SARAH İLE MUSA

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

SARAH İLE MUSA

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

SARAH İLE MUSA
SELİM GÜRBÜZER
Bakın Fûzulî aşk’ı şöyle tanımlıyor:
“Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak.”
İşte asırlar öncesinde dile gelen böylesi bir aşkın gözyaşı seliyle birlikte tarihler 1996 yılını gösterdiğinde ‘Sarah ile Musa’ ikilisinde bir başka biçimde yansımıştı. Öyle ki, Fuzuli’nin “Divan-ı leylî vü Mecnun” mesnevisinde yer alan ‘Leyla ile Kays’ arasında geçen ve sonrasında ayrılıkla biten o aşk öyküsünü yeniden Kahramanmaraş’tan İngiltere’ye uzanan Sarah ile Musa’nın aşkında hafızamızda yeniden tazeler olmuştuk.
Malumunuz o günlerde iç ve dış basında gündemden hiç düşmeyen bir Musa'mız vardı, birde Sarah'ımız.
Musa, Anadolu topraklarında geleneksel değerlerle yoğrulmuş, yüreği saf ve sevgi dolu bir delikanlımızken Sarah ise sürekli çevresince horlanıp, aynı zamanda hakkında şişmansın, çirkinsin denilerek rencide edilmiş bir İngiliz kızı olarak bağrımıza basmak istediğimiz bir gelinimizdi. Neyse ki, Sarah ailesiyle birlikte tatil için Alanya'ya geldiğinde garsonluk yapan Musa’yla tanıştığı gün, kendi doğup büyüdüğü ülkesinde onca rencide edilmişlikten sonra onun tutku gözlerinde kendi insanlığını bulmuş ve en nihayetinde gelinimiz olmasını bilmiştir. Elbette ki Sarah’ın da yuva kurup mutlu olmak en tabii hakkıydı. Amma velakin gel gör ki; İngiltere’de kadın erkek ilişkileri içi boş, ruhsuz ve sınır tanımaz özgürlük çığırtkanlığı çerçevesinde seyrettiği içindir Sarah'ın bu halini bir türlü içlerine sindiremedikleri gibi birde bunun üstüne üstük dünya çapında çok büyük kamuoyu baskısı oluşturarak gelinimizi aramızdan alıp kendi ülkelerine götürdüler. Oysa Musa, Mecnun misali saf duygularla Sarah’ı sevmiş ve onu olduğu gibi kabul edip öyle nikâh kıymıştı. Ancak İngiltere bu ya, hemen durumdan vazife çıkarıp bir yandan 13 yaşında bir kızın imam nikâhı ile evlenmesine pek hoş gözle bakılmazken diğer yandan aynı İngiltere bu yaşlarda bir kızın nikâhsız cinsel bir ilişkide bulunmasını cinsel özgürlük olarak hiçbir sakınca görmeyerekten yaman bir çelişki içerisine girebiliyor. Bizde ki durum farklı elbet, on üç yaşında bir kızla nikâhsız ilişkiye girmeyi asla tasvip etmeyiz, illa ki aralarındaki bağı nikâh bağıyla taçlandırmalarını ön şart olarak görürüz. Dahası nikâh dışı birliktelikleri nefsi arzularının kölesi gayri meşru ilişki olarak görürüz. Kaldı ki meseleye şer’an da böyle bakmamız da gerekir zaten. Nitekim her iki kültür kodu arasında ki farkı Sarah ile Musa çiftinin izdivacında yaşanan hadiselerde en net bir şekilde görebiliyoruz da. Onlar meseleye kendi zaviyelerinden öyle baka dursunlar, bu mesele su yüzüne çıktığında başta İngiltere ve Türkiye olmak üzere birçok ülkede gündemden düşmeyen herkesin merakına mucip konu olduğu gibi bizi de içten içe üzen bir hadise olarak kendi coğrafyamızda yankı bulur. Öyle ki, o yıllarda Türkiye tarafında basın ve televizyon aracılığıyla bu izdivacın yankısını günlük takip edenler yeniden Leyla ile Mecnun aşkını hatırlar oldular da. Dahası Türk halkının algısında Mecnunun aşk uğruna düştüğü çöl, bu kez üzerinde güneş batmayan imparator sahrası olmuştu. Derken bu aşk iksiri güneş batmayan Büyük Britanya ülkesi sahrasına dalga dalga yayıldıkça diğer coğrafi alanlarda da birbirlerini seven çarpan gönüllerde bir başka heyecan uyandıran bir hadise olmuştu.
Peki, dünya sathına yayılan bu aşk dalgası Batı yakasında nasıl ele alındı? Nasıl ele alınsın ki, bikere Batı insanı bu noktada aşk nedir ne değildir bilmez ki. Bu yüzden Sarah ve Musa’nın tertemiz masumane aşkına bir anlama veremeyip hep ön yargı çerçevesinden yaklaşmışlardır. Hadi anlam veremeyip aval aval bakmalarını anladık ta, birde durumdan vazife çıkarıp dünyanın gündeminde kriz üretmelerine ne demeli. Baksanıza o günlerde İngiliz medyası habire meseleyi dünya gündemine taşıyarak Sarah’ın Musa’ya olan ilgisini uluslararası skandal bir boyut kazandırmışlardı. Derken Sarah üzerinden uluslararası arenada Türkiye karşıtı kamuoyu oluşturma çabasına girmişlerdir. Dedik ya, Musa yakışıklı, bir o kadar da gözde efendi delikanlımızdır. Öyle ya, böyle yakışıklı bir genç, nasıl olurda tonton, pekte güzel olmayan Sarah’a bu denli ilgi duyar bir türlü içlerine sindirememişlerdi. Aslında sindirememelerine şaşmamak gerekirdi, zira kendi kültür coğrafyalarında eşine nadirde olsa rastlanmayan bir hadiseyle karşı karşıya idiler, dolayısıyla böyle bir olaya ne akıl sır erdirebildiler, ne de bir anlam verebildiler. Elbette anlam veremezler, bilmedikleri bir şey vardı ki, o da aşk denen hadise sadece yaşanınca ancak akıl sır erdirilebilen bir duygu selidir. Hele ki sevgi ikliminden yoksun İngiltere gibi toplumlar isteseler de aşkı anlayamazlar zaten. İşte aşk bu ya, ne kitapla ne kalemle ne de sözle anlatılabilir. Hem nasıl anlatılsın ki, her şeyden önce aşk haldir, kâl (söz) değil ki, illa insanın yüreğinde yaşaması gerekir ki aşkın ne olduğunu idrak edilebilsin. İşte İngiliz basınının şaşa kalıp da çözemediği romantizm durum bu. Belli ki idrak edemedikleri aşk gerçeği bizatihi yaşayarak idrak edilebilecek aşkın gözyaşı selinde gizlidir. Düşünsenize, Sarah kendi kucağında büyüdüğü toplumunda tatmadığı aşkı Musa'nın sevgi dolu yüreğinde hissettiğinde iç dünyasında kim bilir ne fırtınalar kopmuş olsa gerek ki Musa’ya bir anda gönlünü kaptırabiliyor. İşte aşk budur.
Hiç kuşkusuz Musa ile Sarah ikili serüveninin önümüze koyduğu tabloda yer alan o deruni aşkın yanında bir de işin ucunda iki toplum arasında ki derin kültür farkının varlığı da söz konusudur. Bikere Musa her şeyden önce Türk toplumunun sevgi dolu bağrından çıkmış kendi geleneksel çevrenin değerleriyle yoğrulmuş bir simge isim, Sarah ise İngiltere toplumunun bir ferdi olmakla beraber Anglosakson İngiliz kültüre başkaldırışın bir simge ismidir. İşte bu iki simge isimden hareketle şunu çok rahatlıkla diyebiliriz ki Anadolu’ca tavır, merhamet, dürüst ve vakur gibi hasletler Musa’nın şahsında abideleşmiş Türk toplumuna özgü yapısını ortaya koyarken Sarah ismi üzerinden ortaya çıkan itilmişliğin, aşağılanmanın, hor görülmüşlüğün yansıması diyebileceğimiz hasletler ise İngiliz toplumunun yapısını ortaya koyan bir durumdur. İyi ki Sarah bir Türk'e gönlünü kaptırıverdi de Batı ve Doğu arasında ki farkı bir kez daha net bir şekilde görebilmiş olduk. Hem görmemek ne mümkün, baksanıza Batı toplumu meseleye reşit olmamış bir kızın genç bir delikanlıya gönül vermişliğini sıradan bir ilişkisi olarak değerlendirirken, biz ise onların tam aksine meseleye karşılıklı bir gönül yanması olarak baktık. İşte aramızda ki belirgin fark bu. Üstelik bu olay dünya gündemine oturduğunda gönül dünyasından bihaber İngiltere kamuoyu ve yetkililerince, reşit olmamış küçük bir kızı alıkoyma şeklinde basit magazinsel algı operasyonu ve paparazzilere konu olacak şekilde piyasaya servis etmişlerdir. Onlar meseleye uluslararası basit magazinsel ve diplomasi kurallar boyutunda tavır takına dursunlar oysa Sarah ve Musa için yok diplomasi kurallarmış yok şuymuş yok buymuş hepsi vız gelip tırıs gider misali hiç umurlarında olmaz bile. Kaldı ki buram buram aşk kokan bu topraklarda bu tür deli saçması diplomasi kurallar ‘gönül ferman dinlemez’ ilkesi gereğince hiçbir geçerlilik hükmü olmaz da. Hem ortada bir gönül yanması denen bir hadise söz konusu iken nasıl olurda işi magazinsel boyuta taşırlar ya da diplomatik çerçeveye oturturlar doğrusu anlamak mümkün değil. Aslında işin iç yüzünü irdelediğimizde İngilizlerin tek dert davaları ne diplomasi kuralların ihlali ne kendi Anglosakson örf, adet ve kurallarının ihlal edilmesi ne de şu veya bu mesele, bilakis asıl dert davaları Sarah’ın Müslüman olmasının doğurduğu hazımsızlıktır. Hatta Sarah’ın kucağında yaşadığı toplumun kültür dokusuna karşı koyduğu tavır onları ciddi manada rahatsız olmuş olsa gerek ki bu hadise kimyalarının bozulmasına ziyadesiyle yetmiştir. Tabii ki böylesi bir tabloyla karşı karşıya kalan İngilizlerin kimyası bozulmayacak ya da keyfi kaçmayacak da ya kimin kaçacak? Zaten o yıllarda kimyalarının bozuldukları yüz ifadelerinden o kadar net açık bir şekilde kendini belli ediyordu ki; güya Sarah’ın akıl sağlığı yerinde değilmişçesine meseleyi daha da ileri bir boyutlara taşıyıp manipüle edeceklerdir. Derken bizim olan topraklarda masumane bir şekilde başlayan aşk hadisesi bir anda uluslararası arenada skandal bir vaka hale gelir. Ve akabinde İngiliz hükümetinin bu meseleye bizzat el atmasıyla birlikte hem iç hem dış kamuoyunda daha da tansiyonun artmasına neden olacak bir süreç yaşanır. Bu arada İngiliz yetkililer habire kızın annesine “Sarah’ı geri getirmezseniz elinizden alıp annesi olmadığını ilan ederiz” şeklinde gözdağı vermeyi de ihmal etmezler. Dahası olayı kendi lehlerine çevirecek her türlü metodu uygulamaktan geri durmayacaklardır. Böylece İngilizler dünya kamuoyunu yalan yanlış haberler ve algı operasyonlarıyla yönlendirip kendi lehlerine netice alırken Türkiye ise o yıllarda İngilizlerin algı operasyonlarını boşa çıkartacak hamle becerisi gösteremeyecektir. Derken beceriksizliğimiz yüzünden bir çırpıda Sarah elimizden çıkıverir de. Nasıl çıkıvermesin ki, eski Türkiye’nin zihinsel kodlarında hamle yapmak pek kolay gözükmüyordu. Bilenler bilir o tarihlerde uluslararası diplomatik alanda şahsiyetli bir dış politika ağırlığımız olmadığından hemen dünya kamuoyunun baskısı karşısında pes ediverince garibim Musa kaderiyle baş başa bırakılmıştır. Tabii Türk kamuoyu bunu içine sindiremeyecektir tepkisini ortaya koyar da. Şayet Türk kamuoyu meseleye sessiz kalsaydı garibim Musa öyle kolay kolay 28 gün yattığı ceza evinden çıkacak gibide gözükmüyordu. Sarah ise malum bağrımızdan koparıldığından artık bundan böyle aramızda olmayacaktı. Hadi aramızda olmaması neyse de, peki ya gelinimiz olarak bağrımıza bastığımız Sarah’ı kendi ellerimizle teslim etmenin toplum vicdanında açtığı derin yara nasıl kapanabilirdi ki. Maalesef o günün devlet ricali kendi toplumunun vicdanının sesine kulak vermek yerine içimizi sızlatan hazin kararlara boyun eğmeyi yeğlemişlerdir. Zaten böylesi bir tutum karşısında Türk halkına ‘Ya sabır’ demekten başka seçenek kalmaz da. Hele o yıllarda vesayet odaklarının güdümünde hükümetlerin işbaşında olduğunu düşündüğümüzde halkın ‘Ya sabır’ diyerekten yüreğine taş koyması son derece manidar bir durumdur. Derken gözden uzak olan gönülden de uzak kalır misali Sarah ile Musa arasındaki aşk bundan böyle hariciyemizin beceriksizliğine kurban giderekten git gide tükenmeye yüz tutacaktır. Sarah için bundan böyle aşkın kesintiye uğramasını dert edinmek yerine daha çok hamile kaldığı çocuğunun sağ salim dünyaya gelmesi çok önem arz edecektir. Ve en nihayet doğum gerçekleşir de.
Evet, o yıllarda içler acısı yaşanan bu süreçte en çokta zor durumda kalan hiç kuşkusuz Musa’dan başkası değildi. Bir an kendimizi Musa’nın yerine koyduğumuzu varsaydığımızda bir yandan Sarah’tan koparılmanın verdiği hüzün derin yaralayacaktır bizi, diğer yandansa oğul Muhammed'i görememe hasreti bizi yaralayıp çökertecektir. Her ne kadar Musa o yıllarda sanal âlemde görüntülü bir nebze olsun evlat hasretini gidermeye çalışsa da bikere adı üzerinde sanal âlem, gerçek âlemdeki gibi kucaklayıp sarmalayaraktan doyasıya hasret gidermenin yerini asla tutmayacaktır. Bundan daha da öte yüzleşilmesi gereken bir hakikat vardı ki; o da malum tüm dünyanın gözünün içine baka baka Musa’yı gönül verdiği Sarah’ından ve evladından koparılma gerçeğidir. Bu gün bu hakikatle yüzleşmek istemeseler de bir gün elbet Musa ve Sarah’a bu muameleyi reva görenler tarihin derin vicdanında mahkûm olmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Nitekim tarihte bu tip alavere dalavere kirli ellerin oynadığı oyunlar yüzünden insanlık hala bir nebze olsun nefes alamaz durumdadır. Şöyle etrafımıza dönüp bir bakalım hiçbirimizin yaşadığımız anla ilgisi yok gibi, hemen herkes günü kurtarma peşinde. Aşkmış, sevgiymiş kimin umurunda ki, varsa yoksa kişisel egolar ön planda ağırlıklı bir değerdir. Tabii değerler altüst olunca meydan aşkın gözyaşı selini tıkama rolünü üstlenenlere kalmakta. Baksanıza adamlar en son tahlilde dünyanın insan hakları ve özgürlükler çizgisine geldiği noktada bile bugün olmuş halen dünyadaki tüm mazlumlara yönelik işlenen zulümlere karşı kayıtsız kalmaktan yüksünmemekteler. Ah bu adamlar mazlumların yakasından bir düşseler tüm insanlığın sevgi arayışına koyulması an meselesidir. Belli ki tüm insanlığın soluklanmaya ihtiyacı var. Ah tüm insanlık bir avuç küresel aktörlerin algı operasyonlarından yakayı kurtarıp bir soluk alabilse sevgi deryası için yola koyulur da. Zira tarihte bugüne nice badireler atlatan tüm insanlık kendisine uzanacak sevgi dolu şefkatli ellerin yeniden doğuşunu bekler haldedir. Dahası tüm insanlık Yunusça “Yaradılanı sev Yaradandan ötürü” diyecek bir sevgi yüreğinin ve Mevlana’ca “Gel, Yine gel, Ne olursan ol, Yine gel! İster kâfir ol, ister putperest ol, ister Mecusi, istersen yüz kere tövbeni bozmuş ol tövbeni… Yine gel” diyecek bir Gönül abidesinin yolunu gözler haldedir.
Öyle anlaşılıyor ki, Sarah ile Musa aşkında tüm insanlığın alacağı nice ibretlik dersler vardır. Madem ibret alınması gereken dersler var, o halde daha ne duruyoruz:
Geliniz hep birlikte Yunus'un yürüdüğü sevgi iklimine doğru yürüyelim.
Geliniz bu kutlu yürüyüşte sevgi pınarlarından doyasıya kana kana içmek tek gayemiz olsun.
Geliniz Yunus’un Tabduk'un kapısını aşındırdığı gibi bizde sevgi eşiklerine yüz sürmüş olalım.
Geliniz Necip Fazıl’ın ‘O ve ben’ eserinde dile getirdiği şekliyle, bir başka ifadeyle Seyyid Abdülhakim Arvasi’ye bağlılığında olduğu gibi candan bağlı kalalım ki hem sevgi pınarlarından kana kana içmek nasip olsun, hem de kendimizi Mevla’ya adamış halde vuslata ermek nasibi müyesser olsun. Böylece bu sayede çağın kirliliğinin üzerimizde oluşturduğu o stres sarmalına ve çelişik hayat tarzına meydan okunmuş olur.
Şurası muhakkak; kıyamete kadar hak ve hakikat kapısı kapanmayacak, her devirde seven ve sevilen arasında cereyan eden Hakka vasıl olacak gönül bağının devam edeceğine inancımız tamdır. Çünkü kâinat aşk üzere yaratılmış, bu yüzden on sekiz bin âlemin ilahi aşk üzerine deveran eylemesine şaşmamak gerekir. Bakınız zikredilen Levlake hadisinde Yüce Allah (c.c); “Ey Habibim! Sen olmasaydın, Sen olmasaydın felekleri (kâinatı) yaratmazdım’ diye beyan buyurmakta. İşte bu hadis-i kudsiden anlaşılan o ki, sevgi ve aşk kervanı kıyamete kadar sürecek tek hakikat olgusudur. Madem ilahi aşk tek hakikat olgusu, o halde sevgiden, aşktan mahrum kalmak niye? Ya aşka talip olup özümüze döneceğiz, ya da kuru meşe odunu misali kurumuş olacağız. Ki; birincisinde ruh kökünde diriliş vardır, ikincisinde ise ruh kökünden kopuşla birlikte yok olmak vardır. O halde kuruyup yok olmamak için bu kez kendi nefsimize dönüp tarihi şahsiyetler üzerinden şu çağrıyı yapmakta fayda vardır:
Bak ey Nefsim! Şayet Osman Gazi, Şeyh Edebali’ye içten bağlanmasaydı Osmanlı’nın kuruluş mayasını çalabilir miydi? O halde sen sen ol Osman Gazi’nin Şeyh Edebali'ye duyduğu o içten bağlılığa benzer bağı, günümüz dünyasında var olan Gönül sultanlarının sinesinde gönül bağını kur.
Bak ey Nefsim! Şayet Fatih, Akşemseddin'in eşiğine yüz sürmeseydi İstanbul’u fethedebilir miydi? O halde sen sen ol Fatih’in Akşemseddin’in eşiğine yüz sürdüğü heyecanı gönlünde diri tut. Diri tut ki günümüz Gönül Sultanlarının eşiğine yüz sürdüğünde gönül dünyan fethedilmiş olsun.
Bak ey Nefsim! Şayet Yavuz Sultan Selim Han, âlimin bindiği atının ayağından sıçrayan çamurlu kaftana hürmette tazimin aksi bir istikamette yol yordam adab usul ve erkân bilmez bir halde bir şahsiyet olsaydı ta Sina çöllerini aşıp kutsal emanetlere sahip çıkabilir miydi? O halde sen sen ol Yavuz’un kutsal emanetlere sahip çıktığı ruha benzer bir ruhla geçmişimizden devr olunan tüm tarihi kutsal emanetlere sahip çıkma erdemliliğini göstere ol.
Bak ey Nefsim! Şayet Ulu Hakanın öteleri gören o veli sezgisi olmasaydı yıkılmak üzere olan Osmanlıyı otuz üç yıl daha ayakta tutabilir miydi? O halde sen sen ol Filistin’de toprak satın almak isteyen Yahudi planlarına geçit vermeyen veli tabiatlı Ulu Hakanın aşkına benzer aşk ve muhabbetle Filistin’de zulme karşı başkaldırıp taş atan sapan taşlı çocuklardan ol.
Bak ey Nefsim! Şayet Kahramanmaraşlı Musa yüreğinde Anadolu ruhu taşımasaydı, aşkın gözyaşı seli İngiltere’ye kadar uzanabilir miydi? O halde sen sen ol Musa ve Sarah gibi sevginin mihrabında aşka uzanmış ol.
Bak ey Nefsim! Şayet bu çağrıları kulak ardı edip kale almazsan şunu iyi bil ki bu çağda seni robotlar idare edecektir. Gerçekten de durum vaziyet öyle değil mi? Ey Nefsim! Şöyle bir etrafına bir bakıver gerçekten de tıpkı benim gibi diğer insanlarında hiç birinin yaşadığı anla ilgisi yok gibi. Sanki topyekûn olarak ruh köklerimizi yitirmiş durumdayız. Habire günlük hayatın içerisinde debelenip duruyoruz. Şayet dert dava ekmek kavgasıysa bu alanda da sıkıntılı bir haldeyiz. Baksana gün bulup, gün yiyen fertler haline geldiğimiz o kadar net kendini belli ediyor ki, Batının tüketim çılgınlığını içimize sindirip özgürlük naraları eşliğinde modern köleler hale gelmiş bir haldeyiz. Oysa Batı sanayileşmesini bitirmiş bilgi toplumuna geçiş yapmış, şimdi ise bilgi ötesine nasıl hamle yaparım onu düşünüyor. Biz ise hala tarım toplumundan sanayileşmiş bilgi toplumu arasında bir yerdeyiz, henüz Batının geldiği seviyeyi yakalamış da değiliz. Bak ey Nefsim! Belki kendi kendine diyebilirsin ki; bu anlatılan sosyolojik gelişmelerin Sarah ile Musa’nın aşkıyla ne ilgisi var diye. Sen öyle san, basbayağı da çokta yakından ilgisi var elbet. Bikere Sarah'ın gelişmişlik yönünden en üst doruğa ulaşmış bir toplum içinde büyümüş olması, Musa’nın da geleneksel değerlerle yoğrulmuş toplumda yetişmişliği bu iki toplum arasındaki derin uçurumun çok yakından ilgisini ortaya koymak bakımdan en bariz göstergedir. Neyse ki bu derin uçuruma rağmen, yine de Musa aşkını okyanus ötesine taşıyacak kadar can yürek olmasını bilmiştir.
Malumunuz, İngiltere toplumunu sanayi makinelerinin dişli çarkları adeta öğütüp ruhsuz kılmıştır. Bu yüzden Musa’nın tâ baştan beri Sarah’a olan aşkında pürüz çıkacağı besbelliydi. Bikere Musa, sanayi toplumunda yetişmiş bir kişilik değildi, bilakis Anadolu’dan kök salan bu toprakların yeşerttiği bir kişiliktir o. İşte Sarah’ı Musa’ya bend edende bu Anadolu’ca kişiliktir. Ve böylesi Anadolu ruh köküyle kodlanmış sevda yürekli bir kişilik hiçbir kaba sığmaz da. Öyle ki bu sevda yüreklilik Orta Asya’dan start alıp oradan da Anadolu’ya, Anadolu’dan Balkanlara, Balkanlardan okyanus ötesine uzanan bir köprü bağıdır. Üstelik tarihten bugüne bitip tükenmek bilmeyen yüz yüzebildiğin kadar diyebileceğimiz engin sevgi deryasının ta kendisi bir köprü bağdır bu. Yeter ki bir insan o deryada yüzmeye azmetsin bak o zaman insanın aşkın gözyaşında kendini bulması an meselesidir dersek yeridir. Nitekim Sarah’ta sanayi toplumunun ürettiği makinenin dişli çarklarında sıkışıp bunalmış biri olarak ancak Musa’nın sevgi dolu yüreğinde kendini bulup aşkın gözyaşını hissedebildi. Daha önce hiç tatmadığı bir duygu seliydi bu. İyi ki Musa’da kendini buldu da sevgi nedir tüm dünyaya göstermiş oldu. Gelinen noktada ise artık Sarah bizden koparılmış bir halde karşı komşuları Graham Web ile evlenmiş durumda, hatta ondan iki kızı olmuş da. Tabii bu öyküde bizi ilgilendiren Musa ile olan masumane yaşanan aşkın gözyaşı seli hikâyesidir elbet, sonrası malum tam manasıyla ziyan ettirilen ayrılık öyküsüdür.
Evet, Batı sanayi teknolojisinin sırlarını keşfetmiş keşfetmesine ama gel gör ki insana ait sevgi tekniklerini keşfedememiş durumdalar. Hiç kuşkusuz Batı dünyasına bu konuda tek ışık olacak kaynak Doğu dünyasıdır. Zira ışık doğudan doğmuştur hep. Nitekim Doğuda sevgiden tutunda edebiyat, müzik, tarih, kültür, medeniyet vs. her ne ararsan var, hem de fazlasıyla var. Belli ki Cemil Meriç ‘Işık doğudan yükselir’ derken hayatında yaşadıklarından çıkardığı bir takım verilere dayanarak bu sözü dile getirmiştir. Malumunuz Cemil Meriç önceleri ruhunun susuzluğunu Paris sokaklarında aramış, fakat dört yıl oralarda dolaştıktan sonra bakmış ki, ruhunu doyurmak yönünden Batı çare olamıyor, bu kez yönünü Doğu istikametine çevirip başlamış Hind’i yazmaya. Derken kaleme aldığı kitaba ‘Bir dünyanın eşiğinde’ adını vermek suretiyle daha ilk baştan ruhunun susuzluğunu giderecek diriliş öyküsünü ortaya koymuştur. Gerçekten bu müthiş kitabın sayfalarını çevirdikçe bambaşka bir dünyanın eşiği ile yüzleşiriz de. Kaldı ki Cemil Meriç’te Hind’in Ganj’ında Doğunun aşkını ve sevgisini kaleme aldığında “Sevgi, aşk, şiir, edebiyat sarayına ancak Doğu revakından girilir” demekten kendini alamaz da. Bilmem bu müthiş yürek dolu entelektüel kalemimizin sözlerine daha ne ilave edilebiliriz ki. Elbette ki ilave etmekte ne söz, haddimize mi? Bize ancak Cemil Meriç’in işaret ettiği Doğu’nun buram buram sevgi kokan engin deryasına dalmak düşer. Sadece biz mi, elbette ki bizimle birlikte Batının da bu engin sevgi deryaya ihtiyacı var. Ancak ilginçtir, onlar yine de yaşadığımız bu coğrafyanın çok çok uzağında olmalarına rağmen bir bakıyorsun bizim Piri Türkistan Ahmet Yesevimiz, bizim Mevlana’mız, bizim Yunusumuz Doğu yakasından daha çok Batı yakasında yankı bulmakta.
Keza Sarah ve Musa ikilisinde yaşanan müthiş o aşk serüveni de öyledir. Her ne kadar bu toprakların buram buram tütsü kokan aşkı dünyanın gündemine olumsuz yönde yansıtılmış olsa da sonuçta Batı toplumlarına Doğunun sevgi deryasını hatırlattık ya, bu bile tek başına sevgi deryasının bulunmaz bir hazine olduğunu öğretmeye yeter artar da. Ki bu öğretide kendi kabımızdan okyanus ötesine uzanan ve tüm insanlığı da içine alan aşka davet bir çağrı söz konusudur. Siz bakmayın öyle bir takım aklı evvellerin evrensellikten dem vurmalarına, aslında tüm bu dem vurmalar ruhu boşluklarını dolduramamalarının yansıması dem vurmalardır. Ruhtan yoksun evrensellikten dem vurmak bir hiçliktir. Mutlaka evrensel denilen değerlere de ruh üflenmeli ki bir anlam ifade etsin. İşte bu noktada Sarah’ın cüretkâr tavrı ile Musa’nın dürüstlüğü insanlığa kurtuluş ışığı yakacak nitelikte bir değerdir. Ama ne var ki günümüzde öylesine değerler altüst olmuş ki, her fert içinde bulunduğu birtakım alışkanlıkları yıkmaya hala cesaret edemez haldedir. Ah, şöyle bir silkinip kendimize bir gelebilsek aşkın gözyaşı seli insanlığın kurtuluşuna derman olacağı muhakkak
Velhasıl-ı kelam; bunalımdan çıkış yolu Yunus’un feyiz aldığı yere doğru yürümekten geçmektedir. O halde vaktimiz dolmadan neydik edip sevgi deryasına dalmak gerektir. Aksi halde vakit dolduğunda sevgi deryasına dalmadan ömrümüzü tamamlamış oluruz ki, bu bizim için felaket olur.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/sarah-ile-mus ... ,5050.html
http://www.bayburtpostasi.com.tr/sarah- ... ,7175.html[/size]
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön