2. sayfa (Toplam 2 sayfa)

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 12 Haz 2013, 01:29
gönderen gullale
Hakikatın Üçüncü Makâmı:
Ele geçirdiği mânevî değer ve makamların kıymetini bilip duyduğuna uymayı kendisine yasak etmemelidir.

Bir NEFis ki Hakkta ve Hayrda;
MuhaMMedî bir Gayretkeşlik yakalamış, ŞeriatMuhaMMedîyyenin ŞUURunu BİLmişse,
MuhaMMedî bir Kâmil HiMMetiyle, TarkiatMuhaMMedîyyenin NURunu BULmuşsa,
MuhaMMed aleyhi's-selâmın Şefâatıyla Mârifet-i MuhaMMedîyyenin SüRURunda OLmuşsa,
ALLAH celle celâluhunun inâyeti, hidâyeti selâmetiyle HakîkatMuhaMMedîyyenin ONURunu YAŞAmaktaysa artık kadir ve kıymetini bilip asla Men’ etmemelidir..

Hakîkatın Dördüncü Makâmı:
Yaratılan her türlü varlığın o kimsenin bâtıl inanç ve uygulaması olan şerlerinden emin-güvende olmaktır.

Mevcûdâtı var eden ALLAH celle celâluhu emin olan îmân edilendir.

El Mü'min :
Resim

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ise El EMÎN olan MuhaMMedu’l- Emîn aleyhi's-selâmdır.

Müslim-Mü’min bir nefisten de küllî ŞEY’in emin olması lâzım ve lâyıktır.

Kur'ân-ı Kerîm'de:

وَمِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ إِن تَأْمَنْهُ بِقِنطَارٍ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ وَمِنْهُم مَّنْ إِن تَأْمَنْهُ بِدِينَارٍ لاَّ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ إِلاَّ مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَآئِمًا ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الأُمِّيِّينَ سَبِيلٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Resim---''Ve min ehli'l-kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen), zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fî'l-ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhi'l kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne): Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emânet bıraksan, onu sana noksansız iâde eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emânet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iâde etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur" demelerindendir. ALLAH adına bile bile yalan söylüyorlar.
(Âl-i İmrân 3/75)

كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---''Kuntum hayra ummetin uhricet li'n-nâsi te’murûne bi'l-ma’rûfi ve tenhevne ani'l munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu'l-mu’minûne ve ekseruhumu'l-fâsikûn(fâsikûne): Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve ALLAH'a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde îmân edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.
(Âl-i İmrân 3/110)

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا
Resim---''Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bi'l-vâlideyni ihsânen ve bi zi'l-kurbâ ve'l-yetâmâ ve'l-mesâkîni ve'l-câri zi'l-kurbâ ve'l-câri'l-cunubi ve's-sâhibi bi'l-cenbi ve'bni's-sebîli, ve mâ meleket eymânukum. İnnallâhe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ(fehûran): ALLAH’a ibâdet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz ALLAH, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.
(Nisâ 4/36)

قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ وَأَقِيمُواْ وُجُوهَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ كَمَا بَدَأَكُمْ تَعُودُونَ
Resim---''Kul emere rabbî bi'l-kıst(kısti) ve ekîmû vucûhekum inde kulli mescidin ved’ûhu muhlisîne lehu'd-dîn(dîne), kemâ bedeekum teûdûn(teûdûne): De ki: RABBim adâleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız ALLAH'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz.”
(A’râf 7/29)

وَلَا يَأْتَلِ أُوْلُوا الْفَضْلِ مِنكُمْ وَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُوْلِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---''Ve lâ ye’teli ulu'l fadlı minkum ve's-seati en yu’tû uli'l-kurbâ ve'l-mesâkîne ve'l-muhâcirîne fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ve'l-ya’fû ve'l-yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yağfirallâhu lekum, vallâhu ğafûrun rahîm(rahîmun): İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, ALLAH yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. ALLAH'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? ALLAH çok bağışlayandır, çok merhâmetlidir.
(Nûr 24/22)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemde:

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir. ” buyurdu.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “En faziletli mümin, herkesin, elinden, dilinden selâmette olduğu kişidir. ” buyurdu.
(Müslim)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Komşusu kötülüğünden emin olmayan, mümin olamaz. ''(Müslim)
(Buharî)


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Mümin arıya benzer; konduğu dalı kırmaz, oraya zarar vermez. Toplayıp bıraktığı eseri de güzeldir. ” buyurdu.
(Beyhekî)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Müminler, birbirine karşı sevgi ve merhamette, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut huzursuz olup onun tedâvisi ile meşgul olunduğu gibi, müslümanlar da böyle birbirine yardıma koşmalıdır. ” buyurdu.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Mümin, koku satan kimse gibidir. Yanında otursan için açılır. Onunla gezsen veya ortak iş yapsan faydasını görürsün. Onun her işi faydalıdır. ” buyurdu. (Taberanî)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir. ” buyurdu.
(İbni Mes'ûd radıyallâhu anh'den; Tirmizî, Birr 48 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 405, 416)

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 27 Haz 2013, 10:38
gönderen gullale
Hakikatın Beşinci Makamı:

Bu sonsuz mülkün sahibi Allah teâlâ’yı bilip kulluk için secdelerde yüzün sürüp göz yaşını akıtmaktır secdegâhâ BULamaktır.
Allah teâlâ’dan gayrısına yüz suyu dökmemektir, minnet etmemektir. Kulluk etmemektir.
Zirâ bu Kesret (çokluk-resim) gibi görünen bu âlem aslında Vahdet Evidir.
Vahdet (teklik); Tek, eşsiz, zıtsız ve şahsına mahsus El Ahad celle celâluhu olan Allah teâlâ’nın- Tek Ressamın sonsuz, canlı, cansız resimlerini sergileyip kendi Birliğini gösterdiği şehâdet şehridir.

Kur'ân-ı Kerimimizin daha başında Fâtiha Sûremizde;
ALLAH celle celâluhu, Uluhiyyetini-Rububiyyetini-Merhametiyyetini (Rahmâniyyetini-Rahîmiyyetini) ve Mâlikiyyetini ilan buyurur.
Zât-Sıfat-Esmâ-Eşy nın, şu ÂNda Şe’ÂN Şehri Şehâdet Âlemidir..

Ana Rahmi ile Toprak mezarı ARAsında İmkanla İmtihan edilen İnsan Nefsi/AKLı;
Âfakına-Dışına dönüktür ve Baktığında KESRET görecektir.
Küllî ŞEY’i kendi başlarına buyruk AYRık Nesneler Zannedecektir.
Oysa Kur'ân-ı Kerimimizi OKUr ve OKUnursak;

En dış ZÂHİR Şehadet Âlemindeki EŞYâ-ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmayız:
ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bağlantısı her AN Şe’ÂN yaratılışında BİZ BİR-İZdir,
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım."buyurdu" buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)

Hepimizin Nuru, O’nun Nuruyuz..
Ve görürüz ki Âfak Akıl için, Ulaştıkça daha ilerisi OL-AN târifsiz Sonsuz UFUKlar, DIŞımız olup:
MUHiT-te O ALLAH celle celâluhu..

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır.” (Nisâ 4/126)

Ana Rahmi ile Toprak mezarı ARAsında İmkanla İmtihan edilen İnsan Nefsi/AKLı;
Enfüsne-İÇine döndürülebilinirse ÖZünde VAHDET görecektir.
Enfüs ise, dıştaki Kâinâttan Bedene Yöneldiğimizde ÖZ –İÇÂlemimizdir..
Beden-Sadr-Kalb-Fuad-LüB-LüBb’ül-LüB, habl’il-Verid ve de AKDES..
Ama Ulaşılamayan MERKEZ-de O RABBu’l-ÂLEMin celle celâluhu..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

İşte böylesine AKLî-Naklî-Ehl-i Beytî-MuhaMMedî-Kur'ÂNî ve de RABBanî Mutlak VAHDET BİZ BİR-İzliği MeLÂMeti içinde
Vahdet-i MevCÛD -da Vahdet-i VüCÛD-u BİLir,
Vahdet-i VüCÛD-da Vahdet-i ŞüHÛD-u BULur,
Vahdet-i ŞüHÛD-da Vahdet-i SüCÛD-da OLur,
Vahdet-i SüCÛD-da Vahdet-i UHÛDiyyeti YAŞArız inşae ALLAHu Teâlâ..
Asla Unutulmaması gereken ise, EL ELe El YeduLLAHa…

Halkın bilir-bilmez kuru kavgaların uzak Hünkar Hacı Bektaş-ı Velî kaddesallahu sırrahu MuhaMMedî Ebdâl- MuhaMMedî Ebrâr- MuhaMMedî Ahyâr- MuhaMMedî Ahrâr kaddesallahu sırrahum SECDElerinden bahsetmektedir ki Kur'ân-ı Kerimimizde 14 yerde secde EMRi vardır…
Alınlarında MuhaMMed-i Hakikatın MÜHRünü taşıyan ALLAH dostları Kur'ân-ı Kerimimizde;

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve âmilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ(azîmen): Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 48/29)

MuhaMMedî MeLÂMetin ana yasası olan;
Sadakat-Samimiyyet-Sabır-SeLÂMet hedefine,
HUŞU’ ve HUZU’ ile NÂRını-CeheNNemini İslam edip NÛRu-CeNNeti KILış Fereci, GÖZler olup FeCRR gibi dökülen gÖZ YAŞlarıdır..
Haşyet, korku ve sevgiden de ötelerde Anlatılamaz bir derinlikte SAYgı duyuş BİLEliğidir..
Göz Yaşı ise. Kaynayan bu Kalb Kazanının dışa vuran mecburî Buharıdır..

وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ
Resim---Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne): Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.” (Bakara 2/45)

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Resim---Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn(kânitîne): Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun.” (Bakara 2/238)

Kânitîn: ALLAH celle celâluhu Huzurunda-Hazırında Huşu’ ve Huzu’ içinde kalış saygısıdır.

قُلْ آمِنُواْ بِهِ أَوْ لاَ تُؤْمِنُواْ إِنَّ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ سُجَّدًا
Resim---Kul âminû bihî ev lâ tu’minû, innellezîne ûtul ilme min kablihî izâ yutlâ aleyhim yahırrûne lil ezkâni succedâ(succeden). (SECDE ÂYETİ): De ki: "İster ona inanın, ister inanmayın: O, daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman, çenelerinin üstüne kapanarak secde ederler." (İsrâ 17/107)

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---Kad eflehal mu’minun(mu’minune): Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,” (Mü’minûn 23/1)

الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ
Resim---Ellezîne hum fî salâtihim hâşiûn(hâşiûne): Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır.” (Mü’minûn 23/2)

Ounu için tek ve eşsiz Rehberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İlahî SALL da;

Resim---Abdullah radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan nefesi tutuluyor, bu yüzden mübarek göğsünden, el değirmeninden gelen sese benzeyen bir ses geliyordu.”
(Ebû Dâvûd)

Resim---"Bir müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşû içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe, bu namaz önceki günahlarına keffâret olur. Bu her zaman böyledir."
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Bir müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşû içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe, bu namaz önceki günahlarına keffâret olur. Bu her zaman böyledir." Buyurdu.
(Osman İbni Affân radıyallahu anh’dan; Müslim, Tahâret 7)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ''ALLAHü teâlânın, himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken ALLAH'ı anıp gözünden yaş akan kimsedir ''
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ''Her mümin dağlar kadar günah ile mescidimizde bulunsa, ağlayan şu kişinin hürmetine oradakilerin hepsinin günahları affolur Çünkü melekler "Ya Rabbi, ağlayanları, ağlamayanlara şefaatçi kıl!" derler
(Beyhekî)

Resim---İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Sa’d İbni Ubâde radıyallahu anh hastalanmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Abdurrahman İbni Avf, Sa’d İbni Ebû Vakkâs ve Abdullah İbni Mes’ûd ile birlikte Sa’d'ı ziyârete geldi. Yanına girdiğinde onu elem ve ıstırap içinde, ailesi tarafından etrafı kuşatılmış bir halde buldu. Bunun üzerine:
- “Öldü mü?” buyurdu.
- Hayır, ey Allah’ın Resûlü (ölmedi), dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (Sa’d'ın bu ağır durumuna üzülerek) ağladı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ‘in ağladığını görünce oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
“Bilmez misiniz, gerçekten Allah, gözyaşı ve kalbin hüznü sebebiyle insana azâb etmez. Fakat -eliyle diline işâret ederek- işte bunun yüzünden azâb eder veya bağışlar” buyurdu.
(Buhârî, Cenâiz 45, Talâk 24; Müslim, Cenâiz 12)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi, Allah korkusundan ağlayan da ateşe girmez. ” buyurdu.
(Tirmizî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah korkusu ile gözden akan bir damla göz yaşından veya Allah yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, Allah indinde bir damla yoktur. ” buyurdu.
(Tirmizî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ağlayın, ağlayamazsanız, kendinizi zorlayın, hüzünlenin! Kıyametteki azabın dehşetini bilseniz, ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar namaz kılar, sesiniz kısılıncaya kadar ağlarsınız. ” buyurdu.
(Buharî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah korkusu ile, gözünden yaş akan mümini, Hak teâlâ ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun nurundan korur. ” buyurdu.
(İbni Mâce)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah için gözlerinden yaş akan müminin vücudunun, Cehennem ateşinde yanması haramdır. Bir damla gözyaşı ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan Allah korkusu ile akan gözyaşı, ateş deryasını söndürecek güçtedir. ” buyurdu.
(Beyhekî)

Resim---(Allah’ı anarken, Allah korkusu ile gözünden yaş akana, kıyamette azap olmaz.) [Hakim]

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah korkusu ile ağlayan göze, Cehennem ateşinin dokunması haramdır. ” buyurdu.
(Nesaî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamette herkes ağlayıp gözyaşı dökecektir. Ancak dünyada Allah korkusu ile, bir damlacık gözyaşı dökenler ağlamayacaktır. ” buyurdu.
(İsfehanî)

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 13 Tem 2013, 14:56
gönderen gullale
Hülâsa SECDEve gÖZ Yaşı bir değil, binbir ÂLEM İŞİdir ANLAtılmaz yaşanır..

ZEVK 1472

Bu Çölde CEYLAN İZİ Var!. -> Gözün Yaşları Dökülmüş!
AŞK Kolayda Derdi Zordur! Her YAN-ANın Sonu Külmüş!
Dönen Felek Değirmeni!.. Saç-Baş Un!. Değirmenciyim!
Nefes Nefes Ömrüm Gider! Beklerim >Belim Bükülmüş!..


12.05.1999 12:30..

“Altıncı makâmı,
sohbatta Hakîkat asrârın söylemekdür.
Yedinci makâmı seyr-i sülûkdür.
Sekizinci makâmı sırdur. (kendinden sadır olan kerâmetleri saklamak. Arapça aslî Nusha)
Dokuzuncu makâmı münâcâtdur.
Onuncı makâmı muş Çalap ta’âlâ’ya ulaşmakdur.
Vusul bundadur.”

Hakikatın Altıncı Makamı:

Sobette Hakikat sırlarını söylemektir.
Şeraitteki Beni hedef alan söz,
Tarikattaki Pîre ait sohbet,
Mârifetteki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i Zikrullah zevki Ve Hakikattaki El HAKK ALLAH celle celâluhu’nun Hayr Hazzı…

Sohbet, Kişilerin kendini ve RABB’ısını bilip geregi üzere yaşaya bilmek için İlâhî İlimi öğretim ve bunun uygulanması için Resûlî Edebi eğitim amaçlıdır.
Bu hususta ehliyetli ALLAH Dostları Pîrlerin sohbetlerinde arı-saf İlâhî sırlar olamalıdır.
Bir sürü ipe sapa gelmez hurafelerle, masal, rüya vs. hayalleriyle elbette hakikata asla ulaşılamaz.

MuhaMMedî MeLÂmette Hakkave Hayra tâlib-İstekli MuhaMMedî Gayretkeş bir kulun/nefsin özündeki Hakikat-ı MuhaMMedîyyesine ulaşmında Resûlî/Ehl-i Beyti aleyhumu's-selâm bir ReHBeR ki;
NaSSa Kur'ân-ı Kerim ve sahih hadis ilmi ve Sünnetullah ve Sünnet-i Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İÇinde yaşayan;
MuhaMMedî Âlim-Kâmil-Ârif-Âşık bir zât-ı muhteremdir ki Maddî-Manevî Sahib çıkmak ve çıkılmak temelli SUHBetlerde gerçek EREN YOLU İlmi-Edebi-İrfanı ve Erkanı şarttır..
Hakikatı SIRRları deyince câhillerin anlattığı bilmecler-bulmacalar değil de BİLdirmeceler-BULdurmacalar SIRRlanır..

Şeriatın Şariatı Tarikatın Şariatı
Şeriatın Tarikatı Tarikatın Tarikatı
Şeriatın Mârifeti Tarikatın Mârifeti
Şeriatın Hakiatı Tarikatın Hakiatı


Hakikatın Yedinci Makamı:
Seyr-i sülûktür.
İnsan nefsinin ömür boyu süren kemâlâtı (gelişimi, erginliğe ulaşımı) için yürürken maddi-mânâvî sistemi seyredip iceletip, anlayarak yol alıp yaşaması olan seyr-i sülûk…

Hakikatın Sekizinci Makamı:
Sırrdır.
Sırrın esası kişinin kendisine seyr-i sülûk içinde ikram edilen ve kerâmet denilen mânevî özellik ve güzellikleri olur-olmaz yerde rastgeleye açıp-saçmaması ve kendine mal etmemesidir.
Sohbette anlatılan ve gizli kalması bildirilen hususları saklamaktır.

Hakikatın Dokuzuncu Makamı:
Münâcâttır.
Allah'tan kulluk imtihnı bataklığı olan bu âlemde hata ve günahlardan kurtuluş için sürekli duâ eder olmaktır.

Hakikatın Onuncu ve sonuncu Makamı:
Allah Teâlâ’ya ulaşmaktır.
Vuslat bu makamdadır.
Hazreti Hünkârın burada buyurduğu bu makamın analtılması cidden çok zordur.
Anlatılamaz, anlaşılamaz ve ancak ehliyetli Hakk Erenler kılavuzluğunda yaşanır bir olgu ve oluşumdur.
Söylenegelen Fenâfillahın ne olduğu ise anlatılanlar içinde düşünülmeli.
Hep şaşmışımdır ki, Tek Ressamın Zâtı ile sonsuz resimlerinin zâtını cem’edenlere doğrusu..
Fenâyı ve Bekâyı bilmeyen ham sofuların ceryansız canları neler ister neler!!!

Tahkîk ol ârıflar sultânı ve Sa’da’d-dîn kendü kerem ü lutfundan birkaç beyitler buyurur:

Gerçek Ârifler Sultanı ve Saâdeddin kendi kerem ve lutfünden birkaç beyitte buyurur ki:

Bu makâma kim ire
İşbu nakdi kim dire
Varlıgın Hakk’a vire
Cümle âlam içinde

*

Kim bu sırra irmedi
kendüzini dirmedi
Bu ışkdan esrimedi
ömri zulâm içinde

*

Varlık yokluk bir durur
Işk u sevi bir durur
Dünye âhrat bir durur
Işk u Kadîm içinde…

Bu makam kim kavuşa,
Bu muazzam madeni kim toplaya
Geçici varlığını “Gerçek VAR” olan HAKK teâlâ’ya kim vere
Bütün bu yaratıklar içinde akıl-nakil edip kim şuûra ulaşıp yaşayıp ve de şâhidi ola…

Kim ki bu Tarikatın tevdidi biliş-buluş-oluş sırrına ermedi,
Bu sırra erip de keni özünü derleyip, toparlayıp arıtıp, durutup, kurutup tertemiz etmedi,
Bu müthiş çarpıcı şâhidi oluş Aşk Şarabını içip de sarhoşu olmadı,
İşte o kimsenin tüm ömrü körlük karanlığında gelip-geçecektir…

Yaratılanlar için geçici, izâfi, sınırlı ve sorumlu benliklerin-kişilik ve kimliklerin varlığı ve yokluğu biridir.
Var gözükenler var edenin VAR’lığıdır. Yokluk ise var eden için asla söz konusu değildir.
Şu anda Almanya’da Solingen deyim. Güneş var ise gündüz yok ise gece diyolar. Ama Solingen aynı Solingen…
Aşk ve muhabbet de bu zıtların zevkidir. Var-yok, iyi-kötü, gül-gübre…
Onun için Aslın (Muhabbetullah’ın)’sûrette yansıması Aşkullahı yaşayış şuûruna ulaşanlar için dünya âhiret Dinde Tevhid edip bir olmuşlardır.
Su kabının da BUZ’dan olduğunu anlarsa Testi derdi sona erer zaman ve zemin oyunu sona erer…
Elest ile mahşer aynı şaeyin iki yüzü olur…

Su’âl:
Pes ârıf su’âl sorar, eydür kim:
“Bu kırk makâmun yigirmisi danuklu ve yigirmisi danuksuz acabâ ne ma’nîden böyledür?” dir.
Cavâb budur kim:
Danuk kâl milkinde olur, hâl milkinde olmaz ve hem danuk inkâr evinde olur, belî evinde olmaz ve hem danuk daşra olur. İçerü olmaz.

Soru :
Öyle ise Ârif soru sorup derki:
“ Bu kırk makmın yiğirmisi tanıklı yiğirmisi tanıksız, acaba ne mânâdan dolayı böyledir?” der.
Cevab şudur ki:
Tanık Konuşma Âleminde olur. Ki bu âlemde konuşan ve konuşulan ikiliği vardır.
Hâl Âleminde tanık olamaz. Konuşanla konuşan cem’ hâlindedir.
Hem tanık İnkâr evinde olur. İlelik evinde olur parmak-yüzük bileliği aslında ayrılıktır. İkilik ten tekliğe geçişte Sırat köprüsü ara kesit..
İkrâr evi olan bile evinde tanık gerekmez. Et-tırnak bileliğinde ayrı olduğunu görüş görenin rüşde eripermediğiyle ilgilidir.
Hem tanık dışarıda olur. Muhitte olur ve sonsuz kesrettir.
Hem tanık asla içeride olamaz. Merkezde dönmeyen sabit nokta, Sırr-ı Süveyda, şah damarından yakınlık kara deliği…

Pes kırk makâm budur kim dedük eger sen dahı yigrek bilürsen eyüdür ve eger ni bu hırk makâmun birisi eksük olurısa hakîkatlık tamâm olmaz zîre kim şartı eksük olur.
Meselâ:
Biregü diliyile îmân getürse ve gönliyile inanmasa veyâhod öşrü zekâtı tamâm virmese veyâhod hacca varur iken yaldan girü dönse veyâhod Tanrı ta’âla hükümlerinden birin bâtıl dutsa veyâhod Muhammad’un sahâbalarınun birin nâ-hak bilse dükeli işledügi amaları habâ’an mensûra olur.
Kavlu Tealâ:

فَجَعَلْنَاهُ هَبَاء مَّنثُورًا…

Gerçi biz burada kırk makam bunlardır dedik ve açıkladık ancak sen daha iyi bilrsen çok iyidir.
Eğer ki bu kırk makamın birisi eksik olursa sonuçta hedef olan Hakikata kavşma tamamlanamaz.
Çünkü şartları yerine getirilemedi veya getirilemedi…
Meselâ:
Bir Can diliyle iman etse de kalbiyle dilndekini tasdik edip inanmasa, veyahut zekatı tam olarak vermese, veyahut hacca gideriken yoldan geri dönse, veyahut Allah teâlâ’nın hükümlerinden birini bâtıl (hakikatsız) saysa, veyahut Muhammed Aleyhisselâm’ın sahabelerinden birini (haksız yere) haksız bilse bütün işlediği âmelleri yerle bir-hebâ olur…
Hazreti Hünkârın buyurduğu bu husus haktır.
Ancak hadisleri iyi incelemek gerekir.
Zulmeden kim olursa olsun ne olduğu âyet ve hislerde mevcuttur.

Allah Teâlâ Buyruğu:

وَقَدِمْنَا إِلَى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَاء مَّنثُورًا
Resim---Ve kadimna ila ma âmilu min amelin fe cealnahü hebaem mensura : Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).” (Furkân 25/23)

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 22 Eyl 2013, 00:12
gönderen gullale
Resim O günkü dille orjinali:

7- Bâb-ı sâb’ı : YEDİNCİ BÖLÜM

YEDİNCİ BÖLÜM-1

Bu Bâb Ma’rıfatun Ma’ruf Cavâbın Bayân Kılur
Ol kutb-ı âlem ve fahr-ı benî Âdem el –Hâcî Bektâş el- Horâsânî rahmatu’llâhı alayh buyurur kim:

Gönül bir şehristândır ki Hakk subhânahu ve ta’âlâ arşdan tâ tahta’s-sarâya degin ne kim yaratdıysa ol şehristânda vardur ve hem ol şehre sığar ve hem ol şehristânda iki sultân vardur: Birisi rahmânidur ve birisi şeytânıdur.
Rahmâni sultânun adı akıldur ve nâyıbı îmândur ve subaşısı miskînlikdür.
Ve hem yüreğün sağ kulagında yidi kala vardur, her bir kalada Hakk subhânahu ve teâlâ bir dizdârı müvekkel komışdur ve ol dizdarlarun adı bir bir malûmdur.
Evvelki dizdârun adı ilimdür
İkinci dizdârın adı comardlıkdur
Üçüncü dizdârun adı öd ü hayâdur
Dördünci dizdârun adı saburdur
Beşinci dizdârun adı perhîzkârlıkdur
Altıncı dizdârun adı korkudur
Yidinci dizdârun adı edebdür
Pes degme bir dizdârun yüz bin hasadı vardur ve degme bir hasadun yüz bin çerisi vardur ve bular kamusı îmân bekçileridür.


Resim

Ma’ruf : Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. * Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf)
Bayân : Beyan İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. * Öğretme. * Fesahat ve belâgat. * Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı. (Bak: Belâgat) * Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan bir sözle veya bir fiil ile açıklamaktır.
Şehristân : f. Büyük şehir.
Arş : Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. ALLAHın kudret ve saltanatının tecelli yeri.
Tahta’s-sarâ : (Taht-es serâ) Toprak altı.
Nâyıb : Naib. (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Subaşı : Şimdiki zabıta ve daha ziyade belediye memurlarının gördükleri işleri gören ve kasabaların idâresi başında bulunan memurun ünvanı idi.
Dizdâr : f. Kale muhafızı, kale ağası.
Müvekkel : Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan. Bir kimse tarafından işlerini görmek veya kendisini müdafaa ettirmek için vekil edilmiş kimse.
Öd : Edeb, safra kesesi.
Perhizkâr : Perhiz eden, nefsini tutan. Zararlı şeylerden, günahlardan sakınan.
Hâss : (C.: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu.
Çeri : Asker.


ResimBu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Bu bölüm mârifetin bilinen-şeriata uygun cevâbını îzah edip açıklar.
Âlemin kutbu ve insanoğlunun övünç kaynağı ALLAH ona rahmet etsin Hacı Bektaş Horasanî buyurur ki:

Gönül bir büyük şehirdir ki Hakk Suhhanehu ve Teâlâ Arş’tan ta Yerin altına kadar her ne ki yarattıysa hepsi de onun içinde varıdır ve sığarlar.
O şehristanda iki Sultan vardır.
Birisi Hakkı ve hayrı emreden Rahmânî Sultan.
Diğeri Bâtılı ve şerri emreden şeytanî Sultan.
Rahmânî Sultanın adı akıldır ve vekili-baş yarımcısı imandır. İdarecileri Hakta ve hayırda yer tutup-sâkin olan Hakk dostu miskinlerdir.
Aynı zamanda kalbin sağ kulağında yedi kale vardır.
Hakk Suhhânehu ve Teâlâ her kalede bir kale muhafızını vekil tayin etmiştir.
Kale muhaflarının isimleri bir bir bilinmektedir.
Birinci kale muhafızının ismi İlimdir.
İkinci kale muhafızının ismi Cömertliktir.
Üçüncü kale muhafızının ismi Edeblilik ve Hayâdır.
Dördüncü kale muhafızının ismi Sabırdır.
Beşinci kale muhafızının ismi Perhizkârlıktır. Nefsine sahip olmaktır.
Altıncı kale muhafızının ismi Korkudur. Takvadır.
Yedinci kale muhafızının ismi Edebdir. Muhammedî Edebdir.
Sıradan-rastgele bir kale muhafızının bile yüz bin hasadı ve her hasadın da yüz bin askeri vardır.
Ve bunların tümü de îmânın bekçileridir.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 09 Eki 2013, 06:48
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

Pes azîz-ı men!
Ol dem ki bu işleri tamâm kılduk Çalap Tanrıdan diledük ma’rıfat yâr geldi geldi ve hem biş hıl’at duta geldi:
Evvelki hıl’at ilhamdur ikinci hıl’at mahabbatdur.
Pes bunlar câna kondu cân dirildi, akla muvâfık geldi; geleni gideni anladı.
Zîre kim cümle nesneler canıla dirilür ve lîkin cân Ma’rıfatıla dirilür.
İmdi ma’rıfatlu cân erenler cânıdur ve ma’rıfatsuz cân hayvanlar cânıdur
Bu mahalda ârıf ana su’âl ider ki:
Pes imdi azîz-ı men!
Cânlar ki dirsin cân kaç dürlüdür, öli midür yohsa diri midür?
Ve hem cân dirildi dirsin, pes cân evvel öli midi, öli nite diri ola?
Hoş sordun yâ ârıf!
Cavâb budur kim:


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---Ve yes'eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbi ve ma utitüm minel ilmi illa kalila : Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.(İsrâ 17/85)

Cân iki dürlüdür biri cândur biri cânândur:
Ya’nî Hak subhanahu ve ta’âlâ hazratları Rasûlına hıtâb idüp eydür kim:
“Ya Muhammad! Eger sana rûhdan su’âl iderlerse cavâb vir ki Rûh benüm rabbumun emründedür.”
“Min” bunda ba’zı ma’nâsınadur.
Öyle olsa bir ma’nî dahı:

Cân üç dürlüdür.
Evvelki câna “rûh-ı cismânî” dirler kim teni diri kılur ve diken batdugın ve kıl çeküldügin duyar.
İkinci câna “rûh-ı ma’âş” dirler, zîre yir içer ve acmak ve susamak bilür.
Üçüncü câna “rûh-u ravân” dirler ki bu ten uyuyıcak ol cân uyanur.


وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا
Resim---Ve ce'alna nevmekum subaten. : Uykunuzu bir dinlenme kıldık.” (Nebe 78/9)

(Ya’nî ) uyku rahatunuzdur dir hemen ten maslahat ıçûn degüldür.

Resim

Pes azîz-ı men! : Bundan sora azîzim!
Pes: Öyle ise, ard, arka geri.
İmdi : Şimdi, artık, o halde, öyleyse.
Azîz : İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. * Dost. * Şerif. * Nadir. * Dini dünyaya âlet etmeyen. * Sireti temiz. * Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi. * Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.
Azîz-ı men : Benim azîzim.
Biş : Çok.
Hıl’at : (Hil'at. C.) Hükümdar veya vezirler tarafından bir kimseye mükâfat olarak giydirilen kaftanlar, hil'atlar.
İlham : Allah tarafından kalbe gelen mâna.(İlhamın ekserisi vasıtasız olarak kalbe gelir. İlhamın en cüz'îsi ve basiti hayvanat ilhamıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra melâikenin ilhamatıdır, sonra evliya ilhamatıdır, sonra melâike-i izam ilhamatıdır... S.) (Bak: Vahiy)(İlham, aslında bir şeyi bir defada yutmak mânasına "lehm" den if'al olup, lahzada yutturmak mânasınadır. E.T.)
Muvâfık : Uygun. Yerinde. Denk.
Lîkin : Lâkin.
Su’âl ider : Sorar.
Nite : nasıl.
Ba’z : Bir şeyin bir kısmı. Bir parça. Bâzısı. Biraz.
Ma’nî : Mânâ.
Maaş : Geçinilecek şey. Yaşayış. Aylık para.
Ravân : Revan. f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.
Maslahat : İş, mes'ele. * Sulh yolu. * Fayda, maksad, keyfiyet. (Zıddı; mefsedettir)


ResimBu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Ey Azîz Can!
Ne zaman ki bu işleri tam yapar-yerine getirir de Hakk Suhhanehu ve Teâlâ’dan dilersek, Mârifetullah bize yâr olur.
Mârifet bize pek çok manevi makam elbisleri giydirir.
Her kemâlât makamında nefsimiz olgunlaşır rüşde erer.
Mârifetin birinci hil’atı İlhamdır.
Mârifetin ikinci hil’atı Muhabbettir.
Ne zamanki bu ikisi “Can” a sokuldu akla uygun-gerekli-denk geldi.
Ve ham aklıl bunlara kavuşunca geleni- gideni, iyiyi-kötüyü ve kârı zararı anlamaya başladı.
Zira şu bir İlâhî kanun ve gerçektir ki her şeyler can ile dirilir.
Velâkin can ise sadece Mârifetle dirilebilir.
Onun için Mârifetli Can Hakk Erenlerin canıdır.
Mârifetsiz can ise ancak hayvanların ve hayvan kalıp insanlığını idrak edememiş zavallı insanların canıdır.
Burada-sözün bu yerinde Ârif onan sorar ki:
“Ey Azîzim!
Sen canlardan bahsediyorsun, can kaç türlüdür, can ölü müdür yoksa diri midir?
Ve hem sen can dirildi diyorsun, can önceden ölü müydü?
Ölü idiyse nasıl dirile?”
“ Hoş sordun Ey Ârif!
Cevabım şudur ki:
Can iki türlüdür: Biri “Can”dır. Diğeriyse Cânân’dır.
Demem o ki:
Hakk Suhhanehu ve Teâlâ Hazretleri Rasûline hitab edip buyurdu ki:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---Ve yes'eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbi ve ma utitüm minel ilmi illa kalila : Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsrâ 17/85)

“Ey Muhammed!
Eğer sana Ruhtan soru sorarlarsa cevab ver ki, Ruh benim Rabb’ımın emrindendir.”
Âyet-i Celîledeki “min” edatı ba’zı ma’nâsınadır. Ba’z ise bir şeyin bir kısmıdır.
Böyle olup anlaşılınca “Can”ın başka ifadeyle mânâsı :
Can üç türlüdür:
Birinci Cana “Ruh-u Cismânî” derler.
Cism olan bedeni yerinde tutan can.
Ki bu can teni-bedeni diri yapar, dikenin battığının ve kendi bedeninden kılın çekildiğinin acısını duyar.
İkinci Cana “Ruh-u Maaş” derler.
İnsanın hayatta varlığının devam olan geçinmeyi sağlayan can.
Bu can yer-içer, acıkmayı ve susamayı bilir.
Üçüncü câna “Ruh-u Revân” derler.
Madde ile Mânânın cem’i-birlikte bulunduğu insanda iki tarafa da akış-geçiş ve oluş imkanı olan can.
İnsan bedeni-teni uyuyunca bu can uyanır.
Yâni can uyanık olur bekler de:
“Uyku rahatınız ve bedenin yaşaması için gereklidir.

وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا
Resim---Ve ce'alna nevmekum subaten. : Uykunuzu bir dinlenme kıldık.(Nebe 78/9)

Zâten beden de yaratılışın ana maksadı değil yardımcı âletidir.” der gibi.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 23 Eki 2013, 21:15
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

Pes bunda dahı ma’nâ üç kişiye kelâm yokdur:
Evvel nâ-raşîde oglana, ikinci delüye üçünci uyuyana tâ uyanınca .
Ve hem gicelerde ün ırak gider; gündüzin ırak gitmez niçün? Anunıçün kim Âdam oğlanı dünin dünye günâhından arınur perde az olur ün ırak varur.
Ammâ gündüzin günâhları biri birine ulaşur perde olur anunçün ün ırak gitmez.
İmdi bildün kim uyku bir niçelere ten râhatıdur ve bir nîçelere cân râhatıdur.
Ve hem cân katında ten ılkıya benzer pes ten cânun merkebidür ıssıyı sovugı datluyı, acıyı cân sebebinden ten dahı duyar.
Ve hem ılkılar dahı dikene düşmezler köy yolun bilürler azmazlar ve lîkin Hak yolun bilmezler zîre kim bularun gönülleri gözi kördür.
Pes imdi şular kim “كَالْأَنْعَامِ” dur hayvânlar gibidür.
Hak yolun niçe görebileler?
Nitekim hazrat-ı Rasûl alayhı’s-salâm buyurur kim:
“Hak subhânahu ve ta’âlâ âdama dört göz virdi.
İkisi baş gözidür ve ikisi gönül gözidür; baş gözile halkı görür ve gönül gözile Halık-ı görür.”


ResimBu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Bundan anlaşılan ve çıkan mânâ şu ki şu üç kişiye kelâm- bağlayıcı kulluk teklifi yoktur:
Birincisi rüşdüne-erginliğe ermemiş henüz çocuk olana.
İkincisi deliye. Aklı olmayna. Hayrı-şerri ayıramayana.
Üçüncüsü ise uyanıncaya kadar uyuyana kulluk gereği yapması gereken görevler yoktur.
“Hem geceleri ses çok uzaklara gider de gündüzleri ıraklara gidemez niçin?”
Onun için ki Âdemoğlu gece olunca dünün dünya günahlarında el çekip-arınıp temizlenince perde az olur.
Ses de uzaklara ulaşır.
Gündüz ise günahları birbirine kavuşur perde olur sesi engeller.
Hazreti Hünkâr kulağının dibinde okunan ezanları duymayanlarla engelleyen perdeleri ve bu perdelerini sıyıranların nasıl uzaklardan haber aldıklarını ne ustaca buyuruyor!
Şimdi bildin ki;
Uyku nice insanlar için bir ten-beden rahatıdır.
Nice insanlar için ise can-ruh rahatıdır.
Ve hem can katında ten kendi başının çaresine bakmak üzere dağlara-meraya bırakılan ılkı atına benzer.
O hâlde ten canın eşeğidir.
Ten-beden zaten ısıyı-soğuğu, tatliyi-acıyı canın kendinde oluşundan dolayı hisseder-duyar ve anlar.
Köy hayatını bilenler bilirki ılkı atları da dağlarda otlarken dilkenleri-uçurumları gece-gündüz bilirler ve düşmezler.
Köyün yolunu ise asla unutmazlar ve azıp-yolunu şaşırıp yaban ellere çekip gitmezler…
Ne var ki- velâkin;
insanların Hakk Yolu’nu bilmemesine sebeb onların gönül gözleri kördür.
Kafa gözleri var ama Kalb gözleri kör!
İşte böyle olanlar ki onlar:
“كَالْأَنْعَام” dır.
Hayvânlar gibidir:

أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا
Resim---Em tahsebü enne ekserahüm yesmeune ev ya'kilun in hüm illa kel en'ami bel hüm edallü sebila : Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.(Furkân 25/44)

Hakk yolun nasıl görebileler?
Nitekim Hazret-i Rasûl alayhi’s-selâm buyurur ki:
“Hak subhânahu ve Teâlâ insana dört göz virdi.
İkisi baş gözüdür ve ikisi gönül gözüdür; baş gözüyle halkı görür ve gönül gözüyle de Hâlik’ı görür.”


Resim

Nâ-raşîde : Rüşde ermemiş. Ergenliğe ulaşmamış.
Ergen : (Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğrenir. Ve iyi alışkanlıklar edinirse ergenlik çağında bunlara daha kolay uyar.
Ün : Ses.
Rahat : Üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak. İstediği her şeyi bulup telâşsız olmak. Müsterih. * Dinlenmek. * El ayası.
Ilkı : Kış ayları gelince dağlara bırakılan ve kış boyunca oralarda barınıp otlayan at.
Diken : Dilken. Uçurum, yar.
Hâlik : Yoktan yaratan. Yaratıcı. Allah (cc)

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2013, 20:23
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

Pes anunıçün Hâlık sevmek, şavk u zavk gönül içinde od gibi kopar tene yayılur ve ol sûratdan harakat kopar.
Ve hem ol harakat Hâlık dostlıgıçündür, halâldur.
Ve hem ten câna merkebdür, şükür deminde cân nite kılınursa ten dahı şöyle şükür kılur.
Pes bilmeyene bu söz ma’nî bildürür.
Pes imdi biregünün kim gönli gözi olmasa Hak’dan ne habarı var. Zîre kim bir kimesne şekker yimedük olsa adın eyitmegile dadın ne bilür?
(Ve bir kişinün haddı-ı zâtında gözleri görmez ola, ana gör dimekden ne fâ’ıda ola.)



ResimBu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Onun içindir ki Hâlik teâlâ’yı sevmek şevki ve zevki gönül içinde ateş gibi yanar-büyür ve bütün bedene yayılır.
İç-Öz-Sîret olan içten gelen bu ateşle dış-sûret olan bedende hareketler başlar.
Ve bu hareketler Hâlik teâlâ’nın Dostlığu için olup O’nun emir ve yasakları içinde olduğu için hepsi helâldir.
Nikahın helâl ve zinanın haram oluşu izah buyuruluyor.
Hem ten canın bineği olan eşeğidir.
Hakk’a şükr zamanında can nasıl bir davranış istemişse ten-beden de onu aynen uygulamaya mecbur yaratılmıştır ve yapar.
Gerçekten doğru olanı bilmeyene bu söz işin iç yüzünü-mânâsını bildirir.
Öyle ya bir kimsenin ki, gönül gözü olmasa-kör ise Hakk’tan ne haberi olacak?
Zira şeker yemese de şekerin ismini söylemekle şekerin tadını nasıl bilecek?
Bu şuna benzer ki;
Bir kişinin gözleri kör olduğu hâlde ona : “Gör!..” demekten ne fayda elde edilir.


Resim

Şavk : Işık, parıltı. * Şevk. Işık, parıltı. * Şevk.
Biregü : Bir kimse.
Eyitmek : Söylemek. Demek.


Resim O günkü dille orjinali:

Anınçün hidâyet ‘azizdur Halık katında:

وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِم مِّن شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ
Resim---Ve la tatrudillezine yed'une rabbehüm bil ğadati vel aşiyyi yüridune vecheh ma aleyke min hisabihim min şey'iv ve ma min hisabike aleyhim min şey'in fe tatrudehüm fe tekune minez zalimin : Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın!(En’âm 6/52)

Ol Kadîm-i lem-yezel ve lâ-yezâl buyurur kim:
“İy kullarum!
Her nesne kim görürsiz, göz ile mi sanursız veya işitmekligi kulagıla mı sanursız veya söylemekligi dil ile mi sanursız veya dutma(klı)gı elile mi sanursız veya yörimekligi ayagıla mı sanursız veya yarlıganmaklıgı tâ’atlıla mı sanursız veya hışmı günahıla mı sanursız veya göyünmekligi od ile mi sanursız?
Pes Âdam ‘alayhı’s-salâma uçmak içinde bir ‘azab işledüm kim damuda dahı ol ‘azab yogıdı ve hem İbrâhim ‘alayhı’s-salâma od içinde bir bûstân virdüm kim uçmak içinde dahı ol bûstân yogıdı; ve Fir’avn-ı la’înı Nîl ırmagında gark itdüm ve Mûsâ ‘alayhı’s-salâmı Fir’avn’dan kurtardum; zîre kim dostum sakladum duşmânum helek eyledüm, ve hem yüz bin hazârân yüz bin ferişteler göyündürdüm, her giz birisinün bir zerre günâhı yogıdı ve hem yüz bin hazârân yüz bin âdam yarlıgadum kim her giz birinün bir zerre tâ’atları yogıdı; her ne kim işlersem kadırvan kudratum yiter kimi gerekise agladurum ve kimi gerekise güldürürem.
Gerek öldürem gerek dirgürem, ânı kim ben bilürem, siz bilmezsiz ve lîkin enüm ‘ınayatum havf u racâ ortasında olanlarıladur.
Halî yâ sözden terk yok, bizüm sözümüz cân bayân kılmakdur, pes anlarun kim gönülleri müşevveş olmışdur, ya’nî karcaşukdur- gönülleri mütekebbirdür cânları mudda’îdur “elest” deminde yok diyenlerdür, hayvanlar gibidür; üç cânlular bulardur ve hiç dınmayanlar “بَلْ هُمْ أَضَلُّ” dur: anlarun hakkında gelmişdür.


وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---Ve le kad zera'na li cehenneme kesiram minel cinni vel insi lehüm kulubül la yefkahune biha ve lehüm a'yünül la yübsirune biha ve lehüm azanül la yesmeune biha ülaike kel en'ami bel hüm edall ülaike hümül ğafilun : Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.(A’raf 7/179)

Hâlîyâ bunları “âdam ‘ılmi”nde yâd kılavuz inşâ’allâh ta’âlâ.
Ammâ bizüm katumuzda cân bişdür ve lîkin bu sözi anlamak delim işdür; ve hem âdam ma’nisi dahı üçdür ve kendüyi bilmek yavlak güçdür ve kendüyi bilmeyene bu söz hiçdür ve eger bilmek dilersen kitâbda yazdum uşdur:


وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve le kad sadekakümüllahü va'dehu iz tehussunehüm bi iznih, hatta iza feşiytüm ve tenaza'tüm fil emri ve asaytüm mim ba'di ma eraküm ma tühibbun, minküm mey yüridüd dünya ve minküm mey yüridül ahirah, sümme sarafeküm anhüm li yebteliyeküm, ve le kad afa anküm, vallahü zu fadlin alel mü'minin : Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır.(Âl-i İmrân3/152)

Bu ayatun ma’nîsi dükeli mülke yiter eger bilünürise.


ResimBu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Onun için Hâlik Teâlâ katında hidayet çok izzetli-değerlidir.
Başlangıcı ve sonu olmayan buyurur ki :
“ Ey kullarım!
Birçok şeyler görürsünüz.
Onu görüp tanımanızı göz ile mi sanırsınız?
Bir sesi işitmenizi kulakla mı sanırsınız?
Söz söylemeyi dil ile mi sanırsınız?
Bir şeyi tutmayı el ile mi sanırsınız?
Yürümeyi ayakla mı sanırsınız?
Allah Teâlâ’nın sizi bağışlamasını taat-ibadet etmekle mi sanırsınız?
Allah Teâlâ’nın hışmına uğramayı günah işlemekle mi sanırsınız?
Sıcaktan gevremeyi-göyünmeyi ateşle mi sanırsınız?
Âdem alayhi’s-selâma bana değil de yanlışlıkla şeytana uyduğu için cennet içinde bir azab işleyecek iş yaptırdım ve öylesine pişman olup acı çekti ki bu acı-azab cehennemde bile yoktu.
Ve yine İbrahim alayhi’s-selâma bana güvenmesinden dolayı ateş içinde öylebir gül bağı verdim ki cenne içinde bile o gül bahçesi yoktu.
Kendini âlemin rabbi ilân eden rahmetimden çıkmayı tercih eden Firavun’u Nil Irmağında boğdum.
Mûsâ alayhi’s-selâmı Firavun’dan kurtardım.
Böylece Ben;
Benim dostluğumu tercih eden dostumu sakladım-korudum.
Benim dostluğumu tercih etmeyen düşmanımı helak ettim.
Ve Ben nice sayısız melekleri Zikrullahla gevrettim-göyündürdüm ki hiç birisinin asla bir zerre kadar günahı da yok idi.
Ve yine sayısız-binlerce insan bağışladım ki onların böyle yapmamı gerektiren bir zerre kadar ibadetleri yok idi.
Her ne ki yapar isem sınırsız gücüm-kudretim yeter.
Kimi gerektiriyorsa-emirlerimi duyup-uymuyorsa ağlatırım.
Gerektireni de- emirlerimi duyup-uyanı da güldürürüm.
Gerek öldüreyim, gerekse dirilteyim onu ancak ben bilirim siz asala bunu bilemezsiniz.
Şu husus da var ki Benim yardımım-meded ve lutfüm Havf ile recâ ortasında olanlaradır.
Onlar öyle Erenlerdir ki;
Sanki Rabb’leri kendilerini asla bağışlamayacakmışcasına havf-korku içinde,
Ve mutlaka bağışlayacakmışcasına bir recâ—ümit içindedirler.
Bu iki uç sınırın içinde ihlasla kulluk –ibadet ederler hayatları boyunca…
Şimdiki hâlde ise anlatmakta olduğumuz konuyu terk etmek yok.
Anlatmakta-açıklamakta olduğumuz “Can” konusudur.
O insanlar ki;
Gönülleri karmakarışık,düsensiz, kibirli, eğoist, kendini beğenmişdir.
İşte onların canları davacıdır. Her konuda ve hükümde tersini iddia eden inatçılar olup doğru mu yanlış mı diye düşünmeden kendi fikirlerini savunur dururlar.
Bu kimseler Allah teâlâ’nın Ruhlar Âleminde “Elestü” zamanındaki
“Bensizin rabb’ınız değil miyim?” sorusuna “Hayır! Değilsin!” diyenlerdir.
Bunlar aklı olmayan hayvanlar gibidirler.
İşte bunlar kendisinde üç türlü can olduğu hâlde nefsî kemâlâta- erginliğe ulaşıma çaba harcamayan-tınmayan ve aldırmayan zavallılardır.
Bunlar : “بَلْ هُمْ أَضَلُّ” dır:
Bu âyet onların hakkında gelmişdir.
Şimdik hâlde bu kadar, ama “İnsan İlmi” kısmında İnşâallah tekrar anlatıp-anarız.
Amma-fakat bizim görüşümüze göre-katımızda can çoktur.
Lâkin bu sözü anlamak hayli zordur.
Ve de Âdem-İnsan demenin mânâsı üçtür.
İnsanın kendini-nefsini bilmesi gerçekten çok güçtür.
Kendini bilmeyene ise bu söz güçtür.
Hazreti Hünkâr: “Kendini bilene babasının kanı helal, kendini bilmeyene anasının sütü haram” sözünü ne güzel bildiriyor.
Ama sen gerçekten kendini bilmek istiyorsan ben bu kitabda yazdım ki işte buyur:
Bu âyetin manası bütün âlemlere değer kıymette eğer bilinirse…


Resim

Hidayet : Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
Lâ-yezâl : Zevalsiz olana, sonu olmayan.
Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
Hışm : f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık.
Göyünmek: Göynemek. Yandığı gözükmemekle beraber dokunduğunda yanmak üzere olduğu alaşılan. Kızarmış bir sobaya yakın durulduğunda pantolonun bacağa değmeyen ve sobaya daha yakın olan kısmı gevrer ve çekilince deriyi yakar ve buna bizim köyde göynemiş denir.
Uçmak : Cennet.
Damu : Tamu. Cehennem.
Bûstân : f. Çiçek ve gül kokularının çok olduğu yer, bahçe.
Ferişte : (Ferişteh) f. Melek. Günahsız. Masum. Yumuşak huylu.
Yarlıgamak : Bağışlamak.
Hergiz : Asla.
Kadırvan : Muktedir-işe gücü yeten.
İnayet : Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
Havf : Korku, korkutmak.
Recâ : Emel, ümit, yalvarmak. * Cânib, taraf. * İstek, arzu, dilek.
Biregü : Bir kişi. Bir kimse.
Halîyâ : şimdiki zamanda, şimdiki halde
Müşevveş : Karmakarışık, anlaşılmaz, düzensiz.
Mütekebbir : Kibirli. Büyüklenen. Tekebbür eden. * Esmâ-i İlâhiyeden olup, Allah'ın büyüklük ve azametini ifade eder.
Mudda’î : Müddei. İddia eden. İddiacı. Davacı. * Bir hükümde ayak direyen. Hak olduğunu veya herhangi hakkın zayi olduğunu dâvâ eden. * İnatçı, muannid.
Biş : Çok.
Delim : Delüm. Pek çok. Hayli.
Yavlak : Çok fazla.
: İşte, şimdi.
Dükeli : Dükeli : Hep, hepsi, bütün, cümle, herkes.



وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.(A’raf 7/172)

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2013, 13:39
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

Pes imdi ‘azîz-i men!
Anlar kim dünye isterler ılkılardan dahı kemdür:
Ve anlar kim âhırat isterler bunlar havf u racâ kavmudur;
Ve ammâ anlar kim Mevlâ’yı isterler, bunlar muşâhada kavmudur.
Pes Hak subhânahu ve ta’âla kerem u lutfundan buyurur kim:
“İy kullarum! İsten beni kim size bulınayın dir.
Ve iy âşıklar!
Özür ilen kim ‘afv kılayın” dir.
Zîre kim gök aglar, yir güler ya’nı gökden yagar yirden biter:
وَهُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَأَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُّخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُّتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِن طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِّنْ أَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ انظُرُواْ إِلِى ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَيَنْعِهِ إِنَّ فِي ذَلِكُمْ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Resim---Ve hüvellezi enzele mines semai maa fe ahracna bihi nebate külli şey'in fe ahracna minhü hadiran nuhricü minhü habbem müterakiba veminen nahli min tal'iha kinvanün daniyetüv ve cennatim min a'nabiv vez zeytune ver rummane müştebihev ve ğayra müteşabih ünzuru ila semerihi iza esmera ve yen'ih inne fi zaliküm le ayatil li kavmiy yü'minun : O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.” (En’âm 6/99)
Pes göğden yagmıyacak yirden nesne bitmez.
Ya’nî sizden aglamak ve benden günahlarınuzı ‘afv kılmak dimek olur.


ResimBu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Şimdi Azîzim!
O kimseler ki sadece dünyayı isterler ılkı atlarından daha kötü ve onlar kadar bile akıllarını kulanamadılar.
O kimseler ki âhireti isterler bunlar havf ve recâ ehlidirler.
Ve kimseler ki Mevlâ’yı isterler, bunlar muşâhede ehlidirler.
Hak Subhânahu ve Teâla kerem ve lütfundan buyurur ki:
“ Ey kullarım!
Beni dileyinde size ne isterseniz yerine getireyim.
Ve Ey Âşıklar!
Özür dileyin ki affedeyim.
Zira ki gök ağlar da yer güler.
Yâni gökten rahmet yağar da yerden bitkiler biter-yetişir.
Gerçekten gökten yağmayınca yerden hiçbir bitki varlık gösterip yetişemez.
Bu söz; sizden günahlarınız için ağlamak gerek, benden ise affetmek demektir.


Resim

Kem: f. Az, noksan, eksik. * Kötü. Fenâ. Ayarı bozuk. * Fakir, hakir.
Muşâhada: Müşahede. Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 13 Oca 2014, 15:28
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

8- Bâb-ı sâmın : SEKİZİNCİ BÖLÜM

SEKİZİNCİ BÖLÜM-1

Bu Bâb Şaytân Ahvâlin Bayân Kılur.
İkinci sultân iblisdür didik; ve hem nefis şeytânun nâyıbıdur ve hem su-bâşıları kibirdür ve hassadur ve bahıllukdur, ve tâma’dur ve öykedür ve gaybatdur ve kahkaha vu maskaralıkdur bu yidi nesne kim sadıkaduk dizdârlarıdur ya’nî kapucılardur.
Pes yüregün sol kulagında yedi kal’a vardur ve her bir kal’âda bir dizdâr vardur, ol yüreğün sag kulagındaki kal’alara havâla olup müvekkeldür.
Degme bi dizdârun yüz bin hasadı vardur ve degme bir hasadun yüz bin su-başısı vardur.
Pes imdi hasad buhul tama dünyedi terk etmegile gider.
Ve hem öyke ve gaybat ve kahkaha ve maskaralık perhîzgerligile gider, bunlarun kamusı sabrıla eymen olur.
Amma kibrün aslı şeytândur ve miskînlik aslı rahmândur.
Pes imdi kaçan kim kibir gelse miskînligi ana havâla kılmak gerek.
Ve hem hasad aslı şaytândur ve comartlık aslı rahmândur, kaçan kim buhul gelse comartlıgı ana havâla kılmak gerek.
Ve hem buhul âslı şaytândur ve comatlık aslı rahmândur, kaçan kim buhûl gelse comertligi ana havâla kılmak gerek.
Pes imdi comertlık dahı dort gürûhdür.
Evvel mâl comartlıgı, bâylarundur
İkinci ten comartlıgı gâzîrundur
Üçünci cân comartlıgı ‘âşıklarundur
Dördünci gönül comartlıgı ‘ârıflarındur


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Bu bölüm şeytan hâllerini açıklar-anlatır.
Gönül-Kalb Şehristenında İkinci Sultan İblistir dedik.
Bu sultanın vekili nefistir.
İşlerini gören görevlileri; kibir, hased, cimrilik, tamah-aç gözlülük, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralıktır.
Bu yedi şey ki çok sadık-bağlı kapıcıları-koruyucularıdır.

Yine Kalbin sol kulağında yedi kale vardır.
Ve her bir kalede bir kale koruyucusu-ağası vardır.
Kalbin sağ kulağındaki kalelere karşı görevlendirilip gönderilmişlerdir.
Sıradan bir kale komutanının yüz bin hasedi olup değme bir hasedin yüz bin görevli memuru vardır.
Şunu bil ki hased, cimrilik ve aç gözlülük dünyayı aşırı sevmeyi terk etmek ile yok olur gider.
Öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralık ise bunlara karşı perhiz-sakınıp çekinme ile ortadan kalkar.
Bunların tümü ise sabır etmekle yok olup yerine daha değerli olan meymenetli huylar gelir.
Kendini herkesten yüksek görüp kibirlenmenin aslı –varacağı en uç Şeytandır.
Kendini Rabbısı karşısında dengeli bir kulluk içinde sâkin kılan miskinliğin-Erenliğin aslı –varacağı en uç Rahmândır.
Ne zaman ki insana kibir sataşsa hemen onun üzerine miskinliği göndemek gerekir.
Hasedinde aslı Şeytandır.
Cömertlik ise Rahmândandır.
Ne zaman ki insana cimrilik sataşsa hemen onun üzerine cömertliği göndemek gerekir.
Cömertlik dört türlüdür:
Birincisi mal cömertliği Beylere mahsusutur.
İkincisi ten-beden cömertliği Gâzilere mahsusutur.
Üçüncüsü can cömertliği Âşıklara mahsusutur.
Dördüncüsü mal cömertliği Âriflere mahsusutur.


Resim

Nâyıb : Naib. (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Subaşı : Şimdiki zabıta ve daha ziyade belediye memurlarının gördükleri işleri gören ve kasabaların idaresi başında bulunan memurun ünvanı idi.
Diz-dâr : f. Kale muhafızı, kale ağası.
Hassa : Hasislik. (Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat. * Ufak, değersiz. * Tamahkâr, cimri.
Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. * Askerî fertlerin maaşları. (Kamus)
Tama’ : Tamah. (Tımah - Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma.
Gaybat : Gıybet. Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Masharalık : Maskaralık. Güldürücü davranış, soytarılık. Şerefsizce haysiyetsizce davranış, rezalet.
Havale : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. * Görmeyi önleyen duvar gibi perde. * Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık. * Postadan gelen emanet kâğıdı.
Müvekkel : Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan. Bir kimse tarafından işlerini görmek veya kendisini müdafaa ettirmek için vekil edilmiş kimse.
Perhiz : f. Sakınmak, çekinmek. * Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak. * Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak.
Eymen : En meymenetli. En uğurlu. Sağ taraf.
Buhul : uhl: Bahillik, eli dar olma, cimrilik, tamahkârlık, pintilik.
Gazirun : Gaziler. Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 27 Oca 2014, 23:01
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

Pes imdi ‘azîz-i men!
Sûratı Çalap ta’âlâ dilegine dödürmek gerek.
Zîre kim:
Edeb dilegin korku sever ve korku dilegin perhîzkârlık sever ve perhîzkârlık dilegin sabur sever ve sabur dilegin utanmaklık sever ve utanmak dilegin comardlık sever ve comardlık dilegin miskînlik sever ve miskînlik dilegin ‘ilim sever ve ‘ilim dilegin Ma’rıfat sever ve Ma’rıfat dilegin cân sever ve cân dilegin ‘akıl sever ve ‘akıl dilegin Çalap ta’âlâ sever.
Pes Çalap ta’âlâ buyrugı ol başârat bu on iki dürlü nesnedür kim didük ve hem bu on iki dürlü nesne birbirine müvekkeldür.
Ve hem îmân çerisinun serverleri bunlardur.
İmdi gey sakınmak gerek kim eger bu on iki dürlü nesnenün birisi eskuk olsa îmân dürüst olmaz.
Pes gâyat yigrek makâmlar bunlardur ve bunları saklamayan Çalap tanrıdan ırak olur ve hem ma’rıfatun bilmekten ırak olur ve hem Allâh ta’âlâ dizdârından mahrûm kalur.
Ammâ maskaralık dilegin gülmek sever ve gülmek dilegin gaybat sever ve gaybat dilegin öyke sever ve öyke dilegin tama’lık sever ve tama’ dilegin bahıllık ve ve bahıllık dilegin hasad sever ve hasad dilegin kibir sever ve ve kibir dilegin ten sever ve ten dilegin havâ sever ve havâ dilegin nefis sever ve nefis dilegin İblîs ve İblîs dilegin Çalap ta’âlâ sevmez.

Pes imdi bu on iki dürlü nesneye daha şaytân müvekkeldür.
Bu on iki dürlü nesne ynilüb mezkür ol on iki dürlü nesne yirine gelmeyince kula yol yokdur, Çalap ta’âlâ yana.
Zîre kim bu on iki dürlü nesne hem Ma’rıfatun ve hem îmânun duşmanlarıdur.
Pes akıl su-başısı, şaytân su-başısını yindügi bunlarunla ma’lûm olur.
İmdi bu nesnenün nişânı ol olur kim cân ‘ışrat-ı rûhânî sever ve hem ‘ışrat-ı rûhânî âzâda olmak nişânıdur.


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Şimdi Âzîzim!
İnsanın yüzünü Hakk Teâlâ emrine-dileğine döndürmesi lâzımdır.
Zira ki;
Edeb dileğini korku-takvâ sever.
Korku-takvâ dileğini perhîzkârlık sever.
Perhîzkârlık dileğini sabır sever.
Sabır dileğini utanmaklık-hayâ sever.
Utanmak-hayâ dileğini cömertlik sever.
Cömertlik dileğini miskînlik sever.
Miskînlik dileğini ilim sever
İlim dileğini Mârifet sever.
Mârifet dileğini cân sever.
Cân dileğini akıl sever.
Akıl dileğini Çalap Teâlâ sever.

Biz Hakk Teâlâ’nın müjdelediği bu on iki şeyi açıkladık.
Ve bu on iki şey dahi birbirlerinin vekilleridirler.
Hemde bu on iki şey askerlerinin başı-seyyididrler.
Onun için gereği gibi-çok çok sakınmak gerek ki bu on iki şeyden birisi eksik olursa iman sağlam-hatasız olamaz kusurlu olur.
İşte bunlar çok iyi-değerli makamlardır.
Bunları çok iyi korumayan Hakk Teâlâ’dan uzak olur.
Ve de Allah Teâlâ’nın verdiği koruma görevlilerinden yoksun kalır ve başı derde girer.
Ancak şu da var ki;
Maskaralık dileğini gülmek sever.
Gülmek dileğini gıybet sever.
Gıybet dileğini öfke sever.
Öfke dileğini tamahkârlık sever.
Tamah dileğini cimrilik sever.
Cimrilik dileğini hased sever.
Hased dileğini kibir sever.
Kibir dileğini ten sever.
Ten dileğini hevâ sever.
Hevâ dileğini nefis sever.
Nefis dileğini İblîs sever.
İblîs dileğini Allah Teâlâ sevmez.


İşte bu bu on iki şeye de şeytan vekil edilmiştir.
Onun için insanın zararıan olan bu on iki şey yenilip-yok edilip yerine yukarıda anlatılan ve insanın yararına olan on iki şey gelmediği sürece kula, Hakk Teâlâ’ya ulaşmak için yol yoktur.
Çünkü bu on iki çeşit şey hem mârifetin hem de imanın düşmanlarıdır.
Zâten akıl güvenlik görevlisinin şeytan güvenlik görevlisini yendiği sonucu ancak bunların aldığı sonuçlarla bilinip belli olur.
Şimdi bu Hâlin işaret odur ki, canın en çok sevip istediği Ruhanî İşrettir (hüviyyet ve mâhiyettir.)
Ruhanî İşret (hüviyyet ve mâhiyet) ise Hakk Teâlâ’dan gayrısının bağlarından kutulup serbest-hür oluş işaretidir.


Resim

Server : f. Reis. Baş. Seyyid.
Gey : Key. Çok, pek, gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla, uygun, lâyık, yerinde, doğru, muvafık.
Yigrek : Yeğrek. İyi, daha iyi.
Masharalık : Maskaralık. Güldürücü davranış, soytarılık. Şerefsizce haysiyetsizce davranış, rezalet.
Gaybat : Gıybet. Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Havâ : Hevâ. İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
İblîs : İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (Bak: Hannas, Şeytan)
Mezkür : Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan. (Bak: Mezbur-Merkum)
Işrat : Şartlarını. Özelliklerini ve güzelliklerini.
Şartlarını. Özelliklerini ve güzelliklerini.
Azade : f. Bağlardan kurtulmuş. Serbest. Kayıtsız. Hür. Sâlim. Müberrâ.
Israh : Medet yetişmek, yardım gelmek.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 10 Şub 2014, 12:20
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

Pes iy ‘azîz-i men!
Hak subhânahu ve ta’âlâ buyurur kim:

Birisi bunun da’vîsin kıldı âhır helek oldı.
Evvel İblîs ‘alayhı’l-la’na oda söygendi; dotum didi
imdi Çalap ta’âlâ katın da güç yokdur
Dostı dostdan ayırmayam, didi; âhır İblîs’i od içinde kodi.

İkinci Fır’avn kıptîlara dostum didi, ‘âkıbat anları göre dururken gark oldı.

Üçüncü Karun mâlına söygendi ‘âkıbat mâlıyıla helêk oldı.

Dördünci Muhammad Mustafâ –‘alayhı’s-salâm – Allâhu ta’âlâ yakınlıgına ve dostluguna söygendi.
Pes Hak subhânahu dostı dostdan ayırmayam didi.



Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:


Şimdi Ey Azîzim!
Hakk Subhânahu ve Teâlâ buyurur ki:
Birileri bunu davasını etti sunuçta helak oldu:
Birincisi lânet ona olsun İblis ateşe dayandı-güvendi-yaslandı ateşe:
“Dostum!” dedi.
Allah Teâlâ katında güçlük çıkarmak-istenmeyen işi yapmak vs. olmadığı için:
“Dostu dosttan ayırmayayım!” buyurdu.
Ve İblisi’i de ebedi ateş içinde bıraktı…

وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ وَبَعَثْنَا مِنهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلاَةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنتُم بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ فَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
Resim---Ve le kad ehazellahü misaka beni israil ve beasna minhümüsney üşera nekiyba ve kalellahü inni meaküm lein ekamtümüs salate ve ateytümüz zekate ve amentüm bi rusüli ve azzertümuhüm ve akradtümüllahe kardan hasenel le ükeffiranne anküm seyyiatiküm ve le üdhilenneküm cennatin tecri min tahtihel enhar fe men kefera ba'de zalike minkümfe kad dalle sevaes sebil : Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.” (Mâide 5/12)

قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ
Resim--- Kale ene hayrum minh halakteni min nariv ve halaktehu min tiyn : İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” (Sâd 38/76)

İkincisi Firavun Kıptilere: “ Dostum!” dedi.
Sonuçta onları ve onlar da görüp dururken buğuldu:

وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ
Resim---Ve iz ferakna bikümül bahra fe enceynaküm ve ağrakna ale fir'avne ve entüm tenzurun : Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.” (Bakara 2/10)

Üçüncüsü Karun malına güvendi ve sonuçta malıyla birlikte mahv oldu:

فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِن فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ المُنتَصِرِينَ
Resim---Fe hasefna bihi ve bidarihil erda fe ma kane lehu min fietiy yensurunehu min dunillahi ve ma kane minel müntesirin : Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (Kasa 28/81)

Dördüncüsü Muhammed Mustafâ Alayhi’s-selâm Allahu Teâlâ’nın yakınlıgına ve dostluguna dayanıp güvendi.
Hakk Subhânahu da:
“Dostu dosttan ayırmayayım!” buyurdu:

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Resim---Ve minen nasi mey yettehizü min dunillahi endadey yühibbunehüm ke hubbillah, vellezine amenu eşeddü hubbel lillah, velev yerallezine zalemu iz yeravnel azabe ennel kuvvete lillahi cemiav ve ennellahe şedidül azab : İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara 2/165)



Resim

da’vî: davacı.
helek: helâk, mahvoluş.
söygenmek: dayanmak, mesnedlenmek.
dotum: dostum.
‘âkıbat: âkibet. sonuç.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 15 Mar 2014, 21:34
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

9- Bâb-ı tâsı’ : DOKUZUNCU BÖLÜM

DOKUZUNCU BÖLÜM-1

Bu Bâb Tavhîdu’l – Ma’ârıf Bayân Kılur

وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim---Ve ilahüküm ilahüv vahid, la ilahe illa hüver rahmanür rahiym : İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.” (Bakara 2/163)

Ol pâdışâh-ı kadîm evvel bize birligin bildürdi:
Andan Pâdişâh-ı ‘âllam kullarına kendü valıgın bildürdi:


اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ
Resim---Allahüllezi halekas semavati vel erda ve enzele mines semai maen fe ahrace bihi mines semerati rizkal leküm ve sehhara lekümül fülke li tecriye fil bahri bi emrih ve sehhara lekümül enha : (O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı.'' (İbrahim 14/32)

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ مَا لَكُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Resim---Allahüllezi halekas semavati vel erda ve ma beynehüma fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arş ma leküm min dunihi miv veliyyiv ve la şefiy' efela tetezekkerun: Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istivâ eden Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?(Secde 32/4)

Andan sıfatın (sıbgatın) bildürdi:

قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---Kalu sübhaneke la ilme lena illa ma alemtena, inneke entel alimül hakim : Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.” (Bakara 2/32)

صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
Resim---Sibğatellah, ve men ahsenü minellahi sibğatev ve nahnü lehu abidun: Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).(Bakara 2/138)

Andan milketin bildürdi:

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Resim---E lem ta'lem ennellahe lehu mülküs semavati vel ard, ve ma leküm min dunillahi miv veliyyiv ve la nasiyr : (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.(Bakara 2/107)

Anadan heybetin bildürdi:

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
Resim---Ve hüvel kahiru fevka ibadih ve hüvel hakimül habir : O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.” (En’âm 6/18)

Andan ‘azamatın bildürdi:

يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِيَ أَيْمَانِكُمْ وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ
Resim---La yüahizükümüllahü bil lağvi fi eymaniküm ve lakiy yüahizüküm bi ma kesebet kulubüküm, vallahu ğafurun halim : Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir.(Bakara 2/225)

لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---Lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve hüvel aliyyül aziym : Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O yücedir, uludur.” (Şûrâ42/4)

Andan ızzatın bildürdi:

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
Resim---Men kane yüridül izzete fe lillahil izzetü cemia ileyhi yas'adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh vellezine yemkürunes seyyiati lehüm azabün şedid ve mekru ülaike hüve yebur : Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur. (Fatır 35/10)


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Bu bölüm Mâarif Tevhidi anlatır-açıklar.
وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim---Ve ilahüküm ilahüv vahid, la ilahe illa hüver rahmanür rahiym : İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.” (Bakara 2/163)

Başlangıcı olmayan El Evvel Hakk Teâlâ bize birliğin bildirdi.
Ondan sonra Her şeyi hakkıyla bilen Padişah kullarına kendi varlığını bildirdi:

اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ
Resim---Allahüllezi halekas semavati vel erda ve enzele mines semai maen fe ahrace bihi mines semerati rizkal leküm ve sehhara lekümül fülke li tecriye fil bahri bi emrih ve sehhara lekümül enha : (O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı.'' (İbrahim 14/32)

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ مَا لَكُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Resim---Allahüllezi halekas semavati vel erda ve ma beynehüma fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arş ma leküm min dunihi miv veliyyiv ve la şefiy' efela tetezekkerun: Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istivâ eden Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?(Secde 32/4)

Ondan sonra sıfatın (boyasın) bildirdi:
قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---Kalu sübhaneke la ilme lena illa ma alemtena, inneke entel alimül hakim : Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.” (Bakara 2/32)

صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
Resim---Sibğatellah, ve men ahsenü minellahi sibğatev ve nahnü lehu abidun: Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).(Bakara 2/138)

Ondan mülkiyetin bildirdi:
أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Resim---E lem ta'lem ennellahe lehu mülküs semavati vel ard, ve ma leküm min dunillahi miv veliyyiv ve la nasiyr : (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.(Bakara 2/107)

Ondan heybetin bildirdi:
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
Resim---Ve hüvel kahiru fevka ibadih ve hüvel hakimül habir : O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.” (En’âm 6/18)

Ondan azametin bildirdi:
يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِيَ أَيْمَانِكُمْ وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ
Resim---La yüahizükümüllahü bil lağvi fi eymaniküm ve lakiy yüahizüküm bi ma kesebet kulubüküm, vallahu ğafurun halim : Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir.(Bakara 2/225)

لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---Lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve hüvel aliyyül aziym : Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O yücedir, uludur.” (Şûrâ42/4)

Ondan izzetin bildirdi:
مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
Resim---Men kane yüridül izzete fe lillahil izzetü cemia ileyhi yas'adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh vellezine yemkürunes seyyiati lehüm azabün şedid ve mekru ülaike hüve yebur : Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur. (Fatır 35/10)


Resim

Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
Alâm : En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.)
Sıbgatullah : Cenab-ı Hakk'ın dilediği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde yaratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. * Allah'ın dini.
Heybet : Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 28 Mar 2014, 17:35
gönderen kulihvani
Andan calâlın bildürdi:
Ondan celâlin bildirdi:

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim---Tebarakesmu rabbike zil celali vel ikram. : Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.(Rahmân 55/78)

Andan nı’matın bildürdi:
Ondan nimetin bildirdi:

س وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Resim---Ve cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dini min harac millete ebiküm ibrahim hüve semmakümül müslimine min kablü ve fi haza li yekuner rasulü şehiden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekiymüs salate ve atüz zekate va'tesimu billah hüve mevlaküm fe ni'mel mevla ve ni'men nesiyr : Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!(Hac 22/78)

Andan boşamagın bildürdi:
Ondan kulunun, kendinden gayrısından boşalmasını bildirdi:

وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Resim---Ve inne minhüm le feritkay yelvune elsinetehüm bil kitabi li tahsebuhü minel kitabi ve ma hüve minel kitab, ve yekulune hüve min indillahi ve ma hüve min indillah, ve yekulune alellahil kezibe ve hüm ya'lemun : Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.” (Âl-i İmrân 3/4)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَف وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Resim---Ya eyyühellezine amenu la taktülüs sayde ve entüm hurram ve men katelehu minküm müteammiden fe ceazüm mislü ma katele minen neami yahkümü bihi zeva adlim minküm hedyem baliğal ka'beti ev keffaratün taamü mesakine ev adlü zalike siyamel li yezuka ve bale emrih afallahü amma selef ve men ade fe yentekimüllahü minh vallahü azizün züntikam : Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır.” (Mâide 5/95)


Andan kendü lutfın bildürdi:

Ondan kendi lutfün bildirdi:

اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ
Resim---Allahü latiyfüm bi ibadihi yerzüku mey yeşa' ve hüvel kaviyyül aziz : Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.” (Şûrâ 42/19)


Andan muhabbatın bildürdi:

Ondan muhabbetin bildirdi:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Kul in küntüm tühibbünellahe fettebiuni yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm, vallahü ğafurur rahiym : (Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31)

Andan nusratın bildürdi:

Ondan Nusretin bildirdi:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve le kad erselna min kablike rusülen ila kavmihim fe cauhüm bil beyyinati fentekamna minellezine ecramu ve kane hakkan aleyna nasrul mü'minin : Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. “ (Rûm 30/47)

Andan kısmatın bildürdi:

Ondan kısmetin bildirdi:

أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
Resim---E hüm yaksimune rahmete rabbik nahnü kasemna beynahüm meiyşetehüm fil hayatid dünya ve rafa'na ba'dahüm fevka ba'din deracatil li yettehize ba'duhüm ba'dan suhriyya ve rahmetü rabbike hayrum mimma yecmeun : Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf 43/32)

Andan hasbatın bildürdi:
Ondan hasbîliğin bildirdi:

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---Ve yerzukhu min haysu la yahtesibu ve men yetevekkel 'alellahi fehuve hasbuhu innallahe baliğu emrihi kad ce'alallahu likulli şey'in kadren. : Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.(Talâk 65/3)

Andan rahmatın bildürdi:
Ondan rahmetin bildirdi:

هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا
Resim---Hüvellezi yüsalli aleyküm ve melaiketühu li yuhriceküm minez zulümati ilen nur ve kane bil mü'minine rahiyma : Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir. “ (Ahzâb 33/43)

Andan hıkatın bildürdi:
Ondan hikmetin bildirdi:

يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
Resim---Yü'til hikmete mey yeşa', ve mey yü'tel hikmete fe kad utiye hayran kesira, ve ma yezzekkeru illa ülül elbab : Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.(Bakara 2/269)

Andan kullarına ‘ılim öğretmekliğin bildürdi:
Ondan kullarına ilim öğretmenliğin bildirdi:

كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
Resim---Kema erselna fiküm rasulem minküm yetlu aleyküm ayatina ve yüzekkiküm ve yüallimükümül kitabv vel hikmete ve yüallimüküm ma lem tekunu ta'lemun : Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara 2/151)

Peygamber hazratı alayhı’s-salâm buyurur kim:
‘İlim üçdür: Evvel âyât-ı beyyinâtdur; ikinci berkinmiş farîzadur; üçünci durmış sünnetdür, imdi her kim bu üç ‘ilimi bilse ol kimesne gey ulu kişidür.


Resim---Peygamber Hazreti alayhi’s-selâm buyurur ki:
İlim üçtür:
Birincisi : Bildirlen âyetlerdir.
İkincisi : Kesinleşmiş farzlar.
Üçüncüsü : Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bize ulaşan doğru sünnetlerdir.Şimdi herkim bu üç ilmi bilse o kimse hakkıyla ulu kişidir.


Resim

Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
Alâm : En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.)
Sıbgatullah : Cenab-ı Hakk'ın dilediği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde yaratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. * Allah'ın dini.
Heybet : Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
Âyât : Âyet. Eser. * Kimsenin inkâr edemiyeceği açık delil. Nişân. Alâmet. İşaret. * Menzil, mekân. * Kur'ân-ı Kerim'deki her bir cümle. Mânen uyanmağa, intibâha sebeb olan hâdise. (Kur'ân-ı Kerim'de 6666 âyet vardır.)
Beyyinat : (Beyyine. C.) Beyyineler. Bürhanlar.
Gey : Key. Çok, pek, gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla, uygun, lâyık, yerinde, doğru, muvafık.
Nusret : (Nusrat) Yardım. Cenab-ı Hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak.
Hasb : (Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet. * Dolayı, cihetiyle, gereğince.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 10 Nis 2014, 11:33
gönderen kulihvani
Andan Hak ta’âlâ delim dürlü nesneler bildürdi kim dile gelmez ve hısaba sıgmaz.
Pes ol pâdişâh-ı ‘âlam Tanrı zerreyi Kur’ân içinde bildürdi:

Ondan Hak Teâlâ bir çok türlü nesneler bildirdi ki dile gelmez ve hisaba sıgmaz.
Ve O âlemlerin padişahı Allah Teâlâ zerreyi Kur’ân içinde bildirdi:


وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلَى وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
Resim---“Ve kalellesine keferu la te'tines saah kul bela ve rabbi le te'tiyenneküm alimil ğayb la ya'zübü anhü miskalü zerratin fis semavati ve la fil erdi ve la asğaru min zalike ve la ekberu illa fi kitabim mübin : İnkârcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır).” (Sebe’ 34/3)



Pes imdi her ne kim bildürse cümlesine inanup şükr idüp minnet kılmak gerek andan kişi kendüyi dahı bilmek gerek.
Pes her kim kendüyi bilse bayık Tanrıyı dahı bile nitekm paygambâr alayhı’s-salâm buyurur:
"Kendi nefsini bilip öğrenen Rabbını hakkıyla bilir."
(Matla’ul-İ'tikad s.40)


Allah Teâlâ her ne ki bildirse hepisine inanıp, şükredip, minnet etmek gerekir.
Bundan sonra da kişi kendini de bilmesi geretir.
Her kim ki kendini bilse gerçekten Rabb’ını da bilir.
Nitekim Peygamber alayhi’s-selâm buyurur:
“Kendi nefsini bilip öğrenen Rabbını hakkıyla bilir.”

Minnet : İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
Bayık : Gerçek, meydanda.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)



Pes şöyle gerek kim:
(Kim kendinin fani olduğunu bilirse Rabbinin bakiliğini anlar.)
Muradınca kendüyi bile eyle degül kim biregü biregüyi bile; Fulândur ve fulân oglıdur ve fulân yirlidür, diye.
Pes eyle gerek kim ‘ilmile irdeye ve izleye, isteye ve gözleye ‘Arş’dan tâ tahta ‘s-sarâ’ya degin ne kim varısa kendüde bula.
Pes imdi ‘Arş’ıla Ferş arasında çok dürlü nesneler vardur; ille – âdamdan ulusı yokdur.
Ve hem cümle yaradılmış nesneden yoharu ‘Arş’dur.
Ve hem on sekin bin kandil ‘Arş’da asılıdur, degme bir kandilun ginligi yitmiş bu dünyeden artukdur.
Olar kim Çalap Tanrı’nun hazînalarıdur, on sekin bin ‘âlamdur.
Amma kamudan yokâru ‘Arş’dur; pes vucûd-ı insânda dahı cümleden yokaru başdur; ve cân hazînaları dahı başdadur.
Pes imdi uş ‘akıl ve ilhâm ve fehüm ve sevişmek ve ‘ışk-ı dîdar ve Ma’rıfat (dahı hazînalardur ve başda asılıdur.
Ma’rıfat) yalunuz bin ‘Arş gibidür.
Dahı (başda) asılı duranlar kim vardur, her birisi (dükeli) mülkden yiğdür.
Pes imdi baş ‘Arş’a benzer
Ve hem dünyede göğ var ve yir var pes imdi arka göğe benzer ve daban yire benzer.
Başı arka götürür ve arkayı daban götürür.
Pes ‘Arş’ı dahı göğ götürür ve göğü yir götürür ve göğden ne yagarsa yir anı götürür.
Ve hem ‘akıl aya benzer Ma’rıfat güne benzer , ‘ilim yılduzlara benzer.
Ve hem dünyede gün dogar ve uyagur ve lîkin Ma’rıfat kankı gönülde dogsa ayruk uyakmaz ve dahi Ma’rıfatı “adam ‘ilmi”nde bayân kılavuz inşa’a’llâhu ta’âlâ.


Şimdi şöyle gerek ki;
“Kim kendinin fani olduğunu bilirse Rabbinin bakiliğini anlar.”
Bunu kendi keyfince değil de sanki başka bir kimseymiş filandır, filanın oğludur ve filen memleketten birisi gibi kendini inceleyip bilmeli.
Pes öyle gerek kii ilmiyle irdeleye ve izleye, isteye ve gözleye.
Arş’tan toprağın altına-yerin dibine kadar her ne var ise ki kendinde bula.
Gerçek şu ki;
Arş ile Ferş arasında çok çeşitli şeyler vardır, ancak İnsandan ulusu-değerlisi yoktur.
Hâlbuki yaratılmış olan tüm nesnelerden de yukarıda-üsstte Arş vardır.
Arş’ta on sekiz bin kandil asılıdır.
Sıradan bir kandilin genişliği bu dünyadan yetmiş kat daha fazladır.
Onlar ki Çalap Hakk Teâlâ’nın hazineleri olup on sekiz bin âlemdir.
Ancak hepsinden yukarıda olan Arş’tır.
Hakikaten insan vücudunda da her organdan yukarıda olan baştır.
Ve canın hazineleri de baştadır.
İşte-böylece akıl, ilham, fehim, sevişmek, Yâr aşkı, ve Mârifet de hazinelerdir başta asılıdır.
Mârifet yalnız başına bir Arş gibidir.
Bundan daha başka başta asılı olanların her birisi bütün mülklerden daha değerlidir.
İşte şimdi Baş Arş’a benzer.
Hem dünyada gök var yer var.
İnsanda arka göğe benzer taban yere benzer.
Başı arka götürür ve arkayı taban götürür-taşır.
Zaten ‘Arş’ı da gök götürür ve göğü yer götürür ve gökten ne yağarsa yer onu götürür-taşır.
Ve Akıl aya, Mârifet güneşe, ilim yıldızlara benzer.
Ve hem dünyada güneş doğar ve batar velâkin Mârifet hangi gönülde doğsa artık batmaz.
Biz Mârifeti İnşâllah İnsan İlminde anlatır-açıklarız.



Ve hem yidi kat gög var uş ten dahı yidi katdur evvel deridur ve etdür ve kandur ve damardur ve sinirdur ve sünükdür ve ilikdur. İşte bunlar yidi kat göğe benzer.
Ve hem dünyede bulut var ve yağmur var
Pes kaygu buluda benzer göz yaşı yağmura benzer.
Ve hem dünyede dağlar var pes âdamda dahı sünük başları dağlara benzer.
Ve hem dünyede yidi deniz vardur, gark idici;
Pes tende dahı yidi deniz vardur gark idici.
Evvel , göz görmekden gark eyler
İkinci dil söylemekden gark eyler
Üçünci kulak işitmekden gark eyler
Dördünci kursak eritmekden gark eyler
Altıncı renc ölümile gark eyler
Yedinci sevdâ cününlik birle gark eyler:


Kâinâtta yedi kat gök var.
Şimdi insan tebi-bedeni de yedi kattır.
Birincisi deridir.
Diğerleriyse Ettir, kandır, damardır, sinirdir, kemiktir, iliktir.
İşte bunlar yedi kat göğe benzer.
Ve hem dünyada bulut var ve yağmur var.
İnsanda da kaygı-tasa buluta benzer.
Göz yaşı yağmura benzer.
Ve hem dünyada dağlar var.
Pes insanda dahi kemik başları dağlara benzer.
Ve hem dünyada yedi deniz vardır, gark edici-boğucu.
Pes tende dahi yedi deniz vardır edici-boğucu.
Birincisi, göz görmekten gark eyler.
İkincisi dil söylemekten gark eyler.
Üçüncüsü kulak işitmekten gark eyler.
Dördüncüsü kursak-mide eritmekten-sindirmekten gark eyler.
Altıncısı ağrı-sıkıntı ölüm ile gark eyler.
Yedincisi sevdâ delilik ile birlikte gark eyler.



Ve hem dünyede ırmaklar var pes göz yaşı ırmaklara benzer.
Ve hem dünyede köyler var ammâ andâmlar böylere benzer.
Ve hem dünyede agaçlar var pes barmaklar agaçlara benzer;
Ve hem dünyede otlar var, ilgüler var ammâ kıllar otlara benzer ve kollar ilgülere benzer.
Ve hem dünyede dört dürlü su var.
Evvel sâfî su ikinci acı su, üçünci kavî su dördünci yiyir su pes tende dahı dört dürlü su var.
Evvel agız suyu ki datlıdur; ikinci göz suyu ki acıdur; üçünci burun suyı ki kavîdur, dördünci kulak süni yiyirdur.:


Ve hem dünyada ırmaklar var ve göz yaşı ırmaklara benzer.
Ve hem dünyada köyler var, andâmlar-bedenler köylere benzer.
Ve hem dünyada agaçlar var, parmaklar ağaçlara benzer;
Ve hem dünyada otlar var, ılgınlar var, kıllar otlara benzer ve kollar ılgınlara benzer.
Ve hem dünyada dört türlü su var.
Birincisisâfî su.
İkincisi acı su.
Üçüncüsü kavî-sağlam-sıhhatli su.
Dördüncüsü kokan su.
Pes tende dahi dört dürlü su var.
Birincisi agız suyu ki tatlıdır.
İkincisi göz suyu ki acıdur.
Üçüncüsü burun suyı ki kavîdir.
Dördüncüsü kulak kiri ki kokuludur.


Ve hem dünyede dört dürlü od var:
Ve hem dünyada dört dürlü ateş var:

Evvel daş odı:
Birincisi taş ateşi :

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
Resim---“Fe illem tef'alu ve len tef'alu fettekun naralleti vekudühen nasü vel hicarah, üiddet lil kafirin : Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara 2/24)



Resim
Delim : Bir çok, fazlaca.
Biregü : Bir kimse.
Tahta ‘s-sarâ : Toprağın altı.
Ferş : Yer. Yeryüzü. * Döşeme. Döşeyiş.
Ginligi : Genişliği.
Artuk : Fazla.
Fehüm : Fehem. (Fehim - Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
Işk-ı dîdar : Görülen gül yüzün aşkı.
Dükeli : Dügeli. Bütün, hepsi.
Uyakmak : Batmak. Gurûb etmek.
Uş : İşte, şimdi.
Sünük : Süngek, süngük. Kemik.
Kursak : Mide, karın.
Renc : f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım.
Sevda : f. Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. * Hırs. Tama. * Heves, istek. *Siyah. * Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat. * Gam. Keder, Sıkıntı.
Cününlik : Delilik, cinnet. Delirmek. * Çok olmak. * Otun uzaması.
Andâm : Endam. f. Beden. Vücud. * Vücudun tenasübü. Vücudun görünüşü. * Letafet. İntizam ve üslub.
İlgü : Ilgın. Bozkırda yetişen bodur çalılar.
Kavî : Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü. * Varlıklı, zengin, sâlih, emin, mutemed.
Yiyir : Yıyır. Kokan. Kokulu.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 01 Haz 2014, 23:19
gönderen kulihvani
10- Bâb-ı âşır : ONUNCU BÖLÜM
ONUNCU BÖLÜM-1


BÂB-ı ÂŞIR
ONUNCU BÖLÜM:


Bu Bâb Âdam ‘Alayhı’s-Salâm Sıfâtın Bayân Kılur
Habarda şöyle gelmişdür kim:
Biz Âdam ‘alayhı’s-salâm’ün zürriyetinden yayılduk.
Nitekim Ebu’l-fazl Ca’far-ı Sâdık razıya’llahu ‘anhu eydür kim:
Hak subhânahu ve ta’âlâ kaçan kim âdamı yaratmak diledi, firiştelere bildürdi:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

(Bakara 2/30)


Bu bölüm Âdem aleyhisselam’ın sıfatını anlatır.
Haberde şöyle gelmiştir ki:
Biz Âdem aleyhisselam’ın zürriyetinden yayıldık.
Nitekim Ebu’l-fazl Ca’far-ı Sâdık radiya’llahu anhu der ki:
“Hakk Subhânehu ve Teâlâ ne zaman ki Âdem aleyhisselam’ı yaratmak diledi, meleklere bildirdi:

Resim--- “Ve iz kale rabbüke lil melaiketi inni cailün fil erdi halifeh, kalu e tec'alü fiha mey yüfsidü fiha ve yesfiküd dima', ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü lek, kale inni a'lemü ma la ta'lemun : Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.”
(Bakara 2/30)

Ve hem Âdamun özin Medîna doprağından yaratdı, Başını Beytü’l-makdıs dopragından yaratdı, yüzünü Ka’ba dopragından yaratdı kulagını Tûr-ı Sîna dopragınan yaratdı, gözlerini Beyt’ül-harâm dopragınan yaratdı anlını Medîne’nün Magrib’den yanası dopragından yaratdı, agzını Medîna’nın maşrık’dan yanası dopragından yaratdı, burnunı Dimaşk dopragından yaratdı, dudaklarını Berberiye dopragından yaratdı, sakalını uçmak dopragından yaratdı, dilini Buhâra dopragından yaratdı, dişlerini Horazm dopragınan yaratdı, boynını Çin mülki dopragından yaratdı, kollarını Yemen dopragından yaratdı, sağ elini Mısır dopragından yaratdı, sol elini Pârs dopragından yaratdı, dırnaklarını Hıtây dopragından yaratdı, barmaklarını Sistân dopragından yaratdı; göğsini Irak dopragından yaratdı, karnını Hûzistan dopragından yaratdı, arkasını Hemedân dopragından yaratdı, zekerini Hindüstân dopragından yaratdı, hayâlarını Kostantınıyya dopragından yaratdı, oyluklarını Türkistân dopragından yaratdı, dizlerini Kırım dopragından yaratdı, incüklerini Antalûs dopragından yaratdı, dopuklarını Rûm dopragından yaratdı, Ayaklarını Firengistân dopragından yaratdı;
Ve dahı hadîs ile vârıd olmışdur:

Kâle'n-Nebiyyü aleyhisselâm: "Mâ halakallahu âdeme sittetin levnâ mine't-türabi velev halakahu min türabin vâhiidin fekâne'n-nâsü alâ suretin vâhidetin ve vasfin vâhidin lem ya'rif ehadün ehaden"
Ma’nîsi budur kim:
Allâh tabâraka ve ta’âlâ Âdam’ı altmış dürlü doprakdan yaratdı; ve eger bir dürlü doprakdan yaratsa Âdamîlar dükelisi bir sûratda ve (bir dürlü) olalarıdı, ve hem biribirin bilmeyenleridi dimek olur.
Andan Hak subhânahu ve ta’âlâ Âdam’un başun kudrat nurıla, (bezedi) ve gözlerini ‘ıbrat nûrıla bezedi anlını sücüd nurıla bezedi, dilini zikir nurıla bezedi; dişlerini Muhammad-ı Mustafâ nurıla bezedi; dudaklarını tesbîh nurıla bezedi; süksünini kuvvet nûrıla bezedi, engini hıl’at nûrıla bezedi, arkasını ginlik nûrıla bezedi, göğsüni ‘ilim nûrıla bezedi, karnını (hılım) nûrıla bezedi, bilini ‘ızzat nûrıla bezedi sitrini amânat nûrıla bezedi; oylugını emr u nehiy nûrıla bezedi, yagırnını hoşnudlık nûrıla bezedi, dizini rukû’ nûrıla bezedi, ayagını tâ’at nûrıla bezedi, topukların savk nûrıla bezedi, dalagını üns nûrıla bezedi, ellerini sahâvat nûrıla bezedi, dırnagını şafâ’at nûrıla bezedi, gönlini şafâ’at nûrıla bezedive hem îmân nûrıla bezedi sıgadı, ta’zîm nûrıla düzetdi vaslat nûrıla götürdi ve hem Âdam’un dopragını ‘Azrâ’il eline virdi, rahmat suyıla yogurdı ve Ma’rıfat suyıla suvardı.
Ve Âdam’ı Mekke ile Yemen Ta’if arasında yaratdı.


Ve hem Âdem aleyhisselam’ın;
Özünü Medîne toprağından yarattı,
Başını Beytü’l-Makdis toprağından yarattı,
Yüzünü Kâbe toprağından yarattı
Kulagını Tûr-ı Sîna Toprağından yarattı,
Gözlerini Beyt’ül-harâm Toprağından yarattı
Anlını Medîne’nün batı tarafı toprağından yarattı,
Agzını Medîne’nin doğu tarafı toprağından yarattı,
Burnunı Şam toprağından yarattı,
Dudaklarını Berberiye-Cezayir toprağından yarattı,
Sakalını cennet toprağından yarattı,
Dilini Buhâra toprağından yarattı,
Dişlerini Harzem topragından yarattı,
Boynunu Çin mülkü toprağından yarattı,
Kollarını Yemen toprağından yarattı,
Sağ elini Mısır toprağından yarattı,
Sol elini Pârs-İran toprağından yarattı,
Tırnaklarını Hıtây toprağından yarattı,
Parmaklarını Sistân toprağından yarattı;
Göğsünü Irak toprağından yarattı,
Karnını Hûzistan toprağından yarattı,
Arkasını Hemedân toprağından yarattı,
Zekerini-erkeklik organını Hindistân toprağından yarattı, Hayâlarını Kostantınıyya-Doğu Bizans toprağından yarattı, Oyluklarını Türkistân toprağından yarattı,
Dizlerini Kırım toprağından yarattı,
İnciklerini Endülüs toprağından yarattı,
Topuklarını Rûm toprağından yarattı,
Ayaklarını Firengistân toprağından yarattı;
Ve dahı hadîs ile vârıd olmışdur:

Mânâsı budur ki:
“Allâh Tebâreke ve Teâlâ Âdem aleyhisselam’ı altmış türlü topraktan yarattı; ve eger bir türlü topraktan yaratsa İnsanların hepisi bir sûretde ve (bir türlü) olurlardı, ve böyle olunca biribirlerini bilemezlerdi-tanıyamazlardı. birini diğerinden ayırt etmek mümkün olmazdı.” demek olur.
Ondan sonra Hakk Subhânehu ve Teâlâ Âdem aleyhisselam’ın;
Başını kudret nuruyla, (bezedi-süsledi ) ve
Gözlerini ibret nûruyla bezedi-süsledi -süsledi
Anlını secde nuruyla bezedi-süsledi ,
Dilini zikir nuruyla bezedi-süsledi ;
Dişlerini Muhammed-i Mustafâ nuruyla bezedi-süsledi ;
Dudaklarını tesbîh nuruyla bezedi-süsledi ;
Ensesini kuvvet nûruyla bezedi-süsledi ,
Eynini hıl’at nûruyla bezedi-süsledi ,
Arkasını genişlik-rahatlık nûruyla bezedi-süsledi ,
Göğsüni ilim nûruyla bezedi-süsledi ,
Karnını hilim-yumuşaklık nûruyla bezedi-süsledi ,
Belini izzet nûruyla bezedi-süsledi
Sadrını emânet nûruyla bezedi-süsledi ;
Oylugunu emir ve yasak nûruyla bezedi-süsledi ,
Yagırnını hoşnudluk nûruyla bezedi-süsledi ,
Dizini rukû’ nûruyla bezedi-süsledi ,
Ayagını tâ’at nûruyla bezedi-süsledi ,
Topuklarını şevk nûruyla bezedi-süsledi ,
Dalagını üns-yakınlık nûruyla bezedi-süsledi ,
Ellerini sehâvat nûruyla bezedi-süsledi ,
Tırnağını şefâat nûruyla bezedi-süsledi ,
Gönlünü şefâat nûruyla bezedi-süsledi ve hem îmân nûruyla bezedi-süsledi sıgadı, ta’zîm nûruyla düzeltti, vuslat nûruyla götürdü.
Ve hem Âdem aleyhisselam’ın toprağını Azrâ’il eline verdi, rahmet suyıla yogurdu ve Ma’rifet suyıla suladı.
Ve Âdem aleyhisselam’ı Mekke ile Yemen Ta’if arasında yarattı.


Resim

Zürriyet : Soy, nesil, döl, kuşak.
Kaçan kim : Ne zaman ki.
Firişte : Melekler.
Beytü’l-makdıs : Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır. * İnsanın, Cenab-ı Hak'tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.
Horazm : Harzem. Türkistan'da Aral gölünün güneyindeki delta ve çevresindeki ülke.
Maşrık : Meşrık. Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. * Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. * Tövbe kapısının adı.
Magrib : (Mağrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.
Hıtây : Hatay.
Sistân : Asyada bir memleket.
Hûzistan : Asyada bir memleket.
Antalûs : Endülüs. İspanya.
Firengistân : f. Avrupa, garb âlemi, batı memleketleri.
Süksün : Boyun kökü, ense.
Engin : Eynin, sırt, beden.
Sitr : Sadr, bağır, sîne, göğüs.
Sahâvat : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek.
Sıgamak : Sıvazlamak. Elleriyle mesh etmek.
Suvarmak : Sulamak.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 16 Haz 2014, 19:30
gönderen kulihvani
Pes Hak subhânahu ve ta’âlâ eydür:
Âdamı doprakdan yaratdum, dir:


Pes Hakk Subhânehu ve Teâlâ buyurur:
“Âdemi toprakdan yarattım” der:


الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ
Resim---
“Ellezi ahsene külle şey'in halekahu ve bedee halkal insani min tiyn : O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.” (Secde 32/7)

Ve hem sulâladan yaratdum, dir:
Ve hem: “Çamurdan yarattım” der:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ
Resim---
“Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tiyn : Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.” (Mü’minun 23/12)

Ya’ni bir nesneyi sıkub şırnagından çıkana sulâla dirler.
Andan kodular bir zamân yadı yiyidi hama’ın mesnûn oldu:

Yani bir şeyi sıkıp, oluğundan akana sulâla derler.
Orada bir zamân bıraktılar hamülesi koktu kara balçık oldu:


قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
Resim---
“Ve le kad halaknel insane min salsalim min hameim mesnun : (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.” (Hicr 36 /33)

إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---
“İnna halaknel'insane min nutfetin emşacin nebteliyhi fece'alnahu semiy'an basiyra. : Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76/2)

Andan kurıdı ve yarıldı, ke’l-fahhâr oldı:

Ondan sonra kurudu ve yarıldı, pişmiş çamur-tuğla oldu:

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
Resim---
“Halekal'insane min salsalin kelfahhari. : Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” ( Rahmân 55/14)


Resim O günkü dille orjinali:

Evvel dopragıdı andan sûrat bagladı andan das das yarıldı; hısâbsuz yıllar yatdı;
Andan ‘Azâzil geçüb giderken yolı ol araya ugradı,
Âdam’un kalıbına gözi duş oldı, belilendi, ürkdi girü üstüne geldi, biraz vakt baktı, ‘acabladı, mütehayyır oldı, sundı elile gögsini kakdı; küp küp ötdi, eyitdi kim:“İlâhi Seyyidî ve Mavlâyı! Bunun içi kovugımış, bundan hiç hayr gelmeye!” didi.
Pes Pâdişâh-ı ‘âlam, Tanrıdan nidâ geldi, eyitdi kim:“Ya ‘Azâzil ‘ol kokdugun gögüs benüm hanînamdur, kendü kudratumla dolduram” didi.
Çün kim Hak subhânahu ve ta’âlâ hazratı dedi ki Âdam’al rûh nafh ide rûha emr eyledi, ba’zılar eydürler:
Hak ta’âlâ hazratı’nun emrile ruh, Âdam’un burnundan dimâgı içine girdi, iki yüz yıl mıkdârı çölendi; andan gözlerine indi; ol dem Âdam ‘alayhı’s-salâm yatdugı yirden gözin açup, kendini doprak ile balçık gördi.
Andan rûh kulaklarına indi; feriştelerün tesbîhların işitdi: Andan rûh azgına ve diline indi ol dem Âdam ‘alayhı’s-salâm ‘ats itdi ya’ni ahsurdı ve başın yirden yokaru kaldurdı eyitdi kim: "Elhamdulillâhi rabbi’l -‘âlemîn ‘alâ külli hâlin"
ya’nî şükür ol Tanrı’ya kim ‘âlamları bisleyicidür, her hâl üzere dimek olur.
Pes sûratdan evvel harakat ahsurmakdur ve hem evvel dile gelen kelime budur.
Andan ol kâdir-ı kün-fe-yekün’den icâbat geldi: "Yerhamüke rabbüke yâ Âdem"
didi; ya’nî Çalab’undan sana rahmat olsun ya Âdam, dimek olur.
Andan Allahu ta’âlâ eyitdi kim: “Yâ Âdam! ‘Izzum calâlum hakkıyıçün seni bu kelime içun yaratdım” didi.
Andan rûh Âdam’un gögsine ve beline indi; aşağısı balçık iken Âdam ‘alayhı’s-salâm kalkub oturmak diledi, nitekim Kur’ân-ı ‘azîmında buyurur:


وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً
Resim---
“Ve yed'ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula : İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (İsrâ 17/11)


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

İlk önce toprak idi ondan sonra sûrete büründü-göründü, ondan sonra dilim dilim yarıldı; hisâbsız-çok yıllar yattı;
Ondan sonra İblis-şeytan geçip giderken yolu oraya ugradı.
Âdem aleyhisselam’ın kalıbına gözü takıldı, irkildi, ürkdü.
Geri üstüne geldi, biraz vakit-bir müdddet baktı, şaşırdı, hayret etti, uzattı eliyle gögsünü kaktı: “Güp güp!” öttü. dedi ki: “İlâhi Seyyidm ve Mavlâm! Bunun içi kovukmuş-boşmuş, bundan hiç hayır gelmez!” dedi.
Pes Pâdişâh-ı âlem, Hakk’tan nidâ geldi, buyurdu ki: “Ey Azâzil ol ittiğin-kaktığın gögüs benim hânem-evimdir, kendi kudretimle doldururum” dedi.
Çün kim Hakk Subhânehu ve Teâlâ Hazratı dedi ki: Âdem’e rûh üfüre, rûha emr eyledi.
Bazıları derler: “Hakk Teâlâ Hazreti’nin emri ile ruh, Âdem’in burnundan dimâgı içine girdi, iki yüz yıl mikdârı çölendi-bekledi; ondan sonra gözlerine indi.
O zaman Âdem aleyhisselam yattığı yerden gözünü açup, kendini toprak ile balçık gördü.
Ondan sonra rûh kulaklarına indi; meleklerin tesbîhlerini işitti:
Ondan sonra rûh ağzına ve diline indi o zaman Âdem aleyhisselam ats etti yani aksırdı-hapşırdı ve başını yerden yukarı kaldırdı dedi ki: “Elhamdulillâhi rabbi’l -‘âlemîn ‘alâ külli hâlin!”
Ya’nî: “Şükür o âlemlerin Rabbı Allah’a ki âlemleri besleyicidir, her hâl üzere!” demek olur.
Pes insan bedeni ile yaptığı hareketlerden önceki ilk haraket aksırmakdır ve hem ilk önce dile gelen kelime budur.
Ondan sonra ol Kâdir-ı kün-fe-yekün’den icâbet-kabul karşılığı geldi: “Yerhamüke rabbüke Ey Âdem!" dedi;
Ya’ni: “Çalab’ından sana rahmet olsun ey Âdem!” demek olur.
Ondan sonra Allahu Teâlâ buyurdu ki: “Ey Âdem! İzzetim celâlim hakkı için seni bu kelime için yarattım!” buyurdu.
Ondan sonra rûh, Âdem’in gögsüne ve beline indi;
Aşağısı balçık iken Âdem aleyhisselam kalkıp oturmak istedi, nitekim Kur’ân-ı Azîminde buyurur:


وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً
Resim---
“Ve yed'ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula : İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (İsrâ 17/11)


Resim O günkü dille orjinali:

Andan rûh Âdam’ın karnına indi, Âdam acıkdı ta’âm arzu kıldı.
Andan rûh Âdam’un bedeninün dükeli a’zâsına yayıldı; tamâm yirlü yirine yirleşti; et, kan, damar, sinir peydâ oldı.
Andan Hak subhânahu ve ta’âlâ firiştelere buyurdı; Âdam’ı rızâ suyıla yudılar; ululugıla görklük tâcın başına urdılar, ve kerâmat hıl’atın eğnine giyürdiler; ve yücelik kürsisi üzerine oturddılar ve hem halîfa adın ad kodılar.
Ve hem yirde ve gökde halîfasın didiler.
Pes Hak Hak subhânahu ve ta’âlâ kendü lutfıyıla uçmak içinde hazînamsın didi; vılâyat menşûrun virdi ve cümle nesnelerün adların öğretdi:


وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---
Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn(sadikîne) :Allah Adem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.(Bakara 2/31)


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Ondan sonra rûh Âdem’in karnına indi, Âdem acıkdı ta’âm arzu etti.
Ondan sonra rûh Âdem’in bedeninin bütün organlarına yayıldı; tamâm yerli yerine yerleşti; et, kan, damar, sinir peydâ oldu.
Ondan sonra Hakk Subhânehu ve Teâlâ meleklere buyurdu; Âdem’i rızâ suyuyla yudular; ululukla görklük tâcın başına giydirdiler, ve kerâmet kaftanın sırtına giydirdiler; ve yücelik tahtı üzerine oturttular ve hem “halîfe” adın ad kodular.
Ve hem: “Yerde ve gökde halîfesin!” dediler.
Pes Hak Hakk Subhânehu ve Teâlâ kendi lutfüyle: “Cennet içinde hazînemsin!” dedi;
Vilâyet beratın-fermanın verdi ve cümle nesnelerin-şeylerin isimlerini öğretti:


وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---
“Ve alleme âdeme’l- esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn : Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bakara 2/31)

Resim

Sırnag : Sıkılanın aktığı ülük-oluk, huni ağzı gibi.
Yiyimek : Kokmak.
Das das yarıldı : Şak şak yarıldı, dilim dilim oldu.
Azazil : Şeytanın cennette bulunduğu esnadaki adıdır.
Acablamak : Şaşırmak.
Mütehayyır : Hayrette kalmak.
Hanîna : Hâne, ev.
Nafh etmek : Nefh etmek. Üfürmek.
Duş oldı : Takıldı, aniden gördü.
Çölenmek : Beklemek.
‘Ats itmek : Aksırmak
Ahsurmak : Aksırmak.
Kâdir-ı kün-fe-yekün : Kün-fe-yekün “Ol!” demeye ve oldurmya Kâdir olan gücü yeten.
Ta’âm : Yemek. Yenilen şey.
Peyda : f. Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan.
Görklü : Görklü : heybetli, görülmeye değer.
Vilayet : Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 07 Tem 2014, 18:37
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

11- Bâb-ı hâdı-aşar : ON BİRİNCİ BÖLÜM


Bu bâb Âdam’un Sıfatun Bayân İder


İmdi ‘azız-ı men!
Habarda şöyle gelmişdür kim:
Hak subhânahu ve ta’âlâ Âdam’un sol eyeğüsinden Havvâ’yı yaratdı, yine Âdam’a yar kıldı.
Doksan karın oglan doğurdu:
On oglı ve on kızı kaldı, isimleri bunlardur:
Veheme ve Vedd ve Suvâ’ ve Yaguş ve Ya’ük ve Nesr ve Abdu’n-nasîr ve Hâbil ve Kâbil ve Şît.
Ve kîle: İnne'ş-Şîte vülide min batnin vâhidin.
Pes Âdam varlıgın Şît’e virdi doksan oglı ve doksan kızı oldı.
Bu macmû’-ı halâyıklar bulardan yayıldılar.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
Resim--- “Ya eyyühen nasütteku rabbekümüllezi halekaküm min nefsiv vahidetiv ve haleka minha zevcelna ve besse minhüma ricalen kesirav ve nisaa, vettekullahellezi tesaelune bihi vel erham innellahe kane aleyküm rakiyba :
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisâ 4/1)


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Bu bölüm Âdem aleyhisselam’ın sıfatını açıklar-anlatır.
Şimdi Azîzim!
Haberde şöyle gelmişdir ki:
Hakk Subhânehu ve Teâlâ, Âdem aleyhisselam’ın sol eye kemiğinden Havvâ anamızı yarattı ve yine Âdem aleyhisselam’a yâr kıldı.
Doksan karın oglan doğurdu.
On oglu ve on kızı kaldı, isimleri şunlardır:
Veheme ve Vedd ve Suvâ’ ve Yaguş ve Ya’ük ve Nesr ve Abdu’n-nasîr ve Hâbil ve Kâbil ve Şît.

وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا
Resim--- “Ve kalu la tezerune alihetekum ve la tezerunne vedden ve la suva'an ve la yeğuse ve ye'uka ve naren. :
Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suvâ'dan, Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!” (Nuh 71/23)
Ve denilir ki : Şit bir batından doğdu.
Âdem aleyhisselam varlıgını Şît’e verdi.
Doksan oglu ve doksan kızı oldu.
Şu mevcud olan tüm insanlar bunlardan yayıldılar.


Resim O günkü dille orjinali:

Pes Hak subhânahu ve ta’âlâ eydür:
Âdam’ı dopraktan yaratdum ve hem (neslini) nutfadan yaratdum, dir:
Hakk Subhânehu ve Teâlâ buyurur:
“Âdem’i topraktan yarattım ve hem neslini nutfeden yarattım” der:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
Resim--- “Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tiyn. Sümme cealnahü nutfeten fi kararim mekin. Sümme halaknen nutfete alekaten fe halaknel alekate mudğaten fe halaknel mudğate izamen fe kesevnel izame lahmen sümme enşe'nahü halkan ahar fe tebarakellahü ahsenül halikiyn :
Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (Mü’minun 23/12,13,14)
Nutfa : Nutfe. Duru ve sâfi su. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş su.
Ve dahı er suyına nutfa dirler ve ‘avrat suyına emşac dirler:
Ve dahı erkek suyuna nutfe-meni derler ve kadın suyuna emşac derler:

إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim --- “İnna halaknel'insane min nutfetin emşacin nebteliyhi fece'alnahu semiy'an basiyra. :
Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76/2)

Nakıldur kim:
(Burada lafız ve manaca bulunamayan bir hadis var)
Andan erile ‘avrat suyı birikür , ‘Arşdan bir yil eser, gelür ana gögsine dokunur, ol iki su tü dibine ya’nı kıllar dibine dagılur andan girü ana rahmine iner.


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Nakildir ki:
Erkek hanımına yaklaşınca ondan bir su, hanımından da bir su çıkar. Allah iki meleğe bunları karıştırmasını emreder, onlar da: "Ya Rabbi bu iki nutfeden insan yaratmak istiyor musun?" diye sorarlar. Allah Teâlâ da: "Yaratacağım ey meleklerim!" buyurur.
Ondan erkek ile kadın suyu birikir ,
Arşdan bir yel eser, gelir ana gögsüne dokunur,
Ol iki su tüy dibine yani kılların dibine dagılır ondan sonra ana rahmine iner.

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ
خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ
يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ
Resim--- “Felyenzuril'insanü mimme hulika. Hulika min main dafikin. Yahrücü min beynissulbi vetteraibi. :
İnsan neden yaratıldığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı. (O su) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar.” (Târık 86/5,6,7)


Resim O günkü dille orjinali:

Anadan Allâhu ta’âlânun farmânı birle iki ferişteler varurlar ol kulun sinlesi yirinden bir avuc doprak alurlar getürürler; ol iki suya karışdururlar ve hem yogururlar ve hem kırık gün sag elleriyle depredürler, ‘alâka olur.
Andan sol ellerine alurlar kırk gün yine depredürler muzga olur:
Sümme yuhavviluha ilâ keffeti'l- yumnâ
Ya’nî yine sag ellerine alurlar depredürler.
Yine kırk gün andan şöyle korlar, durur tâ haddî saklarlar yigirmi güne degin et, kan, damar, sünük olur.
Hâliyâ sözden terk yok.
Cümle endâmlar öndin, evvel bünyâd yan sünüklerin yaradurlar ve hem öldükten sonra yan sünüklerin doprak giç yir.
İkinci gün tekbîr barmagın yaradurlar sag kolıyıla.
Pes üçünci gün başın yaradurlar sol koluyıla.
Dördünci gün sol ayagın yaradurlar.
Bişinci gün sag ayagın yaradurlar.
Altıncı gün üçyüz altmış altı damarın yaradurlar;
Pes yarusı deprenür yarusı deprenmez,
zîre yarusında kan olur ve yarusında yil olur.
Kaçan kim ol deprenmez damarı deprense sayrulık olur;
Ve eger ol deprenen damarı sâkın olsa ol kimse ölür.
Yidinci gün yidi yüz kırk pâra sünüklerin yaradurlar
Sekizinci gün yüz bin yigirmi dört bin kılların yaradurlar.
(Dokuzıncı gün) Hak subhânahu ve ta’âlâ dört firişte viribir
Birisi ecelin yazar; ve birisi şakîlıgın ve bed-bahtlıgın (ve hem) sâlıhlıgın ve nîk-bahıtlıgın yazar; ve birisi rızkın yazar; ve birisi başına gelecek vâkı’aları yazar.
Onıncı gün cân girür.


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Ondan sonra Allâhu Teâlâ’nın farmânıyla beraber iki melek varırlar o kulun mezar yerinden bir avuc toprak alırlar getirirler; o iki suya karışdırırlar ve hem yogururlar ve hem kırık gün sag elleriyle depreşdirirler, alâka olur.
Ondan sonra sol ellerine alırlar kırk gün yine depreşdirirler mudga olur:
Sonra onu sağ aucu içine tahvil eder.
Yani yine sag ellerine alırlar depreşdirirler.
Yine kırk gün ondan sonra şöyle korlar bekletirler.
Yigirmi güne kadar böylece durur ve saklarlar böylece et, kan, damar, kemik olur.
Hâliyâ sözden terk yok.
Cümle endâmlardan-vücudun görünüşünden önce, ilk temel organ olarak yan kemiklerini yaratırlar.
Onun için öldükten sonra yan kemiklerini toprak geç yer-çürütür.
İkinci gün tekbîr parmagın yaratırlar sag koluyla beraber.
Üçüncü gün başını yaratırlar sol koluyla beraber.
Dördüncü gün sol ayağını yaratırlar.
Bişinci gün sag ayağını yaratırlar.
Altıncı gün üçyüz altmış altı damarını yaratırlar;
Bu damarların yarısı deprenir yarısı deprenmez,
Zira yarısında kan olur ve yarısında yel-hava olur.
Ne zaman ki o deprenmez damarları deprense hastalık olur;
Ve eger o deprenen damarları sâkin olsa o kimse ölür.
Yedinci gün yedi yüz kırk parça kemiklerini yaratırlar.
Sekizinci gün yüz bin yirmi dört bin kıllarını yaratırlar.
Dokuzuncu gün Hakk Subhânehu ve Teâlâ dört melek gönderir
birisi ecelini yazar.
Birisi de şakîligin ve kötübahtlıgını ve hemde sâlihligini ve iiybahıtlıgını yazar.
Birisi rızkını yazar; ve biriside başına gelecek olayları yazar.
Onuncu gün cân bedene girer.



Resim

Macmû’ : Mecmu’. Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.
Halâyık : Cariye, hizmetçi.
Avrat : (Averât) (Avret. C.) Kadınlar. * Gizli yerler. * Mahrem zamanlar.
Emşac : (Meşc. C.) Nutfenin vasfı. Karışık. Dağınık
Tü : Tüy. Kıl.
Sinle : Mezarlık.
Alâka : Kan pıhtısı. Uyuşuk kan.
Muzga : Mudga. Et parçası, bir çiğnem et.
Depreşmek : Yeniden ortaya çıkmak, nüksetmek.
Sünük : Kemik.
Endâm : f. Beden. Vücud. * Vücudun tenasübü. Vücudun görünüşü. * Letafet. İntizam ve üslub.
Bünyâd : f. Temel, esas. Yapı, binâ.
Sayrulık :Hastalık.
Bed : f. Fenâ. Kötü. Çirkin. Yaramaz. şer. şeni'.
Nîk : f. İyi, güzel, hoş.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 06 Ağu 2014, 19:02
gönderen kulihvani
Resim O günkü dille orjinali:

Ancan çün kim biş ay tamâm olsa nakıldur kim:
"İzâ dehale'r-ruhu yeteharreku'l-veledü fî rahmi ümmehu"
Ya’nî kaçan kim cân girse oglan ana rahmında harakete gelür, deprenür.
Andan Hak subhânahu ve ta’âlâ ana bagrını oglana mıhrab buyurur; secde kılur; ve ol secde barakâtında anası degme nesne yemez olur.
Zîre kim bu işler ve bu ululıklar ve bu ‘azamatler âdama cânıla ‘alıl geldi, ol gün menşûrun, ol kulı Çalap Tanrı tamâm eyledi.
Ammâ bunda üç ma’nî var; bu üç ma’nî kimde kim olursa ‘aklı tamâmdur; kimde kim olmazsa ‘aklı yokdur; ve hem cânı uyur ve lîkin bu üç ma’nî ki kula ta’allukdur; evvel kendüyi bilmek ikinci dapu kılmak üçünci kabrı yurt kılmak; pes bu didüklerüm devletlü kişilere deger.
Dahı bir ma’nıda devlet edep ve ‘akıl ve latîf hü(dur) vu üç nesne aldugı kimesneler gey (baht) ulu kişilerdür nitekim Rasûlu’llâh hazratı buyurur:
Kâle'n- Nebiyyü aleyhisselâm : El akulu mîzanullahi fi'l-ardi (kaynaklarkda olmayan bir hadis)
ma’nîsi budur kim:
‘Akıl yir yüzinde Tanrı ta’âlâ’nun tarâzusıdur.
Pes yir yüzinde ‘akıl tarâzusından yiğ nesne yokdur; zîre kim her eyü nesneyi bilen ve buyuran ‘akıldur.


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Ondan sonra o vakit ki beş ay tamam olunca nakildir ki:
"Ruh bedene girdiğinde çocuk annasinin karnunda hareket eder"
Yani ne zaman ki can girse oğlan ana rahminde harakete gelir, deprenir.
Ondan sonra Hakk Subhânehu ve Teâlâ ana bağrını oğlana mihrab buyurur; secde kılar; ve o secde bereketinden dolayı anası sıradan şeyleri yemez olur.
Zira ki bu işler ve bu ululuklar ve bu azametler adama canıyla beraber geldi o gün fermanla.
O kulu Çalap Tanrı tamam eyledi.
Amma bunda üç mânâ vardır:
Bu üç mânâ kimde ki olursa aklı tamamdır.
kimde ki olmazsa aklı yoktur ve hem de cânı uyur.
ve lâkin bu üç mânâ ki kulla alâkalıdır.
İl önce kendni bilmek.
İkincisi gereği gib kulluk yapmak.
Üçüncsü kabri gerçek ve son yurt kılmak.
Bu dediklerim devletli kişilere değer.
Onlar için olabilecek şeydir.
Daha bir mânâsı da; devlet edep ve akıl ve güzel huydur.
Bu üç şeyi benimseyip alan kimseler çok iyi bahtlı ulu kişilerdir. Nitekim Rasûlullâh Hazreti buyurur ki:
Peygamber aleyhisselâm : "Akıl Allah'ın yer yüzündeki ölçüsüdür." (kaynaklarkda olmayan bir hadis)
Mânâsı şudur ki:
“Akıl yer yüzünde Hakk Subhânehu ve Teâlâ’nın terâzisidir.”
Yer yüzünde akıl terâzisinden yiğ-hafif nesne yoktur.
Şundandır ki her iyi şeyi bilen ve buyuran akıldır.


Resim O günkü dille orjinali:

İmdi iy ‘azız-ı men!
‘akıl dört dürlü nûrdandur.
Evvel ay nûrından, ikinci gün nûrından; üçünci sıdratu’l-münteha nûrından dördünci ‘Arş nûrından.
Pes anunçün sûrat içinde ‘akıl sultândur ve gönül içinde râhatlıkdur; ve hem âdama bunca ululık bunca nûr, bunca kerâmat bunca hıl’at kim Tanrı ta’âlâ virdi dükelisi ‘akıl berekâtındandur.
Pes imdi her kimin kim gönlinde ‘akıl nûrı varısa hoş eger yogısa kendüye dahı hayrı yok ve hem Çalap ta’âlâ katında dahı yiri yok.

وَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
(Mâide 5/10)
habarda şöyle gelmişdür kim:
Çalap celle calâluh üç dürlü karanulıgı üç dürlü nesneyile aydın kıldı:
Evvel: Dünye karanulıgın ay, gün yıldızlar nûrıla yadın kıldı.
(İkinci…………………………………)
(Üçünci……………………..)
Ve hem âdamı dahı üç dürlü karanlıkdan yaratdı ve yine üç dürü nesneyile aydın kıldı:
Evvel: Çar’anâsır karanulıgın yaratdı: ‘akıl nûrıla aydın kıldı
İkinci: Cehil karanulıgından yaratdı ‘ilim nûrıla aydın kıldı.
Üçünci: Nefis karanulıgında yaratdı Ma’rıfat nûrıla aydın kıldı.

هُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ عَلَى عَبْدِهِ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَإِنَّ اللَّهَ بِكُمْ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
(Hadîd 57/9)


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Şimdi ey Azîzim!
Akıl dört türlü nûrdandır.
Birincisi ay nûrundan.
ikincisi güneş nûrundan.
Üçüncüsü sidretü’l-münteha nûrundan.
Dördüncüsü Arş nûrundan.
İşte onun için sûret-beden içinde akıl sultândır ve gönül içinde râhatlıktır.
Ve hem insana bunca ululuk bunca nûr, bunca kerâmet bunca hil’at ki Hakk Subhânehu ve Teâlâ verdi tümü de akıl bereketindendir.
Böylece her kimin ki gönlünde akıl nûru varı ise hoş.
Eger yok ise kendine dahi hayrı yoktur
Ve hem Çalap Teâlâ katında dahi yeri yoktur.


وَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Resim---“Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cehîm: İnkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar ise, onlar da, alevli ateşin halkıdırlar.” (Mâide 5/10)
Haberde şöyle gelmişdir ki:
Çalap celle calâluh üç türlü karanlığı üç türlü şey ile aydın kıldı:
Birincisi: Dünye karanlığını ay, güneş yıldızların nûruyla aydın kıldı.
İkincisi: …………………………………
Üçüncüsü: ……………………………..
Ve hem insanı dahi üç türlü karanlıkdan yarattı-geçirdi ve yine üç türlü şey ile aydın kıldı:
Birincisi: dört unsur karanlığını yarattı, akıl nûruyla aydın kıldı.
İkincis: Cehil karanlığından yarattı ilim nûruyla aydın kıldı.
Üçüncüsü: Nefis karanlığından yarattı Mârifet nûruyla aydın kıldı.

هُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ عَلَى عَبْدِهِ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَإِنَّ اللَّهَ بِكُمْ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Huvelleziy yunezzilu 'ala 'abdihi ayiten beyyinatin liyuhricekum minezzilimati ilennuri ve innallahe bikum lereufun rahiymun. : Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Hadîd 57/9)

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim---“Halekaküm min nefsiv vahidetin sümme ceale minha zevceha ve enzele leküm minel en'ami zemaniyete ezvac yahlükuküm fi bütuni ümmehatiküm halkam mim ba'di halkin fi zulümatin selas zalikümüllahü rabbüküm lehül mülk la ilahe illa hu fe enna tusrafun : Allah sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O'na kulluktan) çevriliyorsunuz?” (Zümer 39/6)

Resim O günkü dille orjinali:

Pes imdi Ma’rıfat güne benzer ve ‘akıl aya benzer ve ‘ilim ılduza benzer.
Ve hem ay, gün dogar dolınur ve hem ‘ilim dahı okınur ve lîkin degme kez hâtırlarda kalmaz ve lîkin Ma’rıfat her kimün kim gönlünde olsa tâ haddi ölüp sine varınca hâtırından gitmez; bel kim sinde dahı fâ’ıdası ola.
Ol ‘ârıflar sultânı muhakkıklar arslanı ve maşayyıhlar mürşidi seyydî Sa’dad-dîn rahmatu’llâhı ‘alayh buyurur kim:
Yir yüzi etüm tenüm
Akar su kanum benüm
Tahkîk burcudan dogdı
Uyakmaz benüm günüm.
Pes imdi güneş dünde bie buruçdan dogar; kalan buruçlar mahrûm kalurlar. Ammâ ‘akıllı gönüllerde üçyüzaltmış altı buruc vardur; ve Ma’rıfat güneşi dahı her gün bir buruçdan dogar; kalan buruçlar mahrûm kalur sanman.
Zîre vücüdde sekiz rahmânî kal’a vardur degme bir kal’anun yüz bin burcı vardur, Ma’rıfat güneşi cümlesinün üstine müvekkeldür dükeli burca irer hergîz bir buruc mahrûm kalmaz.
Her çend kim gün gökde dogar nûrı yire dokunur ve ‘ilmin ma’rıfatlu gönüllerün nûrı Arş’dan dahı öte diger.


Resim Bu günkü dille Kul ihvÂNi açıklaması:

Pes imdi Mârifet güneşe benzer ve akıl aya benzer ve ilim yıldıza benzer.
Ve hem ay, güneş doğar dolunur ve hem ilim dahi okunur.
Ve lâkin dçuğu kez hâtırlarda kalmaz.
ve lâkin Mârifet her kimin ki gönlünde olsa, tâ ki ölüp de mezara varıncaya kadar hâtırından çıkmaz.
Belki mezarda bile fâydası olur.
Ol ârıfler sultânı muhakkikler arslanı ve meşayyıhlar mürşidi seyydî Sadeddîn rahmatu’llâhı alayh buyurur ki:
Yer yüzü etim tenim
Akar su kanum benim
Tahkîk burcudan dogdu
Batmaz benim güneşim.
Pes imdi güneş günde bir burçtan doğar kalan burçlar mahrûm kalırlar.
Ammâ akıllı gönüllerde üç yüz altmış altı burç vardır.
Ve Mârifet güneşi dahi her gün bir burçtan dogar da kalan burçlar mahrûm kalır sanmayın.
Zira vücudda sekiz rahmânî kale vardır sıradan bir kalenin yüz bin burcu vardır.
Mârifet güneşi cümlesinin üstüne müvekkeldir bütün burçlara ulaşır hiçbir suretle bir burç mahrûm kalmaz.
Her kadar ki güneş gökte doğar nûru yere dokunur.
Ve ilmin Mârifetli gönüllerin nûru Arş’tan dahi öte gider.


Resim

Mıhrab : Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. * Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. * Evin şerefli yüksek yeri, çardak. * Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. * Mc: Harb âleti. * Orman. * Melikin hususi makamı. * Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. * Ümit bağlanan yer.
Menşûr : (Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş. * İşleri dağınık. Perişan. * Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı. * Bayrak.
Ta’alluk : Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma. * Dünya alâkası. * Sevme.
Çar’anâsır : Dört unsur. Toprak-Su-Ateş-Hava.
Muhakkık : Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan. * Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi.
Uyakmak : batmak, gurub etmek.
Buruç : Burc. Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi. * Tek hisar kule, kale çıkıntısı. * Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı.
Müvekkel : Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan. Bir kimse tarafından işlerini görmek veya kendisini müdafaa ettirmek için vekil edilmiş kimse.
Hergîz : f. Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle.
Çend : f. Kaç tâne? Ne kadar? * Birkaç. Üç-beş gibi adet. * Herhangi bir şeyin yüzde biri.

Re: Makalat-ı Hacı Bektaşi VELİ ŞERHi Kul ihvani

Gönderilme zamanı: 14 Ağu 2014, 23:08
gönderen kulihvani
Resim O günkü/bu günkü dille orjinali:

12- Bâb-ı isnâ-aşar : ON İKİNCİ BÖLÜM: MAKAMLAR KİTABI (YAZıLmamıştır.. ya da AÇıLmamıştır..)

Resim

->hER NEFES -> TEVHİDe TeSTtir
->A Ş K -ı MuhaMMedî -> MeSTtir
SEVgi>BİZ BİR-İZ->tAMM-tÜMMdÜr
-> YÜREĞİmmm >SEVd PeReSTtir!.

Ehl-i Beytü >AH-ü-ZÂRe HUu!
KÂR-ü-BeLÂmız -> KÂRe HUu!
HAKta HAKtan HAKka HAKLa
->HACı BeKTaŞ HÜNKÂRe HUu!.

ZEVK 6221

RABB RıZÂsı RaSûLuLLaH.. ->ÖZde gÖNüL GüZeLimİZ!
“bİR Kur'ÂN bir de Ehl-i Beyt!”
->ALİ ŞAH’dadır ELimİZ!
KüLLî Kur'ÂN KemÂLiyLe..
->cÂNda ->cÂNÂN CemÂLiyLe
HÂL-i HaZıR
->HAK’ta >HAK’tır -> HACı BeKTaŞî VELîmİZ!.
kaddesallahu sırrahu..

celle celâluhu..
sallallahu aleyhi ve sellem..
kerremullahi veche..
aleyhumu's-selâm..


14.08.14 >23:54
brsbrsshri..tktktrstkkdsszısszz…



KeVSeR TASı: Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm..:

Hicretin Onuncu yılında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem artık Risaleti’nin adetâ bir özeti ve tamamlayıcı olgusu olarak tarihlerde Vedâ Hacc’ı diye bilinen haccı yerine getirdi. Komşu kabilelerdeki Müslümanların da kendisine katılmalarını emretti ve Mekke’de 100 binin üzerinde insan toplandı; bir kişiyle başlayan İslâm davası 23 yıl gibi kısa bir zaman içerisinde 100 binden fazla kişiyi Haccda toplayabilecek hale gelmişti.
Vedâ Haccında “Vedâ Hutbesi” diye bilinen ve genel bir tebliğ” niteliğindeki hutbesini okuyup Haccını da tamamladıktan sonra Medine’ye doğru yola koyuldu.
Yolda Gadir-i Humm denilen bir su başına geldiğinde kafile durdu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öğle vakti bir ağacın altına kurulan kürsüye çıkarak ve Hz.Ali Ali kerremullahi veche’yi yanına alarak şunları buyurdu:


Ey Müslümanlar! Ben ancak bir insanım! Rabbimin elçisi gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki kıymetli ve ağır şey bırakıyorum. Onlar birbirinden ayrılamaz. Eğer bunlara uyarsanız yolunuzu sapıtmazsınız. Bu iki kıymetli şeyden biri içinde Nur ve doğru yol bulunan Allah’ın Kitabı’dır ki O’nun gökten yere sarkıtılmış ipidir. Ona tutulan doğru yolu bulur Ondan ayrılan sapar. Diğeri de Ehl-i Beyt-i Itret’imdir. Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım; Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım; Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım!"

(Sahih-i Müslim 2: 325; Tirmizi H. No: 4036 4038; İ.Hanbel Müsned 5: 182 189 3: 26.)

Ey Müslümanlar! Ben bütün Mü’minlere öz canlarından daha evlâ değil miyim? Öyleyse ben kimin Mevlâsıysam Ali de onun mevlâsıdır. Ya Rabb! Onu Velî edinenlerin Velisi ol düşmanlarına da düşman ol! buyurdu.”
(İ. Hanbel Müsned 4: 281 Buhari Tarih 1: 375 İ. Mace Sünen H. No:116)


ALLAHu zü’l- CeLÂL ->Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e, ÂLine, EHL-i BeYTine, Ashab-ı Güzînine, Hacı Bektaşî VeLî kaddesallahu sırrahu ve diğer tÜMM Hakk Dostlarına ve ÜMMetine Salât ü SeLÂM EYyLesin İnşâe ALLAHu Teâlâ!. Âmin!..

3. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İmâm-ı Alî kerremullahi vecheye ait salâvâtı şerîfe

Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


-bu Eser de biTti hamd olsun!..-