2010 Haber Arşivi: PUTHÂNEDEN KÂBEYE M. DERMAN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

2010 Haber Arşivi: PUTHÂNEDEN KÂBEYE M. DERMAN

Mesaj gönderen nur-ye »

ANASAYFA ARŞİVİ İÇİN FORUMA YÜKLENEN KONULAR


Tarih: 27.12.2010 Saat: 23:58 Gönderen: kulihvani




Bu sohbeti sesli dinlemek için indirebilirsiniz:

Resim

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ…

SOHBET MD-45

(SOHBET 44 Devamı)


PUTHÂNEDEN KÂBEYE

Periler kokuyla gıdâlanırlar.
Bu lakırtıda âyât-ı gayr-ı mu’tâde gibi bir lakırtı.
Onu sen işte evinde anla ne demek istiyor.
Onu bir misâlle bildiriyim.
Kızıl Deniz var Bahr-ı Ahmer.
Süveyş Kanalından geçti mi aşağıya gidiyor işte Cidde’ye doğru Kızıl Deniz.
Mûsâ’nın ümmetine cadde oldu Kızıl Deniz.
Firavun’un ümmetine de mezâr oldu.
Aha aradaki fark!.
O halde cehennem de kâfirlerin ibâdet yeridir.
Orda zevk duyarlar. Cehennemden zevk duyarlar.
Nasıl duyarlar?
Pislik böcekleri vardır. Pislik yerler, kurtlanmış şeyi yerler.
Al o böcekleri getir balnan baklavanın üzerine koy!. Yemezler onu, hep kaçarlar.
Kafirlerde cehennemden zevk duyarlar oğlum!.
Zindan da alçak kişilerin ibâdet yeridir haaaa.
Ancak çünkü orada
ALLAH’ı anarlar oğlum!.
Bizim ibâdet yerimiz de aha burası,
ALLAHı burda anlıyoruz.
Sen dilinden
ALLAH ’ı bırakmadın mı Kâbe kendi vücûdun.
En mukaddes ibâdet yeri insan vücûdudur.

Hz. Âdem yaratıldı. Cenâb-ı
ALLAH cennete koydu.
ALLAH ’ta acelecilik yok: “Kûn!” der demez bütün kâinat olurdu.
Altı günde yarattı değil mi?
Hz. Âdem’i çamurdan, balçıktan yavaş yavaş yavaş yarattı.
Acelecilik yok Cenâb-ı
ALLAH ’ta.
ALLAH o halde Âdem’i, cinleri, bütün mahlûkatı kendine ibâdet edilsin diye yarattı.
İnsan her şeyi yapar, keşfeder, şunu eder, makine yapar, aha bunu bulur.
Aya gider, güneşe gider fakat asıl yaratılış maksadı âyet-i kerimeye göre
ALLAH ’a ibadettir.
Kitaptan maksat fendir. İçindekini öğrenmek.
Ama sen okumazsan kitabı başına yastık da yaparsın.
İlim hâfızları vardır.
“Şu şöyledir, bu böyledir, bu böyledir” hepisini bilir.
Bakarsın herif sanki ansiklopedi kitabı. Hakîki ilimden nasipleri yoktur onun.
İlim sevgilisi başka türlüdür.
Nasıl?
Esirciler vardı eskiden. Câriye satarlardı.
Câriye esircinin değil müşteri içindir oğlum müşteri için!.
Sana bir kerem sâhibi gelse:
“Ateşe gir!” dese.
Hemencecik atıl ateşe:
“Beni yakar!” diye düşünme.
Bu Enes bin Mâlik’in, bir gün Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin irtihalinden sonra sahâbeler misâfir gelmişler.
Yemek , zengindi Enes bin Mâlik.
Yemek hazırlamış. Hepisi yemişler.
Herkesin peşkiri varıdı, aha bu kadar.
Peşkir taşımak sünnettir.
Peşkir, ne demek peşkir?
Şükret
“şükrü ifâde eden nesne” demek.
“Elhamdulillah!” peşkir şâhid oluyor.
Eskiden hep evde bizim peşkirlerimiz varıdı babamızın…
Şimdi kağıt!.
Sünnettir peşkir.
Peşkirinin hizmetçisi Kadın bir hizmetçisi varıdı demiş:
“Humayra şunu. Şunu tandıra at kirlendi peşkir!” demiş.
“Peki! Efendim!.” Demiş.
Gitmiş Arapların böyle koyuk hâlinde şiyi vardır içinde ateş yanar. Ekmek pişirirler, şunu ederler.Hacca gidenler bilir onu.
Peşkiri almış götürür götürmez atmış.
Sahâbe bakmış:
“Böyle ne oluyor bu?” diye.
Biraz sonra getirmiş kadın peşkiri almış ordan vermiş tertemiz.
Çamaşır makinası, öyle suyunan değil.
Kadına sormuş Humeyra’ya:
“Sen demiş bu peşkiri nasıl attın!” demiş.
“Valla demiş benim efendimde çok hünerler vardır” demiş.
“Sen kendini at deseydi ben kendimi düşünmeden atardım” demiş.
Enes bin Mâlike sormuşlar:
“Yâ Mâlik bu nedir, bu şey nedir*”
“Vallâhi bende bir şey yok demiş ağam.
Bir gün Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem abdest alıyordu” demiş.
Aha o kuş hikâyesi.

“Ben de peşkir tutuyordum” demiş.
Bu kuş hikâyesini de Enes Bin Mâlik anlatır.

“Aldılar demiş kollarını, mübârek ağzını bu peşkirinen sildiler” demiş.
“Onun hüneri” demiş.

Onun için Cenâb-ı Peygamber diyor:
“Benim tenime sürülen bir şey başka bir tene sürülürse cehennem ateşi onu yakmaz.”
Bildiğimiz ateş yakmıyor da öteki ateş nasıl yakar.
Cehennem ateşi yakmayan bir şeyi nasıl yakar.
Amucalarından birisi İslâm ile müşerref olmamıştı fakat çok doğru, temiz insandı.
Vefât ettikleri zaman Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz iç gömleğini gönderdi dediki:
“Amucama giydirin!” dedi.
“Yâ Rasûlullah nedir?”
“Benim tenime değen başkasının tenine değerse cehennem ateşi ona dokunmaz” demiş de,
Cenâb-ı
ALLAH ’a demiş de: “Amucamı sen mağfiret et Yâ RABBi!” demiş.
Fakat emir gelmiş:
“Yâ Habibim biz ne nasip etmişsek o olur İleri gitme!” demiş.
Onun için
ALLAH böyle yapar.

O halde ateşten korkuyorsan ağam Cenâb-ı Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mezârını görene, Kâbe’yi görene, temiz hacılara, temiz nurlu insanların eline sür elini, elini öp!.
Aha onlardan fayda görürsünüz.
Öyle hacılar vardır ki kendisi cehenneme girer fakat onun eline sürdüğün zaman sen kendin cehennemden kurtulursun.
Bir el, bir temiz el cansız bir şeye bu kadar yücelik verirse, peşkiri yaktırmazsa,
ya rûhu irşâd eden, rûha doğan bir nur ne yapmaz rûha düşünün.
Kâbe’nin taşını, kerpicini öptü Ahmed Rasûlullah Efendimiz.
Puthâne Kâbe oldu.
Puthânedeki Haceru’l- Esved’i öptü Rasûlullah’ın mübârek dudakları.
Puthâne derhal Kâbe oldu. Sonra ne oldu?
Kıble oldu!.
Sende çalış bu gibi kimselere toprak ol!.
Onlarda seni putlardan temizlesin.
Ruh, insanın rûhu karşılığında elde edeceği şeyleri görmese, hissetmese el açarda cömertlik eder mi kimsenin. İbâdette bulunur mu?.
Bir şeyi sevmeseniz hattâ ahrete şüpheli bile olsanız, cennet cehenneme şüpheli bile olsanız ibâdet eder misiniz?.
Demek ki bir şey elde edeceğini ümit ettiğin için herkes evde titrerken bakıyorsun bir bembeyaz adam sarılmış sabah ezânı okunmadan tıkır tıkır tıkır câmiye gidiyor, evdekiler uykuda. Niye gidiyor?
Bir şey var sonunda hissediyor ama o nedir bilmiyor.
Çocuk elinde kokmuş soğan almış.

“Oğlum ver onu da at bunu kokar. Sana elma vereceğim!”
Bırakmaz, elmayı gördükten sonra bırakır.
Sizde bir şey gördünüz ki ibâdet ediyorsunuz, yoksa etmeyiz oğlum.
Akıllı kişiye sonunda görülecek şey önceden görülür. Gönlüne doğar.
Bilgisiz az kişi sonunda ve sonunda onlar içinde kurtuluş var. Ne?
Son nefeste:
“ ilâhe illallah ”
Kurtulur ama işte kurtuluş. Üçüncü mevkii kamarada gider.
Ayna da görülen kaza ve kaderi, Secde-yi
RAHMÂN ’a kapılan aynada değil kerpiçte bile görülür oğlum.
Sopasını ejderha yapan kişiye, sopasını attığı zaman ejderha yapan kişiye kim el atabilir.
Onun için dudağını yumup kapayan kişiye Gayb Sırrı öğretilir.
Su Kuşundan başkası denize atılmaz oğlum.
Artık sen bunu anlayıver.

ALLAH 'ım doğrusunu bilir.
Bir parçacık kan pırtısı iyi dikkat edin, hatırıma geldi.
Şu kadarcık kan pıhtısı.
Bir toplu iğnenin ucu kadar.
Çocuğa benzer mi bu?.
Nerde benzesin.
Şeker kamışı şekere hiç benzer mi?
Bir kan pırtısından bir, koskocaman hepimiz bir kan pırtısından olduk.
Niye şaşmıyorsunuz buna, hiç biriniz şaşmadı.
Sopanın ejderha olduğuna şaşıyor.

“Mûsâ attı sopa ejderha oldu.”
Ulan koskoca sopa ejderha olur.
Hadi öyle göründü de. O da kabul.
Bir kan pıhtısı koskocaman bir insan nasıl olur.

“Olur!” diyorsun inanıyorsun ona.
Şimdi geliyorsun da:
“Sopa ejderha oldu?” ona şaşıyorsun.
İnsanların gözü ne renk olursa olsun ağam.
Hepimizin göz bebeği siyahtır.

“Niye?”
ALLAH ben kulumnan görürüm diyor.
Haceru’l- Esved siyahtır.
İnsan gözünün bebeği siyahtır.
Hayvanların hepisinin gözü siyah değildir.
Göz bebegi, gözbebeği.
Rasûlullah’ın Mübârek Nûru, Mühr-ü Nübüvvet siyahtır.
Hacerü’l- Esved siyahtır. Her şey siyahtır.
Dar gelir insana bu lakırtılar.
Hamama git. Hamam kızıştı, ısındı mı koskocaman bu câmi kadar hamam daralırsın, için sıkılır. Hemen dışarı. Rûhun sıkılır.
Dar ayakkabı giy ovada gezsen ova küçülür, küçülür. Her taraf sana dar gelir.
Ayakkabıyı çıkarır serbest olursun.
Hamamdan çıkar rûhun açılır.
Uykuda da rûhun vücuddan ayrılıyor oğlum, uykuda.
Âlemleri geziyor, serbestlik.
Uykuda sana kılıç vursalar uyandığın zaman, kılıcın üstünde şiyi yoktur izi yoktur.
Uyumadıkları halde rüyâ görenler vardır haaa!.
Onlar secdede alınlarını aşındıran insanlardır.
Sen hâlini bilmezsin ama aziz dostum amuca fakat gönül sâhibi yok mu, senin hâlini o bilir işte.
İnsana şöyle baktı mı ne hâlde olduğunu bilir.
Bizim gafletimiz tenimizden ileri gelir aha bu vücud.
Ten ruh oldu mu, ten rûha çevrildi mi bütün sırrlar görülür.
Yetmiş bin perde ortadan kalkar.
Gök boşluğunda yer yüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için.
Gölge dâima yerdendir oğlum topraktandır.
Yer olmasa aha elimi tuttum var mı gölge ama duvar olursa gölge görülür değil mi?
Aha bu tende gölgedir.
Duman kıvılcımla ateşten husûle gelmez, odundan husûle gelir.
Aha şurda güneş ışığında bir mum yak, hiç göremezsin mumun ışığını.
Ama elini soktuğun zaman yakar.
Aha bu tenden rûhunun kıymetini bil!
Güneş dâima toprağa vursa toprak çatlar. Her taraf yanar gider.
İnsan da topraktan halk olmuştur oğlum.
Hakîki Nûr-u Rasûlullah insana vurdu mu yanarız onun için gaflet var.
Anladın mı işi?.
Aha demin ki o mu’tade âyette, gayr-ı mu’tade, müteşâbih âyette vardır.
Onun için gece gündüz olur.
Uyku olmasa, uykuda ruyâ olmasa ruh patlatır bu cesedi.
Uyuduğumuz zaman çekip gidiyor:
“Ben gezeceğim!” diyor.
İşte uyumadan gezmeye savaş oğlum.

“Uyunmadan gezilir mi?”
Gezilir, nasıl gezilmez.
Aha şimdi bu anda hepimiz Ankara’ya gidelim akılnan.
Ulus Meydanını düşünün.
Ulus Meydanı gözünüzün önünde. Gitti geldi hemen. O demektir.
Turfetu’l- Aynı işte gitti geldi.
İnsan topraktan halk edildiği için buna tahammül edemez.

Aziz dosdum, her zaman söylediğimiz gibi Rasûlullah Muhammed olarak sallallâhu aleyhi ve sellem görülseydi bütün sahâbeler yanardı.
Yaaaaa!.
Su da kalmak dâima balığın kârıdır oğlum, yılanın değil.
Bu denizde öyle balıklar vardır ki yılanı tuttu mu onu da balık yapar.
Aha öyle bir herif bulmak lâzım.
Onlardan arayıp bulmak lâzım.
Olmayacak şeyler onların himmetiyle olur.
Pis bile ortadan kalkar tertemiz olur.
Bu bahis çok uzun sabaha kadar söylesem değil kıyâmete kadar söylesem bitmez!.

At, ata bineniniz vardır.
At giderken bir tehlikeyi hissetti mi onu anlar.
Aslanın sesini tanır, kokusunu duyar.
Hayvandır amma düşmanını bilmesi, duymaması pek nâdirdir.
Yalınız at değildir her hayvan bunu bilir düşmanını bilir.
Sineğe şöyle uzatsan gelirken arkadan gelir.
Seni görmediği halde anlar öldüreceğini, kaçar.
Yarasa gündüz çıkmaz, hırsızlar gibi gece çıkar.
Güneşi sevmez amma güneşten de nefret etmez.

ALLAH ’ın mahlûkudur.
Onun için bizim merhâmetimizin mahlûkun merhâmeti, elemle karışıktır.

ALLAH ’ın merhâmeti tertemizdir, onda bir karışıklık yok.
Öyle bir
ALLAH ’ın velîsine insan ihsânına uğrarsa, o kadar büyük bir ihsandır o bütün cömertlikler karşısında utanır o ihsan.

Denizin dibinde inciler taşlarla karışık bulunur bilirsiniz.
İnsanlardaki övülecek büyük hasletlerde ayıplar, kusurlar arasındadır.
Onları ayıklamak lâzım.
Deniz, Mûsâ’yla konuştu.
Rüzgâr, Süleyman'ı taşıdı.
Demir, Davûd’un elinde ne oldu, mum gibi yumuşadı.
Kamer, Rasûlun parmağını bekledi ayrılmak için.
İbrahîm’in söylediğiniz gibi ateş gül bahçesi oldu.
Toprak Kârun’u yılan gibi yuttu.
Hannâne direği Rasûlullah’ın Minberinde Rasûlullaha selâm verdi konuştu onunlan.
Taş Ahmed’e selâm verdi...

Ayıp gören Gayb Âlemînin kokusunu anlayamaz, alamaz!.
Ayıp, kimsenin ayıbını görmeyin.
Ayıp görmeğe başladı mı gıybet hissi başlar insanda.
Gıybet başladı mı hased başlar.
Hased başladı mı haram gitmeye başlar.
O zaman insan bütün benliğini, güzelliğini kaybeder.
Bunun aksi hareket ederse insan, başında iki tâne boynuz peydah olur.
Öküzlüğü anlaşılıverir insanın.
İnsanın
ALLAH’a yakınlığı çeşit çeşittir.
Güneş dağa da vurur, altına da.
Hepimiz ten itibâriyle civanız civan.
Civan diye bir kelime vardır bilirsiniz.
Can bakımından da melek gibiyiz.
Bu sûretle hem yerde yürürüz hem gökte.
Onun için Cenâb-ı Peygamber Efendimiz bir hadisinde buyurmuştur

“Bende sizin gibi bir kulum. Sizin gibi yerim, sizin gibi içerim. Sizin gibi yatarım. Ama, sizden biri değilim!”der.
Aha bu büyük sırr.
Canlı iken ipek, atlas giymek insana bir şey yapmaz.
Öldükten sonra da kubbeler saraylar ölüne bir şey yapmaz.
İçi temizlemek gerek.

Onun için aziz cemaat başınıza bir felâket geldi mi, pılıyı pırtıyı topla Gayb Âlemîne çekil yâni
ALLAH ’a sığın!.
Kur’ân âyetinde diyor ki:
“ALLAH’ta hepisi marzukturlar.”
ALLAH rızık verir.
Biz bu rızkı zannederiz ki ekmek verir.
O rızık ekmek değildir ağam ekmek değildir!.
Hikmet olduğunu anlamadın haaa?.
Tanrının verdiği rızık insanın kendi mertebesine göredir.
Mertebesine göre oldu mu, âyât-ı müteşâbihattan da, hepimiz müteşâbihatı da anlıyoruz.
Gayr-ı mu’tâdeyi de hepimiz anlıyoruz.

“Nasıl anlıyoruz?”
“Deniz yarıldı, Mûsâ yürüdü mü?.”

“Âmennâ ve saddeknâ yürüdü.”
“Rasûlullah “İkterabeti's-sâatu ven şakka'l-kamer (kameru).” mübârek parmağını uzattığı zaman kamer ikiye ayrıldı mı?”
Ayrıldı!.
Aha mu’tâdeyi biliyorsun hiç şek ve şüphe yok.
Efendim bazı velîler su üstünde yürür.
Yürür ya! Saman yürüyor da
ALLAH ’ın sevgili velîsi niçin yürümesin.
Bâzıları uçar.
Uçar ya! Kuş uçuyor da
ALLAH ’ın velîsi niye uçmasın.
Aha gayr-i mu’tâdeye de inanıyoruz, o halde mânâsını biliyoruz...

Onun için işin farkına varmak lâzım.
Hepimiz aslan gibi kendi avımızı kendimiz aramamız lâzım, başkasına havâle değil.
Herkes eline âsâ alır. Hepimizde baston var.
Ama Mûsâ da alıyor eline bir asâ.
Senin elin bizim elimiz nerede, Mûsâ’nın eli nerede. Ama mü’minlerden de kimsenin haberi yoktur haaa.
Sabahtan şu câmiye aha bu kadar millet gelir.
Mahallede var otuz bin kişi. Hiç kimse farkında değildir işin.

“Efendim o niye gidiyor?.”
Ulan o gitmiyor onu zornan yatağından kaldırıp götüren var.
Kaldırıp götüren var, içindeki NUR!.

“Kalk diyor Hacı Murat Efendi, Kalk Hasan Efendi!” diyor.
Mahalle uyuyor, o buraya geliyor...

Padişah sabaha kadar sarayında, musikî çalar, kadın oynatır, şarap içer.
Yanında akan derede kurbağalar bağırır hiç onu duymaz.
Bu sözlerden mânâ çıkar.
Geç bunları bir çakıynan bak içinde neler var oğlum neler.
Bir yudum su bir göle delâlet eder.
Bir avuç dâne de harman vardır içinde. Onu çiftçi bilir.
Bu lakırtıları deşersen yağmur çimene düştü mü ne yapıyor?
Aha bizim içimize de onu yapar oğlum!.
Bunlar Rasûlullah’ın sözleri…


“Efendim hacca gitti!” Hep dilinde bizim arkadaşların.
“Eeee gitti herif yaaa!. Elin Arabına döviz bırakıyor diyor herif döviz!.”
Yâhu bu adamcağız iki bin lira topladı. Harç borç nasıl olursa olsun gitti ya.
Sen Avrupa'ya gidip otomobil kaçakçılığı yapıyorsun.
Eğlenmeye gidiyorsun, onu gören yok da hacıyı görüyorsun.

“Efendim gidiyor teyp getiriyor!” diyor.
Getirecek ya sen tır kaçırıyorsun.
Ama bunları söyledikçe söyledikçe o ecir alıyor hacım.
Gördüm o arabaları, hacı arabaları gelirken.
Nur yüzlü kadıncağızlar. Yaşlı ve genç kadınlar.
Ağam buradan Mekke’ye on iki gün de otomobil içinde gitmek her babayiğidin karı değildir.
Pehlivanı görsen pehlivanı yarı yolda leşi çıkar.
Başla bak. Herif Jawa’dan kalkıyor gidiyor.
Yugoslavya'dan Zagrep’ten gelmiş. Altı tâne otobüs gitmiş.
Bırak yâhu gitsin bırak gitsin diline dolama hacıyı yâhu!.

“Efendim bunun parası yoktu, tarlasını sattı gitti!”
Satsın gitsin sana ne?
Sen söylüyorsun bunu senin mîdende helâl mı var banka köşelerinde gezen herif!.
Bunlara aldırmayın oğlum.
Bunları Cenâb-ı
ALLAH bütün hepisinin cezâsını verir amma! Hadis-i Rasûlullah var.
İçimizde Nur-u Rasûlullahı fazlalaştır Yâ
RABB i!
Kalb penceremizi açarak Rasûlullah’ın Nûrunu bu dünyâda iken görmek bize nasibi müyesser eyle Yâ
RABBi!
Vücûdumuz bize bizden yakîn olan sensin Yâ
RABBi!
bu mahfazası olan vücûdumuza helâl lokma nasip eyle Yâ
RABB i!
Temizlikten bizi ayırma Yâ
RABB i!
Her türlü gafletten uyandır Yâ
İlahî!.
Bize sıhhat, sağlık, dirilik secdeden başımızı kaldırmamak kuvvetini bize nasîbi müyesser eyle!.
El Fâtiha!.



KELİMELER:


Gayr-ı mu’tade: Alışılmamış.
Müteşâbih: Birbirine benzeyenler. Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifâdeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis. Zâhirî mânâsı kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakîkatlerin beyânında kullanılan ifâde.
Cariye: Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.
İrtihal: Bir yerden başka yere göçmek, gitmek. Nakl-i mekân etmek. * Ölmek. Kamara: Vapurlarda mevki sayılan odalar ve salonlar. * Gemide kaptan gibi erkâna mahsus odalar.
Gayb: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
Mühr-ü Nübüvvet: Peygamberlik mühürü. Peygamberimiz Hz. Muhammedin (A.S.M.) iki omuzu arasındaki (sırtındaki) peygamberlik işâreti.
Karun: (A, uzun okunur) Peygamber Mûsâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenâb-ı HAKK'ın zekât emrini dinlemediğinden Mûsâ'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünyâ zengini. Cenâb-ı HAKK'ın lütuf ve ihsânını kendine mâlederek nankörlük ve enâniyetinden dolayı bu fenâ sıfatı ile meşhur olmuştur.
Mahfaza: (Hıfz. dan) Küçük kutu, kap. Zarf.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.


ÂYET-i KERİME:

وَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلاَلاً طَيِّبًا وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ

" Ve kulû mimmâ razakakumullâhu halâlen tayyiben ve't-tekullâhellezî entum bihî mu’minûn(mu’minûne).:

hem ALLAH'ın size merzuk kıldığı ni'metlerden helâl ve hoş olarak yeyin hem de kendisine mü'min bulunduğunuz ALLAH'dan korkun.- ALLAH'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine îman etmiş olduğunuz ALLAH'tan korkun.”


(Mâide 5/88)


اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ

" İkterebeti's-sâatu ven şakka'l-kamer(kameru).:

Yaklaştı Saat, yarıldı Kamer.- Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı.”


(Kamer 54/1)


HADİS-i ŞERİF:

Abdullah b. Amr (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i oturarak namaz kılarken gördüm. Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Rasûlü! Oturarak kılınan namazın ayakta kılınandan yarı yarıya sevabının az olduğu sizden bana aktarılmıştı, halbuki Siz oturarak kılıyorsunuz?” dedim. Bunun üzerine: “Evet öyledir ama Ben, sizden biri gibi değilim” buyurdular.

(Ebû Davud, Salat: 179; Dârimi, Salat: 108)
Resim
Cevapla

“KASIM” sayfasına dön