Seyir Defteri

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Seyir Defteri

Mesaj gönderen kamuran »

Eskizller

"nefisleriniz sizin bineğinizdir, rıfk ile muale edin"

Nefsin bineğe benzetilişi elbette daha şeylere nazaran çok daha fazla isabetli. Öylesine seçilmiş bir benzetme olup olmadığını sorgulamaya, söyleyene bağlılığımız manidir. Öte yandan özenle seçilen ve meseleyi alabildiğine açıklayan hikmet dolu bir metaforla karşı karşıya olduğumuz da aşikar.

Nefsin bineğe benzetilmesi daima ilginç gelmiştir. Fakat nedense bu hadis üzerine düşünürken, hadisin söylendiği devirde binek denince akla gelen şeylerle kısıtlamıştım kendimi. Deve, at, eşek gibi canlı binekler daha çok aklıma gelirdi. Lakin, bu tür canlı binekler çoktandır gündelik hayatımızdan uzak olduklarından metaforu gündelik hayatımda algılamakta biraz zorluk çektiğimi de itiraf etmeliyim.

Geçenlerde bir vesile ile bu hadis üzerine düşünmenin yeni bir kapısı açıldı. Malum. İnsan için seyahat meşakkatli bir uğraştır. Bu nedenle olsa gerek, insanoğlu geçmişten beri yolculuğun meşakkatinden kendisini kurtaran binekler hayal edip durmuştur. Bu hayali binek tasarımlarına masallarda, romanlarda filmlerde sıkça rastlarız. Mesela binbir gece masallarındaki uçan halı, St. Nicolas'ın geyiklerin uçurduğu kızağı, Jules Verne'in denizler altında yirmibin fersah giden denizaltı gemisi, aya yolculuk yaptığı roketi vs. ilk aklıma gelenler...

Oysa düşünüyorum da, insan için tasarlanmış en mükemmel binek kendi bedeni olsa gerek. Mirac'da Burak'ın ve Refref'in götüremediği yere hangi araçla gidilmiş olabilir?!


***

80'li yıllarda Kara Şimşek diye bir dizi vardı. Olağanüstü teknolojik bir araba (gerçi bugünkü otomobillerin çoğunda o dizideki teknolojiye epeyce yaklaşıldı ama). Sürücüsüyle konuşan, onu bilgilendiren bir bilgisayarı vardı Kara Şimşek'in. Yukarda sözünü ettiğim hadis üzerinde düşünürken Kara Şimşek geldi aklıma. Şöyle bir metafor oluştu;

Otomobilin kaportası, mekanik aksamı vücudumuza benziyor. Ruhumuz (Natilus'un bitmeyen enerji kaynağı gibi) bu araca dışardan konulan yakıt. Nefsimiz otomobilin mekanik aksamına dahil ama sürücüyle bu mekanizmanın irtibatını sağlayan, konuşabilen ve konuşarak aracın tüm ihtiyaçlarını da sürücüsüne bildiren Bilgisayara benziyor. Tabi geriye bir tek aracın sürücüsü kalıyor. İşte o da biziz. Yani İNSAN.


***

Benim hiç otomobil merakım yoktur. Otomobil meraklılarına hayret ederim çoğu zaman. Hele bir de modifiye hastaları filan var ki. Dehşet içinde kalırdım onları gördüğüm zaman. Ama iyi ki böyle bir kaç tip tanımışım diyorum şimdi. Kendilerine hizmet etmesi için aldıkları alete adeta köle olan, araçlarına hizmet etmekten başka düşünceleri olmayan insanlarla kendimi kıyaslıyorum. Daha çok şey var ama bu kadar yeterli...
En son kamuran tarafından 08 Nis 2009, 15:52 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen kamuran »

Allah hayyun kayyumun hakemen adlün kuddusün

bunu düşünüyorum
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

6 boyut

Mesaj gönderen kamuran »

İki gece önce kainat matruşka bebek gibi gözüktü gözüme. en yakın semanın yıldızlarla süslendiğini düşününce, bu kainatın içerisinde bulunduğu bir başka üçüncü boyut olması gerektiği kanaatine vardım. İşte bu ikinci üç boyutla birlikte altı boyut oluyordu ki eğer öyleyse mutlaka dahası vardı. Kaç kat sema varsa o kadar üç boyut yani. Bugün internette 6. boyut diye arama yaptım. Meğer ingiliz bir bilim adamı başka yollardan böyle bir şeyi bulgulamış. "Oxford Üniversitesi’nden Joseph Silk ve ekibi, uzayın altı boyutlu olduğuna dair kanıt bulduğunu açıkladı." diyor haberde. Alem içinde alem, zaman içinde zaman...

Maneviyat dediğimiz içimizde değil. biz onun içindeyiz anlayabildiğim kadarıyla. ve duyularımızla algıladığımız dünyanın gerçekliği bizim için prangadan ibaret. Dışımıza çıkabildiğimizde kendimizi görüp tanıyabileceğiz. Dışımıza çıktığımızda içimize ulaşabileceğiz galiba...
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

bir rüya

Mesaj gönderen kamuran »

Rüyamda geniş bir sokağı hafif yüksek bir yerden seyrediyordum. Belden yukarısı çıplak, izbandut gibi, pehlivan gibi bir adam küçük ama oldukça gürbüz bir kız çocuğunun yüzüne öyle bir tokat vurdu ki kız çocuğu adeta yere çakıldı. Kolu bedeninin altında kaldı. Etrafta insanlar toplanıp tepki gösterdiler. Ama adama yaklaşmaya kimse cesaret edemiyordu. Sözle adamı yenme, cezalandırma gayretine düştüler. Fakat bu şekilde de adama güç yetiremediler.
Ben duvarın ardında bir bahçede oturuyor ve onları dinliyordum. Adam koyundan bahsediyordu. Müdahale ettim. Tartışmaya başlamıştık ki, bahçenin duvarına iki tane kocaman köpek geldi. İkisi de ön ayaklarını duvarın üzerine koydular. Duvardan dolayı kendimi biraz güvencede hissediyordum. Fakat köpekler çok öfkeli ve büyüktü. Duvarı aşıp bana saldırdılar. Köpeklerden biri sivri kafalı uzun bacaklı tazı gibi bir şeydi. Diğeri ise kocaman bir buldok. Benimle boğuşuyor, diş geçirmeye çabalıyorlardı.
Birden bire zikretmeye başladım. Sürekli ve sesli biçimde "Ya Vedud" demeye başladım. Ne kadar söylediğimi bilmiyorum. Ben zikrettikçe köpekler sakinleşti. Ben diz çöküp oturmuştum. Buldok sağ taraf tarafımda, diğeri sol tarafımda başlarını pençelerinin üzerine koyup iki yanıma oturdular. Ben onların sırtını sıvazlayarak "Ya Vedud" çekmeye devam ettim.
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Seyir Defteri

Mesaj gönderen MINA »

kamuran yazdı:Eskizller

"Oysa düşünüyorum da, insan için tasarlanmış en mükemmel binek kendi bedeni olsa gerek. Mirac'da Burak'ın ve Refref'in götüremediği yere hangi araçla gidilmiş olabilir?!

***
.
seyre devamm güzell kardeşim...

Gül tohumunda, gül kokusu, gül rengi ve gülün erişilmez güzelliği gizlidir; ama onun, içinde gizlenen güzellikleri tezahür ve tecelli ettirebilmesi için de şartların hazır olması gerekir. Toprak gibi, su gibi, güneş gibi...

İnsanın içinde de nice güzel­likler, yücelikler gizlidir. Bir Kutsî Hadis’te “İnsanda zâhir oldu­ğum kadar hiçbir şeyde zâhir olmadım” buyuruluyor. İnsan bunu duyarak, düşünerek, hissederek, ürpererek okuyabilse, gönül âleminde başka bir haller olur.

Kuş gibi ol. Bütün gece gönül yumurtası üstüne yat. Bu yumurtadan nice güzellikler zuhura gelir. Âşıkın maşukuna kavuştuğu yerdir sec­de. Secdede cefa sefaya çevrilir; karanlıklar ışıkla dolar. Gözü yerde olanın gönlü âsumana çıkar. Gönül kazan ki, yaşadığının farkına varasın. İnsanların akıllısı, insanlara kendini sevdirendir.

Hayret makâmı aşk ve irfan makâmıdır. Hz. Muhammed (S.A.V.). “Rabbim, bende sana ait olan hayreti çoğalt” bu­yurmuştur. Her varlığın bir hududu vardır. İnsanoğlunun gön­lünün hududu yoktur.

.


Bu dünyada kimsenin ayıbını yüzüne vurma.
Her gün, her saat, her dakika, kalbini ve kafanı arıtmaya, temizlemeye çalış. Yaşa­maktan murat budur.

Kim, benim günahım yoktur derse, bu gü­nah ona yeter. Seviniz, sevdikçe görecek, sevdikçe bileceksiniz. İnsanı Allah’a götüren yolun kapısı sevgi ile açılır. Sevgisiz ge­çecek bütün zamanlar israf edilmiş demektir.

Sevilmeyen insan kendini ispatlayamaz. Bir şunun farkına varabilsek ne güzel olurdu... Hayatımızın her dakikası eşsiz bir mucizedir. Hiçbir zaman yenilenemeyen bir mucize...

sevgiyle...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Bendeki Be

Mesaj gönderen kamuran »

Arapçadaki be harfine fenikeliler Bet diyorlar. Oradan yunancaya beta olarak geçmiş. Fenike dilindeki bet kelimesi (harfin adı aynı zamanda bir kelime) Ev anlamına geliyormuş. Yani arapçadaki Beyt. Bu bilgiye bakarak şunu düşündüm. Be'nin sırlarından biri Beytullah'a işaret etmesi olabilir mi? Ki burada noktası da Hacer'ül-Esvet olacaktır. İlginç geldi bana. Ama emin olamayınca havada kalıyor.

Sonra be'nin noktası. Nokta aynı zamanda sıfır. Basir'in gözetimi altında, Salt ve asıl varlığın Tek ve Bir olanın bilinmesinde vazife üstlenen sıfır hani... Yaratılan halife sıfır mıdır?
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

DAĞLAR GİBİ

Mesaj gönderen kamuran »

DAĞLAR GİBİ

Gülümse sabaha gücensin gece
Ömrü düşününce ağlar gibi ol
Dağa taşa boyun eğdiren güce
Sen de boyun eğip dağlar gibi ol

Gönlünü öldürme ruhunu besle
En sağlam delile sırtını yasla
Ölümle dirimi cana kıyasla
Diri tut içini sağlar gibi ol

Çalışıp çabala kafan yorulsun
Gönlünün teriyle mayan karılsın
Dikeni ayıkla gülün derilsin
Emekle bakılmış bağlar gibi ol

Beşeri özünden insana yaklaş
Benliğin yönünden hemen uzaklaş
Kararmasın için arınıp aklaş
Özlemle anılan çağlar gibi ol
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen kamuran »

Bize gelip halimizden sorsalar
gövdemize bakıp yere vursalar
Hay hay deriz göğsü yarsalar
Aşikar değilse sırrı vermeyiz

Ateşi bilmeyen elini yakar
Kendini bilmeyen yolunu tıkar
Öğrenmek isteyen aynaya bakar
Aşikar değilse sırrı vermeyiz

Beşeri diyerek kondu ismimiz
Beşere münasip oldu cismimiz
Nefsimizden başka yoktur hasmımız
Aşikar değilse sırrı vermeyiz
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen kamuran »

Adem oğlu aslen adem özlüdür
Hem latif yüzlüdür badem gözlüdür
Eğri veya bazı doğru sözlüdür
Özü de sözü de terbiye ister

İnsan kendisini araya dura
Derdine bulamaz başka bir çare
Rasülün çizdiği sıraya göre
Özü sözü güzel terbiye ister

Beşeri şikayet gizli ahında
İblis pusu kurmuş güzergahında
mürşidi kamilin aşk dergahında
Özü sözü kamil terbiye ister
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen kamuran »

Hayat rahmetin içindedir. içi ve dışı olansa dışıyla zahir, içiyle batındır.
Tohumun dışı, kabuğu içinde saklayıp koruduğu, barındırıp muhafaza ettiği hayatın rahmidir. İçi ve dışıyla bir olan tohum, başka bir rahmin içine düştüğünde o rahim tarafından kuşatılıp muhafazaya alındığında, tohum içinde sakladığı hayatı koruma görevini devam ettirir.
Vazifesi bittiğinde rahmin içinde kendisi yok olur. İçinde sakladığı hayatı, kendini yok ettiği yeni rahme teslim eder. Dolayısıyla tohum toprak olur. Toprak rahim olur. Tohum toprakla, toprak tohumla bir olur. Hayat toprağa tecelli eder. Aşağıyla, derinlikle bağını güçlendirip kök olur. O kökten beslenerek tışarı çıkar. Zahir olur. Zahirden değişen hayatın gizlendiği, korunup beslendiği, devam etmesi için gerekirse yok edildiği eşkaldir.

ErRahim ile Hayy (cc)'ın birliği Vedud (cc) olmalı. Aynı anda hem seven hem sevilen olması için ErRahim ile Hayy'ın içli dışlı bir olması gerekir. Sevilen yanıyla Rahim ve Zahir. Seven yanıyla Hayy ve Batın...

Seven sevgisini içten yaşar. Sevgisiyle sevgilisini yaşatır. Sevilene hayatını verir. Sevilen sevenin dışında, onu kuşatandır. Onun için sevgi içten yaşanmak zorundadır.

Haibbin alemlere rahmet olmasındaki sır buralarda bir yerlerde olmalı. Habilullah Vedud (cc)un tüm alemlerin hayatını içinde barındıran bir tohum (habbe/hub) olarak yarattı.

Alemlere rahmet olan Habibullahın rahmet toprağına gömülerek ona bağlanan, sonra o toprakta kendini yok eden bir tohum olmaktan başka yaradılış gayem var mıdır? Bir şeyin içiçeliğinden bahsediyorsak, onun içi ve dışı birdir. İçimle dışımla bir olmadıktan sonra kiminle birlikte olup biz olabilirim....
...
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim
BEYİN DALGALARI

Elektroensefalograf beyindeki elektriksel faaliyetleri ölçer. Bu ölçümler, beyinde her biri kendine özgü işlevlere sahip dört farklı durum saptanmıştır. Bunlar Alfa, Beta, Teta, ve Delta' dır.



ALFA DALGALARI:Alfa dalgaları ise; rahatlayınca, heyecan yatıştığında devreye girer. Alfa dalgalarının beta dalgalarına kıyasla genliği daha yüksek, frekansı daha düşük. Beta dalgaları saniyede 15 ila 40 Hz yaparken, alfa dalgaları saniyede 9 ila 14 Hz arasında devir yapıyor. Elinizdeki iş bitince, bir toplantıdan dışarıya çıkıp hava aldığınızda alfa dalgaları gene faaliyete geçiyor.

BETA DALGALARI:
Beta, fazlasıyla meşgul olduğumuz hallerde devreye girer. Hızlı, seri ve inişli çıkışlı dalgalardır. Heyecanımız arttığında veya dış faktörlerce fazlaca uyarıldığımızda beta dalgaları yayınlamaya başlarız. Konuşan biri, ders veren bir öğretmen beta dalgaları yayar. Konuşma sırasında tartışma çıkarsa, ortalık gerginleşirse beta dalgalarının frekansı artar.

TETA DALGALARI:
Teta, zihnimizin bilinçsiz olduğu hallerde ortaya çıkmakta. Frekansı çok düşüktür, saniyede 5 ila 8 Hz arası.
Teta dalgaları bastırılmış duygular ortaya çıktığında aktifleşiyor. Yaratıcılık için ihtiyaç duyulan beyinsel bağlantılar da teta dalgaları sayesinde kuruluyor.
Uzun bir yolda ilerlerken, yürüyüşe çıkıp bedeninizi dinlendirmek istediğinizde, gene ilginç ve yaratıcı fikirlerin dalgası teta işbaşındadır.

DELTA DALGALARI:
Ve geldik deltaya.
Delta, frekansı en düşük olan dalgadır tespit edilenler arasında. Saniyede 1.5 ila 4 Hz arasında gidip gelir. Son derece de düzensiz yayılır. Bilinçsiz zihnin en derinlerinde, uykunun en derin saatlerinde bu dalgaları yayar beynimiz.
Yatakta kitap okurken de yayılan dalgalar gene betaya dönüverir. Uykumuz gelince önce düşük frekanslı beta, kitabı okumayı bırakıp yanı başınıza koyunca alfa, uykuya geçmeye başlayınca teta, uyku derinleşince de deta devreye giriyor.
Araştırmalar teta ve delta dalgalarının özellikle yaratıcılıkla ilgili olduğunu, bu dalgaların beynimizin içine doğru odaklanmamıza yardım ettiğini ve yaratıcı düşünceyi ortaya çıkardığını ileri sürüyorlar. Bu dalgaların en aktif olduğu dönem uykudan uyanma dönemidir. Bu nedenle uykudan uyanma süreci yaratıcılık açısından en yararlı dönemdir. Buna örnek olarak Descartes, en çok uyandıktan sonra, yatakta uykulu, yarı uykulu bulurmuş yeni fikirleri.
Yaratıcılık ile beynin dalgaları arasında ilintili olduğu belirginleştikçe, beynin elektriksel çalışmasını düzenleme faaliyetleri de daha popülerleşiyor. Birçok uzak doğu geleneği, aslında beynin kendisini dingin bir hale getirmeye yarıyor.
Beynin dalgalarına egemen olduğunuzda, sinirlenmeyen, aşırı heyecana kapılmayan, zihni yaratıcılık sürecini uzatabilen biri haline geliyorsunuz. Kas gücünü çalıştırır gibi beynin dalgalarını çalıştırabiliyor, istediğiniz yönde harekete geçirebiliyorsunuz..

Kamuran kardeşim Allah c.c razı olsun RIZAya erdirsin İNŞAALLAH!

Eskizler başlığıyla sunduğunuz paylaşımlar için teşekkür ederiz. UMUT UFKUmuzun hareketlenmesine vesile oldunuz.

''Yaratılan halife sıfır mıdır?''

YARADAN tarafından YARATILAN Halİfe

HALİFE tayin edilen İNSANın, her bir DÖRTlü sistemde olduğu gibi ALFA dalgalarıyla başlayan beyin hareketlerinin Beta, Teta, ve Delta DÖRTlü sisteminde işlenişini bizlere ilmin sonsuzluğunda seyir ettirmekte.
Ve DÖRTlü sistemlerin zenginliğini sunmakta!

ODAKlanma süreçlerindeki eksikliklerimizi nasıl giderilebilir düşüncesinin çabalarını YAŞAmak olacaksa;
''99 ESMA'' Terkipleri beyindeki snapsların titreşimler göndermesi neticesine bakış açılarımızın ALGIlarını derinleştirilmesine vesile edilecek karınca KADERince kadarınca YAŞAnacaktı..

Ham AKLın gayretiyle HAKK ERENlerinin ELlerini sımsıkı tutarak İLİM şehrinin kapısına varılabilecekti.
''B'’ sırrının, biliş-buluş-oluş ve YAŞAyış , LA İLAHE İLLAH ALLAH detirtecekti.
HALİFE tayin edilen İNSAN 99 ESMA ile kendini bilecek. MUHAMMEDE'R RESULULLAH mühürüyle RABBını BULacaktı. Çok titiz bir çalışma yapılması gerekeçekti.

RABBımız eğitimimizi-öğretimimizi RESULULLAH sav efendimize TESLİMİYETimizle YÜREĞİnde, İSTİKAMET SELAMETine ERdirsin İNŞAALLAH!..


MUHAMMEDİ MuHABBetlerimİZle!....
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Resim

SEYİR DEFTERİ

Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesi, bir yol taslağıdır... Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz, ama bir taslak olarak, derinliklerden çıkıp gelen bir yaratık olarak her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlayabilir, ama kendimizi ancak kendimiz açıklayıp yorumlayabiliriz...
Hermann Hesse


Dostlar harikasınız
Muhabbetle.....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

beyin

Mesaj gönderen kamuran »

***
Şeytan insana; önünden, arkasından sağından ve solundan yaklaşarak doğru yoldan çıkaracağını söylüyor. Bu yönler hakkında müfssirlerin çeşitli görüşleri var. Benim aklımda kalan ve içimde yer eden bir yorumu paylaşmak isterim öncelikle. İnsanın solundan bahsin, şeytanın günahları süslü göstermesi+arkadan bahsin insanın mazisindeki iyiliklerle avunmasını+sağın, iyi amellerle övünüp böbürlenmeyi, önden yaklaşması da insanın geleceği ile ilgili kaygıları ve kulluğu geleceğe ertelemesi olarak açıklayan yorumu hep aklımın bir köşesinde tutuyorum.

Bana öyle geliyor ki, şeytanın saldırdığı cepheler haddinden çok dikkate değer. İnsanın sağı ve önü onun kendini güçlü hissettiği cephelerdir. Önü görebildiği, gözüne kestirebildiği yöndür. Sağı da güçlü ve kudretli olan yanıdır. Solu ve arkası da zayıf ve korunmasız tarafları...

Güçlü yanımızın aldanışıyla (yani sağ/ön), zulme sürükleniyor ve içimize/dışımıza zalimleşiyoruz. Gücü ve kudreti kendimize ait sanıyoruz. Zayıf ve savunmasız yanlarımızla gaflete düşüyor, aldatılıyor ve kontrolümüzü kaybediyoruz.

Bu sembolik yorumların dışında bir de son derece fiziki bir özelliğimiz daha aklıma geliyor. Dolayısıyla kendi kendime düşünürken acaba dedirten bir şey. Ayette şeytanın saldırmasına açık bırakıldığı belirtilen yönlerimiz beynimizle ilgili olabilir mi? Malum beynimizin sağ, sol lobları, ön kısmında limbik sistemi ve arka bölümü var. Şeytan bize bu yönlerimizden mi saldırıyor acaa. Ki bu durumda beynimizin işleyişi hakkında bilgi sahibi olmak şeytana karşı savunma aracına sahip olmak anlamına gelebilir. Bilmek ve akletmek üzerine Kur'an'da yapılan vurgular giderek genişleyen anlamlar kazanır.. Sonuçta bilmek ve akletmek hem mükellefiyetimizin temeli, hem beynimizin en belirgin özelliği değil midir?


***
Sevgili Nur-Ye, yukardaki satırları eylül ikibinsekiz de günlüğüme not etmişim. Beyin dalgalarıyla ilgili yazdıkların üzerine epey düşündüm. Sanki bir şeyi bilmemi, farketmemi istiyormuşsun gibi bir his daima galip geldi. Neden öyle hissettiğimi bilmiyorum. Bu konuda daha farklı bilgilere ulaşmayı umuyorum.
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Ölmeden evvel öl de gör

Mesaj gönderen kamuran »

PİYON

/ölmeden evvel öl de gör/

Dizlerine kadar yükselen karda çocukluğunun ayak izlerini bulmayı kim istemez. Ama aramayız. Eğer bulmaya dair birazcık ümit olsaydı yaşlanmak böyle dokunaklı hale gelmezdi.

Yıllarımızı nelerle takas ettik? Çoğu zaman bu dehşet verici değiş tokuşun farkında bile olamadık. Fakat zaman geçip gittikten sonra elimizde kalana bakarak gülüp geçmek nasıl kolay olabilir. Sonuçta harcadığımız kendi ömrümüz. Asla yerine koyamayacağımız yegane sermayemiz bu.

İnsanlığı kurtarma peşindeyken bazen bakarsınız ki hayattan kendinizi kurtaramamışsınız. Hırsla mindere çıkan antrenmansız bir güreşçi gibi, hayatınızda görmediğiniz tekniklerle yerden yere vurulmuşsunuz. Bir bakmışınız ki kabadayılık yaptığınız, caka sattığınız, kolayca itip kakarım sandığınız hayat sizin üzerinizden dozer gibi geçmiş. Belki güvendiğiniz gençliğinizi, güzelliğinizi, aklınızı, fikrinizi, servetinizi, sevginizi, sevgilinizi....

Her şeyinizi gözünüzü kırpmadan, budaktan esirgemeden hayata verdiğinizde elinize geçen ne olacak. Kendinizi hayatın karşısına değersiz bir piyon gibi süren belki sizdiniz. Belki kendiniz gibi bir çok piyonu yendiniz. Ve mukadder son. Vezir olmaya çalışırken sırf kalabalık ediyorsunuz diye dışarı itildiniz. Üzülmeyiniz. Piyon olmayı kendiniz seçtiniz.

Şimdiki aklım olsaydı, tüm hayatımı (gençlik yıllarımı), herşeyimi vereceğim doğru adresi şaşırmazdım...
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Değerli ve gönlü istifa görmüş kamurAN cAN,
Çok dikkatli, İZ izleyen ve SIRR BİZleyen yazılarını,
ZEVKle OKUmaktan HAZZ DUY-ANlardANım..
Tasvvufta kuraldır Melâmette:
YaşANmayaAN YalANdır..
BİL!
BUL!
OL!
YAŞA!
İnşâallah cAN…

Muhabbetle…


ZEVK 3592

SIRR-ı SIFIR SatrANcında, HAKK Kolaylık VEREsi cAN!
Şu “AN” Şe’ende hER OL-AN! “BİR” dir Binbir KEREsi cAN!
cAN, NÛRun SabitAYN CEM’i!.. cİSİM, CelÂLin CemÂLi
DİRİden DİRİye DUYduk!.. Doğru ADRES NEREsi cAN!..


29.04.09 15:03
Şu AN da…
Resim
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

İKİ MESELE

Mesaj gönderen kamuran »

İKİ MESELE

Bir
Bir öğrencinin üstadından alacağı en önemli eğiti edebdir.
Birinin tavrındaki edebe bakarak onun katettiği mesafe hakkında fikir sahibi olabiliriz.
Tabi aynı durumu seyredeke, bu tebiyeyi veren eğitici ve gidilen yolun niteliği hakkında da fikir edinilebilir.
Yolumuza ve ustamıza halel getirmek bizim elimizde.

iki
insan kendini hangi makamda görüyorsa orada olmama ihtimali çok yüksek.
Bulunulan makamın insanı yanıltması çok sık karşılaşılan bir durum olsa gerek.
Yalnızca manevi yolculukta değil, maddi hayatta da makam ve mevki insanı çok yanıltan kaypak bir zemin.

Şayet bir çaba gösteriyorsak mutlaka beklentimiz varır.
Genelde de makam ve mevki bir başarı göstergesi sayılır.
Bu durumda asıl amaç unutulur.
Makamlar ve mevkiler amaç haline gelir.
Hepimizin çapı da tatmin olduğu, talip olduğu mevkiden belli olur.
Kimimiz komutanlık hayalleri kurarken, kimimiz onbaşılığı çok büyük bir şey sanırız.
En büyük problem şayet hasbelkader onbaşı olmuşsak kendimizi kaybedişimizdir.
Bu durumda görmemişin onbaşısı olur, generalmişiz gibi caka satmaya kalkışırız.
Oysa kibir ne kadar tehlikeli birşey.
Üstelik gafletten kaynaklanan, cehaletten zuhur eden kibir bizim hayra yönelik adımlarımızı delalete sürükleyiverir.

Makam karşısında düştüğümüz bu acınası durum, çiğliğimizin ve hamlığımızın fotoğrafıdır.
Eskiden sünnet çocuklarına yüksek rütbeli subay elbisesi şeklinde sünnet kıyafeti giydirilirdi.
Bir kaç saatlik generallik... Ne kadar komikti.

Bazılarımız (ve bazen bizzat kendimiz) kendini kandırmayı seviyor.
O akdar safça kendi yalanlarımıza inanıyoruz ki, seçtiğimiz saltanat koltuğuna oturuyor, kendimiz inanıyor herkesten inanmasını bekliyoruz.
Bir de beklentilene tam da uyan ustalar bulanlar var, fıkralardaki tam da ihtiyacı karşılayan hocalar gibi...
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

O ve Aşk

Mesaj gönderen kamuran »

Ona aşık olunabilir mi? Biliyorum dersem çok büyük yalan. Peki O aşık olur mu? Bu sorunun cevabını da bir tek şeye bakarak bilirim. O benim bildiğim kendi gülüne Sevgilim demiş. Başkasına aşık olur mu? Olur da desem cahilliğimden, olmaz da desem...

Ona aşık olabileceğime dair kuşkularım var. Olsa olsa diyorum, en iyi ihtimalle ve en fazla dost olabiliriz. Hak edersem, layık olursam bundan büyük ne beklenti var, ne de ödül...
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Ünsiyet Perdesi

Mesaj gönderen kamuran »

Ünsiyet yakınlık, ahbaplık, alışkanlık ve benzeri anlamlara gelen bir kelime. Eskiden gündelik hayatımızda daha çok yeri vardı anlaşılan. Bir de tasavvuf literatüründe de önemli yeri olan bir kavram olarak bir kenarda tutalım.

Yakınlığın ve alışkanlığın bir araya gelişi bazen bizim gören gözümüzü kör ediyor. En yakınımızdakini uzaklarda arıyor, hasbel kader kendimize geldiğimizde aradığımızın yakınımızda olduğunu hayrete düşerek görüyoruz. Romanlarda ve filmlerde de öyle olmaz mı hep. Katil daima çok yakındadır. Ama oraya bakmak kimsenin aklına gelmez. Uzakta olsa belki izi sürülebilir. Ama çok yakın olunca adeta gözden kaybolabilme yeteneği kazanıyor herşey.

Bugün kaybolan cep telefonumu yana yakıla ararken onun elimde olduğunu farkedince daha başka neler arayıp da bulamadığımı sordum kendime...
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Zaman Mekan Tenzih

Mesaj gönderen kamuran »

Zaman Mekan ve Tenzih
Şüphesiz ki Allah (cc.) zamanadan olduğu gibi mekandan da münezzehtir. Zamana ve mekana bağlımlı olmak, O'nun yarattığı mevcudatın haddidir ki; onsekizbin alemde ne varsa O'nun bildirdiği hadle sınırlıdır. Zaman ve mekan, yaratığın sınırını, haddini idrak ettiği yerdir/zamandır. Yani yerini bildiğinde zamanını da bilir.

Allah'ın (cc.) zamandan ve mekandan münezzeh oluşu kavrayışımızın dışında olduğu için, yani herhangi bir zamanda, herhangi bir mekanda bulunmayan(!) bir varlığı (!) tahayyül edemediğimiz için bu konu öncelikle inancımızdır. Öyle ya; hem var olacak, hem yeri yurdu olmayacak. Hem hayat sahibi olacak hem doğurulup doğurmadan, hayatının başı sonu olmayacak. Bunları kendi mevcudiyet şartlarıyla kuşatılan aklımızla idrak edebilmemiz, hakikatini ucundan kıyısından kavrayabilmemiz mümkün değil.
***
Roman yazarken, kronoloji, yani zaman problemi karşıma çok ciddi bir sorun olarak çıkmıştı. Çünkü romandaki kahramanların varlıklarını doğrudan ilgilendiriyordu zaman konusu. Hangi olaylar ne zaman oldu, olacak olaylar nelere bağlı olarak ne zaman olmalı gibi sorular. Ki bunlar, roman kahramanının kaderi olarak düşünebileceğimiz kurgu zaman olmayınca mümkün olmuyordu. Bir de romanı yazan benim yaşadığım gerçek (romana kıyasla) zamanla, romanda geçen, benim tarafımdan çerçevesi çizilmiş zamanı düşündüğümde, Allah'ın zamandan münezzehliği konusunda bir kısım fikre kapılmıştım. Ama mekan konusunu bu kadar derin düşünmemiştim.
***
Aslında sözü uzatmaya gerek yok. Romandaki zaman neyse mekan da o. Bu halde kendi meramımı kendime anlatmış, sorumun cevabını kısmen bulmuş oldum. Ama bir iki noktayı yine kendime daha sonra hatırlatmak için not alıyorum.

Öncelikle mekan konusu, doğrudan, temel, hem de çok temel bir mantık konusu. Üçüncü halin imkansızlığı denilen kural...

Allah (cc.) belli bir yerde bulunmuş olsaydı, başka bir yerde bulunamazdı. Onun için tektir ama tek bir yerde değildir. Yarattığı alemlerin içinde olsaydı dışında olamazdı. Dışında olmasaydı her yerde olamazdı. Tek bir yerde olurdu ve o yeri yaratan kendisi olduğu için oraya sığamazdı. Çünkü yaratma eyleminin sanal bir yanı vardır. Sanalın içine gerçek nasıl girer. Ancak müessir olarak girer ki, bu şu anlama gelir. O kendi yarattığı her alemin dışındadır hakikatte. Ama aynı zamanda her alemin içindedir. Alemlerin çokluğu tekliğinin manisi değil, kendi vahdetinin delilidir. Çünkü tek olmasaydı her yarattığında tecelli etmezdi. Her tecellisi tekliğini gösterir gören göze.
***
Yine roman. Romanın her harfi mekandır. O mekanların içinde sesler oturur. O sesler tek tek ve aynı zamanda bütünüyle yazarın sesidir. Kelimeler de birer mekandır. Kelimeler tek başlarınayken yerine göre bir nümayiş meydanı, bir sinema salonu, bir düğün evi gibidir. Orada kaos, karmaşa içindeki anlam ikamet eder. Cümle de bir mekandır. Cümlenin içinde de harflerin sesleri, kelimelerin karışık anlamları bir araya gelerek bambaşka anlamlar oluştururlar. Anlamlı anlamların, düzene girmiş anlamların mekanıdır cümle. Harf bir ev, kelime çok çağrışımlı kalabalıkların buluşma yeriyse, mesela her tür ailenin barındığı bir apartmansa, cümle de bir mahalle veya şehirdir. Kitabın tamamıysa bir ülke veya bir dünya, ya da evren/alemler...

Sonuçta eserde ne varsa sahibinin muhatabına yönelik iletişim dileğidir. Her eser müessirini göstermekten başka bir şey değildir. Onsekizbin alem O'nun kitabı. Muradı bilinmek. Muhatabı emanete gönül indiren insan. O nerde? Seven kulunun gönlünde...


(Ya Rabbi! seni zamandan ve mekandan, bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Seni düşünürken düştüğüm acizlikten dolayı, zihnimden ve dilimden sadır olan hatalardan da tenzih ederim.)
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Özgürlük ve Hayal

Mesaj gönderen kamuran »

Özgürlük ve Hayal

“Düşgücü bütün oyunlardan daha heyecan verici bir oyundur, yeter ki kuralları özgürlüğünü sınırlamak için değil, önüne, koşulacak doğru bir parkur koymak için uygulansın.” Sarance Alexandrian

Kimsenin kimseye karışmadığı, engellerin olmadığı bir dünyayı düşlediğimizde, kendi isteklerimizin sınırsızlığı bizi bir yerde durduruyor. Çünkü korkutuyor. Hayallerimizin gerçekte nasıl büyük felaketlere yol açabileceğini görüp, ürküyoruz. Nerede duracağımıza karar veremezsek, arzuladığımız özgürlüğün sonunun ve sonrasının olmadığını hayretle görüyoruz.
Sınırsız özgürlük yalnızca bir hayaldir. Aslına bakılırsa, sınırları olmayan bir özgürlüğü hayal bile edemeyiz. Sanat/edebiyat eserleri sınırsız özgürlük hayallerine dair insanlığın arayışlarını dile getirmeye birer araçtır denilebilir. Ütopyaların tamamı birer özgürlük hayali veya tasarımıdır. Kaldı ki, ütopyalarda bile insan gelip dayandığı sınırların içinde kalır. Ötesine geçemez. Bu demektir ki, özgürlük hayal edilirken bile sınırlarla çevrilidir.

***
Hayal aslında bir güç kaynağıdır. Boşuna ‘hayal gücü’nden söz etmiyoruz. Bu yüzden hayallerle birlikte yaşamak, gerçekte kuşatıldığımız sınırlara dayanarak, özgür olmadığımızı hissettirerek bizi bunaltsa da, engelleri nasıl aşacağımızı gösteren bir rehber gibidir. Zaten hayal olan birşey elbette hayal olarak kalacaktır. Bir hayali gerçeğe dönüştürmeye, uyarlamaya çalışırken, onu mümkün olabilir bir hale getiririz. Gerçekte karşılaşacağımız sorunları, hayalimizde aşabildiğimizde o hayalimiz gerçekleşebilir. Çünkü karşılaşacağımız sorunları zihnimizde çözmüşüzdür. Bu bize inanç ve deneme cesareti verir. Yeter ki, tamamen hayal olanın imkansızlıklarının, gerçeklerle uzlaşabileceğe bir noktaya taşıyabilelim kendimizi.
Hayal, arzularla gerçeklerin arasındadır daima. Arzularımızın harekete geçirdiği hayallerimiz, özgürlüğümüzün kısıtlandığı hissini yaşamamıza neden olur. Oysa arzularımızın talep özgürlükleri yaşamak, bizden bunun bedelini ödememizi ister. Ama bir şeyden vazgeçmeden, bir şeyi elden veya gözden çıkarmadan başka bir şeye ulaşmak söz konusu değildir. Bu en basitinden bir değiş tokuştur. Kuralları belli bir alışveriştir.
Gerçekleşmesi için mücadele verilmeyen hayallerin bile bir bedeli vardır. Buna da katlanmak istemeyiz. Çünkü bu da acı vericidir. Batmış ve çıkarılmamış bir kıymık gibidir. Ukde diyoruz biz buna...


kamuran
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Re: Özgürlük ve Hayal

Mesaj gönderen safa-merve »

kamuran yazdı:Özgürlük ve Hayal

“Düşgücü bütün oyunlardan daha heyecan verici bir oyundur, yeter ki kuralları özgürlüğünü sınırlamak için değil, önüne, koşulacak doğru bir parkur koymak için uygulansın.”

Sarance Alexandrian



kamuran

çok teşekkürler kamuran bey, ne kadar güzel bir söz. Sunumunuzu zevkle okudum ellerinize sağlık...

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Re: Seyir Defteri

Mesaj gönderen kamuran »

BİLYE

Çocukluğumda her mevsimin kendine has oyunları ve oyuncakları olurdu. Kışın kızak, kartopu, baharın uçurtma zevki, saklambaçlar, salıncaklar ve daha neler neler. Yaz aylarında da bilyeyle çok vakit geçirirdik. Rengarenk, türlü türlü bilyeler. Bu anıların etrafında dolaşırken bilyede takılıp kaldım.

"tek" ve "bir" bilye nedir? kuvarts kumunun ateşle buluşarak camın elde edilişinden başladım. Camın tarihi, kum ve ateşin fizik ilmindeki karşılığı, küre biçiminin keşfi, çap, yarıçap, hacim, pi sayısı derken koskoca bir matematik deryasının kıyısında durdum. Bilyeye bak dedim. küçücük bir tek cam parçası beni nerelere götürdü. Derken bilyenin içindeki renkli desenlerden kimyaya geçtim. Oradan oyun psikolojisine, çocuk sosyolojisine, çocukluktaki oyunların yetişkinlikte nerelere denk geldiğine gözatarken bilinçaltına, bilinçdışına vs. Bilye beni hayretlere düşürdü.

Tüm bunlara neden değindim. Tek ve bir adet bilyeyi yani tabiri caizse irice ve üç boyutlu bir noktayı bile bütün vecheleriyle fehmekten aciz düştüm. Sırf Tek ve Sırf bir olanı nasıl fehmedebilirim. Bilyenin öğrettiği cehaet deryasında boğulmaktan korkarak bir başka baktım içsel macerama. O noktayı fizik kimya matematik diyerek çoğaltan cahilliğime bakıp güldüm kendi kendime...
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Seyir Defteri

Mesaj gönderen Gul »

Siz böyle anlatınca, gözümde bir dünya canlandı...

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Re: Seyir Defteri

Mesaj gönderen kamuran »

SEVGİYİ ÖĞRENMEK...

Bilgi sahibi olduğumuz konulara hâkim olmak, hükmetmek, dilediğimiz şekilde tasarruf etmek gibi özelliklerimiz (arzularımız) var. Bilgisizliğimiz, cehaletimiz bizi acizliğe düşürüp korkulara boğar. Ön kabul olarak doğruluğu dayatılan insanlık tarihinde bunun bütün izlerini görürüz. Sözgelimi tabiat olayları hakkındaki cehaletimiz nedeniyle, eski insanların tapınmaya kadar çözümler üretmesine neden olduğunu biliyoruz. Ağaca, taşa, güneşe, aya... Bilgisizlik ve güçsüzlük aynı şey demek olduğundan olsa gerek, insanoğlu güç vehmettiği şeyden emin olmak için o güce sığınmıştır zaman zaman. Ki bu da bilgisizliğindendir. Fakat öte yandan akıllı yaratıklarız. Binlerce yıllık maceramız boyunca tabiat hakkında çok şey öğrendik. İşleyişteki yasaları fark ettikçe kendimizde güç vehmetmeye başladık. Bilgi böyle bir şey...

Günümüzün modern insanı, binlerce yıllık bilgi birikimine dayandığı için elbette çok şey biliyor. Fakat bu bilgi türü önemli ölçüde rasyonel ve yararlılığı derecesinde değerli. Bu durum bilgimizi sorunlu hale getirdiği gibi, irasyonel (belki de bugün daha gerekli/yararlı) bilgilerden uzakta kalmamıza neden oluyor. Bu durum yüzünden bir çok önemli/hayati konuda cahil kalıyor ve bu cehaletin farkına varamıyoruz. Bir de fikrimiz olmadığı halde bildiğimizi zannederek yaşadığımız olgular var. Sevgi belki de bunların başında geliyor.

Bütün bilimsel gelişmelere rağmen sevgi halen bilmediğimiz konulardan biri. Doğamızdan kaynaklanan biçimiyle daima içimizde var olan sevgiyi sadece sonuçlarına bakarak tanımaya çalışıyoruz. İçgüdülerimizle tadını alıyor ve bildiğimizi sanıyoruz. En basit bir kaç soru bile sevgi hakkında aslında ne kadar az şey bildiğimizi gözümüzün önüne sermeye yetiyor oysa. Mesela annemizi, babamızı severiz, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı severiz. Yemeklerden tutun da, börtü böceğe, çiçeğe kadar. Başka bir uçta kitaplar, şiirler, mevsimler, müzik... Hayatta karşımıza çıkan her şeyi sevdiklerimiz veya sevmediklerimiz olarak tasnif eder, bu sınıflandırmaya göre davranırız. Ama sevgi nedir? Sevdiğimizi neden severiz? Sevmediklerimizi ayrı bir yerde tutmamıza sebep olan nedir? Sevginin niteliği ve niceliği nasıl ayırt edilir? Sevgi bir den fazla hedefe yönelebilir mi? Yöneliyorsa nasıl ve neden?..

İlk akla gelenden, en basitinden başlayarak cevap vermeye başlarsak şunu göreceğiz; Sevgi yaşadığımız ama tanımadığımız bir duygudur. Çünkü biz onun ne olduğunu, neden, niçin ve nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bu durumun, “Ben Neyim” sorusundan pek farkı olmayan derin ve karmaşık bir sorun olduğundan, ilk çağlardan beri felsefenin çözemediği konulardan biri olduğundan haberimiz bile yok.

Evet, sevgi üzerine sorulacak bütün soruların cevapları, “ben neyim” sorusuna verilecek cevaplarla doğrudan veya dolaylı olarak ilgilidir. Çünkü “ben” sevginin öznesidir. Eşyaya duyulan sevgide tek özne. Sevgi “Ben”in kendi dışındaki her şeyle kurduğu ilişkide ve bağda en önemli belirleyicidir. Üstelik aynı nedenle, yani “ben”den dolayı, güzellik ve ahlak gibi, aynı muğlak derinlikli kavramlarla da birinci dereceden ilişkilidir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; bir insanın sevgisini yönelttiği hedeflere bakarak, o insanın estetik algı düzeyi ve ahlaki durumuyla ilgili sonuçlara varabiliriz. Tam tersinden, sevmediklerine bakarak da. En önemlisi o bakışın yöneldiği insan kendimiz olabiliriz...

Sevgiye dayanarak yaptığımız sınıflandırmalar, yukarıda sözünü ettiğim nedenlerle, ben neyim sorusuna cevap verirken bizim en önemli yardımcımızdır. Sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz bizim kendimizi seyrettiğimiz aynadır çünkü. O aynaya bakarken kusurlarımızı görme fırsatı buluruz. Kendimize çeki düzen verme ihtiyacı hissederiz. Ya da kendimizi sevmeyi, bir adım ileride kendimize hayran olmayı da o aynaya, yani sevdiklerimize ve sevmediklerimize bakarak yaşarız. Bir de aynanın şaşırtıcılığı vardır. İçbükey ya da dışbükey. Yanıltıcıdır. Çünkü görüntüyü bozar. Bizi küçük düşürür, gülünç durumda bırakır. Aşk, deforme eden o bükümlü aynalardaki görüntüye inanmaktır. O yüzden sonsuza kadar sürmez çünkü bir gün gerçeği görürüz eninde sonunda.

Sevgiyi tam anlamıyla tanıyıp bilmediğimiz için olsa gerek; bazen onun kapsadığı veya benzeştiği hislerimizi de sevgi olarak adlandırırız. Veya aslında sevgiden farklı olan bir başka duyguyu sevgi zannederiz. Mesela hoşumuza giden bir şeyi, arzu ettiğimiz bir şeyi sevdiğimizi söyleriz. Fakat bunlar sevginin kendisi değildir. Örneğin arzulama veya hoşa gitme duygusu daha çok egomuzun dürtüleriyle ilgilidir. Bunlar içgüdüseldir. Çok benzer halleri hayvanlarda bile gözlemlemek mümkündür. Bu verilerden hareketle şunu da bilgilerimizin arasına ekleyebiliriz. Sevgi egodan arınmış insani bir duygudur. Güzel ile insanın kurduğu bağdır. O yüzden sevgi yüce görülür. Süfli değerlerden tamemen ırak bir alanda duyumsanır.

Bilmediğimiz bir duyguyu yaşarken onun sevgi olduğunu nereden anlarız? Nasıl sevgimizden emin olabiliriz? Düşünüldüğünde haddinden fazla karmaşık, hatta cevapsız bir konudur. Çünkü en az sevgi konusunda olduğu kadar egomuzun derinlikleri hakkında da derin bir cehaleti yaşıyoruzdur. Ama şunu hatırda tutmakta yarar var. Sevgi, tabiatı ve mahiyeti dolayısıyla insanı hataya sürükleyip acı veren bir duygu değildir. Çünkü kesinlikle aklımızı devre dışı bırakmaz. Hatta hayatın anlamına kadar uzanan bir ufukla bizi düşündürür. Gönlümüzü olduğu kadar aklımızı da çalıştırarak hayretlere düşürür, hayran bırakarak kendisini öğretir. Verdiği en büyük hazlardan biri de budur bana göre...


Mustafa İBAKORKMAZ (ay vakti/haziran 2010)
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: Seyir Defteri

Mesaj gönderen sev-guzel »

Gul yazdı:Siz böyle anlatınca, gözümde bir dünya canlandı...

Resim
Resim
Cevapla

“Kendi Şiirleriniz” sayfasına dön