GERÇEK HAYAT HİKAYESİ!.......

İbret almasını bilenler için
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

GERÇEK HAYAT HİKAYESİ!.......

Mesaj gönderen nur-ye »

GERÇEK HAYAT HİKAYESİ!......


ÇİN'LİNİN ONURLU DAVRANIŞI!.....

Amerika'da master yaptığım yıllarda, çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık büfe şeklindeydi.
Herkes dilediği yemeği istediği kadar alabiliyordu.

Yemek hanenin kapısın da;
-----''TAKE WHAT YOU NEED. EAT WHAT YOU TAKE''(Yiyeceğin kadar al. aldığını da ye) diye yazmakta idi.

Bir gün aynı masada yemek yediğimiz Çin'li bir arkadaşı, tabağında kalan son pirinç tanesini almaya çalışırken görünce dayanamadım; denemek için dedim ki:
----''Bir pirinç tanesi için neden bu kadar uğraşıyorsun? Bırak tabakta kalsın.''

Çin'li arkadaşın verdiği cevabı çok düşündürücüydü?.
-----''Her Çin'li bir pirinç tanesini israf etse.......
Çin nüfusu ile çarp bakalım, kaç ton pirinç yapar? Biz kalabalık bir ülkeyiz, israf etme lüksümüz yoktur!''
dedi.

Yine denemek için dedim ki;
--Şu anda Çin'de değil Amerikada'sın. Tabağında bırakacağın pirinç tanesi Çin'i değil Amerika'yı zarara uğratacaktır!''

Bu sözlerin karşısında güldü ve şöyle devam etti
----''Yaşadığım ülke olan Amerika'yı bu şekilde zarara uğratmak onurlu bir davranış olamaz!''

Çin'li arkadaşı bu onurlu davranışından dolayı tebrik ettim ve düşüncesini paylaştığımı söyledim.
İSLAM DİNİnin bu konuda ki;
---''YİYİNİZ, İÇİNİZ, FAKAT İSRAF ETMEYİNİZ. ÇÜNKİ ALLAH İSRAF EDENLERİ SEVMEZ!'' buyruğunu açıkladım.

Çok hoşuna gitti........

Tam o sırada, Ürdün'lü Müslüman bir arkadaş tabağındaki yemek artıklarını çöp sepetine boşalttı..........

Bunu gören Çin'li arkadaş Ürdün'lüyü göstererek:
----O Müslüman değil mi? dedi

O kadar üzüldüm ki anlatam.......
Ne diyeceğimi bilemedim!......
En son nur-ye tarafından 10 Mar 2008, 17:49 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »


Evet utanç verici bir durum lakin hazır gıda sektörü ve dev alışveriş merkezleri tüketici psikolojisini kullanarak halkı sürekli gereksiz yere para harcatma, oburluk ve fazla tükettirme tuzaklarıyla örülmüştür.
Her türlü hileyi de kanunî sınırlar içerisinde çevir kazı yanmasın metodu ile halka dayatmaktadır.

Örnek mi istiyorsunuz verelim:
Mesela bir tavuk Fast Food merkezindesiniz, ailecenek girdiniz menüye bakıyorsunuz, menüde şöyle yazıyor,

6 küçük parça tavuk : 15 YTL
10 küçük parça tavuk: 20 YTL

Kişinin ailesi diyelim 3 kişi ve kasaya gelen kişi şimdi düşünüyor 6 küçük parça tavuk bizi doyurmaz, 8 doyurur ama 8'i alacak seçenek koymamışlar, ayrıca 10 alırsak 6 ile 10 parça arasında çok az bir fiyat farkı var.
6 alsak da üstüne menünün dışından 2 ekletsek 21 YTL'ye geliyor bu seferde 20 YTL'ye 10 parça almak dururken neden gidip 8 parçaya daha fazla vereyim diyor.
Mecbur kalıyor 10 parçayla gitmeye.

Aslında bu kişinin buradaki psikolojisi ile karışık malı hesabı, fast food merkezlerinden data toplayan istatistiksel analizcilerin ve pazarlamacıların yaptıkları detaylı bir analizle desteklenmiş planlı bir oyundur.
Adam gider 10 alır hepsini yeriz der, bunun dokuzunu ya da sekizini yer 2 sini yiyemez bu parçaları duyarlıysa bir peçete kağıdına koyar eve getirir, değilse çöpe atar. Bu tuzağa muhakkak o çinlide yer yer düşebilir farkında değildir.

Tüketicinin kaçar kişilik ailelerden oluştuğu ve ne kadar yedikleri, hangi saatlerde ne frekansta lokantaya girdiklerine kadar bütün bilgiler simüle edilirler.
Amaç şirketin maximum (optimum değil dikkat edin) kâr yapmasıdır.
Bunu yapmak için halkı zorla alıştırırlar.
Menülerin fiyat listelerinden yenilen yiyeceğin büyüklük ve görüntülerine kadar bir yığın tuzak kurulur.
Özellikle alım gücü yüksek olan ve dinin yozlaşmaya yüz tutmuş ve ya unutulmuş olduğu ülkelerde de israf o derece yüksek olur.
Kilo alma olayı (Obizite) hastalıklar ve buna bağlı zincirleme bütün herşey doğru orantıyla büyür.
Oruç tutmayan insan açın halinden ne anlar, israfı ne bilir.

Bizim şirkette bir gün kantindeki ahçı hastalandı herkes bugün bize ne olacak ne yiyeceğiz derdine düştü, nerdeyse şirketi yedek ahçı bulundurmamakla suçladı, kimse ahçının sağlığını merak bile etmedi.
Öyle ki insanlar arasında ben öğlen yemeği yemeden yaşayamam diyenler bile olabilir.

Çoğu zengin insan fakirin halinden anlamaz.
Çoğu zenginin halinden de fakir anlamaz.
Çoğu gönül fakirinin halinden de çoğu zengin ve fakir anlamaz.

En büyük israf zamandır, insana potansiyel olarak verilen esmaların iyi yönde kuvveye çıkarılmaması da israftır.
İlâhi yönde kabiliyeti istidadı olup da fıtratının verdiğini kullanmamak israftır.
Allah nimetini kulları üzerinde görmek ister.
Allah ahlâkı ile ahlâklanma fırsatını değerlendirmemek israftır.
İlimi olup amele dönüstürememek büyük israftır.
Amel işleyip ihlas ile işleyememek israftır.
Verilen hayatî nefsanî yönde harcamak israftır.
İsraf çoktur. Sahabelere tabaklarını yalamalarını söyleyen Resulullah (SAV)'in o hadisinin ardında daha çok gizemli mânâlar vardır.
Bu konuda çok hadis vardır.
Bazılarını ileride Rızık kavramı içinde ele alırız inşaallah.
Fakirliğin ardındaki gizemlerde bunların arasındadır.

Çinliler onca sayılarına rağmen fakir bir millettir!
Fakirlik tutumluluk getirmiştir.
Pirinç onların temel yiyecekleridir fazla alternatifleri de yoktur.
Bu sepepten kedi, köpek, börtü böcek, fare vesaire herşeyi yerler.
Fakat esas maharet zengin olup da israf etmemektedir.

Şimdi Çinli bir kişi ile geçen bu diyaloğa karşı su örneği verelimde dostlarımız üzülmesin:

Bizim kasabada bir gurup Özbekistanli öğrenci genç yaşar, bu kardeşlerimizin hepsi aynı evde kalırlar.
Senelerdir muhacirin gibi aramızda kaynaşma vardır, gider geliriz birbirimize.
Her sofraya oturduklarında gurup içinde bir tek kişinin dahi tabağında yemek bıraktığı görülmemiştir.
Hepsi ekmek parçalarını kullanarak tabaklarını parlatırlar. Sünnettir diye.

İsraf'ta Er-Rezzak esmasına hakaret vardır.
Edepsizlik hududu geçilir.
Fazla zedelenirse, rızıkta kısılmalar olur.
Sünnetullah'ta israf yoktur, herşey bir şey için kullanılır devri daim vardır.

Allah bütün müslüman âleminin bu konuda duyarlılığını arttırsın inşaallah.

Selam sevgi ve muhabbetlerimle
Gariban
Kullanıcı avatarı
Hacer
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 505
Kayıt: 03 Nis 2007, 02:00

Mesaj gönderen Hacer »

Allah cc razı olsun Gariban Kardeş
Malesef israfa hiç dikkat edemiyoruz
bu da şunu gösteriyor; demekki sünnetleri
iyi uygulayamıyoruz yaşamamızda ben
kendi adıma söylüyorum. Kur'ân-ı Kerimdeki
âyetleri anlayamamızdan israfa dikkat edemiyoruz.
Bu konu ile ilgili âyet ve hadisler yazılırsa tam konu
anlatılırken sevinirim.
Elinize emeğinize sağlık.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Sağolun Hacer Kardeşim
Çok halkısınız, maalesef herkes bir yerde olmasa bile diğer bir alanda israfta bulunuyor:


"Ölüp de pişman olmayan yoktur; mutlaka herkes nedâmet duyar: Muhsin (İyi yolda) olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedâmet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedâmet duyar." [Tirmizî, Zühd 59, hadis no: 2405]

İyi olan dahi hayrını boşa harcamıştır.

Eskiler bir kap su ile abdest alırlardı, abdest ile ilgili hadisler incelendiğinde abdestte suyu optimum kullanmak ile ilgili kısımlar görülecektir.


"İbnu Ömer radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest alan bir adam görmüştü: "İsraf etme! İsraf etme!" buyurdular." [Kutubu Sitte / 6087]

Abdullah İbnu Amr radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, abdest almakta olan Sa'd'a uğramıştı:
"Bu israf da ne?" buyurdular. Sa'd: "Abdestte dahi israf olur mu?" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Evet! cevabını verdi, akan bir nehir üzerinde olsan bile!"
[Kutubu Sitte/6088]

Resulullah SAV'in hayatindan hatırladığım güzel bir hadisede onun yerden bir kısmı çürük bir meyve aldığını ve bu meyvenin çürük kısmını kesip atıp diğer kısmını yediğini meyvenin bile boşa gitmesine izin vermediğiydi.
Dikkat edelim su ve meyve ayrıca güzel sembollerdir de.

İslam orta yolu gösterir, denge iki uç şeyin ortasıdır.
İsraf ve Cimriliğin ortasıda cömertlikle itidal ile hareket etmektir.
Bir şeyde itidal edilmez koyulan hududlar aşılırsa o alanda hudud aşıldığı için kader kanunları cari eder ve kaza kanalı açılır ve kaza vuku bulur.
Geçen Latif hocam anlatıyordu bazı Allah dostları geceleri israf edilen ekmekleri şehirden toplayıp denize dökerek nimetin balıkların rızkı olmasına yardım ediyor ve bu yolla gelen rızkın kesilmemesi için uğraş veriyorlardı.
Bakın burda esmaların işleyişine özgü bir ilim var.

Kuran'dan israf ile ilgili bazı âyetlere bakalım birlikte görelim :


“Ve onlar ki, harcadıkları vakit israf etmezler, pintilik de yapmazlar; ikisi arasında dengeli giderler. “ Furkan 67

“Hem elini bağlayıp boynuna asma (cimrilik etme), hem de büsbütün açıp saçma (israf etme) ki, pişman olur, açıkta kalırsın”Isra 29

“Akrabaya hakkını ver; yoksula, yolda kalmış olana da; bununla beraber saçıp savurma!” Isra 26,

“Çünkü saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridirler; şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” Isra 27

“Ey Âdem oğulları, her mescide gittiğinizde süzünüzü tutunun, yiyin, için; ancak israf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez. “Araf 31

“Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik, kendilerini ve dilediklerimizi kurtardık; aşırı gidenleri helak ettik.” Enbiya 9

“Allah'ın sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Onları o malla besleyin, giydirin ve onlara güzel öğütler verin. “Nisa 5

Nefsimiz sünger gibidir, kötüyü de emer iyiyi de emer, Hakka da batıla da meyillidir.
Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanırsak, o zaman nefsimizin bu yöndeki kabiliyetini israf etmemiş oluruz.
Fakat kalkar bunun aksine gidersek nefsimizin aleyhinde hareket etmiş oluruz.
Nefsimizi çamura batırırsak nefsimizi toprağa gömersek onun kabiliyetlerini ve hayatımızı israf etmiş oluruz.


De ki: "Ey nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." [Zumer/ 53]

"Hz. Peygamber (s.a) parmaklarıyla yemek tabağını siler ve parmaklarını yalayarak şöyle derdi:´Yemeğin sonu daha bereketlidir". [Beyhaki ]

Peygamber (s.a) yemeğe bulaşmış parmaklarını kızarıncaya kadar yalardı. Parmaklarını teker teker yalamadan önce elini mendil ile silmezdi.´Bereketin, yemeğin hangi kısmında olduğu bilinmemektedir.´derdi. [Muslim]

"Yiyiniz, tasadduk ediniz, giyiniz. Fakat bunları yaparken israfa ve tekebbüre kaçmayınız."
[Nesai, Zekat 66]


"Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının!" [Buhari]

Tabi bizden cimrilik etmememiz kendimize ailelerimize harcamamız da istenmiştir.

"Allahü teâlâ sana bir mal verince, bu nimetin eseri senin üzerinde görülsün." [Nesai]

"Allahü teâlâ bir kuluna nimet verdiğinde, o nimetin eserinin o kulun üzerinde görülmesini sever." [Taberani]

Yukaridaki hadiste nimetten kasit sadece mal mulk, yiyecek icecek değildir. Allah ahlâkı ile ahlâklanmak kulun üzerinde görülecek en güzel elbisedir.
Akıl ne güzel nimettir. Bu yüzden


"Sen Allah'ın boyasına bak! (Vaftiz de ne ki!) Kim Allah'tan daha güzel boya vurabilir? İşte biz O'na ibadet edenleriz!" [Bakara/ 138]

Ilim, edep insanin dilinin süsüdür, takva ise hayırlı kulların elbisesidir.
Söz dinlemeyene ilim öğretmeye cabalamak ilmin israfıdır.
Öğrendiği bilğiyi kullanıp pratiğe dökememekte ilmin israfıdır.
Bir yerde bu domuza inci takmaya benzetilmiştir.
İlimi tutup da kullanmamak da israftır.


"İki şeyden birine kavuşana gıpta etmek, imrenmek yerinde olur.
Allahü teâlâ bir kimseye İslam ilimlerini ihsan eder. Bu da, her hareketini, bilgisine uygun yapar.
İkincisi, Allahü teâlâ, birine çok mal verir. Bu da malını, Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği yerlere harceder." [Müslim]


Akılda bir nimettir, kişi bir şey düşünmeden duramaz.
Günde beyninden ortalama 50000 düşünce gecer.
Kilidi açmak için aklını kullanıp metodlar geliştiren bir hırsız ile güvenlik kilidi üretip hırsızlara karsı savunma sistemi geliştiren iki kişide aklını kullanıyordur ama bunlardan birisi iyi yönde diğeri olan hırsız ise israf yönünde kullanıyordur.

Selam sevgi ve muhabbetlerimle
Gariban
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

ALLAH'A YAZILAN DİLEKÇE!


'Birkaç yıl önce, bağlı bulunduğumuz Genel Müdürlük; Dört arkadaşımla birlikte, beni bir ilimizde, memur statüsünde işçi almak üzere görevlendirmişti. Sözünü ettiğim ilde on personel alacaktık ve bunlar il müdürlüğü bünyesinde görevlendirilecekti.
Biz beş arkadaş birleşerek, sözünü ettiğim ile gittik.
Önceden ayrılan bir misafirhaneye indik. İle gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Beşimizin de kanaati oydu ki, hak edeni kazandıralım, siyasi ve diğer baskılara boyun eğmeyelim.
Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes bir referansla bizi rahatsız edecekti, çünkü Türkiye'nin gerçeği buydu.
Bunun için çok dikkatli davranıyorduk.
İle ikindi vakti gittik. İkindi namazını kılmak için tarihi bir cami olup olmadığını sorduk. Biliyorduk ki bu ilimiz cami bakımından biraz fakirdi.
Tarihi bir cami olduğunu söylediler. Beş arkadaş, arabamıza atlayarak oraya gittik.
Kimse bizi tanımıyor, zaten cami de şehrin biraz dışında. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boş. Beşimiz de şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki, ayaklarımın önüne bir takunya kondu.Bu takunyaları önüme kim bıraktı diye başımı kaldırınca, yüzüme tebessümle bakan, yirmibeş yaşlarında bir gençle karşılaştım:
'Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz; namaz kılana hizmet, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!' dedi.
Gencin tebessümü, davranışı bizi çok etkiledi.
Sordum: 'Sen kimsin? Adın nedir?'
'Adım Bilâl. Bu mahallede oturuyorum.'
Bir an abdest almayı bırakarak, gençle ilgilenmeye başladım.
'Ne işle meşgulsün Bilâl?'
'Şimdilik işim yok. Ama inşallah yakında işe gireceğim.'
'Nasıl olacak o?' dedim.
Yüzüne huzurun ve mutluluğun tebessümünü kuşanarak:
'Üç gün sonra ......... Müdürlüğünde sınavla adam alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah' dedi.
Arkadaşlarım da abdest alırlarken, Bilâl'le aramızda geçen bu diyaloğa kulak vermişlerdi.
'Peki Bilâl, bu zamanda işe girmek zor, senin torpilin var mı?
Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?'
Bilâl'in o mütevekkil halini hiç unutamıyorum!
Hepimizin üzerinde bomba tesiri oluşturacak sözü söyleyiverdi:
'Benim referansım Allah (cc)'tır; ne güzel vekildir O. Dün gece O'na dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?'
Yâ Rabbi! Ne işe tutulmuştuk! Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim.
'Bilâl, baban yok mu?'
'Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni.'
Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu.
Bu, o kadar meydanda idi ki, kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
'Askerliğini yaptın mı?'
'Yaptım ya, hem de çavuş olarak.'
'Evli misin Bilâl?' Bir anda gözleri yere düştü.
Yine o mütevekkil hâli bütün yüzünü kaplamıştı.
'He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez hemen düğünümü yapacağım!'
'Ama Bilâl, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki kazanmış gibisin!'
Gözlerini ufka dikti, daldı, sustu ve biraz sonra:
'Ben Rabbimi seviyorum, inanıyorum ki O da beni seviyor. Seven sevene yardım etmez mi?'
Ona söyleyecek lâf bulamıyordum.
Allah, bizi kocaman kocaman(!) müdürleri, Bilâl kuluna hizmet etmek için oraya göndermişti, adeta.
Kim müdür, kim garibandı?
Bilâl dilekçesini büyük makama verince, melekler harekete geçtiler, daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte ona koşmaya başladılar; çünkü emir büyük makamdandı.
Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi?
Sormaya devam ettim:
'Bari Bilâl, evlenecek kız bulabildin mi? Bu zamanda hem yetim, hem de işsize kim kız verir ki?'
Başını salladı ve 'doğru' diyerek ekledi:
'Zor nişanlandım ya. Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, 'Sözde Müslüman' değil, hakiki mü'min.
'Bu zamanda namazında-niyazı nda damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır' dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verecek inşallah.'
Bilâl lise mezunuydu. Üçyüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçti. Ve bizler, önümüze sunulan -Bakanlık dahil- tüm referansları bir kenara koyarak, Bilâl'in referansını en öne koyduk.
Mülakât gününe kadar bizi göremedi. Mülâkata girdiğinde karşısında bizi görünce birden şaşırdı, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü.
Sessizliği bozdum: 'Bilâl, bizi tanıdın mı?'
'Evet!' 'Peki ne diyeceksin şimdi?' Ağlamaya başladı. Çocuk gibi ağlıyordu. İster istemez bizler de ona uyduk. Sabah makamında hıçkırıklar boğazımızda düğümlenmişti. Bilâl, ellerini kaldırdı ve dua etmeye başladı:
'Ey Rabbim, ben niyazımı Sana sunmuştum. Hâlimi Sana açmıştım. Şimdi burda ki müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den başkasından
istememeyi istedim, Sen'den, yine de öyleyim.'
Sessizlik odayı doldurmuştu. 'Ne olur bana izin verin çıkayım' dedi. 'Peki Bilâl' dedik, 'Güle güle, Allah işini, aşını, eşini mübârek kılsın!'
Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de gayrısından isteyenler helâk oldular.
Allah dilerse bütün dünyayı Bilâllere hizmetçi yapar...


Mevla cúmlemizi Bilâl yüreğine ve saflığına ulaşmayı nasip etsin inşallah...


Alıntı
Resim
Cevapla

“►İbretlikler◄” sayfasına dön