ANADOLUM!.

Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

ANADOLUM!.

Mesaj gönderen aNKa »

Ana Sayfa Haberleri ~ 06-03-2011

Resim

ANADOLUM!.
nimet SU-SU içmek

zahidzenderun-aytül cANdı..
Hakk’a yürüdü gitti yalınayaK
SEVgi SıRRında İNSANdı
Hatrasında SESin BİZE bırakaraK…


01.09.2007 Saat: 15:58 idi..
Yazmıştı ki:


Ağustos ayının başlarıydı..
Memlekete gitmemiz gerekiyordu
Amcam hastaydı..ve belki son görüşüm olur diye memleketini görmek istiyordu..
Amca baba yarısıdır.. gitme yollarda daha kötü olursun diyemedik.. ve yolla çıkmaya karar aldık.. ilaçlar, nefes âleti.. alındı besmeleyle çıktık yola

Yol temiz.. rahat yol alıyoruz.. bolu tüneli ilgimizi çekiyor.. bir yandan Neşet Ertaş çalıyor..


Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyo
Hiç bir tabip bu yarama melhem olmuyo...


Memleket havaları dinliyoruz.. sık sık konaklıyoruz.. akşama doğru Ankara’ya varacağız.. Buradaki akrabaları görüp devam edeceğiz..


Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyo
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen...


Ankara’ya vardık.. Ertesi gün “size Ankara’yı gezdirelim .. nereye gitmek istersiniz” dediler.. Hem fikir olarak Anıtkabir’e gitmeyi istedik.. Anlamadılar.. ne yapacaksınız bu sıcak da orada dediler.. Amcam nerdeyse 50 yıl önce geldiğini söyledi ve isteğimizi destekledi... Anıt Kabir’e gitme kararını böylece almış olduk

Anıt kabir’in ana giriş kapısında arabalar ve insanlar ayrı ayrı kontrolden geçirildik.. Arabasız gelenler için taşıma arabalarının mevcut olduğunu gördük.. Girişte ve gezmelerde ücret ödemedik.. Ana kapıdan merdivenlere kadar her tarafın ağaçlı ve yeşillik içinde olmasını takdir ettik.. Değişik ağaç ve çiçekler güzel bir düzen içinde ekilmişti.. Yeşil görmek bu sıcak havada insanın içini açıyordu doğrusu..

Merdivenlerden aslanlı yola ilerlemek üzereyken baktık nöbet değişimi yapılacak... Seyretmeye bir yandan töreni kaydetmeye başladık...
O aslan parçası asker evlatlarımız doğum yerlerini adlarını söyleyerek büyük bir ciddiyetle nöbeti devredip aslanlı yoldan anıtkabire doğru yürümeye başladılar.. tabii bizde...
Eskiden askerler uzun boylu gençlerden seçilirmiş.. acaba nesil mi küçüldü diye düşündük...
Çünkü askerlerin hepsi 1.60 civarıydı..
Ders kitapların da gördüğümüz yolun aslını görmek güzeldi..
Amcam ben elli yıl önce askerdeyken gelmiştim.. ne kadar zaman geçmiş diyordu..
Biz yorulur mu gene öksürük krizine tutulur mu diye düşünüp bir gözümüz onda endişeyle bakarken o gayet iyi yaşama sarılmış yürüyordu..
Daha sonra epey bir merdivenden çıkarak kabrin olduğu yeri gezdik ve duvarlara, tavanların süslemelerine, yazılmış yazılara baktık..
Sonunda çıkmadan Atanın ruhuna bir fatiha okuyalım dedik .
Yanımızda bulunan arkadaşlarımızdan biri elinizi açıp dua eder gibi yapmayın yanlış anlaşılır dedi.. Anlamadık..
Hayretle ne demek istiyor diye yüzüne baktık fakat sorgulayamadık da.. Atamın ruhuna biraz buruk biraz şaşkın gizli gizli dua ederek fatiha gönderdik..
Dışarı çıkınca sol tarafımızdaki merdivenlerden inmeye başladık...
Sergi ve gezilecek yerler olduğunu gördük bir bakalım dedik...

İçeride Çanakkale Meydan Muhaberesi, Sakarya meydan muhaberesi, ve Büyük taarruzu konu alan resimli canlandırmalar, savaş sahneleri vardı..
O ışıklar ve ses efektleriyle canlandırılmış savaş sahnelerinin sergilendiği odaları gezerken insanların yüzündeki direnci ve vatanı için nasıl canını feda ettiğini görüyorsunuz...
O yokluk içinde yapılan savaşlar..
Kadın erkek demeden.. bu vatan için neler yapıldığını bir kere daha anlıyor insan...
Bir ülke bu kadar mı özgürlüğü için mücadele eder.. bu kadar mı sürekli savaşır..
Liderin liderliği Allahın alnına yazdığı kaderidir...
Ve bu halkın liderinin peşinden giderek ne kadar özgürlüğüne düşkün olduğunu ve bunun için sürekli savaşması insanı çok düşündürüyor..
Bizler şimdi hazır bulmuş bir vatanda yaşıyoruz.. çekilenler unutulmuş.. hatta ülkemizi ülke olmaktan çıkaracağız nerdeyse..

Bakıyorum o nenelerin, dedelerin yüzüne.. o küçük çocukların gelinlerin yüzündeki saflığa ve ne varsa ellerinde askerlere erzak olsun diye verişlerine..
Kim katlanır günümüzde böyle yokluğa..
Hem de yok zamanda olmayanı paylaşmaya.. yarını düşünmeden Allaha teslim olmaya.. inancına sığınmaya..
Böyle gönüller olmasaydı o savaşlar biter miydi.. Kazanılır mıydı... Ecdad yadigârı bu topraklar için çok kan dökülmüş Bu halk özgürlüğüne ekmeğe suya ihtiyaç duyduğu gibi ihtiyaç duymuş sahip çıkmış.

Kadınlar cefakâr.. kadınlar sabırlı..
Dedeler torunlarıyla aynı cephede savaşıyor..
O gözler o merhametli yüzler.. ve memleketinden bilmedikleri yerlerde vatan toprağı için savaşan eşine evladına geri dönemeyeceklerini bilerek inanç uğruna, vatan uğruna savaşan insanlar..
Ne kadar çok savaşmamız gerekmiş ne kadar çok kendimizden vermemiz gerekmiş..
Yokluk içinde didinip duran bir halk..
Bu halkın inancından ve özgürlük isteğinden başka bir şeyi olmamış..
Ata bu halkı bilen insan, onları toplamış.. yaptığı savaş planları.. haritalar.. not defterleri .. ucu bıçakla açılmış boyu kısalmış fakat arkasına uçluklar takılarak uzatılmış kalemler..
Komutanlar.. kadın kahramanlar.. savaş sahneleri.. geçen koca bir tarih.. daha bir çok şey var sergide.. okları takip ederek o koca meydanı farkına varmadan gezmiş oluyorsunuz ..
Çıktığımızda bir yandan üzgün bir yandan da hayranlık duyar haldeydik.. güzel bir düzen vardı güzel bir anlatım vardı.. üzgündük çünkü o eski silahlarla tüm kıyı boyunca saldıran değişik ülkelerin insanlarıyla savaşan ecdadımız gözlerimizin önündeydi..
Yetim kalan çocuklar.. gideni ardından geçim derdinde tek başına mücadeleye başlayanlar.. biri bitip diğeri başlayan savaşlar...

Kimse düşünmüyor artık bu fedâ edişler olmasaydı bu inanç olmasaydı bir tekimiz bu vatanın evladı olarak böyle bir miras yedi hayatını yaşaya bilir miydik..
40 lı yaşların altındakiler sıkıntıyı gerçek sıkıntıyı bilmezler.. sarı defterlere yazı yazdığımızı hatırlayan var mıdır.. matematik defteri yapardık .. ucuz diye alınırdı..
Kalemlerimizi ne dikkatle kullanırdık..
Şimdi her şey var ve her şey parayla ölçülüyor..
Ne inanç ne iman ne özgürlük o kadar önemli.. sadece zahmetsiz acı duymadan yaşama isteği her şeyin önünde...
Atamıza .. ölen kadın erkek Er kişilerimize.. ecdadımıza bir kez daha dualar ederek içimiz sızlayarak ayrıldık oradan...

Daha sonraki gün devam ettik yolumuza.. koyduk gene Neşet Ertaşı..


Niye çattın kaşlarını
Bilmiyom yâr suçlarımı
Ölürsem ben saçlarını
Yolma gayrı yolma leyli leyli...


O ışıklı yollar.. o mahsulü toplanmış buğday tarlaları..
Taşı toprağı her anı ilginç gelen dağlar.. uçsuz bucaksız topraklar...
sarı sıcak yollar.. yollar.. ilden ile geçerek bizi memleketimiz KAYSERİ ye getirdi....
Erciyes dağının o muhteşem görünüşü...
Tepesinde kar kalmamış diye endişe ettik.. kar kalmazsa kuraklık olur derler çünkü....
Akrabaları ziyaret ettik.. mezarlığa gidip ölülerimizin ruhlarına dualar okuduk.
Ve ve... musluktan su içtik..evet musluktan .. çünkü Kayseri de musluğu açtın mı tertemiz bir su akıyor ve şaşkın şaşkın baktıktan sonra yavaşça tadına bakıyorsun ve fark ediyorsun ki içilebiliyor... arada unutup şişe suyu aradığımızda hatırlatıyorlar ve musluğu açıp içiyorsun..
ne güzel nimet SU.. ve ne güzel bir şey musluktan SU içmek..

Sonunda şehir merkezindeki akrabalardan ayrılıp köyümüze doğru yola çıktık..
Halamı da yanımıza aldık.. ne işiniz var o kötü köyde diyerek kötülene kötülene katıldı bize..
Çünkü kıtlığı hatırlıyordu, yoksulluğu hatırlıyordu kıraç toprak da yiyecek bir ot bulamadığından yavrularını atan davarları hatırlıyordu... devlet tarafından savaşa girmemek için alınan buğdayları ve peşinden gelen sefâleti hatırlıyordu....
Yetimliğini ve başkalarının yardımıyla sürdürülen eziyetli bir garip yoksulluğu hatırlıyordu...
Evlenmiş çıkmış ve elli yıl köyüne gelmemişti..

Sadece gözüyle bakana çorak gözüken yollar bize aydınlık, ışıklı, mucizevi düzgünlükteki kayalıklarıyla bi hayli ilginç geldi..
Yollar bize güzel yollar olarak gözüküyordu... her tepenin bir adı vardı emmim anlatıyordu (emmi amca demektir ben amcama emmi derim).. çok soruyoruz diye aksileşiyor.. kim bilir neler düşünüyordu..
Bir yandan Neşet Ertaşı dinlemeye devam ediyoruz..
.................................

Hezeli de deli deli gönül hezeli
Çiçekdağı da döktü m'ola gazeli....


Kim önce görürse diğerlerine gösteriyordu.. “tarlaya bakın kavunlar küçücük kalmış büyümemiş yazık susuz kalmışlar!..”

Dolaştım âlemi oy gurbet gezeli
Bulamadım Zahidem'den güzeli ...


“.. Bakın bu dikenden sakız çıkardı.. kengel sakızı... hııı evet hatırladık... Yusuf abi çocukken geldiğimizde dikenin dibini kesmişti de bir akşam durmuştu.. sonra sabah bakmıştık beyaz bi şey birikmişti..”

Gurbet ellerinde oof esirim esir
Zahide gurbanım hep bende kusur...


“..yıkamıştık da çiğnemiştik hatırladınız mı....Tabii fakat insana iyi bir diş gerekir.. nerde bizde artık kengel sakızı çiğneyecek diş..”

Eğer anan seni seni bana verirse
Nemize yetmiyor el kadar hasır...


“..Hah bak mezarlar gözüktü.. Emmi me dönüp burda niye iki mezar var emmi!...” diye soruyorum..
Yatır felan mı diye merak ediyoruz..
“Onlar eski mezarlar ilk mezarlıktan kalanlar...
yenisi tepenin ardında...”
Her köyün olduğu gibi bizim köyünde girişinde mezarlık vardı.. Müziği kapattık emmimi dinliyoruz..
“Bak burası bizim DULKADİROĞLU sülâlesinin mezarlığı.. .şurası da köydeki diğer gelip yerleşen dört sülâlenin....
Allah Allah sanki kaç hâne ki şu el kadar köy, dört sülâle .. beş sülâle nerdeymiş.. nerede bu halk.. bu insanlar...”

Filimler de ki gibi bir ıssızlığın ortasında sâkinlik içinde olan köyü bir baştan bir başa gidelim de bir görelim dedik...
Hayvanlar için fiğ yapılmış.. kırmızı biberler kurutulmak da... bir yerden patos sesi gelmek de..
Çatısız kerpiç den düz damlı evler..
Fakat ilginç bir durum var durumu iyi olanlar güneş enerjisinden yararlanmak için damlarına tesis kurdurmuşlar güneş enerjisinden yararlanıyorlar...
İnsan aranıyoruz ortalık yerde kimse yok.. tavuklar ve horozlardan birkaç civciv den başka kimse yok.. onlarda kaçmıyorlar bile... bahçelerde tezekler yapılmış görüyoruz.. hava sıcak , fakat nedense sıcak bize dokunmuyor..
İstanbulun lepiş lepiş nemli sıcağından sonra nerdeyse terlemiyoruz bile...

Herkes hiç bir şeyi kaçırmadan bakmak görmek istiyor.. çünkü köyde az kalacağız ve vaktimiz olmayacak bir daha gezmeye.
Geri dönüyoruz köyün başına.
Amca çocuklarında konaklayacağız..
Haberliler zaten sevgiyle kucaklıyorlar .. “gadasını aldığım napıyonus, nasılsınıs!” diyorlar... “ne keleş olmuşsun!” diyorlar.. tüm dişlerimizi göstererek sırıtıyoruz.. sevinçliyiz güzel karşılanmaktan...
Hemen ayranlar geliyor.. soğuk.. kendi sütlerinden yapılmış yoğurdun ayranı içiyoruz .. oooh diyor rahatlıyoruz....
Tuvâleti de mi içeri aldınız .. bak ne güzel olmuş diyoruz..
Eskiden geldiğimizde elimizde gaz lambaları evden az uzaktaki dışarıda olan tuvalete giderdik .. yıldızlara mı baksan önüne mi baksan kafan karışırdı.. tuvaletdeki delikten düşeceğiz sanırdık .. tuvalet denilen yere girdiğimizle dışarı çıkmamız bir olurdu...

“...Aferin Yusuf (Babalarımız amca çocukları) muhtarda olmuşsun... yenilikleri de uyguluyorsun.. azim var sende.. köyü terk etmedin”
“... yok hiç düşünmedim ev var tarla var durum iyi şehrin nimetlerini de getirdik mi ne olsun!” diyor...
İmreniyorum köyde yaşamasına..
Bilgisayar bile almış...
PTT hatları kursun diye bekliyor..
Bir aya kadar köye ADSL bağlanacakmış...

Bu dağ köyü de mi ma’sumiyetini kaybedecek diye düşünmüyor değilim..
Fakat insanlar hayatlarını kolaylaştıracak şeyleri istiyorlar doğal olarak..
Eskiden elektrik yoktu.. gelmiş.. buz dolapları süs gibiydi çalışır olmuş.. toz duman içinde süpürgelerle ortalık süpürülürdü.. elektrikli süpürgeler gelmiş de kullanılır olmuş..
Yusufun anası Fatma ana anlatıyor.. “ben çok çektim.. çok mal güddüm davar baktım kendi başıma.. şuncağızlara (çocuklarını ufaklık hallerini eliyle tarif ediyor) bir fiske bile vurdurmadım.. herifime de kıyamazdım bütün işi ben görürdüm.. şimdikilere ne ki bir sıkıntıları yok.. oğlum kazada öldü.. ölmeyeydi... oğlum öldü böyle hasta oldum!...” anlatıyor .. anlatıyor.. .
Fatma ananın hafızası nasıl kuvvetli .. o yaşta hiçbir şeyi unutmadan.. anlatıyor.. .içini döküyor... dinliyoruz..
Gece oluyor sülâleden kalanlar geliyorlar toplaşıyoruz..
Dulkadiroğlu muhabbeti başlıyor...
Dulkadir Beyliği Maraş’ta kurulmuş ordan kalkmış üç kardeş Kayseri’ye gelmiş biri Gülverene biri buraya gelmiş biri vefat etmiş.. siteler yapıyormuş akrabalar... bizden bahsetmiyorlarmış, yakınıyorlar... gelecek sene de burada toplanacağız ya da yakın köydeki diğer akrabaların köyünde.. gelin diyorlar... otağ kuracağız diyorlar...
“Geliriz inşallah!” diyoruz.. sizi kamerayla çekelim de anlatın diyorum.. elimizdekiyle çekmeye çalışıyoruz ... .hafıza kartı bitiyor.. aktarma yapamıyoruz.... yarım yarım kalıyor her şey içimiz biraz buruk.. tedbirli olamadık diye....
Üzgünüz”

Akşama özel bir şey yapacağız.. bekliyoruz yaşlılar uyusun hava biraz daha kararsın diye
Gece 24.00 den sonra köyün yamacında ki tepeye tırmanmaya başlıyoruz...
Nasıl hamlamışım ... ne kötü bir şeymiş bu kilolar bir kere daha anlıyorum..
O güzelim sessizlikte köyün köpekleri varlığımızı sezip gezindiğimizi anlıyor.. uzaktan havlıyorlar
Tepeye geldik.. durdum bir derin nefes aldım..
Babam rahmetliyle de gelmiştik ruhunu yâd ettim ...
Köy ayaklarımızın altında... sarı mavi sokak lambaları ışığı içinde damsız köy evleri.. köyün kuyusu .. camisi,okulu.. şu şurda oturuyor.. şu tarafta şu sülâle var..
Yusuf anlatıyor .. arada biz soruyoruz..

Köy çekim yapılacak bir sinema platosu sanki.. doğal bir güzellik.. dere yatağı içinde bir baştan başa sessiz ve derin uykuda ışıklar içinde bir güzellik.. dere zamanında kurumuş insanlar gelip yerleşmiş .. kalmışlar.. bu civarlar böyle köylerle doluymuş..
Yusuf bir yandan anlatıyor.. biz hayretle dinliyoruz nasıl bu dağlarda yaşam sürdürülmüş.. çünkü biliyoruz bundan önce geldiğimizde o elektriksiz zamanlarda sebze yetişmediği için kasalarla domates veya sebze meyve Tomarza’dan ilçeden alınıp getirilirdi.. köyün bir minibüsü vardı.. millet toplaşıp biner Tomarza’nın pazarına alış verişe giderlerdi..
Gitmesi bir dert gelmesi ayrı bir dert.. şimdilerde çerçiler geliyor ekmeğine kadar satıyorlarmış.. güzelim köy ekmeklerinin neden sofrada olmadığını da böylece anlamış olduk...
Artık insanlar uğraşmak istemiyorlar.. her şey ayaklarına geliyor ...
Daha eskiler ne yapardı artık onu sormaya cesaret bile edemiyoruz.. sadece gözlerimizi kocaman kocaman açıp tahmin etmeye .. sessiz dinlemeye çalışıyoruz...

Ve benim buraya çıkma amacımı gösteriyorum herkese ...
... “Başınızı kaldırın” diyorum.. ve başlar gökyüzüne çevriliyor.. iyice tepeye bakıyoruz...
Sanki saatler duruyor.. zaman akmıyor..
Yıldızlar kocaman kocaman..
Samanyolu ne kadar yakın ve net gözüküyor.. dilim döndüğünce kutup yıldızını, büyük küçük ayı takım yıldızlarını gösteriyorum...
Allahım ne güzel bir yer burası.. ne güzel bir âlem seyrediyorum ben burada..
Ayrılmak istemiyorum.. ev yapmaya yer almaya karar veriyoruz.. konuşuyoruz..
Keşke bir şeyler getirseydik de burada yatsaydık diyorlar..
Sabahları çığ düşer ancak çadır olur diyorum..
Hafiften esinti ayaz başlıyor.. sanki gündüz kavrulmuyordu sıcaktan bu topraklar.. birden ceket giyilecek kadar soğuk oluyor..
Kimse aşağıya inmek istemiyor..
Gökyüzü zifiri karanlık ve o karanlık da elmaslar gibi parıl parıl parlayan elinle tutacakmış hissi veren yıldızlar...
Kocaman kocaman yıldızlar..
Samanyolu’nun tüm detayını görüyorsun başını ve sonunu görmek için ha bire kafamızı oynatıyoruz .. o kadar yakın hissediyoruz kendimizi...
Ve sürekli yıldız kayması görüyoruz
İçimdeki güzelliği ve coşkuyu anlatamam...
Ben buraya keşke bir gözlem evi yaptırsam yada gözlemciler için tur ayarlasak da görseler diyorum...Aslında böyle bir şeyi çok istiyorum .. Çünkü biliyorum yıldızlar abartısız burada çok net gözlemlenecek güzellik ve netlikde ...
Önce ev yapalım da gerisini o zaman düşünelim diyorlar..
Ah o yıldızlar o yıldızlar...
Yüreğime işlendiler... aklım orada kala kala tepeden inmek zorunda kalıyorum..

Ruhumun bir yanı babamın fakir yetim çocukluğunun geçtiği bu köyün o yıldızlı tepesinde kalarak aşağıya iniyorum .. üzgün.. üzgün
Keşke yaşasaydı da ev yapmayı bile düşündüğümüzü görüp sevinseydi... beraber köyünde yaşaya bileceğimizi bilseydi..
Benim babacığım kalp hastasıydı.. ve ikinci kez hastalanmış ameliyat aşamasındaydı .. o da emmim gibi tutturmuş “memleketime gideyim bir göreyim belki bir daha göremem!” demişti...
Yani anlayın mâ aile, hatta sülale olarak duygusal ve bir arada yaşayamasak da köklerine bağlı insanlarız.. duygularımızı içimizde ağır ağır ve derinden tek başımıza yaşıyoruz....
İşte benim sevgili babam ameliyatımdan önceki yapmak isteğim dedi memleketine geldi ..
Kurban bayramıydı.. herkesi dolandı,gezdi.. .. üzüldü.. ve olan oldu bir kriz geçirdi son isteği diye getirdiğimiz memleketinde öldü.. Yüzünde bir gülücükle öldü gitti..
Yetim babam .. birçok sıkıntıyla büyüyüp evlendikten sonrada sıkıntıları devam eden ve bunları bizlere hiç göstermeden
Yaşatan, okutan babam.. keşke yanımda olsaydı.. köyünü bir daha görseydi....
Yıldızlar altında uyusaydı...
Gözlerime yaşlar doluyor.. içim acıyor.. hüzünle içimi çekiyorum..
Allah mekanını cennet yapsın diyorum..

Gündüz bir daha bakıyorum Toroslar karşımda.. arkasında Mersin ili varmış.. “Te şu karşıdaki yol Mersin yoluna çıkar” diyorlar.. uzakta bir ara yolu gösteriyorlar..
Allahım o Toroslar o dağlar ne güzel.. bak bak doyamazsın .. ne biçim bir yücelik ve denge var onlarda..
Halamın yüzü gülüyor artık..
O günlerin geçtiğini gördü.. anladı.
Ahbaplarıyla konuştu .. ölmüşleri rahmetle, çekilenleri acıyla yad edip yüreklerini tazelediler..
Havasının temizliğinden, nasıl ağrılarının geçtiğinden, derin uykusundan bahsetti durdu..
İyiki getirdin dedi .. sayende geldim dedi..
Gene tüm dişlerimi göstererek mutlu mutlu güldüm.. sevindim!


Değerli Arkadaşlar;

Ailelerinize sahip çıkın..
Köklerinize sahip çıkın..
Taşı toprağı kanla sulanmış şu vatan topraklarına bedavadan bulmuşuz gibi davranmayın...
Nice kimseler yetim kaldı.. kıtlıklar yaşandı.. analar evlatlarını bağrına taş basarak kaybetti..
Allaha sığındı.. inancını yitirmedi.. Tevekkül etti..
Biz bu hayatı çok rahat yaşıyoruz ve halan son moda bulaşık makinaları derin dondurucular almaya çalışıyoruz.
Toprağınızla .. köklerinizle aranızda uçurumlar oluşturmayın..
Biraz üstünüz başınız kirlensin..
Biraz Anadolu toprağına elinizi sürün..
Biraz korunaklı evlerinizden çıkıp gökyüzüne bakın .. âlemi dinleyin.. Rüzgar yüzünüzde essin içiniz mutluluk dolsun
..
Geceyi gündüzü sıcağı soğuğu birazda Anadoluda görün..
Her türlü sıkıntıya ve doğal yoksunluklara rağmen.. evet bütün bunlara rağmen şikayet etmeden yaşamak nedir gidin görün.. bilin ki
Anadoluda böyle yürekli yaşamlar yaşanmakda.. .
Ailenize, Yaşlınıza, Vatanınıza,Toprağınıza hürmet edin..
Bu toprağın aşıklarını dinleyin...halk ozanlarını dinleyin.. içlerindeki aşkı görün ..
AŞK içinde yaşayan İNANÇLI insanların toprağı bu topraklar..
Allah aşkını bilenlerin inançlı kadın ve erkeklerin diyarı buralar..
Emeksiz yaşam olmaz..
Emek verin ve geçmişinize sahip çıkın..
Düzgün temiz evlerinizden doğaya çıkın.. unuttuğunuz yeşile kıraç toprakta ki direnen enerjiye gözlerinizi açın ..
bakın bakın.. iyice bakın.. gönlünüzle bakın.. yeşile doyun sarıya doyun .. güneşe rüzgara doyun
..temiz mutfaklar uğruna öldürüp durduğunuz karıncaların doğada nasıl yaşadığına bir bakın.. o ufacık karıncanın doğa için ne kadar gerekli olduğunu görün

İmanınıza, İnancınıza, Atanıza, Ceddinize sadık olun..

Vatan evladı olun.. Has olun .. Öz olun..

Anadolu’ya hakkıyla sahip çıkan Er kişiler olalım...


ALLAH HEPİNİZİ KORUSUN...

SEVDİKLERİNİZE BAĞIŞLASIN

YÜREKLERİNİZDEN İMANI VE İNANCI EKSİK ETMESİN!...



[BBvideo 425,350][/BBvideo]
Resim
Cevapla

“MART” sayfasına dön