2010 Haber Arşivi; ÖYLE ADAMLAR VARDIR Kİ M. DERMAN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

2010 Haber Arşivi; ÖYLE ADAMLAR VARDIR Kİ M. DERMAN

Mesaj gönderen nur-ye »

ANASAYFA ARŞİVİ İÇİN FORUMA YÜKLENEN KONULAR
Resim

Tarih: 09.11.2010 Saat: 21:07 Gönderen: kulihvani



ÖYLE ADAMLAR VARDIR Kİ
Münir DERMAN (ks)



(Profosör Doktor Münir Derman kaddesallahu sırrahu nun 9 Nisan 1967 Pazar günü yapmış olduğu ders.)

Aziz cemaat,
Bu gün yapacağım vaazın Hâfız Efendi bir âyet-i kerîme okudu.
Vaazın biçimini değiştirdi.
Şimdi namazdan sonra okuduğu âyet-i kerîme. Kur’ân-ın âyetlerinin hepisi büyüktür.
Birbirinden değil ama bu âyet çok büyüktür.
Kur’ân-ı Kerimde dört türlü ALLAH sözü vardır. Hepisi ALLAH’tır.
Bir kısım âyât, âyâtı müteşâbihat ismini alır ki mânâsı gizli âyetler. Biz anlayamayız o mânâyı.

İkincisi âyâtı muhkemât mânâsı açık olan âyetler, hepimizin anlayacağı âyetlerdir.
Arap olursak bir Arabın âlim arapnan, çoban arabın anlayacağı mânâdaki âyetler.
Türkçe’ye tercüme edildiği zaman bizimde anlayabileceğimiz âyetler.
Bunlara âyâtı muhkemat, muhkem tamâmıyla ne ifâde ediyorsa mânâsı öyle âyetler demektir.
Üçüncü kısım âyetler ayatı mutade dedikleri aklımızın sahâsında olabilen âyetler.
Çünkü İslâmda, İslâam mü’mine ispat yoktur.
Gayba inanan adama öldükten sonra dirileceğiz diye sual sordu mu âmennâ ve saddeknâ der.
"Nasıl dirileceğiz?” diye sormaz mü’min sormaz. Onu sapıklar sorar.
“Nasıl dirileceksin?”
Ona cevap verilecekte: “öldükten sonra görürsün ağam!” dersin.
Bir de dördüncü çeşit âyetler âyâtı gayrı mu’tade akıl sahasına girmeyen âyetler.
Birinci âyet âyâtı muteşâbihat, mânâsı gizli herkes anlayamaz o mânâyı dedik.
Dördüncü âyet ise gayrı mu’tade âyetler akıl sahasına girmez.
Şöyle oldu der, olur olur delirdi mi dersin.
Nasıl mesela. Karıncaynan konuşmuş. Deve ile konuşmuş. Su üstünde yüzmüş.
Akıl sahâsına girmez bunlar.
Bunu ancak Ehlullah anlar.
Namsız, nişansız hikâyesiz, destansız apartumansız, otomobilsiz, şatafatsız secdeye başını koyanı bulursan ki ona Velî derler o bilir bu âyetlerin mânâlarını ama söylemez.

İçinizde bütün İslâm’ların içinde öyle adamlar vardır ki Hızır’la konuşur.
Hızır’la ahbablık eder. Kahvede oturur. Çay içer. Kol kola gezer.
Fakat utangaçlığından kimseye söylemez ben Hızır’la konuşuyorum diye.
Var mıdır?
Vallâhi de vardır, billâhi de vardır.
Sen dünyâyı boş mu zannediyorsun.
Yüce iken, yıldız öper boya gelenler bunları alır.
Baktığı şeylerin gerisinde bir görünmeze bakar gibi görünen gözler vardır mü’minin içinde, onları bulun.
Onlar bu âyetleri bilir.
Hâfız Efendinin okuduğu âyet de böyle bir âyet.
Âyâtı muteşâbihattan, gizli âyetten.
Bir şeyler söylüyor aman aman aman neler söylüyor.
“Sen biliyor musun?”
Bilmiyorum kokusunu alıyorum.
Bu burunlarımız hepisi mis kokusunnan sarımsak kokusunu aldıktan sonra ALLAH’ın âyetinin kokusunu nasıl almaz oğlum hepimiz alıyoruz ama anlayamıyoruz.
Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimize hâfız efendinin okuduğu âyet-i kerîme indiği gün.
“İndiği gün hangi gün indi. Nerden biliyorsunuz?”

Cenâb-ı peygambere inen âyetlerin günleri sicilleri zamanında hep yazılmış oğlum. Şüphe etme bundan.
Mubârek abdest alıyormuş.
Enes bin Mâlik’in evinde.
Enes bin Mâlik kısa boylu.
Rasûlullah’ın nur projektörüyle yıkanmış.
İçi dışı yıkanmış mubârek insan.
Hâfızası teyp gibi.
O kadar bir teyb gibi ki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimize aşık bir arap inmiş kabîleden gelmiş huzûru risâletenâmeye Medine’de:
“Yâ Rasûlullah demiş mubârek yüzünü ilk defa görüyorum.
Görmeden îman ettim ben sana.
Ben senin için bir kasîde yazdım demiş.
Yüz yirmi sekiz beyittir bu" demiş.
İkişer satırdan yüz yirmi sekiz, yüz yirmi sekiz, iki yüz elli altı eder. Okuyacağım onu!” demiş.”
“Oku bakalım!” demiş.
Oturmuş huzûru risâli senaiyede Medine’de.
Başlamış okumağa.
Yanında da Enes bin Mâlik teyp gibi.
Okumuş sonundan aşağıya kadar.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimizin çok hoşuna gitmiş.
Demin evvel dedim ki Rasûlullah, Hâfız Efendinin, indiği zaman ki indiği gün âyette abdest alıyordu onu unutmayın
Oraya geleceğiz ipi kaçırmayalım.
Sonra arasında sızar insan.
Okumuş Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin hoşuna gitmiş.
“İyi amma demiş ben bunu evvelce duydum bu kasîdeyi.” demiş
“Aman Yâ Rasûlullah ben şâirim demiş.
Bunu yeni yaptım demiş. Benden başka kimse bir satırını öğrenmedi!” demiş.
“Nasıl öğrenmedi demiş ben bunu evvelce dinledim. Enes oku!” demiş.
Açmış teybi. Enes başlamış okumağa.
Adam, hepsini okumuş iki yüz elli altı tâne beyti okumuş.
Bak aha şimdi bunun çevirsin tersine benim sesimi tekrar alıyor buradan.
Adam: “Vaaaayyy!” demiş fırlamış Rasûlullah’ın yanına doğru.
“Ben ne edebsizlik yaptım!” demiş.
“Ben bunu yazdım ama demek ki başkası demiş bunu yazmış bende onu yazmışım!”
Utanmış. Koşarak giderken Rasûlullah:
“Taal demiş taaal. Gel gel gel!” demiş.
Oturmuş okşamış mubârek elinnen ensesini.
“Bunu demiş ilk defa işittim demiş fakat Enes bin Malik teyibdi” demiş.
“Aldı sen bir defa okudun ezberine aldı!" demiş.
Demek Rasûlullah efendimizin de teybi varımış yaaaaa.
Bu teybi burda kapatalım abdeste gelelim.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz bitirmiş abdestini.
Mubârek ayak terlikleri orda girecek içte.
Almış sağ pabucuğunu giymiş ayağa.
Enes bin Mâlik de ayakta.
Sol pabucunu alırken Tavşancıl denilen bir kuşlar vardır ıhıııı bu kadar.
Havadan bir süzülmüş.
Bunu Enes bin Mâlik görüyor. Rasûlullah görüyor.
Siz inanırsınız.
Gelmiş o pabucu kaptığı gibi havalanmış.
Rasûlullah’ın mubârek ayağı böyle yere basmaya ve tek ayak kalmış.
Ama o da insan. Ama insan.
Hiddetlenmiş mübârek bu kuşcağızın işine.
Havalanmış havalandıktan sonra şöyle gagasını yaptığı zaman içinden bir yılan düşmüş aşağıya.
Yılan düşer düşmez süzülmüş gelmiş Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’ in önüne ayakkabısını koymuş.
Anlaşıldı mı.
Sallallâhu aleyhi ve sellem şaşırmış mübârek. Hiddetini geri almış.

Onun için aziz cemaat hiddetlenmeyiniz.
Sizi hiddete dâvet edecek bir işin içinde ALLAH’ın RAHMAN sıfatının belki bir huzmesi gizlidir.
Kuşcağız dile gelmiş: “Yâ Rasûlullah sen Rasûlsün” demiş.
“Ayakkabının içine giren yılanın niye farkına varmadın!” demiş.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem demiş ki: “Yâ tavşancıl demiş ben demiş kendimdeydim o zaman da farkına varmadım o zaman” demiş.
“Sen nasıl farkına vardın tavşancıl kuşu!” demiş.
“Yâ Rasûlullah bende kendimde değildim!” demiş.

Onun için bunaldığınız zaman aziz cemaat pılınızı pırtınızı toplayın ALLAH’a sığının.
Bu şu demektir pılını pırtını toplayıp gayb âlemîne doğru çekilmek demektir.
İslâm’ın içinde bu nüve var.
İşte şu deminki âyet, okunan âyet bu hâdise olduğu zaman gelmiştir.
Bu âyetin içinde bunlarda vardır.
Bunu bu âyet-i kerimeyi Mevlâna Celâleddin Rûmî Hazretleri Şemsu’l- Hakâik diye bir kitabı vardır orada iki kelimeyle bahseder.
“Nârı handan bağıra handan kunet.
Sohbeti merdânet ez merdan kunet” der.
Dâima güler yüzlü Rasûlullah’ın yüzünü görmek istiyorsan, ALLAH’ı memnun etmek istiyorsan handan kunet yüzün dâima güler yüzlü olsun. Gül gül gül.
“Sohbeti merdânet et ez merdan kunet”
Mert insanlarnan konuşursan diyor mert olursun er olursun hakîki şey olursun.
Onun için HAKK'a teslim olmuş ve hakîkatı HAKK ile buluşmuş insanların bize kalan aziz hâtıralarından bir sayfa açacağız.
Bu hâtıralardan insanı ayıklığa dâvet eden bir ses çıkar haaaa bir ses.
Bu sesi duymak gerek.
Bâzı insanlar vardır ateşe girer yanmaz.
Hz. İbrahîm gibi. Yanmadı.
Halbuki ateş ateşe tapan mecûsiyi bile yakar.
Ateşe taptığı halde elini muma süremez.
Ulan hani senin tanrındı ateş.
O ateşin yakmazlığının sırrı yakan şeyde erimek ve onunla olmaktan başka bir şey değil.
Başka sebep arama aradığını bulamazsın.
Zâten bir işi bulamazsan aramağa başlarsın.
Bazı dalgın insanlar vardır hiddetli.
Benim tıpta bir hocam varıdı gözlüklüydü.
Asistanları hıristiyandı kendisi.
Öyle bir asabî herifti.
Bir gün kızdı: “Gözlüğüm nerde?” dedi.
Gözlüğü haaa böyle yapmış.
Ortalığı birbirine karıştırıyor.
Kimse de:“Gözlük gözündedir!” diyemiyor.
Aha bunun gibi başka bir yerde arama oğlum hepisi içinde.
“Efendim felan insan sapıktır. Fenâ yola giriyor!.”
Şeytanı araya katma. Şeytan şaşırtmış.
“Şeytanın zoru ile oldu!” demek İslâm dininde câiz değildir evlat.
İnsan îmânını terk etmedikçe şeytan ona el süremez. Hadistir bu.
“Yok şeytan şöyle yaptı. Yok şeytan böyle yaptı!.”
Hayıııır.
Cenâb-ı ALLAH nur ve zulmetten çekilmiş yetmiş bin perde arkasında gizlidir.
Bu perdeleri açsa daha kendisini kimse görmeden hepimiz yanarız.
Bunun için ağam insan bir mekândır. Aslı la mekândır.
Bu dükkânı kapa, o dükkânı açmak için biz câmiye geliyoruz.
Yoksa vakit namazını kılıp üzerimize yazılmış şeyleri doldurmak için değil.
Üzerimize bir şey yazılmadı.
Nefes alıyoruz aha ondan.
Bâzı sefîl insanlar vardır.
Sefîl, dilenci değil, yırtık elbiseli değil, kumaş içinde de sefîl vardır.
“Ne sefîl herif!” dersin, perişan.
O sefîlin içinde kim bilir neler vardır.
Sefîl o değil. Sefîl ruhlu insanda Cenâb-ı ALLAH ona da câmi yapmıştır Parayı mihrab yapmıştır.
Para onun mihrâbıdır.
Bâzısı apartuman yapmıştır.
Yap aha apartuman. Ama aha burayı unutma.
“Efendim benim param var. Şöyle yaparım, böyle yaparım!”
Nalları diklemeye başlayacağın zaman para bir şey etmez.
Hanı samur vardır samur.
Söyle bir hayvancık yirmi beş sene üzerinde taşıdı kürkü hayvanlıktan kurtulabildi mi?.
Kürke bürünüp efendim aha Hacı da neyimiş. Hacı da neyimiş olur mu?
Hacı Murat efendi çok iyi bilir.
Burda bir sarhoş varıdı geçen günü aha benim pansumancımda burda oda bilir.
Uzun boylu bir çocuktu.
Sarhoş marhoş gezer her tarafta.
Sapıtmış ALLAH sapıttırmış.
Geçen sene biz sekiz ay evvel akşam onda İskender Beyin eczânesinin önünde yatmış velhâsıl.
Bir iki çocuk başında. Havada soğuk. Sarhoş.
Beni gördü: “Ne yapıyorsun Mustafa burada!” dedim.
Kalktı ayağa: “Doktor bey çukura düştüm dedi. Dizimi vurdum dedi ağrıyor!” dedi.
Ama ağzı da kokuyor.
Sarıldı beni şapır şupur şeylernen salya oldu üstüm.
Girdim koluna götürdüm saat onda hastaneye.
Temizledim üstünü. O ayağını şey ettim felan.
“Bu gece burda kalda üşürsün oğlum yarın gidersin!”
Yarın aklı başına geldi.
Yine gidip içecek tabi. Sabahtan başlıyor.
“Oğlum akşam sen çukura düştün değil mi?” dedim.
“Çukura düştüm!” dedi.
“Oğlum İnşeallahu’r-RAHMÂN” dedim,
“ALLAH seni bir RAHMÂN çukuruna düşürür!” dedim.
Ama gözüm doldu. ALLAH kabul etti.
Mü’minin mü’mine duâsını kabul etti.
Bende hüner yok.
Belki o zaman boştum.
Dün evvelsi gün hastaneye girdi.
Temiz giyinmiş, kafası hafif sakallı nur yüzlü olmuş.
“Ne o Mustafa?”
“Doktor bey dedi ben kolbaşı olarak Hacca gittim!” dedi.
Yüzünde nur!
“Eee nedir?"
Bir yüzük getirmiş: “Nedir derdin?”
“Ayağımda dedi bir yara var!” dedi.
“İyi dedi buna pansuman, yok onu sormayacağım dedi doktor bey dedi bu ayağım abdeste su almaknan azar mı azmaz mı?” dedi.
Dedim: “Sen cilt doktoru Ali Bey’e git!”

Gitmiş. Ali Bey de tanıyor onu.
Ali Bey geldi bana: “Abi dedi bu nasıl oldu dedi. Gözüm doldu!” dedi.

Ağlamış Ali Bey’de: “Vallâhi dedi mezârdan babam kalksa bu kadar sevinmezdim!” dedi.
ALLAH istedikten sonra oğlum aha o adamın Haccı en büyük Hacc oldu işte.
Hacc’da böyle temizlendi herif.
Kolbaşı gitti hakîki mü’min olarak döndü ALLAH devam ettirsin.
Bakın ALLAH istedikten sonra oğlum neler olmaz.

Onun için haa. Fâreyi aslanın yanına götür fâre aslandan korkmaz.
Çünkü aslan fâre yemez oğlum.
Ama ceylan götürürsen ceylan korkar aslandan haaa çünkü eti güzel yer onu.
Ekmeksiz ekmeğe bağlanan perilerdir bilirsiniz.
Kokuyu çok severler.


KELİMELER:
Mıntıka: (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek.Göçmek, geçmek.Sirâyet. Bulaşmak.Bir şeyin miras olarak kalması.Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
Âyât: (Âyet. C.) Âyetler.Cenab-ı Hakk'ın sıfât ve kudreti hakkında görülen âşikâr deliller, bürhanlar.Menziller. Mekânlar.
Müteşabih: Birbirine benzeyenler.Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifadeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis.Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifade.
Müteşabihat: Müteşabih olan âyetler.Birbirine benzer olanlar.
Muhkem: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
Muhkemat: Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar. İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
Mutade: Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.
Nüve: Çekirdek, asıl, menba.
Caiz: Mümkün, olur, olabilir. Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit.


ÂYETLER:

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
"Vucuhun yevmeizin nadiretun. İla rabbiha naziretun. : O gün birtakım yüzler aydındır. RABBlerine bakarlar.” (kıyâmet 75/22-23)
Resim
Cevapla

“KASIM” sayfasına dön