''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Cevapla
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Sana bir dua öğreteyim:

Gözlerinde göz yaşından, Allah pazarında satılan inciler peyda olurken, söyleyeceksin:

“Sonsuz salavat incilerinin dizileriyle, nihâyetsiz selam cevherleri Muhammed Mustafa’nın feyizlere açık ruhuna, hikmetlere açık göğsüne saçılsın... Gündüz parladıkça, güneş âlemi aydınlattıkça, ruhu rahmet ve semalara gark olsun... Tertemiz ehl-i beyt’e selam olsun.”

Bu dua İmânın zevkine yükselenler içindir. Henüz maddenin kesafetinde mahcup kalanlar, hayatta harikulade hadiselere tesadüf etmeyenlere ait değildir.

Derman Dedemiz.

bismillah ...
suphanellah ...
Kimi o hal ile hayyyyyat buluyor
kimi hayran kalıyor
en azından hayran kalacak kadar duyarlılık göstermek ve iktibas etmek isterim muhammedi cANlar. YaaaSelaaaaam.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Allah Teâlâ’yı, sizi nîmetleriyle perverde kıldığı için sevin. Beni, Allâh’ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i Beyt’imi de beni sevdiğiniz için sevin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3789)

MUHABBET ve DOSTLUK

Muhabbet ve dostluk, hislerdeki ve hâllerdeki müştereklikten kaynaklanır. Müştereklik ne kadar çoksa, muhabbet de o nisbette artar.

Cenâb-ı Hak, cemâlî sıfatlarını kendilerinde müşâhede ettiği kullarını daha çok sever ve onları, husûsî yakınlık ve dostluğuna mazhar kılar.

Yâkub -aleyhisselâm-’ın on iki evlâdı içinde Hazret-i Yûsuf’a gönlünün daha çok meyletmesi, onda kendi duygu, düşünce, istîdat ve husûsiyetlerini daha fazla görmüş olmasındandı. Yâni dostluk, sevenin sevilende kendi husûsiyetlerini görmesinden kaynaklanır.

Tıpkı bunun gibi Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hâl ve vasıflarının en üst seviyede müşâhede edildiği mübârek zevât da, O’nun en yakınları olan muhterem âilesi, yâni “Ehl-i Beyt”idir.

Zîrâ Ehl-i Beyt, nebevî güzellikleri, yâni Hazret-i Peygamber’in yüzündeki nûr-i melâhati, sözlerindeki fesâhati, hareketlerindeki letâfeti, beyânındaki fevkalâde belâğati müstesnâ bir yakınlık mazhariyetiyle müşâhede eden güzîde şahsiyetlerdir. Onlar, hâliyle hâllendikleri, ahlâkıyla ahlâklandıkları, terbiyesi altında yetiştikleri Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in en sevdikleri idi.
Bu yüzden o azîz şahsiyetler, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın sevgisine lâyık olabilmek, O’nun muhabbetinden hiçbir zaman mahrum kalmamak uğruna, ömürleri boyunca nice ağır bedelleri seve seve ödediler. O’nun geçtiği çile ve ıztırap çemberinin bir benzerinden onlar da geçtiler.

Zîrâ insan en büyük bedeli, muhabbet duyduğu şeyler uğruna öder. Bu fânî âlemde ödenen en ağır bedel de, ilâhî muhabbetin bedelidir.

İşte ilâhî muhabbetinin bedelini, büyük bir îman vecdiyle ve zevkle ödeyebilen İslâm kahramanları içinde Ehl-i Beyt, müstesnâ bir zirve teşkil eder.

EHL-İ BEYT

Varlık Nûru Hazret-i Peygamber’in mübârek ev halkı… Nebevî ahlâk, ilim, irfan ve fazîletlerle yoğrularak şahsiyet kazanmış şerefli neseb… Hazret-i Peygamber’e muhabbet ve bağlılıkta ihlâs ve takvâ âbidesi olan ümmetin efendileri, “Âl-i Muhammed” -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

Ehl-i Beyt, evveliyetle, Peygamber Efendimiz’in âile fertlerini ifâde etmektedir. Bu mânâda Ehl-i Beyt; Rasûl-i Ekrem Efendimiz ve âilesi, Hazret-i Ali, Câfer, Akîl, Abbâs ve âileleridir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e salât ü selâm getirmek, nasıl bütün mü’minler üzerine bir vecîbe ise, Ehl-i Beyt’e hürmet ve muhabbetle bağlı bulunmak da bütün mü’minlerin vazîfesidir.

Çünkü insanoğlunun bir kimseye duyduğu muhabbetin en tabiî neticesi, sevdiğiyle alâkalı olan herkes ve her şeyin bu muhabbete dâhil olmasıdır. Bunlar, şahıslar da olabilir, eşya da olabilir, davranışlar da olabilir, coğrafya da olabilir. Meselâ bir kimseyi çok seviyorsanız, o kimseye mahsus hâl ve hareketleri kimde görseniz, sevdiğiniz kişiyi hatırlarsınız. O hâl ve hareketlerin sahiplerini de, sırf sevdiğinizi hatırlattığı için muhabbet dâireniz içine alırsınız. Bu netice, muhabbetin derecesine göre tecellî eder. Yüksek bir muhabbette sevilenin; oturması, kalkması, hatta giyim-kuşamına âit husûsiyetler bile gönülde tesir oluşturur. Nitekim Peygamber Efendimiz’in mübârek sakal-ı şeriflerine ve hırkalarına tâzim ve muhabbet de bu hâlet-i rûhiyenin eseridir.

Bu sebepledir ki Allâh’a muhabbet, sevme fiilinde nihâî bir zirvedir. Bir sonraki zirve ise, yaratılışımıza vesile olması sebebiyle Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e muhabbettir. Muhabbet-i Rasûlullâh ile yoğrulanlar, yukarıda ifade ettiğimiz gerçekler etrafında Ehl-i Beyt’i de sevmenin neşesi içinde, onların güzel hâllerine râm olurlar.
Zeyd bin Erkam -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Birgün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke ile Medîne arasındaki Hum suyu başında ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı. Allâh’a hamd ü senâdan sonra bize nasîhatte bulundu. Sonra da şöyle buyurdu:

«–Ey insanlar! Ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana da gelecek ve ben O‘nun dâvetine icâbet edip gideceğim. Size iki mühim şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nûr olan Allâh’ın Kitâbı Kur’ân’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!..»

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- Kur’ân-ı Kerîm’e bağlılık husûsunda bâzı tavsiyelerde bulunduktan sonra sözlerine şöyle devâm etti:

«–Size bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Allâh’tan korkun da Ehl-i Beyt’ime hürmet gösterin! Allâh’tan korkun da Ehl-i Beyt’ime hürmet gösterin!»

Yanındakiler Zeyd -radıyallâhu anh-’a:

“–Hazret-i Peygamber’in Ehl-i Beyt’i kimlerdir yâ Zeyd? Hanımları da Ehl-i Beyt’inden değil midir?” diye sorunca o:

“–Hanımları da Ehl-i Beyt’indendir. Fakat O’nun asıl Ehl-i Beyt’i, kendisinden sonra da sadaka almaları harâm olan Ali, Akîl, Câfer ve Abbâs’ın âileleridir.” dedi. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36)

SELMAN BİZDENDİR

Bir de mânen Ehl-i Beyt’ten olma durumu mevzubahistir. Nitekim Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh-, her hâli ile o kadar güzel bir İslâm şahsiyeti sergiliyordu ki, Ensâr da Muhâcirler de:

“–Selman bizdendir.” diyerek onu paylaşamaz olmuşlardı. Peygamber Efendimiz:

“–Selman bizdendir, Ehl-i Beyt’tendir!” buyurarak onu taltif etti. (İbn-i Hişâm, III, 241; Vâkıdî, II, 446-447; İbn-i Sa’d, IV, 83; Ahmed, II, 446-447; Heysemî, VI, 130)

Demek ki Ehl-i Beyt’ten olmanın en mühim şartı “takvâ”dır. Yâni zâhirî mânâda Ehl-i Beyt’e mensûb olmanın yanında bir de mânen ve rûhen Ehl-i Beyt’ten olmak vardır. Bu ise mü’min gönüller için mertebelerin en şereflisidir.

Bu meyanda ashâb içinde yüksek fazîlet ve takvâsıyla mâruf olan Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-’ın hâli de güzel bir misaldir:

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Muâz -radıyallâhu anh-’ı Yemen’e vâli olarak gönderirken, onu uğurlamak için Medîne’nin dışına kadar berâberinde gitmişti. Hazret-i Muâz binek üzerindeydi, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ise yürüyordu. Ona bâzı tavsiyelerde bulunduktan sonra:

“–Ey Muâz! Belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin! İhtimal ki şu mescidimle kabrime uğrarsın!” buyurdu.

Bu sözleri duyan Muâz -radıyallâhu anh- ağlamaya başladı. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ağlama ey Muâz!” buyurdu ve sonra yüzünü Medîne’ye çevirerek:

“–İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olursa olsun, Allâh’a karşı takvâ sâhibi olan müttakîlerdir.” buyurdu.1

Bu hususta diğer bir misâl de Üsâme bin Zeyd -radıyallâhu anh-’tır. Nitekim birgün Ali ve Abbâs

-radıyallâhu anhümâ-, Allâh Rasûlü’ne gelerek, ehlinden en çok kimi sevdiğini sordular. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

–Kızım Fâtıma’yı.” buyurunca bu defa:

“–Ama biz kadınların en sevgili olanını sormuyoruz yâ Rasûlallâh!” dediler. Bunun üzerine de Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- şu karşılığı verdi:

–Ehlimin bana en sevgilisi, Allâh’ın ve benim nîmetime mazhar olan Üsâme bin Zeyd’dir…(Tirmizî, Menâkıb, 40/3819)

İşte böylece; “Şüphesiz benim dostlarım müttakîlerdir.” (Ebû Dâvûd, Fiten, 1/4242) buyuran Fahr-i Kâinât Efendimiz, kendisine yakınlığın en mühim şartının, Allâh katında da yegâne üstünlük sebebi olan “takvâ” olduğunu beyân etmiştir.

Hakîm et-Tirmizî, Allâh dostlarının da dâimâ zikr-i ilâhî üzere bulundukları için mânen Ehl-i Beyt’ten sayıldıklarını, lâkin bunun sulbî bir yakınlık olmayıp, kalbî ve mânevî bir yakınlığı ifâde ettiğini bildirir. “Zîrâ Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Allâh’ın zikrini îkâme edip insanların kalbine yerleştirmek için gönderilmiştir.” der. (Hakîm et-Tirmizî, Kitâbu Hatmi’l-Evliyâ, s. 345-346)

O hâlde; “Kişi sevdiğiyle berâberdir.” hadîs-i şerîfi muktezâsınca Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a yakın olmak, O’nun dostluk halkasına ve Ehl-i Beyt’ine dâhil olmak için, en başta gönlümüzün Allâh korkusu ve muhabbetiyle dolu olması, yâni kalbimizin Allâh ve Rasûlü’yle berâber olması îcâb etmektedir. Bu hâlin en net alâmeti de, ibâdet ve davranışlarımızda kendini gösterir.

EHL-İ BEYT TERBİYESİ

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şefkatle üzerlerine titrediği âile efrâdının, insanlığa numûne olacak seviyede bir takvâ hayâtı yaşamalarını arzu ediyordu. Son derece aziz tuttuğu Ehl-i Beyt’ini, dünyada da âhirette de bu izzet içinde yaşatacak bir tevâzû, sadelik ve letâfet ile dâimâ ihlâs ve derin bir takvâya sevk ediyordu. “Asıl hayat, âhiret hayatıdır.” buyurarak, bazen mübah olan hususlarda bile, dünya meyli başlar endişesiyle onları başkalarından daha fazla zühd, riyâzat ve takvâya yönlendiriyordu.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in, kızı Fâtıma vâlidemize apayrı bir muhabbeti vardı. Hiçbir kız, babasını Fâtıma vâlidemizin Peygamber Efendimiz’i sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da kızını, Peygamber Efendimiz’in, kızı Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez. Bu sebeple her âilede bir Fâtıma isminin bulunmasının, Efendimiz’e yakınlık bakımından bir bereket ve rahmet olacağı kanaatindeyiz.

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“Fâtıma benden bir parçadır. Onu üzen beni üzmüş, onu sevindiren beni sevindirmiş olur.”2 (inşAllah muhammedi canlar inş sevindirebilirz) buyurup onun cennet hanımlarının en fazîletlilerinden olduğunu müjdelerken,3 diğer taraftan da Hazret-i Fâtıma’ya Peygamber kızı olmasına güvenerek âhiret kurtuluşu husûsunda gaflet göstermemesi gerektiğini de her fırsatta tenbih ediyordu:

“Ey Fâtıma! Kendini cehennemden kurtarmaya bak! Çünkü sizi Allâh’ın azâbından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle (kıyamette de) sizinle alâkamı kesmeyeceğim.” (Müslim, Îmân, 348, 351)4

Âile efrâdı içinde en çok Hazret-i Fâtıma’yı sevmesine rağmen, onun dünya nimetlerini asgarî seviyede ve bir riyâzat hâli içinde kullanmasını isteyen Peygamber Efendimiz, fazla imkânların infak edilmesini arzu ediyordu. Gönüllerinde dünyâya karşı en ufak bir meyil doğmasına dahî mahal vermiyordu. Böylece sevgili kerîmesini dâimâ Allâh’a ve âhirete yönlendiriyordu.
Birgün Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kızı Fâtıma’da bir gerdanlık gördü. O ince ve zarif hanım, babasının memnûniyetsizliğini kavramakta gecikmedi. Derhal gidip o gerdanlığı sattı ve kendisi de muhtaç olduğu hâlde müstağnî davranarak parasıyla bir köle alıp âzâd etti. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- kızının bu şefkat ve merhametinden son derece memnun oldu. (Nesâî, Zînet, 39)
Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-, zayıf ve nahif bir hanımdı. Ev işleri ise hayli yorucuydu. Hazret-i Fâtıma, ocağı yakar, yemek pişirmeye çalışırdı. Bâzen ateşi üflerken çıkan kıvılcımlar benek benek elbisesini yakardı. Evi süpürmekten üstü-başı toz-toprak içinde kalırdı. Un öğütmek için değirmen taşını çevirmekten ellerinin, su taşımaktan da sırtının yara içinde kaldığı zamanlar olurdu.

Bir ara Allâh Rasûlü’ne savaş esirleri getirilmişti. Hazret-i Fâtıma, onlar içinden kendisine bir yardımcı vermesini babasından taleb etti. Lâkin Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dünyâdaki en sevgili varlığı olan kızı Fâtıma’yı yine ebedî saâdete yönlendirerek:

“–Ey Fâtıma! Allâh’tan ittikâ et! Allâh’ın farzlarını (huşû ile) edâ et! Âilenin işlerini yap! Yatağına girince otuz üç kere sübhânallâh, otuz üç kere el-hamdü lillâh, otuz dört kere Allâhu ekber, de! Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetkârdan daha hayırlıdır.” buyurdu.

Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- büyük bir teslîmiyet ve rızâ hâli içinde:

“–Allâh’tan ve Rasûlü’nden râzıyım!” dedi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, bu kadar aziz tuttuğu kızına bir hizmetkâr vermekten müstağnî kaldı. (Ebû Dâvûd, Harac, 19-20/2988)

Diğer bir rivâyette Efendimiz’in şunları da söylediği nakledilmektedir:

“Vallâhi Ehl-i Suffe açlıktan mîdelerine taş bağlar ve ben de onlar için harcayacak bir şey bulamazken, size hizmetkâr veremem. Esirlerin karşılığında alacağım fidyeleri Ashâb-ı Suffe için harcayacağım.” (Ahmed, I, 106)

İşte Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, evlâdını böylesine mütevâzı bir yaşantı içinde yetiştirmişti. Zîrâ o Fâtıma vâlidemiz ki, Ehl-i Beyt’e, altın silsilelere, yâni Şâh Geylânîlere, Bahâeddîn Nakşibendîlere, Ahmed er-Rufâîlere ve daha nice evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrabîne “ana” olacak ve ümmetin hanımlarına da nezih hayatıyla örnek teşkil edecekti.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in, âile efrâdına mânevî terbiye vermesi ve onları ebedî hayâta hazırlaması husûsundaki diğer bir misal de şöyledir:

Ahzâb Sûresi’nden:

“Ey Peygamber’in hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allâh’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümîde kapılır. Güzel söz söyleyin! Hem vakarınızla evlerinizde durun da evvelki câhiliyet çıkışı gibi süslenip çıkmayın! Namaz kılın, zekât verin, Allâh ve Rasûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allâh sizden, sâdece günâhı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.” (el-Ahzâb, 32-33) âyetleri nâzil olduğunda Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, altı ay boyunca sabah namazına giderken tedbir mâhiyetinde Hazret-i Fâtıma’nın kapısına uğramış ve:

“–Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt! «Allâh sizden, sâdece günâhı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.»” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 33/3206)

Yine ebedî hayâtın en mühim sermâyelerinden biri olan teheccüd namazı için, yorgunluk sebebiyle kalkamamaları ihtimâline binâen, Peygamber Efendimiz bâzı geceler Hazret-i Ali ile Fâtıma’nın kapısını çalar, teheccüd vaktinin geldiğini hatırlatırdı.

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- der ki:

“Âile fertlerine karşı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den daha şefkatli kimse görmedim.”

Bu ifade aynı zamanda, âile halkını Peygamber Efendimiz’den daha güzel yetiştiren kimse yoktur, demektir. İşte Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, Ehl-i Beyt’ine, peygamber âilesi olmaları sebebiyle takvâ hayâtını en titiz ve mükemmel ölçüler dâhilinde yaşatarak etraflarına da örnek olmalarını telkin ediyordu.

Bu sâyededir ki, Allâh’ın bizzat terbiye ettiği Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, nasıl bütün peygamberlerin efendisi oldu ise, Rasûlullâh’ın özel terbiyesine mazhar olan Ehl-i Beyt de diğer insanların seyyid ve seyyideleri olmuştur.

Allâh Rasûlü’nün mânevî terbiyesi altında yetişerek O’nun rûhânî hayatının tercümânı olan Ehl-i Beyt imâmı Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın, nebevî ahlâkı aksettiren sayısız fazîletlerinden biri şöyledir:

Bir gazâda Hazret-i Ali, bir düşman neferini altına almış, onu öldürmek üzereydi. Ölümün pençesine kendisini kaptıran adam, âcizlik içinde iğrenç bir davranışa meylederek Hazret-i Ali’nin nûrlu ve mübârek yüzüne tükürdü.

Ehl-i Beyt bahâdırı olan Allâh’ın arslanı Hazret-i Ali, o an nefsinin galebesinden endişe ederek birdenbire durdu ve elindeki kılıcı yere indirip düşmanını öldürmekten vazgeçti.

Bu hâle kâfir pek şaşırdı. Hayret ve merakla sordu:

“–Yâ Ali! Beni tam öldürecekken niye durdun? Niçin öldürmekten vazgeçtin? Ne oldu ki, şiddetli bir hiddetten târifsiz bir sükûna geçtin!.. Bir şimşek gibi çakmakta iken bir anda fırtınasız, sâkin bir hava gibi duruluverdin...”

Hazret-i Ali şöyle dedi:

“–Ben cihâdımı yalnız Allâh rızâsı için yaparım. Buna da aslâ nefsimi karıştırmam.Sen yüzüme tükürmekle beni kızdırmak ve hakâret etmek istedin. Ben o an hiddete kapılsaydım, seni nefsime tâbî olmak gibi, bir mü’mine aslâ yakışmayan âdî bir sebeple öldürecektim. Halbuki ben, gururumu tatmin için değil, Allâh için gazâ etmekteyim.”

Neticede bu ulvî ahlâk karşısında o düşmanın gönlü dirildi. Hazret-i Ali’nin bu fazîlet dolu hâlinden hisse alarak îmâna geldi.

İşte Ehl-i Beyt terbiyesinin sayısız bereketlerinden biri… Zîrâ onlar, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allâh Rasûlü’nün etrâfında muhabbetle kenetlenmiş ve O’nun hâliyle hâllenmiş gönül insanlarıydılar.

Tıpkı gül, karanfil ve nâdide çiçeklerle bezenmiş bir bahçe üzerinden esen sabah melteminin, gittiği yerlere o bahçenin ferahlığını yansıtan latîf râyihalar götürmesi gibi, Allâh Rasûlü’nün mânevî terbiyesi altında kemâle eren Ehl-i Beyt de O’nun rûhâniyetini kendisinden sonraki nesillere büyük bir ihlâs ve sadâkatle tevzî etmişlerdir. Bir mumla, sayısız mumların yakılması misâli, Allâh Rasûlü’nün nûrunu asırlar ve nesiller boyunca devâm ettiren feyz ve ruhâniyet kandilleri olmuşlardır.Öyle ki, o kandillerden biriyle aydınlanma bahtiyarlığına erenler, o nûrun ilk kaynağı olan Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a vuslatın hazzını tatmışlardır.

Nitekim Hazret-i Ali ve Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’tan gelen bütün tasavvuf silsilelerinin feyiz merkezini de Ehl-i Beyt imamı Câfer Sâdık Hazretleri teşkil eder. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri de Câfer Sâdık Hazretleri’nin en mümtaz talebesi ve mânevî evlâdı idi. Câfer Sâdık Hazretleri’nin kendisi için nasıl bir feyz kaynağı olduğunu, onunla geçen zamanlarını kastederek:

“Son iki yılım olmasaydı Nûman helâk olmuştu.” sözleriyle ifâde etmiştir:

İşte Ehl-i Beyt, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hâlini, evsâfını, ahlâkını asırlara ve nesillere taşımakta müstesnâ bir zirvedir.

EHL-İ BEYT’E MUHABBET

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de:

“…Ey Ehl-i Beyt! Allâh sizden, sâdece günâhı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.” (el-Ahzâb, 33) buyurarak Ehl-i Beyt’i tezkiye ve tebrie ettiğini bildiriyor. Yâni Ehl-i Beyt’i bizzat Cenâb-ı Hak tervîc ediyor.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de âile efrâdını candan sever, ümmetinin de onları sevmesini arzu ederdi. Nitekim şöyle buyurmuştur:

“Allâh Teâlâ’yı, sizi nîmetleriyle perverde kıldığı için sevin. Beni, Allâh’ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i Beyt’imi de beni sevdiğiniz için sevin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3789)

Allâh Rasûlü’nde fânî olan Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, Ehl-i Beyt’e hürmet ve muhabbette de örnek bir şahsiyettir. O, buyuruyordu ki:

“Ehl-i Beyt’ine karşı edepli olmak sûretiyle de Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’a hürmet ediniz. Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yakınları, kendi yakınlarımdan bana daha sevgilidir.”

Ehl-i Beyt sevgisi o kadar mühim bir vazifedir ki, Rabbimiz, namazlarda Tahiyyat’tan sonra okuduğumuz salli-bârik duâlarında “Âl-i Muhammed” diyerek Ehl-i Beyt için de duâ etmemizi murâd etmiştir.

Namazlarda teşehhüdün hâtimesi kılınan ve “Âl-i Muhammed” için yapılan duâ, şüphesiz ki onların makamlarının yüceliğini gösterir. Tâzîm ve hürmetin böylesi, başka bir “âile” için mevzubahis değildir.

Bâzı kasıtlı kişilerin ve gâfillerin ithamlarına karşı: “Eğer Âl-i Muhammed’i sevmek râfızîlik ise ins ü cin şahid olsun ki ben râfızîyim.” diyen İmâm Şafiî Hazretleri, yine bu husustaki duygularını şöyle ifâde buyurmuştur:

“Ey Rasûlullâh’ın Ehl-i Beyt’i! Sizi sevmek, Allâh’ın Kur’ân’ında inzâl ettiği bir farzıdır. Size en büyük medâr-ı iftihar olarak kâfîdir ki, size salât etmeyenin namazı kabul değildir.” (Muhammed Pârsâ, Faslü’l-Hitâb / Tevhîde Giriş, s. 522)


GÖKLERİ TİTRETEN CİNAYET(10 Muharrem, Kerbelâ)

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muhabbetle bağrına bastığı, şefkatle öpüp okşadığı, namazlarında bile mübârek sırtına aldığı aziz torunu Hazret-i Hüseyin’e karşı işlenen cinayet, İslâm tarihinin gördüğü en acı felâketlerden biridir. Bu cinayetin İslâm dünyâsının bağrında açtığı yara hâlâ kanamaktadır. Bu vahşiyâne cinâyeti işleyenlerin her biri, Allâh’ın ayrı bir gadabına dûçâr olmuştur.

Hazret-i Hüseyin Efendimiz’in hunharca katli, İslâm dünyasında o kadar nefretle karşılanmıştır ki, o devrin hükümdarı olan Yezid’in adı hakaret olarak kullanılagelmiştir. Çünkü o menfur cinayete, hangi mezhepten olursa olsun her müslümanın yüreği feryat hâlindedir. Buna göre aslında Sünnîler ve Şiîler arasında herhangi bir husûmet sebebi yoktur. Varmış gibi gösterilmesi, kötü niyetli insanların tahriklerinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla bugün her iki taraf da birbirlerine hiçbir şekilde husûmetle bakmamalıdır. Bugün bilhassa; “Mü’minler ancak kardeştirler!..” (el-Hucurât, 10) hükmü etrafında kenetlenmek şarttır.

Bu hususta ümmet-i Muhammed’in tevhîdini, birlik ve beraberliğini bozacak tarzda kuru çekişmelere prim vermek, tartışma ve çatışmalara girmek, en başta o azîz neslin mübârek rûhunu incitecek hareketlerdir. Bilhassa yersiz taassuplar, tarihten beri daima zarar verici olmuştur. Zîrâ en ufak bir sürtüşme bile, ümmet-i Muhammed’i bölmek isteyen İslâm düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek demektir. Bu hususta sâhip olmamız gereken en güzel hâl, îman firâsetiyle uyanık davranıp, gereksiz yere gıybet ve münâkaşalardan uzak durmaktır.

Bunda muvaffak olmamız için Kur’an ve sünnet yanında sarsılmaz bir ortak noktamız daha vardır ki, o da Ehl-i Beyt muhabbetidir. Peygamber Efendimiz’in de bizzat emrettiği bu muhabbet, her müslümanın gönül ufkudur.

Bu sebepledir ki ecdâdımız Osmanlı, Ehl-i Beyt’i daima el üstünde tutmuş, saygıda kusur göstermediği gibi, onlara hürmet ve muhabbetin nasıl olması gerektiğine dâir, ümmete örnek olacak davranış güzellikleri sergilemiştir. Ehl-i Beyt’e hizmeti kıymetli bir vazîfe saymış ve onların şeref ve izzetinin muhâfazası için Nakîbü’l-Eşraflık diye resmî bir müessese geliştirmiştir.

Bizler de o mübârek ecdâdın torunları olarak Efendimiz’e lâyık olabilmek için, O’nun bizlere bıraktığı iki büyük emânet olan
Kur’ân ve Ehl-i Beyt’in muhabbetiyle kalblerimizi ihyâ etmeliyiz. Güzel ahlâk ve muâmelâtımızla O’nu örnek almalıyız. Bunun için de en başta Peygamber Efendimiz’in, O’nun âl ve ashâbının hâliyle kendi hâlimizi mîzân etmeliyiz.

Yâ Rabbî! Gönüllerimize Peygamber Efendimiz’in, Ehl-i Beyt’inin, güzîde ashâbının ve onların izinden giden Hak dostlarının rûhâniyetlerinden hisseler ihsân eyle!

Âmîn!..


Dipnotlar: 1) Ahmed, V, 235; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Beyrut 1988, IX, 22. 2) Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 93-96. 3) Ahmed, I, 293. 4) Ayrıca Bkz. Buhârî, Tefsîr, 26/2; Tirmizî, Tefsîr, 27/2.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Kızların akı, şânı Fâtıma: Peygamberin kızı.
Büyük Ali onunla evlenir.
Peygamber kıyar nikâhlarını.
Bu birleşik kalplerden Hasan ile Hüseyin doğar.
Hasan, Müslümanların atardamarları; Hüseyin Müslümanların toplardamarları.
...

Biat/sy:29 Nuri Pakdil
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen simurg »

hamdolsun yazdı:Allah Teâlâ’yı, sizi nîmetleriyle perverde kıldığı için sevin. Beni, Allâh’ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i Beyt’imi de beni sevdiğiniz için sevin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3789)


Ne kadar açık seçik bir klavuz bu hadis-i şerif.
Hayatımızdaki eksikikleri anlamaya sevkediyor bizi.

Bütün tamam zannettiklerimizin bile ne kadar eksik olduğunu,
ve kendimizin ne kadar eksik olduğumuzu anlıyorum.

Bu mubarek zamanlarda yoğunlukla yaşanan herşeyin, bütün ibadatlerimizin
tamamını kapsayan bir muhabbetin seyri bu hadis-i şerifimizde çıkıyor karşımıza.
Muhabbet ile herşey anlamlı hale geliyormuş meğer,
heryerden bu ifadeler süzülüp akıyor kalbimize.

Muhabbetsiz olunca ise, herşey nasıl ağır bir yük oluyor bizim için,
işte buda ortaya koyuyor kendisini.

Oysa yılın diğer zamanlarını da aynı bu güzellikler ile yaşamamızın,
bütün ömrümüzü güzellik ve incelikler ile yaşayabilmemizin,
ve huzur ile birlik ve beraberlik içerisinde olabilmemizin tek yolu
Ehl-i beyt Aleyhisselam Efendilerimizi,
Resul-i Ekrem Aleyhisselatuvesselam Efendimizi,
Rabbülaleminimizi Celle Celaluhu,
sevmemiz inşaallah.

Öğrenmelerimiz öyle yoğun ve ışıktan da hızlı oluyor ki,
yılın diğer aylarında seyreden öğrenme serüvenimizi neredeyse durmak sanmaya başladım.

Geçmiş onca Ramazan-ı Şerifi nasıl boşa yaşadığımı hüzünle anladım.
Yine eksik, ve öğrendiklerime nispetle yaptıklarımın azlığına bakınca,gafletim ile yaşadığımı görüyorum.

"Kendisi temiz ve temizleyici olan bir tek Ehl-i Beyt Aleyhisselam sevgisidir"
sözünün bütün güzelliğini ancak yeni görmeye başladım.
Bunu taa şimdi anlamaya başladım ne yazık ki.
Oysa uzun zaman olmuştu bunu öğrenişim.

Temizlik denilince ilk aklıma su geliyordu,
oysa suyun temizledikten sonra geride kalanları toprak temizliyormuş,
ve toprakta dahi temizlenmeyen bir kısım kiri ise ancak ateş temizliyormuş,
Ramazan-ı Şerifin isminin bir manasının da "yakmak" olduğunu öğrenince herşey daha anlaşılır oluyor.

Günahları yakıp, geride hiç kir bırakmamak için nefisler Ramazan-ı Şerif ile nimetlendiriliyormuş meğer.

Cehennem dahi, bizim her koşulda temiz olmamızı murad eden Rabbülaleminimizin Celle Celaluhu
bir nimeti ve ıslahanesidir belkide.

Bunları düşündüren bu zamanlara ve her vesileye (bu yazı da dahil) sonsuz şükür ediyorum.

İlmim çok az ve çok olmasına da ihtimal veresim yok doğrusu,
Ama inşaallah EDEP öğretilir ve bu şekilde yaşatılırım diye çok dua ediyorum.

Çünkü edepten doğacak muhabbet anlıyorum,
incelikler ve zerafet kalbimi ele geçirsin de,
kabalık, acelecilik,sabırsızlık,boş işler hayatımdan gitsin istiyorum.

Orucumu incitmemem gerektiğini öğrenmiştim bu Ramazan-ı şerifte hamdolsun.
Onu incitmemek için konuşmamaya gayret ediyorum.

Ama yinede kusurum olduysa çok özür diliyorum.

Geçen gün HAYY-DOST kardeşimin yazdığı şiiri uzun bulduğum için kalbini incitmiş olduğuma çok hükmediyor kalbim.
ve bu beni öyle çok üzüyor ki anlatamam.

Kendisine hususi ulaşmak imkanım olmadığından bu şekilde özür diliyorum.
Hakkını helal et HAYY-DOST Can kardeşim, hamlık ve cehalet böyle birşey işte,
Ne gereği vardıysa o ifademin, bilemiyorum.

Herkese Es Selam.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Ehl -i Beyt , Peygamber Efendimiz'in onlar hakkındaki ifadelerinden ilham alan Ashab-ı Kiram uygulamaları; torunları, efendilerimiz Hasan'a ve Hüseyin'e dönük olarak Mübarek Dede'nin hususi alakası, veliler tarihinin pişiregeldiği muhabbet aşı ile bizimdir, bize aittir, onlara duyulan aşk Sünnet-i Seniyye'ye bağlı olduklarını iddia eden bizlerin sermayesidir.

Özellikle tasavvuf yolcuları, Ehl-i Beyt'ten yayılagelen nuru görmüşlerdir. Yol'daki son müridi, Peygamberimiz'in irşadiyet hususiyetine bağlayan manevi silsilelerin hepsinde Ehli Beyt'in hem nuru, hem de pişiren ve terbiye eden nâr-ı manevisi vardır; Peygamberimiz'in soyundan gelen seyyidlere , şeriflere can ile, ciğer ile hizmete hep tasavvuf yolcuları koşmuştur. İbrahim el-Metbulî k.s.' nin yaptığı gibi, yanlarında bir seyyid bulunduğunda onun Peygamber Efendimiz'den bir nutfe olduğunu söylerek ezilip büzülmüşlerdir. Osmanlı İstanbulunda , her Kerbela yıldönümünde, farklı tarikatlardan gelerek mersiyelerle bu meş'um hatıraya yananlar yine ehl-i tasavvuftur.

İbn Arabî'nin Futuhat'ındaki şu şiire tahkikî seviyede vakıf olmayı Allah Tealâ, en başta onlara nasip etmiştir:


Ehl -i Beyt'e denk yaratılmış değilsin / Çünkü Ehl-i beyt , efendiliğin ehlidir (ailesidir) / Ve birinin onlara buğzu hüsrandır gerçekten /Sevmesiyse onları, ibadettir.

Ehl-i Beyt , Efendimiz s.a.v.'in maddi olduğu kadar manevi ocağıdır aynı zamanda. Yani Peygamberimiz, irşadının en has kısmını, havassa ait olanınını önce onlarla paylaşmıştır. Dolayısıyla Ehl-i Beyt, İslâm maneviyat tarihinin ilk arifleridir de. Yani irfanı ilk tanıyan, seyr u sülûkunu tamamlayan ilk topluluk... Bir arif şöyle demişti irfan eğitiminin bu ilk aşamalarıyla ilgili olarak: “Efendimiz s.a.v. ağır, çok ağır bir yükün altına girmiş, çok zahmetli bir göreve muhatap olmuştu. Allah Tealâ O'nun bu meşakkatini hafifletmek gayesiyle, ikram kabilinden, Ehl-i Beyt'i ariflerden kılmıştı.”

İşte, Ehl-i Beytten uzaklaşmak, böylece manevi silsilenin bereketinden uzaklaşmak oluyor. Ehli beyt unutuluyorsa, bu aslında bir manevi aktarım kanalının ve imkanının, unutanlarca reddi ya da ihmali anlamını taşıyor.

Bunun dahası şudur: Ehl-i Beyt, Efendimiz s.a.v. tarafından sevilen, O'nun sevgisine mazhar olan yakınlarıdır. O'nları sevmemek, onları sevmeyi becerememek ve buna layık olamamak demektir aslında. Onları sevmekse, Sevgili'yi sevmenin bir veçhesidir.

Sâdât-ı Kiram'ı andık ya, neşelendim, keyiflendim birden. Neyse, Allah Tealâ bizleri de o Mübarek Nebi'nin manevi ailesinden kılsın.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Hasretinden yandı bağrım hiç görür müyüm seni
Umarım Hak divanında yad eyleyesin beni
Sana cömert gani derler mürvet ey keremkanı

Alemin nuru Muhammed
Mürvet ya Ali mürvet

Sana benzer bulamadım şu cihan-ı vahdette
Göster mah-ı cemalini kalmayayım hasrette
İsmini zikreden kullar mahrum kalmaz ahrette

Alemin nuru Muhammed
Mürüvvet ya Ali mürvet

Bağışla bu günahkarı yüz sürdüm dergahına
Ruhum küfr içinde kaldı kalma bu günahıma
Sığınıp gelmişem ben bu Risalet penahına

Alemin nuru Muhammed
Mürüvvet ya Ali mürvet

Hatayi der ki ya Ali doldu günahla tenim

Alemin nuru Muhammed
Mürüvvet ya Ali
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Yine Allah selâmet ve nice hayırlar versin, 1971 yılında, Niyazî (Sayın) Ağabey, Huseyn'in "râh-i pür-hûn"undan hikâyet eden "nây"i ile, o sırada Göztepe'de olan Fakıyrhane'yi, Memduh (Cumhur) kardeşle birlikte teşrif etmiş idiler. "Feyyaz'da buhl olmadığı" için, edeben dile getirmediğimiz derûnî niyazımızı hissederek neyi dillendirmeye başladı. O güne ve bugüne kadar öyle bir ney dinlememiştim ve dinlemedim! Gözlerimden yaş boşandı! Daha sonra kendisine teşekkür ederek hislerimi açıklayınca aldığım cevabı da unutamam: -Öyle mi Efendim? Üflemeye başlarken İmam Huseyn Efendimiz'e ithaf etmişdim de, bu sebeple olacak!"

Hüseyin Hatemi
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

İşte bu, o (haber)dir ki, Allah imân eden ve sâlih sâlih amellerde bulunan kullarına tebşir eder. De ki: «Ben bunun üzerine sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.» Ve kim bir güzellik kazanırsa onun için onda bir güzelik arttırırız. Şüphe yok ki Allah gafûrdur. şekûrdur.şura/23




http://www.haluknurbaki.tv/sohbet.asp?id=11
Haluk Nurbaki hocamızın Hz Ali efendimizi anlatan konferansı ...


...Onun elestden gelen hârika sırrı Kâbe'de doğmasıyla ilk mesajını veriyordu. Kâinatın İncisi Efendimizin onu ilk kez yıkaması ise şereflerin en büyük sırrıdır...

...Hz. Hatice'den sonra ikinci müslüman oluşu Ezelde takdir olunan gönül mevkiinin yüceliğini simgeliyordu. İlâhi sırrın gönlüne doğuş ânından itibaren aralıksız yansıması Hz. Ali Efendimizin gönüllerde sema sırrında bambaşka bir hikmet vermektedir...

... Mânâ ilimlerinde ihlâsın tanımına Hz. Ali Efendimizin gönlü misal verilir. Hicret sırasında Efendimizin yatağında yatıp uyuması ihlâsın temel tanımıdır. O yatakta canını feda etmekten çekinmeyen bir başka müslüman da yatabilirdi, ne var ki Hz. Ali Efendimizden bir başkası, her an gelmesi kesin olan ölüme karşı, onu hiçe sayarak uyuması mümkün değildi. Kâfirler bile bu teslimiyete, bu ihlasa hayran kalmışlardı. O halde Hz. Ali Efendimizi tanımak için önce ihlası kavramalıyız. İhlas; kelime anlamı itibariyle içtenlik demek¬tir. Allah'ın varlığını hiç bir kuşku ve tereddüde yer vermeden gönülde kesiksiz hissetme sanatına ihlas denir. Bir anlık gaflet ve kuşku ihlası yok eder....
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

"Hiçbir ekmek yoktur ki, gerisin geri buğday tanesi olabilsin... Dalında şekerlenen üzümden koruk çıkmaz gayrı. Ne Dedem, ne de anam-babam-kardeşim bâtıla biat ettiler. Onların yoluna teslim olmuş şu kalp Hamza'nınki gibi yerinden sökülüp atılmadıkça Hüseyin bâtıla boyun eğmez. Bunu duyanların duymayanlara anlatması dillerinizin vefasını gösterir."

(AŞKIN ŞEHİDİ - KERBELÂ ROMANINDAN)
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Ahlaklarımız Muhammedî olunca birlik kendiliğinden oluşmakta.

Ehl-i Beyt’e ilgi duyanlarca meşhur bir sözdür. İfade Hz.Muhammed'e (S.A.V.) ait: “La feta illa Ali...” Yani; "Ali gibi feta yoktur.”

“Feta” kelimesi için sözlükler “genç, yiğit, gözü pek” gibi manalar sunar. Kuran-ı Kerim’de de yer alan bir kelimedir. Bir sabah putlarının kırıldığını gören müşrikler ayette geçen ifadeyle “Bunu hangi feta yaptı?” diyerek aralarında soruşturmaya başlar. Söz konusu Feta, Hz.İbrahim’dir. Mabetteki tüm putları –biri hariç- o kırmıştır. Olayın devamı Kuran’da ve hadislerde mevcut…

Konumuz açısından zaman atlaması yapıp Mekke’nin Fetih Gününe geldiğimizde görmekteyiz; Resulullah Fetih Günü Kâbe’deki tüm putları “Hak geldi, batıl zail oldu” ayetini okuyarak birer birer kırdı. Sonuncusu olan ve Kâbe’nin içinde yüksekçe bir yerde bulunan Hubel hariç…

Tıpkı İbrahim Halilullah (A.S.) gibi -neseben- Onun torunu olan Habibullah (S.A.V.) da son puta dokunmadı. Ve yanına Hz.Ali’yi (K.V.) çağırdı. “Onu sen kıracaksın, omzuma çık ve o putu kır” buyurdu. Hz.Ali edeben bundan çekinince yineleyip “Omzuma çık!” buyurdu ve ekledi: “Emir, edepten üstündür ya Ali!..”

Biliyoruz ki, Hz.Ali ayakları Nübuvvet Hatemi olan Hz.Muhammed’in omuzları üzerindeyken Allah’ın adını anarak o son putu kırdı. Manevi boyutuyla Halilullah’tan Habibullah’a kalan ve Onun emrince Veliyullah’a görevlendirilen putların kırılması işinde birçok işaretler var elbette.




Son söz yine niyazımızdır:

“Ey Rabbim! Sevip de metheylediğin Güzeller hürmetine bizleri de birbirimize sevdir! Katından bizlere güzellikler ver! Barış kapılarını açanlara yardım et ve onların ardından yürümeyi nasip eyle!”

-Salat ve selam barışı vazeden Nebi'nin ve Onun sevdiklerinin üzerine olsun!-
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

DE Kİ; “BİZİM İÇİN İKİ GÜZELLİĞİN BİRİNDEN BAŞKASINI MI BEKLİYORSUNUZ?..." (Tevbe Suresi - 52.Ayet)

O; Habibullah'ın İlk Torunuydu. Resul Ciğerparesi Fatıma Annemiz birinci doğum neşesini Onunla tatmıştı. 'İlmin Kapısı’na, Ona atfen “Ebu’l-Hasan” denildi.

Cennet Gençlerinin İki Efendisinini evveli -ismiyle müsemma şekilde- “Güzelliğin Tamamı” idi. Dolunay misali parlayan veçhiyle Dedesine en çok benzeyen Güzel’di. Ona “Hasan’ül-Müctebâ” diyorlardı.

Evet!.. Müctebâ’ydı O. “Seçkin” kılınmıştı.

Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Nebi, bu Seçkin Güzelliği “İNCİ” ile remzetti. Belki sedef misali kabuklar ardınca gizlendiğinden Onun şânını ve hakikatini anlayamadık.

Üstelik Allah’ın Kitabı ve Sevgilisi bize Güzelliğin Nebisi olan Yusuf A.S.’ı anlatmıştı. Ne okuduk ve ne dinledik?

Hz.Yusuf kuyuya atılmıştı. Onu oradan çekip çıkaranlar, Yusuf Nebi’yi Mısır’ın köle pazarlarında üç kuruşa sattılar. Sonradan Onun güzelliği Züleyha’ya malum oldu. Nihayetinde O Güzellik Nebisi Mısra Sultan bile kılındı. Oysa kuyu başındaki kafilenin aklı ve görgüsü, aşağı sarkıttığı kovanın ipi kadardı. Gönülleri almak ve satmakla tatmin olduğundan karşılarına çıkan güzelliği tanıyamadılar ve Onu pek az bir bahayla değiştiler. Bu kıssayı okuyan –her mezhepten biz- müminler, Hz.Hasan’a olan nankörlüğümüzle yüzleşmek yerine Mısırlı kervancıları kınamakla yetindik, ne hazin!..

Evet!.. İmam Müctebâ, Müslüman olma iddiasındaki iki toplumu barıştırabilecek ilkeleri vaaz eden Güzellikti.

O, Sulhun ve İrfanın Kapısıyken Ona sırtını çevirmiş ümmetin hali ortada…

Ellerimizi -merhameti gazabından önde giden- Yaratanımıza açtık:

“Ya Rab! Habibin ve Onun Sevdiklerinin hürmetine bizleri affeyle! Bize gönderdiğin dine Sen “Barış” adını koymuşken; bizler birbirimizle boğaz boğazayız. Seçkin kıldığın Hz.Mücteba’daki Sulh ve İrfandan bizleri nasiplendir! Basiretimizi aç ki; Onun kaleme aldığı Barış İlkelerini hakkıyla okuyalım. Yakub (A.S.) misali Güzelden esen kokuyla gözlerimiz açılsın. Züleyha olup Kendimizle ve kardeşlerimizle Barışa uzanalım.”

Allah’ın salât ve selâmı Resul’ün ve Sevdiklerinin üzerine olsun!..



İLME KAPI OLMAK VE ORAYA KAPILANMAK!..

Resulullah (S.A.V.) buyurmuştu: “Ene Medüne'tül-ilmi, Aliyyun Bab'u-ha." Yani; "Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır!”

Karışıklık günlerinde birtakım insanlar bu söz üzerinden Hz.İmam Ali'yi sınamak istediler. Grup on kişiydi. Aralarında anlaştılar. Her biri teker teker aynı soruyu yöneltecekti. "Eğer hepimize aynı cevabı verirse, ilimde cehaletini sergilemiş olur" diyerek Hz. Ali’nin karşısına geçtiler.

Soru şuydu: "Dünya malımı daha hayırlıdır, yoksa ilim mi Ya Ali?"

Haydar-ı Kerrar ilk sorana buyurdu ki: "İlim daha hayırlıdır. Zira ilim peygamberlerin mirasıdır. Mal ise Firavunların, Karun’ların, Şedad’ların mirasıdır."

Sonraki adam da sordu: "Dünya malımı, ilim mi?.."

Sahib-i Zülfikar buyurdu: "İlim daha hayırlıdır. Zira ilim seni korur. Ama mal seni korumaz, sen malı korumak zorunda kalırsın."

Soru aynıyla yineleniyordu. Oysa Ali'yyel-Murteza her defasında farklı cevaplar veriyordu:

"İlim daha hayırlıdır. Çünkü ilim sahibinin seveni çoktur. Ama mal sahibinin kıskananı ve düşmanı çoktur."

"İlim daha hayırlıdır. Çünkü ilim dağıttıkça çoğalır ama mal dağıttıkça azalır."

"İlim daha hayırlıdır. Çünkü ilmi hırsızdan korumana gerek yoktur. Ama malı koruman gerek."

"İlim daha hayırlıdır. Çünkü mal sahibini malından dolayı hesaba çekerler ama ilim sahibi ilim öğrettiklerine şefaat eder."

"İlim daha hayırlıdır. Çünkü mal kaldıkça çürüyüp bozulur ama ilim asla bozulmaz."

"İlim daha hayırlıdır. Çünkü mal insanın kalbini taşlaştırır ama ilim kalbi nurlandırır."

"İlim daha hayırlıdır. Çünkü mal sahibi Firavun misal ilahlık peşindedir. Ama ilim sahibi kulluğu talep eder."

O on kişiyi tek tek cevaplandıran İLİM KAPISI’nın iki mübarek dudağından son olarak şu cümleler döküldü:

"Allah’a yemin olsun! Eğer bütün dünyanın insanları toplanıp aynı soruyu sorsaydı, hepsine de farklı farklı cevaplar verirdim."

Salat ve Selam İlim Beldesine ve Onun Sakinlerinin Üzerine Olsun!..
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »





İmam Caferi Sadık Hazretleri buyuruyor: "Allah bir kulun hayırını isterse, onun kalbine (Ceddim) Hüseyn'in sevgisini yerleştirir..." Fuzuli ise şöyle demiştir: "Vaktin şerefi Hasaneyn'i (Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin / İki Güzellik) anan dillerde ve gönüllerdedir."
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Bir bayram günü Hz. Hasan'la Hüseyin'in elbise istediği rivayet edilir. Efendimiz yoksul, Hz. Ali ve Hz. Fatıma fakir. Cebrail'in bile gözünü yaşartan bu istek, iki tane bembeyaz elbiseyi getirip Peygamber Efendimize hediye etmesiyle neticelendi. Ama çocuklar pek memnun kalmadılar, "keşke renkli olsaydı" diye ağlamaya başladılar.

Peygamberimiz şaşkın, Cebrail'e baktı. Hz. Cebrail, Efendimiz'e, "su atın üzerine Efendim, çocuklar hangi rengi istiyorsa o renge bürünsün" dedi. Efendimiz elbiselerin üzerine biraz su attıklarında Hz. Hasan'ın elbisesi sarıya, Hz Hüseyin'in elbisesi kırmızıya dönüşür.

Cebrail ağlamaya başlar. Peygamber şaşkın, sorar; "Çocuklar memnun. Niye ağlıyorsun?" "Efendim bunlar, bu iki renk Hasan'la Hüseyin'in cennetteki köşkleri, manaları ve hakikatleridir." Ve daha sonra Peygamber'e döner, "ne acı ki" der, "Hz. Hasan zehirlenerek vefat edecek. Hz. Hüseyin al kanlarla öbür aleme yürüyecek".

İşte bu iki renk, bu iki tecelli bize çok şey öğretir. Belki celalin rengidir kırmızı. Celalin, marifetin, hakikatin ortaya çıkışının, Allah'ın ilmiyle tecellisinin, Allah'ın kudret ve kuvvetiyle bu aleme tecellisinin rengidir kırmızı.

Efendimiz, gözünün nuru Fatıma ile İslam'ın Zülfikar'ı ve Allah'ın Arslanı'ndan olan bu iki gözbebeğine, 'oğlum' diye hitab ederdi. Bir gün Hz. Fatıma gelerek Resulallah'a üzgün bir halde : "Hasan'la Hüseyin kaybolmuşlar" diye dert yandığında, Pegamberimiz (sav) : "Korkma, Allah onları korur " buyurdu ama bütün Medine seferber oldu. Sonunda Beni Neccar ahırlığında buldular. İkisi uyuyor orada. Bir melek kanadının birisini onlara döşek, birisini yorgan etmiş. Peygamberimiz uyandırmaya kıyamıyor, bir onu öpüyor, bir bunu öpüyor ta uyanana kadar. Uyandığında her birini bir omzuna aldı.

Getiriyorken Hz. Ebubekir, "Ya Resulallah, hiç değilse birisini biz taşısak? " buyurdu. "Hayır, ikisini de ben taşıyacağım." Hz. Ebubekir dedi: "Ne muhteşem binektir, sizin bineğiniz, Resul-i Ekrem kainatın Efendisi sizi taşıyor." Hz. Resul (sav) buyurdu: "Ama onlar da çok muhteşem binenlerdir." Allah'ın kendilerini temiz kıldığı ve dinin temeli olan adalet ilkesi uğrunda şehitlerinin arasına kattığı ehl-i beytin bu büyük imamlarını sevmek, onların aşkıyla yanmak, onların izini sürmek, bu aziz milleti dünyanın efendisi kılmıştır.

Yeniden düştüğümüz yerden kalkmanın biricik yolu da budur : Adalet ilkesine yapışmak, merhametli olmak ve Yezid'in değil Hüseyin'in çağrısına uymak...


Sadık Yalsızuçanlar
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

‎"Peygamber Efendimiz sıcak bir Ramazan gününde karpuz kestirmek istiyorlar. Bir sahabeyi yanına çağırarak "Şu karpuzu kes" diyorlar. Sahabe, "Efendim müsaade ederseniz bunu kuyuya sarkıtayım. Şimdi oruçlusunuz. Şu anda kesersem bozulur Tam iftar saatinde keseyim ki soğutup size buz gibi yedirebilelim". Bunun üzerine başka bir sahabeyi çağırıyorlar. Ona da "Kes", diyorlar. Ve tekrar aynı itirazla karşılaşıyorlar. Bunun üzerine Hz. Ali'yi çağırıyorlar. "Ali kes karpuzu", diyorlar. Hz. Ali vuruyor ve kesiyor. Diğer sahabeler itiraz ediyorlar. Diyorlar ki; "Biz de biliyorduk kesmeyi ama daha çok var iftara, onun için kesmedik. Onun üzerine Hz. Ali diyor ki; "Ben aklımı onun önünde kurban ettim. O'nun isteğini edep bildim. Çünkü O Allah'ın tecellisidir" diyor. Onun üzerine Peygamber Efendimiz "Ali'yle benden başka Allah'ı bilen yok. Allah'la benden başka Ali'yi bilen yok. Allah'la Ali'den başka beni bilen yok" diye buyurmuşlardır..
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

[BBvideo 640,480][/BBvideo]

olursa ne ala...
yolunde ölürse ne ala ...




erenlerin aşkına illa hu
yakalım ehli beyti mustafanın çerağını
ocaklarımız ehlibeytin nuruyla dolsun illa hu ...



Peygamber imamesini alıp başını açtı. Gök ve yer titremeye başladı, Cebrail kanatlarını çekti. Diller tutuldu, gözler süzüldü, eller kırıldı, kollar düştü. Hüseyin'in yaralı sinesi cellat çizmesiyle ezildi. Nasıl kıydın ceylana kansız avcı? Sana bu söz yetmez, sana kıyamet gerekmez. Sana cennet gerekmez cehennem gerekmez.

Nasıl kıydın Fatma'nın masumuna, Ali'nin canına, Muhammed'in gözbebeğine? Sana dünya gerekmez, ahiret gerekmez. Sana söz yetişmez, ateş yetişmez. Su vermeden hangi kurban kesilmiştir ey mel'un, dili dudağı kavruldu masumun, susuz kaldı, bir damla su verin. Boğazını hangi hançer keser ciğeri ateşle kavrulmuşun? Ben Kerbela'yım ey Muhammed. Gözlerimden yaş değil kan akar, çöl ateşinde zulüm hançeri yedim, zalime yakalandım ey Muhammed…

Dağlanan yüreğimin hakkı için, günahsız dökülen kanların hakkı için ey Muhammed, yalvar O'na, güzel isimlerinin hatırı için yakar, kalkış günü yolundan gidenleri bağışlasın. Son sözü, tanıklık oldu Hüseyin'in. Gökler kara giyindi, yer sarsıldı ey Hüseyin. Saba rüzgarı esti, Cebrail tacını alıp ağladı ey Hüseyin. Kandiller söndü, Kerbela kanla yıkandı, ey Hüseyin. Sakine zalimlerin pençesine düştü, dostlarının evi talan edildi ey Hüseyin. Kerbela garibini susuz öldürdüler, Allah'ın gökleri yıkıldı ey Hüseyin!
"


sadık yalsızuçanlar
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Bismillâhirrahmânirrahîm,



Birinci nüktede, Peygamber Efendimiz asv'ın, ümmetine olan şefkatinin azametinden, hizmetinin azametinden ve bunlara karşılık bir ücret istemediğinden; ancak âl-i beytine hürmet istediğinden bahsetmiştik. Buna da en çok ihtiyacı olan yine bizleriz. Âl-i beyte hürmet ve sevgi ve bağlılık bizi istikamette ve hidayette tutar. İstikamet ve hidayette bizi cennete götürür. Şimdi ikinci nükteye devam ediyoruz.



İkinci Nükte:

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küllî ve umûmî vazîfe-i nübüvvet içinde, bazı hususî, cüz'î şahıslara karşı azîm bir şefkat göstermiştir.

Yani Efendimiz asv, sadece kendi kavminin değil tüm müslümanların peygaberidir; sadece muslumanlara değil, tüm insanlara gönderilmiş bir elçidir; sadece insanlara değil, cinlere de gönderilmiş bir elçidir. Tüm bu taifelere din-i İslam'ı tebliğ etmek üzere gönderilmiştir. Demek Efendimiz asv, vazifesi gereği ümmetine aynı yakınlıktadır. Sadece sahabelerine değil, kıyamete kadar gelen ümmetine aynı yakınlıktadır. Evet böyle olduğu halde, bazı hususi şahıslara, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin gibi zatlara, daha fazla şefkat göstermesini nasıl anlayacağız?



Zâhir hâle göre o azîm şefkati, o hususî ve cüz'î şahıslara sarfetmesi, vazîfe-i nübüvvetin fevkalâde ehemmiyetine uygun gelmiyor.

Peygamber olması hasebiyle ümmetinin ferdlerini birini diğerinden ayırmaz. O halde bu hususi muamele nasıl anlaşılmalı?



Fakat hakîkatte o cüz'î şahıslar, küllî ve umûmî bir vazîfe-i nübüvvetin medârı olabilecek bir silsilenin ucu ve mümessili olduklarından, o silsile-i azîmenin hesabına, onların mümessillerine fevkalâde ehemmiyet vermiş. Meselâ, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Hazret-i Hasan(ra) ve Hazret-i Hüseyin'e(ra) karşı küçüklüklerinde gösterdikleri şefkat ve ehemmiyet-i azîme, yalnız cibillî şefkatten ve hiss-i karâbetten gelen bir muhabbet değil, belki vazîfe-i nübüvvetin bir hayt-ı nûrânîsinin bir ucu ve verâset-i nebeviyenin ve gayet ehemmiyetli bir cemâatin menşei ve mümessili ve fihristi olmaları cihetiyledir.



Yani Efendimiz asv dan sonra ümmetin içinden öyle büyük zatlar çıkmışlar ki, milyonlar evliyalar, asfiyalar, sıddıklar, abidler, zahidler... biz bunların ekserisine seyyidler ordusu diyoruz. Bu ordu silsilesinin ucu, mumessili, pederleri, ustadları; Hz. Hasan ve Hz. Huseyin ra. huma hazretleridir.


Efendimiz asv nübüvvet nazarıyla istikbale bakmış; İslam dininin, bu seyyidler ordusunun hizmetiyle yüzyıllarca kıyamete kadar taşıyacağını görmüş, o seyyidler ordusunu tebrik ve tebşir ve memnuniyetini izhar ve ilan noktasında, tüm o ordunun namına onların pederleri olan Hz. Hasan ve Hz. Huseyin efendilerimizi sevmiş okşamış.



Evet, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan'ı(ra) kemâl-işefkatinden kucağına alarak başını öpmesiyle; Hazret-i Hasan'dan(ra) teselsül eden nûrânî nesl-i mübârekinden gelen Gavs-ı A'zam olan Şâh-ı Geylânî(ra) gibi, çok mehdî-misâl verese-i nübüvvet ve hamele-i şerîat-ı Ahmediye(asm) olan zâtların hesabına Hazret-i Hasan'ın(ra) başını öpmüş ve o zâtların istikbâlde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdîr ve istihsân etmiş. Ve takdîr ve teşvîke alâmet olarak Hazret-i Hasan'ın(ra) başını öpmüş. Hem Hazret-i Hüseyin'e(ra) karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin'in(ra) silsile-i nûrâniyesinden gelen Zeynelâbidîn (ra) ve Ca'fer-i Sâdık(ra) gibi eimme-i âlîşân ve hakîkî verese-i nebeviye gibi, pek çok mehdî-misâl zevât-ı nûrâniyenin nâmına ve dîn-i İslâm ve vazîfe-i risâlet hesabına, Hazret-i Hüseyin'in(ra) boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir.


Demek Efendimiz asv. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e gösteridi azim şefkat ve istediği hürmet, bu zatlar torunları olduğundan dolayı ve ya torunlarını daha fazla sevdiğinden dolayı değildir.



Evet, Zât-ı Ahmediye'nin(asm) gayb-âşinâ kalbiyle, dünyada asr-ı saadetten ebed tarafında olan meydân-ı haşri temâşâ eden; ve yerden cenneti gören; ve zeminden gökteki melâikeleri temâşâ eden; ve zaman-ı Âdem'den beri mâzî zulümâtı içinde gizlenmiş hâdisâtı gören; hatta Zât-ı Zülcelâl'in rü'yetine mazhar olan nazar-ı nûrânîsi ve çeşm-i istikbâl-bînîsi, elbette Hazret-i Hasan(ra) ve Hazret-i Hüseyin'in(ra) arkalarında tesel sül eden aktâbları ve eimmeleri ve vereseleri ve mehdîleri görmüş ve onların umumu nâmına Hazret-i Hasan(ra) ve Hazret-i Hüseyin'in(ra) başlarını öpm 2;ş. Evet Hazret-i Hasan'ın(ra) başını öpmesinde, Şâh-ı Geylânî Hazretleri'nin hisse-i azîmesi var.



Evet, Efendimiz asv., miraç ile tüm kainatı gezdi, gördü, ilmini bildi. Kainatın evvelini ve ahirini gördü ve bildi. Tüm kainatı arkasına aldı Allah'ın ru'yetine mazhar oldu. Yerde iken gökteki melekleri sinama gibi izledi. Daha bizim tarif edemediğmiz azim cepheleri var ki, tarifden aciziz. Hz Hasan ra. ve Hz Hüseyin ra. efendilerimizin silsilesinden kimler gelecek, nasıl bir hizmetleri olacak; bunları görmek ve bilmek; aklın haricinde değildir, akıl buna itiraz edemez.



Rabbim bizleri seyyidlere ve seyyidelere dost ve cihad arkadaşı hizmet arkadaşı eylesin inşallah, âmin.





el Fatiha
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Gizli İçerik
Bu mesaj panosunda gizli içeriği görüntülemek için kayıt olmanız ve giriş yapmanız gerekmektedir.

Ahmet Turgut

hamdolsun hamdolsun illa hu ..hu dost hu ...
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

TANIMAK - SEVMEK...

Rabbimiz; "Bilinip tanınmayı sevdim ve insanı yarattım" diyor.

Tanımak-Sevmek ve İnsan aynı kutsi lafızda buluşmakta. Zaten fıtratımız tanıdıkça sevmek üzerine. Bilmediğimize mesafeli oluşumuz ne denli olağan ise bilmek-tanımak gayretinden uzak kalışımız da o kadar kınanmakta. Belki de bu yüzden "Akletmiyor musunuz?" denilerek uyarılıyoruz ha bire...

Sözlükleri karıştırınc...a hoş bir sürprizle karşılaşıyoruz. Malumdur, "İnsan" kelimesi Arapça. Bu dildeki asıl manası ise hayli manidar: "Gözbebeği..."

Rabbini bilip tanımak zorunda olan ve Yaratılmışların En Şereflisi addedilen insan, kainatın gözbebeği konumunda...

Burada hem biricik oluşa vurgu var; hem de tanıklığa...

"Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed (S.A.V.) O'nun kulu ve elçisidir" sözü tek tek her bir muhatabından şahitlik istiyor. "Eşhedû" diyen diller, bunu gözlerindeki nura borçlular. Aksi halde söylenenler yalancı şahitliğe giriyor.

Ve Kitap; "Size besair lütfedildi" diyor; yani gönül gözü mesabesindeki basiretler...

Aynı ayet ikazla devam ediyor: "Kafa gözleri O'nu göremez ama O, gözlerin neyi gördüğünü bilendir!"

Ve Habibullah, Yaşayan Kuran, bizler için tafsile giriyor. Buyurmakta ki; "İhsan, Rabbini görüyormuşçasına kulluk etmendir. Zira sen göremesen de O seni görüyor."

İmanı kuşanan kişiye "Mümin" deniliyorsa, ihsanı kuşanmışa da "Muhsin" denilmekte. Kuran-ı Kerim bir çok yerde Muhsinlerin özelliklerini saymakta. En genel haliyle denilebilir ki, Muhsinler; Adalet, Tevhid, Kurban, Hakk'a yakınlık, Rahmet ve Sabır bahisleriyle anılmaktalar...

Sözlükler yine hoş bir sürpriz hazırlamış bize. "Muhsin" kelimesi ile "Hasan" ve "Hüseyin" isimleri aynı kökten gelmekteler
Üstelik tarih şahit. Muhsinlerin anlatıldığı ayetlerde vazedilen değerler, zirvesini
O İki Seçkin Güzel'le buldu.

Tevbe-52'deki ikazı bir de bu gözle okumak gerek! "Sizin için iki güzellikten bir başkasını mı bekliyorsunuz?"

O dakika gönle kelimeler düşüyor:

"Ey Şüheda!.. Aşkın Şahitleri!..

Siz kendi tanıklığınızla sadece bilmek ve tanımak yolunda değildiniz. Bildirmek ve tanıtmak da sizin alâmetiniz...

Sizi anıp hatırlayan ve tanıdıkça sizi sevenlerin arasına dahil olmak istiyoruz. Rabbin adıyla elimizden tutun! 'Allahın İpi' olan Kitapta, Pak Ceddiniz için 'Yedullah' denmişti ya; O, Allah'ın Eliydi. Siz de onun reyhan kokulu itretisiniz. Gönlümüz ve gözümüz sizde.

Alemlere Rahmet Ceddinizin ilmi ve ahlakından inciyle mercana muhtacız. Rabbimiz sizin aşkınızın hürmetine bizleri de lütfe nasiptar eyleye!.."

-Salât ve selâm Muhsinlerin ve Onların Ceddinin üzerine olsun-
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

"AŞKIN ŞEHİDİ" İLE BİR YIL!..

Roman; 2011'in 25 Nisanında okurlarla buluşmuştu. Tam bir yıl geçti üzerinden...

Bu süreçte 'Aşkın Şehidi'nin ve Onun Pak Ceddinin himmetiyle güzel insanlarla tanıştık. Dostluklar kurduk, tanımadığımız insanlar bir araya gelip 'Aşka Şahit Güzelleri' andık.

Gün oldu, bilinmeyen bir numaraya cevap verince insanoğlunun soluk almadan on dakika dua edebileceğine tanık ...oldum.

Dem oldu, Kerbelâ'dan, Horasan'a İmamların ziyaretine gidebildik. Orada dünyanın değişik yerlerinden gelen ve birbirinin dillerinden anlamayan ziyaretçiler olarak birbirimizi ağırladık, beraber iftarlar yaptık.

Gün oldu, anma programının sonunda hayatım boyunca karşılaşmadığım dualar duydum: "Yavrum! Zehra Anamız aşkın olsun, İmam Ali aklın... Hasan Efendimiz boynun olsun, Şehit Hüseyin omzun..."

Gün oldu, imza için elinde bir tas Aşureyle gelen okurlarla tanıştık. "Yiyin! Yerken konuşalım!" deyişlerini unutamam!..

İmza için getirdiği kitabın üzerine bile "Allah bu adamdan razı olsun!" yazan bir kadıncağız vardı. Allah senden de razı olsun ablacım!..

Viyana'daki kitap fuarına 500 km. öteden, tâ Münih'ten kalkıp gelen çiftin; beraberlerinde getirdikleri selâm ve dua hâlâ kulaklarımda...

'Muhammedî Güzeller'i seven güzeller an oldu, bir köşe başında yahut alışverişte yakalayıp dualarını esirgemediler.

Büyüklerimiz "Ehl-i Beyt'te bereket var!" derler. Duyduğuma iman etmiştim.
Hamdolsun! Artık gördüklerime de iman ediyorum.

-Allah Kitaptan ve Sevdiği Güzellerinden bizleri ayırmasın!-
ahmetturgut
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''Tertemiz Ehli Beyte Selam Olsun''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Doğduğu gün, Dedelerin En Güzeli "Zeyneb" diyerek fısıldamıştı kulaklarına.
"Seyyide Zeyneb, Ceddinin Süsü!.."
Dört yaşına geldiğinde Annelerin En Güzeli'nin dizinin dibindeydi. Hakk'a kavuşma arefesindeki Hz.Zehra'nın vasiyetini dinliyordu....
"Ey kızım! Ben gidiyorum. Sen, Ağabeylerinin Annesi Ol!.."
Seyyide kırk yıllık yoldaşlığın ardınca İnci'nin Şahadetine Şahid oldu. Sonra o Azim Günde Mercan'ı Hakk'a uğurladı. Güzeller Güzeli Habibullah'ın ardında kalan Anneciği gibi o da İki Güzelin ardınca kalmıştı. Ağabeyleriyle beliren hikmetleri ümmetin sadrına doğurdu, yeniden ve yeniden...
Ey Seyyide!.. Ceddinin Süsü.!
Sendeki dirayeti, ilmi ve aşkı arıyoruz.
Rabbim bizlere de güzellikler lütfeyleye!..
Cevapla

“Ehl-i Beyt (A.S.)” sayfasına dön