EŞ-ŞEYH AŞKÎ MUZAFFER ÖZAK

Cevapla
Kullanıcı avatarı
akin
Üye
Üye
Mesajlar: 31
Kayıt: 11 Şub 2007, 02:00

EŞ-ŞEYH AŞKÎ MUZAFFER ÖZAK

Mesaj gönderen akin »

Resim


EL-HAC EŞ-ŞEYH AŞKÎ MUZAFFER ÖZAK

Sultan Abdulhamid Han'in Huzur Hocası Mehmed Efendi'nin oğlu olan Muzaffer Efendi, 1916 senesinde Istanbul'da dünyaya geldi.
Henüz altı aylık bir bebekken babasını kaybettiği icin, baba dostu Abdurrahman Sami Bey'in himayesinde yetişmiştir.

Istanbul'da 30 sene süreyle 42 camide muezzinlik, imamlık, hatiblik ve vaizlik yaptı. Emekliliğinden sonra da devam ettirdiği bu hizmetlerin yanısıra, Sahaflar Çarşısında kitapçılık da yapan Muzaffer Efendi, İbrahim Fahreddin Efendi dâr-i beka edince, onun yerine postnişin oldu. Cerrahî Şeyhi oldu.
İslam tasavvuf neşvesine cok büyük katkıları bulunan Şeyh Aşki Muzaffer Ozak, 1981 yılında "Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı" nı kurarak, bu neşveyi Avrupa ve Amerika'ya da taşıdı. Dine ve inanca en uzak ve lakayt durumdaki insanlardan bile islam'a kazandırdıkları oldu.
Büyük espri gücü, hazır cevaplılığı ve tarihi bilgilerle, menkibelerle süslü sohbeti sayesinde sevenleri günden güne çoğaldı. O kadar ki, 1985 Şubat'ında vefat ettiği zaman, cenazesine ceşitli Avrupa ülkelerinden ve Amerika'dan bile bir cok bağlısı gelmiştir..


Eserleri :

Envarü'l Külub(3 cilt)
İrşad(3 cilt)
Ziynetül-Kulub
Gülzar-i Ârifan
Aşk Yolu Vuslat Tariki
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/akincm.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Mecnun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 681
Kayıt: 23 Ara 2007, 02:00

Mesaj gönderen Mecnun »

Resim

ALLAH cc razı olsun akın kardeşim

Gerçek aşka erişmiş Yunus Emre Hz. lerinin dediği gibi '' Ölen hayvan imiş Aşıklar ölmez '' sözüne tam muhattap olmuş bir gönül insanı. Halk içinde ama hep Hakla olan bir mürşit.
Kıyafete biçime hale göre değil yaratılan olma hasebiyle herkese sevgili ve herkese kuçak açabilen bir mürşit ve sanatkar.
Muzaffer ÖZAK Maşukuna kavuşmuş bir Aşık.

Allah (c.c) şefaatlerine ve manevi himmetlerine mazhar eylesin. Yattığı yer pür nur olsun...

Allah rahmet eylesin.



Aşk yoludur Hak dost bizim yolumuz,
Aşk yolunda aşıklara ar olmaz!
Cerrahiyyul Halvetidir kolumuz,
Dervişlere Hakdan gayri yar olmaz!


Pir elinden aşk badesi içmişiz,
Dost cemalin görüp serden geçmişiz,
Met-u hayran aşk iline göçmüşüz,
Fani cihan mülkü bize dar olmaz!


Talib-i aşk nerde ise koşarız,
Vuslat için deniz derya aşarız,
Ehl-i aşka kavuşunca coşarız,
Aşk yolunda bundan büyük kar olmaz!


AŞKı tutmuş aşk yolunu gidersin,
Canan için canın feda edersin,
Can olmadan sen cananı nidersin?
Hak'da fani olmayanlar var olmaz!


Muzaffer ÖZAK


Ehline dail olmamız duası ile inşaallah....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/imza4.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur_umim »

SAHAFLAR ŞEYHİ HACI MUZAFFER ÖZAK

(d.1916 / ö.1985)

Türkiye'de ve dış ülkelerde binlerce sevenleri, bağlıları bulunan, Sahaflar Şeyhi Hacı Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri, vefatından az önce kendisi tarafından kaleme aldığı hayat hikâyesini, özelliğine bağlı olarak aşağıya aktarıyoruz.
Üstad diyor ki;


"1332 (m.1916) senesinde doğdum.
Annem Hacı Ayşe Hanım beni dünyaya getirdi.
Doğum yerim, İstanbul'un Karagümrük semtindeki Cerrahi dervişlerinin tekkesinin yanındaki evimizdir.
Babam Hacı Mehmed Efendi Konyalı'dır.
Sultan II. Abdülhamid Han zamanında huzur hocalığı yapmış fakih, âlim bir hoca idi.
İki amcam Gazi Osman Paşa'nın forsunu taşıyan sancaktar başıydılar.
Birisi sancağın düşman eline düşmemesi içini gösterdiği cesareti dolayısıyla generalliğe terfi ettirilmiş, bilahare Plevne harbinde yaralanarak Ruslara esir düşmüştür.
Esaretten kurtulduktan sonra, ölünceye kadar Osmanlı Devleti'ne general olarak hizmet etmiştir.
Diğer amcam Bekir, Plevne'de şehit düştü.
Babamın ailesinin şeceresi eski olup, Cebecioğulları ile Başoğulları olarak iki kola ayılır.
Babam, ailenin askerî ananesini bozarak Süleymaniye'deki Kurşunlu Medrese'de tahsil gördü.
Sonra o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan Şumnu'da okula gönderildi.
Orada annem Ayşe Hanım ile evlendi.
Annem, Yanbolu'daki Halveti şeyhi Seyyid Hüseyin Efendi'nin büyük torunudur.
Babası ise Karadeniz Ereğlisi'nden Kaptan İbrahim Ağa olup, Sultan Mahmud zamanında tahsil etmiş, Bulgaristan'a sefer yaparken hastalanarak iyileşmek için Yanbolu Tekkesi'ne gitmiştir.
Bu hadise, dedemin Şeyh Hüseyin Efendi ile tanışıp tekkeye intisabı ve Şeyh Efendi'nin kızı ile izdivacına sebep olmuş idi.
Seyyid Hüseyin Efendi Yanbolu sancakbeyinin de kardeşiydi.
1299 (m.1877) tarihinde Balkanlar elimizden çıkınca ailenin sağ kalan fertleri İstanbul’a geldiler.
Baba tarafından Kayı Türkleri'nin Kızılkeçili boyuna bağlı idi.
Anne tarafından Ozaklar, evlad-ı Rasül'den (sallellahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali (Kerramallahü vechehu)'ya uzanan seyyidelerdendir.
Babası Mehmed Efendi, ben altı aylıkken vefat etmiş.
Büyük kardeşim Murat Reis, birçok akrabamın vefatına sebep olan 1914–1918 savaşından kurtulmuş, fakat sonra bir cuma günü İstanbul'da işgal kuvvetlerince şehit edilmişti.
Fakir kalmıştık. 5–6 yaşlarındayken, babamın okul arkadaşı olan Seyyid Şeyh Abdurrahman Sani-i Saruhani Hazretleri'nin himayesine girdim.
Bu sırada okulu bitirdim ve sevgili şeyhim Hakk'ın rahmetine kavuştuğunda ortaokulun ikinci sınıfındaydım.
O, bana babam kadar sevgiliydi.
Bu sırada Kur'an-ı Kerim çalışıyordum ve birçok kısmını da ezberlemiştim.
Bu çalışmalarımı Fatih Camii Başimamı Mehmed Rasim Efendi'nin hadis ve fıkıh dersleri takip etti.
Fakirlik, beni çalışmaya zorladı.
Buna rağmen akşamları, "Yürüyen Kütüphane" yahut "Ayaklı Kütüphane" lakabıyla meşhur Gümülcineli Mustafa Efendi'den ders alıyordum.
Bir müddet sonra müezzin ehliyetini aldım.
Önce Ali Yazıcı sonra da Soğanağa camilerinde hizmet ettim.
Buradan Karagümrük Kefeli Camii'ne gittim.
İmam Şakir Efendi'den kitapçılığı öğrendim.
Sonra müezzin olarak Beyazıd Camii'ne tayin oldum.
Bu camide vazife yaparken, Hafız İsmail Hakkı Efendi ile tanıştım.
Sesimi ve tavrımı çok beğenmişti.
Eyüplü Hafız Ahmed (bu zat meşhur bestekâr Zekaî Dede'nin oğludur)'in bu talebesi bana ilahiler, kasideler, dualar, mersiyeler ve mevlid telkin etti.
Hocam bana o kadar düşkündü ki, yakın akrabasından olan Gülsüm Hanım ile beni evlendirdi. Hanımımın Süleymaniye'deki evine taşındım.
Vezneciler Camii'ne imam olarak tayin olundum ve 23 sene Süleymaniye Camii'nde Ramazan aylarında fahri imamlık yaptım.
Benim camim yıkılınca Kapalıçarşı’daki bir camiye tayin olundum.
Bu camide minber olmadığından cuma namazlarını kılmaya müsait değildi.
Halk tamirat için yardım etti.
Ben de cuma namazlarını kıldırmaya başladım.
Restore edilen bu cami, "Camili Han" diye bilinir.
İmamlıktan emekli olmama rağmen hâlâ bu camide cuma namazlarına devam etmekte, vaaz ve nasihatte bulunmaktayım.
Halen bir kitapçı dükkânım var.
Dünyanın her tarafından ziyaretçilerim gelir.
Askerliğimden önce usta hattatlardan ve Güzel Sanatlar Akademisinde Hacı Kâmil, Hacı Nureddin ve Tuğrakeş İsmail Hakkı İsa'dan hat ve tezhip dersleri aldığım için eski el yazmaları hakkında bilgili olduğumu iddia edebilirim.
İlk evliliğim yirmi sene sürdü.
Fakat hiç çocuğum olmadı.
İlk eşimin vefatından sonra yeniden evlendim.
Şimdi bir erkek bir de kız çocuk sahibiyim.
On bir kere hacca gittim.
Irak'ı altı kere, Suriye ve Filistin'i sekiz kere, Mısır'ı üç kere ziyaret ettim.
Gittiğim yerlerde birçok şeyhle tanıştım.
İstanbul ve Türkiye'nin başka vilayetlerinden de birçok âlim ve şeyhle tanıştım, bilgilerinden istifade ettim.
Tanıştığım bunca insan arasında en çok birinden istifade ettim ki, o benim ilk şeyhimdir. (Şeyh Sami Saruhani'l-Uşşâkâ).
Bu kudsi insan tasavvuf ve fıkıh üzerine yirmi kitap yazmıştır.
Bunların hepsi neşredildi.
Ayrıca neşredilmeyen kimya, nebatî ilaçlar ve diğer mevzularda birçok eseri vardır.
Bunların çoğu bir yangında yok oldu.
Çocukluğumun çoğunu geçirdiğim bu mükemmel insan herkes tarafından sevilirdi, cömertti, alçak gönüllüydü.
Gençlik yıllarımda bana rehberlik eden ikinci şeyhim de Halvetiyye'nin Şa'baniyye kolundan Seyyid Şeyh Ahmed Tâhiru’l-Maraşi idi.
Onunla Fütuhat-ı Mekkiye ve Füsus'u çalıştım.
Nevşehirli Hacı Hayrullah ve Atıf Hoca'dan tefsir dersleri aldım.
Hacı Abdülhalim Arvasi ve Şeyh Şefik Efendi'nin derslerini takip ettim.
Onlardan aldığım bilgilerle İstanbul'da kırk iki camide otuz sene vaaz ettim.
Gençliğimde Ayasofya'da tefsir dersleri alırken bir gece bir rüya gördüm.
Peygamberimiz (s.a.v.), Hazreti Ali (k.v.)'nin tuttuğu bir deve üzerindeydi.
Hazreti Ali'nin bir elinde de meşhur kılıcı Zülkifar vardı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bana sordu:
- Müslüman mısın?
- Evet, dedim.
- İslam için başını verir misin? buyurdular. Ben yine:
- Evet, dedim.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hazreti Ali (k.v.)'ye başımı kesmesini emir buyurdular.
İmam-ı Ali (k.v.) de başımı gövdemden ayırdı.
Korku içinde uyandım.
Bu manayı Kur'an-ı Kerim hocama anlattım.
Hocam rüyamı tefsir etti ve dedi ki: "Sen Hazreti Ali'nin yoluna gireceksin ve bir tarikin şeyhi olacaksın."

Yıllar sonra bir rüya daha gördüm.
Rüyada İstanbul Boğazı'nın ortasında Üsküdar ile Topkapı Sarayı arasındayım.
Bir yelkenlinin içindeyim.
Yelkeni yırtık, direği kırık bir yelkenli.
Kuvvetli bir fırtına vardı.
Birisi bana kâğıt parçası uzattı ve bunu okumamı söyledi.
Eğer okursam felaketten kurtulacağımı da müjdeledi.
Ertesi sabah dükkânımı açtığımda rüyamda gördüğüm zat kapımın önünden geçti.
Fakat cesaret edip ona seslenemedim.
Ertesi günü yine aynı zatı rüyada gördüm.
Sabah şaşkınlıkla yine o zatın dükkânın önünden geçtiğini gördüm.
Bunların bir manası olduğunu hissediyordum.
Ama bir şey yapmadım.
Az zaman sonra aynı zatı yine rüyada gördüm.
Beni kucaklayıp öyle bir sıktı ki, kemiklerim kırılıyor sandım.
Sonra Halvetiyye tarikatının tacını tuttu ve benim başıma koydu.
Sabah dükkânımı açar açmaz aynı zatı elinde asasıyla gördüm.
Bu defa dükkânın önünde durdu, kafasını içeriye uzattı ve:
"Beni üç kere gördün. Ne zaman inanacaksın?"
"Şimdi" dedim ve ellerini öptüm.
Bu zat, Seyyid Şeyh Ahmed Tâhiru'l-Maraşî idi.
Onun dervişi oldum.
Her gün dükkânıma gelirdi.
Bu yedi sene sürdü.
Üç yıl sonra Efendim Tâhir Efendi, dükkanımdan çıkarken düşerek kalça kemiği kırıldı.
Onu kaldırmaya çalışırken şöyle dedi:
"Beni mahvetmek istiyorlar. Sonunda muvaffak oldular."
Üç ay daha yaşadı.
Vefatından önce gittiğimde bana İbrahim Kuşadalı Hazretleri'nin tacını gösterdi ve:
"Eğer ölürsem bunu Mustafa Efendi saklasın" dedi,
Mustafa Efendi onun halifelerindendi.
Bir gün bana son isteklerini söyledi ve ertesi günü vefat etti.
Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
O gece Mustafa Efendi'ye derviş olup olmama hususunda istihare ettim. Bir şey çıkmadı.
Bir daha istihare ettim. Gördüğüm manadan anladım ki, ona derviş olamam (olmamam icap ediyor).
Bir müddet şeyhsiz kaldım.
Bu arada Kadiri şeyhi Gavsî Efendi beni kendisine halife yapmak istedi.
Ben ise manevî bir mesaj bekliyor olduğumu, böyle bir şeye kendim karar veremeyeceğimi söyledim.
Bir gece istihare ettiğimde gördüğüm manada, Karagümrük'teki Cerrahi dergâhında zikrediyordum ve Seyyid Fahri Efendi pencerenin kenarında oturuyordu.
Uyandığımda her şey açık seçikti.
Fakat Fahri Efendi'ye kendimi nasıl takdim edecektim.
Kendisini daha önce görmüştüm ama aradan uzun zaman geçmişti.
Nihayet bir gece evine gitmeye karar verdim.
Bir genç derviş kapıyı açtı.
Küçük bir odaya alındım.
Odada Şeyh Efendi ile beraber üç kişi daha vardı.
Beni ayakta karşıladı.
Sigara içmekten çekinmiştim.
Fakat bilakis bir tane kendisi teklif etti ve dedi ki:
"Sıkılma, sigaranı yak, bir fincan da kahve al. Sigarasız kahve kış gününde battaniyesiz yatmaya benzer' dedi ve ekledi:
"Biz muhabbete saygıdan daha çok önem veririz."
Ziyaretimin sebebini sorunca vaziyeti izah ettim ve kendimi, ailemi tanıttım. O ise güldü ve:
"Meşhur kadınlar vaizini kim tanımaz" dedi. Ben de:
"Eğer birkaç erkek bulabilirsem onlara da vaaz ederim" dedim.
Gerçekten İslamiyet'te kadınla erkek arasında temel bir fark yoktur.
Gerçekte ben her iki gruba da vaaz ediyordum.
Ama Efendi şunu vurgulamak istiyordu ki,
"Hakikî erkekleri hiçbir şey Allah'ı anmaktan alıkoyamaz" Sonra dedi ki:
"Senin rüyan bize işaret ediyor ama ben de bir istihare edeyim. Bakalım ne olacak!"
Pazartesi günü görüşmek üzere ayrıldım.
Pazartesi günü genç bir derviş (Sefer Efendi), Cuma günü gelmemi bildiren bir mektup getirdi.
Cuma günü Şeyh Fahri Efendi beni dervişliğe kabul etti.
Cerrahiyye'nin dervişi olmayı, Kadiriyye'nin halifesi olmaya tercih ettim.
Dervişlik vazifelerimi en ince teferruatına kadar yerine getirdim.
Şeyhimi haftada iki-üç kere ziyaret ettim.
İspat kabiliyeti çok kuvvetli olan bu zat cesur ve zeki idi de.
Rüya tabirinde üstad idi.
Sohbeti tatlı ve kerameti zahir idi.
Herkes tarafından sevilirdi.
Rasulüllah Efendimiz (s.a.v.)'in aşkını bize taddırdı.
Bazen benimle o kadar şakalaşırdı ki, kızma noktasına getirirdi.
Sonra Hazreti Pir (Nureddin Cerrahî Hazretleri) tarafından davet edildiğimi ve bana kimsenin dokunamayacağını beyan ederdi.
Sonraları duyduğuma göre, Şeyh Efendi benim gelişimden altı ay önce ismimi sık sık zikretmiş.
Dervişi oluşumdan altı ay sonra bir mana gördüm.
Üç kişi beni imtihan ediyordu.
Bu imamlık imtihanıydı.
Nihayet üçüncü adamı zaten imam olduğuma inandırabildim.
Manaların hemen söylenmesi gerektiğini bildiğim halde çok meşgul olduğum için Şeyh Efendi'ye gidemedim.
O gün bir rüya daha gördüm.
Bu çok çirkin ve utanç verici bir rüya idi.
Nasıl olduysa Şeyh Efendi'ye yine gelemedim.
Zaten bu çirkin rüyayı nasıl anlatabilirdim?
Üçüncü gece bir mana daha gördüm.
Rüyada tekkeye gittim ve dervişlerin namaz kıldıklarını, yalnız hareketleri doğru yapmadıklarını gördüm.
Şeyh Efendi ile bahçede buluştum.
O beni kulağımdan yakaladı ve kaldırdı.
Diğer eliyle de sol tarafıma halı döver gibi vurmaya başladı.
Sonra beni bir odaya götürdü, içerisi döküntü doluydu. Dedi ki:
"Bu oda senin olacak. Temizle onu!"
Sonra gördüm ki, rüyada gördüğüm oda baş halifenin odasıymış.
Uyandığımda bunun, rüyalarımı anlatamamamın cezası olduğunu düşündüm.
Efendi'nin evine gittim.
Birinci ve üçüncü rüyaları anlattım.
Çirkin olanı söylemedim.
Gülümsedi ve dedi ki:
"Bunların arasında çirkin bir rüya daha olması lazım. Yoksa sen bunları göremezsin."
Sonra baş başa kaldık ve o rüyayı da anlattım.
Şeyh Efendi beni halifeliğe kabul etti.
Yedi sene birbirimize çok yakın kaldık.
Vefatından bir sene önce hastalandığında zikrullah esnasında beni başa geçirdi.
Hasta olduğu bir sene boyunca zikri ben idare ettim.
Şaban ayının beşinde (Hazreti Hasan (r.a.) efendimizin vefat günü) Çarşamba gecesi, saat ona on kala ebediyete intikal etti.
Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
Ertesi günü vasiyeti üzerine onu ben yıkadım.
Sefer Baba ve Kemal Baba da su döktüler.
Cuma günü Fatih Camii'nde namazını kıldım.
Binlerce kişiyle beraber cenazeyi Tekke'deki odasına getirdik.
Hazreti Pir'in yakınına defnettik.
Ben tarikatın bu kolunun 9.Halifesi ve 19.Şeyhiyim.
Allah ve Rasulüllah'ın muhabbetinden aldığım kuvvetle, pirimin himmeti ve efendimin ruhaniyeti ile ölünceye kadar âşıkların rehberi olacağım.
Kendi kanımdan yalnız iki çocuğum var.
Ama manevî evlatlarımın sayısını Allah bilir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i on yedi defa manada görme şerefine nail oldum.
Hz. Musa, Hz. İsa ve Hızır Aleyhisselamları birer kere gördüm.
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'yı ikişer kere, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizi birer kere, Hz. Pir Nureddin Cerrahî'yi de iki kere manada müşahede ettim.
Altı kere Almanya'ya, iki kere İngiltere'ye, iki kere Hollanda ve Belçika'ya, dört kere Paris'e gittim.
Pek çok iyi insanla tanıştım.
Ayrıca Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'a gittim.
Amerika'yı 13 defa ziyaret ettim. Orada dervişlerim de var.
Gelecekte ne olacağını yalnız Allah (c.c.) bilir.
Allah'tan, âşıkların aşklarının günbegün ziyade olmasını niyaz ederim.
Muvaffakiyet yalnız Allah'tandır."

Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri'nin kendi elleriyle yazıp hazırladıkları hal tercümeleri burada sona ermektedir.
Resim
Kullanıcı avatarı
akin
Üye
Üye
Mesajlar: 31
Kayıt: 11 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen akin »

Katkıda bulunan ve bilgilenen kardeşlerimizden Allah razı olsun!..


DÜNYA

Arkadaş dur dinlen kendini yorma
Yalandır bu dünya çabaya değmez
Muhabbet ehlini kimseye sorma
Vahimdir bu dünya sevdayı bilmez

Çobanımız olmuş bizleri güder
Sevenler ayrılır sevdalar biter
Yürekler kor olur dumanlar tüter
Hüsrandır bu gözyaşı dinmez

Ne şefkat gösterir ne de şefaat
Esir etmiş bizi bekler itaat
Görünüşü güzel aslı vahamet
Aksidir bu cihan hiç yüzü gülmez

Muzaffer böyle bir hayata güler
Muzaffer dünyayı içinden siler
Muzaffer ömrünü bitirmiş gider
Göçse de dünyadan adı silinmez


SAHAFLAR ŞEYHİ HACI MUZAFFER ÖZAK
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/akincm.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Hacı Muzaffer Özak`tan Hatıralar ,Tesbitler

*Bir şeyin Kıymeti Bilinmezse,Allah Onu Geri Alır !

Hamdi Ergöz anlatıyor

-M. Özak´la , 1967 senesinde hac farızası için yola çıktık.13 kişiydik.
Amman`da uçaktan indikten sonra Kudüs`e geçtik.O zaman Arap-İsrail harbi henüz patlamamıştı.

Kudüs`te Mescid-i Aksa 19 kişiyle öğle namazi kıldık.19 kişinin 13´ü biziz zaten. Geriye 6 kişi kalıyor.

Namazdan sonra dışarı çıkıncaca , M.Özak dedi ki;

Bir insan bir şeyin kiymetini bilmezse .Allah onu onun elinden alir.

Fena halde canım sıkılmıştı.
-Aman efendim,böyle demeyin filan dedik.

Nitekim biz oralardan döndükten sonra, yahudiler Arapları vurdular ,Mescid-i Aksa´yı aldılar.



* Muzaffer Özak Hoca papaza ne dedi?

"Camın önünde birleştirilmiş iki masada Muzaffer Ozak Hoca Amerika'ya yaptığı seyahatten söz ediyor, müritleri ve muhipleri can kulağıyla dinliyorlardı.

"..New York'ta bir klisede verdiğim konferans bittikten sonra, sorular başladı. Bir papaz, 'Ben Türkiye'ye gelsem, bir camide konferans vermek veya vaaz etmek istesem, izin verir misiniz? diye sordu. Aklı sıra beni sıkıştırmak isteyen papaza şu cevabı verdim, 'Biz Hz. İsa'ya hak peygamber olarak inanıyoruz; dolayısıyla onun adına yapılan mabetlerde bizim konuşma hakkımız var. Papaz efendi de Hz. Muhammed hak peygamberdir desin, bütün camilerimizin kapıları ona ardına kadar açılır.'

Bu cevabı çok ilginç bulan dinleyenleri Ozak Hoca'nın sohbetlerine doyamazlardı. İri yarı bir insan olan Ozak Hoca, son derece dikkatli ve ince ruhluydu; kimseyi incitmemeye özen gösterir, anlattıklarını renklendirmek için fıkralarla süslerdi. Kendisi pek gülmez, ama çevresindekileri sık sık kahkaha tufanına boğardı.."
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

MEYDAN-I AŞK

Hak Tevfik verip kıldı inayet
Aşıklar saf tuttu meydanımıza
Mürşid-i kâmilden aldık inabet
Aşıklar saf tuttu meydanımıza

İhya oldu mürdeler nefhamız ile
Sırrımız gelmiyor kalemle dile
Aşık-ı hak olan meydana gele
Okunur gülbenkler hem şanımıza

Aşk çırağı yandı himmet-i pirle
Vasıl olduk hakka cümle erenle
Bir olurmu ama hakkı görenle
Münkirler ram oldu fermanımıza

Doğu batı nurlandı himmet-i pirle
Hak yolda durduk yüzbin erenle
Baş koduk vahdette başı verenle
İkrar veren şad olur erkanımıza

Susuzlar kevserden içip mestoldu
Aşk şarabı ile kaseler doldu
Aşıklar şüphesiz matlubu buldu
Dahledenler şahittir erkanımıza


Aşıklar cem oldu cümle erenler
Bu yolda mesolur hakkı görenler
Hiç durmasın gelsin talip olanlar
Sıdk ile bağlansın piranımıza

Cem oldu aşıklar devranımıza
Baş kesti alemler piranımıza
Yüz süren paye-i sultanımıza
Dahil olur elbet erkanımıza

Cerrahi yolunda giymişiz tacı
Aşkın derdine budur ilacı
Bu yolda çekilen talı ve acı
Şahiddir alemler efganımıza

Mahlasım AŞKΒdir ismim MUZAFFER
Cismimse esma-i MEVLÂ'ya mazhar
Mevsimler geceler şahidtir eshar
Aşk muhabbetle katılsın kervanımıza

Resim
Cevapla

“İz Bırakanlar” sayfasına dön