Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Resim


Kul İhvâni BERAT Sohbeti
Tarih: 4 Temmuz 2012
Konu: Beraat Gecesi ve Beraatın Anlamı

Şuna hep yanmışımdır ki koskoca İslâm Âlemi ALLAH’ın bir tecellîsi olarak ikra' ile başlayan hayat, mahşere kadar sürecek olan bu canlar cengindeki ikilik dengesizliği, imtihanın temeli olan aklın nicelik kimliği ve nitelik kişiliğinin anlaşılmayışı, İslâm âlemini ya ifratta ya tefritte bıraktı, itidalden uzaklaştırdı.
Temel olmazsa olmaz “Eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah” BİLinemezliği BULunamadığı için “Eşhedu en lâ ilâhe illâ ALLAH” ta OLunamadı ve YAŞAnamadı.

İnsanlar kendi akıllarının zann bataklarında kendilerinin RABBlığını ve ilâhlığını aramaya çalıştılar, çalışmaktalar, bu ise redd edilen bir şey idi, olmaması gerekendi.
Zâhir ve bâtın uçlu bir mıknatıs gibi insan aklı tek olduğu halde iki ucunda ikilik sistemini taşıyan tıpkı bir mıknatıs gibi. Sonsuz kez kırsanız dahi her hücresinde bu özelliğini koruması, bunu ancak yakın gelindiğinde mıknatıslığın kalkacağı, artı ve eksi elektrik kablolarının seviyelendiği zaman ışığa dönüştüğü, ısıya, soğuğa ve her şeye dönüştüğü ve bütün sistemin çalıştıdığı bu seviyesizlikten doğan dış düzensizlik ve iç dengesizlik, beraat ettirmez aklı ve aklı aklamaz.

O meşhur derme çatma taşlardan yapılmış ahır sekilerinin olduğu, benim çocukluğumdaki köy yerinde, aklımda kalan kelimelerden biriside “beraat etmek”tir.
Ne zaman ki insanlar konuşurlardı, birisi birisini mahkemeye verir, ama suçsuzdur, ama karşı taraf güçlüdür, kaymakamın özel kalem müdürünü tanıyan haksız işinde, bir yolunu bulurdu.
Zabıt kâtipleri dahi iş görürdü ve bir kral gibi karşılanırdı köylerde.
Onlar geldiği zaman tavuklar kesilir ve mantılar yapılır, onlara büyük ikramlarda bulunulurdu, çünkü o insanların, gâlip insanların işlemini görürlerdi, ama bâzen de bütün bunlara rağmen halkın yardımıyla diyelim ki bir insanın atalarından kalan, böyle olmuştu çünkü, büyük bir tarlayı zorla elinden almaya çalışan bu insanların karşısında, o insan onu kurtarır ve bu uğurda olan kavgalarda hakkını savunurken suçlu duruma düşürülür ve bu zalim adam beraat ederdi ve derlerdi ki: “Kel Bayram beraat etmiş”. Yâni suçsuzluğu anlaşılmış, kânunla haklarını elde etmiş diyerek kullanılırdı, beraat kelimesi mubârek olsun.
Mubârek olsun da “ne Mubârek olsun”? Mubârek olmak ne demek ki, neyimiz mubârek olsun? Neyimiz beraat etsin?. Berae olsun!.

Hep eşyâ ve olay pazarında dönen insan aklının pozitif ucunda îman, negatif ucunda ameli olan ikilik içindedir.
Şuna bakar mısın ki İslâm toplumu pekçok şeyin kadir ve kıymetini bilememiştir.
Bu ise kendisine peşin peşin âyetlerle bildirilmiştir.

مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---Mâ kaderullâhe hakka kadrih(kadrihî), innallâhe le kaviyyun azîz(azîzun).
ALLAHın kadrini gereği gibi takdir edemediler, hakîkat ALLAH, yegâne kavî, yegâne azîzdir
(Hac 22/74)

ALLAH’ın kadir ve kıymetini bilememek, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kadir ve kıymetini bilememek, Kur’ân’ın kadir ve kıymetini bilememek, insan olmanın kadir ve kıymetini bilememek global sözlerdir. Söylemesi hoştur: “Ben bunlardan uzağım!” demekle beraat edilmiş zannedilir.
Oysa bunların gerçekleşmesini engelleyen ana imtihan soruları!
Akıl ki, kadir ve kıymetini bilemediğimiz, gerçek anlamını bulamadığımız, yerine oturtamadığımız, ama hayâtımızın tümü olan ve çok büyük yanlış yaptığımız, İslâm toplumunun gerçek öz tasavvuftan, Muhammedî Şuurdan, Nurdan, Surûrdan ve Onurdan uzaklaşmasına sebep olan, noksanı bilemeyişten dolayı, mükemmeli bulamayış gerçeğini göremeyiş körlüğü, ve kaderleri herkesin kendi elindeki kalemiyle yazdığı, her devletin kendisinin yazdığı bir sistemin sâhibi Subhan ALLAH’ın İlahî kanunları Sünnetullahın solda sıfır kaldığı bir âlemde, dört şeyin kadir ve kıymetini ne acıdır ki bilemedik.
Bu dörttür beştir ama, insanın kendisine baktığınız zaman niceliği dediğimiz bedeni ve beden içindeki tüm varlığı, sıhhatte olmalı, sıhhat bu kadar önemli bir şey.
Ve bu mutmain bedenin içindeki mükemmel kimliğin, nitelik, nasıllık, niceliğini uygulayabilmesi için, kişiliğini isbat edebilmesi için zamâna ihtiyac vardır.
Bu işi yapabilmek için bu zamânıda değerlendiremeyişi, boşa geçişleri, mezar taşlarında okunacak acı bir hâtıra gibidir. Terside vardır bunun.
Bütün ömrünü her türlü hayâtî zevk ve acılarına rağmen, neşe ve kederlerine rağmen, ALLAHu zu’l-Celâle, Rasûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Kur’ân-ı Kerîm’e ve ALLAH Dostlarına tâbi olarak “kûn feyekûn” kemerinde bir taş, bir ayak basacak kadar, sanki bir tuğlası varmış gibi, kimlik ve kişilikle bir tesbihe dizilmiş gibi, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hasbî hizmetinde oluş şerefi, şefaat şifâsı ve şehâdet şerefi, gök kuşağı gibi ebeden yerlerini almıştır, almaktadır ve alacaktır in şâe ALLAH.
Neyin kadir ve kıymetini bilemedi ki?
ALLAH indinde Din İslâm’dır dahası yoktur yâni.
O halde neden mükemmel netîcelere varamadık ki?
İslâm Âlemi dediğimiz zaman, gerçeğe baktığımız da, din-dünya-âhiret değer yargılarımızda, kendi vicdanlarımızda;

“AKL”ın yaratılış sebebi ve hayat fonksiyonundaki önemini,
“ŞEYTANın yaratılış sebebi ve kulluk imtihanı fonksiyonundaki önemini,
“KADIN”ın AYNı Nefsten yaratılış sebebi ve TaMMlama-TüMMleme fonksiyonundaki önemini,
“ZAMAN”ın yaratılış sebebi ve AKIL ALgı fonksiyonundaki önemini, kadir ve kıymetini bilemedik…
Bunlar biraz daha uzatılabilir ama bu dördü ki her zaman, her yerde ve her halde öncüllerdir, yol kesicilerdir yâhut yol açıcılardır.
İşte beraet dolaşır dolaşır ve gelir akla.
Akl’ın beraet etmesi lâzım, aklın ikilikten berî olması lâzım ki onun için, Şeytan’ı çok iyi anlaması lâzım, seviyelenmesi lâzım, ve seviylenmesi için tevhid tarlasını, hayy tezgâhını seviyelenmenin TAMMlayıcısı ve TÜMMlenmeyi sağlayan KADINı, kadında olması, yâni Rahîmiyyette olması, daha doğrusu rahîmiyette olduğunu çok iyi anlaması..

Şimdi Bursa’da yatsı ezanı okunmaya başladı..
Ve zamanı yaşaması, fiilen yaşaması zaman’ı böyle bir beraet etmiş akıl ile zamanın yaşaması, şüphesiz ki yine “ALLÂHu ekber, ALLÂHu ekber, ALLÂHu ekber ..” diyecektir dördüne birden..
“Lebbeyke Yâ Rabbenâ”
“Sâdeyke Yâ Rabbenâ, ve’l- hayru küllî fî yedeyke Yâ Rabbenâ!
Şüphesiz ki Lebbeyke Ya Rabbenâ, emret ey RABBımız!
SÂdeyke Yâ Rabbenâ, inanarak, saadetle, mutlulukla, candan ve yürekten bende biliyorum, buluyorum, oluyorum ve yaşıyorum ki HAKKsın ve yaşananlarda Haktır.
“Ve’l-Hayr Kullehu fî yedeyke Yâ Rabbenâ!”

Hayr, Harra’nın yaşayışa geçişi, Rubûbiyyet hakîkatini fiilen hayatta tasdik ediş, ampulun cereyana teşekkürü, bütün âletlerin Keban’a teşekkürü, iyilik ettiği için değil, “bİLE olduğu için” i anlayış, dışarıda ve içerde olmayışın, dış ve için olmadığının bir bütün olduğunun, “ ilâhe illâ ALLAH” olduğunun, başka bir “ilâh”ın bulunamayacağının, daha öteside olmayacağının, “küllü şey”in tümünün bir nokta bile olmadığını, tüm bunların bir görsel imtihan soruları olduğunu, imtihan kağıdı olduğunu, ama hayâtın kağıt olmadığını o kağıt üzerine yaşadığını, diplomalar gibi bir kere alınan ve hep kullanılan bir şey olduğunu anlayış,
Eşhedu en lâ ilâhe illâ ALLAH ve eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah” beraatine ulaşmak, şehâdetine ulaşmak, ve bunu fiilen zâhir ve bâtında, bâtında îmanla, zâhirde amelle, RABBi’l-Âlemîn’in “Ve alâ”,
“ALLAH yaptı, ben sâdece doğruyu tercih ettim” noktasında, ve bunun için ALLAH celle celâluhu’nun Rasûlu sallallâhu aleyhi ve sellem’in emrettiği gibi aklın zâhirinin ıslah oluşu..
“Hayye ale’s-salah, hayye ale’s-salah”, kendini BiLmede, kâmilini BuLmada, sulhu salâhı, lehu sâhibliğini, kullî şey ALLAH’ın iken, sâhib çıkış büyük bir hatâdır, zâhiren amelde Biliş Buluş Oluş Yaşayış inancı ve bunun için içindeki düzenin kurulmasında “hayye ale’l-felâh, hayye ale’l-felâh” aslında dışarıda insanın aklını karıştıran, eşyâ bazarındaki eşyânın ilâh olmayacağı anlayışının temelinde ise “felah”“lehu”luğu esas içerideki merkezin O’na âit olduğunu, şah damarından daha yakın bir RABBi’l-Âlemîn ile yaşandığını, daha doğrusu yaşayanın O olduğunu anlayış..
“Hayye ale’l-felâh, Hayye ale’l-felâh, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyu’l-azîm”
Söylediğimi aklımın kapsaması, yutması ve hazmetmesi mümkün değildir. Ben bana emredildiği gibi aynen kabul ediyorum, ve fiilen yaşıyorum, bu “ÖZde oluş” Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin “ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm”, zâhirde gördüğünüz güç sâhibleri güç sâhibi değildir.
HAVL’de O’nundur, dışarıdaki “ALLÂHu nûru’s-semâvâti ve’l-ard” zuhûrâtındaki kesretler, içerideki vahdetten doğmaktadır.

... اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
Resim---“ALLÂHU NÛRU'S-SEMÂVÂTİ VE'L-ARD (ardı)...: ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NÛRUDUR…” (Nûr 24/35)

HAVL’de O’na âittir, potansiyel olarak geleceklerde O’na âittir.
İnsan aklı içindeki sonsuz zaman içindeki gelecekler, yok oluş dahi dâhil, kıyâmette dâhil tümünün onun imkânları içerisinde oluşunu anlatan,
“Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm”.
O el ‘Alî ve’l- ‘Azîm. Dışarıda gerçekten azîm, Muhammedî mâsivânın mutlak sâhibinin ALLAHu zu’l-Celâl oluşunu, şehâdet ve içerideki ‘alî oluş, zâhir ve bâtın yaşayışını aynaya aksettirenin asıl olduğunu, yaşananların bir fasıldan ibâret olduğunu, esas özdekinin ZâT ve dışarıdakinin Âyân-ı Sâbite dediğimiz bir AYNa olduğunu, aslının aynı olduğunu anlayış ezana yüklenmistir.
Ve “ ilâhe illâ ALLAH” ile biter, “Muhammeden Rasûlullah” ile bitmez, çünkü söyleyen Muhammeden Rasûlullah ise buna gerek yoktur ki..
Hep yıllardır söylediğimiz dinlediğimiz ezanların yerini bulamayışı, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i bilemeyişimizden bulamayışımızdan, kendi yüreğimizde olan Muhammed aleyhi’s-selâm'da olamayışımızdan, ve şah damarımızdan yakın olan RABBi’l-Âlemîn’de Rasûlullah’ı insanca yaşayamayışımızdan doğmaktadır inancındayım.

Her zaman, söylüyorum, ALLAH’ın mekânları, seçilmiş mekânlar vardır, Mekke bunlardan birisidir, Medîne bunlardan birisidir, Kudüs bunlardan birisidir, Şam böyledir, ve benim inancıma göre Bursa’da böyledir, Aksaray’da böyledir, Bağdat’ta böyledir.
Bunların nedenini ancak ALLAH bilir, ancak bir gerçek vardır, gözü gören kulağı duyanlar bu şehrin her tepesinden sonsuz ezan sesini ancak benim farklı olarak duyduğum tek şehir Bursa’dır.
Medîne’de Mekke’de gökleri tek ezan doldurur, Bursa’da ise binlerce ezan sesi duyarsınız, yankılar yankılar yankılar sanki arzdan arşa çıkıyor, çıkan bir deniz dalgaları gibi bitmez tükenmez inlemeler duyarsınız ezan inlemeleri karşı dağlarda.
Bu zâten insanın yapısında vardır, bedeninden rûhuna – rûhundan bedenine, uruc ve rucu’ mi’racında Muhammedî ezan,
“Es-selâtu ve’s-selâmu aleyke ya Rasûlullah, Allâhumme Salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin abdike ve nebiyyike, ve Rasûlike, ve Nebiyyi’l Ummiyyi ve ‘alâ âlihi, ve sahbihi, ve ehli beytihi ve ummetihi, ve aleynâ Yâ Rabbi’l-Âlemîn. Ebeden Dâimen.”

İn şâe ALLÂHu Rahmân bizde şehâdet ettik ki “Eşhedu en lâ ilâhe illâ ALLAH ve Eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Rasûluluhu”
Ve RABBımızdan niyaz ediyoruz ki: “ALLÂHumme rabbi hazihi da’veti’t-tâmme.”
“Allâhumme Rabbi”: Ey ALLAH’ımız bize RABB sıfatı ile yaklaşan, şah damarımızdan yakın olanımız, bizi biz yapanımız, bizde yaşayanımız. Hâzihi da’veti't-tâmme: Elestu bir Rabbikum’dan mahşere kadar olan bu dâvânı ve da’vetini tamamlat bize.
Tâmme, Et-Tamm olan ALLAH. zâhir ve bâtın Muhammediyyeti, her şeyin vicdânında ve özünde, kimlik ve kişiliğe kavuşturan, “sen” liğine kavuşturan ve her şeyi her şey de mükemmel yaratan ALLAH,
bize bunu tamlat.
Eşyânın hakîkatında, mutlak merkezinde varılamayan, içte, özde, Rubûbiyyet neşesini ve bu neşeyi anlamayı ve yaşamayı bize nasib et et TAMM ALLAH celle celâluhu SENsin..

Et Tâmmu : Resim

“ALLÂHumme rabbî hazihi’d-da’veti’t-tâmme ve salâti’l-kâime”
Ve bizim bu, bize sonsuz gözüken ama kısacık ömrümüzdeki uruc ve rucu’ mi’racımızı kâim kıl!.
Bu söz, ayakta kıl sözünden çok daha ötedir kâimiyyet.
Muhammedî yaşayış kudretine sâhib oluştur kıyâmet.
Ayağa kalkıştır, kıyam ediştir ve ikra’ deyiştir.
Kur’ân-ı okuyuşun ötesinde, Kur’ân’ca yaşayıştır.

“ALLAHumme rabbi hazihi’d-da’veti’t-tâmme ve salâti’l-kâime ve âti muhammedeni’l-vesîlete ve’l-fadîlete ve’dderacete’r-refîa ve’b'ashu makâmen mahmûdenillezî veadteh. İnneke lâ tuhlifu’l-mî’âd ”

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme sıla, sılanın vucûda gelişi vesîledir, sebeb diye tercüme edilebilir ama sebep odur ki, insanı sılaya ulaştırır ve vucûda getirir, varılmayan sıla hep gurbettir.

“Ve’d-deraceti’r-refîa”
Bizim benlik pazarında, RABBlık ve ilâhlık iddiasına getirdiğim ve imtihanına soktuğum bu aklın kendi kendine şaşıp kaldığı şu labirentte, inşae ALLAH, ALLAH celle celâluhu, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ulaşmak nasîb eder, derecelerimizi yükseltir ve derekelere indirmez, ve indiğimiz batakta bogularak, yâni Hizbu’ş-şeytan hizbi, zehbi içerisinde şeytanı izlemenin acı sonucu içerisinde bırakmaz!..

“ Ve’b’ashu makâmen mahmûdenillezî…….”
ALLAH celle celâluhu varlığı yaratırken, bütün sistemi var ederken, Makam-ı mahmudu her insanın yüreğinde var etmiştir, ALLAH celle celâluhu hâşâ, el Âdildir, asla ayırmaz, kayırmaz ve imkân ile imtihan eder.
el ADLu:
Resim

Makâm-ı Mahmûd, zor anlaşılacak bir iştir.

وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Resim---Ve mine'l-leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ(mahmûden): Gecenin bir kısmında kalk, sana âid nâfile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Umulur ki RABBin seni övülmüş bir makâma ulaştırır.”
(İsrâ 17/79).
Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “"Kim ezanı duyduğu zaman; "Bu eksiksiz çağrının, dosdoğru kılınan namazın RABBi olan ALLAH'ım; Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem efendimize vesileyi ve fazileti ve onu vadettiğin makâm-ı mahmûda gönder" diye duâ ederse, ona şefaatim gerekir, gerekli olur." Buyurmuştur.
(Buhârî, Ezan, 152).

"ve'b'ashu makâmen mahmûdenillezi vaaddeh: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme va'dettiğin övülmüş bir makam olan şefaat makâmına kavuştur."
(Buhari, Ezân: 8, 17. Sûrenin tefsiri: 11; Tirmizî, Mevâkît: 43; Salât: 42; Ebû Dâvud, Salât: 37; Nesâî, Ezân: 38; İbn-i Mâce, Ezân: 4; İkâme: 25; Müsned, 3:354)

ALLAH celle celâluhunun vaad ettiği üzere, her ezan ve kâmetten sonra edilen mervî duâyı ederek biz ÜMMet-i MuhaMMed o vaadi îfa etmek için duâ ederiz..

“ Ve’b'ashu makâmen mahmûdenillezî vaadteh. inneke lâ tuhlifu’l-mîâd”
ALLAH bunu vaad etmiştir. Akılların seviyelenme noktası, “medde” uzamaktır, işte bunun hakîkati, ALLAH Zâtından, Nûrunu halketmiştir, bu uzanım ve geri çekiliş, bu uruc ve rucu’, ve bunu anlamaya me’mur edilen ve yaratılan akıl özü –hulâsâsını ALLAH, bu ikiliğini kaldırmayı, Makâm-ı Mahmûd’u, hakîkatı hakk olarak, hakku’l- Hakkı, HAKK’ın hakkı olarak va’dettiği gibi ALLAH kendi üzerine almıştır.
Kendi nefsi üzerine almıştır ki, bütün nefisler asheni takvîm şeklinde halkedilmiştir, aslına dönecek şekilde yaratmıştır..
Ve bunun şakaya gelecek bir tarafı, hafife alınacak bir tarafı da yoktur.
Her yerde, her zaman, her halde ve her kader içerisinde şüphesiz ki HAKK’a çıkış yolu asla kapatılmamıştır.
ALLAH bunu vad etmiştir ve hâşâ vaadinden dönmeyendir.
Âmin Yâ Muîn!. Yâ ALLAH celle celâluhu!.

İslâm İZ İZleme ve bİZleme yoludur ve o kadar hassas bir ma’dendir ki Ahmet can.
Kâinatta bu kadar çabuk paslanan ve pislenen bir ma’den yaratılmamıştır.
Ve bu yakîn gelinceye kadar sürecek açıklıkta, çıplaklıkta ve korunmasızlıktadır.

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu): Ve yakîn sana gelinceye kadar RABBine ibâdet et.”
(Hicr 15/99)

Durmadan “eûzubillâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” derken, aklın bu çıplaklığı bu korkunç zor imtihanı açısındandır.
Yoksa ALLAH’a sığınmasada ALLAH’ın kontrolu altındadır.
“ve kâne ALLAHu bi küllî şeyin muhittir ALLAH” ALLAH’a karşı yapacak bir şey yoktur, yapmayacak bir şeyde yoktur, yâni demek istiyorum ki boştur bunlar, fakat yâni aklın kendisinin kendini tam çözümleyememesi, ve kendini tam anlayamaması İZletmemekte ve BİZletmemekte ve can ceryânını hakîkata, hakka inandığı halde hayra çıkaramamaktadır.

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---“Ve lillâhi mâ fi's-semâvâti ve mâ fi'l-ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ(muhîtan): Göklerde ve yerde ne varsa tümü ALLAH'ındır. ALLAH, her şeyi kuşatandır.”
(Nisâ 4/126)

Îman dediğimiz HAKKI DUYuş, amel dediğimiz HAYRA UYuş, SEVİYELEnemediği için acı bir hayat içerisinde kalırız.
Geçmiş zamanlara baktığımız da, ikinci cihan savaşları gibi, en ufak bir rahatını, saçının telini düşünen insanların, târumâr olan memleketlerin, mahvolan dünyâların nasıl yok olup gittiklerini ve tekrar yerinde nasıl müreffeh hayatlar kurulduğunu, insan aklı şeyreder durur fakat kendi içerisindeki kopan Nuh Tûfanından bî- haber, dışarıda cennetler yaratmaya ve cehennemler söndürmeye çabalar durur.
Bütün bunların temelinde yatan şey, hakîkatı hakkça anlayamayıştır.
RABB SÖZÜnü duyamayıştır ve RASÛL SESİne uyamayıştır.
Kur’ÂNı OKuyamayış ve Kur’ÂNca OKUnamayıştır.
Bu ise ciddi bir sadâkat ister.
Her insan bu Sadâkata Muhtaçtır ve her insan Samîmiyete Mecburdur aklen, ve insandan kastım akıldır.
Her akıl bu Sabra Me’murdur, onun için ALLAHu Zu’l-Celâl : “Sall ile Sabr ile isteyiniz” buyurmaktadır.

وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ
Resim---“Vesteînû bi's-sabri ve's-salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ ale'l-hâşiîn(hâşiîne): Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.”
(Bakara 2/45)

yoksa “iyyâke na’budu” nasıl olacak?
Salat ile... O zaman namaz kılalım, durmadan yatalım kalkalım mı yoksa ALLAH ile bağlantımızı kesmiyelim mi?
Kesme!. E o zaman ALLAH, Rasûlullah’ın buyurduğudur. Kesme bağlantını!
Ehl-i beyt aleyhume’s-selâm, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin canını, kanını, küllî îmânını taşıyan bir kablo ucudur elimizde, prizdir. Kesme o zaman can CERRyÂNını!
Ve ALLAH dostları ki, “Kûn feyekûn Kâmilleri” başta söylediğim gibi, ALLAH’ın görevlileridir. Halkın değil HAKK’ın görevlileridir.
Yâni rüzgâr gibi tonlarca rahmeti her noktaya taşıyan o muazzam hasbî hizmetçiler, gökteki rüzgârlar gibi, tonlarca rahmet taşıyan bulutlar gibi,
Durmadan ısıtan, hayyı ve diriliği koruyan getiren, güneşin ısısı ışığı ve dirilik mefhûmu gibi, yâni ateş gibi,
Ve hep ebedî hizmette olan, küllî nebâtatı çiçek açtıran, tohumdan tohuma sürükleyen analar anası toprak gibi ALLAH Kâmillerinin kadir ve kıymetini ALLAH bize bilmeyi nasip etsin!.
Aksi takdirde o muhteşem akıl, yine muhteşem bir leş hâline dönüşür. Kendi karanlığında kendi kuyusunu kazar ve kendi Hizbu’ş-şeytanlığında yok olur gider.
İşte bu ne acıdır ki, Kur’ân-ı Kerîm, zâhirde öksüz ve bâtında yetimliği “tuba guraba” hadisi ile açıktır.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “El İslâmu bedâ gariben ve seyuudu gariben ve tubâ li’l-gurebâ: İslâm garib olarak başladı ve başladığı gibi (günün birinde) garib hâline dönüşecektir. Ve tubâ li’l-gurâbâ: Ne mutlu-Müjdeler Olsun gariblere! (Sıddık Ve Âdil Muhammedî Âşıklara!)” buyurmuştur.
(Ebû Hureyre radiyallâhu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten- 3986 ve Müslim Enes bin Mâlik radiyallâhu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten-3987 Zevâid Abdullah İbni Mes’ud radiyallâhu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten 3988 ve Tirmizî)

Ancak deliler meşgul olacaktır, ancak delilerin îmânı olacaktır, halkın indindeki deliden bahsediyorum.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Münafıklar size mecnun-deli diyene kadar, ALLAH’ı çok zikredin!” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned)

Halk için bir Derbentli Hasan Baba delidir ama HAKK için deli değildir, “ALLAH dostu”dur.
Akıl bunu kabul eder ama uygulamaya gelince der ki “RABB benim!” Hattâ “ilâh benim!” der yâni, hevâsını ilâh eder ve hevesini ise RABB eder, esas söylemeye çalıştığım şey, insanların, senin, benim,onun mezarı hazırdır ve taşıdığı göz bebeği mezardaki bir leştir.

Ancak Kur’ân-ı Kerîm içerisinde dirilen bedenlernefisler-kalblerruhlar, içindeki pasını pisini iyisini kötüsünü eritip, keşke imkân olsa da, hani Nûriye gitmişti Hasan Dağımıza, otuz kırk metre belki daha fazladır, dereler tüm dümdüz oluncaya kadar karlar dolar, yâni yüz ikiyüz metre bile vardır belki o yukarı kısımlarda, Haziran Temmuz ayında, dev ırmaklar inler altında, ama yanar dağ yutar onları, bir kaç yüz metre gitmeden emer, aşağıdan sular olarak gelir, ırmaklar çağlar...
İşte bu karlar eridiğinde, kar yataklarını özellikle gidip inceler idim.

Karın içerisinde ne varsa, tüm ağaç dalları, şunu bunu kuş ölüleri, vesâireleri tüm eriyen kalan yerinde kalır ve belki kış sonunda vardığınızda, dümdüz gördüğünüz o bembeyaz örtüsünün altında neleri gizlediğini eridiği zaman görürsünüz.

İşte bu Beden-Nefs ve Kalb benliği içerisindede hayâtın ve kaderin imtihanı gereği, ağzı ve kıçı oluş gibi, mutfak ve tuvalet gibi, zıtlık âleminde yaşayış gibi insana abes gelen fakat hakîkatte ise kağıt üzerinde basit bir soru olan bu sistemin çözümünde hizmetçi olabilmek ve Kur’ân-ı Kerîm’i Kuranca anlamak ve bunun için insanca yaşamak, insanlığını BiLmek, Kâmil Hizmetçini Ehl-i Beyt ELİni BULmak, Rasûlunde OLmak ve RABBi RABB’ca YAŞAmak hakk ve hakîkatını ancak Kur’ân-ı Kerîm Hasbî Hizmetçiliği ile aklımızı beraat ettireceğimizi anlamamıza bağlıdır.

Yumurtanın kabuğu gibi, kar üzerine yazılan yazılar gibi dışta oynayışlar, dıştaki (zâhirdeki) melek-şeytanlar, cennet-cehennemler, tüm bunlar güzeldir, doğrudur ama öze inmediği sürece kaybolacak şeylerdir.
O yüzden başlarken dedim ki, insan zamANı beraat ettirmeli, Rahimiyeti beraat ettirmeli, hani bir erkeklik âlemi var ya, hani Kur'ân-ı Kerîm
hep erkeklere hitab eder ya, hani bir yerde 9 erkek bir kadın olsa, erkek fiilleri kullanılır, kadın yokmusçasına, hani bu erillik var ya, hani bu Rahmâniyyet eğemenliği gibi gözüken fazlalığı varya,

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلاَثَةَ قُرُوَءٍ وَلاَ يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَلِكَ إِنْ أَرَادُواْ إِصْلاَحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكُيمٌ
Resim---“Ve'l-mutallakâtu yeterabbasne bi enfusihinne selâsete kurûin, ve lâ yahıllu lehunne en yektumne mâ halakallâhu fî erhâmihinne in kunne yu’minne billâhi ve'l-yevmi'l-âhır(âhıri), ve buûletuhunne ehakku bi reddihinne fî zâlike in erâdû ıslâhâ(ıslâhan), ve lehunne mislullezî aleyhinne bi'l-ma’rûf(ma’rûfi), ve li'r-ricâli aleyhinne dereceh(derecetun), vallâhu azîzun hakîm(hakîmun): Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç 'ay hali ve temizlenme süresi' beklerler. Eğer ALLAH'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa ALLAH'ın rahîmlerinde yarattığını saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (başkalarından) daha çok hak sâhibidirler. Onların lehine de, aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece var. ALLAH Aziz'dir. Hakim'dir.”
(Bakara 2/228)

işte bütün bunlar NEFSini beraat ettirmek için, insan aklının ne kadar dikkatli olması gerektiğini anlatan şeylerdir.
Bütün tefsirlere bakarsanız hep erkekler yazmıştır, hep merak etmişimdir neden kadınlar bir tefsir yazamamıştır. Akılları mı yok?
Var!..
Peki ne oldu ki, Kadın neden bir şehvet aracı olarak görüldü de şehâdet anası olarak görülmedi?!.
kadın ne zaman beraat edecek?
Kadınlık Rahîmiyyet gibi zaman beraat etsin dediğim zaman, alınıp verilen nefeslerin, sürekli üfürülen, Keban’dan gelen bir cereyan gibi şah damarımızdan yakın olan bir RABB’ın Rahmân Nefesi olduğunu anlayamayış bakımından söyledim.
Ama kâinatın var oluş, “kûn feyekûn” Rahîmiyyetinin “kûn feyekûn” Rahmâniyyetinin kadir ve kıymetini anlayamayış![49:00]
Eşyânın tümünün temelindeki beslenme ve üremeyi çözemeyiş, ve kendi en son hayat imtihan sorusunun içerisinde kalış, fiiliyata imtihan salonundan aslâ dışarı çıkmayacakmış gibi davranış.

Ama demin dediğim gibi bir üniversite okursunuz, size bir kağıt parçası verirler: “Artık doktorsunuz siz!” derler ve gerçekten doktorsunuz,.
İşte bunu geçemeyiş ve bu beraati elde edemeyiş, yarım kalış, kadının Kur’ândaki yerini, değerini, önemini, olmazsa olmaz yarımlığını ve tamlanması gerektiğini, ve tamlayıcı ve tümleyici olduğunu anlayış, ne zaman beraet edecek?
Yâni TAMMlayan Rahîmiyyet ve TÜMMleyen Rahmâniyyetin üstünlük alçaklığından ziyâde, Muhammedî bir SEVİYEde, bir vesîlede, bir Makâm-ı Mahmud’da buluşuşu, ve şehâdete götürüşü, bir anlamda şehvet ve şehâdetin SEVİYElenip TEVHİD edilişi ne zaman beraat edecek?

Beraa, berre, nedir birre?
RABB, gördüğümüz ma’nâ ve madde, hareket ve hareke diye söylediğimiz, aklın fiilen gördüğü ve içeride bâtınen anladığı şeylerin seviyelenmesi, Rahîmiyyet olarak tecellî ettiğinin anlaşılması, bunun için ALLAHu zu’l-Celâl’in bütün üreme noktalarına “rahîm” ismi verdiğini anlayış beratı ne zaman?
kudsî hadiste " ALLAH celle celâluhu şöyle buyurmaktadır: "Ben ALLAH'ım. Ben Rahmân'ım, rahmi ben yarattım, kendi ismimden bir isim ona verdim. Artık kim yakınlarıyla ilgi kurb akrabalığın hakkını yerine getirirse ona lütuflarda bulunurum, kim de akraba ile ilişkisini keserse (ilgisiz kalırsa), ben de ondan rahmetimi keserim."
(Tirmizî, Kitabu'l-Birr ve's-Sıla, 9)

Göbek Bağımızla tüm kardeşlerin buluştuğu anamız kadının rahmi var da bir koyunun rahmi yokmu?
Bir tavuğun rahmi yokmu? Her yumurtanın doğduğu yer Rahîmiyyet değilmidir?.
Bunu akıl kendi basit, ilkel ve İslâm dışı anlayışlarla, ayıptır, yasaktır, günahtıra sokup bunun yerine başka şeyleri oturttuğu zaman, nasıl beraat edecek?
Anasız, eşsiz, kızsız, gelinsiz ve kız kardeşsiz kalmış bir toplum kendisine bir robot kadın mı yarattı, rahîmiyyet mi yarattı?
Evet. O zaman kendiside bir robot mu oldu?
Evet. O zaman robotlar mezara kadar çok kıyâmet koparacaklar demektir.
Ve hasret gidecekler hakka ve hayıra.
Çünkü beraat edemediler, da’va sâhipleridirler, kendi da’valarını, da’vetlerini, duâlarını, denaatlerini-alçaklıklarını yaşamaktadırlar ve yaşayacaklardır.
Ve işin en acı tarafı da yaşatacaklardır.
Bu genetik bir zincir gibidir. Soysuzlaşabilir, ya da asâlet sâhibleşebilir, ama genetiktir.
Bu bir zincirdir, onun için Müteeddib, Mütezekka, Müteaayyib ve Mutehhar zincirler oluş/olmak muhammedî bir şereftir.
Ve eş Şâkir ALLAH, şükrün sâhibi olan ALLAH’ın şerefine uygun bir yaşayış tarzıdır.
“Çok şükür yâ RABBi!” demek, o arzın çıkardığı bir sestir.
İnsan’ın her yerinden bir ses çıkar.
Esas olan ses Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sesidir.
Esas iştirak onun sesine iştiraktır!
Netîcede, İLMEN BİLmek İRÂDE olarak BULmak, İDRAK olarak OLmak, fiilen yaşamak, İŞTİRAKen YAŞAmak açısından da Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Şeriat-ı GARRası esastır.
Îman açısından da onundur, Amel açısından da onun, evvel ve âhir açısından da onundur.
Bu Rahîmiyetin özü Nebiyyu’l-Ummî’ye gider. İlk noktaya gider.
Rahmâniyet yerde yatan, Rahîmiyet yerde yatan Âdem bedenidir, Havva gibidir, tarla gibidir.
Ve buna üfürülen Rahmân nefhasıdır. TAMMlayanı –TÜMMleyeni daha doğrusu!
Yerde yatan tammlayandır, olmazsa olmaz!
Bin ton tohumun olsa da tarlasız çürümeye mahkûmdur.
Ama unutmamalıdır ki bu tammlayanı tümmleyen de Rahmâniyettir.
Ben onun için “insan, ERliğinin kıymetini bilmediğini” koymadım oraya.
Ama koyabiliriz. Aklın kıymetini bilemedik. ER oluşun da.
Çünkü ER dediğin anda hemen ikiliğe girecektir.
“Kadın mı üstün erkek mi üstün?” e götürecektir. Eşittire götürecektir.
Kendi piyasasına indirecektir ve bizim Kur’ân-ı Kerîm’imizi orada boğacaktır.
Ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemsiz Kendi Kur’ân-ı’nı
Koyacaktır!
ER olan kadının da beraati gerekiyor!..

Devam edecek inşâe ALLAH.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Bütün varlığın, çırıl çıplak varlığın, hiç bir elbise giymemiş varlığın, Bezm-i elest” varlığının, “Külli Şey’in”, aklın çoook ucunda, varabildiği en son sınırdaki noktada hiç bir seysiz, bedensiz, nefssiz, kalbsiz, ruhsuz, şusuz, busuz, her ne ise o halinde iken:

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---''Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne): Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)

“e lestu birabbikum, kâlû belâ” diyen,
Kalû: Dediler ki…Tek ses nedir? İlk ses nedir?
“Belâ”, Lâ BİLE-liğidir.
Kimin, kim var ise, sen söylüyorsun, şeytandır, melektir, arştır, ferştir, yerdir, göktür, Resûl’dür, insandır, bunları hep sen söylüyorsun.
Ben söylüyorum, “orada herkes çırılçıplaktır, orada her-küllî ŞEY, bir ŞEYdir”.
İşte o, onu anlayamayış, ve bu Rububiyet Hüviyetinin daimiyetini bize anlatmak için “dehr” olarak anlatılan sonsuz zaman diye terceme edeceğimiz akıl bakımından dehr içinde insan hiç bir şey değilken, çünkü bir şey yokken “kıymetsiz” anlamında tefsirlerde yorumlanması çok acıdır. Oysa söylenmek istenen “yapacak bir şey yoktu”.

هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنسَانِ حِينٌ مِّنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْئًا مَّذْكُورًا
Resim---''Hel etâ alel insâni hînun mined dehri lem yekun şey’en mezkûrâ(mezkûren): Adı, sanı anılan, tanınan, zikre değer bir varlık değilken insan, bütün zaman içinde epeyce bir süre mi geçti, insanın üzerinden?” (İnsan 76/1)

Aklının varlığı dahi, kendi başına karar verme imkânı dahi yoktu ve otomatik cevab.

“Allahu nurus semavati vel ard” çünkü.

... اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
Resim---ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı)...: ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR… (Nûr 24/35)

Allah, kendi kendine kendinden yarattığı, kendinden kendine olan NÛRuna bir şey sormakta.
Bir imtihan açmazı açmakta zâten, ne zaman ki antipotlar doğuyor insandan önce, “Melekiyet ve Şeytaniyet” dediğimiz, “Vahdet ve Kesret” varlığı akla anlatılırken, kesret ve vahdetin ortasında, itidalin tam göbeğinde, bedenen ortaya yatan Rahîmiyet ve üfürülen Rahmân nefhası, ve halen anlayamadığımız secde, “hadi secde edin!” kime edeceğiz?
Bu kan dökücüye mi? Söyleyen kim? Nerden bilmekte? Nasıl bilmekte? Ve kime kim anlatılmakta? Bu bizim içimizde mi?
Bu melekler, melekiyet, kendi Havvaiyetimize ve Âdemiyetimize, taMMlayan ve tüMMleyenlerimize itiraz eden, bu melekiyet şu anda her insanın kendi akıl ve iç yapısında mevcutmudur?
Bunu çözmediği sürece, ve bütün bunun karşısında tek, kesretin tümünü, şahsında toplayan, “La ilâhe” nin tümünü kendisine bir örtü gibi verilen, “ceNNetin ceheNNeM örtüsü”.
Alper’in çok doğru söylediği gibi “Masum Nur”.
http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... 233#p74233
Hiç bir şey yok iken, değil üreme organları örtü bile bilinmezken, “sakın ağaca yaklaşma!”, ve “zak” ettiklerinde, ağacın meyvesinden gırtlaklarından aşağıya bir yudum suyun indiği, bir yudum sudan bahsediyorum!
İndiği anda, cennetin varakları ile üreme organlarını örttüler. Şehvetin Ferc ve Zeker örtüsü ne zaman berat edipte Şehâdetin Takvâ örtüsü olacak..
Bu örtü, bu şehadetin şehvet örtüsü, bu cennetin cehennem örtüsü, bu melekiyetin şeytaniyet örtüsü ne zaman beraat edecek?

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne): Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30)

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn(sadikîne): Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bakara 2/31)

Yüklenen tüm esmalarla akıl ilişkisi ne zaman berat edecek?..

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Resim---Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne): Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.” (Bakara 2/34)

وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ
Resim---Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne): Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.” (Bakara 2/35)

فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ
Resim---Fe ezellehumâş şeytânu anhâ fe ahrecehumâ mimmâ kânâ fîh(fîhi), ve kulnâhbitû ba’dukum li ba’din aduvv(aduvvun), ve lekum fîl ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn(hînin): Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.” (Bakara 2/36)

فَدَلاَّهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn(mubînun): Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.” (A’raf 7/22)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Beratınız mübârek olsun!
Berat kandiliniz mübârek olsun, olsun da,
Biz yüzyıllarca nice kandiller yaktık, ama bir kandili yakamadık!..
Nûrun alâ Nur” kandilini yakamadık.


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

Resim---ALLÂHU NÛRU'S-SEMÂVÂTI VE'L-ARD(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), NÛRUN ALÂ NÛR(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu'l-emsâle li'n-nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun): ALLAH GÖKLERIN VE YERİN NÛRUDUR. O'nun nûru içinde bir kandil bulunan bir oyma hücre misâlidir. Kandil, bir sırça içindedir. Bu sırça sanki inciden bir yıldızdır; ne doğuya, ne de batıya nisbet edilen mübârek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı hemen hemen ateş dokunmasa bile ışık verir; NÛR ÜSTÜNE NÛR! ALLAH, dilediğini kendi nûruna yöneltir ve insanlara birçok misaller verir. ALLAH, herşeyi bilendir.
(Nûr 24/35)

Mesele “Nûrun alâ Nur” kandilini yakıp yakmamamızda da değildi.
Bunun Hak ve Hakîkatını Hakça insanlara arz etmeliydik, gelecek çağların çocuklarına, bu günün, paslanmayan elmas zincirleri olarak aktarmalıydık.
Hasbi hizmet fedâileri” bu görevle, bu inançla yaşayanlardı.
İşte, en büyük üzüntümüz, ALLAH hayrlara götürsün, şöyle ya da böyle yaşayamayışımızdan ki öyle düşünüyorsak ki zâten eksikliğin eksikliğidir.
Ama esas olan ise bu geçmişin ağır faturasının daha devam etmemesi için Kur’ân-ı Kerîm’in berat etmesi gerekiyordu..
İşte bunun için îtiraz eden meleklerin beraat etmesi gerekiyordu..
Melekiyetimizin, ve hep itiraz için yaratılmış ikiliklerimizin, şeytanımızın beraat etmesi gerekiyordu.
Ve akıllarımızın beraat etmesi gerekiyordu.
Ve aklım beraat ettiği zaman, Hakk’ta ve Hayr’da akan bir su gibi olacaktı.
Yâni akıl buzdağım, akıl yanardağım aynı zamanda, cennet ve cehennemim, zemherira (dondurucum) ve cahîmim (yandırıcım), aynı AKIL!..
Tefritte buz dağı gibi olan akıl, “zemherira” buyuruyor ALLAH celle celâluhu Dondurucu cehennem olan akıl!..
İfratta ise cahîm olan, kendinden başka hiç bir şey bırakmayan-yakan bir şeytaniyeti anlatan ifrat ceheNNeMi.
Ortası ise cisimde “berden selâm” can ceNNeti. Sırat-ı muSTaKiM iSTiKaMeti, tevhid teli. Benim aklım ne zaman beraat edecek?..

BeraE”, “B” bileliğidir, RaBB bileliğidir.
RaBB” deyince, ALLAH’tan ayrı anlaşılmasın diye “Elif” ile biter.
Kastedilen, anlaşılamayan zât sâhibi, ALLAH Celle Celaluhu diye, BeraE’dir.
BeraE”, anlaşıldığı zaman, insan Denaatten-alçaklıktan vaz geçer, denaatini bilir.
Duâsını bulur, Da'vette olur ve Da'vayı yaşar. Fiilen yaşar.
Herşey güzel fakat insan aklı, öyle bir bulaşıktır ki, o kadar ince bir cıva gibi değil, hani bıçağa yapışınca silinemeyen bal gibi de değil, daha da yapışkan, daha da kayıcı, daha da nüfuz edici bir ALLAH’ın Nûr’udur ki, insan kendi fiilen yaşadığı için nasıl diş sızısını biliyorsa, ağrıyan yerinde can oluyorsa, onu bilmek üzere yaratıldığı için bilir.
Ama bunun edebini, şüphesiz ki bunu çok iyi BİLen, bildiğini BULan ve fiilen öyle OLan bir Kâmil ile bulur.
Ve bu Kâmil’le mutlak anlamda MuhaMMed aleyhisselam’da Olur. Ve BeraE’yi yaşar.
Rubûbiyet bileliği ve Ulûhiyet bileliğini yâni.
Fiilen vicdânı kabul eder, ondan sonra bu inancı amele dökülür.
Oruç tutsa ne tutmasa ne, mesele tutup tutmamaktan değildir, o bir emri yapıp yapmamaktan ibârettir.
Esas olan ise onun mânâsının ne olduğunu bilmektir.
Ben Ahmet’e diyorum ki: “Ahmet can, sen bir İzmit!e gitsen”.
Cevap veriyor: “Hay Hay hocam, ne için gideyim, ne işim var söylermisin?
Bakın amel böyledir işte.
Ahmet can yarın oruç tutalım inşae ALLAH!
Olur hocam, ne için tutalım, ne olacak tutunca? Ben üç beş lokma yesem ne olacak, bir bardak su içsem ne olacak içmesem ne olacak?
Bana nedir bunun aslı astarı bunu bir söyleyin. O zaman ben niye yeyip içmediğimi anlayayım!.

ALLAH hayırlara götürsün. İNSAN ile ilgili bir zaman ALLAH’ın lütfu keremiyle ve Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimizin sâyesinde bâzı birşeyler karalamıştık, onu tamamlamaya çalışıyoruz.
Bâzı kısımları uydurup kaydırıp kalmıştık.
Şimdi insanda akıl, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizi çok iyi bilmemiz lâzım.
Hiç bir zamanda bu tevhid tüccarlığı, tasavvuf simsarlığı, bu bezirgân baronluğu, târikat ve cemaatların belki de iyi niyetle kurdukları korkunç kalelerin içinde kesinlikle hapsolan ve mânâ değiştiren, bir taraftan zâhir ve bâtından göklere dikilen bir Kur’ân-ı Kerîm hakîkatlarının dosdoğru anlaşılır şekilde ortaya konması, hepimiz ona, farz-ı ayn olarak bilenlerin boyutunda, ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hakkıdır ve insanlığın gereğidir.

Ve bu insanların akıllarını, inanmadıkları, gerçeği bilmedikleri halde, ölüm korkusundan, kabir kapısına gideceği için ölüm korkusundan inanmak zorunda kalan ve oysa asla inanmış olmayan taklîdî îman sâhiblerinin, hayâtın her nefesinde ölüp dirildiğinin, şe’en şehâdetinin şerefini yaşayışın ebed-ezel ve ebediliğini, fiilen zâhir ve bâtınını, taMMını tüMMünü, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in nefsinde, nefesu’z -Zât ALLAH celle celâluhu NûRu olarak yaşamak ve yaşatmak özellik ve güzelliğini ne zaman beraat ettireceğiz?

Kullukta, her şeyin açık adresi ALLAH celle celâluhu. Bir benlikten beri. Benlik “Allâhu nûru’s- semâvâti ve’l- ard” iken, öyle değilde “ALLAH’ın Nûru değil, Ben yaparım, işte ortadayım, aklım böyle eriyor, böyle yaşayacağım, ben ne doğarım ne ölürüm. Ebediyen hürüm!” gibi bir karanlığın, bir kötülüğün olmaması gerektiğinin, kâfir firavunluğun beraat ettirilmesi ne zaman?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

İşte bu “ene”lerimiz ne zaman Nuh aleyhi's-selâm Fırtınasını yaşayacak, “NaHNuBİZliğimiz ne zaman beraet edecek?.
O zaman “ben” onu yaşadığım AN ben ene-ben değilim “BİRİZ”. BİRİZ dediğim kim?
Kim ki bu kevser havuzunda bir damla olmuşsa, MuhaMMed aleyhi's-selâtu ve's-selâm’ın Kerem Kevserinde olmuşsa “NAHNU” aradakidir, fiilen şâhiddir yaşayanıdır.
Şimdi şu AN da Şe’ende olandır in şâe ALLAH.
Evet demekki, karanlıkların aydınlanması için akıl karanlığını aydınlatmamız boynumuzun borcu.
Bu âlemde büyük küçük yoktur. Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in âleminde büyüklük küçüklük olayı yoktur, ancak bir şeyi görememezlikten gelemeyiz.

İslâm’da tasavvuf, demin saydığım mefhumların dışına çıkmıştır;
Nefsi anlayamamıştır Kur’ânca.
Aklı anlayamamıştır Kurânca.
Şeytanı anlayamamıştır Kurân ca.
Kadını anlayamamıştır Kurân ca
ve zamanı kullanamamıştır Kurân ca

Ve onun için açmaza girmiştir.
Kur’ân mefhumlarının yerine kendi hayal, yalan ve yanlış mefhumlarını AKLen oturtmuştur ve NAKLe hasret kalmıştır.
Onun için çok büyük zâtlar vardır, var olsunlar çok güzel şeyler söylemişlerdir, ama bu mefhumları ararsanız avucunuzu yalarsınız. Var ise de aleyhindedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de akıl 50 yerde fiil olarak geçiyor, neden isim olarak geçmiyor?
Çünkü akıl fiilin adıdır. Fiili yaptırandır akıl.
ALLAH!” desen dahi akla yazdırmak zorundasın. Aklın demesi lâzım.
El diye kafana vur, aklın olması lâzım.
Aklını aldığımız zaman, senin kalbini sökerler, paramparça ederler ve geri takarlar da yine bilemezsin: “ameliyat olmuşum!” dersin.
Onun için zâten, aklı çözemediği için, akıl hiç yoktur.
ALLAH’ın kitabında elli yerde geçen akıl tüm olumlu anlamda kullanılmıştır. Akl’a olumsuz bir fiil asla yüklenilmemiştir Kelâmullahta ki NÛRuLLahtır AKIl AYNasıdır yâni...

Ne acı şeydir ki bu tarafa baktığınız zaman, “ne yapıyorsunuz ey millet?” diye baktığımız zaman akıl için söylenmedik kalmamıştır.
Hep söylüyorum, 26 bin beyit yazan büyüklerimiz vardır sağ olsunlar var olsunlar, ama akıl için: “Ey gözü bağlı eşek, beni sahile getirdiğin için sağ ol, git otla, ben yeni bir aşk vâsıtası buldum, aşk denizine açılıyorum!” dediği zaman dahi aklı kullanmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm'imiz ise böyle buyurmamaktadır;
Onlar akletmeyen rics (murdar pislik)lerdir”.


وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ

Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ(nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn(ya’kılûne): İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler-akledemezler!.
(Bakara 2/171)


وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ

Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alu'r-ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne): ALLAH'ın izni olmaksızın, hiç kimse için îman etme (imkânı) yoktur. O, akıllarını güzelce kullanmayanları murdâr (pislik içinde inkârcı) kılar!...
(Yûnus 10/100)

Abdestsiz cenâbet yâni gusülsüzlerdir.
Akl’ın bu kadar yanlış kullanılmasına örnek olduğu için söylüyorum, benim umûrumdada değil.
Amaaa nice tefsirler okudum ki, aklı düşman görmekte.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Aziz kardeşlerim,
Kur'ân-ı Kerîm'imizi Hakça OKUrsak ve OKUnursak;

NEFS” in, KULLuk Kimlik-KİŞiliğinin TÜMMü olduğu gerçeğini,
AKL”ın. yaratılış sebebi ve hayat fonksiyonundaki önemini,
ŞEYTANın, yaratılış sebebi ve kulluk imtihanı fonksiyonundaki önemini,
KADIN”ın, AYNı Nefsten yaratılış sebebi ve TaMMlama-TüMMleme fonksiyonundaki önemini,
ZAMAN”ın, yaratılış sebebi ve AKIL ALgı fonksiyonundaki önemini, ve Kısacası NEFSin kadir ve kıymetini bilemediğimizi açıkça görürüz ne yazık ki!..

Bu beş mefhum Kur’ân-ı Kerîm'ce ortaya çıkmadığı müddetçe ne madde ne mânâ Kur’ân'ca anlaşılamayacaktır.
Bu olmazsa olmaz, masanın ayakları gibidir, nefis, akıl, şeytan, kadın, mekÂN-zamÂN vs. çözülmediği sürece.
Bu ANA DEĞer gerçeklerinden kaçmıştır İslâm Âlemi.
Nefsi dâimâ düşman görmüştür.
Bâzı meşhur tasavvuf kitaplarında nefs için söylenen şeyler var ki akıl alamaz..
Târikat dersi çekmede ve de..
İşte nefsin yedi letâifine bakarken, nefsi alnında bileceksin, omzunda bileceksin, yok şuranda bileceksin oraya yükleneceksin, yâni nerdeyse yok diyecekte becerememiş gibi.
Ve öyle büyük târikatçılar müridlerine telkin etmekte ki,
Mürid nefsini ruyâsında eşek şeklinde görmezse olmaz, domuz şeklinde görmeli, köpek şeklinde görmeli, öldürdüm derse kurtuldu şudur budur...

Ama Kur’ân-ı Kerîm’e baktığımız zaman “Ya eyyuhe'n-nefsu'l-mutmainne!Ircı'î ilâ RABBike
Ey mutmain olmuş nefis, RABBine buyur!” buyrulmaktadır.
Bizce bunun nedeni, nefsi bilmediği için dâimâ kötülemişlerdir, yerin altına sokmuştur ve bunun içinde hiç kurtulamamıştır.
Bunun Hakça ortaya çıkması lâzım. Kur’ân'ca ortaya çıkması lâzım.
Bunun içinde zâten, canının istediği noktaya geldiğinde,


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ

Yâ eyyetuhe'n-nefsu'l-mutmainneh(mutmainnetu): Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,
(Fecr 89/27)



ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten): Dön RABBine, ondan râzı olarak ve rızâsını kazanmış bulunarak.
(Fecr 89/28)

Derken tercemelere bir bakın can, insan, kişi, ruh diye terceme ediliyor. ALLAH celle celâluhu bir ayette ruh buyuruken diğer ayette neden nefs buyursun da ruh anlaşılsın?
Neden doğrusunu bilmiyor ya da demiyor bu insanlar?
Çünkü bunun için nefis düşmandır. Düşman ne?
Sen kimsin nefis kim?” desen bilmiyor. İşte bu ya ana sorun!.

Adam birini dövüyor, üçüncü kişiye diyor ki: “bu beni dövüyor!
Halbuki kendisini dövmeye devam ediyor. Bu böyle bir hâinliktir işte.
Neden buraya gidiyor da bir tek kelime söyleyemiyor Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize: “Nefsinizi hayvan şeklinde görün, nefsinizi yerin dibine geçirin” gibi hadisler nerede??
Neden Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ben Şeytanımı müslüman ettim, bana iyiliği emreder” buyuruken neden bu adamlar öldürmek için şeytan avcılığını sürdürüyor sürekli?
Şeytan’ı anlayamadı ki!.. “Aduvvun mubin” olan şeytanın müslüman olacağını nasıl anlasın bu beyinsiz yaratık.
Beyinli ama, şeytan beyinli yaratık.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi Duyup Uysak;

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Bunu onlara kızmak, onlara söylenmek maksadıyla söylemiyorum.
Uyuyorsa ve uyandıramıyorsam, ona yuh olmasın, bana bin kere “yuhhh!” olsun.
Sarhoşu ayıktıramazsam, ayıkmayana değil, ayıktıramadığım için yine bana “yuhhh!” olsun çünkü ben Muhammedîyim.
Çünkü ben Muhammed aleyhi's-selâm’ın meLÂmet eliyim.
Benim dürtmeye geleni..
İnzara, yâni Tebliğ'in, Tenzir'in, Tebşir'in ve Teşhid'in Hizmetçisiyiz hamdolsun!
Meseleye çözüm burda, kendimizin kurtuluşu da burda, biz bu âlete lâzımsak monte ediliriz Ahmet can.
Lâyıksak yerimizde dururuz, lâzım olduk monte edildik.
Bunu bir füze kabul et, sende her hangi bir âletsin, mutlaka lâzımsın ama lâyık da olmalısın.
Paslanmamalısın, pislenmemelisin, gerekeni yapmalısın. Sana âit olanı.
ALLAH celle celâluhu’nun işlerini yapmak değil!
Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’inkileri de değil.
Kur’ân-ı Kerîm’inkilerini de değil, ALLAH dostlarınınkileri de değil elbette .
Onlar İşinin başında HAYY merak etme!
Sen senin işini yaptığın müddetçe lâzım ve lâyıksın orada.
İşte o zaman sende o füzeyle sonsuz fezâlara-Ufuk-âfâk Uzayına gidersin.
Böyle aksesuar gibi, yakaya takılan bir rozet gibi, giderim zannetmek ahmaklağın daniskasıdır.

Çünkü protez yoktur canda, takma diş gibi, parmaktaki yüzük gibi.
Böylesine bir “BİZ BİR-İZ” BİLElik yoktur, bunlar yalandır yanlıştır.
Onun için nefsimizi ne zaman beraat ettirecegiz?
Cevap çok açıktır. Biz nefsimizi Kur’ân-ı Kerîm ile edeblendirirsek, Müteeddib edersek nefsimiz beraat eder in şâe ALLAH deriz.
Biz aklımızı ne zaman beraat ettirebiliriz'in cevâbı da yine Kur’ân-ı Kerîm’le, Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'ledir kastım, Mütezekkâ kılarsak zeki oluruz gerçekten Muhammedî zekâya ulaşırız, zevkin zirvesine çıkarız demek istiyorum.
Biz, Şeytan'ımızı ne zaman beraat ettiririz. Müslüman eder de bize iyiliği emreder sonra o, hani o meşhur düşmanımız vardı ya.
Gizli olan, gizli şirkin, dışarıda. İçeriyi halletsem bile..
İşte biz onu, Kur’ân-ı Kerîm’de anladığımız zaman, tıpkı iki ucu boşta beşbin volt olan bir elektrik kablosu gibi ikilik şeytanımızı iki elimize kabloyu alıp da oyun oynarcasına, “çat!” çat!” yaptırmadan, “pat! Pat!” yaptırmadan gereken prize Muhammed aleyhi's-selâm’ın mubârek elleriyle, daha doğrusu Yedullah ile “ALLAH’ın eli” ile bağladığımız zaman, o bize artık iyiliği emreder, onunla yanar onunla söner, ve bir beden bir ömür onunla beraat eder, iyiliği emretmeye başlar.
Aklımız Müteayyib olur da ikilik ayıplarından arınır inşâe ALLAH!.

Ne zaman Rahîmiyyet anlayışımızı, Kadın anlayışımızı beraat ettireceğiz?
Ne zaman ALLAH’ın “şey” i olan bütün şeyi dokuyan, tevhid tarlası olan, Hayy tezgâhı olan “kadın”ımız ne zaman beraat edecek İslâm Âlem'inde? Ne zaman Nebiyyu’l- Ummi, Hayy olacak ki ondan Rusuliyet doğsun. Ondan Nübüvveti doğsun, Ondan VeLÂyeti doğsun, Ondan Beşeriyyeti doğsun Muhammed aleyhi's-selâm’ın.
Bu sözlerimizi sakın bir uydurukça sanma!
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendi salâvâtıdır o..
Kendisi buyurmuş ve bana bu sekilde SALLedin-ulaşın buyurmuştur:

''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmûdiyyeti), ve
Rasûlike (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyil-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve ummetihi...''

Nebiyyike dedik peki Nebiyyi’l-Ummiyyi nereden çıktı?
Nebiyyi’l-Ummiyyi nereden çıkmadı. Ötekiler Nebiyyi’l-Ummî’den çıktı!..
Kâinatı doğuran ana, ilk nokta Nûr-u Muhammed’dir.
İkİlik te ordadır. İkiliği de doğuran o’dur KuLLuk İmtihanı gereği..
Kendi varlığı öyledir çünkü.
Ama bu ikilik müslüman olduğu zaman, o zaman başka bir âlem başlar.
O zaman insan Rubûbiyet sırrına erer. Sonsuz âletlerle uğraşmaz.
Sonsuz âletleri “NahNu: BİZ” eden, “BİZ BİR” liğine ulaştıran Keban’a “es-Selâm!" çeker.
O zaman bütün ışıkları Keban’ın nûru olarak görür.
O zaman, şey’den, Şeytan'dan, şundan bundan korkmaz.
Şimdi, şu Anda, Şe’ANda şehâdet şerefini Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem efendimizin şefaati ile YAŞAr.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şefaat etsin!” diyorlar.
Şefaat nedir?” diyorsun?
Uydurmaya çalışacak şimdi. Oysa Şefaat, iç şehâdetidir. İç ise enfus şehâdetidir.
Enfus ise şah damarından yakın olan RABBi'l-Âlemîn’dir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Gerisi akıl için hazırlanmış sorulardır.
İşte bu, anlatmışımdır, ama akıllar çok unutkandır, insan, nisyan yâni unutmadan ibârettir.
Üniversiteyi bitirdikten sonra biz master yaptık yüksek mühendis olalım diye bir yıl daha.
Yüksek olduk sonra alçaklığı gördük hamdolsun.
Vural Cinemre vardı, Trabzon’lu Mukâvemet dersi Hocam'dı.
Bu Cinemre’ler âilece çok kıymetli insanlardır, ilimde çok büyük hizmet etmişlerdir teknikte.
Çok zeki bir insandı. Mukâvemet profesörü Mustafa İnan’ın yetiştirdiği nâdir insanlardan birisi idi.
O asistanlarına uzay matematiği veriyor, ama Kayseri’den İhsan Orhan bir de Konya'dan Osman Pınar, bir de beni seçti, “siz de geleceksiniz!” dedi ki asistan kalmamı istemekte.
Cumartesi Pazar, ders yok ama o üniversitenin bir kısmında bize uzay matematiği anlatıyor.
Uzay matematiği değişiktir;
İşte fırtınalı bir denizde bir savaş gemisi gidiyor, geminin üzerinde iki tâne kovboy dövüşüyor, kovboyun birinin üzerindeki bir sinek bir sinekle şöyle yapıyor, sineğin kanadının hareket formülünü izâfî olarak nasıl çıkaracağız?
Öyle bir birine bağlı ki. Hiç hareket etmeyen yer yüzü “x”, üzerinde dalgalar “y”, dalgaların üzerinde hareket eden gemi “z”. Geminin üzerinde hareket eden kovboy “t”. Vs. isimlendirirken, derken oldu mu sana yedi sekiz bilinmeyenli bir denklem.
Buyrun formül çıkacak ve çıkıyor.
Bunları anlatırken: “Skaler sayılar, sayı kavramı nedir? Neden insanlar 1,2,3,4... demek zorunda kalmışlar?
Kavram kurmak gerekiyor. Skaler sayılar bir şey ifâde ederler.
1” dersen biri, “1000” dersen bin tâneyi ama binbiri söylemez, “8” dedin mi sekizi ifâde eder, “7” yi ya da “9” u ifâde etmez.
Tek şey ifâde eder skaler sayılar.

Efendim vektörler beş şeyi ifâde eder, bir çizgi çizersin, enini boyunu, yönünü, işte şiddetini, ölçeğini, başlangıç - bitiş noktasını falan tek çizgide gösterirsin. Beş şeyi ifâde eder.

Resim

Anlatıyor böyle işte, determinantlar 4x4=16 yı ifâde eder.
Ve netîcede sayı kavramı katmanlarına “n” desen “n Resim sonsuz” dur.
Sonsuz tâne böyle kavram vardır!” deyince ben çaktırmadan yerimden kalktım ve sessizce kapıya doğru gideceğim yâni.
Hocam tam çıkarken beni gördü-yakaladı.

Bir Dakka! Nereye gidiyorsun?” dedi.

n”inci dereceden vektör var diyor çünkü.
n”inci dereceden determinant var diyor.
n”inci dereceden sayı var diyor. Katrilyon sayarsan devam et derim, başkasını sayman lâzım.
Sonsuz yaşasan yine bitiremezsin çokluğu” diyor.
İşte hepsinin üzerine “n” yazıyor sonsuza gider, sonsuza gider diye.

Quo vadis-Nere gidiyorsun?” dedi.

Gidiyorum tabi!” dedim.

Neden gidiyorsun?

Hocam sonsuz sayıda vektörü kim kullanmış ALLAH aşkına ki, kim kullanacakta uğraşıyoruz biz?

Hoca etrâfımda şöyle bir dolandı, ve dedi ki: “RABBi’l- âlemin kullanmış!

Şimdi senin şu ANda suratındaki eğrilerin denklemini çıkarmam için, gerçekten bana sonsuz vektör lâzım!.
Bu kadar çok eğri var suratında, berbat haldesin!” diyor yâni. Milyonlarca eğri var.

İşte bunu RABBi’l- âlemin kullanmış kâinatta” diyor.

Bu muhteşem bilgiyi hiç unutmuyorum, bunu!.

Sistem böyle muhteşem, böyle Muazzam, böyle Mükemmel, böyle Mukaddes.
Ne zaman beraat edecek Kur'ân-ı Kerim sistematiği ve İslâm Tasavvuf Sistemimiz?

Hülâsâ-i kelâm, “ben-ene” ne zaman beraat edeceğim?

Ben benlikten ne zaman beraat edeceğim?

Ne zaman “nahnu” olacağım “ene”likten.
Ena, Ene!” buyuran ALLAH.


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

İnnenî ENAllâhu lâ ilâhe illâ ENE fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki ben, yalnızca ben ALLAH'ım. Benden başka İlâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.
(Tâ-Hâ 20/14)

Benim Nefsimin hevâsı ne zaman ilah’lıktan vaz geçecek!


أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا

E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen): Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
(Furkân 25/43)

Ve Nefsim en azından Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in yüreğinde “NahNu”, yâni “ALLAH’tan ALLAH’a Nûr’un hakîkati benim, şâhidiyim diyeceğim!
İşte âcizâne Nefsî beraatım ne zaman olacak?!.
İşte arz etmeye çalıştığım, kendi vicdânımda kendimle konuştuğum, ve bir hayıflanma yapamayışın edemeyişin, acısı, ya da üzüntüsü ya da onun heyecânını taşımak, arzusunu taşımak ya da geleceğini mutlaka inandığım yarınlar gibi olması gereken, bu hizmeti biz yapmazsak çok ayıp olacağını, ama yaparsak Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimizin yüreğinde yer tutacağımızı, yaradılış sebebimize uygun bir insan olarak bir hayat sürüp geçeceğimizi, buna ALLAHu zu'l-Celâl, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ve ALLAH dostları gibi inanmaktayım.
Zaman, çok lâzım, az lâzımı yoktur.
ALLAH celle celâluhu tecellîyi yürürlüğe soktuktan sonra, külli şeyi bir tohuma sığdırır patlatır ve bu tohum tüm kâinâtı bir virüs gibi sarıverir. Yeterki biz Nebiyyu’l- Ummî anaları olalım hepimiz.
Hepimizin yüreği, Bilelik Nûruna UMM olsun.
Yâni zâhir ve bâtın MuhaMMediyyetin Yaşayış Noktası olsun.
Oraya Bedenen, Nefsen, Kalben ve Rûhen yönelenler, bir mercek gibi Kâbe’yi buradan görsün, Medîne’yi buradan görsün, yâni ALLAHu zu'l-Celâl’i ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i kendi yüreğinde bulsun, ve bunun için ALLAHu zu'l-Celâl bizi Kur’ân-ı Kerîm’in ebedî Hasbî Hizmetçisi kılsın inşâe ALLAH!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »


İşte bu düşüncelerim ne zaman bende beraat edecek?
Ne zaman
el-beraeolacak.
Berilik, öyle ilginçtir ki iki ağızlı kılıç gibidir.
Beri, Rubûbiyet bileliği olduğu gibi, aynen meleğin şeytan olması gibi beri olmaz iki şey arasındaki ilişkiyi kesen anlamındadır.


كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ

Ke meseli'ş-şeytâni iz kâle li'l-insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî BERÎun minke innî ehâfullâhe rabbe'l-âlemîn(âlemîne): Münâfıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana "İnkâr et" der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABBi olan ALLAH'tan korkarım, der.(Haşr 59/16)

Zıddını kendi içinde taşır.
Bu, bir insanın Kâbe'de sırtını Kâbe’ye sırtını dönmesi veya alnını Kâbe’ye dayaması gibi AYNı ANda olabilecek iki ihtimalli ZIDlık taşır ve AKLî Tercihe bağlıdır..

Beri kelimesi, berae kelimesi.. beraat etmek, nedir?..
Efendim o zorluktan, o yükümlülükten kurtulmak, o çıkmazdan kurtulmak, temyiz etmek, sanki davadan berat belgesi gibi bir Beraat Kandili yakabilsek..

Ama o
"beri" lik öyle bir beriliktir ki, bunun en güzel anlatımı demin dediğimdir.
Mesela, Humeyra gittin/gideceksin yakında Kâbe’ye İnşâallah!
Tam Kâbe’ye elini değ, el-Birr’lesin, Kâbe ile BİZ BİR-İzsin...
Hemen Kâbe’ye Sırtını döndüğün ANda Kâbe’den berisin-uzaksın ayrı-gayrısın!. Aynı yerde ve ard arda ANda...
Bu kadar ilginç bir kelimedir
beraa”. “El-Berryâni.
Burda yönünü dönmek esastır. Dönmemek beri olmaktır, dönmek ise el-Berr olmaktır.
Dönerse temizlenir, suçsuz olur aklanır. Sırtını dönerse de beri-uzak-ayrı olur..


Bu gece müminler inşaallah berat’a ulaşırlar, ilahî bağışa kavuşurlar, berat geceleri mübarek olsun/olur!dan kasıt nedir?
Benim anladığım; gerçek yüzlerini, gerçek RABBi'l-Âlemin’e, gerçek vicdanlarında dönerlerse, daha önceki dışarıya dönüşlerinden doğan bu pas-pisler kalkar diye düşünüyorum.

Evet Ahmet can, siz ne diyorsunuz güzel kardeşim!


Ahmet can:
Sağolun Hocam ALLAH râzı olsun, çok güzel açıkladınız, daha önce ben beraat gecesine bu açıdan bakmamıştım hiç.
Tabiki zaman içerisinde sizin dediğiniz gibi bâzı tanımların kafamızda oturması lâzım ki, yâni temeli sağlam atmamız lâzım ki, birinci sınıf, ikinci sınıf derken sonunda aklımızıda eğiteceğiz mâdem, bunu tamamlayabilmemiz lâzım.
Burda benim aklıma gelen hocam, Bakara Sûresindeki:


وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ


Ve lillâhi'l-meşriku ve'l-mağribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun): Maamafih, meşrık de ALLAHın mağrib de, nerede yönelseniz orada ALLAHa durulacak cihet var, şüphe yok ki ALLAH vasi'dir alîmdir,
(Bakara 2/115)

Âyetindeki gibi mutmain bir nefs ile kendi içimizdeki, o Yunus Emre’mizin dediği gibiBir BEN vardır bende benden içerideki o diğerBENi seviyelediğimizde ve bunu sizinde az önce dediğiniz gibi samimiyetle bunu karşımıza alıp, kabul edip bu yanımızı da kabul edip, kirimizi-pasımızı görüp, o yanımızı temizlediğimiz de, ALLAH’ın vechini artık baktığımız her yerde görebildiğimiz de, biz de beraat etmiş olacağız diye düşünüyorum Hocam.
Burda hafta içinde de, geçtiğimiz haftada da
EDEB ile ilgili konuşmuştuk, onunla ilgili de düşünüyordum, aklıma sizin verdiğiniz tiyatro örneği gelmişti, orda da şöyle düşünmüştüm.
Mesela biz sizi şu ana kadar tanıyoruz hamdolsun, biricik Hocamızsınız, Can Hocamızsınız, siz sık sık tiyatro örneğini veriyorsunuz, tiyatroda da size bir rol verilmiş olsun, uygunsuz bir rol, şu an ki karakterinize tamâmen zıt bir rol,
sokak kabadayısıgibi bir rol verilmiş olsun.
Ve biz de sizi seyretmeye gelmiş olsak, hiç bir zaman sizin orda tiyatroda rölünüzü oynarken gerçekten bir sokak kabadayısı olduğunuzu düşünmeyiz.
Sizin aslınızı bildiğimiz için, gerçekteki karakterinizi, huyunuzu suyunuzu bildiğimiz için, orda her zaman için:
Ah işte Kul İhvÂNi’miz çıktı sahneye!siz aslında rölünüzü oynamak için sahneye çıktığınızda, biz de öyle düşünürüz.

Ara verildi diyelim ki, gelip sizinle görüştüğümüzde:
Çok iyi gidiyor!falan, işte konuştuğumuz da, sizde bize sorarsınız:Nasıl gidiyor?falan diye.
Biz de size sokak kabadayısı rölünüzdeki gibi değil de normalde tanıdığımız Kul IhvÂNi’miz gibi o edeble yaklaşırız, aslınızı bildiğimiz edeble.
Oynadığınız role istinâden değil.
Artık sizin aslınızı bildiğimiz için, size şu anda nasıl saygı ve sevgiyle yaklaşıyorsak gene öyle saygı ve sevgi ile yaklaşırız.
Rölünüzdeki kimlik ve kişiliğe göre değil.
Sizi gördük, aslında tiyatro sahnesine çıktığınız zaman, sizin ilk önce hani Hazreti Ebû Bekir’in de bir sözü vardı:
Neye bakarsam ben önce Hakkı görürüm, ondan sonra maddî anlamını görürümdediği, burada da bu âyetle de zaten örtüşen yönde bir söz o da.

Biz nasıl sizin orda gerçekten sizi görüyoruz, oynadığınız rolü değil de aslınızı bildiğimiz için sizi görüyoruz, yâni bütün olaylara ve bu dünyâda gözüken sûretlere de bakınca bunu bu şekilde yaşayabilirsek belki bizde beraat etmiş olacağız diye düşünüyorum hocam.
Teşekkür ederim ALLAH râzı olsun!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Kul İhvâni:
Ben teşekkür ederim gerçekten çok güzel ifâde ettiniz. Ve doğru bir anlayıştır.
Ben de acizâne onu demek istedim.
Dörtlü sistem kurarken ne zaman nefsimizin hakîkatını, aklımızın hakîkatını, Şeytan'ın hakîkatını, ve kadının hakîkatını, ötekilerde var tabi fakat bu dördünü ne zaman Kur’ân'ca anlayacağız da her kesi kendi rolünde, rolüyle değilde aslıyla ortaya koyacağız, bir zaman İstanbul'da cübbeli profesörlere
içinizde şeytanın hakîkatını söyleyebilecek bir yiğit var mı?dediğim de:
Estağfirullahçekmişlerdi.O lânetin adını ağzımıza almak istemeyiz!demişlerdi.
Bana çok acı gelmişti ve demiştim ki:
Kendi hakîkatınızı bilmiyorsunuz ki onunkini bilesiniz! Nefsinizin hakîkatını bilmiyorsunuz ki aklınızın hakîkatını bilesiniz. Şeytan'ınızın (herkesin bir şeytanı var) hakîkatını bilesiniz ve Rahimiyyet hakîkatını bilesiniz ki geri dönebilesiniz!
Bir zamanlar Ahmet Târık Tekçe vardı aktör.
Demişti ki :
Sokağa çıkamıyorum, herkes kötü biliyor. Oysa ömrümde kimseye kötülük yapmadım.
Çünkü onu herkes filimden tanıyor, böyle çok insan vardır, fizikî yapısı uygundur kötü rollere, ama dünyânın en melek insanıdır.
Fakat ne çâre ki halk onun hakkını bilmez. Hakkını vermez, veremez.
Bundan da beraat etmemiz gerekiyor.
Bundanda beri olmamız gerekiyor ve el-Birre ulaşmamız gerekiyor.
Yoksa şeytanımız hiç müslüman olmayacak.

Kadın şeytandırhadisi var deniliyor. Kaynağını bilmiyorum.
Eğer peygamber aleyhi's-selâm bunu buyurmuşsa, ikiliğin kadında son bulduğunu buyurmuştur Rahimiyyette, ve geri dönüşün ancak bunun tammlanması ve tümmlenmesi ile mümkündür.
Onun içinde Kıyâmet Sûresinde nefislerin eşleşmesi sözkonusudur kıyâmetin kopması için.


وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ

Ve ize'n-nufûsu zuvvicet: Nefisler birleştirildiği/eşleştirildiği zaman..
(Tekvîr 81/7)

Yâni kıyâmetin kopması dünyânın mahvolması olarak görülmekle berâber, kıyama kalkış, hakkı HAKK biliştir, kıyam budur.
Muhammedî yaşayış kudretine giriştir kıyam, yoksa kıyam edemez, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme girmezse hâşâ...
Bu sistem mükemmel işlemektedir.
Körlük gözümüzdekidir. Gözünü kapatana Güneş ve gündüz yoktur, gecedir.
Açmak ve açtırmakta boynumuzun borcudur. Yaşamak ve yaşatmak!.

Onun içinde söylediğim şeyler mükemmeldir, doğrudur.
Önce içerinin pisinin pasının temizlenmesi lâzım ki:
A'raftu Rabbi bi-Rabbi: RABBimi RABBimle bildimbuyuruyor Rasûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem.
Görmediğime asla tapmambuyuruyor Ali kerremullâhi veche.
Ben öyle yalancı şâhid değilim diyor.
Bu; put arayanlar için abes bir sözdür ve
ilâhe illâ ALLAHdiyenler için haktır.
Ve sizin buyurduğunuz, Bakara Sûresinin
Nereye dönerseniz ALLAH’ın vechi vardırâyetini ANlamak için, Kâbe’nin bilye gibi olması lâzım.


وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

Ve lillâhi'l-meşriku ve'l-mağribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun): Doğu da ALLAH'ındır batı da. Nereye dönerseniz ALLAH'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz ALLAH'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.
(Bakara 2/115)

Her noktasının aynı nokta olması lâzım. Muhammedî seviyede traşlanması lâzım akıllarımızın.
Hacc ettiğinizde, orada bir kelime vardır.
HalâkavardırHalâka, traş olmak.
Onun için gittiğinizde göreceksiniz inşaallah, Kâbe’nin dışında yüzlerce berber bir tabüre çekmiştir, insanlar banka kuyruğu gibi kuyruğa girmiştir.
Kafayı usturaya vurdurur, boncuk gibi cıncık gibi böyle kafa.
O bazı milletler, bazı mezhebler böyle tek bir tel bile koymaz, usturaya vurdurur, Kâbe’nin içinde binlerce çıplak baş görürsünüz.
Ama ordaki traş olman,
bu bir demet saçı kessen ne kesmesen ne?meslesi değil emrin gereğidir ve hikmeti vardır.

Kendim için söylüyorum:
Sen ne zaman şu 6 yüzlü 8 köşeli, 12 ayrıtlı şu kapalı kutunu ne zaman bilye yapacaksın?..
Her noktası baş, her noktası ayak, her noktası Resûlî yarı çapta (r) bir kürre olacaksın?
Ve nasıl ,Allâhu nuru’s- semavati ve’l- ardı nasıl yaşayacaksın?


... اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ

ALLÂHU NÛRU'S-SEMÂVÂTİ VE'L-ARD (ardı)...: ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NÛRUDUR…
(Nûr 24/35)

O zamanSelâmun Aleykum gübre, Selâmun Aleykum gül!değil,Es Selâmu Aleykum cüMMlesine!diyeceksin BİZi BİRleyeceksin!.
İşte bu bir hayal değil, bir Hakk hakîkatıdır.
Hakku’l-Hakk, HAKK’ın üzerimizdeki Hakkıdır.
Bunu böyle
BİLiş ve böyle BULuş, böyle OLuş ve YAŞAyış in şâe ALLAH.

Onun için bizi bu benlik pürüzlerinden beri et, Ya Berr Celle Celaluhu demişiz ve doğru demişmişiz. Evet.
Bu gecenin çesitli isimleri var, Leyle-i Mübâreke.
Berake. Kûn feyekûn Rubûbiyyetine bile oluş.
Vay Be! Ben sanırdım ki demirden Buz Dağları var, sudan Sular var, efendim ateşten Buharlar var, gümüşten Bulutlar var. Ahmet can da dedi ki:
Hocam bunların aslı astarı H2Odedi. Bir genel ortak formülle beni kurtardı bu dertlerden, buzdağı, su denizleri, buhar sonsuzlukları, bulut anlayışsızlığı ortadan kalktı ve:es Selâmu aleykum Hidrojen ve oksijendedim,kimsiziniz?diye sordum onlarda.
Dediler ki:
oksijen 16 değerlidir, ben 16 âlemin anası kadınım " dedi. Yani " Rahimiyetim " dedi.Bismillâhirrahmânirrahîmdediğin benim dedi yâni.
1 değerli Rahmâniyyet, ama sistemde 2 Rahimeyn, âlemin babası hidrojen..
Rahmâniyyetin Rahimiyyet tecellîsidir
Allâhu nûru's-semâvâti ve'l-ard”.
Bunu anlayış. İşin garip ve açık tarafı kainattaki yakıcı olan oksijen’dir.
Gizli açık yanmalar. Kağıdın yanması ile demirin paslanması aynı hikâyedir. Amansız bir yakıcıdır.
Ve kainattaki mutlak yanıcı olanda hidrojen’dir ve hattâ öyle bir yanıcıdır ki oksijensiz bile Güneş’te olduğu gibi yanar.
Güneş’te Oksijen yoktur, yangın sonsuzdur.
Bunun izahı ise hidrojenden helyumun meydana gelmesi, diriliğin bundan gelmesi:
ister ALLAH deyin, ister RAHMÂN deyine gider ki dönüp bakmaya bile imkanımız yoktur, çünkü boyumuz çok kısadır.
Hissediyoruz ama ulaşmıyor boyumuz,
“erken” demek istiyorum.
Ondan dolayı oradan buraya fotosentez dediğimiz bir dirilik aktarımı var, dirilik mümessili, enerjinin çok ötesinde bir şey sürekli gelmekte.
Ve bunu tek yakalayan sistem, bitkilerin yeşil yapraklarıdır.
Denizin dibinde dahi olsa, o kadar kalınlığına rağmen yosunlar onu alabilmekte, aksi takdirde hayat olmamakta.
Başka türlü tüm ısılarla ışıklarla deneyiniz, fotosentezi yürütemezsiniz, aslâ gıdâ vermez, illâ güneş görecek, soyutlayın , katiyyen olmaz. Fotosentez yapamaz.
Fotosentezi sâdece bir senteze bağlamak, bunu da ışıkla oluyor zannetmek insan aklının uydurduğu bir kelimedir.
Hani Arapça kelimeler var, ne bileyim ben, Türkçesine ne diyelim biz,
Tevhid,birlikdiyelim. Ne birliği kardeşim?
Ne diyelim peki?
Ne dersen de katiyen oturtamayacaksın!
Çinli Çince söylesin, öteki Afrikaca söylesin, neden tevhid demiyoruz o zaman?
Tevhid’in ne olduğunu anlamak varken kelimelere boğulur kalırız, onu demek istiyorum.
İşte Hidrojen’in kendinden kendine ikiliği, iki Hidrojen’in bir tek Oksijen’in iki uçta eksiğini Hidrojen olarak bağlaması suyu meydana getirmekte.
Bunları siz de yapmışsınızdır.
Adana Erkek Lisesi'nde çok yapmıştık.
Bir tüpte Hidrojen bir tüpte de Oksijen, ikisini birleştirip, suyu bardağa koyup içtik, aynı suyu tekrar ayrıştırdık Hidrojen ve Oksijen diye.
Birbirine karıştırdık yakıverdi Oksijen Hidrojen’i , dışarda elverişli şartlarını vermedin mi Hidrojen’i yakar.
Normal Şartlar Altında,
NŞAvar ya Kimya’da NeŞet ediş, normal şartlar altında suyu meydana getirir yoksa olduğu gibi anasını ağlatır Oksijen Hidrojen’in!
Şeytan asla müslüman olmaz!
Onun için zâten Rahmâniyyet ve Rahimiyyet zıtlığı seviyelenmediği sürece hiç kimsenin, kendi şeytanlarını ararken müslüman etmeğe boşuna uğraşıyor insanlar, tammlayını bulmayan akıllar asla tümmlenemeyecek ve hep şeytan kalacaklar.
Ama ne zaman ki toprak ana hattı ile yâni Oksijen hattı ile Hidrojen hattı
(elektriği gerçekten getiren hat), ne zaman ki Muhammed aleyhi's-selâtu ve's-selâm prizine bağlandığında o zaman sonsuz Meriç'ler akacaktır.
Hem Ahmed canın kızı Meriç hem de Meriç Nehirleri akacak kıyâmete kadar…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Bunu anlayış Tahkikî Tevhîdi anlayıştır. MuhaMMedî tevhîdi anlayıştır.
Bunu ağzınla söyleyip söylememek ise sabahtan akşama kadar konuştuğun kelimelerden birisidir, desen ne olur demesen ne olur?..
Onun için zikr-i dâim, fikr-i dâim, şükr-ü dâim, sabr-ı dâim dostlar ALLAH dostlarıdır, hiç bir şey söylemeseler de, söyleseler de!..
Türlü hallerde yaşarlar. Onun için Sepetçi, Anahtarcı'ya şöyle diyor:
"Ben şimdi kalkar seni ağzından öperim!"
Anahtarcı bir şey söylüyor ona.
O da diyor ki:
"Şimdi kalkar öperim seni ağzından" ve kalkıp öpüyor ağzından.
Sepetçi, Tahtakale’nin oradan inip de yoldan geçenlere:
"Ey gelin ağzınızdan öpeyim!" demiyor.
Öyle bir âdeti de yok yapacağı da yok, o başka bir şey söylüyor:
"Sen gerçek yaşadığını söylüyorsun bu ağız öpülür tabi!" diyor.
Yani Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in insanının ağzı diyor.
Bu ses onun sesinden diyor.
İşte bu duyuş ve uyuşlar gerçek şehâdettir.

İkilik Cehhennemlerini, Tevhid Cennetlerini ancak can cereyanında bulur.
Onun için
"Hepiniz bu cehenneme uğrarsınız!


وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا

Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ: Sizden cehenneme ugramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayi uzerine aldigi kesinlesmis bir hukumdur.
(Meryem 19/71)

Hepiniz bu ikilik imtihanındasınız, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin dahi ayrıcalığı yoktur.
Çünkü beşerdi mutfağı vardı tuvâleti vardı o da insandı.
Onların düsündüğü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bizim gibi insandı çünkü.
Sünnetullah'ın içinde Şeenullah'ı yaşayan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem idi.
Onun için ifrat ve tefritten kaçmak!
Ben beraati ne zaman düşünsem, benim övmeme ya da bir şey dememe hâşâ sığmayan sığmayacak olan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem var ya, o mübârek hani bir topluluğa vaaz nasihat ederken konuşup sohbet ederken, sâhib çıkıp ve sâhib çıkılırken, kendisini duymak ve uymak için bekleyenler varken, o ortamda iken birisi diyor ki:
"Ya Rasûlullah sana bir sır bir şey söyleyeceğim benimle ilgili." diyor.
Kenara çekilmişler ama diğerlerinin konuşmalarını duyuyor.

Şu işleri yapmak çok önemlidir ve bunu yapanlar çok yüksek insanlardır, şöyle yapanlar değil!gibi konuşuyorlar.
Ne konuşuyorlarsa, ben söyluyorum bunları.
Hani Bursa Müftüsü geçen gün Cuma vaazında diyor ya:

Adam ikinci kez hacca gitmek için gelmiş, alavere dalavere yapıyor, siyâset miyâset, beni de sokun araya diyor yâni!
Görevli memurlar da diyorlar ki :"Amca sen bir kere gitmişsin zâten, bak binlerce bekleyen var, yıllardır bekliyorlar, onlar ALLAH'ın haccını yapmak istiyorlar, bir kere gidemediler daha!". Adam:İllâ gidiceğim!diyor. Müftü de orda.
Neticede memurun biri dayanamamış demiş ki:
"Amca Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem İslâm Dînini getirdi 23 sene yaşadı-yaşattı ve sâdece bir kez hacca gitti!
Deyince Adam gâyet rahatça dönmüş demiş ki: "Eee onun da takvâsı azmış " demiş. Kim o? Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem!..
Eğer Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin takvâsı bu adam gibi olaymış üç bez kez gidermiş yani!..
Şu aymazlığa bakarmısınız? Şu cehâletin daniskasına bakar mısınız Ahmet can!..
Şu insanlara bakarmısınız!. 15 günde bir, 20 günde bir:
Para putu benim değil mi? Gider gider gelirim!dercesine..
Şirketleşmiş şahsiyetler, sömürü merkezi olmuş insanlar, Kâbe’yi de istismar eden, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi de istismar eden.

Koşun koşun koşun! Deve gidin deve gelin, daha beter gelin!

Sülüman Emmi deveylen gitmiş gelmiş hacca 5-6 ayda, çünkü o zaman deve zamanı, Hacc kervanı var.
Benim çocukluğumda bu. Ve benim çocukluğum çok ilginçtir, güzel şeyler aklımda kalmıştır.
Haççe Halaya konu-komşu soruyorlar:
Nasıl buldun Süleyman Emmi yi?diyorlar. Hacca gitti geldi ya.
Kadıncağız bir Ah çekiyor:
Ahh anam ah!diyor.Adamı testere gönderdik ustura geldi yaa!diyor.
Giderken testereydi, döndü ki ustura olmuş!...
Bu Yörük Anası câhil güya!..

Ama testere oluş güzel şeydir aslında;


Ne Keser gibi:Hep bana hep bana!de!
Ne Rende gibi:Hep sana hep sana!de!
TestERe gibi ol:Bir bana bir sana!de!..

Testere gibi bir sana bir bana, orta yol-tevhidî yol. ilâhe illâ ALLAH
Öyledir testere bir o yana bir bu yana, bir sana bir bana atar!. Ama Rende hep karşıya verir.
Ama Keser hep kendinden yana yonar.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem sahâbenin ileri-geri münâkaşasına üzülüp yanlarına geliyor.
Hiç bir şey söylemiyor, gelip yere çömeliyor mübârek eliyle kumu düzlüyor, asâsı ile ortaya kalın bir çizgi çiziyor:

Benim ve sahâbemin yolu budur. Ve ucunu işâret ediyor. Başında ALLAH vardır!
Sola paralel çizgiler çiziyor, " bunların başında şeytan verdır!
Bunlar gelecek. Solda. Dîni hafife alan din yokmuş gibi.
Kendi keyfince hükümler veren, suçlarını kadere yükleyen:
O yaptırdı da yaptım!diyebileceği Rabb'lar, onların kullarının gittiği yolu çiziyor:Bunların başında şeytanlar var!.
Sağa da çiziyor:Bunların da başında şeytanlar var!.
Beni sollayıp geçenler de bunlardiyorcasına bir yerde.
İşte demin size bahsettiğim kişi gibi yâni.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selemin de Takvâsı azmış!diyen zavallı gibi.
Yüz kere gitmeliydi Hacca diyenler. Çook büyük müslüman yani, bildiğiniz gibi değil!

Bunlarında başında şeytanlar var çünkü bunlar ALLAH ile kandırılanlardır!

Bu hadisin bir rivâyeti:

Abdullah İbni Mes'ud radiyallâhu anhu:Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu." dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)


قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne): DE Kİ: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anne babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz- Çirkin kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, ALLAH'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz."
(En’âm 6/151)


وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne): Yetimin malına, bulüğ çağına varıncaya kadar, malını en güzel bir şekilde koruyup çoğaltmak hizmetinden başka bir surette yaklaşmayın. Ölçeği ve tartıyı tam ve denk getirin. Biz, herkese gücünün yettiğini teklif ederiz. Söz sahibi olduğunuz zaman, dâvacı veya dâvalı hısım ve akrabanız bile olsa, hep adaleti gözetin. ALLAH’a karşı verdiğiniz sözlerinizi, yemin ve adaklarınızı yerine getirin. İşte ALLAH, iyi düşünesiniz diye size bunları emretti.
(En’âm 6/152)


وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiû's-subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne): Bu benim dosdoğru olan yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup sakınırsınız.
(En’âm 6/153)

Şimdi ne zaman sağ ve sol çizgilerimizle tefrit ve ifrat şeytanlıklarımızı, ALLAH ile kandırılışlarımızı, ALLAH ile yaşayış şehâdetine getireceğiz?
Ve ne zaman biz beraat edeceğiz?
Ne zaman el Berr, el-Birr ALLAH celle celâluhu esmâsına mazhar olacağız?.
Ne zaman bu esmâlar, bizim aynalarımızda yansıyacak biz ne zaman
RABBimizi Rabbimizle BİLeceğiz?
Ve ne zaman canını kanını îmânını taşıdığımız Ali radiyallâhu anhu gibi: "Ben görmediğim RABB'a tapmam!" diyeceğiz.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Leyle-i Mübâreke, Leyle-i Berae, Leyle-i Sakk, Vesika Gecesi, Şeenullah'ta şu gece, şu ANımızda, Şeriat-i Garra Mahkemesinde sağken verilen Bâtıl ve Şerrden beri-uzak oluş, Hak ve Hayr'da BİRR oluş, Rububiyet Bileliği ile fiilen yaşayış!.
Mahkemelerden sonra i’lâm-bildiri verilir biliyorsunuz, karar verilir, karar belgesi.
Biz bu Beraat Belgesini ne zaman alacağız?
Bu gece mi? Yarın gece mi? Sonsuz gecelerin güneşsizliğinde alabilecek miyiz?
Ne zaman
"Leyle-i Rahmet" olacak?
Ne zaman
"leyl", "leyLâ" dır onun ismi biliyorsunuz. " " yaşayışının lütfuna eriş!..
Şeytanı müslüman ediştir.
Rahmeten li’l-âlemin güneşi o zaman doğacaktı!.
Kısacası ben göz kapaklarımı ne zaman açacağım da ikilik şeytanından kurtulacağım, Hakk ve Hakîkat güneşini göreceğim?
Ben aklımın perdesini ne zaman sileceğim?
Ne zaman aklımın gidebildiği en negatif sonsuzlukta,
SIRR-ı SIFIRda, SIRR-ı SÜVEYDA'da SIRR-ı ALİ’de.SIRR-ı Bde, şu da bu da YIKanacağım?..
Laflara sığmayan yerde, küllî şeyi her AN yeniden yaratma mekanizmasını ANlayıp ÖZÜmde:
Es Selâmu aleykum Yâ Rabbî!diyeceğim..
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in sesi ile ve nefesi ile?
Kâinâtta gördüğüm bu gübrelik ve bu güllük ikiliğini ne zaman birleştirip,
"Es selâmu aleykum ALLAH’ın Nurları !" diyeceğim?
Ne zaman ben kendimden kendiliğimden beri olup El-Berr ile Birr olacağım da beraet edeceğim?

İşte bunun için aklım, bir Müslüman olarak, kaderimiz gereği islam dininin kaderi gereği, yaradılış sebebi olarak, imkan ile imtihan âleminde;
Nefsin, Aklın Şeytanın, Kadının vs. nin Hakîkatını Kur’ân ca, MuhaMMedî şuurla BİLeBİLeceğim?.

Hep olumsuz konuşmayım şimdi.

MuhaMMedî Şuur ile BİLiriz İnşâe ALLAH!
MuhaMMedî Nur ile BULuruz İnşâe ALLAH!
MuhaMMedî Sırr ile OLuruz İnşâe ALLAH!
Ve MuhaMMedî Onurla YAŞArız İnşâe ALLAH!

İşte o zaman BİZ, O NÛRu, ALLAH’ın Nûr'unu fiilen yaşayan MuhaMMedî Melâmiler oluruz İnşâe ALLAH!
Onun için zâten, Resûlullah'ın Rızâ Ravzasında, Rahmeten li’l- âlemin’in Kerem Kevserinde olan damlalar, evvelen âhiren zâhiren bâtınen
BİZ BİR-İZ” "NahNu" leylâsında akıl için, naklen ise güneş doğmuştur, ALLAH aşkına hangi geceden bahsediyorsunuz?. Rüya bitmiştir.

Demin senin buyurduğun tiyatrodan sahneden aşağıya indik Ahmed canım!
Her birimiz bir oyuncuyduk, güzel oynadık mı?
Güzel oynadık.
Hangimiz eşkiyâ hangimiz evliyâ?sorusu gülünç bir sorudur.
Biz tiyatroda öyle oynadık.
Ve bu Tevhid Tiyatrosunda
Akıl ve Naklimizin, BİLİŞmesi BULUŞması, OLUŞması ve Şehâdetullahi şimdi şu ANda Şe'ende YAŞAyarak:
"Eşhedu en ilâhe illâ ALLAH"tan önce "Eşhedu enne MuhaMMeden Resûlullah"ı BİLip BULup veeşhedu en ilâhe illâ ALLAHta OLarak YAŞAma Şefaat Şehâdeti Şerefini inşâe ALLAH;
Zâhir ve Bâtın Aklımızın SEVİYELEnmesiyle,
Evvel ve Âhir Naklimizin SEVİYELEnmesi ile,
Şu hayat denilen MecNûN LeyLÂsının es SETTÂRlığı altında..
Hani var ya:
"Yâ Latif! Yâ Kerim! Yâ Rahîm! Yâ Vedud! Yâ Fettâh! Yâ Gaffar! Yâ Settar! Yâ ALLAH celle celâluhu!"
Solda sıfıra gidiyor bizim zikirler ama bâzen sağa da geçer İnşae ALLAH!

Hani var ya bir tâne ekersiniz 700 tâne veririz buyuran âyet.


مَّثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنبُلَةٍ مِّئَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun): Mallarını ALLAH yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. ALLAH dilediğine kat kat verir. ALLAH'ın lutfu geniştir, O her şeyi bilendir.
(Bakara 2/261)

İşte yedinin solundaki rakam sıfır, yedinin sağına geçiverdi mi 700 ve sonsuz yediler olur.

İşte onun için bizim Beraatımız budur.
Ben şahsım için söylüyorum, kimsenin böyle bir zorunluluğu yok.
En azından
Nefsin, Aklın, Şeytanın ve Kadının Hakikatını Kur’ânca, Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâmca, MuhaMMed aleyhi's-selâmca ve HAKKça ANLAmak ve ANLATmak MuhaMMedî Hasbî Hizmeti inşae ALLAHu Rahmân.
Bu ise bir arzu değil, VARlığıma sebebin de ötesinde emin olduğum bir görevdir.
Onun için bu çabamda bu ağır işimde, kaderin karşıma çıkardığı yokuşlarda omuz veren her nefse-her akla;
şeytanını müslüman edip Beşeriyet CeheNNemini Nebiyyu’l- ÜMMî ceNNetine çevirmesini ALLAH'tan duâ ve niyaz ediyorum!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Bu lâzım ve lâyıklık Leylâlığından, MuhaMMedî can MecNûNluğuna geçiş, tekliğine geçiş, sonsuz sevilmesi gereken cehennemimiz, hayatımız, anamız, Rahîmiyetimiz, ve mutlaka sevilmesi gereken mecNûNumuz mecNûNca, görenler deli dedirtecek kadar bizim Rahmâniyetimiz.
Ve bunların ikisinin arasında ki “Mâsum Nur” Şeytanlığımız ve SEVİYElenmesinden doğan çoçuklarımız gibi Hakikat-ı MuhaMMedîyyemiz.. bu zincir bu “Küllü nefsin zâikatul mevt” zincirimiz.

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---''Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr: Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir” (Âl-I İmrân 3/185)

Her nefis bu “zâika” yı zevk ettiği zaman hayyi-meyyi çözecektir.
Her an doğup öldüğünü değil, hiç ölmediğini ve hatta hiç doğmadığını.
Çünkü ALLAH celle celâluhu var edip yok etmez.
ALLAH celle celâluhu var eder ve bitmiştir iş.
ALLAH celle celâluhu hâşâ yok edip de yeniden yapmaya muhtaç değildir, Allah Allah’tır.
Es Selâmu Aleykum Yâ Rabbi!
Gerçekten Es Selâm Tek Sensin.
Allahümme entes selâm: Bir tek selâm var oda Sensin.
Ve Min kesselâm: Bizim Selâm dediğimiz de Sendendir.
Ben yaşıyorum diyenlerin tümü yalancıdır. Yaşayan Rabbu’l- âlemindir.
“Ben kendimden yanıyorum!” diyen ampüllere “Bu ampüller beraat etsin inşaallah!.” Diyorum.
Desinler ki "Keban bende yanıyo!".
Âlet olmanın şerefi ve şefaati, MuhaMMed aleyhisselatü ve’s- selâm'a aittir.
Allah’ın âleti, Allah’ın AYNası, ASLın fASLı, ZÂTın AYNı MuhaMMed aleyhisselatu ves selâma, Allahu zul celal'in es Selâmı Darü’s- Selâm olan bu âlemde Selâm'dır.

El-Baru-u, Berae fiili daha doğrusu "B" Bilelikliğini ANlayış, Rububiyet nakliyeti ile BİLE oluşu ANlayış, Kebanla bağlantı kurmayı söyluyorum, gereken malzemeleri tedariki vesairesi.

El Bârru :
Resim

Burdaki bizim evdeki sigortadan tut da Keban'a kadar bir sürü iş yapılacak, bunların tümünün yapılışı "B" nin içerisindedir.
Ama Rububiyet yanı çalışan bir KebAN'ın olması lâzım, ordaki türbinlerin çalışırlığına ulaşmak lâzım.
"BeRae" sonundaki hemze ise, Rabb dediğimiz sonuçta ALLAH celle celâluhudur yani.
ALLAH celle celâluhu var bir de Rabb yok hâşâ.
O "Berae"dir "Berr" değildir sadece.
Bu OLuşun lâzım ve lâyıklığı, örneksiz plansız, projesiz, aklın kıvıramayacağı, yutamayacağı bir lokmadır, ayrıca yutmasınad a gerek yoktur.
Bu ham Aklımız, başımıza Rabb mı olacak? İlâh mi olacak?
“Lâ ilâhe illâ ALLAH” da bu dur gerçekten.
Onun için aklın iki ucu şeytanlıktır.
İfrat ve Tefrit şeytanlığıdır.
Tefritte “küllüsü-tümü yok” derken,
İfrattada da tümünün üstüne çıkmaya çalışır şeytanlığıyla..
Oysa orta yol MuhaMMedî Fırka-yı Nâciye Tevhid yoldur.
Orta yolda insan ne melektir ne şeytandır, ancak Halifetullahtır.
Muhalif de değildir sağda solda..

Bakınız MuhaMMedî Mihenge:

Resim---Abdullah İbni Mes'ud radiyallahu anhu: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)

قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Resim---Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne): DE Kİ: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anne babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz- Çirkin kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz." (En’âm 6/151)

وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne): Yetimin malına, bulüğ çağına varıncaya kadar, malını en güzel bir şekilde koruyup çoğaltmak hizmetinden başka bir surette yaklaşmayın. Ölçeği ve tartıyı tam ve denk getirin. Biz, herkese gücünün yettiğini teklif ederiz. Söz sahibi olduğunuz zaman, dâvacı veya dâvalı hısım ve akrabanız bile olsa, hep adaleti gözetin. Allah’a karşı verdiğiniz sözlerinizi, yemin ve adaklarınızı yerine getirin. İşte Allah, iyi düşünesiniz diye size bunları emretti.” (En’âm 6/152)

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne): Bu benim dosdoğru olan yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup sakınırsınız.” (En’âm 6/153)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Bana sorulsa ki: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çizgiyi çizerken; kum mu olmak istersin , çektiği asâ mı, söylediği söz mü olmak istersin?” deseler, benden çıkan bir cevap alamazlar çünkü ben bırak kumunu asâsını Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in eli, gözü, sözü v.s. sinin daha ÖZünde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'de, Nur-u MİMden olan bir damlayım, konuşansa DENİZdir!.” derim..

El Berru:
Resim

İşte bunu El-Berru, şifa demektir El-Birru.
Ben bu berraa'yi işte böyle anlarım.

El-Beraatu: ikaz, ihtar, korkutma, ultimatom, mâsumluk, ayıptan sâlim olmak gibi beraatu .

Başta söylediğim;"Kel Bayram beraat etmiş mahkemede!" demeleri bu dur.
Mahkeme-i kübra'ya şu an lüzum yok, mahkeme-i sugra şu anda şe'ende yaşanmaktadır.
İnsanlar beraat etmek istiyorlarsa, kendi bedenlerini, nefislerini kalb ve ruhlarını esirlikten kurtarsınlar, kendi akıllarını ikilik şeytanlığından kurtarsınlar.
"Yuh olsun böyle akıllara, yazıklar olsun!" lafı yanlıştır.
Böyle söyleyeceğine neden MuhaMMed aleyhi’s- selatü ve’s- selâm'ın Tâlim ve Terbiyesi ile Meric'i, Bedelya'yi öğretip eğittiğin gibi, aklını vicdanını da öğretip eğitmiyorsun Ahmet can, GaribAN? Gurbetin GaribAN'ı diye sorarlar adama.

İşte Hasbi hizmet böyle muhteşemdir.
Bu kadar Muazzezdir, Muhteşem bir yoldur, Beraae yoludur.


El Bâriü :
Resim

Berae.. el Bâriu, yaratmaktır, örneksiz modelsiz yaratmaktır ki çünkü Rububiyet bileliğidir ki Hak'tır bu.
Fiilen ASLen-fASLen söylüyorum: "Bütün âletleri çalıştıran KebAN'dır."
Bu özellik kesilemez, ebediyyen fiilen sürmektedir.
Bunu iyi anladığımız zaman nasıl beraat ederiz?
Şöyle beraat ederiz ki dışarıda “Rabb” aramayız orda burda, gelecek, gönderecek gidecek lafları kalkar.
Öyle bir “BİZ-BİR-İZ” lik doğar ki, lafa hâcet kalmaz, konuşmaya, sükut hali olur. Zâten öyleyiz ki el ÂNN..

El-Barru celle celaluhu da esmâdır. Barru Rubibiyet Zâhir ve Bâtın BİLEliğine sahib çıkıştır. Öyledir.

El Bârru :
Resim

EŞYAyı yaratan O'dur,
OLAYı yaratan O'dur.
ZAMANı yaratan O'dur.
ZANNı yaratan O'dur.
Beni yaratan O'dur,
Fiilimi yaratan O'dur,
Düşüncemi yaratan O'dur ve ötesini yaratan O'dur.
Küllî Şeyi lâzım ve lâyıkınca, kader ve kadarınca, düzen ve dengesince;

Bedelsiz Dingin bir Bedenle Muhtaç olarak,
Kıyassız Singin bir Nefisle Mecbur olarak ama,
Şartsız Yungun bir Kalble Me’mur olarak yalnız,
Sebebsiz Yangın bir Ruhla Mahkum olarak,

Ubudiyet Muhteşemliğinde, Mükemmelliğinde, Mükerremliğinde, Mukaddesliğinde,
İnsan sıfatında akıl sahibi, ZÂTın AYNı, ASLın fASLı, AŞKın mEŞKi, Muhteşem insÂN!.
Kim den bahsediyorum?
Münir Derman Hocamızın “İNSAN” diye büyük harflerle bahsettiğinden bahsediyorum.
MuhaMMed aleyhisselâm'dan, Ali kerremullahi veche'den, bahsediyorum.
“Hocam hâşâ hâşâ, onlar kim biz kim?”
Sözü: "Ben şaytanım , ikiliğin bir ucunda Rabb diğer ucunda ilâhlığı kabul ettim!" igrençliği ve pisliğidir, rics murdarlığıdır.
Bu ise korkunç bir hatadır.
Aklın demin söylediğim şeylere gafleti, dalâleti, celâleti, cehâleti, ve ihaneti yerleştirirseniz, göreceksiniz..
Ki bize sebebsiz verilen Ruh'a mahkum iken, ihanete kalkışmak kendini Hak’tan dışarı atmak!..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin MuhaMMedî Gayretkeşliğine ihanettir:

فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا
Resim---''Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu'minû bi hâzel hadîsi esefâ: Demek bu söze inanmayacak olurlarsa, arkalarından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin.(Kehf 18/6)

Ve Hükmullah:

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---''E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ: Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 25/43)

… gibi ağııır bir yere gelir!.

"Gelirse gelsin!" diyene ne diyelim?
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve Kur’ân ne diyorsa onu deriz: "Canı cehenneme, Canı cehenneme!"
Bunu niye söylüyorum?
Bunu kendime söylüyorum.
O zaman yaratan-yarâtılan ikiliğinden, “dışarda mı-içerde mi, orda mı-burada mı?” gibi sorularla uğraşmıyorum ben.
“Ampülüm yanıyor mu?”
Yanıyorsa çok şükür! Ampülden keban'dan söz etme bana!. “Işığımı görüyor musun?”
Evet! O zaman rahatına bak!.
Bu çöplük çılgınlığından, Kul İhvÂNi'nin meşhur Çile Çölü Çığlığını duy!
Çılgınlığı bırak!.
Çağın Çığlığını duy!.
Bunun için beraat ettir kulaklarını, ikilikten vazgeçsin iki kulağın!
Göreceksin ki Rahmeten li’l- âlemin’e Kerem Kulakları olacak kulakların ve: "Eşhedu enne MuhaMMeden Resûlullah!" duyacaksın!.
Kendi kulaklarınla kendin duyacaksın, ve o kulaklar MuhaMMedî kulaklardır, onlar duyarlar.
Onlar duyarlar ki onların RUHu uyar!

İşte el Barru böyle garib bir esmâdır.
Bunlara da yanarım ben çünkü hastasıyım ben esmâların biliyorsunuz, gülleriz, tülleriz GÜL canımızla berber.
Ey millet bakın bu eSMâlara, bunlar sadece taş toprak kaya vs. gibi kelimeler değildir!
Bunlar fiilen şu anda yaşayan, bizi yaşatan, bulutlar topraklar rüzgarlar, güneşin ışığı gibi fiilen mânâ hayatımızda var olan varlıklardır!
” deseniz Anlatamazsınız!.
Anlatamazsınızdan kasıt, bu gün değilse yarın anlatırsınız demektir.
Yeterki siz MuhaMMedî CANlarımız siz ANLAyın ve ANLATın!.

"Beraa" , arapçada traşlamak, yontmak, düzeltmek.
"et -tera" iyice traşlamak, Kâbe’yi bir bilyeye çevirmek gibi.
"el beraa" ise toz toprak demektir, yer demektir, daha küçültemezsiniz demektir.
Bu ğün haberlerde "Higgs Boson" elementi doğuran, ya da mânâdan maddeye geçişin kayıp parçacığını, ara kesittekini bulmuşlar, zil takıp oynuyorlar insanlar.
Öyle bir şey bulduk ki: "Tanrı parçacığını bulduk biz" demekteler.
İlk bulan adam mı demişti Barboros sen bilirsin: “Şu kahrolası Tanrı parçacığı!” diye..
Putperestlik ne kötü bir şey değil mi?
Kendi vicdanında bulamayanlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Bu buldukları şey O değil. O aradıkları şey Kur’ân-ı Kerim'de.
Evet şimdi desem öldürürler demesem öldüm burada işte.
Kur’ân-ı Kerim öyle muhteşem bir hazine ki, orada herşey vardır, şeytan da ordadır, Allah da ordadır. Muhteşemdir.
Ne zaman Kur’ân-ı Kerim'i beraat ettireceğiz yüreklerimizde?
Ne zaman beraat gecemiz el -beraa gecesi olacak, toz toprak etrab olacak?
Evet şimdi El-Berru'da bir iki laf söyleyelim sonra Barbaros bize bir iki yemek târifi versin bakalım.

El Berru'da esma'dır.
Sizin üstünlüğünüz biz insanı mükerrem yarattık:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---''Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ: Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi-MükeRReM kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)

El-Kerim celle celâluhu kendisi iken Allahu zu’l- Celâl bütün esmalarını yüklediği icin insana, insanda kerem sahibi oluş vardır.
Kerem kelimesi, ikram, Zu’l- Celâl-i vel Ikram kelimesi de herkes kendi dilince lafız uydurmuştur bu kelimeyi, "ekmek verdim, su verdim ikram bitti" gibi.
Halbuki şu anda fiilen her nefesi alıp verdiren bir motorun içeride olduğunu unutur.
O kendisine aittir çünkü gibi saçmalık içerisindedir.
Bir ayette " Sizin Allah katında üstünlüğünüz takvâ iledir " kavi oluşla, vücuda geliş kuvvetini biliş buluş oluş ve yaşayışladır:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---''Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr: Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız (ekreminiz), O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır”. (Hucürât 49/13)

İttika : sakınma, çekinme. ALLAH celle celâluhu'dan korkma. Nefsin ALLAH celle celâluhu korkusuyla dinin yasakladığı şeylerden kaçınmasıdır.
Takvâ : vikâyet (kayırma, korunma) den : ALLAH'tan korkma, ALLAH korkusu ile dinin yasakladığı şeylerden ve işlerden kaçınma.
Takvâ, islâm dininin her yerindedir.
Azametullah ve Kudretullahın celâlîyeti karşısında duyulan derunî bir sakınmadır.

Pek çok hadis-i şerîfl'erdede buyrulur:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "İslâm alenidir, imân ise kalbdedir. Takvâ burada! Takvâ burada!" buyurarak eli ile sadrını (göğsünü) işâret buyurmuştur."
(Enes (radiyallahu anhu)'dan sahihen; İmâm Ahmed; Nesâî, Ebu Yâ'lâ)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Haseb (şeref) mal iledir. Kerem (asalet, üstünlük, cömertlik) de takvâ iledir." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan; İmâm Ahmed, Tirmizî, İbni Mâce, İmâm Alî (radiyallahu anhu)'dan; Hatîbi, tarihinde)

BiRR b-İLEliği özelliği-güzelliği.. Teknikte ve antipotu Tasavvufta…
Hep söylüyorum 1000 km burdan Keban ama hiç gerek yok! Kebanı ,Anahtarını AÇtım da ampül getirdi bana sağolsun, Keban burada.
Bunda takva budur. Sadakatin, Samimiyetin, Sabrın ve Selamette buluşmasıdır takva.
Kavi oluş budur. Sağlam oluş mağlam oluş, uydur uydur uydur, ingilizcesinide başka şekilde uydur. Fransızcasını başka şekilde uydur.
Uydurmana gerek yok, takvanın kendisinde var bu.
Vücuda gelisine sahip oluş kudretinde oluştur, arayışın aramayışın, bilirsen böyle olur, bilmezsen böyle olursunun ötesinde ben onu zâten biliyorum.

Yani, hakikaten Ahmet can sende kalb varmı, sende de pankreas var mı ?
Var hocam!
Ben yok zannediyordum sende , yapma ya!
“Vallahi hepsi var hocam! Bildiğim şeylerde var, bilmediğim şeylerde var. Onları aramıyormusun?”
Hayır hiç aramıyorum. Yarın doktora gidip de “bende hangi âletler var?” demeyeceğim, hiç kimse demiyor zaten.
Haaa! Bu KENDİNİ BİLişler var ya el BeRRe İştirak Birr Ehli oluş ÜSTÜNLÜĞÜ KAVİliği İttikası!
Sizin üstünlüğünüz takva ile denilirken, bir âyette de buyurulur ki: "En sevdiklerinizi vermedikçe birre ulaşamazsınız."

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
Resim---''Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn, ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm: Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-I İmrân 3/92)

MuhaMMedî meLÂMette, “BİZ BİR-İZBiRRinde SABır TaKVÂsı; AKLın N-AKLen İlim-İrade-İdrak-İştirak YAŞAyışıdır ve kur’ÂNîdir.
ALLAHU ZÜ’L-CELÂL takvâ ehli olanlara Hak ile bâtılı ayıracak farkettirecek bir furkân, anlayış ve şuûru verir.

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ
Resim---''Li yuhıkkal hakka ve yubtılel bâtıle ve lev kerihel mucrimûn: Ki hakkı, hak olarak tanıtsın ve batılı ortadan kaldırsın; varsın suçlular istemesinler!(Enfal 8/29)

İşte şeytanı müslüman etmek de budur.
Aklın İKİliğini, ÇOKluğunu ve YOKluğunu TEKliğe çekiş ve nakle geliştir zâten. Onun için yokta ve çokta aranan tanrıcılık ve tanrı parçaları, onların akıl labirentlerinde değildir.
Aklın nakle ulaştığı ara kesitte bir parçacığa felan gerek yok.
Külli şeyi her AN var edip yok etmektedir Şe’ÂNullahta...
Teknik ilerde daha çok ilerleyecek, birçok hakikatleri öğrenecek, hakk ve hayr ortaya cıkacak ama azgınlıkta aynı derecede artacak ve bu tarafın gittikçe yükü ağırlaşacaktır.
ALLAH celle celâluhuya ibâdet ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hasbî Hizmet Birru-Takvâsı denecek elbette:

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Resim---''Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve ekâmes salâte ve âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed(âhedû), ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn: Birr (takvâ) yüzlerinizi maşrık ve mağrip tarafına çevirmeniz değildir. Fakat birr, o kimsenin birridir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere imân etmiş olur. Ve malını seve seve karabet sahiplerine, yetimlere, yoksullara, yolculara, dilenenlere verir. Ve esirleri azad etmek hususuna sarfeder. Ve namazını kılar, zekâtını verir. Bir de muâhede yaptıkları zaman ahidlerini yerine getirirler ve ihtiyaç, hastalık ve şiddetli savaş hallerinde de sabırlı bulunurlar. İşte sâdık olanlar onlardır. Muttakî olanlar da onlardan ibarettir.” (Bakara 2/177)

El-BiRR, yüzünüzü doğuya batıya şuraya buraya çevirmeniz değildir, kiblede dahil yani.
Asıl Birr o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve nebilere inanır…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Gül canım yazmıştı bugün:
Bugün insanların yüzüne baktıkça hep Amentü Duasını okumak istedim...
Berât Kandilimiz mübârek olsun inşallah. Sevgiyle,
Es Selâm


آمَنْتُ بِاللهِ وَ مَلاَئِكَتِهِ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ و
َ شَرِّهِ مِنَ اللهُ تَعَالَى وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقّ ٌ اَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَ للهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ


آمَنْتُ بِاللهِ وَ مَلاَئِكَتِهِ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللهُ تَعَالَى وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقّ ٌ اَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَ للهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihi mine'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevt.. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.

Ben, Allah-u Teâlâ'ya, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allah-u Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben, şehadet ederim ki, Allâh-u Teâlâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhi's-selâm Onun kulu ve peygamberidir.

Resim

Kul İhvâni Hocamızın Beraet Gecesini anlatan o güzel yazısından bir hadisi şerif ve bir dua inşallah:

Âlemlere Rahmet olan o Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Beraet Gecesindeki DUÂsına pâk yüreğinde iştirak edelim inşae ALLAH!:
“Eûzu bi-afvike min ikâbike ve eûzu bi-ridâke min sahatike ve eûzu bike minke celle vechuke lâ-uhsî senâen aleyke ente kemâ esneyte alâ nefsike. : ALLAHım! RABBi cezandan affına sığınırım gazâbından rızâna sığınırım senden sana sığınırım Zâtın yücedir seni övmek için kelime bulamıyorum Sen kendini övdüğün gibisin.”

İmanın şartlarını okuyorum diye.
İşte buna inanmak ve bunları amentüyü sayıyor Allahu Zu’l- Celâl burda, sonra devam ediyor.
Çünkü bu ZÂTıyla ilgili imanla ilgili ama amele bakın şimdi siz.
Kur'ân-ı Kerim de önceliklere çok dikkat etemliyiz, yukardaki Bakara âyeti gibi.
Onlar namaz kılarlar, oruç tutarlar, saymayı bekleriz, şunu hacca giderler, şöyle böyle yaparlar amma;
Yakınlara yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara dilenenlere, kölelere sevdiği maldan harcar, ondan sonra diyor namaz kılar zekat verirler.
Sıkıntı hastalık savaş ve benzeri şeyler geldiğinde sabrederler, işte doğru olanlar bu vasıfları taşıyanlardır, muttakiler, ancak takva sahibleri onlardır.
Bakin birr-i takvaya nasıl bağlayı verdi yine.
Ebrarlar vardır bedelsiz. Ebdallar vardır kıyassız. Ahyarlar vardır sebebsiz.
Bir de Ahrarlar vardır , mutlak hürler, onlar yarın güneş bu taraftan doğacak deseler vallahi Allah güneşi oradan doğdurur.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Size cennet ehlini haber vereyim mi? Her zayıf ve güçsüz olan kimsedir. Öyle bir kimsedir ki, bir konuda Allah’a yemin etse, Allah onun yeminini boşa çıkarmaz, yerine getirir. Size cehennem ehlini de haber vereyim mi? Her katı yürekli, şımarık, kibirli olan kimsedir.” (Buharî, tefsir, 68; Müslim, cennet, 46-47).

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Nice saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış, paçavra gibi iki parça eski/yırtık elbiseliler vardır ki: Kendilerine iltifat edilmez/kimse onları adam yerine koymaz. Fakat eğer bunlar Allah’a yemin etseler Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz. Berâ b. Mâlik de onlardandır.”
(Tirmizi, Menakıb, 55; İbn Mace, Zühd, 4)

Bu yücelik MuhaMMed aleyhi's-selâm ‘ın kendi Rusuliyetinde var olan bir yüceliktir. Kişinin tekilliği değildir.
İşte ebrarlar da böyle en iyi en sadık, en vefalı en seçilmiş Birrr Ehlidirler, dokunan “BİRRR”leşir yani!.
Evet, Birr Şeenullahta bedelsiz.
Bütün bunlar MuhaMMed aleyhi's-selâm ‘ın yüreğindedir, söylemeye çalıştığım şeyler mârifet işleridir.
Çünkü, aşağılardan tozuttuğumuza bakma, boşa çıkar ama yerine geçince hakikattır oraya varınca.
Hep söylerim, Hasan Dağının tepesine çıkmak çok zordur ama çıktığınız zaman beş dakika arayla Konya'yı , Kayseri'yi, Aksaray'ı ve hatta Adana'yı bile görürsünüz.
Oralara gitmek icin günlerce zaman harcarsınız ama Hasan Dağı'nın tepesindeyseniz bir dürbünle bakarsanız: "Ne haber " diye oradaki adamlarla konuşabilirsiniz.
O noktada öyledir, ama Zirveden iki metre daha aşağıda yani daha çıkmamışsanız, gordüğünüzü görürsünüz, TÜMMünü göremezsiniz. TAMMlık ve TÜMMlük MuhaMMed aleyhisselati vesselam'ın şahsında olduğu zaman işte;

MuhaMMedî ŞUURla, Bedelsiz Şeenullahı BİLişe hoş geldiniz!
MuhaMMedî NUR ile Kıyassız Sünnetullahı BULuşa hoş geldiniz!
MuhaMMedî Sürurla, Şartsız Emrullah'ta OLuşa hoş geldiniz!
MuhaMMedî O-NURla, Sebebsiz Muradullah’ı YAŞAyışa hoş geldiniz!..

Şeenullahı Bedelsiz BİLİLMi
Sünnetullahı Kıyassız BULEdebi
Emrullah'ta Şartsız OLİrfÂNı
Muradullah’ı Sebebsiz YAŞAyış ERkÂNı

Her ÂNda-şu ÂNda her Nefse/Akla ZÂTen-AYNen YÜKlü Hakikat-ı Muhammediyesinin; Esrarıyla-Süruruyla, Eminliğiyle, şeref-haysiyetiyle , teVHİD Şehadetine, Şefaat MuhaMMed aleyhi's-selâm’i BİL/BUL/OL/YAŞAyıştır en kısacası..
Hoş geliriz inşallah!.
İşte buna denilir beraat diye. Mübârek olsun, mübârek olsun!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Kul İhvâni BERAT Sohbeti-4 Temmuz 2012

Mesaj gönderen Gariban »

Size “ kandiliniz mübârek olsun!” diye telefon açan birisine “mubârek nedir ki?” deseniz baka kalır.
"Öyle diyorlar ben de diyorum " gibi geveler. Küçük gördüğüm falan sanılmasın. Aziz Efendimiz Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem, hadisi şeriflerinde Birru’l- valideyn-Vâlid-Vâlide-Ebeveyne iyilik, âyetlerdede öyle ana-babaya iyilik yaklaşımını vermiştir.

Resim---Bir hadisinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
ـ3247 ـ1 -عن اِبْنِ مسعةد رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى الْبِرِّ، وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إِلَى الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الرَّجُلُ لَيَصْدُقُ، وَيَتَحَرَّى الصِّدْقَ حَتَّى يِكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقَا، وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ، وَإِنَّ الْفُجُورِ يَهْدِي إِلَى النَّارِ، وَإِنَّ الرَّجُلُ لَيَكْذِبَ وَيَتَحَرَّى الْكَذِبَ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابَا[. أخرجه الستة إ النسائي .
İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sıdk insanı birr'e (Allah'ı razı, edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde sıddîk (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir." Buyurdu.
(Buharî, Edeb 69; Müslim, Birr 102, 103, (2606, 2607); Muvatta, Kelam 16, (2, 989); Ebu Dâvud, Edeb 88, (4989); Tirmizî, Birr 46, (1972)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ana-babasına iyilik edene müjdeler olsun! Allah Onun ömrünü uzatır.” Buyurdu.
(Buhârî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ana-babaya iyilik etmek ömrü çoğaltır, yalan konuşmak rızkı azaltır, dua ise kaza-kaderi geri çevirir.”
(Usul-u Kâfi, c.1, s.158.)

Ey insan nefsi,Rabbına dön, cennete gir. Nerde cennet?
Öbür tarafta. Burda ne yapayım? Nerde Rabbıma döneyim orda mı? Canım çıktıktan sonra Rabbı'ma döneyim, canım çıktıktan sonra cennete gireyim. Canım bende iken ne yapayım?
Cehhennem'de yaşayım, o zaman İbrahim aleyhisselam'ın cehennemi öbür tarafta mı cennet olacak?
O zaman 28 peygamberin aleyhumu's-selâm yaşadığını ben yaşamadan yalancı mı yaşamış olacağım?
Yok! Yusuf'un gömleğini öbür tarafta mı yırttıracağım? Zindanlar, ne zaman cennet-i âlâ olacak, sonsuz sorular ne zaman beraet edecek?

Bir yeriniz ağrıyordur, üç dört ağrı kesici alırsınız yine geçmez, bir kere olmuştu bir kampta cok şiddetli bir ağrı olmuştu ve novaljin iğnesi vurulacktı, ama şırınğa yoktu.
Çok iyi bir hemşire hanım vardı o da orda “Tak” diye şişenin kafasını kırdı, küçük bardagın içerisine biraz su koydu, “gözünü yum kafaya dik” dedi “ve arkasından yarım litre su iç, ağrın geçer!.” Beraatçe uyursun!.
Gerçekten öyle oldu. İşte Beraat bu dur.
Beraat, “aduvvun mubîn” olan nefsimizin HEVÂsını, aklımızı, ikiliğimizi, TAMMlayanımızı -TÜMMleyenimizi, rahatsız, huzursuz cehenneme çeviren ÇOKluk ve YOKluğun, Muhammedî TEKlikte, Ahmediyet âleminde Ahadiyet bilinemezliğinin adıdır Berae...
Onun için El-Berru Esmasının mazharı olanlar, aynası olanlar, dünyanın en çilekeş en fedakâr, bence en saygıdeğer âşıklarının âlemidir.

El Berru:
Resim

Onlar her zaman, her yerde, her halde ve her kaderde Allah hayırlar versin, küllî şeye iyilikten başka bir şey edemezler, onun için onlar Ebrâr'dır.
Onlar berae çeşmeleridir, onlardan bir yudum içenler, ebediyyen rahatsızlıklarını hatırlayamazlar bile.
Ondandır ki Allah'ın Nuruna bileliğe şehâdet olan Şaban Ayının 14'ünü 15'ine bağlayan, hani varya bugün ayın ondördü türküsü, dün gece şimdi doğmadı herhalde ama doğmuş benim teke tekin teras tekkemin alnının çatındaki iki çatal tepenin arasından ayın doğuşunu sayfa sayfa çektim, en büyük ay bana göre ordan doğu yordu, ayın ondördü idi çünkü...
İşte böyle zâhirî bâtına, evveli âhire hatmeden, bağlayan bir BİLElik gecesidir Beraat Gecesi.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman: " Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah-u Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: 'Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim.'' buyurur.
(İbn-i Mâce 91. Hadis)

Ve Resâlullah sallallahu aleyhi ve sellem duyurur bu hükmü.
Ve hiç bir zaman akıldan çıkarmamak gerekir ki , Rahmeten li’l- âlemin âlemine girmeyen, RAHMET bulamaz, ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme ulaşım sadece Hasbiî Hizmetledir.
İbadet ALLAH celle celâluhu'ya yapılır!
Evet şimdi , Barbaros Can nasılsın iyimisin? İnsaallah iyisindir?.
Resim
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön