KAYIP İLANI

İbret almasını bilenler için
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

KAYIP İLANI

Mesaj gönderen Hakan »

Kayıp ilanı


YAŞLI ADAM, karakolun üç-beş basamaklık merdivenini birkaç kez dinlenerek çıktıktan sonra, ilk gördüğü memura yanaşarak:
- Kayıp ilânı vermek istiyorum evlâdım, dedi. Ne yapmam gerekiyor?

Polis memuru, her günkü raporlardan birini yazıyordu. Antika bir daktiloyu
takırdatıp dururken:

- Hallederiz bey amca, dedi. Herhalde torun kayboldu değil mi?

Yaşlı adam, dudakları titrerken:

- Annemi on yıldan beri görmedim, dedi. Babamı da belki en az yirmi yıl...

Polis, yazmayı bırakıp adama döndü. Bu iş elbette ki normal değildi.
İhtiyarın, susuzluktan çatlamış bir toprağı andıran ve bembeyaz sakallarla
çevrelenen yüzü, en az seksen yaşında olduğuna delildi. Bu yüzden de elbette ki bunamış, anne ve babasının öldüğünü unutmuştu.


Yaşlı adam, yanındaki pencereden bakarken, parkın orta yerindeki hlamuru gösterip:

- En vefalı dostum bu ağaç, dedi. Aynı yaşta olmalıyız herhalde. Ne zaman
dışarı çıksam gölgesinde dinlendim, kokusunu doya doya çektim içime. Ama o da benim gibi kuruyor şimdi.


- Peki!.. diye lâfını kesti polis. Yakınlarınız yok mu? Dostunuz, akrabanız?


-Yakınlarım, şimdi çok uzaklarda, dedi adam. Dayım, amcam, teyzem, halam kim
varsa orda. Eşim de öyle. Sadece iki çocuğum hayatta. Onlar da bu ihtiyardan
bıktılar tabi.

Polis memuru, böyle tuhaf bir olaya ilk defa rastlıyordu. Herhalde en çıkar
yol, bir ilân verir gibi görünüyor olmaktı. Zaten bu ihtiyarcık, karakoldan
çıkar çıkmaz her şeyi unuturdu. Masadan bir kâğıt kalem alarak:

- Peki dedecim, dedi. Sen ne istiyorsan öyle yapalım. "Annem ve babam
kayboldu" yazıyoruz değil mi?

Yaşlı adam, küçük bir çocuk gibi hıçkırırken:
- Yok be evlâdım!.. dedi. Kaybolan benim. Annem ve babam bu ilânı
görürlerse, belki beni alırlar yanlarına...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Cuma günüydü. Ervah Kabristanlığına gittim. Tüm dosdlar kabirlerinde yatıyorlardı. Ecdadımın yanında hasbihal ettim. Dua ve hediyeleşmenin ardından ecdadımızın ahlakını kabyettiğimizi anladım. Bir kayıp ilanı daha dedim kendi kendime. Nesiller değiştikçe kaybolan güzelim ahlakımız, dosdluğumuz, sevgimiz sevecenliğimiz dedim. Kayıp ilanı dosdlar. Kayıp...
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: KAYIP İLANI

Mesaj gönderen der-ya »

Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri, Rebeze’de, küçük bir kulübeye yerleşti. Gelip geçenlere, hadîs-i şerîf ve dînî bilgiler öğretmeye başladı. Halîfenin hediye ettiği, birkaç koyun ve keçisi vardı. Onlarla hayatını devam ettiriyor, dâimâ Allaha şükrediyordu.

Elbisen eskidi

Birgün, muhterem hanımı hatırlattı:
- Elbisen çok eskidi, bir yenisini bulamaz mıyız?
- Bize artık elbise değil, kefen lâzımdır! Üstelik sana, iyi haberlerim var.
- Hayırdır İnşâallah efendi...
- İnşâallah yakında, Allahın sevgilisi Peygamber efendimize kavuşacağım. Ey ölüm çabuk gel, rûhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor.

Hanımı ağlamaya başladı.
- Niçin ağlıyorsun hanım?

Kadıncağız bir şeyler söylemek için dedi ki:
- Nasıl ağlamıyayım! Gerçekten bir emr-i Hak vâki olsa, vefât etsen, ben buralarda tek başıma ne yaparım? Sonra bir kefen bezimiz bile yok. Ayrıca kadın başıma, seni nasıl defnedebilirim?
- Şimdi bunları bırak da, kapıya çık bakalım! Gelen giden, var mı?

Hanımı gözlerini sildi. Kapı önüne çıktı. Uzaklara, ufuklara baktı, baktı. Issız çöl rüzgârlarından başka, ne gelen vardı, ne giden! Üzüntüyle içeri döndü. Başını salladı:
- Bilirsin ki, hac mevsimi geçti. Bu günlerde, şu ıssız çöle, kimin yolu düşebilir?
- Gelirler! Gelirler! Sen şimdi kalk! Bir keçi kes; pişirmeye başla! İyi kalbli Müslüman cemaatı gelince, onlara ikrâm edersin. Sakın, yemeden onları salıverme!

Hanımı, tekrar dışarı çıktı. Gözleri nemli, efendisinin emirlerini yerine getirmeye başladı. Yemek pişirirken yolu da gözlüyordu. İşte bu sırada ufukta, bir toz bulutu belirdi. Bulut yaklaştı, yaklaştı.

Gelenler var!
Nihâyet atlılar ve develiler, açıkça belli oldular. O zaman kadıncağız buruk bir sevinçle içeri koştu:
- Müjde efendi! Söylediğin gibi, gelenler var!

Yaşlı Sahâbînin gözleri parladı ve dedi ki:

- Elhamdülillah! Çok şükür, geldiler demek. Öyleyse, gel de şu yaşlı vücûdumu, Kıbleye doğru çevirelim.

Sonra Kelime-i Şehâdet getirip vefât etti. Hanımı, efendisinin dediklerini yaptı. Sonra tekrar, kapı önüne çıktı. Yolcular gelmişlerdi.

Bunlar Abdullah bin Mes’ûd, Mâlik bin Eşter ve ba’zı Müslümanlardı. Kadıncağız eliyle, gelenlere evi gösterip sordu:
- Ebû Zer içerde, vefât etti. Onu kefenleyip, ecre, sevâba nâil olmak istemez misiniz?

Bu ismi duyan kâfile mensupları, hep birlikte, Ebû Zer hazretlerinin hizmetine koştular.

Abdullah bin Mes’ûd’un verdiği kefenle kefenlendi ve cenâze namazını da, Abdullah bin Mes’ûd kıldırdı. Hazırlanan etten de yiyerek hep birlikte Medîne’ye döndüler. Çoluk çocuğunu Hazret-i Osman himâyesine aldı.
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Cevapla

“►İbretlikler◄” sayfasına dön