GÜL’E HASRETİZ

Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

GÜL’E HASRETİZ

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

GÜL’E HASRETİZ
SELİM GÜRBÜZER

Bakmayın siz öyle Gül’ün bir demet çiçek halde durgun görünüşüne. Oysa o durgun görünüşün içinde bin bir türlü sevgi kıpırtıları gizlidir. Kaldı ki Gül’e değer veren vermiş zaten. Ki; Gül’ün kıymet değeri Efendisinin şanından bellidir. Derken bu sayede Efendisi Allah Resulünün elinde sevgi meşalesi mana kazanır da. Mana kazanan Gül, şavkını (ışığını) ve rayihasnıı (kokusunu) önce Mekke, sonra Medine ve en nihayetinde tüm cihana dalga dalga yayaraktan tüm ışığa hasret yanık gönüllere derman olur bile. Anlaşılan Gül’ün Şavkıyla fethedilemeyecek hiçbir kale yoktur. Gerçekten de öyle değil mi, kılıcın fethedemediği pek çok kaleyi Gül’ün Şavkı icabında tek başına fethedebiliyor. Nasıl mı? Tüm Gül’e hasret gönülleri kendine bend etmekle elbet. Hele ki Gül-i Muhammedin rayiha-i tayyibesi sevgilinin tutku gözlerinde parlayan nur olunca bak o zaman Gül’e hasret gönüllerin değme keyfine, bir anda kendinden geçip yeni bir hayata başlamanın heyecanını ruhlarında hissedeceklerdir.
Dikkat edin Gül için sevgi dedik. Niye derseniz, Hz. Peygamber (s.a.v)’in elinde sevgi anlamı kazandığı için elbet.
Bakınız Allah (c.c.) Tur-i Sina’da Musa (a.s)’a şöyle sual eyler:
“-Ya Musa! Benim için ne amel işledin?
Musa (a.s.) cevaben;
- Ya Rabbel âlemin! Senin için oruç tuttum, namaz kıldım, zekât verdim vs. der.
Allah-u Teâlâ (c.c) şöyle beyan buyurur:
- Ey Musa! Namaz, oruç, zekât vs. senin içindir.
Musa (a.s.) bunun üzerine şöyle sual eyler;
- Allah’ım, o halde Senin katında en makbul amel nedir?
Yüce Allah (c.c.) en nihayetinde:
-Ya Musa! Benim indimde en makbul amel, benim rızam için bir kulu sevmek ve buğz (bir insanın şahsına değil işlediği kötü fiiline) etmektir” diye beyan buyurur.
Evet, Müberra Dinimizde Allah için bir kulu sevmek, Allah katında en makbul amel olarak addedilir. Bu öyle bir sevgidir ki, Yüce Allah’ın “Ya Habibim! Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım” (Bkz. Acluni; II:164; Hâkim el Müstedrek, II:615) kutsi hadisiyle manalaşan gül-i gülzâr-i sevgi selidir bu. İşte böylesi Nübüvvet kokusuyla manalaşan Gül, sevenlerini vuslata erdirir de. Hem nasıl vuslata erdirmesin ki, bikere bu sevginin mayası ezelde yoğrulmuştur. Ve bu sevginin alâmetifarikası sevenin sevdiğine, aşıkın maşukuna itaat etmesiyle kendini belli eder. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) “Emr olduğun gibi dosdoğru ol” ayet-i celilenin gereğini yerine getirmekle Allah’ın Habib’i kulu olarak layık görülürken, kendisine tabii olanlarda ümmeti olarak layık görüldü. Hiç kuşkusuz sadece tabii olmak yetmez, itaat etmemizde gerekir. Biliniz ki Allah’ın Gül Habib’ine ümmet-i olarak şeksiz şüphesiz itaat ettiğimiz müddetçe ruz-i mahşerde bu itaat edişin semeresini görüp şefaatine nail olacağız demektir. Ancak şu da var ki itaat kendiliğinden oluşmaz, ilk başta illa sevgi olacak ki itaatte beraberinde oluşuversin. Zira Peygamberimiz (s.a.v) “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir” diye beyan buyurmakla sevginin motive edici gücüne dikkat çektiği gibi bir hadis-i şeriflerinde “Şüphesiz yumuşak davranmak her şeyde olsa, onu süslendirir. Bir şeyden (söz, hal ve aşağıya hakaret) alınırsa muhakkak onu lekelendirir” diye beyan buyurmakla da itaatkâr olmanın önemine, itaatsizliğinde lekeliğine dikkat çekmişlerdir. Hatta Peygamberimiz (s.a.v) sırf dikkat çekmekle kalmaz ümmetine yönelik “Öğretiniz, kolaylaştırınız, bir de öfkelendiğiniz zaman sus” şeklinde öğüt vermeyi de ihmal etmez. Madem öyle, Gül Peygamberimiz (s.a.v)’in öğütlerine kulak verip sevmek, yumuşaklık ve sükût hali gibi daha nice güzel hasletler eşliğinde taat ve itaat üzere olmamız icab eder. Sadece taat ve itaat üzere mi, ayrıca kararlılığımızı göstermek açısından Yunusça can-ı gönülden:
- “Kahrında hoş lutfunda hoş, ya gonca gül yahut diken” deyüp Allah’tan gelen her şeye razı olacak bir hayat yaşamakta gerekir,
- “Bir kez gönül yıktın ise kıldığın namaz değil” deyüp kimlerin gönlünü kırdıysak derhal telafi etmek gerekir. Ki, Müberra Dinimiz gönül kırmayı değil gönül fethetmeyi öğütler.
Bakınız Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de “İnsanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki kitabı da okumaktasınız. Hiç mi aklınız ermiyor?” (Bakara Suresi: 44) diye beyan buyurduğu ayet-i celile gayet net açık bir şekilde başkalarına karşı iyiliğin zıddı olan kötülük etmeyi şiddetle men ediyor. Zira insanlara kötülük yapıp haklarını ihlal etmekle:
-Islah edilmiş nefsin ‘hikmet kuvveti fazileti’ diye tabir edilen müdrike kuvvetinin aksine kötü fiili bir durum zuhur eder,
-Keza ıslah edilmiş nefsin ‘hilim ve cesaret kuvveti fazileti’ denen subuiyye kuvvetinin aksine kötü bir fiili durum zuhur eder,
-Hakeza yine ıslah edilmiş nefsin ‘iffet ve şecaat kuvveti fazileti’ denen behime kuvvetinin aksine kötü fiili bir durum zuhur eder.
İşte Yüce Allah’ın Kur’an’da insanlara doğrudan iyiliği emretmesinden dolayı tasavvufi hayatta bu yönde bilhassa nefsi ıslah etme çalışmaları üzerinde çok yoğun çaba sarf edilir. Ki, tasavvufta iyiliğin zıddı olarak karşılık bulan hoş karşılanmayan tüm kötü fiiller ‘münker’ olarak tanımlanır. İşte bu nedenledir ki ıslah edilmiş nefsin ürettiği hikmet, hilim, cesaret, iffet ve şecaat arz eden tüm fazilet kuvvetlerin tam aksine bir yol izlemeye kalkışanlara asla geçit verilmez. Madem Horasani Erenlerimiz istenmeyen nahoş davranışların tümünü münker olarak addetmekteler, o halde bizlere de gerek nefsin müdrike kuvvetini, gerek nefsin subuiyye kuvvetini, gerekse nefsin behime kuvvetlerini güçten takatten düşürmeyecek hamleler içerisine girmek düşer. Peki, bu nasıl olacak derseniz ilk evvela şu uygulamaları yapmakla:
-Mümin kardeşlerimize karşı mütevazı, düşmana karşı çetin ceviz olmakla.
- Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)’ın üzerinde ısrarla durup “Zina, içki ve sair büyük günahların terk edilmesinde en büyük çare gazab kuvvetini tahrik etmektir” dediği öğüdü uygulamakla.
-Kusuru başkalarında değil bizatihi kendimizde aramakla. Ki; ateş gururlanmaya, toprak alçak gönüllüğe işarettir.
-Söz gümüşse, sükût altındır atasözünü kulağımıza küpe yapmakla.
- Fiziken gusl ve abdest alarak, ruhen ve kalben de Allah’ı zikredip nefsimizi tezkiye etmekle. Ki; temizlik imanın yarısıdır.
-Şeytanın şerrinden Allah’a sığınıp ‘Euzubillahimineşşeytanirracim’ kelamını lisanımızdan düşürmemekle,
-Gafletle zikir çekmemekle. Ki, gaflet şeytandan, rahmet Allah’tandır.
-Had hudud bilerek yola koyulmakla. Ki; Resûlüllah (s.a.v) “Biriniz gazaplandı mı hüküm etmesin” diye beyan buyurmakta.
İşte yukarıda bahsedilen bir dizi tedbirleri uyguladığımızda görülecektir ki; nefsin hem müdrike kuvveti, hem subuiyye kuvveti, hem de behimiye kuvvetlerinin gönül dünyamızda etkisi ‘hikmet, iffet ve şecaat’ olarak meyve verecektir. Derken bu sayede mazluma umut zalime korku salan gönül fedaileri müminlerden oluruz da. Sakın ola ki, gönül fethi de nerden çıktı deyip gönlü hafife almayalım. Şu iyi bilinsin ki; gönül denilen cevher üzerinde en hassas bir şekilde ihtimam gösterilmesi gereken kalbin başköşelerinden başköşe bir cevherdir. Bakınız bu hususta Muhammed Şemseddin (k.s) “Miftah’ül kulub” adlı eserinde şöyle der: “Kalbe ilahi tecelli geldiği zaman, o gönül titremeye başlar. Titrerken de Yüce Allah tarafından özel bir hediye ihsan edilir. Gelen hediye yumurta şeklinde bir cevher şişe olup içi nur doludur. Rastgele bir kimse o gönle dokunduğunda ister istemez o gönül nurları dökülecektir. Hatta parçalanıp dökülen nur tanecikleri sıçrayaraktan dokunan adamın, kalbine saplanır. Dahası batini (iç) hastalıklar bu tip dokunmalardan hâsıl olur.”
İşte görüyorsunuz bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere bir gönül yıkmak Allah korusun insanın helakine yol açabiliyor. O halde bu durumlara düşmemek için Allah’tan (c.c) Habib-i Gül'ün yüzü suyu hürmetine gönül köprüsü yıkanlardan değil gönül köprüsü kuranlardan olalım diye niyazda bulunmamız gerekir. Şüphesiz dualarımızda Peygamber (s.a.v) yüzü suyu hürmetine niyazında bulunduğumuz esnada bile gönül yanması söz konusudur. Nasıl gönül yanmasın ki, derde derman olacak biricik köprü bağımız Gül-i nübüvvet nurudur. Nitekim bir hadis-i şerifte bir gönül kırmanın bedeli olarak Kâbe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha kötü olduğu vurgulanmıştır. Bu yüzden Bizim Yunusumuzda bu hadis-i şerifin ışığında: “Yunus Emre der hoca/Gerekse bin var hacca/ Hepisinden iyice/ Bir gönüle girmektir” diyerekten bir gönül köprüsü kurmaya çağrı yapmıştır.
Evet, Bizim Yunus’un dediği üzere “Bu yol bir gönlün içine girmektir.” Malumunuz Resûlüllah (s.a.v) yol arkadaşı Hz. Ebubekir Sıddık (r.a.) ile hicret esnasında mağarada baş başa kaldığında:
“-Ya Eba Bekir! Gönlünü gönlüme bağla” diyerek çağrı yapmıştır. Böylece Sıddık-ı Ekber Hz. Ebu Bekir (r.a) bu çağrıya icabet edip gönlünü rabt etmiştir. Derken bu rabt sayesinde ‘Rabıta-i Şerife’nin ilk dersi mağarada verilmiş oldu. Anlaşılan o ki rabıta-i şerife bir gönlü gönle bağlamak denen gönül fethinin ta kendisi bir köprü bağdır. İşte bu anlamda Necip Fazıl’ın “O ve Ben” ile “Rabıta-i Şerife” adlı eserleri gönlü gönle bağlamanın ne demek olduğunu idrak etmek bakımdan iki müthiş gönül abidesi eserlerdir dersek yeridir. Ki, Gönül Sultanları Necip Fazıl’ın kalemle izah etmeye çalıştığı gönlü gönle bağlama denen rabıta hayatını bizatihi kendi iç dünyalarında yaşayarak ve yaşatarak tatbik etmekteler zaten. Nitekim Rabıta-i şerife tatbik edildiğinde Ariflerinde deyişiyle “Kâmil insanın gönlü Hakkın aynası” olduğu görülecektir. Öyle ki, bir Kutsi hadis’te geçen: “Kulumu sevdiğim zaman gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum. Artık o benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür” (Bkz. Buhari, Rikak, 38; İbnu Mace, Fiten,16; İbnu Ebi-d Dünya, Kitabu’l-Evliya, No.1; Beğavi, Şerhu’s-SünneI, 142.) ifadelerinde yerini bulan mana ve ruh idrak edilirde. Tabiî ki hadis-i kutside geçen el, dil, göz ifadeleri mecazîdir, asla beşeri sıfatlar manasında ifadeler değildir elbet.
Evet, Gül’e hasret tüm yanık gönüller olarak deriz ki: Allah için gönlü muhabbet ateşiyle yanmayan ya kabir ateşiyle ya da cehennem ateşiyle yanacaktır. Bir başka ifadeyle ya gönlü Hz. İbrahim’in aşk ateşiyle tutuşturaraktan ‘Gül’ oluveririz ya da Allah korusun ilahlık davasıyla yanıp tutuşan Nemrud’un kibir cehennem ateşinde ‘Kül’ oluveririz. Hiç kuşkusuz Musa (a.s)’a Sina Çölü’nü aştıran ruhta Gül-i Gülzâr-ı Nübüvvet aşk ateşidir. Aşk olmayınca engin deryalar, engin kayalar nasıl aşılır ki. O halde Şirin uğruna Ferhat misali dağları delmek gerektir.
Düşünsenize güneşin dışı aydınlık, içi karanlıktır. İç aydınlık sadece insanda kodlanmıştır. Bu yüzden insan cümle âlem içinde “eşref-i mahlûkat” ilan edilmiştir. Dolayısıyla sevginin çilesi insanda tecelli eder hep. Ne var ki insanlık bugün gelinen noktada sevgiye ve Gül’e hasret durumda. Hele Batı insanı ki teknolojik seviyenin en üst doruğuna erişti erişmesine ama ruhi bunalım had safhada. Öyle ki sevgisizlikten soluk soluğa nefes nefese ruhunun susuzluğunu giderecek ve elinden tutacak birilerinin yolunu gözler haldeler. Oysa Batıya bu konuda rehber olabilecek kaynak bizim Horasani Erenlerimizin gönül dünyasında ve nefesinde gizli. Neyse ki, geçte olsa Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi, Mevlâna ve Yunus Emre gibi Gönül sultanlarımız artık Batı’da da yankı bulmakta. Bizim olan topraklarda ise bırakın yankı bulmayı coğrafyamızın hemen her karış toprağında meftun olmuş Gönül Sultanlarının merkatlarını (türbelerini) ziyaret etmediğimiz gibi isimlerini cisimlerini unutmuşuz da. Her neyse, olan olmuş bikere, unutmuşluğumuza, umursamazlığımıza bir an evvel son vermemiz için neydik edip mutlaka Gül-i Gülzâr-ı Nübüvvet (Nübüvvet-i Has Bahçede) ocağında yetişip filizlenen Gül’lere yönelmemizde fayda var. Aksi halde şu fani dünyada bir kez olsun Gül-i Nübüvvet kokusunu koklamak nasibi müyesser olmadan pisi pisine göç etmiş olacağız. O halde siz siz olun Has Bahçenin Güllerine münkirlik etmeyesiniz. Ki; Has Bahçenin Güllerine münkir olunduğunda biliniz ki tıpkı Batı insanı gibi biz de sevgisizlikten nefes nefese, soluk soluğa kalıp hayatımızı kendi kendimize zindan ederiz.
Peki, iyi hoşta bu dünyada ilahi sevginin dışında daha başka sevgi kaynakları yok mu dur ki hep Gül bahçeden yetişen Güllerden söz ederiz? Var olmasına var ama onlar bizim düşündüğümüz türden sevgi gülleri değillerdir elbet. Bunlar daha çok suni balon türü cinsinden sevgi türevlerdir. Yine de suni balon türünden sevgilerde olsa şu bir gerçek icabında fıtri sevgi türevlerin bile işe yarar yönleri olabiliyor. Örnek mi? Mesela insanın teknolojiye olan merakı ya da teknoloji tutkusu pek çok gelişim hamlelerini beraberinde getirebiliyor. Kim bilir, belki de Ay’a fırlatılacak füzeyi yapan teknik ekipmanın da Ay’a ayak basacak olan astronotların da kendilerine göre teknolojik heyecanları ve sevgi tutkuları vardı ki böylesi önemli bir gelişmenin ön ayak öncüleri olabildiler. Başka ne diyelim, işte görüyorsunuz insanın fıtratında var olan hakiki sevgiden yoksun kuru meşe odunu türünden bir takım sevgi kırıntısı tutkular bile hayatın pek çok alanında ilham kaynağı olabiliyor. Hatta ateistler de ruh gerçeğini inkâr etmelerine rağmen bir bakıyorsun kendilerini bir tür Nazım Hikmet romantizmine kaptıraraktan devrim fedaisi kesilebiliyorlar. Keza İsrail’in Arz-ı Mev’ud tutkusu da bir tür suni romantizm algısıdır. Bu demektir ki, azıcık sevgi kırıntısı suni romantizmler bile ruhsuz fikriyata sinerjik etki yapıp harekete geçirebiliyor. Türkiye’de de bir zamanlar bir Aziz Nesin vardı, malum kendileri ateizme gönül bağlayıp davası uğruna vakıf kuran, konferans veren, birçok kitap yazan bir yazardı. Düşünsenize böylesi ateist bir yazar ilahi kaynaktan beslenmediği halde davası uğruna onca iş çıkarabilmiştir. Bu yüzden Hekimoğlu İsmail haklı olarak bir yazısında durumumuz hakkında “Aziz Nesin bunları yaparken acaba benim Müslüman’ım ne yapıyor” feryat etmekten kendini alamaz da. Gerçekten de feryat edilecek içler acısı durumumuz söz konusudur. Maalesef, bugün inanan insanların geldiği noktada en büyük sıkıntısı sevgiyi, aşkı ve Nübüvvet Gül’e olan sevdasının yitirilmişliğinin sancısını yaşıyor olmasıdır. Her şeye rağmen şu da var ki, ruh köklerimizle olan bağımızı topyekûn de ne unutturmaya ne de ortadan kaldırmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Zaten bir takım karanlık mihraklar ve derin güçler bu gerçeği bildikleri içindir; madem insanların gönül dünyalarını kökünden kazıyamıyoruz bari bedenlerine hâkim olalım çabası içerisinde kendi kendilerine gelin güvey olmaktalar. Baksanıza bütün dünyayı kasıp kavuran Coronavirus Pandemisi sürecinde şimdiden insanlara çip takalımda aklını, bedenlerini ve paralarını kontrol edelim planlarını aşama aşama devreye soktular bile. Dikkat ettiyseniz yukarıdaki satırlarda insanların aklını, bedeni ve parasını kontrol edenler hakkında karanlık mihrak ve derin güç ifadeleri kullandık, yani insanların ruhlarını da kontrol eden derin güç ifadesi kullanmadık. Çünkü ruhu kontrol altına almak her baba yiğidin harcı değil ki insanların ruhlarına da hâkim olabilsinler. Besbelli ki karanlık güçler için şimdilik bedenleri kontrol etmek daha kolay iş gibi gözüküyor. Hem bu alanda tarihten tecrübeliler de. Nitekim Hristiyanları aslana yediren Neron tiplemeleri, Boğa güreşleri, Kazıklı Voyvoda gibi insanlık dışı vahşi manzaralar batının tarih sicilinde ziyadesiyle mevcut zaten. Aslında dönüp tarihten bugüne bunun muhasebesini bir yapabilseler bu denli vahşiyatta sicili kabarık olmalarının sebebinin Nübüvvet-i Gül kokusunun koklamamanın ve ilahi sevgiden yoksunluğun neticesi bir tablo olduğunu göreceklerdir. Hele bilhassa orta çağın engizisyon mahkemelerini masaya yatırdığımızda yüreklerinde en ufak ilahi sevgi kırıntısı taşımadıklarından skolastik düzene aykırı hareket eden her kim olursa olsun ister bilim adamı olsun, ister sıradan birileri olsun hiç fark etmez kellelerini acımasızca giyotine vermekten yüksünmemişlerdir. Allah’a çok şükürler olsun ki bizim tarihimizde böylesi ne kazıklı Voyvoda, ne Neron, ne giyotin, ne şu, ne bu türünden barbarca örneklerin izine rast gelinir. Bizim tarihimizde asla insanlık dışı yer verilmediği gibi bu tür manzaraların izi görülmez de. Kaldı ki bizim tarihi medeniyet kodlarımızda düşmana bile bir ölçü tayin edilmiştir. Bu yüzden denilir ki; dost düşman iki ayak gibidir, yürümek için her iki ayakta birbirine muhtaçtır. Çünkü adetullah gereği her şey zıddıyla kaimdir. Öyle ya, zıtlık olmayınca ortada ne düşman kalır ne de dost. Ki, tek ayak üzere menzile varılmaz, varılsa da bu monoton varış olur. İşte bu noktada Gül, zıtlıkları ahenkleştirerekten bizi monotonluktan kurtaran iksir olarak ta karşımıza çıkmakta. Belli ki bu gerçeklerden hareketle Gül bir nesil yetiştirmek şart gözüküyor, şarttan da öte bir vazife. Dahası bu hususta ne demek istediğimizi levlake levlak diye başlayan; “Habibim eğer sen olmasaydın bunca felekleri yaratmazdım” kudsi hadisi meramımızı izah ediyor zaten. O'nun nuru kâinat daha yaratılmadan önce vardı, işte nübüvvet gülünün kâinatın özü olması bu yüzdendir. Bakın Allah Resulü dünyaya teşrif ettiklerinde Âmine Hatun dedesi Abdulmuttalib’i şöyle müjdeler:
-Doğan çocuğumu önce secde halde sonra da ellerini semaya açıp bir şeyler söylediğini gördüm.
Abdulmuttalib hiç tereddütsüz torunu için:
- O’nun çok yüce bir makam sahibi evlat olacağına inanıyorum der.
Böylece adı güzel, kendi güzel Muhammed (s.a.v.)'in dünyaya teşrifiyle birlikte dağ, taş ve cümle âlem bu nübüvveti nura gark olurda. Elbette ki bu doğan nurdan ve yaprak yaprak açan bu gül-i rayihadan (gül kokusu) ilk olarak ehlibeyt koklayıp istifade edecektir. Nitekim bir gün Allah Resulü (s.a.v.) ehli beyt neslin reisine:
- Ya Ali! Beni sever misin?
- Ya Resûlallah! Seni canımdan aziz bilir ve severim.
- Peki, Hasan’la Hüseyin’i sever misin?
- Severim.”
- Kızım Fatıma’yı sever misin?
- Ya Resûlallah! Severim elbet.
İşte bu karşılıklı soru cevap ikileminin akabinde en can alıcı soru gelir ki, işte o soru:
- Peki, Ya Ali! Bu üç sevgi kalpte nasıl toplanıp bir olur ki?
İşte bu sual karşısında Hz. Ali (k.v.) adeta dona kalır da. Ve soluğu evde alır.
Hz. Ali (k.v.) eve döndüğünde düşünceli olduğu her halinden gözden kaçmaz. Bu durumda Fatıma anamız:
- Ya Ali! Seni düşünceli görüyorum, bir şey mi oldu?”
Hz. Ali (k.v.) tüm olanları anlattığında, annemiz Hz. Fatıma tebessüm edip şöyle der:
-Ya Ali! Allah iyiliğini versin, hâlbuki buna verilecek cevab çok kolaydı. Bakın bir insanın Allah (c.c.) ve Resulüne (s.av.) sevgisi kalbidir, zevcesine (eşine) olan sevgisi nefsidir, çocuklarına olan sevgisi ise fıtridir.
Ertesi gün Hz. Ali (k.v.) Allah Resulünün yanına gelip sorunun cevabını ikrar ettiğinde, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle der:
-Ya Ali! Görüyorum ki bu cevaptan burnuma nübüvvet kokusu (ehli beyt neslin kokusu) geliyor.”
Evet, Fatıma annemizin dilinden sadır olan o müthiş ehlibeyt kokusu sözler Hz. Ali (k.v)’in aile ocağından tüten en can alıcı Gül kokusu sözlerdir. Madem öyle, bize Gül kokulu bu evden çoğalan ehlibeyt neslini Allah için sevmek, Allah için hürmet göstermek düşer. Hem bu dünyada Gül nesil ehlibeyt sevgisi kadar daha güzel sevgi seli ne olabilir ki? Düşünsenize bu öyle bir sevgidir ki, Kerbela hadisesi sevenlerin zihinlerinde hale tap tazedir. Nasıl hafızalarda taptaze canlı kalmasın ki, Hasan ve Hüseynimiz ehlibeyt neslin taze gülleridirler çünkü. Amma velâkin içimizi sızlatan bir hadisede var ki, malumunuz Kerbela’da o Gül neslin evladına bir damla suyu bile çok gördüler. Bir damla suyu çok gördüler de ne oldu susuzluktan, kan revan içerisinde toprağın bağrına düştükleri şehit katında o gün bugündür ehlibeyt sevgimiz daha da güç tazelemiş oldu.
Bu Nübüvvet Gül’ün güç feyzi daha kâinat yaratılmadan önce vardı. Bakmayın siz öyle Peygamber (s.a.v.)’in Hatemül Enbiya halkasında en son Nebi oluşuna, aslında O (s.a.v) âlemlere rahmet olarak gelen ilk parlayan Hilâl Gül'dür. Dahası en son peygamber halkasında O’nun eline düşen en son marifet aslında ilk marifettir. Düşünsenize sonun başlangıcı marifet, birde bunun kıyamete dek sürecek olan marifet basamaklarının dallanıp budaklanarak tüm insanlığı kuşattığını düşündüğümüzde ne büyük enginlere sığmaz Nübüvvet-i marifetle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Öyle ki, Gül-i Nübüvvetin marifetullah ışığı tüm insanlığı boy boy, soy soy, nesil nesil, ümmet ümmet kuşattıkça Gül’e olan hasretimizle Mevlana’ca ‘hamdım-piştim- yandım’ misali yanıp tutuşuruz da. Nasıl hasretle yanmayalım ki, bikere hakiki sevgi, asla birilerini körü körüne taassup içerisinde sevmek değildir, bilakis bizi ‘Nübüvvet-i Gül’ marifetiyle ‘şeriat, tarikat, marifet ve hakikat’ basamaklarını bir bir aştıracak sevginin ta kendisi sevgi deryasıdır bu. Unutmayalım ki başkalarını küçümseyerekten tepeden bakıp kendini beğenmişlikte taassupçuluktur. Allah için Gelin tanış olmak varken, işi kolay kılmak varken, sevgilinin tutku gözlerinde pırıltı olmak varken kendimizi sevmek ya da beğenmekte niye. Oysa gerçek sevgi aynada kendini değil sevgiliyi görmek gerçek sevgidir. Sevgi aynı zamanda birliğimizi ve dirliğimizi sağlayacak yegâne güçte. Tarih bunun en canlı şahidi zaten. Nitekim Fatih’in pusatıyla İstanbul’u fethedişindeki kumandanlık meziyetinin yanı sıra elinde Gül koklarken kendini resimletmesi bunu en çarpıcı örneğini teşkil eder. Maalesef böyle örnekler önümüzde dururken her nedense günümüzde Gül-i Nübüvvet kokusunu ruhunda solumamış Moğol serdarlarına veya kuru cihangir davası kahramanlarına imreniyoruz habire. Oysa savaş kabiliyetinden daha mühim kabiliyet hiç kuşkusuz ilim, üretim, aşk, sanat icra edebilmek hüneridir. Hem kaldı ki kuru cihangirlik davası göçebe dinamizminin şartlarına özgü bir misyondur. Ve o misyon vazifesini tamamlayıp başka bir misyona geçilmiştir. Dolayısıyla tekrardan göçebe dinamizmini günümüz şartlarında diriltip canlandırmaya çalışmak abesle iştigal olacaktır. Şimdi tam da bu noktada dönüp kendimize şu suali sormakta fayda var: Acaba geldiğimiz noktada bize örnek olacak kahraman Deli Dumrul mu? Cengiz Han mı? Mimar Sinan mı? Elinde Gül koklayan Fatih mi? Elbette ki şayet derdimiz çağlar üzerinden sıçramaksa göçebe dinamizmi yerine, maddi veçhesi yönüyle bilgi ve teknikte maharetli Mimar Sinan misali donanımlı ideal teknik insan tipi, manevi vechesi yönüyle de Nübüvvet sevgisiyle yanıp tutuşan Evlad-ı Fatihan nesli bize ışık tutacak örneklerdir. Malumunuz Alplik tarihte kılıçtı, şimdi ise Alplik misyonumuz bilgisayar olmuş, stratejik silahlar olmuş, kalem olmuş, meslekler ve meşrepler olmuştur. Erenlik ise tarihte de, bugün de tek değişmeyen hakikattir. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin temellerini attığı Horasan kültürünün en büyük yönü değişmeyeni kavramasıdır. Erenlik dün olduğu gibi bugün de Nübüvvet Gül'dür, yani aynıdır değişmez. İşte bu nedenledir ki, ısrarla üzerinde dura dura: Gül zikir, Gül İslam'ın hadimiyet simgesi, Gül maneviyat, Gül Muhammedi ter kokusu, Gül iç âlemimizin tek hakikat sevgi cevheri demekten kendimizi alamayız da. Ki; Dr. Haluk Nurbaki Kur’an’da zikredilen “Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azim bir azaptır” (Bakara suresi ayet:17) ayetini mealen; “Sanat şaheserim olan bu kalbe imza attım. Onu imanla ve sevgiyle doldurmazsanız mühürlerim” diye yorumlamıştır. Hele bir insanın gönlü mühürlenmeye görsün o zaman Allah korusun hakikati göremez olur. Zaten gönül gözü kapalı olan bir şey görmüş sayılmaz ki. Bakın Hadis’i Kutsi’de Yüce Allah: “Kulum bana bir karış yakın olursa ben ona bir zira olurum, o bana yavaş gelirse ben ona süratle rahmetimi ona yağdırırım. Eğer o süratle gelirse bende onun kulağına, gözüne, eline, ayağına kuvvet veririm. O da kuvvetimi işitir, görür, tutar, yürür” diye buyurmaktadır. Zaten kalbe ait en önemli hakikat pınarı beyin hard diskine yazılmış olanları hissetme gücü diyebileceğimiz ön feraset melekesine sahip olmasıdır. Nitekim iç sıkıntı, sevinme vs. tüm bunlar kalbe ait en tipik önsezilerdir. Zaten Cenabı Allah’ı (c.c.) sırf akıl melekesiyle kavramak mümkün değildir. Akıl ancak beş duyudan gelen veriler çerçevesinde hüküm yürütebilmekte, ama kalp öyle değil tam aksine güçlü ön sezgisiyle O'na teslim olaraktan sadece amenna saddak der. İşte bu teslimiyetinden ötürüdür ki Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan doğrudan kalbe hitap eder: “Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerini perdelemiş ve gözlerine perde inmiştir ve bunların hakkı azim bir azaptır (Bakara Suresi ayet 7).” Hatta pek çok evliyaullah akılları fethederek değil kalpleri fethederek insanları irşâd etmişlerdir. İşte Evliyaullah kalpleri fethettikleri içindir insanların gözünde onlar ‘Gönül Sultanları’ olarak anıldılar hep. Böyle anılmaları da gayet tabidir. Zira Gönül Sultanları bu ümmetin Gül'üdürler. Evliyaullah, aynı zamanda kalp uzmanları olup, manevi tasarruf ehlidirler. Onlar gerçek irşâd kutuplarıdır. Belli ki Evliyaullahın elinden hiç düşürmedikleri Gül deste sırf tutmak için değil irşad içindir elbet. O halde daha ne duruyoruz, gün o Gül’ü tutan el’den biat almak günüdür. Ne mutlu o biattan nasiplenenlere.
Peki, güle tutunmayanları hali nice olur derseniz, hiç kuşkusuz Gül’e tutunmayanlar ya nefse, ya da şeytanın hilelerine tutunaraktan kendilerini mahvı perişan ettikleri gibi toplumu da mahvı perişan edeceklerdir. Malum insanlara ve toplumlara fuhşu, kötülüğü, kini ve düşmanlığa teşvik eden kuvvet nefsin vehim gücüdür. Ki, nefsanî vehimler kalbin yetmiş küsur şubesini bozar da. Bu duruma meydan vermemek için Resûlüllah (s.a.v)’in “Kanın dolaştığı yerde muhakkak şeytanda dolaşır. Onun dolaşmaması için en kuvvetli silah “Lailahe illalahul fealu’dur” diye beyan buyurduğu hadis-i şerifin gereğini yapmak gerekir. Hakeza bir hadisi kutsi’de ise Yüce Allah “Kim gazaplandığı zaman beni anarsa ben de gazap ettiğim zaman onu hatırlar mahv etiğim kimseler içerisinde (zikir) edeni mahv etmem” beyan buyurmakla bu hususa işaret etmiştir. Anlaşılan o ki çokça Allah’ı zikretmekle şeytanın hilelerine ve nefsin köleliğine karşı kendimizi pekâlâ koruma altına alabiliyoruz. Yeter ki Allah’ı zikretmekte çokça safı gayret edilsin gerisi gelir elbet. Zira gayret edenden şeytan kaçar da. Derken Lafza-i Celal ve Nefy-i isbat zikirleri sayesinde zikreden salik nefsin vehim gücü karşısında evhama kapılmamış olur. Dahası zikrin akabinde evhamdan arındırılmış kalpte güller açmaya başlar da. O halde kalbimizi Allah’ı zikrederek her türlü evhamdan arındırmalı ki gönül dünyamız Gül-i Nübüvvet nuruyla aydınlanabilsin. Aslında insanın iç dünyasına üç sevgi kodlanmıştır. Bunlar:
- Allah sevgisi,
- Nefis sevgisi,
- Mahlûk sevgisidir
Yani bu üç unsurdan insan hangisine daha çok yatkın ise fikri ve zikri de o olacaktır. Zira Allah Resulü (s.a.v) “Kişi sevdiği ile beraber haşr olunacak” (Bkz. Buhari, Edep, 96; Müslim, Birr, 165; Tırmizi, Zühd, 50; Hâkim, Müstedrek, IV,171.) beyan buyurmakla mahlûkat içerisinde bu dünyada Allah’a dost olanlarla beraber bulunanlar ahrette de beraber olacaklar mesajını vermiştir. Yine bu mesajdan anlaşılan o ki, Allah’a düşman olanlarla beraber olanlarda kendi aralarında beraberce haşr olacaklardır. Kelimenin tam anlamıyla Peygamberimiz (s.a.v)’in beyan buyurduğu veçhiyle “Kişi kendine dost edindiği kimsenin dini üzerinedir. Dikkat edin ki, siz kiminle dostluk yapıyorsunuz” o hal üzere haşr olunacaktır. Gerçektende öyle değil midir, Gül ağacının gül'ü dost içindir, dikeni ise düşman için vardır. Ancak burada dikkat etmemiz gereken kaide sevginin de bir ölçüsü ve sınırı olduğu gerçeğidir. Çünkü insanoğlu aşırı derecede sevdiği kimseye en mahrem sırlarını açığa vurmaktan imtina etmeyebiliyor. Oysa ihtiyatlı olmakta fayda var, olur ya ilerde aralarında bir husumet oluştuğunda anlattığı o sır kendisine koz olarak dönüş yapabilir. Dolayısıyla her daim ihtiyatı elden bırakmamakta fayda vardır diyoruz. Ki; “Düşmandan bir defa, dosttan bin defa sakının” sözü hükemâmız tarafından kabul görmüş bir sözdür. Kaldı ki Resûlüllah (s.a.v) bu hususta “Bir şeyi aşırı sevmen seni kör eder ve sağır eder (hatalar görünmez) tarzında bir ölçü ortaya koymuşta. Besbelli ki sevgide aşırıya kaçmak insanın bazı hakikatleri görmesine engel teşkil edebiliyor. Madem öyle, her şey de olduğu gibi sevgide de ölçüyü kaçmamak gerekir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) “Kiminle arkadaşlık yaparsan güzel arkadaşlık yap” diye buyurmuşlardır. İşte görüyorsunuz arkadaş edindiğimiz dostlara karşı ölçü bu hadisi şerifte belirtilen güzel arkadaşlık ölçüsüdür. Ölçülü olmaya mecburuz da. Nitekim Hz. Ali (k.v.)’e isnat edilen bir şiirde güzel arkadaşlığa zeval gelmemesi açısından şu uyarı yapılmıştır: “Okların açtığı yaralar iyileşip kaynaşır, ama dilin açtığı yara ne iyileşir ne de kaynaşır.”
Bakınız Yüce Allah (c.c) bitkiler âleminden halk ettiği sevginin simgesi bir demet Gül’ün yapraklarına da ölçü tayin etmiştir. Zaten Gül-i Nübüvvet nuru da o ölçü tayin edilmiş Gül’ün kandilinden başkası değildir elbet. Öyle anlaşılıyor ki bir gün bir insana Gül’-i Nübüvet kandilinin ışığıyla feyizlenmek nasib olunduğunda, o insan Allah Resulünün şu sözlerine muhatap kalacaktır: “Allah bir insanı sevdi mi Cibril’e şu emri verir; Ben filan adamı severim. Cibril de semada olanlara filan oğlu, filanı Allah sever siz de onu sevin der. Yerdekiler de artık onu sever” (Bkz. Buhari, Edep, 41; Müslim; Birr, 48; Beğavi, Şerhu’s-Sünne, XIII,55–56; Malik, Şear,15; İbnu Hıbban; Sahih, I,291). İşte hakiki sevgi budur. Allah'ın kulu sevmesiyle birlikte ümmetinin de onu büyük bir iştiyakla sevmesi ne güzel bir duygu seli olsa gerektir.
Evet, Peygamberimiz (s.a.v) âlemlere Gül-i Nübüvvet olarak gönderildi. Öyle ki çocuk yaşta sütannesi Halime’nin evindeyken melekler tarafından göğsü yarılıp gül suyu ile yıkanmış bile. İşte o gün bugündür tüm kalpler Gül Nebiye hasret ve müştaktır. Nasıl müştak olmasın ki, o Gül Nebinin kendinden önce gelen peygamberlerden farkı affedici peygamber olmasıdır. Malum Nuh (a.s) kavminin yaptıklarına karşılık helak olması için dua edip tufan kaçınılmaz olmuştu. Hakeza İbrahim (a.s.)'da Halilullah bir peygamber olmasına rağmen mülk âleminde asilerin isyanını gördüğünde o da helak olmaları için dua etmiştir. Âlemlere rahmet olan en son Resûlüllah (s.a.v) ise onca çektiği çilelere rağmen beddua etmeyip bilakis “Ümmetim, Ümmetim, Ümmetim “ diye yalvararak farkını ortaya koymuştur. Allah Resulü Hadis’i Kutsi’de zikrolunan “Rahmetim gazabımı geçti” düsturunca hareket etmiştir hep. Yetmedi her türlü eza karşısında; “Allah’ım ümmetime hidayet eyle, onlar ne yaptıklarını bilemiyorlar” deyip kurtuluşlarını dilemiştir. Gül Peygambere de bu yakışırdı zaten. Ki, en büyük dostu Ebu Bekir Sıddık (r.a)’ın Gül Nebi hakkında söylediği: “O’na salâvat getirmek, günahları yok etmek bakımından sudan daha fazla temizleyicidir” sözü son derece manidardır. Bu yüzden göğsü melekler tarafından arındırılan Gül Nebiye salâvat getirmekle de iç dünyamızın arındırılacağına inancımız tamdır. Keza O’nun teninden tüm cihana yayılan Gül kokusu da öyledir.
Velhasıl-ı kelam, Gül gonca Nebisine âşık, cümle âlemde Gül-i Nebi’nin gül tenine, gül kokusuna hasret. Tâ ki Yüce Allah’ın nurumu tamamlayacağım diye vaad ettiği 'Gül’ vakti saati geldiğinde o hasretlik vuslatla taçlanacaktır elbet.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/kose-yazisi/4 ... e-hasretiz
En son dedekorkut1 tarafından 13 Ağu 2020, 09:20 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

AŞK'tan ZİYADE

Mesaj gönderen halimkok »

Resim

Ağlamak AŞK için ağlar örmektir,
DİKEN’ler İǒinde GÜL’ü görmektir.
AŞIK-lık CÂNÂN’a CAN-ın vermektir,
VAR-lığa neden ne AŞK’tan ziyade.

DÜŞ’teki İNSAN’a DÜŞ değil HAYY-at,
Hep BAHAR ya da hep KIŞ değil hayat.
AŞK’ın gözü kördür, diyene inat,
Gördüğüm var mıdır AŞK’tan ziyade.

GECE’nin İǒinde SABAH’lar saklı,
AŞK’ı anlayamaz insanın aklı,
YÂR’e GÖNÜL veren, ÖZ’ünde HAK-lı,
HAK nerde bulunur, AŞK’tan ziyade.

Leyla mı düşürdü Mecnun’u çöle,
MEVLA’nın YOL’unda sefâdır çile,
Mirac’ta Muhammed (sav), Cebrail ile,
ÇİZGİ’yi geçen kim, AŞK’tan ziyade.

Halim KÖK
05.08.2008
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Eyvallah Halim Kardesim, ALLAH derdini arttirsin!...

Selam ve muhabbetle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Eyvallah, GARİB- AN-IM,

İslâm BİZ'e; "SAV, DER" DİNÎ..
"AŞK ile GÜL'ünü DER" DİNÎ,
"SÖZ'ünü ÖZ'ünde DER",DİNÎ,
ŞÜKRET Kİ... ALLAH ARTTIRSIN " DER, DİN-Î İSLÂM.

Allah cc. senin de arttırsın DERDİNÎ Barbaros Canım...

Selamlar, sevgiler
En son halimkok tarafından 06 Ağu 2008, 17:04 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

HAYY ile hayatta, HAYR-ET’ te insan,
Ya HAYR’a ya ŞERR’e gayrette insan,
SÛR’a dek SIRR’ına SÛRET’ te insan,
SÎRET’in bilemez AŞK’tan ziyade.

06.08.2008 - 17:05
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Doğumdan ölüme AŞK hikâyesi,
“ÖLMEDEN ÖLMEK” tir AŞK’ın gayesi.
NEYZEN’siz duyulur mu NEY’in sesi,
NEYZEN’in kim olur, AŞK’tan ziyade.

06.08.2008 - 17:50
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »


Tatlı bir esinti ile duyduk GÜL'ün kokusunu.
GÜL, gönlümüzde CAN-landı.
CAN-lananlar ile dünden beri gölümde dillenen mısraları da bugün yazmak nasip oldu...

Ağlamak AŞK için ağlar örmektir,
DİKEN’ler İǒinde GÜL’ü görmektir.
AŞIK-lık CÂNÂN’a CAN-ın vermektir,
VAR-lığa neden ne AŞK’tan ziyade.

DÜŞ’teki İNSAN’a DÜŞ değil HAYY-at,
Hep BAHAR ya da hep KIŞ değil hayat.
AŞK’ın gözü kördür, diyene inat,
Gördüğüm var mıdır AŞK’tan ziyade.

GECE’nin İǒinde SABAH’lar saklı,
AŞK’ı anlayamaz insanın aklı,
YÂR’e GÖNÜL veren, ÖZ’ünde HAK-lı,
HAK nerde bulunur, AŞK’tan ziyade.

Leyla mı düşürdü Mecnun’u çöle,
MEVLA’nın YOL’unda sefâdır çile,
Mirac’ta Muhammed (sav), Cebrail ile,
ÇİZGİ’yi geçen kim, AŞK’tan ziyade.


Selam,sevgi ve muhabbetle..
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Göz yaşıdır sermayesi,
Aslına vardırmak gayesi,
Derdin en büyük payesi,
Ağlatan nedir AŞKtan ziyade?
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Gönül kaynar,
Gözler pınar,
Yakmakta nar,
Nedir AŞKtan ziyade?
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Konuşmakla bitmez,
Yazmak dahi yetmez,
Gözden akar gitmez,
Sözler nedir AŞKtan ziyade?
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

KAL; SÖZ’dür, KALEM’den tüm KELİME’ler,
KUL; “DE” KELÂM’ı… O, DİL-inle DİL-er.
KALB’indeki SÖZ’ler KİM’den geldiler,
KELÂMULLAH ne ki AŞK’tan ziyade…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

İKİ GÖNÜL BİR-se, samanlık SEYR-AN,
GÖNÜL-ler BİR-likte, KİM KİM’e HAYR-AN,
DİRİ-den DİRİ-ye akmakta CERY-AN,
CAN nedir DİRİ’de AŞK’tan ziyade.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

YAR-amaz YAR-ama YÂR’dan başkası,
AŞIK’a LÛTUF’tur ellere YAS’ı,
AŞIK KİM, MAŞUK KİM VUSLAT sonrası,
EL-AN ne OL-AN ne AŞK’tan ziyade.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

YAR YAR derler yaramı deşerler,
YAR benim, adın kimler zikreder?
YARİMLE YARİMİ anarım erenler,
YARE çare ne, aşk'tan ziyade?
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Kanar yaram, dinmez sızısı,
Yanar ciğerim illa vuslat arzusu,
Dermanım derdinde saklı
Rızaya yol ne aşk'tan ziyade...
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

YÂR AN-ar yüreğin yangını YÂR’dan,
YÂR ile KIŞ YEĞ’dir, YÂR’sız BAHAR’dan,
YÂR-in bilmeyene NUR farksız NAR’dan,
NAR’ı NUR eden ne AŞK’tan ziyade.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kendinde kendindini BİLirse Âşık
ÖZünde RABB’ını BULursa Âşık
Seherde YÂR ile OLursa Âşık
YAŞAr YÂRi ile AŞKtan ziyâde!..
Resim
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Alemin yaratılış gayesi,
Habib-Mahbub hikayesi,
Cümle varlığın sayesi,
Görünen nedir AŞKtan ziyade...
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Hem EVVEL hem AHİR,
Hem BATIN hem ZAHİR,
Hem yitik hem tahir,
Gaye nedir AŞKtan ziyade.
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Akan nedir yaştan ziyade,
Secde nedir baştan ziyade,
Göz kıymetli kaştan ziyade,
Bahasız yok AŞKtan ziyade...
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Leyla-Mecnun hikayesi,
AŞKtır gayeler gayesi,
DOSTun bize kifayesi,
Ne olsun ki AŞKtan ziyade...
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Aziz nedir bunca sözün,
AŞKa yetmez mi özün,
Başkayı göremez gözün,
DOSTa vuslat AŞKtan ziyade...
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

İmtihan!.. Atbaşı Korkuyla Umut
Seherleri dinle! Uykunu Uyut!
Damla kanat takar, OLursa BULUT
Aşar AŞK Dağını, AŞKtan ziyâde!..


15.08.08 16:24
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Mal, mülk, para, pul hepsi bir hayal
Heva ve hevesten çetin bir aglal
Seninle gelen TEK BÌR SALih a’mal
O da AŞK olsun, AŞK’tan ziyade

15 Agustos 2008
Basildon
Resim
Kullanıcı avatarı
katre-iNur
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 272
Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen katre-iNur »

BENDEN ÖTE BENDEN ZİYADE (1995)

Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme
Hücrem soğuk bir tek sen varsın düşlerimde
Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime
Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime

Derin derin soluyorum seni gecelerce
Duvarlara kazıdım ismine her köşeye
Dudakların şeker gibiydi baldan öte baldan ziyada
Pembe pembe yanakların gülden öte gülden ziyade

Sabret gönül sabret sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile isyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade
Onu düşün ona sığın o senden öte benden ziyade

Bir sabah elbet güneş de doğacak penceremde
Ama bil ki ateşin hala yanacak yüreğimde
Gözyaşlarım akıp gidecek selden öte selden ziyade
Bir canım var vereceğim baldan öte baldan ziyade

Sabret gönül sabret sakın isyan etme
Birgün elbet bitecek bu çile isyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade
Onu düşün ona sığın o senden öte benden ziyade

Bir sen var ki benim içimde benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde senden öte senden ziyade
Bir sen var ki benim içimde benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde senden öte senden ziyade

Barış Manço
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/katreimza.jpg[/img]
Cevapla

“Kendi Şiirleriniz” sayfasına dön