2010 Mart H.A; O NOKTA-KABE M. DERMAN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

2010 Mart H.A; O NOKTA-KABE M. DERMAN

Mesaj gönderen sev-guzel »

O NOKTA-KÂBE!..
Tarih: 31.03.2010 Saat: 16:01 Gönderen: kulihvani






ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)



O NOKTA-KÂBE!..


Onun için KÂBE’ye dön!.
Kahvede otururken bile KÂBE’ye dön.
Dedelerimiz asırlardır bu divana durduklarından dünyaya fethetmişlerdir.
Bereket içinde ömürlerini çürütmüşler.
Dedelerimizin evlerinde helâların yapılışı bile KÂBE’ye arkaları gelmesin diye çok dikkat ederlermiş.
Ben eski evleri bilirim!.
Sizde bilirsiniz, “hürmetsizlik olur” diye.
Şimdi bunları düşünen olmadığı gibi KÂBE’ye insanı, insanı yüzünü çevirenlerin bile sayısı yok.
Bereket, sıhhat, dirilik, ilim, derece, makam insan bu NOKTA''''''''ya ta’zim ile kazanır.

Bir KITMİR denilen bir köpek vardır hani Kur’ân-ı Kerim’de.
Ashab-ı Kehf...
Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernuş, Debernuş, Şâzenuş, Kefeştatayyuş, KITMİR...
O KITMİR DENİLEN KÖPEK NE KADAR KOŞARSA KOŞSUN, KIÇINI KÂBE’YE ÇEVİRMEZ!..


(Sohbet 36 Devamı)

“Bahçeye kim koydu?” demiş.
“Odadan çıkaran koydu!” demiş.
Anladınız değil mi?
Hârûnu Reşid bunun üzerine bir atın üzerine koyuyor bu zâtı muhteremi.
Yanına da bir tellal.
Bütün memleketi gezdiriyor.
Ve şöyle bağırttırıyor: “ALLAH’ın aziz eylediği bir kulunu Hârûnu Reşid zelil etmek istedi fakat gücü yetmedi!.”

Bunun için aziz cemaat ALLAH’ın meşgul olduğu kimseyi, kancasını taktığı kimseyi ne cin taifesi, ne yırtıcı hayvan ne insan katiyen korkutamaz.
Cesedi toprağa verildiği zaman böyle adamın ne yer haşeresi ne çıyan cesedine yanaşamaz.
Toprak bile hürmetine kendisine temiz geldiği için cesedine dokunmaz oğlum!.
Topraktan temiz geldik, toprağa temiz gidersen toprak senin cesedine şey etmez.
Toprakta yok oluşu dünyâda bulunduğu zaman yaptığı fenâlıklardan utanarak Cenâb-ı ALLAH’tan “Yâ RABBi!” bir talepde bulunmaktan kaçmasın diye Cenâb-ı ALLAH toprakta cesedi yok eder.
Toprakta temiz yaratılan insan aynı temizlikte toprağa giderse toprak ona kıyam eder.
Böyle kabire de nur inmeğe başlar, nur inmeğe başlar.
Gitti mi haa buradan böyle gitti.
Şu şöyledir, bu böyledir.
Namazı öğrenemezsen onu öte tarafta serseri gibi, hanı bâzen Pazar günleri köyden büyük köpekler gelir şeye, sahibinnen pazara.
Kaybeder yolunu caddenin ortasından kuyruğunu altına alır o azgın köpek.
Kurtla şey eden köpek.
Böyle etrafa salak salak bakar.
Onun gibi kalır durursun ahrette!.

Onun için namaz trafik dersidir, aşağının trafik dersi.
Sen namazını kıl!.
Öyle bilmem: “Efendim kıl incedir, kıldan ince, kıldan yüksek!”
Ohoooo öyle köprüler yok oğlum!.
Öyle asfaltlar var, gül kokulu yollar var ki orda.
Oranın trafiğini bil!. trafiğini bil!..Ohooooo!.


O NOKTA-KÂBE!..

Muhterem Cemaat İmam Efendi bir mihrâbiye okudu.
Mihrâbiye biliyorsunuz imamlar namazdan sonra hıfzındaki aklına ne gelirse Kur’ân-ı Kerim’den bir sûre bir âyet okurlar.
Bu âyet ister İmam Efendi evvelden hazırlansın, isterse hazırlanmasın HAKK tarafından hangisi dürtülürse onu okur.
Başkası lakırtıdır.
Şimdi de okuduğu âyet-i kerimeyi tabii mânâsını bilmiyorsunuz olduğunu.
Mânâsı bütün kâinat kürrelerin ağırlığından daha ağır bir âyet-i kerîme! ALLAH’ın Kur’ânı’na sarılanlar ve ALLAH’a peygamberine hakîki inananlar, İnananlar ve Sarılanlara şöyle dudağını büküp bu nedir gibi diyenler hepisi cehenneme lâyık insanlardır buyuruyor. Cenâb-ı ALLAH.
Onun için İslâm’da şaka, alay bilmem latîfe yoktur. Hele câmide!.
Yine saflarda imama uyulduğu zaman, imam “Semi’ Allahu limen hamideh” diyor.
Ayağı mezara yaraşmış bir arkadaşımız, mü’min arkadaşımız yavaş yavaş böyle eğiliyor.
İşte bu da latîfedir ALLAHınan.
Bu da bu âyet-i kerimeye gider.
Namaz kılıyorum sanıp da kurtulacağım diye zannetme “gümm!” diye ALLAH cehenneme gönderir insanı. Maazallah!.
Cenâb-ı ALLAH’nan şaka olmaz!

Onun için Aziz cemaat, bak ne kadar cemaat kaldık şurda.
Secdelerinizin kıymetini bilin!.
İmamdan evvel, sana söylüyorum Hacı Efendi imamdan evvel gidiyorsun secdeye!.
Namazın berhava olur gider, berhava olur gider. Maazallahu Teâlâ
Bir daha yapmayın!. Tövbe et, ALLAH’ın huzûru bura!.
Reis-i Cumhurun, Kumandan’ın bilmem neyin değildir.
Hiç şakası yoktur efendim!.

Hz. Ali Kerremullahi veche ezan okunduğu zaman mübârek kırmızı yüzü bembeyaz olurmuş:
“Yâ Ali ne oluyorsun?”
“Huzûra çıkıyoruz! Acaba bir yanlışlık mı yaparız.” dermiş
ALLAH’ın huzûru bu!.
Ne kadar ALLAH müsaade etmiştir ki bir “Allahuekber!” nen huzûruna giriyorsun.
Vurursun âlemin kapısını “tak tak tak!” gir gelir mi gelmez mi beklersin.
“Allahuekber!” dedin mi giriyorsun.
Edebnen girelim edebnen. Edebnen!..

Onun için cemaat hiç belli olmaz.
Cemaatın içinde ALLAH’ın sevgili kulları vardır.
Kimbilir şurdaki mâvi başlı, mâvi takkeli adam “Allahuekber!” dediği zaman Kâbe’yi görmemiş kim iddia edebilir.
Herkes kendi kabuğuna şey edilmiştir.

Bir gün Yeni Câmii’de size eskiden de anlatmıştım.
Namaz kılıyorduk. Yanımda bir iki kişi var.
Dolu cemaat çıkıyoruz.
Benim sağ tarafımda bir halıcı var. Halı, halıcıymış.
Dördüncü Vakıfın altındaki halıcılardan birisi.
Döndü oradan bir adam onun kulağına bir şey söyledi. Çıktı gitti.
Bu adam kapıdan çıkarken benim dayım da ordaymış, dayımı da tanıyor.
“Fâzıl Bey dedim böyle böyle oldu. Herifin peşine üçümüz birden gittik bulamadık herifi. Mısır çarşısına girdi kayboldu!.”
“Ne dedi” dedik o Kayseri’li Rahmi Beye.
Dedi: “Efendim. Ben dedi buradayım üç senedir. Bu Yeni Câmi’ye Hızır gelir. Velîyyullah gelir!” diye söylediler.
“Ben de bütün namazları burda kılarım. Gündüzleri. Bu gün Câmiye girdim gine aklımdan geçti. Kalabalık câmii. Acaba ALLAH’ın burda Velîyyullahı var mı yok mu?” diye hatırımdan geçti demiş.
Çıkarken bu adam deeeee ondan ötede ayağını giyerken: “Oğlum demiş. ALLAH’a yemin ederim ki senin safında beş tâne ALLAH’ın Velîsi vardı!” demiş.
Onun için onlar telsiz, melsiz gelir.
Velînin bulunduğu yer ama burda var mı?
Allahu a’lem ya var ya yok. Belki hiç yok!.
Ama mâdem ki secdeye başını koyuyor, Velîlik ona vâcibdir.
Onların bulunduğu yerde edebsizliktir bu!.
Bu edebsizlik dediğim akıllı, akılsız, kuvvetli kuvvetsiz kelimesinin sonuna eklenen “sız” değil bu.
Bu edeb başka EDEB dir.
Nizamdan çıkmak demektir. İyi bir şey değildir bu.
Onun için Secde-yi RAHMÂN’a başını koyanlar, Kur’ânı’nın sînesine ihlas ile kulağını korsan ordan sana ne sesler geliiiiir ne sesler gelir bilsen!.
Yüzünü aşk ile Nûr-u Basîreti sürersen neler görmezsin.
Bunlar hep burda sürülür burda iş görür.
Ama akıl buna isyan eder: “Efendim nasıl olur?.”
Gönlün gözü dâima açıktır unutma.
Aklın burda işi yoktur.
El Emîn diye hitap ettikleri Rasûl-i Ekram’e kavmi birden bire en amansız düşman kesildi biliyorsunuz.
“El Emîn!” derdiler hepisi.
Vaktaki Vahdâniyet-i İlahîyyeyi îlan etti, hepisi düşman kesildi.
Rasûl-i Ekram gönül pencerelerini açtı ve onlara hakîkatı söyledi.
Aklı isyan etti. Bütün kavmin aklı isyan etti.
Onun için Ebû Cehil aklın isyânının temsilcisidir: “Nasıl olur?” dedi.
Akılnan bu iş anlaşılmaz!.
“Ama akılsızım!.”
Yoooo akıl olacak.
Akılı bir hudûda kadar edebnen götüreceksin.
Ondan sonra: “Olur mu olmaz mı?.”
“Efendim felan adam Beyazid-i Bestamî su üstünde yürürmüş. Yürünür mü yürünmez mi?”
Yürünsün yürünmesin onu münâkaşa etme!.
İnsanda demek ne kadar büyük kuvvet var ki onu kullandığı zaman Sünnetullahın dışında bir hâdise yapıyor.
Suyun üstünde bile yürüyebilir demektir.
Kıymet oradadır. Güzellik oradadır.
“Olur mu olmaz mı?” diye düşünme.
Aklınnan her şeye tepme.
Bu gönüllen anlaşılır gönül penceresinden.
Onun için gönülden söyleyen, dâima hakîkatı söyler!.

Nuh zamânında biliyorsunuz.
Su yağdı aşağı, su yağdı yağdı yağdı hepisi gitti.
Gemi de suyun üstüne çıktı. Gemi çıktı.
Ulan o gemi, hakîkat hakîkat!.
ALLAH’a tapan, Rasûlllerini bilen insanlar su üstünde bile kalırlar.
Gemiyi arıyorlar hâlâ bir sürü serseri.
“Geminin direği var mıydı yok muydu?”
Böyle serseriler de vardır ha sorar!.
Var gemi var ama, gemi onu temsil eder.
Suyun üstüne çık. ALLAH’ınan berâber hakîkat bir oldu.
Onun için ALLAHnan bir olan oğlum, suyun üstünde de yürür havada da gider!.
Bu âyeti, Nuh’un bu tûfanını Cenâb-ı ALLAH’ın Kur’ân-ı Kerimde Hazreti Rasûlullahı sallallâhu aleyhi ve sellem’ e anlatırken diyor ki âyet-i kerîme.
“Ve kîle ya erdubla’î maeki”
Ebla’î, belâ’a yutmak demektir Arapçada.
Bel’un o yemek borusu.
“Ve kîle ya erduble’î maeki”
“Suyunu yut!” diyor ALLAH emir veriyor.
“Arz üzerindeki suyunu yut!” diyor.
Su yutuluyor!..
“Ve ya semâu aklı’î ve ğidal mâu”
Aklea tutmak demek, galea etmek, boşaltmak demek.
“Yâ semâ sende suyunu tut!” emri çıktığı zaman su, ÂN-ı vâhidde kayboluyor.
Bu âyet-i kerîme Ve kîle ya erduble’î maeki şeyi gittiği zaman âyet-i kerimesi, Emir Gays’ın şiirleri şeydeydi.
“O Muallakat-ı Seb’a’” Yedi Askı Şiiri!
Emru’l-Gays’ın kız kardeşi sağ o zaman.
“Bu insan lakırtısı değil!” diye gidip indiriyorlar aşağıya.
Şeyi, o şiirleri, Emru’l-Gays’ın kasîdelerini.
“Ve ya semâu akli’î ve ğidal mâu”
Bu kelime bunu Arap bilir ne olduğunu bunun!.
Bu, bu insanın kafasını yerinden oynatır, Türkçe’ye çevirdin mi: “Ey Arz suyunu tut. Ey Semâ sen de bilmem ne yap aahaa!.”
Bu gün Kur’ân’ın îcâdına lâyıkıyla salacak adam yoksa, ne yapalım susalım mı? Söyleyeceğiz bunu!.
Bunları anlamak için hani, kurşun tüfekten çıkar.
Harbde olan varısa bir kurşunun ciğeri delip geçmesi ve hemen çıkıp gitmesi gibi sürer bu hâl insanda.
Bir ÂN-ı vâhid’de anlar bunu!.
Öyle düşünmeynen olmaz!.
Ciğerini nasıl kurşun bir ÂN-ı vâhidde delip geçer, bu işlerde insanın aklına gelir gider böyle.
Bir gün perdeler açılır, kapabilirsen anlayabilirsen alırsın.
“Efendim bir şey çarptı bana!.”
Aklınnan ayar edersen aklın onu, çakıntıyı ne hissedeceğine göre sen gürültüye gidersin!.
Gönlün penceresi açık olursa mıknatıs gibi “Rap!” diye çeker onu. İnsanlara Velîyyullahlık gelir gider, gelir gider.
Secdeye başını koyanlara hepisine gelir gider.
Kerâmet gösterir kendisi. Haberi yoktur eşekliğinden!.
Ne zannettin ya!..
Bak alınlarınızda ben neler görüyorum sizin, ama farkında değilsiniz!
Aklını getirmişsin gönlünün üzerine perde yapmışsın!.
At aklını başka yerde dünyâ işleriyle gönder. Gönlünü aç!.
Rûhâniyet-i Rasûllullah dolsun içine, buraları hep dolu onlarınan.
Secdeye onnan git!.
“Aman şöyle miydi aman böyle miydi?” deme.
Biz birbirimize giriyoruz: “Efendim felan şeyde secde-i sehv lâzım mı yok mu?.”
Ulan bunları bırak!. Gönül pencereni aç, gönül pencereni!.

Her perde arkasında gizli, her perdenin önünde âşikârdır O.
İşte o kadar kısanın kısası bir zaman bu!.
Siz buna ister rüyâ deyin, ister hayâl deyin ne derseniz deyin!.
Benim diyeceğim şudur: “Buna zaman içinde zaman, mekan içinde mekan!” derler.
Her müslümanda tecellî eder bu amma, farkında olmaz, akılnan ayar etmeye başlar.
Aklını bırakıp gönlünlen şey edersen, ateşe bile gitsen duymazsın onu.
Gönlünü bırakmak demek, şekki şüpheyi hepsini atmak demektir.
İhlas bu, böyledir!.
Başkasına da anlatmağa kalkma, içinde kalsın, içinde kalsın!.
“Bu gün böyle hâdiseler olur mu? dersiniz.
“Su üstünde yürünür mü?. Hamam sıcağa girilir mi?.”
Herif duvarın arkasından...

Geçende radyoda söyledi Amerika da bir fotoğraf makinası çektiler bir metre duvarın arkasındakinin resmini çekiyor ses dalgalarıyla.
Âlet yaptılar, insan yaptı onu.
Ne zannettin ya ALLAH’ın öyle kulları vardır on sekiz metre duvarın arkasında çeker.
“Efendim nasıl olur böyle hâdiseler var mıdır bu gün?”
Vardır, amma göremezsiniz bu akıllan.
Bu gün görünürse bunlar bütün insanlar çıldırır, tahammül edemez, çıldırır!..

Onun için bu böyle hâdiseler geceleyin görülür, GECEleyin!.
Ed kudnî adlî fî filâmun leyl ene Dayyan.
Ed kudni teceddini,
“İşte kulum diyor gece karanlığında beni bulabilirsin” diyor Cenâb-ı ALLAH.
“İstediğini o anda veririm” diyor. Bu Hadis-i Kudsî.
“İste kulum gece karanlığında Beni bulabilirsin diyor istediğini o anda veririm!.”
Öğle üzeri, ikindi üzeri, bilmem ne üzeri arama!.
Herkes yattığı zaman gece kalk, gece kalk, gece kalk!..

Bir hicret vardır bilirsiniz Hicret-i Nebevî. Muhacırlık demek.
Mekke’den Medine’ye Emr-i İlahî ile Rasûl-i Ekram sallallâhu aleyhi ve sellem bir gece gitti.
“Rasûl-i Ekram aceba düşmanlarından mı kaçtı?”
Hâyır efendim, hâyır!..

Güneş başını alıp her gün gidiyor bak!.
Sabahtan buradaydı aha gidiyor bak. Doğar, batar!.
Bu doğup batmak insanlara bir şey söylemiyor mu, farkında değil misin?.
Bu alıp gitme de muayyen mesâfelerde iken namaz vakitleri oluyor.
Bu nedir?
Sabah öğle ikindi akşam. Ne demektir bu, nedir bunlar?
Bak ikindi namazını kıldık, niye?
Güneş alıp gidiyor ikisinin, öğle ile akşam arası oldu mu orada namaz kılınıyor.
“Niçin? Niye alıp gidiyor başını güneş?”
Bunları düşünün oğlum!.
Aklınıznan değil gönülünüznen.
İçinizde güneşlerden büyük güneşler çıkar oğlum!.
Ahaaaah ohhoooooh biz nelernen uğraşıyoruz!.
“Akşam, yatsı ne demektir?..”

Buraya gelmeden evvel bir bıyıklı bir kırk yaşlarında biri tanımıyorum.
Yolda hastaneden çıktı: “Bey Efendi bir şey soracağım size!” dedi
“Buyurum sorun” dedim.
“İnsan cünûb oldu, ezanda okunuyor. Ezanda okunuyor. Su var ama vakit geçecek. Cünûb namaz kılınır mı?”

Bir tek namaz kılınır!.
Namaz vakti geçiyor öğle namazı, kılamazsın!
İkindi geçiyor kılamazsın, akşam geçiyor kılamazsın!
Yatsı geçiyor kılamazsın!
Kılamazsın oğlu kılamazsın!.
Yıkanacaksın cünûbluğun gidecek ondan sonra!.

Yalınız sabah namazını kalktın ki cünûbsun ezanda okunuyor güneş neredeyse doğacak.
Hemen bir Namaz Abdesti alırsın.
“Allahuekber!” dersin sünnetini farzını kılarsın. Bitti!.
Güneş doğduktan sonra tekrar gusl edersin.
Tekrar namazı sünnetiyle beraber iâde edersin.
Yalınız Şükür Namazında olur bu!
Kulluk Namazında olmaz!.
Sabah namazı Kulluk Namazı değildir Şükür Namazıdır.
Şükür Namazıdır. Şükür Namazıdır sabah namazı.
Allah şükrünü yapsın diye müsaade ediyor dikkat buyurursanız güneş doğduktan sonra bile öğleye kadar sünnetiyle birlikte kılınıyor namaz!.
Niçin?
“Şükrünü yapsın!” diye, öteki namazlarda yok!.
İkindi geçtiği zaman kaza yaparsan sünneti artık yandı onun, öğlenin yandı, şunun yandı bunun yandı!.
O halde sabah namazında bir şey var, bir şey var!.
Vaktinde kılmağa bak!.
Koy başına çıngırak, saat koy ne korsan koy kırk gün sabah namazını vaktinde kıl!.
Ondan sonra sen uyusan da, uyku ilacı alsan da, gebersen de seni sabah namazına kaldırırlar!.

“Efendim uyuyacağım!”
Uyudu, öğleye kadar vakit var!.
O namaz olmaz oğlum!.
Öğleye kadar Cenâb-ı Peygamberin müsaade etmesi onun kıymetinin ne kadar büyük olduğunu anlatması içindir.

Sabah namazını vaktinde kılın cemaat!.
İçinizde kılanlar var.
Otuz senedir kılanlar var ben emînim.
Onu suratından, burnunun üzerinden anlarım ben.
Doktorum ben anların onu!.
Sabah namazını kaçırmayın!.
Sonra o kadar da geciktirmeyin!.
Hanı İmam Efendiler söyler: “Efendim biraz geç gelelim!.”
“Allahuekber!” dedi mi kıl namazını.
Ne kadar erken kılarsan o kadar iyidir.
Çünkü güneş doğuncaya kadar Tesbih Zamanıdır.
Kapanıyor oralarda duâ et işte oralarda.
“İşte diyor işte kulum gece karanlığında beni bulursun. İstediğini o anda veririm!.”
O an, o an işte O!.

Müslüman bahar rüzgârı gibidir bahar rüzgârı.
Bir yerde durmaz. Fırtına yapmaz.
Bütün gülistanı dolaşır.
İslâm dâima seferdedir oğlum seferde!. Hicret de budur.
Lâkin arkadaşlık, uhuvvet bâkidir.
İşte o kadar daha açıklayamam!
“Niçin?” diye sorma!.
“Bilmiyorsun da söylemiyorsun!” deme.
Bilmesem yatıp kalkmam.
Bunları da söyleyemem!.
Neler biliyorum ben ama söyleyemem.
Kafamı vursan bile!.

13. kusur asırdır bütün ibâdet mekânı câmilerin, bu mescidlerin duvarı içinde mihrab isimli bir oyukla yüzlerini kendisine bağladığı milyonlarca mü’minin şimâl, cenub, şark, garb her taraftan ona göre ayarlanarak istikâmetinde divan durduğu bu ESRARLI NOKTA nedir?
Bu işte sabah namazı ile güneş doğarken insanın kulağına fısıldanır o NOKTA nedir.
Bütün melek, cin ve mahlûkatın SECDE NOKTASI orası.
Nûr-u İlâhinin Esrar Adesesi.
Bütün İlahî feyz ve ışıklarını bir noktada toplayan ve yeryüzü perdesine aksettiren yer, nedir oğlum?
İşte ORAsı!.

Eskilerden birisi demiş ki:
“O divanda açılır perdeler ötenin ötesinde
Sûret-i RAHMÂN görülür o yerin ötesinde!” demiş.

Onun için KÂBE’ye dön!.
Kahvede otururken bile Kâbe’ye dön.
Dedelerimiz asırlardır bu divâna durduklarından dünyâyı fethetmişlerdir.
Bereket içinde ömürlerini çürütmüşler.
Dedelerimizin evlerinde helâların yapılışı bile Kâbe’ye arkaları gelmesin diye çok dikkat ederlermiş.
Ben eski evleri bilirim!.
Sizde bilirsiniz, “hürmetsizlik olur” diye.
Şimdi bunları düşünen olmadığı gibi Kâbe’ye insanı, insanı yüzünü çevirenlerin bile sayısı yok.
Bereket, sıhhat, dirilik, ilim, derece, makam insan bu NOKTAya ta’zim ile kazanır.

Bir KITMİR denilen bir köpek vardır hani Kur’ân-ı Kerim’de.
Ashâb-ı Kehf...
Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernuş, Debernuş, Şâzenuş, Kefeştatayyuş, KITMİR...

O KITMİR DENİLEN KÖPEK NE KADAR KOŞARSA KOŞSUN, KIÇINI KÂBE’YE ÇEVİRMEZ!..
Böyle yan durur, böyle yan durur!
Siz kendi kendinize dikkat etmiyorsunuz, köpeğe nerde dikkat edeceksiniz!.
Tarlalarınızı yonan köstebek yuvasına bakın, ne tarafa doğru?
“Şu tarafa doğru!.”
Ulan git bak ne tarafa doğru!. Hiç farkında değilsin!.

Kâinat bir edeb bir nizam edeb içindedir.
Hiç kimse farkında değildir.
Ta’zim Hudûduna evvela Cesed-i Ta’zim ile gidilir.
Bura Ta’zim Hudûduna Cesed-i ta’zim.
“Cesed-i Ta’zim nedir?”
Cesedini temiz tut!.
Mîdene haram lokma sokma!..



ÂYET:

وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

"Ve kîle yâ erduble’î mâeki ve ya semâu akli’î ve ğidal mâu ve kudiye’l-emru vestevet ale’l-cûdiyyi ve kîle bu''de’l-li’l-kavmi’z-zâlimîn: (Nihayet) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «O zâlimler topluluğunun canı cehenneme!» denildi.” (Hûd 11/44)


KELİMELER:

Tellal: Dellâl. İlân edici. Yüksek sesle bildiren. Müşterileri çeken. Da’vet eden. HAKK’a da’vet eden.
Zelil: Sürçüp düşen. Yanılan.
Haşere: Yabânî arı, böcek, akrep ve yılan gibi zararlı mahluk.
Kıyam: Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. Ayaklanmak. İsyan. Ölümden sonra tekrar dirilmek. Bir işe başlamak, devam etmek. Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma. Canlanmak. Kıyâmet günü (mânâsına da gelir). Namazın iftitah tekbiriyle rükû arasındaki ayakta durma kısmı.
Hıfz: Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza. Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'ân'ı ezberde tutmak.
Latîfe: Hoş söz. Şaka. Mizah. Söz ile iltifat. İnsanın çok ince ve hassas olup kalbe bağlı bir duygusu. (Mukâbili ciddiyettir)
Semi’ Allahu limen hamideh: ALLAH celle celâluhu Hamdedeni duyar.
Maazallah: ALLAH’a sığındık. ALLAH korusun.
Nizam: Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış. Îcaba göre yapılan kânun. Bir kâideye binâen tertib olunmak ve ona binâen tertib olundukları kâide. Bir işin sebat ve kıyâmına medar, sebep olan şey ve hâlet.
Basîret: Hakâkatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyânın hakîkatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat. İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet.
Emîn: Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz. Kendisinden korkulmayan. Kendine inanılan. Îtimat edilen. İnanan, güvenen. Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.
Vahdâniyet: Birlik, infirad. Benzeri olmamak. Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânâları ifâde eden ALLAH'ın bir sıfatıdır. Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir ki; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden berî olan zât demektir.
Sünnetullah: İlâhî kânunlar. Kânun, âdet. (Bak: Âdetullah)
Âdetullah: (Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen ALLAH'ın emirleri, O''nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah" yerine "tabiat kânunu" demek yanlıştır.
ÂN-ı vâhid: Bir an..
Kerâmet: ALLAH (C.C.) indinde makbul bir velî abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lutf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilâf-ı âdet hâli. Bağış, kerem. İkram, ağırlama.
Muhacır: Göç eden, bir memleketten kalkıp, başka bir yere yerleşen. Mc: ALLAH'ın yasak ettiğinden uzaklaşan.
Cünûb: Cenâbetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecbûriyet hâli. Irak, uzak, baid.
Gusl: Gusül. Boy abdesti. Temizlenmek. Maddî, mânevi temizlik için şartları dâhilinde yıkanmak. Tahâret-i Kübrâ da denir.
Adese: Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe yarayan dürbün veya mikroskop camı. İçinden geçen paralel ışınları düzenli bir biçimde birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran, camdan veya ışık kırıcı herhangi bir maddeden yapılmış, genellikle küresel yüzeylerle sınırlanmış saydam cisim, adese, lens.
Feyz: (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. İlim, irfan. Mübâreklik. Şan, şöhret. İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su.
Muallakat-ı Seb’a : (Yedi askı) Kur'ân henüz nâzil olmadan, câhiliyet devrinde meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe'nin duvarına astıkları yedi meşhur kasîde. Şâirler, jüri huzûrunda şiirleriyle yarışırlar ve yıldızı parlayan şiirler, Kâbe duvarını süslerdi. İşte Muallakat'ı Seb'a, bu yedi şiirin adıdır... Yedi başyapıt!...
Ashâb-ı Kehf: Kur'ân-ı Mu'ciz-ul Beyan''da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, berâberce bir mağaraya saklanıp, RABB-ı RAHİM’lerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernuş, Debernuş, Sâzenuş, Kefeştatâyuş. Kendilerine sâdık köpeklerinin adı da Kıtmir'dir.
Ta’zim: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifâde eden tavırda bulunmak.
Resim
Cevapla

“MART” sayfasına dön