ÖRTÜNMEK ASALET Mİ?

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

ÖRTÜNMEK ASALET Mİ?

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

ÖRTÜNMEK ASALET Mİ?
SELİM GÜRBÜZER
Yüce Mevla balçıktan yarattığı kuluna daha toprakla su arasındayken kendi ruhundan üflediği gibi hayâ perdesi örtüyle de diğer yaratıklarının yanında eşref-i mahlûkat varlık olarak da yüceltmiştir. İşte insanın bu denli diğer yaratılmışlardan ayrı olarak birde hayâ perdesiyle donatılmış olması eşref-i mahlûkat özelliği kazanmasına ziyadesiyle yetmiştir. Derken bu sayede örtünmenin çok büyük bir asalet nimet olduğunu idrak etmiş olduk. Yeter ki, müminler olarak örtünme adabına uygun duruş sergileyelim bu asalet ve zarafet ebediyete mal olacak şekilde ahret kazancına dönüşür de. Ki, bu asalet ve zarafet hali ilahi kaynakla yoğrulmuş takva libasından başkası değildir. Nitekim Yüce Allah (c.c) bu hususta; “Ey Âdem'in çocukları! Size avret yerleriniz örtecek ve süs olacak elbise indirdik, takva elbisesi... İşte bu daha hayırlıdır” (A’raf,26) diye ferman buyurmakta. Madem Yücelerden böyle ferman buyrulmuş, o halde biz aciz kullara ‘Ferman başımız üzere’ deyip örtünme emrinin gereğini yerine getirmek düşer.
Sakın ola ki, örtünmede neyin nesidir, örtünmenin de hakkı hukuku mu olur ya da istediğim şekilde giyinir kuşanırım kime ne diye türünden içi boş söylemlerle kendi kendimize ahkâm kesmeyelim. Mutlaka örtünmenin hak ve hukukunu yerine getirmemiz icab eder. Bakınız öyle örtünenler vardır ki; örtünmenin hak ve hukukuna riayet edilmediği içindir haklarında örtünür çıplaklar dense yeridir. Öyle ya, örtünmekten maksadımız kısmen açık örtünmek, kısmen kapalı örtünmek ya da vücut azaları belli olacak türden örtünerek gezip dolaşmaksa, biliniz ki İslam’da böylesi setr-i avret örtünme adabının dışında ki tüm örtünme biçimlerine asla cevaz yoktur. Bikere setr-i avret usulü ve adabınca örtünme kısmilik ve bölük pörçüklük kabul etmez, illa ki tam tekmil setr-i avret usulü örtünme yekpareliği yani bütünce ehram olmayı gerektirir. Kelimenin tam anlamıyla ister adına tesettür örtünme diyelim ister ehrama bürünmek diyelim hiç fark etmez mutlaka setri avret hal üzere örtünmek gerekir ki, takva libasından maksat hâsıl olmuş olsun.
Malumunuz, erkeğin avret mahalli (avret yeri) diz kapağı ile göbek arasıdır, kadının ise saçların tüy bitiminden başlayıp kulak yumuşağının çene altına kadar ki kısımdır, yani görünen el, yüz ve ayaklar dışında kalan tüm bedendir. İşte müminler bu örtünme usul ve adablarına uymakla zarafet ve asalet timsali hal üzere konumda kendilerini özgür ve rahat hissedecekleri muhakkak. Hem nasıl kendilerini özgür ve rahat hissetmesinler ki bikere örtünmeyle avret yerlerin ulu orta sergilenmesine mani olunduğu gibi kem gözlerden ve haram nazarlardan korunarak kelebek misali cennet hatırası diyebileceğimiz giysiyle her ortam ve şartlarda seyri âlem eylenmiş de olunur. Madem öyle, örtünmeyi hafife almamakta fayda vardır. Aksi halde ruz-i mahşerde Allah indinde hafife alınanlardan oluruz. Nitekim Resulullah (s.a.v) Ruz-i mahşerde olacak olanları şöyle ortaya koyar da: “Cehennem halkından iki sınıf insan var ki, birincisi sığırkuyrukları gibi kamçıları olan, onlarla insanları dövenlerdir. İkinci grup ise giyinmiş, fakat çıplak kalan erkeklerin kalplerini kendilerine meylettiren vücutlarını sağa sola eğip çalımlı yürüyen kadınlardır. Onların başları Horasan develerinin hörgüçleri gibidir. Bunlar cennete giremezler. Oysa o koku çoktur, ama çok uzun mesafelerden duyulmaktadır” (Müslim).
Hiç kuşkusuz cennet hatırası örtüyü bir şekilde bir şekilde örtünmesine örtünüyoruz ama cennet hatırası örtünmekten maksat iklim şartlarına göre kılıktan kılığa girip şekil almak değil, bilakis örtünmekten temel amaç Allah’ın örtünme emrini yerine getirmektir. Bu maksadın dışında şayet iklim şartlarına göre soğuktan korunmak ya da bunaltıcı sıcaktan serinlemek maksatlı örtündüğümüzü düşünüyorsak çok büyük yanılgı içerisindeyiz demektir. Hele birde sırf dikkat çekmek için örtünülüyorsak o zaman vay halimize. Oysa örtünme ne iklim şartlarına göre kılıktan kılığa şekil almak ne de dikkat çekmenin bir aracıdır, bizatihi Allah’ın emrini yerine getirme aracıdır. Zira Hz. Âdem (a.s) ve Havva anamız dikkat çekmek için örtünmüş değillerdi, bilakis usulü adabınca Allah’ın rızası doğrultusunda cennet yurdunda rahatça gezinmeleri için örtüye bürünmüşlerdi. İyi ki de Hz. Âdem (a.s) ve Hz. Havva annemize cennet libası bahşedilmiş oldu da, bu sayede şu konuk olduğumuz fani dünyada cennet hatırası örtüyle yüzleşivermiş olduk. Sadece yüzleşmek mi, bunun yanı sıra örtünmeyle hayâ perdesine bürünüp hayânın imandan bir cüz olduğunun idrakine ermiş olduk. Yetmedi bu arada şeytanın Âdem (a.s) ve Havva anamıza bin bir türlü desise ve vesveseyle yasak ağacın yemişinden yedirmesinin arka planında ki esrarı da idrak eder olduk. Aslında ağaç bahane, şeytanın tüm derdi davası çabası bin bir türlü hile ve desiselerle hayâ libasını bertaraf edip avret yerlerini görünür kılmakmış. Nitekim öyle de oldu. Ki, Yüce Allah (c.c) bu hususta; “Derken onların kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı…” Araf suresi 20. ayetle başlayan ayet meallerinde şöyle açıklık getirir:
“Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o ayıp yerlerini kendilerine göstermek için ikisine de vesvese verdi ve şöyle dedi: ‘Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız yahut ebedilerden olacağınız için, yasak etti.’ Bir de onlara, ‘Şüphesiz ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim’ diye yemin etti. İşte bu suretle ikisini, (o ağaca) tenezzül ettirdi. Ağacı tattıkları anda ise o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet yapraklarından üst üste örtmeye başladılar. Rableri de ‘Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? “Şeytan size muhakkak apaçık bir düşmandır” demedim mi? diye nida etti.” (Araf, 20-22).
Evet, ayet meallerinden de anlaşılacağı üzere şeytan’ın onca hinliği, onca çabası imandan bir şube olan hayâ perdesi melekenin etki gücünü kırmak içinmiş meğer. Yüce Allah’ın hikmetinden sual olunmaz elbet, ancak insanoğlunun imtihanı bu ya, nihayetinde şeytanın binbir türlü desiseleri ben-i âdemin yerinden yurdundan edip asli vatanından geçici yurduna göç etmesine yetmiştir. Anlaşılan o ki avret yerlerinin açılması hayâ duygularını bir anda silip süpürmeye yetiyor. Dahası hayâsızlık her türlü felakete davetiye çıkarıyor da. Nasıl mı? İşte görüyorsunuz gün geçmiyor ki iffet, edep, mahremiyet ayaklar altına alınmasın. Malumunuz mahremiyetin kalmadığı yerde iffet, iffetin olmadığı yerde ise hürmet kalmaz. Artık bu noktadan insanlarda aşırı bir şekilde dünyaya tamah da baş gösterir. Derken dünyaya düşkünlük nefse köleliği beraberinde getirir. Öyle ki, bu aşırı düşkünlük kadınlarda vücudunu teşhir edecek derecede kadınlık ruhunu bertaraf eden unsur olur da. Tabi bu arada şeytan da fırsattan istifade boş durmayıp üst perdeden kadınlara yönelik “Ana ve babanızı cennet elbisesinden dünya çıplaklığına dönüştürdüğüm gibi sizlerinde hayâ perdesini çözecek örtünüzü üzerinizden almak benim asli görevimdir” deyip habire telkinde bulunmayı ihmal etmeyecektir. Belli ki bu telkin boşa değil, bilakis “O topraktan bense ateşten yaratıldım” hırsıyla yapılan bir telkindir bu. Ki, Yüce Allah bu hususta “Ey Âdem'in çocukları! Şeytan avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak anne babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın (Araf, 27) beyanıyla bu durumu teyit ettiği gibi, Yüce Allah (c.c); Âdem ve Havva’nın zürriyetinden gelecek tüm kullarına yönelik “Ağacın meyvesini tattıklarında avret yerleri kendilerine açıldı. Bunun üzerine (hayâ duygusu ile) cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara şöyle seslendi... Ey Âdem'in çocukları! Size avret yerlerinizi örtecek ve size süs olacak. Elbise indirdik; takva elbisesi.. İşte bu daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar” (A’raf 20–27) diye öğüt verir de.
Tabii, Yüce Allah kullarını çok önceden öğütlese de şeytan boş durmayacaktır. Baksanıza şeytan cennette Âdem ve Havva’ya tuzak kurup asli vatandan mahrum ettiği yetmemiş gibi, birde bunun üstüne üstük dünyada iken Âdem ve Havva'nın zürriyetinden kıyamete kadar türeyecek tüm insanlığı ilahi yoldan saptırmak için ne gerekiyorsa onu yapmanın çabası içerisinde habire. Hele ki, Yüce Allah’ın yarattığı kulları arasında bilhassa müminlerin yeryüzünde cennet hatırası libasla dolaşmamaları için elinden geleni ardına bırakmamakta da. Zira şeytan şunu çok iyi biliyor ki: bir insanın ar damarı çatlayınca imanını çalmak çok kolay olacaktır, elbette ki bu uğurda elde avuçta her ne hile, her ne desise, her ne sinsi planı varsa tüm kozlarını oynamaktan asla geri durmayacaktır.
Şeytan tüm kozlarını oynaya dursun, şurası muhakkak Allah (c.c), tüm canlıları anadan üryan çıplak yaratmış, ama insanın diğer mahlûkattan ayrıcalıklı dikkat çeken bir farkı var ki, o da yaratılışında cennet örtüsü diyebileceğimiz özel örtüyle donatılmış olmasıdır. Hiç kuşkusuz bu fark, eşrefi mahlûkat olmanın nişanesi bir farklılıktır. Hem yaratılışımızdaki libasımızı hatırlamasak da sonuçta bu hususta Kelam-ı Kadimde örtünme emrinin varlığı bu nişaneyle yeryüzünde dolanmamızı gerektirir. Hele ki böylesi bir emir yücelerden geldikten sonra bizim yapacağımız tek şey Allah’ın emre itaat etmek olmalıdır. Nitekim Yüce Allah (c.c) Kelam-ı Kadiminde Habib’inin ve hane-i saadet aile efradının nezdinde tüm ümmetine şöyle buyurur:
-“Ey Peygamber! Hanımlarına kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden tanınıp eziyet edilmemeleri için daha uygundur. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Ahzab, 59)
-“(Habib’im) Mümin kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boyun, kulak, baş, kol ve bacak gibi yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz, eller, ayaklar) müstesna. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (göğüs ve boyunlarını) göstermesinler, zinet (yer)lerini ancak şu kimselere gösterebilirler:
Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalamamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nur,31).
İşte, ayetlerden de anlaşıldığı üzere bir mümin kadın her ne surette olursa olsun yabancı erkeklere karşı örtünmesi dini bir vecibedir. Zaten kadın yaratılış mayası itibariyle hayâ libasıyla donatılmıştır. Ama yine de mayasına uygun zahirende bunu taçlandırması gerekir ki, kendini kem gözlerden ve haram bakışlardan koruyabilsin. Zira kadının tek koruyucu zırhı örtüsüdür. Ve bu örtü sayesinde asalet zırhına bürünmüş olur. Malumunuz İslam’da cariye azad olur olmaz derhal örtünmezse vakit içerisinde kıldığı namaz ifsat olmakta, bu durumda örtünüp yeniden namazı kılması lazım gelir. Çünkü bir cariye için örtünme farzının yerine getirilmesi ancak azad edildiği andan itibaren geçerlilik kazanır. Böylece azad olmuş cariye örtünme farziyetini yerine getirmekle birlikte bir anda özgürlük nişanesine kavuşmuş olur. Bakınız Hane-i Saadet hanımları “ (Ey Peygamber hanımları) evlerinize oturun. Evvelki cahiliye çıkışı gibi çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin” (Ahzab,33) ayetine muhatap olduklarında derhal gereğini yapıp özgürlük nişanesi asalet örtüsüne bürünmüşlerdir. Tabii ki, Hane-i Saadet annelerimizin muhatap alınması tüm mümine hatunların muhatap alınması demektir. Bundan daha da ötesi Hane-i Saadet annelerimizin tüm Ümmet-i Muhammed hanımları için örnek teşkil etmesidir. Malum örnek alınmadan uygulamada bir takım sıkıntıların yaşanılacağı muhakkak. İlla ki örneğin varlığı hem muhataplığın tasdikini hem de uygulamanın gerekliliğini elzem kılar. Hele ki ehl-i beyt, öyle bir ailedir ki, Resulullah (s.a.v)’de bir hadis-i şeriflerinde mealen şöyle der:
-“Hz. Nuh'un zamanında, nasıl ki Hz. Nuh'un gemisine binen halas olmuştur. Ondan geriye kalan helak olmuş olduğu gibi, bir fitne zamanında benim Ehl-i beytime tabii olan da halas olacak onlardan geriye kalan, muhalefet eden de helak olacak.'' İşte bu hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere Cenab-ı Mevla (c.c) ehlibeytten pisliği necaseti götürmek, izale etmekle bu arada onları kıyamete dek örnek alacak Salih kullarını da temizleyip kurtuluşa erdirmek muradındadır.
Evet, mahremiyet hassasiyetimiz örtünmeyle anlam kazanmakta. Ama gel gör ki, bir takım aklı evveller örtüsüzlüğü çağdaşlık olarak lanse etmekteler. Oysa bu nasıl bir çağdaşlıksa artık kadın erkek birbirinden ayırt edilemeyecek derecede seçilemez oldu. Namus filan hak getire, sözde çağdaşlıktan dem vuranların zifiri karanlıkla ak sütün içindeki ak kılı ayırt edemeyecek kadar kalplerinin köreldiğinin farkında bile değillerdir. Neredeyse aileleri şaşkına dönüştürüp teşhircilik vs. daha nesi nesi gibi kirlilikler tek safiyet gibi sunulmakta, Aslında içine düştüğümüz bu hal vaziyet ne denli değer kaybına uğradığımızın hazin bir göstergesidir. Sadece tek hazin bir gösterge olsa belki bu denli gam yemeyiz, ama öyle önümüze bizi içten içe parçalayan ve evlatlarını yuvasından koparacak bir hazin tablo ortaya koymuşla ki; o da malum, her geçen gün aile ocaklarının çökme yönünde alarm vermesidir. Şayet hal vaziyet böyle giderse artık yuva kurmak ve aile olmak bir hayal olmaktan öteye geçemeyecektir. Madem hal vaziyetimiz vahim durum da, o halde ne yapıp edip bir an evvel bu kör kuyudan çıkmanın icabına bakmalı.
Peki, icabına bakalım iyi hoşta bu noktada çözüm ne? Aslında çözüm gayet çok basit, mesela tüm müminler oruç ibadetiyle nasıl ki hem iç hem dış dünyalarını kontrol altına alıp nefislerini dizginleyebiliyorsalar, aynen öyle de mümine hatunlarda cennet örtüsüne bürünmekle de kendilerini kem gözlerden ve haram bakışlardan korumaya alarak meseleyi kökten çözmüş olacaklardır. Mesela bir başka çözüm yolu da aile ocağını tüttürmekle. Nasıl mı? Hiç kuşkusuz aile müessesesinin korunması noktasında gençleri evliliğe teşvik etmek en büyük çözüm yolu olacaktır. Böylece evlilikle birlikte eşler birbirinin örtüsü olmuş olurlar. Nitekim Yüce Allah bu hususta “Onlar sizin elbiseniz, sizde onların elbisesiniz” (Bakara 187) beyan buyurmakla bu gerçeğe işaret etmiştir. Öyle ki Peygamberimiz (s.a.v) bu hakikat ışığında “Ben ümmetimin çokluğuyla övünürüm” buyurmuştur. Madem öyle, bir ömür boyu tek baş yastıkta eşlerin birbirine örtü olduğu aile ocaklarını tüttürmek varken, örtüsüz yuvasızlığa özenmek niye? Hatta bu işin lemi cimi niyesi de olmaz, kültürel yozlaşmalar ve tahribatlar karşısında yapacağımız tek şey aile ocaklarını tüttürmek olmalıdır. Gerçekten de yuvasızlık ve eşsiz hayat örtüsüzlük demektir. Bakmayın siz öyle ‘Bekârlık sultanlıktır’ deyip ahkâm kesenlere, kazın ayağı hiçte öyle değil, tam aksine tek başına hayat çoraklık ve çöllük demektir. Bir anlamda evlilik dışı hayat aile ocağının temellerine dinamit koymaktan farksız üstü açık çıplak ocak ve çıplak hayat demektir. Bu yüzden bizim kültür kodlarımız bu dünyada başıboş avare avare dolanmayı ve örtüsüz çıplak hayat yaşamayı kaldırmaz, bunu ancak ar damarı çatlamış kendi kültür kodlarına yabancılaşmış mankurtlar kaldırır. Şayet böylesi bir hayatı aramızda birileri bize reva görmek isteyenler varsa, şunu iyi bilsinler ki böylesi bir arzız hayatı kendimize zül addederiz.
Örtünmek bağrında o kadar çok mühim edep hazinelerini bünyesinde taşır ki, tarihler Hicretin otuz beşinci yılına dayanıp geçtiğinde Hz. Osman (r.a) hane-i saadetinde Kur’an okur bir haldeyken o sırada isyancılardan birkaçı ellerinde ki meşale ile dış kapıyı aleve vermeye başlamışlardı. Derken isyancılar alevler içerisinde halifenin muhafızlarını yangın söndürmekle meşgul edip odaya daldıklarında Hz. Osman (r.a)’ın hanımı Naile annemiz şaşkın bakışlar içerisinde yerinden fırlayıverdiğinde başörtüsünü çekiverdiler. Düşünsenize böylesi bir baskın ve arbede içerisinde bile Hz. Osman (r.a) hanımına; ‘Ey Naile! Başını ört, öldürülmek bile senin başının açık kalması yanında hafif kalır’ demekten kendini alamayacaktır. İşte şehit düşeceği esnasında bile dile getirilen örtü hassasiyeti budur. O dile getirmese de hayâ deyince ilk evvela Hz. Osman akla gelir zaten. Hakeza Peygamber kızı Fatıma annemizin de örtü hassasiyeti öyledir. O da malum; “Ben ölürsem beni gece defnedin ki erkekler beni görmesin” diyecek kadar hayâ sahibi can yürek bir annemizdir.
Velhasıl-ı kelam; her iki misalde de anlaşılan o ki, ölürken bile örtü hassasiyeti ecel şerbeti gibidir.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/ortunmek-asal ... ,4818.html
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön