahsus beşâret işareti taşıttı…


Yukarıdan beri arzedegeldiğimiz gibi maddî ve mânevî tüm mâsivânın temelinde Nûr-u Mîm vardır.
İnsan oğlu keremli kılınmıştır.
Bu maddî yaratılıştaki keremin kaynağı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.


وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً

“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)

Dünya, din ve Âhiret hayatımızda ana sermâyemiz olan güzel ahlâğın kaynağı da Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ

“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyuruyor.
(İ.Mâlik,Muvatta Hüsnü’l-Hulûk 18; Hâkim)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)’dan:
Resûlullah (sav)’e: “Cennete sokan amellerin en çoğu hangisidir?” diye soruldu da Resûlullah (sav): “Takvâ ve güzel ahlâk” buyurdu. “Cehenneme sokan günâhların en çoğu hangisidir?” diye soruldu. Resûlullah (sav): “Şu iki organ: Ağız ve ferc (üreme organı) !” buyurmuştur.

(İbni Mâce, Sünen-Zühd 4246)

Güzel ahlâkın kaynağı ise yine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dir.



Hulk : Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet. * İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.
Hüsn : (Hüsün) Güzellik. İyilik. Eksiksizlik. Cemal ile kemal.
Müştemil : Kavrayan, saran, içine alan. Büsbütün örten.
Müttessim : Hususi bir nişânı veyâ âlameti olan.
Bişr : Sevinç eseri.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

55-

كَاَلزَّهْرِ فِي تَرَفٍ وَ الْبَدْر فِي شَرَفٍ

وَالْبَحْرِ فِي كَرَمٍ وَ الدَّهْرِ فِي هِمَمٍ


Ke'z-zehri fî terefîn ve'l-bedri fî şerefîn
Ve'l-bâhri fî keremin ve'd-dehri ti himemin


Letâfetin tohumu-çiçeği,
Şerâfetin dolunayı
Mânevî Keremin maddî deryası
Tüm himmetlerin başlangıç noktası...


İnceliği, kibârlığı ve beyefendiliği âdete bir çiçek gibi
Şeref, kıymet ve değerde âdete bir dolunay gibi
Cömertlikte, ikramda ve ihsanda âdete bir deniz gibi
Himmette, yardıma koşmada vecandan oluşta dehr gibi bilinemez…
Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem).



Zehr : Çiçek. şükufe. f.: Çiçek. Zühre. Tomurcuk.
Teref : Letâfet. Yumuşaklık. * İnce, güzel şey.
Şeref : Yükseklik, yücelik. Büyüklük. * İnsanlar arasında geçerli ve makbul olma. Büyük bir makam sâhibi olma. * Cenab-ı Hakka itâat ve ubudiyyeti ve yüksek hizmeti ile çok ihsanına mazhar olma. * İftihâr, övünme.
Kerem : Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.
Bahr : (C.: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz. * Âlim. Çok bilen.
Dehr : Zaman, çok uzun zaman, ebedi. * Bin yıllık zaman. * Dünya.
Himem : (Himmet. C.) Himmetler.
Himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

56-


كَاَنَّهُ وَهُوَ فَرْدٌ فِي جَلاَلَتِهِ

فِي عَسْكَرٍ حِينَ تَلْقَاهُ وَفِي حَشَمٍ


Keennehû vahve ferdün fî celâletihi
Fi askerin hîne telkahu ve fî haşemin


Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
Kendi başına kaldığında Rasûlulahlık celâleti içinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olarak o muhteşem heybet içinde yeğane ve tek…
Ordusuyla buluştuğunda ve ailesi içinde bulunduğu zaman ise:



Ferd : Tek, bir, yekta. Eşi, benzeri olmayan.
Celâl : (Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım. * İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idrâk edilmekten celil olduğundan Celâl denir.
Asker : (C.: Asakir) Devlet ve memleketin muhafazası için ücretli veya ücretsiz olarak veya kur'a ile toplanarak hazır bulundurulan ve resmi elbise giyen silahlı adamlar topluluğu. Er, leşker, nefer.
Haşem : Taraftarlar ve hizmetçiler. Düşmanlarına karşı koruyanlar. Aile.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

57-
كَاَنَّمَا الْلُءْلُءُ الْمَكْنُونَ فِي صَدَفٍ

مِنْ مَعْدِنَيْ مَنْطِقٍ مِنْهُ وَ مُبْتَسَمِ


Keenneme'l-lü'lüü'l-meknûnü fî-sadefîn
Min mâ'diney mantıkın minhü ve mübtesemi


Sanki sedef içinde gizli bir inci tanesi gibi
Gülümsediğinde ve konuştuğunda gevher madenidir.


Mübtesim : (Tebessüm. den) Gülümsiyen, tebessüm eden.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

58-

لاَ طِيبَ يَعْدِلُ تُرْباً ضَمَّ اَعْظُمَهُ

طُوبَي لِمُنْتَشِقٍ مِنْهُ وَ مُلْتَثِم


Lâ tıybe ya'dilü türben zamme a'zumehû
Tûbâ lî munteşıkın minhü ve mültesimin


O’unun kabr-i şerifinin toprağının kokusuna hoşluk azametinde eş olacak koku yoktur.
Ne mutlu o toprağı koklayıp öpen kimseye…



Münteşik : Burna çekilmiş olan.
Mültesem : Öpülür.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

IV- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in Doğumu


59-
اَبَانَ مَوْلِدُهُ عَنْ طِيبِ عُنْصُرِهِ

يَا طِيبَ مُبْتَدَاءٍ مِنْهُ وَ مُخْتَتَمِ

Ebâne mevlidühü an tîbı unsurihi
Yâ tıybe mübtedein minhü ve muhtetemi


O’nun doğumu beyân eder güzellik unsurunu..
Ey güzellik!
Başlangıcın da son ucun da O’ndan..


Unsur : Kimyevî maddeden her biri. Mürekkeb cisimlerde bulunan basit maddelerin her birisi. * Umumdan ayrılan kısım. * Tam olan şeyin her bir parçaları. * Madde, esas, kök. Element.
Tıyb : Helâl. * Güzel, temiz.
Mübteda : Baş taraf, başlangıç. Baş.
Muhtetim : Sona erdiren. Hitâma vardıran.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

60-
يَوْمٌ تَفَرَّسَ فِيهِ اللْفُرْسُ اَنَّهُمُ

قَدْ اُنْذِرُوا بِحُلُولِ الْبُءْسِ وَ النِّقَمِ

Yevmün teferrese fîhi'l-fürsü ennehümü
Kad ünzirû bi hulûli'l-bü'si ve'n-nikamı


Doğum günü Farslılar işin iç yüzünü analdılar ki;
Kesinlikle ya İlâhi tebliği kabul ya da intikam uyarısının indiğini-doğduğunu…


Ferese : İsabetli bir tahminle bir işin iç yüzünü idrak etmek.
El furs : Farslılar, İranlılar.
Nikam : (Nikmet. C.) İntikamlar, öc almalar.
Hulul : Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş.
Ba’s : Gönderme, gönderilme. * Cenab-ı Hakk'ın peygamber göndermesi. * Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. * Uykudan uyandırma.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

61-

وَ بَاتَ اَيْوَانُ كِسْرَي وَ هُوَ مُنْصَدِعٌ

كَشَمْلِ اَصْحَابِ كِسْرَي غَيْرَ مُلْتَءِمِ

Ve bâte eyvânü Kısrâ Vehve münsadi'un
Ka şemli ashabı Kisrâ gayre mülteimi


O gece Kisrâ’nın sarayı çatladı çöktü
Bir daha toplanamamak üzere dağılan milleti ve devleti gibi..


Eyvan : f. Köşk. Büyük salon. Büyük sofa. Divanhâne.
Münsadi’un : yarılıp çatlamış olarak.
Kisra : Husrevden muarreb veya galat olan bu isim Sa'sâniler sülâlesinden olan Eski İran padişahlarına ve bilhassa Nevşirvan'den sonrakilere verilmiş olup, Rum imparatorlarına Kayser, Çin hükümdarlarına Fağfur ve Hakan denildiği gibi, bunlara da Kisra denilirdi.
Şeml : Az şey. Perâkendelik. * Örtmek, bürünmek, toplanmak. * Topluluk, cemaat, insan yığını.
Mülteim : Cem'olucu, toplanan.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

62-

وَ النَّارُ خَامِدَةُ الْاَنْفَاسِ مِنْ اَسَفٍ

عَلَيْهِ وَ النَّهْرُ سَاهِي الْعَيْنِ مِنْ سَدَمِ

Ve'n-nâru hâmidetü'l-enfâsi min esefin
Aleyhi ve'n-nehru sâhi'l-ayni min sedemi


Mecusî’nin ateşi kederinden son soluklar gibi söndü gitti..
Yahudî’nin balık ırmağı ise tasasından yatağında akış yönünü şaşırdı, aldı başını gitti gider..


Hâmid : Alevi sönen ateş. * Ölü, ölmüş. Sönmüş. idrâksiz. Sâkit ve sessiz. Ölü gibi halsiz olan.
Enfas : (Nefes. C.) Nefesler. Soluklar. * Ruhlar. Canlar. * Cevherler. * Duâlar.
Esef : Hüzün, gam, nedamet, pişmanlık. Daralmak. Elden çıkan bir şey için hâsıl olan üzüntü.
Sedem : Hüzün, keder, tasa. * Nedâmet, pişmanlık
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

63-
وَسَاءَ سَاوَةَ اَنْ غَاضَتْ يُحَيْرَتُهَا

وَ رُدَّ وَارِدُهَا بِالْغَيْظِ حِينَ ظَمِي
Ve sâe sâvete en gâdat buhayretühâ
Ve rüdde vâridühâ bi'l-gayzl hîne zamî


Sapıtmış Sâve için ne kötü oldu o gün ki gölleri kuruduğunda!..
Susuzluktan kavrulduklarında, göle gidenler hiddetle geri dönünce…



Buhayre : Göl. Küçük deniz.
Sâe : Ne kötü oldu!
Vârid : (Vürud. dan) Ulaşan, yetişen, gelen, erişen.
Gayz : Hiddet, kin, öfke, gadab. Dargınlık. Hınç.
Zamî : çok susamak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

64-
كَاَنَّ بِنَّارِ مَا بِالْمَاءِ مِنْ بَلَلٍ

حُزْناً وَ بِالْمَاءِ مَا بِنَّارِ مِنْ ضَرَمٍ
Keenne bi'n-nâri mâ bi'l-mâi min belelin
Huznen ve bi'l-mâ; mâ bi'n-nâri min daremin


Sanki ıslaklıkdan-sudan eser yoktu da yerinde ateş vardı su içtikleri gölde!
Suları üzüntüden kızdı da ateşe döndü..


Ateşleri üzüntüden kenter içinde kaldı da
Putahâne olan kalblerindeyse hüzünden bir su vardı yanmış ateş yerine…
Ateşleri üzüntüden kenter içinde kaldı da buharlaştı gitti..


Belel : Yaşlık, rutubet, ıslaklık.
Darim : Yanmış nesne.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

65-
وَالْجِنُّ تَهْتْفُ وَالْاَنْوَارُ سَاطِعَةُ

وَالْحَقُّ يَظْهَرُ مِنْ مَعْنَي وَ مِنْ كَلِمِ
Ve'l-cinnü' tehtifü ve'l-envâru sâtıatün
Ve'l-hakku yazharu min mâ'nen ve min kelimi


O duğum gecesinde cinler naralar atmakta..
Göklere maytap gibi nurlar saçılmakta..
Maddî-manevî hak olan Tevdid güneşi doğdu zâhir oldu..

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

66-
عَمُوا وَ صَمُّوا فَاِعْلٰانُ الْبَشَاءِرِ لَمْ


تُسْمَعْ وَ بَارِقَةُ الْاِنْذَارِ لَمْ تُشَمِ
Amû ve sammû fe i'lânü'l-beşâiri lem
Tüsmâ've bârikatü'l-inzâri lem tüsemi


Körler görmedi, parıldayan Nübüvvet nurunu..
Sağırlar duymadı İlâhî kurtuluş müjdesini…


Bârika : (C.: Bevârık) Parıltı. Parıldayan.
Sem’ : İşitmek. Kulak ile dinlemek.
Beşaret : (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan. * Yeni çıkan acib şey.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

67-

مِنْ بَعْدِ مَا اَخْبببَرَ الْاَقْوَامَ كَاهِنُهُمْ

بِ اَنَّ دِينَهُمُ الْمُعْوَجَّ لَمْ يَقثمِ
Min bâ'di mâ ahbâra'l-akvâme kâhinühüm
Bienne dînehamü'l-mu'vecce lem yekumi


Kâhinleri küfür kavmine Tevhidin doğuşunu haber vermesine rağmen
Kesinlikle sapık dinlerinden dönüp Hakk’a şâhid olmadılar…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

68-

وَ بَعْدَ مَا عَايَنُوا فِي الْاُفْقِ مِنْ شُهُبٍ

مُنْقَضَّةً وَفْقَى مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ صَنَمِ
Ve bâ'de mâ âyenû fi'l-ufkı min şuhubin
Munkaddaten vefka mâ fî'l-arzl min sanemi


Bu geceden sonra ufuklarda Yıldızlar kayıp aktı gitti
Aynı zamanda Yer yüzünde putlar devrildi yerle bir oldu…



Şihab : Parlak yıldız. * Kıvılcım. * Yıldızdan fırladığı zannedilen ve dünyanın atmosferinde bir an görünüp kaybolan gök taşı.
Vefk : Uygun gelme. Uyma. Mutabakat. Muvafık olma. İşi iyi gitme.* Tesirli dua.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

69-
حَتَّي غَدَا عَنْ طَرِيقِ الْوَحْيِ مُنْهَزِمٌ

مِنَ الشَّيَاطِينِ يَقْفُ اِثْرَ مُنْهَزِمِ
Hattâ gadâ an tarikl'l-vahyi münhezimün
Mine'ş-şeyâtîni yakfû isre münhezimi



Bozguna uğrayan bâtıl şeytanlar hezimete uğrayıp vahyin geldiği yoldan akaçtılar.
Hezimete uğrayan başları İblisin ayak izi üzere…



Münhezim : Hezimete uğramış, bozguna uğrayan, inhizam eden. * Bozgun.
Gadâ: çabukça yürüyerek kaçmak.
İsr : Alâmet. Nişane. * Ayak izi. * Yol. Meslek. * Başlamak ve azimet etmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

70-

كَاَنَّهُمْ هَرَباً اَبْطَالُ اَبْرَهَةِ
اَوْ عَسْكَرٌ بِالْحَصَي مِنْ رَاحَتَيْهِ رَمِي

Keennehüm hereben abtâlü Ebrehetin
Ev askerun bi'l-hasâ mln râhateyhi ramî


Sanki Kâbeyi yıkmaya gelip de bozğuna uğrayan Ebrehe ordusunun kaçışı gibi…
Veya Bedir’de atılan bir avuç kumdan gözleri göremez olan askerler gibi…


Hereb : Kaçma, firar. * şiddetli üzüntü, keder.
Ebtal : (Battâl. C.) Yiğitler, cesurlar, döğüşken erler.
Ebrehe : Peygamberimizin (A.S.M.) doğumundan elli gün kadar evvel Kâbenin tahribine gelen Habeş Ordu Kumandanının ismi.
Bedir : Bedir savaşının olduğu Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir yer ismi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

71-

نَبْذاً بِهِ بَعْدَ تَسْبِيحٍ بِبَطْنِهِمَا

نَبْذَ الْمُسَبِّحِ مِنْ اَحْشَاءِ مُلْتَقِمِ

Nebzen bihî bâ'de tesbîhin bi bâtnihimâ
Nebze'l-müsebbihi min ahşâi mültakımı


Özlerine Hakk’ın tesbihinden sonra atılan çakıllar,
Yutulduğu balığın karnından Hakk’ı tesbih edince dışarı atılan Yunus aleyhisselâm gibi…


Müsebbih : Allah'ı tesbih edip anan, Allah'ı noksan sıfatlarından tenzih eden ve zikreden, Sübhanallah diye Allah'ı tesbih eden.
Ahşa’ : Pek korkunç. Çok korkunç. Çok korkunç yer.

Resim
Cevapla

“►Allah Dostları Divan Şerhleri◄” sayfasına dön