SEVgili kardeşim Eyüp Perşembe günü yaşadığımız bir güzelliği anlatayım bende SEVgili Kul İhvânİ Hocamızla ilgili.
Çarşıda, Bijuterilerin satıldığı bir mağazaya girdik saç bantı alacaktık. Giriş katında baktık istediğimiz saç bantı yoktu. Genç tezgahtar kız alt kata inmemizi oradan bakmamızı söyledi.
Alt katta ki reyonlara bakan zayıf bir genç kız bize seçenekleri gösterdi aldık bir tane
Kul İhvânİ Hocam genç kıza
---''sizin isminiz Fatma mı?'' Dedi.
Kız şaşkın bir o kadar da ürkek
--''evet’’ dedi.
Bana baktı beni nerden tanıyorsunuz surat ifadesiyle.
Bende sadece güldüm. Teşekkür ettik çıktık üst kata.
GüzELlikleri GÖRen GüzEL GÖZlere baktığımız için BİZde sonsuz NİMETin SAHİBine sonsuz ŞÜKÜRler ederiz. إِن شَاء اللَّهُ
nur-ye yazdı: Kul İhvânİ Hocam genç kıza
---''sizin isminiz Fatma mı?'' Dedi.
Kız şaşkın bir o kadar da ürkek
--''evet’’ dedi.
Bir kaç saat önce annemle Ulupark'a biraz hava almaya çıkmıştık. Boş bir masa bulup oturduk. Bir hafta önce annem katarak operasyonu geçirmişti, ancak diğer gözünde de katarak olduğundan net görememekte idi. Oturur oturmaz dediği şey "Bu kalabalıkta Muradiyeli tanıdıklardan birileri mutlaka vardır, ama ben bu gözlerle nerdee tanıyacağım..." deyip içli bir iç çekmişti. Sıkıntısı yüzünden okunmakta idi. 15-20 dakika sonra yanımızdan geçen bir bayana "Siz Muradiyeli misiniz?" diye seslenmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kızcağızda bize dönüp "evet Muradiyeliyim" dedi. Çay ikramımızı kabul edince başladık konuşmaya...Ve uzaktan akraba olduğumuz ortaya çıktı. Dayanamadım anneme sordum: " Nerden anladın Muradiyeli olduğunu. "diye. Az önce dedi yan masada konuşurlarken Muradiyeli olduğunu söyledi. Ordan duydum...dedi. -Dedi ama ses Raûfun Rahîm Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelmişti....-Bu Duyduğum beni çok duygulandırmıştı. Gözlerim doldu.. Adını sormadığımız ve sesiyle kendini duyuran akrabamız, kulunu hiç bir şekilde mağdur etmeyen Rabbımızın dilediğine dilediği yerde dilediği şekilde merhamet etmekte olduğunu bize hatırlatmıştı elhamdülillah...Rabbimizin buyurduğu ve ancak tam anlamıyla kendisinin bilgisi dahilinde olan "Raufun Rahim Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize sayısız sonsuz es-salat, es-selam olsun inşaallah."
---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun) :Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.(Tevbe 9/128)
Bursa’da Alacahırkada bir kahvede bulduk Doğan Dede’yi.
Selâm verip yanına oturduk, gazete okuyordu kendisi güya.
Dönüp bakmadı bile ilk zamanlar.
Büyük bir dikkatle gazetenin sayfalarını çeviriyordu.
Sağ elinde parmağına yüzük gibi geçmiş olan sekiz renk 99 luk boncuktan tespih, kendi deyimiyle “eğlencelik” vardı.
Gazete okuması bitince “çay söyleyelim mi?” dedik, kahveci biliyor onun çay içmediğini “O kakao içer!” dedi. “Peki!” dedik biz de kendimize çay Boncukcu Doğan Dede’ye de kakao söyledik.
Uzunca bir yol beraber geldiğimiz yoldaş, can Hocam Kulihvani: “Daha önce gelmiştim, bana boncuktan 99’luk vermiştin parmağa geçirilen hani!” diye söze başladı.
Doğan dede de hatırlıyordu ama boncuk mavisi gözleri sanki uzaklara bakıyor da oradan hani: “Tamam konuşabilirsin, izin var yanındakilerle konuşmana!.” diye bir haberin gelmesini bekliyordu…
Ve beni de sevmişti Boncukcu Dede…
Yavaş yavaş çözülmeye başlamıştı Boncukcu Doğan Dede:
“O boncukları bulamıyom artık, hep boyalı cam var. Parasıylan alacam ama bulamıyom ki. Tespihçilerde de yok, onlarda da üstünü boyamışlar. Boncukçulardan alıyordum amma artık onlarda da boyalı camlar var hep!”
Kulihvani Hocam: “Dede, bu boncukları nerden buldun?” diyor.
Boncukcu Doğan Dede devam ediyor: “Kırmızıyı aradım aradım bulamadım boncukçularda, tespihçilerde. Sonra Emir Sultan Camiinde bahçede biri düşürmüş te bir tespih, 33 tane oradan aldım. Heheeee!..” Bir gülüşü var Doğan dedenin evlere şenlik.
Masum ve muzip bir çocuk gibi gülmekte, gözleri de uzaklara bakmakta bir yandan.
Devam ediyor: “Sonra bir de baktım bunu, Orhan camiinin içinde düşürmüş oraya biri. Bunu da oradan tamamladım. Heheeee!..” Derken mor renkte olan boncukları gösteriyor gülerek!..
74 yaşında Doğan dedemiz, hiç evlenmemiş.
Beş kardeşlermiş, hepsi de erkek.
En küçükleri uzun yıllar önce gençliğinde işten çıkarılınca Mudanya’ya gitmiş, denizde boğulmuş.
İntihar mı etti yoksa kaza mı öğrenememişler hiç.
1959 Bursa Bakırcılar ve Kapalı çarşı yangınını görmüş Doğan Dedemiz.
O sırada 19 yaşındaymış, babasının bakırcı dükkanında çalışıyormuş.
Yangının ortasında kalmış ama nasıl kurtulduğunu söylemiyor.
O yangın sonrasındaİÇi de yanıyor Doğan dedemizin ve kendi deyimiyle “Vaktini BİLiyor” artık.
“Babam ölmeden bir hafta önce bir rüya gördüm. Söyledim ona rüyamı. İşine gelmedi ve kızdı, bana: “Sen misafirsin artık bu evde!” deyip evden gitmemi imâ ediyodu. Bir hafta sonra öldü. O misafirmiş meğer, heheeee!..
Halam vardı, o da Vaktini bilirdi. Babama: “Sen oğluna RaBBını gösterip öğreteceğine O sana gösteriyor daha!” derdi. ”
“Üç şeyin bâkiriyim, Para-Pul, Kadın, Boş vakit... Bu üç şeyin bâkiriyim. Vaktimi bildim, sabır ettim. Varsa eyi de yoksa ne yapceen, sabretcen!. ”
“Hocaya açık bir kadın gelmiş, hoca da ona :
“Güzellikte sultansın
Gönüllerde yatansın
Melek gibi görünür
Esasında Şeytansın!.. deyivermiş.”
Oysa bunu söyleyen kendisiydi. Cebinden önceden yazılmış hazırlanmış bu kısmı yırttı bize teslim etti..
“59 da yangından önce, babamın bakırcı dükkanında çalışıyordum.
Vakit gelmişti de yandaki bıçakçıda ucuza bir yevmiyeyle çalışan çocuğa dedim: “Sana 27 yevmiye vereyim bak benim yerime!” Çocuk da hemen iştahlı: “Olur!” dedi.
Deyiverdim ona: “Câmide cemaatlen kılmak 27 katken gitmiyon da burda 27 yevmiyeye tav oluyon. Asıl o lâzım değil mi? Gitsen ya 27 kat daha makbul değil mi?."
Sekiz Rengi NErde BULmuş?!.Boncukçu DOĞÂN DeDe Bakk! EMİR SuLTÂN bAHçasında!..TOPlamış AL-KIRMIZI-yı.. ORHÂN GaZi CÂMİsinde..MosMoRunu DÖKmüş de HAKK! DOKsan DOKUz TeSBiH Etmiş…SeKiZ ReNK SıRRRmış“SIZı”yı!..
(Canımız, Kulihvani Hocamızla ziyaret ettiğimiz Boncukçu Doğan Dedemizin sohbetinin ikinci kısmını kayda almıştım. Gönlümden geçen sohbetin tamamını yazmaktı ama yetiştiremedim. Affınıza sığınarak youtube'a yüklediğim sohbet videosunu paylaşıyorum. Hocamla istedik ki; sizler de Doğan Dedemizin çocuksu ve saf gülüşünü duyabilesiniz . İnşaAllah faydalanırsınız!)
...
Bakir(Fakir) gelmiş babam, babasından bir şey kalmamış. Onun için vaktini de babasından görmemiş. 5 tane de evlat sahibi, ben de onun gibi evleniverseydim, yokluk üstüne yokluk, kapı üstüne kapı, ama gençliğimde uyanınca Allah ta bana sabır verdi. Ben anamdan mal mülk çalışmışken bulamadım, evladımı da düşünmücem mi? Çocuğumu da bende düşünmezsem ne olacak, yokluk içinde yokluk... Babamdan görmemişsem düşünmeyi ben de çoluk çocuğumu düşünmücem mi, hihiii...
Niçin başı açık geziyosun dedim, öğretmen "Anamdan öyle gördüm" dedi. E sen öğretmen olmuşsun, çocukken anandan böyle görüyon, e genç olgun olmuşun, öğretmen olmuşun daha da anana babana mı bakıyon? Aklın ermiyor mu? Çocukken hadi gördüğünü yapıyodun, ama yaşını başını almışsın, hihiiii...
Varlığı görmedik ama gene Allah versin istemez miyiz, isteriz. Gördün mü bak, görmezken gene Allahın verdiğini istiyoz, vaktini de anan babandan görmezsen bunu da istesene! Ne istemiyon? "E, görmedim" diyon, Neye istemiyon, e paranı istiyon, ama uyanmayı niye istemiyon?
Şimdi millete aldırış etme, "Dinde zorlamak yok" demiş Rabbim, onun için istemeyen efendim zorla sebep olamayız, isterse, zorlamak yok . Zaten başıma geldi bir kere: O cami yok, oraya yapılırken buraya gelioz, müezzin bana ezanı okutcek, hoparlör yok, "Minareye sen çık" dedi. Beni zorlamağa, çıkarmaya baktı. Dinde zorlama yok, tehlike başıma geldi. Tehlikeden de kurtuldum çok şükür. Zorla çık dedi bana, e ben de çıkmağa başlarken minarenin yarısına gelince o zaman aklıma geldi, Allah'tan, baygınlık hastalığım var benim. Gidem söyleyem dedim, inip aşağı söylerken de bayıldım. "Bir daha çıkma!" dedi. O zorlarken aklıma gelmedi ama minarenin yarısında aklıma geldi, hastalığım. Kulihvani :" Neden hasta oluyorsun? " Boncukçu Doğan Dede:" Baygınlık hastalığım var benim. Çocukken sıcak suda yanmışım, ordan hastalığım olmuş." Kulihvani:"Ne zaman bayılıyorsun, yukarı çıkınca mı bayılıyorsun?" Boncukçu Doğan Dede:"Yok, bu baygınlık dediğim belli olmuyo, aniden geldiği oluyo." Kulihvani:"Sende bir iş var ama?.." Boncukçu Doğan Dede:"E, belli olmuyo. Bazı hastalar var, kendi yaşımdan daha genç olgunluk yaşımdaydım, bizim bakkal vardı, biraderinde de böyle baygınlık hastalığı varmış. Giderken yollarda düşüvermiş, trafikten de kolu gidivermiş. İşte bu, yolda düşüverince trafikten de kolu gidivermiş...
Ben de yanınca hastalığım doğmuş, senelerce başıma geldi çektim ama ömreye gitmemden sonra, almadılar beni hacca ben de ömreden gittim. " Kulihvani:"Hacca niye almadılar?" Boncukçu Doğan Dede:"Hastalığım var diye almadılar. Arkadaşla ömreye yazıldık, ordan gittim . Sonra kaç sene oldu geldim. Eskiden bayıldığım gibi yere düşüyordum.
...
[BBvideo 425,350][/BBvideo]
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Bursa’yı gezmeye gitmiştik üç kafadar..
Tezveren BaBa deselerde bilirdik ki tez EREN BaBaydı ziyâret ettik.. Nasibmiş tavuk-pilav ikram oldu duâlar ettik..
Somuncu Baba'nın 2 kapılı Fırınından ekmek diledik.. Hücresinden teberrüken toprak yedik..
Üç Kuzular Yokuşuna vurduk.. Üçü kuzu 7 yatırı hoş ettik de hârika VAV resimlerini çekerken dışarıda kalan “ aliyarimdir” can çok yaşlı bir DeDeyle konuşmakta ve demekte ki: “Eve gidip çay içmeden vallah salmam! Sizi almaya geldim zor-kötek!” der.
Ne dediysek nâfile..
Düştü öne gözünün görmediği belli, gece kondu yolu bıçak sırtı değme delikanlı kayar..
Bana: “ Hasan Dağlım ben de Keles Dağlıyım bana dayan düşme haaa!” diyerek inerken: “ben 80 yaşındayım bu da Kıtmirimiz 88 yaşında! ” deyip ele yönelince işler karışmıştı..
Evin önü curcuna tarhana yapılmakta..
Hanımına bağırmakta: “Acele çay koy misâfirleri getirdim işleri varmış, gideceklermiş!” Bize de karısı için: “Bu Sultan ben de Süleyman, BİZ Olduk Sultan Süleyman!” diye şaka yaptı.
Kadıncağız kaldı mı zorda.. ben hemen: "Sultan Aba şimdi ocağın 4 gözünde tarhana malzemeleri var pişmekte değil mi?” dedim.
Sultan Anam da: “Hee ya pişmekte anam!” dedi.
"O zaman su da olur bir yudum! Yine geliriz İn şâe ALLAH!” dedim.
Gazoz geldi.. konuştuk ayrılacağız.
“Tarhananı almaya geleceksin söz unutma! sepet yaparım ben Sepetçi DEDEyim” dedi.. ama sepet vs. yoktu ortada lakâbı sandık..
Aradan zaman geçti bendeniz "Burası Bursa" yı mekân tutup, teke tek teras tekkesinde tekleyip ve bir zaman bekleyip de yine “ kendi âleminde bir CAN olan aliyârimdir ” in yolu düşünce Bursa İllerine..
Vurduk yine YOKuşa.. Somuncu DeDemin Atının İZin İzledik Ziyâretin BİZledik.. Hücresinden toprak yedik SıRRın SALLadık hamdolsun!..
Çıktık vardık yukarı, Üç Kuzular kapalı.. kimseler yok.. duâ ettik..
Yaşlı bir NiNeye “Sepetçi sağ mı?” diye sorduk ve de yöneldik MekÂNa..
Sultan Ana kapıda elinde sepet için fındık dallarından dilmeler ıslatmakta..
Yol orda bitmekte sanırım, Kıratı ak yelesinden tanıdı ki candan gönülden: “Buyurun!” çekti.
Ben de: "Şuraya oturalım dışarı, Sepetçi Dede nerde?” dedim.
İçerde sepet örecekmiş sabah yatağını toplarken sabah sabah: “Sultan acele sepet öreceğim malzeme ıslat!” dedi.
“Tarhana koy ocağa, misafir geldi-gelecek" dedi çorba pişirtti hazır, içeri buyurun hele!" dedi.
Odaları 5-6 metre kare kadar sanırım 3 odalı bir gece kondu..
Bizimkisi serilmiş yere, radyosunda tam çalgısı tıpkı ben gibi.. Elinde bıçak malzeme hazırlamakta.. sesten tanıdı.. tam cümbüş..
BiZyineBİRROlduk şükür RABBımıza ve coştu DeDe!…
“Sultan çay! Sultan çorba!” derken: “Sepete başlarım 1 saate biter bekleyin!” dedi.
“Bismillah Pîrimin-şeyhimin HİMMetiyle!” dedi başladı.
Ben de bitmez sanıp: “Bir daha gelirim!” vs. deyip gideceğiz.
“Yukarda Ay DeDe var ziyâretine gidin gelin sepet biter, Sultan KıtmirimİZin tarhanasını da hazırla!” derken Sultan Anamın tarhana poşeti hazır..
Ay DeDe en yukarıda dizlerimiz zorlandı ama değdi....
Fâtih'in kahraman kumandanlarından Zağnos Paşanın Veli oğlu Hamza DeDe ama Mezar taşı HiLÂlinden AY DeDe kalmış..
Duâ ettik ve şehri seyrettik.. döndük inerken kolayca..
Geldik ki sepet bitmek üzere..
Esas sohbet başladı…
"1931 Yılında Keles Dağının Yağcılar Köyünde doğdum, babamın adı Ahmed'di sepetçiydi, Dedem de sepetçiydi ben Süleyman Bakaç da 70 yıldır sepetçiyim! 81 yaşındayım..
Bana şeyhim Tavşanlılı Ahmed Murat BaBam dediki: “Oğlum sen el emeğini ye, devletten maaş alma.. Devlet suyu içen kanmaz haa!” dedi. Bende hep sepet yapıp sattım, çok şükür paşa gibiyiz şimdi bile gözlerim görmez iken el yordamıyla yapıyom da 10 liraya gidip satıyom tânesini ekmeğimizi alıyoruz!” dedi.
Sultan Ana da: “Ben de yağcılardanım hem yetim hem öksüz idim Süleyman'la evlendik. 77 yaşındayım ALLAH râzı olsun aç kalmadık açık kalmadık! Şeyhimizin Himmetiyle! Ahmed Babam pek merhâmetliydi.. İlk başlarda biz 2 sene Tavşanlı'ya gittik. Bursa’dan çorap çamaşır vs. götürüp satardık da Ahmed Babamız hep bizi kollardı ordayken. Kurbanımızı getirirdi. Zâhire-buğday getirirdi, hep yoklardı. Sonra biz bura Bursa'ya geri geldik sepet işi yaptı Süleyman.”
Sepetçi DeDe: “ben Şıhımın Himmetiyle 70 yıldır sepet yaptım geçindim, oğlum Halil İbrâhimi sepetçi yapmadım okuttum İmam oldu. Şeyhim Ahmed Baba Mürşid'di, Mürşid... 63 yaşında HAKKa yürüdü gitti, kabri Tavşanlı'da oğlum götürdü mezarına-ziyâretine kaç kere.. Şimdikini kabul etmedim ben, başına kavuk sarıyo, cübbe giyiyo, zenginlere gidiyo, maaş alıyo hiç de kabul etmem bunların mürşidliğini, nerde Ahmed Babamız! Taa Tavşanlı'dan geldi de Bursa'nın zenginlerinin evine gitmedi doğruca bizim evimize geldi de gulugulu (hindi) getirdi bir sürü: “Sultan bişir bunları ziyâfet vereceksiniz!” dedi 20 kişiye ziyâfet verdik. Böylesine fakir dostu idi, zenginlere bakmazdı. Bunlar fakir tanımyo, bunlar kim oluyooo!” Sofra ortada, Sultan Ana: “Şimdi desek ki Ahmed Baba soframıza gel hemen gelir hamdolsun!” Sepetçi DeDe: “Demesi ayıp da biz sabah namazımız kıldık mı oturur dersimiz çekeriz!”
Sultan Ana: "Gayrı gözü heç görmüyo Süleyman'ın beni bile sesten tanıyo da seçemiyo!” deyince
Sepetçi DeDe: “Kulaklarım zil gibi ama çok şükür. Yine yaptığım sepeti aşağı indirip satıp geliyom ya!” diye böbürlendi gülerek..
“El emeği-göz nûru” değildi artık “EL yordamıyla yapıyom sepeti amma heç güzel olmuyo şuna bak!” deyip elindeki güzelim sepeti vuruyor yere.
Ve 1 saat dediği gibi bitti, temizledi verdi: “heeç de güzel olmadı amma!” dedi..
“Sultan Ana bir ihtiyaç var mı ALLAH Aşkına!” dediğim de gürledi Sepetçi: “Her şey çoook, çok şükür!” Sultan Anaya 20 lira verdim ki iş çıkmasın diye.
Sepetçi DeDeye: “20 lira vermekte!” deyince: “Ben 10 liradan başka alamam o zaman israr ediyosa bir sepet borcum var gelecek hafta gel al!” derken kıskıs gülmekteydi..
Elimde sepet içinde tarhanam ev telefonu da aldım her hafta bir sepet..
“Her defâsında 20 lira veririm “Bir sepet borcum var!” dersin DeDem hapı yuttun!”
Görmediğni sandığımız gözündeki gözsüz bakış, yüzündeki nur, sesindeki samîmiyet ve yüreğindeki sapa sağlam sadâkat ne güze DEDE Sepetçi DeDem!..
Duâlar etti ardımızca.. “Bekliyommm!” dedi. İn şâeALLAH!...
âlet edavat tanımaktaydı ellerini.. her şey işini bilmekte ve el yordamıyla yerini bulmaktaydı:
sepet bitmişti ama diyecekleri bitmemişti şimdi desek boşuna:
TEKe TEKin TEK SEpeti HÂLe Hazırdı:
son SePeT DEViR-Teslim TörenimİZ:
Tahtakaleye inmiştim.. aradığımı sordum.. az yukarda tarif etttiler.. yokuşu tırmanırken karşı-uzaktan birisi gelmekteydi el yordamıyla güyâ.. iyice baktım Sepetçi DeDe..
"ne o Sepetçi gezmeye mi çıktın?" dedim.. "Heeyee ya Sultan kafamın etini yidi git maydonoz tohumu al diye!" dedi.
koluna girdim ve: "nerden alacağız sen de görmüyorsun!" dedim..
gevrek gevrek güldü: "ben götürürüm Kıtmirim seni!" dedi..
şimdi sağa dönelim.. şimdi sola derken daracık bir yerde tohumcuları bulduk:
"Abla en iyisinden maydonoz tohumu" dedim..
Sepetçi: "5 liralık!" dedi.
parasını verdim. ama elinde bozuk parası hazırdı..
"parasız verdi" deyince:
"Maydonoz yemeye geleceğin ammaaa!" dedi..
dönüşte beni eskici Mehmet Dedeye götürdü. tanıştırdı.. dualar edildi.. Aş evinden çıkanlar sıraya girdi Sepetçiye el öptü:
"Bu delikanlımız KıtmirimİZ" dedi.. anlamadılar.. güldü.. "ben giderim yokuşta yorulma!" dedi bana, ayrıldık.. "maydonoz mevsiminde bekliyomm haaa söz verdin!" diyerek vurdu yokuşa yine sanki gözleri parmak ucundaymışçasına..
"Anahtarcı Ali" Antalya MeLÂMet Âleminde SıDDık Güvercinlerinden Meczubların bakıcısı.. belki bir gün yazarız inşae ALLAH..
istanbula tek kızının düğüne gelmiş.. nikah kıyılmış damadına demiş ki:
"ben Bursaya gidecekmişim deniz yoluyla" .. geldi akşam-yatsı arası Ulu camiden aldık..
"1 gece kalıp başka diyara!" dedi.. sabah oldu hızlı bir proğram hazırladım.. ilk durak Sepetç DeDeydi.. sesini duyunca içerde coş u füruş başladı..
muhteşem bir DOSTlukla kucakladı karşıladı:
anlatılamaz güzellikler yaşandı.. anahtarcıya beni sordu.. cevap aldı..
"ben kalkar bu ağızı öperimmm!" dedi.. ve de kalktı öptü.. BİZ BİR-İZce vedâlaştık..
Ramazan da tükenmişti nihayet.... "açakır/eçakır" canlarım gelmişti TERasa
"Ahmed Can Sepetçiye gedelim Mi?" dedim..
gittik.. sırtı yerdeydi.. üstünde kalın bir yorgan, battaniye..
"Ne o çökmüşsün Sepetçi!" dedim..
"Demir gibiyim çok şükür!" dedi fırlamaya çalıştı yataktan ama olmadı..
Aziz Eren Tavşanlılı Ahmed Baba'dan bahsettik:
"Burayı o alıverdiydi bize!" dedi..
Bir daha anladım MuhaMMedî Mürşidin KİMliğini..
bu son görüş ve görüşmeydi..
bayramda gidecektim ancak.. geçen bayram TEKe TEK tERasta TEK geçti.. ne gidildi ne gelindi..
dün yola düştük elde 4 şehir dolaşan "turunç reçeli" yle..
Molla fenari Câmisine çıkan özel kapısında girelim dolaşmayız dedim.. Tahta kapı kapalıydı..
Yan komşu kadın balkondan SESlendi:
"Sepetçi DeDE bayramdan sonra öldü! Akşam namazını kılmış sağa dayanmış geçmiş-gitmiş!" dedi..
İÇimi bir REYH-ÂN KOKU-SU kapladı.. Kasasen döndük tERasa..
Kendisini dünyanın ve dünyalıkların sahibi sanmayanlar,
Mülkün maliki ben'im demeyenler,
Bir mevsimlik konaklamak için burada olan bir misafir olduğunu bilenler,
ve de dünya konukluğunda Şeb-i Aruz'u beklerken
sermaye-i nefeslerini hüsn-ü şehadet için hep Hakk ve Hayr için sarfedenler,
Böyle göç mevsimlerini seçerler gitmek için.
Göçmen kuş gibi Yüreği, Asl-i Vatanında daim huzura kavuşmuş elhamdülillah.
Ardından gönül borcu bilerek Fatihalarımızı gönderdik huzuruna.
Kabul ola inşaallah.
Rahmeti sonsuz olsun inşaallah Sepetçi Dede'nin. Amin
Muhammedinur Aşıklar ocağımızla tanışmaya yeni başladığım günlerde Dr. M.Derman hocamızın sohbetlerinin yanısıra canımız Kulihvanimizin YAŞAdığı Allah Dostları ve Dostlukları çok ilgimi çekmişti. Kimlerle tanışmadık ki burada Kalaycı Yahya Babalar, Hacı Osman Babalar, Mestçi Salih Babalar, Derbentli Hasan Babalar, Boncukcu Doğan Dede ve daha nicesi ile hemhal olduk. Bu Hak Aşıkları her biri farklı bir konuda farklı bir yapıya hitap ediyor da ressamın elindeki fırça gibi kararmış, kirlenmiş, karanlıkta kalmış, isli pisli hatlarımızı Allah celle celaluhu'nun boyasıyla boyuyor Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin nuruyla aydınlatıyorlardı adeta. Hele Kulihvanimizin Bursaya gelmesi ile kendi açımdan bambaşka bir hal alıyordu "Manevî Semâmdaki ALLAH cc DOSTLARI", her dem YAŞAnan, OKUnan ve özlem DUYulan bir Kevser gibi güzelliklere şahid OLmayı Rabbim bana da nasip etmişti çok şükürler olsun!
Bu Allah dostlarından Bursada olan ikisini canım Hocamla bu dünya gözüyle görmek, kokularını duymak ve sohbetlerinde bulunmak apayrı bir zevk vermişti. Ramazan Bayramı arifesinde de Hocamın gene bu köşede yazarak bizlere tanıttığı Sepetçi Süleyman dedeye ziyaret kısmet olmuştu. Kendisi hasta ve yorgun yatağında yatarken yazın o sıcak gününde battaniye ile örtünüyordu. Hocamın "Nasılsın?" sorusuna "Demir gibiyim, çok şükür" diyerek kalkmaya çalışması ve yatakta doğrulması gerçekten görülmeye değerdi "Biz Muhammediyiz, ölümüz yeter, biz ölmeyiz" der gibiydi. Dünya ahret yol arkadaşı Sultan Ana Sepetçi Dedenin aklının gelip gittiğini ama namaz vakitlerini kaçırmadığını anlatıyordu. "bir şeye ihtiyacın, eksiğin gediğin var mı ?" diye sorduğumuzda "Allaha çok şükürler olsun, hiçbir eksiğimiz yok, herşeyimiz var." her koşulda ve her şartta şükreden bir yapısı vardı Sepetçi Dedenin. Hiç şikayet etmiyor, her kelimeyi şükre ulaştırmak için konuşuyordu.
Zaten insan hayatı da bu seçimden ibaret değil miydi? Ya şükredecek yada nankör olacaktı. Şükretmeyi seçmek için de önce bilmek gerekiyor tabii. Bu konuda tam bir örnekti Sepetçi Süleyman Dede. Kanaat ve şükür zırhını giymiş ve Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin ASK-ERi olmuş, bize de bayram öncesi son bir selam çakıp bir kaç gün sonrasında vuslata ermiş gerçek bir MuhaMMedi!
Allah Mekanını Cennetlerinde TAMMlamış, Çile ZamANını da TÜMMlemiş Sepetçi Dedemizin, Allah Rahmet Etsin ebeden inşallah!
إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
"İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren) : Biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder isterse nankör olur." (İNSÂN(DEHR); 76/3)
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
cuma namazına az kamıştı.. hızlıca indim maskem yokuşunu.. ana caddeye çıkacakken halk toplanmıştı yol kenarına epeyce.. az ilerden beriye bir zurna sesidir gidiyor ve ben de:“bir deli, tek başına resmi geçit yapıyor!.”dedim ve ben de durdum seyretmeye.. ancak tam yanıma gelince zurnasını dizine dayayıp bana bir"İZ"ci seLÂMı çaktı ve:“ben zurnacı zeki.. baba!” dedi. ben de: “ehh ne güzel!” dedim. o ise bana eliyle ana caddeyi gösterip gösteriye dÂVet etti.. ve zurnasını var gücüyle bağırtarak yürüdü.. sonra geri döndü.. gelmediğimi görünce ağlayacak BeBek gibi öyle bir baktı ve boynunu büktü ki içim "cızzzz!" etti sanki dışıma çıktı.. utanmayı felan SALLAyı VERdim bir kenara, ceketi ilikledim ben de daldım ardından sert adımlarla.. o önde.. ben arkada tAMm GEÇit reSMmi.. ve bir ALkış ttufÂNı tuturdu insÂNlar, dağlar, taşlar.. ve biraz sonra ben durdurdum:“vakit daraldı zurnacım hadi gel cUMÂya gidelim birlikte!”dedim.. yüzü yine ağlamaya hazır ufacık bir çocuk gibi oldu ve:“sen git!.. tüm DELİlerimİZin yerine kıl baba!” dedi.. birlikte resim çektirecek kimse yoktu.. zâten de reSMÎ törendeydik.. ben dayanamadım ve telefonu gözüme alınca poz verdi.. ve yüzüme baktı baktı:“hoş geldinnn BUrası BUrsamızaaa BaBaaa!” dedi..
sustuu ve sonra:“baba eğer DOKUZumuzu bir ARAya toplayaBİLsem Keşiş Dağını bAŞKa yere TAŞIrız! AMMa çok DELİ hergeleler!” dedi.. seLÂMını VERdi.. ve yürüdü sokaklara niZÂM VERmeye “zart! zurt!” sesiyle..
yÂNi..tamm bir samimiyet ve ciddiyetle İŞinin bAŞına döndü.. yıktı gitti ortalığı Balibey HaNına aşağı…
**
çaYcı CeLÂL BaBa.. cuma çıkışı şu kanarya sevenler derneğine uğrayım da ÇaYcı CeLÂLLe taklaşırız-CuMâlaşırız dedim.. sarmaş-dolaş olduk..“cumadan önce Zurnacı”derken.. Celâl Usta: “Gelmiş mi Hocam epeydir yoktu?” dedi..
ve de anlattı..
eski zamandı.. zurnacı kahveye arasıra takılırdı.. ben de ona ona çay içirirdim.. bir gün MeLâMet Erbâbı Baba da ordaydı zurnacıyı görünce bana dedi ki: “CeLÂL, ben çayHÂNEyi bekleyim, öğlen geçti siz şu herifle birlikte MecNÛN Dede Mescidinde SALLayın gelin!.. ancak abdest falan deme kaçar buu haa!” dedi..
gıkı-çıtı çıkmadan mescide girdik.. bana: “ne ideceek burada baba!” dedi.. ben de sağ yanıma yanaştırdım: “sen bana uy ne edersem et, yat kalk!”dedim.. yattık kalktık kıldık.. amma ne zaman ki ben sağa sesli selam verince o da hemen:“ve aleyküm selam celâl USTaaaaam!”deyince.. etrafımızda namaz kılan birkaç kişi kahakayı patlattı.. âlel acele kaçar giBi çıkarırken onlara döndü:” “Ulan hergeleler namaz da gülünür mü, oyuncak mı bu ulann!”dedi horozlandı.. çektimtim çıkardım.. daha garibi ise mekÂNa varınca BaBaya: “bu namazı sana verdim gitti bir porsiyon köfteye BaBammm!..”dedi.. gülmekten ölmüştük babamm!..
*
EFEMi BİLenler bİLir.
Bir Nazar Rüzgârında beden kafesinden uçup gidince.. kafesi bomboş kalmıştı.. içim yanmıştı.. Burası Bursaya indim kuşçulara sorarken birisi:“beyim siz kuşçusunuz anlaşılan.. kanarya sevenler derneğine gidin cins kanaryalar orada vardır!” dedi ve de târif etti..
bir köşeye sıkışmış ufacık loş lokale girdim.. birkaç kişi hasbihalde.. çıt yok.. sadece kanarya sesi var gökler dolusu. kafeslerde kuş asılı 30 kadar.. hemen oraya geçtim.. dinlerken izledim.. derken birisi arkamdan seslendi: “buyur baba!” diye.. dönüdüm.. gayet ciddi:“ne babası?” diyecektim ancak gözlerine bakınca o meşhur menekşe menevişini gördüm.. bakışlarımız AKıştı İÇlerimize.. ve ellerini yana alıp durdu ve başını eğerek:“BİZ BİR-İZ BaBası!” dedi.. duymamış gibi davrandım.. “kuşum öldü.. kuş lâzım!..”dedim.. önünde durduğum her tüyü kıvırcık kuşu gösterdi: “işte sizinkisi bu.. benim zâten!”dedi.. “çok cins pariziyen.. sert-kaba ama iyi öter!.”dedi.. yolu yokuşa sürmek için:“ötmezse ne olacak?!.” dedim küçümseyerek ve de yukardan bakarak.. başını kaldırdı o BİZim meşHURr meLÂMetçe:“o zaman ben kafese girer öterim efendim!. siz dert etmeyin lütfeNnn!.” dedi..
ve de BİZim DARmaDUMan ZEVKlerimİZ esip gitmekte İŞtee.. gece, gündüz ve sehERlerde ve de DUHÂ-larda o günden beridir.. SESsiz ve de NEFeSsiz....
…miŞşti.. mıŞştı.. maSALLmıŞştı…
“Bu HaYYaTta birÂN OLur ki HaYyâLi cihÂN dEĞER!.. gERçekten ER-sEn EğERr!..” DEmiŞş MiŞş kul NiZÂMi BaBamİZz.. el ÂN ->zamÂNn...
Bu programı televizyonda izlerken denk gelmişti de Sepetçi Dedeyi bir an gördüm sanmıştım. Sonra internetten bulunca burada da paylaşayım istedim. 08:23 dk. bir an görünüp kaybolmakta. Ellerindeki sepetleri ile bir başka alemde gibi. Allah rahmetine gark eyleye. Hakk ve hayrına fatiha diyip yadetmiş olalım inşeAllah.
(Görüntünün adının "Önce yoldaş, sonra yol" olması da manidar doğrusu)
Yaşım dolmadan emekli olup, uzun yıllar oturduğum deniz kenarındaki lojmandan, varlığını çoğukez unuttuğum kendi evimize taşınınca mahallenin köhneleşmiş eski mescidinde tanıdım ONU ilk kez.
Çok renkli ve hızlı geçen iş hayatım,
Yerini anlamsız gibi bir HİÇliğe bırakmıştı sanki.
Sabahları çok erken ve tedirgin uyanır mescide bir nefes almaya koşar gibiydim.
“Hayatın hakikatı ÖLüm mü sadece?.” sorusuna her yüzde cevap arar dururdum
Mescide erken gelenleri gizlice, derinden ve yüz hatlarıyla incelerdim...
Kırık bir Afyon şivesiyle, çoğu yanlış telaffuzla ve kendine mahsus bestesiyle YÂ-Sîn okumaya başladığında çok kızmıştım da, ne bu saçmalık demiştim..
Ben zarfa takılmıştım o ise, MEKTUBu okumaktaydı içerden ki,
Bir an beni candan çağırıyor sanmıştım sırlı sesiyle..
Dayanamadım ve kalkıp dizinin dibine oturdum.
Sanki başka âlemdeydi.
Belki bir antika gramofon gibiydi!
Tiz ve cırtlak sesiyle ve sık sık tıkanan yaşlı-yorgun soluğuyla-nefesiyle…
İçimi iliğime kadar yakmaktaydı YÂ-Sîn’i..
Anlatıyor masalını.:
Köy yerinden kalktık Antalya’ya geldik!
Oğlan Lisedeydi kız ortada..
Karı kızdı sıkıldı amma okusunlar istedim ve bir torba dolusu çorap aldım veresiye bir hemşeriden..
Dogu Garajında bir iskemle üstünde bekledim durdum gün boyu yıllarca..
Tek odalı bahçe evinde rahattık, kira cüziydi şükür..
Ekmek parası damlamakta ve çocuklara harçlık çıkmaktaydı daha ne isterdim Efendim!.
Yıllar su gibi aktı geçti üstümüzden..
Oğlan Elektirik Yüksek Mühendisi oldu evlendi 3 torun oldu..
Kız liseden sonra memur oldu evlendi 2 torun var..
Karı kızıyor uşaklara beddua ediyor: “Saçımızı süpürge ettik okuttuk
İki adım yerdeler diyin! Ha bir bakın öldüler mi kaldılar mı Gavurun Enikleri!..” diyor.
“Etme ulaa garı! İşleri güçleri vardır gelirler ne olmuş 2 bayram gelmemişlerse ahaa gurban gelmekte gelirler beee!..” diyom emme dinlemeyo ki!..
Köhne mescidi, Almancı Bekir Atmaca yıktırdı ve yerine muhteşem bir câmi yaptırdı inanılmaz çabayla..
İki kat Zerdalilik Câmisi cıncık-boncuk dış kaplamasıyla gösterişli oldu..
Câmiye konulacak "yeni isim"de yerli ağalarla kapıştı Bekir Can ve kaybetti de dernekten attılar..
Kahrından kanser oldu Almanya’da öldü!.
Cenazesi geldi bir ikindi hemen verildi toprağa..
Ne zaman girsem o câmiye göz yaşım süzülürde bir Fatiha okurum..
“Ahh kardeşim Bekir ahh! Rahmetin hep yağsın dursun inşâallah!” derim..
Çorapçı Hasan Baba.:
Evlad!
Gönlüm senden bir tanıdık KOKU almakta!
Kalp, kalpte ALLAH Nuru gördü mü Muhammed Aleyhisselam KOKUsu alır!
RUHlar koklaşır da gönüller bahar dolar!.
EREN Eller el ele verince eller ALLAH’a varır!
Birkez: “ALLAH!” desek AlLLAH da: “ALLAH!” der.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin Kevserinden içelim mi der de her namaz sonunda kelpeten gibi güçlü elleriyle ellerimi kavrar:
“Allahümme salli alâ MUHAMMED!. Yâ Sabır Yâ Selamet!.” derdi..
Bu tavrı, tarzı ve söyleyişi meşhurdu…
Câmi avlusundaki banka reklam bankına beni oturtup:
“Mühendisim bi zahmet sana, bu senin yazdığın kitabı bastırınca şu bizim Yakub’a versen o bana salar köye yazın..
Köyde atadan kalma bahçada vişne ağaçları var, kurdunan guşunan yer-içeriz, galanı satarız, dağıtırız, şurup yapar goca garı!..
Her yaz köye gidince dincelir de dönerim şehar yerine yeniden dipdiri..
Dağlara doğru şöyle bir gezelerim de eski günleri hatırlarım ahh ederim!
Mezarlığa uğrarım bazen, her mezar daşını okudukça yeniden geri döner onlarla olanı yaşarım!
Gah güler gah ağlarım Erenler..
Yakub Ağa vefalı komşu güz gelince gelir arabasıyla getirir bizi sanki ÖZ Oğul gibi…
Bu sene halım hoş değil oğul, makine gacırdıyooo!..
Bu gece Seharda dua ederken aklıma geldiniz!
Bekir Hafız câmide çok çalıştı geldi-geçti gitti!.
Sen ise işi gücü kenara atıp İlimle uğraşmaktasın, KOKUmuz bir RUHumuz BİR Rasûlullahda!.
Yakıp Oğlan, El Oğlu değil de Bel Oğlu sankim bize bakışta!
Üçünüzü BİRledim de DUA ettim can ü gönülden RABBımıza haaa!..
Karma karışık kafam, var-yok gibi aklım ve hayattan ve nefes almaktan yılgın BEN,
Açık pencereden içeri kulağıma dolan Yatsı Ezanı sesiyle irkildim..
Kalktım ve abdestliydim..
Geç kalsam da sünnete farza yetişmeliydim!
Hem de Çorapçı Baba dönmüş olmalıydı Afyon’dan..
Güz geleli çok olmuştu bağlara ve dağlara..
Özlemişiz demek ki geçti içimden koşarcasına giderken..
Câminin dik merdivenlerinden hızla yukarı çıktığımda yaşlı birisi,
Sırtı bana dönük ayakkabısını koymaktaydı ayakkabılığa..
Agız ucuyla bir selâm verdim ki, geç kalmıştım içeri girecektim..
Bir AN da betona düşen baston sesiyle geri döndüğümde, havada sallanan yaşlı bedeni atlayarak yakaladım.
Başı kucağımda yere yığıldık.
Önce çabaladı yardım et der gibi,
Sonra yüzüme baktı, gülümsedi ve boğuk bir hırıltıyla:
“Allahümme salli alâ MUHAMMED! Yâ Sabır Yâ Selamet!
Eşhedü enlâ ilaha illallah Muhammederresulullah!.”
Söndü gitti son hece gırtlağında..
Geç kalıp da gelen bizi gören birisi:
“Cankurtaranı aradım, gelecek de öldü mü yoksa?
Kalp mi ecep neyi vardı ki?. Tanır mısınız kimdir?.” dedi..
Ense kökündeki, Şah Damarındaki parmağıma ateş çökmüştü önce, ama gittikçe soğudu..
Başını yere koymaya kıyamadım da, gözyaşım yüzüne dökülürken mırıldandım cevap bekleyen adama:
“Tanırdım babamdı, ÇORAPÇI HASAN derlerdi…” demedim de fısıldadım sanırım…
ALLAH celle celâlihu Rahmet etsin mezârına NÛR yağsın!.
nOt: Rahmetli Hacı Osman Babam kaddesallahu sırrahu sadakkattan uzunca bahsetti.. ben de: “CÂN Babam!. Herkes işinde-keyfindeyken, sen durmadan uğraş dur!.” dedim. O ise, o meşhur göbekten kıskıs gülerek: “Eee Evlâd!. TeKKeyi BEKLeyen İÇer ÇORBAyı!. “demişti.. RûHuna NÛRuLLah ->NÛR-u MUhaMMed YAĞsın!. İnşâeALLAHu TeÂLÂ!.
1966-67 yılları Ladikli Ahmet Ağa Konya Devlet Hastanesinde tedavi gördüğü odasında, Allah rahmet eylesin, 1888 yılında Konya’nın Sarayönü ilçesine bağlı, Lâdik (Halıcı) kasabasında doğdu. Babasının adı Mehmet, annesinin adı Emine'dir. Yusuflar Sülâlesi'ndendir. Üç erkek, bir kız olmak üzere, dört kardeştir. Yıllarca çobanlık yaptığından dolayı, muhitinde, "Çoban Ahmet" olarak tanındı. Sonradan Elma soyadını aldı. Manevi bir yolla kendisine Hüdâî adı verildi:
Ol Mevlâ Koymuştur Hüdaî Adım
Melekler Eder =>Gökte Feryâdım
Mevlâ’nın Aşıkndan Almışım Tadım
YANsa da ayrılmaz HAKk’tan Hüdaî..
8 Haziran 1969 Yılında Vefât etti. Kabri Konya Ladik Kasabası mezarlığındadır..
2 defa ziyâretim nâsib olmuştur.. RÛHu şâd Olsun!.
>MÜBÂREKLer ŞÂHı İNSÂN
MÜJDELedi CEMÂL CANDAN
HAKk’a DÖNMÜŞ
=>KÖpekçi HASAN
HeP ŞAŞmışım>ŞU KADERe
RABBın BİLene VAKit BiR ÂN!.
ZEVK 9156
EMELi=>ECEL PEŞİnde =>HeR CÂN KADERin SÜRÜmüş
KİMi EBDÂL EBRÂR AHYÂR=>KİMi AHRÂR’ın BÜRÜmüş
RABBım BÂKi HER ŞEYY FÂNi
=>İÇİM YANdı->KUL İHVÂNi
KÖPEKçi HASAN BABAmız SoN NEFES HAKk’a YÜRÜmüş!.
19.02.19 19:19.
brsbrsm..tktktrstkkmdecevlânn..
DEmiştim SANa İHVÂNim
OYUN>BAHANA İHVÂNim
YARım NEFESLik>HAYatta
KULLuk ŞÂHANA İHVÂNim!.
KÖPEKÇİ HASAN BABA kaddesallahu sırrahu da, HAKk TeÂLÂ’mızın RAHMetine Kavuşmuştur. Aziz Dostum, ağabeyim ve mübârek insan CEMÂL CANDAN haber verdi ve: “Cenâzesi muhteşemdi binlerce yabancı vardı!” dedi..
HAKk TeÂLÂ’mız RAHMetine gark etsin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Bolu'da yedi sekiz ay kaldık.. Alper Vahid oğlum Bolu Tüneli inşaatında şef idi. Torunum Hasan ErmaL BOLU’da doğdu.. Çok harikâ bir yer.. İnsanları, kendisi ve o şakırdak bülbülleri muazzam bir güzellik ve de insanları çok harikâdır.. Bir câmiye gitseniz başka bir mahallede câmiye gitseniz bütün insanlar size: “Hoş geldiniz!” derler câmide.. bu özellik oraya mahsustur.. Ordaki meczûblar çok değişiktir KÖPEKÇİ HASAN BABA ne bileyim ben benzerleri.. yâni gerçekten güzel bir yerdi BOLU..
Köpekçi Hasan Baba ve köpeklerini anlatayım da sonra sen Bolu'ya git Yıldırım Beyazid Câmisi müezzini İsmail Efendi'den dinle ve kahramanını da sana göstersin. (Ben Bolu'da iken-2002 de İsmail Efendi, Karamanlı Câmisinde görevli idi. Zirâ, büyük ULU Câmi depremden sonra tâmir oluyordu.)
Efendim, kader Kaderullah yol düştü Bolu'ya...
Ne de olsa gurbet... Kimseyi tanımıyorum. "Yaz, çiz!."derken sıkıldım. Sokağa çıktım..
Gurbet zordur.. Gurbeti ve gariblerini, hep omuzlarından tanırım.. Mutlaka bir omuzu çökük olur.. Bendeniz, bir ömür terazileyemedim.. Şikâyet sanma şükrümüzü sakın..
ALLAH celle celâluhu âşıkların iki yakasını bir araya getirmez ancak, kimselere de yırttırmaz.. Çilesiz âşık, artık yaşamıyordur..
Köroğlu heykeline doğru ana caddede giderken iki üç yüz metre ilerden biri geliyor amma yandan çarklı Şirket-i Hayriyye vapuru gibi.. "Bu kişi hırlı değil!."dedim..
Yanıma yaklaşınca sümük bir yana salya bir yana..
Ancak; gözler âdeta kaynak makinesi gibi ışık saçıyor, rengi meçhul.. Bir şey demedim ve geçti gitti..
İçimden bir ses: "Be cimri adam, şu mübârek zâta birazcık para bile vermedin.. sen gerçekten ahmaksın lâf âşığısın!. v.s.."deyince geri döndüm, koşup yakaladım.
Para cebimdeki elimde, daha çıkarmadan bana hışımla: "Bu gün olamaz!.." dedi ve döndüm.
İkindiyi Karamanlı Mahallemizdeki câmide kıldık.
Bolu'nun insanı misâfirperverdir. Kim câmiye yeni gelse genellikle hoş beş eder hâl hatır sorarlar..
Müezzin İsmail Efendiyle konuşuyoruz. "Efendim insan olmak lâzım, insan!.." deyince ben de: "Ben bugün gördüm birisini caddede insanın şahıydı ismi belki de Hasandır!.."dedim.
İsmail Efendi: "Bildim; o zât hârika birisidir. Ben 17 yıl Yıldırım Beyazid Câmisinde müezzinlik yaptım.
Bu süre içerisinde bahsedilen zât (Ömer de deniliyor Hasan da) sadece sabah namazına 7 köpekle geliyor ve köpekler onu dış kapıda namaz bitinceye dek bekliyorlardı. Sonra câmiden çıkınca birlikte bir yerlere çekip gidiyorlardı. Ancak, bir sabah namazında ben imâmdım, namazı kıldırıp selâm verince bir vaveylâ koptu, dönüp bakınca köpeklerin câmi içine girip birkaç saf geride yanyana dizilip yattıklarını gören halk bağırıp çağırırken, Köpekçi Hasan Baba köpeklerine: "Ulan ben size buraya girmeyin demedim mi? Ne işiniz var mescidlerinde!.." diyerek köpeklerini alıp çıktı, gitti..
Bir daha köpekler dış kapıda değil de ilerki köşede beklediler. Bir köpek gittiyse, başka birisi geldi ki yıllarca sürdü.. Şu anda nerede kılıyor sabah namazını bilemeyeceğim!." dedi..
BOLU’yu SEVerimm!. Bolu, gül ve bülbülün yurdudur.
Bizim evimizi ALLAH celle celâluhu denkleştirdi bahçe içinde idi.
Dut mevsimine kadar gece boyunca bülbül sesinden uyuyamaz idik.. Dut yeyince sustular..
Mübârek insan Cemâl Candan'ı tanıdım bir cuma.. Komşu sayılırdık.
Sonraki cumalarda beni de alıp câmileri gezdirirdi..
Aslahaddin Efendi ve Câmisi huzurluydu.
Bir cuma Hamdi Baba Câmisin'e azmettik. Yolda giderken sohbet açtı: "Efendim bugün cuma duanın kabul günü de, nasıl olacak?" dedi. Bende irticâlen; "Mübârek bir yerde, mübârek bir zamanda, mübârek bir hâlde, mübârek bir dostun senin için dua ederse Biiznillah kabul!.."dedim.
Câmi ıraktı, hızlıca yürüdük sonunda vardık. Cumamızı kıldık. Hamdi Baba kaddesallahu sırrahu'ya Yâsîn okuduk, dua edip çıktık.
Cemâl abi: "Hamdi Baba Erenlerdenmiş, mübârek yer burası, birbirimize Allah rızası için dua da ettik.. Mübârek gelirken dediğin o mübârek hâl ne idi?"derken köşeden Köpekçi Hasan Baba çıktı ve iki elinin parmakları ile bana “para işâreti”yapıyordu..
Ben de:"İşte mübârek hâl bu!.."dedim.. Para verdim gülerek aldı..
Cemâl Candan'ın parasını ise zorla aldı.. Ama, birkaç hafta sonrası ise, yolda karşılaşmışlar, yakalayıp sırtından ceketini soymuş.. Ahmed Karayel'in mağazasına gömlekle tirtir titreyerek geldi de, Ahmed Karayel'den emânet aldığı kazakla gitti eve..
İşte köpek ve köpekçilerimİZ!.. İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri "Ruhu'l-Beyân Tefsiri"nde Bir hadisten bahsediliyor: "Köpekteki 10 vasıftan birisi gerçekten kendisinde olan kişi velîdir.." diye ama, aslına henüz eremedim ben de Hakk Dostlarından duymuştum..
1-) Sadakâtkârdır: sahibine dâimâ sadıktır. 2-) İtâatkârdır: sahibine dâimâ itâat eder. 3-) Hamiyetkârdır: sahibini dâimâ korur. 4-) Sebâtkârdır: bağlılığına güvenilir. 5-) Kanâatkârdır: sahibi ne verirse kanâat eder. 6-) Vefâkârdır: asla nankörlük etmez,başkasının peşine düşmez. 7-) Fedâkârdır: sahibi için canını bile fedâ eder. 8-) Tevâzu'kârdır: sahibine dâima başın eğer, yaltaklanır. 9-) Muhabbetkârdır: sahibini çok sever,ayrılırsa o özler ve yolunu gözler. 10-) Cefâkârdır: sahibinin sıkıntılarına katlanır ve terkedip gitmez. 11-) Hizmetkârdır: emeğini esirgemez, üşenip usanmaz. 12-) Hürmetkârdır: sahibine ve ev halkına saygılıdır. Evden bir çocuk başına vursa çeniler de saldırmaz.. diyorum..
Diyorum demesine de!.
Bir de: "Ey sefil İhvÂNi; tevhid tasmalı ve tescilli "KÛN feyeKÛN Kervanı'nın Kıtmiriyim!."der durursun, sahibin (ALLAH celle celâluhu ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem) ile hâlin, durumun ve vaziyetin ne hâlde?" diyorum..
Cevâb, doyurucu değil.. Estek kerestek!.
İNSÂN ki=>YALAN DEmeSîN!
TEk LOKMA HARAM YEmeSîN!
ŞAHDAMAR’dan AKREB RABBı,
MUHTAÇ-MÂHÇUB EYLEmeSîN!.
CiBiLL.: (c.: Cibillât) Yaratılmak. CİBİLLİYyet.: Huy, fıtrat, yaradılış, tabiat, cibillet. NİYyet.: Kasd. Kalbin bir şeye yönelmesi.
MEŞGULİYyet.: Meşgul olma, bir iş yapma. Uğraşılan ve meşgul olunan şey.. DEM.: f. Nefes. Soluk. An, vakit, saat..
BİR BAŞımıza =>HİÇBİR ŞEYyİZz!.
TEK-BİR BAŞımıza =>HERBİR ŞEYyİZz.!
BALTACI YAHYÂ BaBa.: 85 Yaşında olmasına rağmen boyununha hızarı ve baltası ile TeMMuz Sıcağında Burası BURSAM MAKsem Sokaklarında, kimselere el açmadan alnının teriyle ve incecik tiz sesiyLe: “ODUNCİiiiiiii!.” Çığlığını Kalb KULağı DELik OLANLar DUYmakta RABBımız TeÂLÂ’ya Hamd Olsun!.
İNSÂN ki=>YALAN DEmeSîN!
TEk LOKMA HARAM YEmeSîN!
ŞAHDAMAR’dan AKREB RABBı,
MUHTAÇ-MÂHÇUB EYLEmeSîN!.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ---“Ve lekad halakne'l-insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve NaHNu AKREBu ileyhi min habli'l-verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.”(Kaf 50/16)
ALLAHu zü’L- CeLÂL’imiz =>EnALLAHu!. MUHİTte.:
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي ---“İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki BEN, YALNIZCA BEN ALLAH'ım. BENden başka EL İLÂH yoktur. BANA kulluk et; BENi anmak için namaz kıl!.”(TâHâ 20/14)
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ---"YUSEBBİHU lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-Meliki'l-Kuddûsi'l-Azîzi'l-Hakîm (hakîmi) :Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gâlib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet sâhibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR."(Cumâ 62/1)
Yusebbihu:tesbih eder. Sebbaha:yüzmek.. YERdeki GÖKLerdeki ZeRReler yâni ATOMLar;
“NeŞR”Lerinden “HaŞR”Lerine kadar DÖNdüLer, DÖNmekteLer ve DÖNecekLer. RABBLarına DÖNene kadar..
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek, her ÂN yeniden YaratıLanLara ŞE’ÂNULLAHta..
Ve ne zamÂN AKILLarımız DEVR-ÂNı ANLArsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbihu Zikr-i Dâimindeyiz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
هُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ---“E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn (tezekkerûne).:Hevâsını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidâyete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” (Câsiye 45/23)
وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ ---“Ve mâ min dâbbetin fî’l- ardı illâ alâllâhi RIZKuhâ ve ya'lemu mustekarrahâ ve mustevdeahâ, kullun fî kitâbin mubîn (mubînin).: Ve yeryüzünde yürüyen bir canlı yoktur ki; onun RIZKı, ALLAH’ın üzerine (ALLAH’a ait) olmasın. Ve onun karar kıldığı (kaldığı) yeri ve onun emanet (geçici) durduğu yeri bilir. Hepsi Kitab-ı Mübîn’dedir.” (Hûd 11/6)
KuL İHVÂNim->SÖYLer SÖZü,
=>GÖNüL ÜLKEsinde=>GÖZü,
=>YANAr DAĞ Etti==>KEŞİŞ’i,
=>BENCiLeyin=>ATEŞ =>ÖZü!.
Siirtli Hocam MuhaMMed Sıddık kaddesallahu sırrahu’nun etrafında; Tarafında, Tayfında, Tavafında ve de TI-sîNde,
DELileri vardı ki; Sabahaddin- Siirtlimce Sabah-Halkça SABOŞ!
KirLi DeLi Nuri.. ve YıLmaz ki ne YıLmaz ve de7 DeLiLeri!.. vs.. vs..
Siirtli Hocam MuhaMMed Sıddık kaddesallahu sırrahu’nun her ikindi namazından sonra toplanılan ve muhteşem bir çay demlenen ve kaşık kapanıncaya kadar getirmeye devam edilen, kapısındaki mavi tabelâda “BUYURUNUZ” yazan meşhur SOHBEt ODASI'nda, bir gün birisi sohbet esnâsında Sabahaddin'den bahsederken “SABOŞ”dedi, MÜBâREK buna rıza göstermedi.:“O’nun adı SABAHADDİN!. Saboş da neymiş, kısaltmak isterseniz "SABAH" dersiniz!.”buyurdular.. CeNNet KuŞudur.. Antalya’nın koruyucusudur.. ELbette ANLA!.yana..
Siirtlim kaddesallahu sırrahu'nun mezarı..
Sabuş, İlerlemiş yaşıyla Antalya’da yaşamakta OLan ve Siirtli Hocamızın Meşhur Meczûblarından birisidir.
Antalya’da yaşayanlar çok iyi bilirler adı Sabahaddin’dir, ama esnaf ona sürekli takılır ve“Sabuş”derler ya da “Sabbuş”.
Pek çok manevî hallerini birlikte yaşamış, görmüşüzdür bir zamanlar kartalken....
Her Cuma Namazı sonunda, Paşa CÂMİsi kapısında, Yaşar Aşkın Kardeşimle beni bekler ve.:“Köfte Piyazı nerde yesek?!.”diye heyecanla sorardı. “Paralar senden mi Sabahaddin!.” dediğimizde iki eliyle beni gösterir.:“Küçükkk Efendiii!.” derdi.. Nice yıllar böyle geçti.. Bir gün, İkindi namazından önce, SiirtLi Hocam kaddesallahu sırrahu’nun 1 saat erken geldiği Balbey Câmimize gittim. Kapıda yetişen Sabahaddin kan ter içinde.:“Küçük Efendi, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu gece bize namaz kıldırdı. Büyük Efendi-Siirli Hocam-, sen vardın, ben de vardım ammaaa bir başkası vardı kimdi o!?.”dedi.
Ben de.: “Ben görmedim Sabahaddin!.”dedim..
Câmiye girdim 2 rekat namaz kılarken o da girdi ve anlaşılmayan sözlerle çok öfkeli olarak bana veriştiriyordu.. Sonra sessizlik oldu. Döndüğümde MuhaMMed Sıddık Hocam kaddesallahu sırrahu gelmişti hemen koştu Hocamın meşhur 8 köşe kasketini alıp yerine astı ve birden beni göstererek anlaşılmayan sözlerle kükredi..
Hocam ise bana bakarak, o meşhur tatlı gülümsemesiyle.:“Abdullatif Sabahaddin’in sorusuna cevab versen ya!.”dedi.. ve Sabahaddin'i başından öptü.. HAYyretLer içinde kaldım!.
Hocam, İki rakat tahiyyat-ü’l- Mescid Namazı kılar.. ve ardından bir kaya gibi donmuşçasına hiç kıpırdamadan zikre dalardı..
Sabahaddin koşarak bana Kur'ÂN-ı Kerîm getirdi. Sonra gitti kendi Kur'ÂN-ı Kerîmini aldı yanıma oturdu. Elindeki Kur'ÂN-ı Kerîm’e baktım ki tersten baş aşağı idi. Karışmadım.. O ise, anlaşılmayan homurtularla okuyordu güyâ..
Ve ben onunla ilgilenmeyi bıraktım Kur'ÂN-ı Kerîmimi OKUmaya başlayınca, benim okuduğum âyetleri sesli olarak tekrar etmekte olduğunu gördüm.. Aynı sayfa mıydı diye bakamadım HÂLini bozmamak için ama epeyce birlikte okuduk..
Rahmetli Hocam kaddesallahu sırrahu geri döndü ve bize gülümsedi.. Sabahaddin coşkuyla elindeki Kur'ÂN-ı Kerîmi ileri uzatarak ona.:“Bubamızzzz!.”dedi.
Sonra birden sustu, Kur'ÂN-ı Kerîmini 3 kere öptü en yukardaki yerine koydu ve gülerek gelip bana sevgi gösterisinde bulunup sırtıma vurdu.. ve câmiye girenleri karşılama törenine başladı. Yararlı bildiği insanlara şamata yapardı. Yaramaz insanlar girince de saydırırdı zor anlaşılan yaramaz sözlerini..
Saboş, hep Siirtli Hocamın peşinde gezerdi her ikindi namaz çıkışında veya sohbet çıkışında. Hocam Sabahaddin’e her gün, matbaadan yeni çıkmış beş ya da on lira verirdi.. Siirtli Hocam’ın paraları hep böyleydi. Pırıl pırıl paralar kullanırdı.
İşte o BİZim Sabbah, çoğu zaman koşarak gelir, 5 yaşında bir çocuk heyacanıyla omuzlarımı sallayarak ve göklere bakararak bana bulutları gösterir gökler dolusu gürlerdi.:“Küçük Efendiii!. Küçük Efendi..!. Şunlara bir bakkkk!. Nasıl yapmış MaşaALLah ALLAH’ımızaa!” derdi.. ve heyecandan ağzı köpürür gözleri dolardı!.
Saboş Baba, şaşıyorduALLAH celle celâluhu’nun sanatına ve böyle yapmasına!. “MaşaALLah, MaşaALLah! ALLAH’ımızaa!” diye bağırır ve etrafta herkess bakar ve tâbi eğlenceye alırlar ve dalgalarını da geçerlerdi herbiri bir yerden esnaf milleti...
Şİmdi ise, ISSız ve SESsiz BURAsı BURSAm SEHERLerinde yine SABuş ile BİZ BİR-İZ-Lİkte.. “MaşaALLah. Ne güzel yapmışşş!” ”MaşaALLah ALLAH’ımıza!.” BİZim de =>BİZ BİR-İZ DELiLer <-> VELîLeriLe =>Mi’RÂC GECEmizde =>RABB’ımıza RÜCÛ’muz; MuHaMMedî OLsun!. MüBârek OLsun!. MuHteşem OLsun!. MuAzzam OLsun!. MuKaddes OLsun!. RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’inMiM’LerindeCEM’ OLsun!.”diyorum. GÖZLerim de Seherde =>“Sabah”ça SELÂMLıYOR =>RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’imİZi.. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ---“El hamdu lillâhi rabbil âlemîn (âlemîne).: Hamd, âlemlerin RABBi olan ALLAH'adır.” (Fâtiha 1/1)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH’ı öyle çok zikredin ki, tâ -insanlar- size mecnun/deli desinler.”buyurdu. (Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anhu’dan; Ahmed b. Hanbel, 3/68; Hâkim, 1/499; Mecmau’z-Zevaid, 10/16).
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Size mecnun/deli denene kadar, ALLAH’ı çok zikredin!." buyurdu. (Ebu Ya’lâ).
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Münâfıklar size mecnun diyene kadar, ALLAH’ı çok zikredin!." buyurdu. (İ. Ahmed, Müsned.).
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kişiye deli denmedikçe, o kişinin imanı tamam olmaz.” buyurdu. (İmâm-I Rabbânî, Mektûbât 1/65).
---Hasan-ı Basrî kaddesallahu sırrahu.: “Biz öyle insanları gördük ki (gördüğü sahabe ve büyük tabiini kastediyor), eğer siz onları görseydiniz, “bunlar mecnundu/deliydi” diyecektiniz. Şâyet onlar sizi görseydi.: “Bunlar şeytandır!.” diyeceklerdi."buyurdu. (İ. Gazzâlî, İhyâü Ulûmi’d-Dîn, 3/217).
SultÂNım Hocam bir sohbetinde bahs etmişti Sebahattin’den.
Antalya’da yaşayan, halkın “Sebuş” diye ismini kısaltarak kullandığı
HAKk’kın SEVgililerinden bir SEVgili CÂN!.
VARa –YOKa TAKILmasın diye,
OL’sun – OL’masın derdine düşmesin diye,
Çok aramasın yorulmasın diye, meczuplukla ni’metlendirilmiş bir Hass Mü’min.
İnsanların, telâş içerisinde koşuşturmaktan dünyaya dalıp gittikleri,
Kördüğümlerinde bocalamaktan,
başlarını kaldırıp ta gökyüzünü seyir etmeyi bile düşünemedikleri bir zamÂNda,
Herkesi silkeleyip, KuL İhvÂNi Can Hocamız'a da.: “Küçük Efendim bakın bakın!.” diye işaret edip,
gökyüzündeki bulutları göstermiş bir gün.
Öylesine güzel bir cümbüş ve âhenk ÂN’ını kaçırmasınlar İZLEsinler İSTEmiş!.
Zaman zaman başımızı kaldırıp bakmayı akıl etsek,
gökyüzündeki devir dâim eden âlemlerde,
biz de kim bilir ne güzellikler seyredip, ferahlanacağız!.
O Antalya göğündeki muhteşem cilveleri, nakışları,
bulutların diliyle seyredip coşan kalbi dile gelip Sebuş’a.: “Maşallah =>ALLAH’a” dedirttirmiş.
"Maşallah ALLAH!.” a...
CÂNımsın Sebuş, CÂN içre CÂN’dansın Yâ Sebuş..
Belki de, Sebahattin'i“Seboş”u görenler deli der. Değil ki, böyleleri ALLAH celle celâlihu’nun birer CeNNet Kuşu.
Kimbilir belki apdal belki de daha üstü..Onlara Maddî Âlem “Deli!.” der geçer.
Ama, Manevî Âlemden haberdâr olanlar O'na elinden gelen hürmeti gösterir. Hatta bazıları.: “Kâbe'de hacca gittiklerinde orada gördüklerini” bile söyler.
İşte Antalya’mızın böyle bir “Seboş”u var..
5 vakit namazını câmilerde kılar. İmamlardan bilmediği yoktur. İsimleriyle söyler.
İmamların İzine ayrılanları, raporlu, emekli olanları tek tek sayar. Sanki onların âmiri, müftüleri gibi..
İmamların sesi iyi, güzel namaz kıldıranlarına hürmet eder parmak uçlarını birleştirir sallar ve “iyi!.” der.
Aksine ise, dudağını büzer, sağ elini aşağı indirir sallar, kafasını havaya kaldırır, “kötü!.” der. Müezzinle beraber kâmet'i tekrar eder, Kur'ÂN okur..
Rahmetli Hafız, Ehl-i Tarik Siirtli Hoca Efendi'yi çok sever, ona.: “BaBamız!.” derdi.
İkindi namazlarından sonra mutlaka onun sohbetlerini dinlemeye giderdi. Siirtli Hoca Efendmizi de Sebahaddin ve benzerlerini çok sever, onların gönlünü hoş eder.: "Bunlar, ALLAH celle celâlihu’nun CeNNet KuŞLarı!” derdi.
Antalya'nın Gülü Sebo, gönülden para vermek isteyenlerden alır, farklısını almaz.
Verilen küçük demir paraları cocuklara veya kendi âlemindeki insanlara dağıtır.
Kesinlikle dilenmez, dilencileri de hiç sevmez. Hatta onlarla, avuç açıp ağıt yaktıkları, dilendikleri için çekişir..
Güzel giyinir.Temizliğine çok dikkat eder.
Antalya sokaklarında eli tesbihli veya zikirmatikle gezer, dili ile zikreder. Cebinden tesbihini, mendilini, keratasını hiç eksik etmez.
Hava da bulut varsa evden çıkarken şemsiyesini almayı unutmaz.
Namazını kılanları, dindâr olanları sever.
Güzel şakaşmaları sever. Kötü, ahlâksız şakalardan hoşlanmaz.
Çocukları çok sever, câmilerde yaramazlık edenlerini uyarır.
Antalya Esnafı onu yedirir, içirir, güzel kıyafetlerle giydirir, gönlünü hoş eder. Hayır duâsını alır öyle gönderir.
KISACAsı; SEBAHADDİN -“SEBOŞ” ANTALYA'MIZINGÜLÜ, CÂMİLERİMİZİNBÜLBÜLÜDÜR..
DUÂLARIMIZ SABUŞ (SEBAHATTİN) ÂBİMİZ İÇİN...1989-1996 YILLARINDA MURATPAŞA CÂMİİNDE MUKABELE OKURKEN, "ALLAH!. ALLAH!." DEYİPTE GÖZÜNDEN SÜREKLİ YAŞ AKITIRKEN TANIDIM SABUŞ ÂBİMİ. MERKEZİ CÂMİLERİN HEPSİNE GİDER VE TÜM CEMAAT TARAFINDAN ÇOK SEVİLİR, AYNI ZAMANDA GÖNÜLLÜ MURAKIPTIR...ŞİMDİ SABUŞ ÂBİMİZ ÇOK KÖTÜ DURUMDA. COVİD-19 DAN DOLAYI SOLUNUM CİHAZINA BAĞLI ALLAH SABUŞ ÂBİMİZE VE BÜTÜN HASTALARIMIZA ŞİFÂLAR VERSİN İNŞALLAH.. Eyüp Hoca..
ALLAH celle celâlihu, MuhaMMedî ŞifÂLar versin CÂNDOStumSEBUŞumuza.. KUL İHVÂNİ
Sebahattin Abimize namıdiğer Seboş abimize
Yüce Rahman'ımdan Şafi ismi şerifi hürmetine şifalar dilerim onun nezninde tüm hastalarımıza şifalar dilerim insaAllah.
Siirtli hocamız Efendi Canbabamın gözbebeği, cennet kuşu ve emaneti Seboş abime BİZ BİRiz bileliğiyle canı gönülden dualarımı gönderiyorum.
YA ŞAFİ cc.
An itibariyle Antalyamızın sevilen sayılan simge isimlerinden Sabuş Âbimizin Döşmealtı Termesos Hastanesinde entübe halinde solunum cihazına bağlı durumda, yoğun abakımünitesinde tedavigörmekte..Dualarımız onunla. Sizlerden de dua istiyoruz. Rabbim inşeallah Sabahattin âbimizi Antalyamıza ve bizlere bağışlar..
Abdullah Uyar..