OYUN VE EĞLENCE DEĞİL BU DÜNYA

İbret almasını bilenler için
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

OYUN VE EĞLENCE DEĞİL BU DÜNYA

Mesaj gönderen Gariban »

50 sene bir yığın kitap okumuş ve ömrünü kitab okumakla geçirmiş oldukça elemli bir hayat geçirmiş bir Hintli arkadaşın yazdığı yazıyı çevireyim dedim. Içinde önemli bazı noktalara değiniyor, yeri geliyor biraz Tanrıya isyan bayrağıda çekiyor, anlayamadıkları için eleştiriyor. Sizin için düşünüp bu tarzdaki düşüncelere Kur'an dan gelen cevap nedir gibi bir analizle karşılık vermeniz bakımından belki bir çeşit konu olur diye yazmaktayım. Ben kendisine bazı şeyler karalayacağım ama sizinde fikirlerinizi almak güzel olur inşaALLAH.
Resim
**


"Şimdiye kadar hep bu sık tekrar eden “Herşey olması gerektiği gibidir”, ya da “Herşey tam mükemmeldir”, “ Birisine katlanamayacağından fazlası asla verilmez” ya da “hayat bir eğlencedir, bir mutluluk ve ziyafettir henüz devam ederken tadını çıkar” v.b alıntılara kalp bağladım. Aslında hayatımın büyük bir bölümünü bu hakikat olduğunu farz ettiğim söylemlere göre yaşayamadığım için kendimi suçlu hissederek geçirdim. Ve sonra bu şu andada boğazıma kadar gömülü olduğum çığ gibi acılar geldi, ve ondan kurtulma ümidini yitirdim. Fakat bendeki bu elemin etkilerini, bu kabus gibi acılarin etkilerini görün . Bana ilk getirdiği farkındalık şu oldu ki bu dünya eğlence için yaratılmamıştır. Bu şeyler göründüğü gibi değiller. Benim zevk aldığım hoşlandığım her şey benim için bir kabusa dönüştü. En güzel nesnenin perde arkasında en gizli şey beklemekte gibi sanki. Benim sözüm ona harika , neşedolu günlerim beni bu nahoş tatsız görüşü sindirmeye yada ona karşı çıkmaya hazırlamadı. Fakat ben onları gerçek renkleri ile görmeye zorlandım, acılar benim için diğer bir seçenek bırakmadılar. Bununyanında bana moda olan görüşlerle bağdaşmamak hususunda cesaret verdi, bu yukarda bahsettiğim cinsteki görüşler. Bunun yanında bana diğerlerini n görüşleri benden farklı olmasına rağmen onları severek kucaklayan bir tevazuda verdi. Her birimiz kendimiz için evimize geri dönüş yolunu bulmak zorundayız. Benim hakikatim sadece benim için aydınlatıcı ve diridir, başkalarına hayatsız ve yanlış yola saptıran bir şey olarak görünebilir. Bu yüzden bırakın beni kendi hakikatımla ilgileneyim sadece . Eğer birisi bulursa cana yakın yada düşmanca bulursa , bu sadece rastlantıdır, asla niyetli dememişimdir.

Öyleyse eğer bu dünya eğlence yeri değilse, o zaman neden dir ve ne içindir ?

Bir evrendeki hatta bir kum tanesini anlamak için bile dahi gerekli olan miktar ve çeşitte ilime ben açıkça sahib değilim, o zaman benim bu dünyanın zevk(eğlenme) için kastedilmediğini farketmemin temeli nedir ? Benim tek dayanağım, etrafımda ve bende olan acı ve elemdir. Bir dünya ki burada her biri zayıf olan ile beslenmek zorunda, ki burada herkes bir diğerinin besin zincirinde bir halka olduğu bu yer eğlence ve zevk yeri olamaz. Siz bunu etrafınızda görebilirsiniz, yada hayvanlar belgesellerinde görebilirsiniz ki bir bufalo sonunda öldürülüp yenilene kadar bir yığın arslan ile çarpışıyor. Bu, birisinin kendi çocuğunun bir piton yılanı yada bir kaplan tarafından yenilmesini istemeyen birisi tarafından asla kabul edilemez. Bu yüzden bu âlemi anlamak için Einstein olmak gerekmiyor, fakat hayattaki çile ve elem benim için bu hayatın eğlence yeri olmadığına dair yeterli dayanaktır. Bunu kim inkar edebilir ki? Fakat çilelerin bu bakış acıları ile görünce, her eğlence nesnesi şekerle kaplı acı bir hapa dönüşmekte. O tamamiyle benim şu andaki deneyimlerimle doğrulanmıştır, benim için başka delile gerek yok. Fakat diğerlerinin benim bakış acıma göre farklı olmasını memnuniyetle karşılarım. Herkes takip ettiği eğlence nesnelerinde aradığını bulsun .

Şimdi gelecek bir soru kalmakta, zevk , eğlence için değilse o zaman dünya ne için?

Biz bu dünyanın cinayet işleyenler için, tecavüzcüler ve suçlular için ve onlara suç işlemelerinde yardımcı olan Tanrı ile beraber bu insanlık dışı görünüşüne bakınca, etrafımızdaki elemler ve acıların bir nedeniyle kurulduğunu gördüğümüzde, ki bu dünya mükemmel değildir ve içindeki herşeyde olması gerektiği gibi değildir, o zaman ne için yapılmıştır?

Bana şimdi sadece, yarım aşırlık eğlence ve senlik ve şeylerin ardından kovalama sonrası, o çok açık ki heryerde hazır ve nazır olan , herşeyi bilen ve herşeye kadir olan bir Tanrı’ya ınanıyorsak o zaman bu dünyanın basitçe varlığı için hiç bir haklı gerekçesi mazereti yoktur. Her şeyi bilen Tanrı , neden Kendisini sıksın ve yaratma ihtıyacını hissetsin ki ya da bir çok olmayı ve yaşamı deneyim etmeyi? Tekrar, neden iyi kalpli bir Baba çocuklarına karşı hissiz ve önce onların yanlışlıklar yapmalarına izin verip sonrada onları bir çok şekilde cezalandırma yolları icat etsin ki? Ve boynumdaki Albatros kuşu, doğmuş olan elem ve çile, bir çocuğu bir diğerini yiyerek hayatını idame ettirme üzerine bağlı yaparak, Herşeyi bilen bir Tanrı bunun nasıl bilincinde olamaz ki? Bu yüzden bu âlem manasız ve tasarımında kusurludur. O milyonlarcası acı çeksin ve eninde sonunda olsun diye yapılmıştır. O zaman, dünya nasıl öyle masum, taze ve mükemmel görünür ki? Çünkü onun öyle görünmesi için Tanrı, mükemmel bir cinayet işleyen katil gibi itinayla suç sahnesini harika bir şekilde temizliyor ki dış dünyada hiç bir iz kalmasın yada yaratıklarının aklında. Hayatta kalanlar hemen hemen daima düşündürttürülüyor ki onlar fevkalade ve belki şeyleri organize etmede daha techizler. Unutkan bir hafıza ve diğerlerine olan bir şeye karşı tolerans geri kalanını hallediyor.Herşey sadece tolerans gösterilmesi ve alışılması için yapılmış. Bu tanımlama belki Tanrı’nın ağrına gidebilir gibi görünebilir, fakat kimbilir O belki beni böyle hissedeyim diye yarattı! O bizim Onu eleştirmemizi sevmekte ya da Onda hata bulmamızı. Bunun için delil mi istiyorsunuz? Ben hatalarımı gösteren insanları , benim eksikliklerimi eleştirenleri severim. Bu yüzden Tanrı , kendisini eleştirenlere karşı ve eleştirilere karşı neden tolerans göstermesin ki?

Öyle ise eğer bu dünya manasız ise o zaman bizim hareketlerimiz ne olmalıdır?
Düşünüyorüm ki bir sabah ya da akşam yürüyüşü gibi, birisinin dişlerini fırçalaması, bazı vejetaryen yiyecekler yemek , bunları boşaltmanın verdiği bir zevk, iyi bir uyku , azıcık nefes almaya ve birisin dış ve iç çevresine dikkat etmesi gibi basit zevkler, hayatımızı karmaşıklaştıran çeşitli zevkler ve bağımlılıkların yaptığı gibi size kabus gibi sonuçlar getirmeyecektir. Bunlar sadece bazı sakınılabilir çilelerdir fakat hayatın bir çok başka elemleri ve çileleri vardır ki bunlar hemen hemen hayatın yapısına bina edilmiş mahalli olanlardır. Onlari çekmek zorundayız. Benim en büyük kahramanlarımdan birisi olan Sant Kabir Das, bu dünyayı “ Ölülerin şehri” olarak boşuna tanımlamadı. Biz zaten ölmek üzere işaretlenmişiz , bir müddet bu hayatı enğelnce edinmemize rağmen. Onun bu hastalık için yada ondan kurtulmak için reçetesi Tanrıyı sürekli hatırlamak ve hissiz eğlenceyi terketmek idi. Bırak benimkiside böyle olsun."


Es-Selam ve sevgiyle
GaribAN
Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: OYUN VE EGLENCE DEGIL BU DUNYA

Mesaj gönderen Ahmed »

Selamün Aleyküm Gariban Kardeşim.
Dün akşamdan beri boş kaldıkça bize iletmiş olduğunuz bu meseleyi düşünüyorum. Zamanında benim de aklımı çok kurcalamış olan bu konuyu aslında herkesin kendi içinde çözmesi gerektiğini, kendine uygun cevaplar bulması gerektiğini aşama aşama öğrendim. Sorulan sorular ne kadar genel olsa da verilecek cevaplar bu yüzden kişiye, anlayışına, bulunduğu şartlara ve yetiştiği kültüre kısacası "KAB"ına özeldir. Bu yüzden naçizane kendi deneyimimi aktarayım. Belki başka bir bakış açısı elde edebiliriz.

Yıllar önce aynı soruları kendime sorduğumda "Bir şey bilmiyorsun, önce git öğren!" sonucuna ulaştım. Uzun arkadaş sohbetleri, her şeyi bildiklerini zanneden uzmanlar ve maddeden öteye geçemeyen felsefe, gizli dünyaya ait metafizik kitapları araştırmalarımın nihayetinde ulaştığım sonuç(her ne kadar doğru olmasa da) :"Ben de çok şeyi biliyormuşum. Çünkü bunca insan sorularıma tatmin edici cevap veremedi. Ben neymişim de haberim yokmuş!" oldu. Bu da uzunca bir süre kibirle benlikte boğulmama neden oldu(Bu dönem için sonsuz Kerem sahibi, Gaffur ve Rahim olan ALLAH (CC) beni affeder İnşallah). Derken anamın babamın duaları mı yoksa başka bir şey mi sebep oldu bilmiyorum tokadı yedik. Silkindim şöyle bir, sonra zorla da olsa dedim kendime "Ne oluyor burada, şimdi bu ne? Nedir bu başıma gelenler? Bunu çözücektin hani Ahmet?" derken yeniden başladı araştırmalar ve arayışlar, neyse derinlere dalıp lafı fazla uzatmayalım. Bu araştırmalarım neticesinde öğrendim ki daha önce çok duyduğum ama pek ehemmiyet vermediğim Aşık Yunus'un "Bir Ben varmış bende Benden içeri" mısraları doğru imiş. Peki nasıl bulacaktık bu içerdeki yeni(yeni öğrendiğim için) Ben'i? Bugüne kadar öğrendiğim tüm ilimler maddeye ait ve dış dünyaya ait idi. Hep başkalarını değerlendirirdik. Başarılı olmanın yolu: A kişi böyle başarılı olmuş, modelle ve uygula ! Veya verimlilik hesabı yap: kim ne kadar çalışmış, ne üretmiş? Onun evi, arabası var benim neden yok (Allaha(cc) çok şükür hiç bir zaman -benim yok onun da olmasın- diye düşünmedim)? Her şey böyle basit ve sığ giderken hani Derman hocamızın dediği gibi "Kim dürttü de ağlıyorsun?", beni de birileri dürttü işte ama hangi Ben'i ? Onu artık bilmiyordum, öğrenecektim ama hangi yolla öğrenecektim?

Derken "Kırmızı koltuk" isimli programda Ahmet Hulusi'ye rastladım. Araştırmalarımı onun etrafında genişlettim. Bir çok kitabını okudum. Madde dünyası ile ilgili bilimsel dayanaklar beni ikna ederken, manevi ilim yönünden zayıf oluşum bir çok konunun havada kalmasına neden oluyordu. Sonra tasavvufi kaynaklara daldım. Daldım diyorum, çünkü gerçekten yüzme bilmeyen birinin denizdeki dalıp çıkma çırpınışları gibiydi çabalarım. Abdülkadir Geylani, İmam Rabbani, Mevlana, Kenan Rıfai, İbrahim Hakkı Erzurumlu- marifetname ve son zamanlara doğru Münir Derman su-1-2-3 gibi bir çoklarımızın yakından bildiği kaynakların tam ortasındaydım. Çok çabuk değişmiştim, ailem ve yakın çevremdekiler şaşırıyordu. Sigarayı bırakmış, namaz kılmaya başlamış, elimde tespihle dolaşmaya başlamıştım. Ama birşeyler eksikti, bunu hissediyordum içimdeki bu yeni Ben'e ulaşma YOL'unda. Gene de umudumu yitirmeden daha önce istediğim ve arzuladığım hiç bir şey için bu kadar azimli, kararlı ve sabırlı uzun süren çabam olmamıştı. Ramazan oruçları bile bana zor gelirken artık fazladan oruç tutuyor, vakit namazlarının dışında geçmişten gelen kazaları da bol bol kılıyordum. Ama hala bir şeyler eksikti, hissediyordum. Adını tam koyamıyordum, içimdeki Ben'e nasıl bakacaktım, nasıl ulaşacaktım bilmiyordum bunca bilgiye rağmen.

Yaşadığım çevrede de benim bu derdimi kendine dert edinmiş, soracağım ve sorularıma tatmin edici cevaplar alacağım kimse yoktu. Bazı tefekkürlerim sonucunda ulaştığım değerli farkındalıklar da bilgi bolluğu içinde unutulup giidyordu. Hatta "ben bu mesele ile daha önce güzel bir sonuç tefekkür etmiştim, neydi acaba?" diye çok düşündüğüm zamanlar olmuştu. Daha sonralarında ise şimdi detaylarına inmeyeceğim bir kaç sınava tabi tutuldum ve kaldım. Kısacası, Derman hocamızın da dediği gibi "tekmeyi yedik". İbadetler azalmaya, ehemmiyetlerini kaybetmeye başlamış ve hatta giderek aksamışlardı. Aslında Ben'i bile artık merak etmiyor, tamamen maddi ve dünyevi meselelerle eğlenmeye başlamıştım eskisi gibi. Tabii ibadetlerin mi benim nazarımda değerleri azalmıştı yoksa benim mi değerim nazarda azalmıştı, bunu zaten söylememe gerek yok. Bilmem belki kaderimde böyle olması gerekiyordu belki de önemli fırsatları tepmiştim farkında olmadan, gafletle. Ama bir şekilde gene aradığımı bulmaktan perdelenmiştim.

Aradan geçen bir kaç yıldan sonra bilmem bir hayır dua aldım, bilmem yazılan buydu en iyisini Cenab-ı ALLAH bilir, tekrar düzenli namaz kılıp ibadetlerimi itinayla yerine getirmeye başlamıştım. Bir yandan da yeni Ben ile tekrar irtibat kurmuş nerede olduğunu soruyordum. Derman hocamızın Allah Dostu Der ki 1-2-3-4-5 serisini ve diğer kaynakları tekrar okumaya başladım. Bir yandan da sitemizden sohbetlerini indirip müsait olduğumda hemen dinlemeye koyuluyordum. Bu sefer biraz daha bilinçli, biraz daha tedbirli idim. Bu arada sitenizle ve buradaki siz değerli kardeşlerimle karşılaştım. Hergün buralara uğrar bir Derman Hocamdan, Şeyh Bawa Muhyiddin'den, Kulihvani Hocamızdan ve siz diğer kardeşlerimizin yazdıklarından okumazsam rahat uyuyamaz hale gelmiştim. Hala böyleyim ya neyse, değişen neydi peki ? Yeni Ben'i mi bulmuştum ? Hayır. Binlerce sorumdan sadece bir kaç sorunun cevabını artık daha rahat verebiliyordum, o kadar. Bunlardan biri ve en önemlisi burada da sık sık vurgulanan bilgi sahibi değil hal sahibi olmanın ne kadar değerli olduğu ve bildiklerinin ancak uygulayabiliyorsan bir önemi olduğunu anladım. Acziyetimi, her şeyin aslında kimin elinde olduğunu, kısmen de olsa "La havle vela kuvette illa Billah" ın ne demek olduğunu, girdiğim bu YOLun daha başında olduğumu, YOLun sonunun görünmeyip aksine sonsuz ve sınırsız olduğunu, içimdeki taşın aslında eskiden yanmış bir odun kömürü olduğunu, biraz ateş görünce korlaşmaya başladığını, sabredersem ve istikametten ayrılmazsam ateşin eninde sonunda Ben'i bulacağını-yakacağını, karınca gibi ulaşamasam bile en azından bu yolda ölebileceğimi, Müddessir süresi 55 ve 56ncı ayetlerinin "Dileyen onu düşünür. Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O'dur, bağışlayacak da." anlamını, Kaza ve kaderin anlamını, ne kadar çok bilgiye sahip olursak olalım aslında hiç birşey bilmediğimizi...

Daha yazmak istediğim çok şey var ama lafı fazla dolaştırdım, belki de başınızı ağrıttım . Sorunuza cevap olmadı biliyorum ama ben de en azından dertleşmiş oldum kendimce.

Son olarak antik çağ düşünürü Epiktetosun bir yorumu aslında şu anki halimi kabullenişime ışık tutuyor:
"Başaklar niye sürer? Yetişmek ve sonra yetişince biçilmek için değil mi? Zira onları mukaddes şeylermiş gibi sapları üzerinde bırakmazlar. Eğer başakların duyguları olsaydı biçilmemeyi bir felaket sayacaklardı. İnsanlar içinde bu böyledir. Ölmemek insanlar için bir felakettir. Başak için sararıp olgunlaşmamak ve biçilmemek ne ise Adem oğlu içinde ölmemek odur."

Cenab-ı ALLAH cümlemize Kur'an-ı Kerim ve Rasullah (SAV) sünnetleri ışığında-yolunda OLmayı nasip eyler İnşallah!

Muhammedi Muhabbetlerimle ! Allah'a (cc) emanet olun...

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: OYUN VE EGLENCE DEGIL BU DUNYA

Mesaj gönderen simurg »

Resim
Nikos Kazancakis’in “ALLAH’ın Garibi adlı romanında
şu aşağıdaki cümle çok düşündürücüydü benim için,

“Ne uzun yoldu değil mi sende ayak, kemik bırakmayan?.
Hem o yolu ayakları olanlar değil kalbine ayak takanlar yürüyebilirlerdi değil mi?!”


Hemen her işittiğimizi alıp kendi adımlarımıza dayanak ederken
yolu nasıl gideceğimizi bilmediğimiz halde
ayakta durmamızı sağlayan cümlelerden birisi işte.

Ne çok düşüp kaldığımı, ne çok yeniden ayağa kalkmam gerektiğini artık hatırlamıyorum bile,

Ve yeniden düşmelere ve yeniden ayağa kalkmalara öylesine alışmışım ki,
artık sıradan bir döngü haline gelmesi beni şaşırtmıyor,

Kendimden başkalarına da bakmaya çalıştığımda da aynı şeyi görmek te beni artık şaşırtmıyor,

Bu seyrin tabiatı bu anladım.
Devamlı aynı halde bulunmak,
devamlı yukarıya seyretmek diye bir durum söz konusu değil sanırım.

Bir kere hayata gelmişse insan,
her ne istikamette olursa olsun,
yolu inişler çıkışlar, hızlı ve yavaş yürümelerle geçecek,
Her bir aşama binlerce imtihan,
her adımda binlerden fazla sınanma,
her nefeste yeniden bir ahitleşme,
her kalb atışında yepyeni bir mana kabuğuna dokunma,
işte bütün düşünmelerimde hep bu sıraladıklarım yeniden yeniden gözümün önünde deveran ediyor.
Bu deneyimlerimden sonra,
Öğrendiğim en önemli şeyi söylemem gerekirse o da şu olur sanırım,

Ağzımdan çıkan, hatta henüz aklıma gelen bir şeyi
karşımda bir imtihan olarak bulmam meselesi.

Bir hüzünlü zamanlarımda,
“bu düşkün halimi seçmemiştim ben, nasılda gözden düştüm, bunu hak etmiş olamam”, dediğimde;

-“Aaa sen buna düşkünlük mü diyorsun, o halde gözden düşmeyi henüz tanımamışsın, amma bu söylediğin bir talep sayılabilir, ve sen bu şikayet ettiğinin hakikati ile yüzleşmelisin ki, anlayabilesin……”

Tarzında bir sanma işitme yaşamıştım,
ve sonrasında da uzun bir anlamalar ve öğrenmeler döneminden geçmiştim.
Artık halimden şikayet etmemeyi,
edersem nasıl da yeniden kendime bir imtihan seçmiş olacağımı öğrenmiştim.
Bu ise susmaya,
sessiz soluksuz kalmaya,
uflayıp puflamadan rıza gösterme gayretinde olmaya yöneltiyor beni,

İnanın susmak ve şikayet etmemeye çalışmak, denenmekten daha kolay..
“Şu yazdığım cümle de karşıma
(aaa acaba denenmekten daha kolay olan şeyi sen hiç biliyor musun?)

imtihanı olarak çıkar diye çook korktum şu an.
Allah c.c. muhafaza buyursun inşaallah ve amin.

Devamlı kendimi ip üzerinden düşmeden yürümesi gereken birisi gibi,
kontroller ile denetleme gayretindeyim.
Her kelime, hatta harf bir iz demek çünkü,
Ve her izinde bir gölgesi (izdüşümü) var.
Hani bir ara forumda kelebek etkisi başlıklı bir yazı vardı,
O yazının bir izdüşümü olarak algılamaya çalışın her şeyi olur mu,

Alıp verdiğimiz nefesin yönü, havanın hangi duygu eşliğinde bize nefes olduğu,
O soluduğumuz hava ile ne ile meşgul olduğumuz,
bunlar çok önemli ama bir o kadar da çook kaba kontroller bile sayılabilir aslında..

Kimbilir daha ne derece ileri aşamaları vardır da şimdilik anlayamıyorum,
Anlamam gerekenlerin hayrlar ile öğretilmesi için çook duacıyım.

nur-ye kardeşim bana bir keresinde,
“soğanın kabuğunu misal alsan”demişti,

Şimdi bu kabuklar ve kabuklardan soyulmalar meselesi ile yeni bir gözlükle seyrediyorum mânâları,
Bugün dünya dediğimiz taşküreyi ele alalım mesela,
Dünya güneşin etrafında ve
kendisine yazılmış bir kader olan yörüngesinde,
kendisi etrafında da dönerken,
Rotasından sapmama sadakati,
ve bir an bile durmama teslimiyet,gayret ve samimiyeti ile

Başını 23 derecelik bir tevazu ile eğiyor.
Bu tevazusu ile bir kuzey yarımküresini,
bir güney yarımküresini güneşe çeviriyor.
Ve bunun neticesinde dört mevsim sırası ile hayat buluyor,
Dimdik bir konum alıp, burnunu dikip, tevazu eder gibi eğik olma halini bir kenara bıraksaydı,

Heryer tek bir soğuk mevsime mahkum olacaktı,
ve her tarafından kibir buzları sarkan bir nesne durumunda kalacaktı.

Bu durum da da erime nasıl gerçekleşecek, madenin akışkanlığı nasıl gerçekleşecek, değişen haller, adımlar ve döngüler nasıl oluşacaktı.

Kuran-ı kerim de her şeyden bir ibret almamız öğütleniyor,
ve bir de hala düşünüp düşünmediğimiz soruluyor.

İşte bu ayet-i kerimelere tabii olmak derdi ile düşünmelerimiz eksik fazla, doğru yanlış,
Bizi böyle devindiriyor.
Ne kadar öğrenirsek o derece fazla ve ince mana denizlerine sızabiliyoruz,
Yoksa haddimizi aşma hali ile,
kaba ve yetersiz bilgisizliğimizle yerimizde sayıp yorulduğumuzla kalıyoruz,

Dünyanın tabakalar halinde olduğunu öğrendiğimden bu yana,
bütün maddenin ve kainatın tabakalardan oluştuğu resmine bakmaya çalışıyorum,
İç içe girmiş, biribirinin üzerine sarılmış sonsuza uzanan tabakalar,
içeriye ve dışarıya ne kadar gidilirse gidilsin sonu gelmeyecek bir halde hemde..
Ve duygular dahi bir soğan gibi kabuklar halinde belki,
her insanda sıralaması değişen terkib kabukları halinde bir yumak durumunda,
herkesin şifresi ve anahtarı farklı,
Bu sebeple herkesin imtihanı da çook farklı,
biribirine benzemeyen uymayan şekilde.

Esmalar da sayısız terkib kombinasyonları ile sarmal küreler halinde dir belki,
bilmiyorum bunu önce öğrenmem sonra düşünerek peşine düşmem lazım,
Hayrlar ile öğretilsin inşaallah.

Birde bir hikayecik anlatmak istiyorum,
şu an hatırıma geldi (getirildi) söylemek belki yerindedir.

Bazen unutturulan bir şeyi ısrarla hatırlayıp yazmaya çalışmak hatasını yapıyorum,
şimdi ise inşaallah yerinde bir anlatmadır diye dua ederek yazacağım.

Birgün Hz. İsa a.s. bütün gücüyle koşuyormuş,
kendisine tâbi olan birisi de bakmış ki bu koşma tuhaftır peşine takılmış,

-Duuur! nereye koşuyorsun, bekleee
Hz. İsa a.s. hiiç durmadan koşmaya devam ediyormuş,
ama şöyle de sesleniyormuş,
-Bırak beni, ben kaçıyorum.

Diğer kişi;
-Neden kaçıyorsun, söylemeden bırakmam peşini

Hz. İsa a.s. ;
-Bırak beni, ben ahmaktan kaçıyorum, demiş.

Diğer kişi;
- Yahuu sen ki ölüye nefes edersin, avının peşindeki aslan gibi topraktan fırlar,
köre nefes edersin görmeyen gözler görür olur,
bir nefes et kurtul, ne diye kaçıyorsun?

Hz.İsa a.s. ;
- O dediğin doğrudur, nefes edince ölü diriliyor,
dağa taşa okuduğum ismi azam ile taşın bağrı yumuşuyor,
lâkin buna hiçbir şey fayda etmiyor,
kaçmaktan başka çare yok.


Canım Hocam Kulihvani
"kişi gördüğü bir hadiseden ibret almıyorsa, akılsızdır,
kendi başına gelenden ibret almıyor ise ahmaktır..." demişti..

Bu sözü hal etmeye çalışırken öğrendiğim bir hikayecikti bu,
sizlerede aktardım inşaallah.

Allah'ü Zü'l- Celâli Vel İkram hepimizi haddimizi aşmaktan,
başına gelenden ibret almamaktan,
her türlü şerden, belâdan, nefsi ve zahiri bütün afetlerden,
muhafaza ve emin kılsın inşaallah.

Söz bizim haddimiz değil ya, maksat ve niyetimiz hayr idi,
böyle muamele görürüz inşaallah.

Es Selâm.



Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: OYUN VE EGLENCE DEGIL BU DUNYA

Mesaj gönderen Gariban »

Ve Aleykümmes Selam ve rahmetullahi ve berekatuhu Sevgili Ahmet (Acakir77) ve Simurg kardeşlerim ,
Allah razı olsun kıymetli yazılarınızı ve Mina kardeşimizin ekledigi güzel hadisi şerifi vakit buldukça geç saatlerde yüreğim yanaraktan okudum,
Yaşamlarınızın çilelerle dolu geçmiş bölümlerini hepimiz bu yolda yolcu olduğumuz için kendimize özgü bir şekilde deneyim etmiş olduğumuzdan, kendi kalp merceğimden izlemeye çalıştım ve aramızda oldukça büyük benzerlikler gördüm. Bizleri BİZ ve BİR yapan bir özellikte bu olsa gerek ki yürek yakan serüvenlerimiz ve çektiğimiz çilelerinde bir tadı var bizim için , bu ise Hakk teala'nın "Rahmetim Gazabımı geçmiştir" hadisi kudsisinin BİZler için ne kadar manidar olduğunun bir kanıtı olsa gerek.
Hocamız Kul İhvani der ya, "biz cennetin aşını cehennemin ateşinde pişiririz". Hocamızın bu sözünü ve daha bir çok değişik sözlerini çile çölünün yolcularına ingilizce ulaştırmak bizim bu hasbi ve habibi hizmet kervanında bir görevimiz oldu. Ve hamdolsun bunu bir çok insana ulaştırabildik. Kenan Rifai (k.s)'nin 'SOHBETLER' isimli bir kitabı var idi, bu kitabı okuduğum da bu kitabın içinde bir bölümde şöyle diyor du: "İki lağımcı arkadaş bir biri ile konuşuyorlarken birincisi diğer arkadaşına: Bugün falanca ton pislik attık , ne güzel değil mi?" demesi işte bu hadisi kudsideki "Rahmetim gazabımı geçmiştir " hadisi için güzel bir MiSAL teşkil etmektedir.

Bir kaç gündür ingilizce olarak bu Hint'li arkadaşımızın yazısına Kur'an ve hadislerle süslü bir metin ile cevaben bende kendi düşüncelerimi paylaşmaya çalıştım lakin bunları henüz tamamlayamadım, ve halen yazılarım devam etmekte, kalbim bir hayli bu hususla mesgul oldu ve namazlarımıda kılarken bomboş kılar oldum. Boş dediğim içimden sürekli yeni sesler yeni fısıltılarla yanıtlar vermekteydi. Içim sürekli bir dalgalanma içinde idi. Bunlari Türkçe'ye çevirmek isterim gerçekten inşaallah.
Fakat ben bunları yazmasam bile bakın sizlerin bu güzel paylaşımlarınızla ne harika açılımlarla geldiniz hamdolsun. Yazdığınız yazılardaki hayat imtihanını ciddiye alışınız ne kadar manidar, geçtigimiz günlerde senelerini Hindu ve değişik dinleri inceleyerek geçirmiş bir kızcağız şöyle diyordu: Bu imtihan denen şey de neyin nesi halen çözemedim. Allah bizi niye imtihan ediyor ki, o zaten cevapları bilmekte?

Es-Selam ve Sevgiyle
GaribAN
Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: OYUN VE EGLENCE DEGIL BU DUNYA

Mesaj gönderen Ahmed »

ALLAH'ın (CC) Rahmeti Üzerinize Olsun!
Dedim ya daha çok şey yazmak istiyorum amma lafı da fazla uzatmamak lazım bu meydanda. Simurg kardeşimizin dediği gibi "Söz bizim haddimiz değildi, maksat ve niyetimiz hayr idi" ...

Derdinize derman değildi sözlerim
Işığınız açıktı, bakmadan geçemedim
Gördüm pak gönlünüzü, çözüldü dizlerim
Kan ve gül, bir damla düşer, gülerim...


ALLAH'a (CC) Emanet Olun! Sevgi ve Muhabbette Kalın Muhammedi Canlar!
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: OYUN VE EGLENCE DEGIL BU DUNYA

Mesaj gönderen hamdolsun »

(: ooooff off muhammedi sofra kurulmuş gene, ben doydum elhamdülillahh

bu konuya yazma girişimleirnde bulundum ama yazdıklarımı beğenmeyip göndermedim meğerse doyup elhamdülillah demek varmışş bize elhamdülillah dedirten Allaha hamdolsun

Ah muhammedicanlar çok hoşsunuz Allah için birbirni seven, birbirinde
-BİR-ini seven canlar selam olsun

şimdi hintli amcayla ilğili düşüncelerim şöyleki nerden hüzün keder gamlanma efkar var kendimi görür gibi olurum diyor ya insana dair olan hiç bir şey bana YABANCI değil.

En güzel nesnenin perde arkasında en gizli şey beklemekte gibi sanki. Benim sözüm ona harika , neşedolu günlerim beni bu nahoş tatsız görüşü sindirmeye yada ona karşı çıkmaya hazırlamadı. Fakat ben onları gerçek renkleri ile görmeye zorlandım, acılar benim için diğer bir seçenek bırakmadılar.
Benim tek dayanağım, etrafımda ve bende olan acı ve elemdir.
Herkes takip ettiği eğlence nesnelerinde aradığını bulsun .

bende bu nesnelerin elemi hususunda ömer lütfü mete abimin kızlarının saçını tarıyarak büyüttüğünü duyduğumda içsel sorgulamay girdim nedir tarak ? ne işe yarar? varlıktaki yeri ? Demekki muhammedi canlar her nesneyi ''sevgi'' ederler.
Şimdi bu hintli amcayla yüzyüze konuşmak vardı
ben amcaya çay demler önce çay hakkında mülahazaya girmek isterdim çay içen var mı diye yazdığımda duyduğum şu güzel cevabı anlatmak isterdim içmeyen olur mu? Getir, alnından öpeyim şu bardağın, getir de belinden kavrayım...işte varlıktaki nesneleri ''YA LATİF''in kapsına dayandırınca insan zevkten dört köşe oluyor artık kapı içerisini akıllar tahayyül ede dursun
anlatmak isterdim müzeyyen senar münir nurettin pelin uyaniker dinleyip EFKARDAN bile zevk alırdık bizim musikimizde derin bir hüzün var ama hint müziği çok hareketli heralde o topraklarda ters tepiyor

ama internetten iletişim çok zor oluyor yüzündeki ifadeyi göremiyorsun anlayamıyorsun
ifade etmekte zorlandım kelimelerim kaybolmuş gibi gidip biraz çay içmem lazım şimdi dü cihanlıyız biz duygularımızda çift hüzün de var huzurda ben en azından Rabbinin kötü kulu olrak ağlatıpta güldürmediğini hiç görmedim kendi azmış nefis dairemde bile
Bu yazıyı gördüğümden beri bu hintli amcamızada dua ediyorum ''YA Rab sen kullarını teskin eyle''
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: OYUN VE EGLENCE DEGIL BU DUNYA

Mesaj gönderen gullale »

simurg yazdı:Resim
Nikos Kazancakis’in “ALLAH’ın Garibi adlı romanında
şu aşağıdaki cümle çok düşündürücüydü benim için,

“Ne uzun yoldu değil mi sende ayak, kemik bırakmayan?.
Hem o yolu ayakları olanlar değil kalbine ayak takanlar yürüyebilirlerdi değil mi?!”


Hemen her işittiğimizi alıp kendi adımlarımıza dayanak ederken
yolu nasıl gideceğimizi bilmediğimiz halde
ayakta durmamızı sağlayan cümlelerden birisi işte.

Ne çok düşüp kaldığımı, ne çok yeniden ayağa kalkmam gerektiğini artık hatırlamıyorum bile,

Ve yeniden düşmelere ve yeniden ayağa kalkmalara öylesine alışmışım ki,
artık sıradan bir döngü haline gelmesi beni şaşırtmıyor,

Kendimden başkalarına da bakmaya çalıştığımda da aynı şeyi görmek te beni artık şaşırtmıyor,

Bu seyrin tabiatı bu anladım.
Devamlı aynı halde bulunmak,
devamlı yukarıya seyretmek diye bir durum söz konusu değil sanırım.

Bir kere hayata gelmişse insan,
her ne istikamette olursa olsun,
yolu inişler çıkışlar, hızlı ve yavaş yürümelerle geçecek,
Her bir aşama binlerce imtihan,
her adımda binlerden fazla sınanma,
her nefeste yeniden bir ahitleşme,
her kalb atışında yepyeni bir mana kabuğuna dokunma,
işte bütün düşünmelerimde hep bu sıraladıklarım yeniden yeniden gözümün önünde deveran ediyor.
Bu deneyimlerimden sonra,
Öğrendiğim en önemli şeyi söylemem gerekirse o da şu olur sanırım,

Ağzımdan çıkan, hatta henüz aklıma gelen bir şeyi
karşımda bir imtihan olarak bulmam meselesi.

Bir hüzünlü zamanlarımda,
“bu düşkün halimi seçmemiştim ben, nasılda gözden düştüm, bunu hak etmiş olamam”, dediğimde;

-“Aaa sen buna düşkünlük mü diyorsun, o halde gözden düşmeyi henüz tanımamışsın, amma bu söylediğin bir talep sayılabilir, ve sen bu şikayet ettiğinin hakikati ile yüzleşmelisin ki, anlayabilesin……”

Tarzında bir sanma işitme yaşamıştım,
ve sonrasında da uzun bir anlamalar ve öğrenmeler döneminden geçmiştim.
Artık halimden şikayet etmemeyi,
edersem nasıl da yeniden kendime bir imtihan seçmiş olacağımı öğrenmiştim.
Bu ise susmaya,
sessiz soluksuz kalmaya,
uflayıp puflamadan rıza gösterme gayretinde olmaya yöneltiyor beni,

İnanın susmak ve şikayet etmemeye çalışmak, denenmekten daha kolay..
“Şu yazdığım cümle de karşıma
(aaa acaba denenmekten daha kolay olan şeyi sen hiç biliyor musun?)

imtihanı olarak çıkar diye çook korktum şu an.
Allah c.c. muhafaza buyursun inşaallah ve amin.

Devamlı kendimi ip üzerinden düşmeden yürümesi gereken birisi gibi,
kontroller ile denetleme gayretindeyim.
Her kelime, hatta harf bir iz demek çünkü,
Ve her izinde bir gölgesi (izdüşümü) var.
Hani bir ara forumda kelebek etkisi başlıklı bir yazı vardı,
O yazının bir izdüşümü olarak algılamaya çalışın her şeyi olur mu,

Alıp verdiğimiz nefesin yönü, havanın hangi duygu eşliğinde bize nefes olduğu,
O soluduğumuz hava ile ne ile meşgul olduğumuz,
bunlar çok önemli ama bir o kadar da çook kaba kontroller bile sayılabilir aslında..

Kimbilir daha ne derece ileri aşamaları vardır da şimdilik anlayamıyorum,
Anlamam gerekenlerin hayrlar ile öğretilmesi için çook duacıyım.

nur-ye kardeşim bana bir keresinde,
“soğanın kabuğunu misal alsan”demişti,

Şimdi bu kabuklar ve kabuklardan soyulmalar meselesi ile yeni bir gözlükle seyrediyorum mânâları,
Bugün dünya dediğimiz taşküreyi ele alalım mesela,
Dünya güneşin etrafında ve
kendisine yazılmış bir kader olan yörüngesinde,
kendisi etrafında da dönerken,
Rotasından sapmama sadakati,
ve bir an bile durmama teslimiyet,gayret ve samimiyeti ile

Başını 23 derecelik bir tevazu ile eğiyor.
Bu tevazusu ile bir kuzey yarımküresini,
bir güney yarımküresini güneşe çeviriyor.
Ve bunun neticesinde dört mevsim sırası ile hayat buluyor,
Dimdik bir konum alıp, burnunu dikip, tevazu eder gibi eğik olma halini bir kenara bıraksaydı,

Heryer tek bir soğuk mevsime mahkum olacaktı,
ve her tarafından kibir buzları sarkan bir nesne durumunda kalacaktı.

Bu durum da da erime nasıl gerçekleşecek, madenin akışkanlığı nasıl gerçekleşecek, değişen haller, adımlar ve döngüler nasıl oluşacaktı.

Kuran-ı kerim de her şeyden bir ibret almamız öğütleniyor,
ve bir de hala düşünüp düşünmediğimiz soruluyor.

İşte bu ayet-i kerimelere tabii olmak derdi ile düşünmelerimiz eksik fazla, doğru yanlış,
Bizi böyle devindiriyor.
Ne kadar öğrenirsek o derece fazla ve ince mana denizlerine sızabiliyoruz,
Yoksa haddimizi aşma hali ile,
kaba ve yetersiz bilgisizliğimizle yerimizde sayıp yorulduğumuzla kalıyoruz,

Dünyanın tabakalar halinde olduğunu öğrendiğimden bu yana,
bütün maddenin ve kainatın tabakalardan oluştuğu resmine bakmaya çalışıyorum,
İç içe girmiş, biribirinin üzerine sarılmış sonsuza uzanan tabakalar,
içeriye ve dışarıya ne kadar gidilirse gidilsin sonu gelmeyecek bir halde hemde..
Ve duygular dahi bir soğan gibi kabuklar halinde belki,
her insanda sıralaması değişen terkib kabukları halinde bir yumak durumunda,
herkesin şifresi ve anahtarı farklı,
Bu sebeple herkesin imtihanı da çook farklı,
biribirine benzemeyen uymayan şekilde.

Esmalar da sayısız terkib kombinasyonları ile sarmal küreler halinde dir belki,
bilmiyorum bunu önce öğrenmem sonra düşünerek peşine düşmem lazım,
Hayrlar ile öğretilsin inşaallah.

Birde bir hikayecik anlatmak istiyorum,
şu an hatırıma geldi (getirildi) söylemek belki yerindedir.

Bazen unutturulan bir şeyi ısrarla hatırlayıp yazmaya çalışmak hatasını yapıyorum,
şimdi ise inşaallah yerinde bir anlatmadır diye dua ederek yazacağım.

Birgün Hz. İsa a.s. bütün gücüyle koşuyormuş,
kendisine tâbi olan birisi de bakmış ki bu koşma tuhaftır peşine takılmış,

-Duuur! nereye koşuyorsun, bekleee
Hz. İsa a.s. hiiç durmadan koşmaya devam ediyormuş,
ama şöyle de sesleniyormuş,
-Bırak beni, ben kaçıyorum.

Diğer kişi;
-Neden kaçıyorsun, söylemeden bırakmam peşini

Hz. İsa a.s. ;
-Bırak beni, ben ahmaktan kaçıyorum, demiş.

Diğer kişi;
- Yahuu sen ki ölüye nefes edersin, avının peşindeki aslan gibi topraktan fırlar,
köre nefes edersin görmeyen gözler görür olur,
bir nefes et kurtul, ne diye kaçıyorsun?

Hz.İsa a.s. ;
- O dediğin doğrudur, nefes edince ölü diriliyor,
dağa taşa okuduğum ismi azam ile taşın bağrı yumuşuyor,
lâkin buna hiçbir şey fayda etmiyor,
kaçmaktan başka çare yok.


Canım Hocam Kulihvani
"kişi gördüğü bir hadiseden ibret almıyorsa, akılsızdır,
kendi başına gelenden ibret almıyor ise ahmaktır..." demişti..

Bu sözü hal etmeye çalışırken öğrendiğim bir hikayecikti bu,
sizlerede aktardım inşaallah.

Allah'ü Zü'l- Celâli Vel İkram hepimizi haddimizi aşmaktan,
başına gelenden ibret almamaktan,
her türlü şerden, belâdan, nefsi ve zahiri bütün afetlerden,
muhafaza ve emin kılsın inşaallah.

Söz bizim haddimiz değil ya, maksat ve niyetimiz hayr idi,
böyle muamele görürüz inşaallah.

Es Selâm
ResimSimurgum, OYa kardeşim, her kelimesi, her cümlesi nakış misali yüreğine, yüreğinden, yüreğinle işlenmiş yazıların yüreğime sarmalanmakta... HAYYatı böylesine muhteşem OKUmak, ÂNlamak, YAŞAmak nâdir yüreklerin işi...
Gerçek olanı GÖRmen, DUYman AKLetmen OL-ANın bir OYun ve OYalanma OLmadığını her nefesin her sesin her sat(d)ırın İZlendiğini İŞlendiğini İÇlendiğini ÂNlamak kaça nasîb olmuştur...

Gariban yazdı: Hocamız Kul İhvani der ya, "biz cennetin aşını cehennemin ateşinde pişiririz". Hocamızın bu sözünü ve daha bir çok değişik sözlerini çile çölünün yolcularına ingilizce ulaştırmak bizim bu hasbi ve habibi hizmet kervanında bir görevimiz oldu. Ve hamdolsun bunu bir çok insana ulaştırabildik. Kenan Rifai (k.s)'nin 'SOHBETLER' isimli bir kitabı var idi, bu kitabı okuduğum da bu kitabın içinde bir bölümde şöyle diyor du: "İki lağımcı arkadaş bir biri ile konuşuyorlarken birincisi diğer arkadaşına: Bugün falanca ton pislik attık , ne güzel değil mi?"

Es-Selam ve Sevgiyle
GaribAN
ResimBaşı dumanlı dağlar gibi yüreği dumanlı kardeşim Barboros, "lehvun ve laibun" neresinden baksan oradan tutuşturur paçanı...
Dünyâ HAYYatının "BOŞ" "HAYAL" "GEL-GEÇ" OLmadığını ÂNlamak kadar yürekten birşey var mı? Bunu ÂNlamak demek cehennemin göbeğinde cennet sofraları kurmak demek...
Kulihvâni büyüğümüzün SÎNelerimize SALLdığı ÖZlü KÖKlerden BİRi de bu senin zikrettiğin KÖZlü SÖZü;


" SEKİZ CENNETİMİN AŞK AŞINI YEDİ CEHENNEMİMİN ATEŞİNDE PİŞİRDİM...!"

CeNNetimiz CeheNNeMimiz kucak kucağa BİZim. İbrâhimîyiz Hanifleriz el-hamdu lillah!
RABBi'l-Âlemîn'in işleri; kolayı zorla, nârı nûrla, izzeti zilletle ikrâmı celâl ile ...


"ALLAHu nûru's-semâvâti ve'l-ardi" (Nur 35)
"...ve kânallâhu bikulli şey'in muhîtâ" (Nisa 126)

Dünyâ Âlemi, lehvun ve laibun değil, bilâkis ALLAHu Teâlâ'nın ez-ZÂHİR esmâsının; mazhar, masdar, membağ, menşei ve merci' mahşeridir BİZe.

ez-ZÂHİR'den geçmeyen ÂNlayış odağımız olan AKL, el-BÂTINu el-EVVELu el-ÂHİRU'yu BİLemez, BULamaz, OLamaz ve YAŞAyamaz...
Zâhiren BİLmek; Bâtinen BULmayı, Evvelen OLmayı ve Âhiren YAŞAmayı MuhaMMedî tekâmül ile, bile getirir âcizâne...

acakir77 yazdı:Selamün Aleyküm Gariban Kardeşim.

Aradan geçen bir kaç yıldan sonra bilmem bir hayır dua aldım, bilmem yazılan buydu en iyisini Cenab-ı ALLAH bilir, tekrar düzenli namaz kılıp ibadetlerimi itinayla yerine getirmeye başlamıştım. Bir yandan da yeni Ben ile tekrar irtibat kurmuş nerede olduğunu soruyordum. Derman hocamızın Allah Dostu Der ki 1-2-3-4-5 serisini ve diğer kaynakları tekrar okumaya başladım. Bir yandan da sitemizden sohbetlerini indirip müsait olduğumda hemen dinlemeye koyuluyordum. Bu sefer biraz daha bilinçli, biraz daha tedbirli idim. Bu arada sitenizle ve buradaki siz değerli kardeşlerimle karşılaştım. Hergün buralara uğrar bir Derman Hocamdan, Şeyh Bawa Muhyiddin'den, Kulihvani Hocamızdan ve siz diğer kardeşlerimizin yazdıklarından okumazsam rahat uyuyamaz hale gelmiştim. Hala böyleyim ya neyse, değişen neydi peki ? Yeni Ben'i mi bulmuştum ? Hayır. Binlerce sorumdan sadece bir kaç sorunun cevabını artık daha rahat verebiliyordum, o kadar. Bunlardan biri ve en önemlisi burada da sık sık vurgulanan bilgi sahibi değil hal sahibi olmanın ne kadar değerli olduğu ve bildiklerinin ancak uygulayabiliyorsan bir önemi olduğunu anladım. Acziyetimi, her şeyin aslında kimin elinde olduğunu, kısmen de olsa "La havle vela kuvette illa Billah" ın ne demek olduğunu, girdiğim bu YOLun daha başında olduğumu, YOLun sonunun görünmeyip aksine sonsuz ve sınırsız olduğunu, içimdeki taşın aslında eskiden yanmış bir odun kömürü olduğunu, biraz ateş görünce korlaşmaya başladığını, sabredersem ve istikametten ayrılmazsam ateşin eninde sonunda Ben'i bulacağını-yakacağını, karınca gibi ulaşamasam bile en azından bu yolda ölebileceğimi, Müddessir süresi 55 ve 56ncı ayetlerinin "Dileyen onu düşünür. Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O'dur, bağışlayacak da."

Daha yazmak istediğim çok şey var ama lafı fazla dolaştırdım, belki de başınızı ağrıttım . Sorunuza cevap olmadı biliyorum ama ben de en azından dertleşmiş oldum kendimce.

Son olarak antik çağ düşünürü Epiktetosun bir yorumu aslında şu anki halimi kabullenişime ışık tutuyor:
"Başaklar niye sürer? Yetişmek ve sonra yetişince biçilmek için değil mi? Zira onları mukaddes şeylermiş gibi sapları üzerinde bırakmazlar. Eğer başakların duyguları olsaydı biçilmemeyi bir felaket sayacaklardı. İnsanlar içinde bu böyledir. Ölmemek insanlar için bir felakettir. Başak için sararıp olgunlaşmamak ve biçilmemek ne ise Adem oğlu içinde ölmemek odur."

Cenab-ı ALLAH cümlemize Kur'an-ı Kerim ve Rasullah (SAV) sünnetleri ışığında-yolunda OLmayı nasip eyler İnşallah!

Muhammedi Muhabbetlerimle ! Allah'a (cc) emanet olun...

acakir77 yazdı:ALLAH'ın (CC) Rahmeti Üzerinize Olsun!
Dedim ya daha çok şey yazmak istiyorum amma lafı da fazla uzatmamak lazım bu meydanda. Simurg kardeşimizin dediği gibi "Söz bizim haddimiz değildi, maksat ve niyetimiz hayr idi" ...

Derdinize derman değildi sözlerim
Işığınız açıktı, bakmadan geçemedim
Gördüm pak gönlünüzü, çözüldü dizlerim
Kan ve gül, bir damla düşer, gülerim...


ALLAH'a (CC) Emânet Olun! Sevgi ve Muhabbette Kalın Muhammedi Canlar!
ResimYazıları mânâ güzellikleriyle dolu acakir77 kardeşim, seyr u sülûkunuzu anlattığınız yazınızın sonunu bağladığınız Epiktetosun veciz sözü ile Murâdullaha nazar kılışınız mubârek ola... Derman Doktorumuzun hiMMet ELi taşa deymesin de yarılıp SUlar fışkırmasın...
hamdolsun yazdı:(: ooooff off muhammedi sofra kurulmuş gene, ben doydum elhamdülillahh

bu konuya yazma girişimlerinde bulundum ama yazdıklarımı beğenmeyip göndermedim meğerse doyup elhamdülillah demek varmışş bize elhamdülillah dedirten Allaha hamdolsun

Ah muhammedicanlar çok hoşsunuz Allah için birbirni seven, birbirinde
-BİR-ini seven canlar selam olsun

şimdi hintli amcayla ilğili düşüncelerim şöyleki nerden hüzün keder gamlanma efkar var kendimi görür gibi olurum diyor ya insana dair olan hiç bir şey bana YABANCI değil.

En güzel nesnenin perde arkasında en gizli şey beklemekte gibi sanki. Benim sözüm ona harika , neşedolu günlerim beni bu nahoş tatsız görüşü sindirmeye yada ona karşı çıkmaya hazırlamadı. Fakat ben onları gerçek renkleri ile görmeye zorlandım, acılar benim için diğer bir seçenek bırakmadılar.
Benim tek dayanağım, etrafımda ve bende olan acı ve elemdir.
Herkes takip ettiği eğlence nesnelerinde aradığını bulsun .

bende bu nesnelerin elemi hususunda ömer lütfü mete abimin kızlarının saçını tarıyarak büyüttüğünü duyduğumda içsel sorgulamay girdim nedir tarak ? ne işe yarar? varlıktaki yeri ? Demekki muhammedi canlar her nesneyi ''sevgi'' ederler.
Şimdi bu hintli amcayla yüzyüze konuşmak vardı
ben amcaya çay demler önce çay hakkında mülahazaya girmek isterdim çay içen var mı diye yazdığımda duyduğum şu güzel cevabı anlatmak isterdim içmeyen olur mu? Getir, alnından öpeyim şu bardağın, getir de belinden kavrayım...işte varlıktaki nesneleri ''YA LATİF''in kapsına dayandırınca insan zevkten dört köşe oluyor artık kapı içerisini akıllar tahayyül ede dursun
anlatmak isterdim müzeyyen senar münir nurettin pelin uyaniker dinleyip EFKARDAN bile zevk alırdık bizim musikimizde derin bir hüzün var ama hint müziği çok hareketli heralde o topraklarda ters tepiyor

ama internetten iletişim çok zor oluyor yüzündeki ifadeyi göremiyorsun anlayamıyorsun
ifade etmekte zorlandım kelimelerim kaybolmuş gibi gidip biraz çay içmem lazım şimdi dü cihanlıyız biz duygularımızda çift hüzün de var huzurda ben en azından Rabbinin kötü kulu olrak ağlatıpta güldürmediğini hiç görmedim kendi azmış nefis dairemde bile
Bu yazıyı gördüğümden beri bu hintli amcamızada dua ediyorum ''YA Rab sen kullarını teskin eyle''

Resim
Gönlüme "hamdolsun" u neşeyle, sevgiyle hatıra eden hamdolsun kardeşim, İÇimizde dâim MuhaMMedî GÜLler açtırmaktasın RABBim seni EL üstünde EL ile tuta in şâe ALLAH!

RABBimin bereketli ihsânıyla SUlanmış GÜL kokulu yüreklerinizdeki haBBelerin filiz verişine hayranlık ile gıpta etmekteyim. BİZ DUÂsı İÇinde es-SELÂM ola MuhaMMedîNûr sâkinlerine...


Resim
Resim
Cevapla

“►İbretlikler◄” sayfasına dön