PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Resulullah (s.a.v)'in, Mümin Bir Kimseden Yüz Çevirip Suratını Asması Üzerine Gelen İkaz:
Bu da, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"Yanına kör bir kimse geldi diye (Peygamber, ondan) yüzünü asıp (müşriklere doğru) çevirdi. (Ey Muhammed) Ne bilirsin, belki de O arınacak yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti. " (Abese: 80/1-4).
Peygamberlerden masiyetin meydana gelebileceğini ve onlar için masumiyetin vacip olmadığını iddia eden kimseler, bu ayetin zahirine sarılmaktadırlar. Böyle bir iddia, ayetin doğru anlamını idrak edememekten ve anlayamamaktan kaynaklanan bir hatadır. Ayetin iniş sebebi; Resulullah (s.a.v)'in masiyet işlemediğini, yalnızca evla olana ve en mükemmel olana muhalefet ettiğini göstermektedir. Resulullah (s.a.v)'de, evla olanı ve en mükemmel olanı terkettiğinden dolayı Yüce Allah Ona, en mükemmel olanı ve en üstün olanı yani müşrikleri bırakıp bir Müslümana tebliğ etmesi gerektiğini haber vermektedir.
İbn Cerîr et-Taberî, Abdullah ibn Abbas (r.anhüma)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Bir ara Resulullah (s.a.v), müşriklerin ileri gelenlerinden olan Utbe b. Rebia, Ebu Cehil b. Hişam ve Abbas b. Muttalib'i İslama davet ettiği bir sırada -zira onların İslama girmeleri hususunda fazlaca ilgi gösteriyor ve inanmalarını çok arzuluyordu ki- yürüyerek Resulullah (s.a.v)'e Abdullah ibn Ümmü Mektum denilen kör bir adam geldi. Resulullah (s.a.v) ise müşriklerin ileri gelenlerini İslama davet etmekle meşguldü. Abdullah ibn Ümmü Mektum, Resulullah (s.a.v)'e, kendisi için Kur'an'dan bir ayet okumasını isteyerek:
- 'Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın sana öğrettiğinden bana da öğret' der ve isteğinde ısrarlı davranır. Resulullah (s.a.v), müşriklerin ileri gelenlerine anlattığı konunun kesilmesini istemez ve ondan surat asıp yüz çevirir ve onun bu şekilde konuşmasını hoş karşılamaz. Ve diğerlerine yönelerek kaldığı yerden konuşmasına devam eder. Bunun üzerine Yüce, Allah 'Yanına kör bir kimse geldi diye yüzünü asıp çevirdi' (Abese: 80/1-2) ayetlerini indirir. Onun hakkında bu vahyin inmesinden sonra Hz. Peygamber (s.a.v) Abdullah ibn Ümmü Mektum'a fazlaca ilgi göstermiş ve onunla konuşmaya yönelerek, 'Bir ihtiyacın var mı? Bir şey istiyor musun?' dedi.
İbn Cerîr derki: "Yüce Allah, kör kimsenin adını, fazla gereksinim duymadığından dolayı, üstü kapalı olarak anmıştır. Sanki burada Hz. Peygamber (s.a.v)'in, onun kör olmasından dolayı yüz çevirdiği söylememektedir. Bu davranışın aksine Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, kör olan Abdullah'a; sevgi ve şefkat göstermesi, ona (sıcak bir şekilde) yaklaşması ve ona hoş geldin demesi gerekirdi."[130]
Ayetin iniş sebebinden anlaşıldığı gibi; Resulullah (s.a.v), Kureyş'in ileri gelenlerini İslam'a davet etmekle meşguldü. Bunların peşlerinden gelenler de Müslüman olur ümidiyle, onların Müslüman olmasını çok arzuluyordu. Bundan dolayı da Resulullah (s.a.v), yanında bulunan Kureyş'in ileri gelenleriyle meşgul olduğu bir sırada, kör olan Abdullah ibn Ümmü Mektum (r.a) yanına gelerek: 'Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın sana öğrettiğinden bana da öğret' dedi. Resulullah (s.av.) ise onun bu isteğine o sırada cevap vermekten kaçındı. Çünkü Resulullah (s.a.v)'e göre; Kureyş'in ileri gelenlerine İslam'ı tebliğ etmesi, bu şahsın isteğinden daha önemli ve daha büyüktü. Bunun üzerine Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)'i kınadı ve onun için; en üstün olanın ve en iyi olanın, kendisine gelen o kör adamın isteğine cevap vermesi gerektiğini bildirdi.
Fahreddin er-Râzî ise bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Peygamberlerden günahın meydana geleceğini söyleyenler, bu ayeti delil tutarak; Yüce Allah'ın, bu yaptığından dolayı Hz. Peygamber (s.a.v)'i kınaması, o fiilin masiyet olduğunu gösterir dediler. Bu iddia, gerçekten ve hakikatten uzak ve kuru bir iddiadır. Biz, bunun; (önceden) tayin edilmiş bir takdiri ilahi olduğunu daha önce açıklamıştık. Şu kadar var ki; Hz. Peygamber (s.a.v)'in. tek tarafa ilgi göstermesi, zenginleri, fakirlere tercih ettiği zanını uyandırıyor. Böyle bir davranış ise,
Hz. Peygamber (s.a.v)'in kişiliğine ve yapısına uygun düşmez. Bu taktirde bu davranış, ihtiyatı terk ve daha üstün olanı bırakma şeklindeki bir davranış olur ki, bu, suç ve günah anlamını taşımaz."[131]
İbn Hazm ise, -bu ayete tutunarak Peygamberlerden günahın meydana geleceğini söyleyenlere- şöyle cevap vermiştir: 'Yüce Allah'ın, 'Yanına kör bir kimse geldi diye yüzünü asıp çevirdi.' (Abese: 80/1-2) ayetlerine gelince ise; 'Resulullah (s.a.v)'in yanına Kureyş'in bazı ileri gelenleri oturmuştu. Resulullah (s.a.v)'de, onlara, İslam'ı tebliğ ediyordu. Çünkü Resulullah (s.a.v), onların Müslüman olmasını çok arzuluyordu. Zira bunlar Müslüman oldukları taktirde Kureyş'ten bir çok kimsenin Müslüman olacağını ve böylece İslam Dininin, daha iyi yayılacağını biliyordu. Bunu yanı sıra kendisinin yanında beklemekte olan bu kör kimsenin; kendisinden, dini konularda bir şeyler sorduğunda -ona cevap vermediği taktirde- onun çekip gitmeyeceğini bildiğinden ve ondan daha önemli iyi bir işin gitmesinden korktuğundan dolayı onunla meşgul olmadı. Zira onun çekip gitmesinden korkmuyordu. Çünkü o şahıs, mümin bir kimseydi. Biraz daha bekleyebilirdi... Görünüşteki bu tavır, din konusunda yani onların Müslüman olmalarının İslam'a daha faydalı olacağı kaygısındandı. Kur'an'ın muzaffer olmasındaki bu gayret, sadece işin dış görünüşündeydi. Allah'a daha iyi yaklaşmak gayesiyle, eğer bugün bizden birisi, Resulullah (s.a.v)'in yaptığını yapsa elbette sevap kazanır. Ama Yüce Allah, Resulullah (s.av.)'i; kendi katında faziletli, iyi ve takvalı olan bu kör kimsenin isteğini kabul etmesi, müşrikleri İslam'a davet etmesinden daha üstün olmasından dolayı onu kınamıştır. [132]
[130] İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, 30/51.
[131] Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 31/55.
[132] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 188-191.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Resulullah (s.a.v)'in Müşriklere Meyletmesine Dair Gelen İkaz:
Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"Az kalsın daha vahyettiğimiz (emir ve yasaklarımızdan vb. şeyler)den, (sana söylemediğimiz sözleri) bize karşı uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman (onların istediklerini yerine getirecek olursan) seni dost edineceklerdi. (O vakit sen, onların dostu olur, benim dostluğumdan dışarı çıkardın). Eğer seni korumamış olsaydık, az daha onlar(ın tuzak ve hilelerine meyledecektin. Ve O zaman (onlara az miktarda meyledecek olsaydın), Biz de sana (dünya ve ahiret) hayatının kat kat azabını ve ölümün de kat kat azabını tattırırdik."[133]
Bu ayeti kerimeler, dış görünüşü itibariyle, Resulullah (s.a.v)'in müşriklerle uyuşmaya dair yaklaştığını ve onlara meylettiğini göstermektedir. Halbuki böyle bir şey, vahyi tebliğ etme konusunda büyük bir günahtır. Zannedildiği gibi böyle bir şey, kesinlikle Resulullah (s.a.v)'den meydana gelmemiştir. Zaten bu ayetin inişi hakkında şöyle bir rivayet vardır:
"Taif de bulunan Sakif kabilesi Resululîah (s.a.v)'e gelerek; 'Araplara karşı övünebileceğimiz üç özelliği bize vermedikçe senin dinine girmeyiz. Bunlar ise zekat, cihad ve namaz olup bize farz olmayacaktır. Bir de, bizim taptığımız her put, bizim için çok önemlidir. Bundan dolayı taptığımız her put bizce kutsaldır. Putlarımıza üç yıl daha tapmamıza dair izin ver. Buna göre diğer kabilelere vermediğin bu özellikleri bize vermelisin. Eğer Arap kabileleri, sana: 'Niçin onlara (putlarına tapmalarına dair) izin verdin?' derlerse, 'Yüce Allah bana böyle emretti dersin' dediler. Zira bu kabile, Resulullah (s.a.v)'den istedikleri bu özellikleri kendilerine vermesini çok arzuluyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah,
"Az kalsın daha vahyettiğimiz (emir ve yasaklarımızdan vb. şeyler)den, (sana söylemediğimiz sözleri) bize karşı uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi. 0 zaman (onların istediklerini yerine getirecek olursan) seni dost edineceklerdi. (0 vakit sen, onların dostu olur, benim dostluğumdan dışarı çıkardın). Eğer seni korumamış olsaydık, az da olsa onlar(ın tuzak ve hilelerin)e meyledecektin. Ve 0 zaman (onlara az miktarda meyledecek olsaydın), Biz de sana (dünya ve ahiret) hayatının kat kat azabını ve ölümün de kat kat azabını tattırırdık. " (İsra': 17/ 73- 74) ayetlerini indirmiştir.
Görüldüğü gibi bu kabilenin temsilcileri[134], Resulullah (s.a.v)'e bir teklif sundular. Resulullah (s.a.v)'inde bu teklifi kabul etmesini arzuladılar. Ama Resululîah (s.a.v) onların bu tekliflerini kabul etmedi. Çünkü Resulullah (s.a.v), onların batıl isteklerini kabul etmekten ve bozguncu arzularında, onlara uymaktan uzaktır.
İbn Kesîr (rh.a.) konuyla ilgili olarak şöyle der:
"Yüce Allah Resulullah (s.a.v)'i desteklediğini, hak üzerinde sabit kıldığını, zarar verebilecek kimselerin kötülüğünden ve azgınların hilesinden koruduğunu ve uzak tuttuğunu, Onun işlerini kendisinin yönettiğini ve Ona yardımı kendisinin üstlendiğini, yarattıklarından hiç bir kimseye Onu bırakmadığını, aksine onu; velisinin, koruyucusunun, yardımcısının, destekleyicisinin, galip getiricisinin kendisi olduğunu ve Onun dinini Ona düşmanlık edenlere üstün kılacağını, Ona karşı çıkıp reddedenlere galip getireceğini, dünyanın doğusunda ve batısında Onu muzaffer kılacağını haber vermektedir."[135]
[133] isrâ: 17/73-74.
[134] Bu olay, Hudeybiye barış anlaşmasından sonra gerçekleşmiştir. Rivayette de görüldüğü üzere,, bu kavmin temsilcileri, müslüman olmak için Medine'ye gelmişlerdi, (ç)
[135] ibn Kesîr, Tefsirii'l-Kur-ani'l-Azim. 3/48.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 192-193.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Resulullah (s.a.v)'in, Müşriklere ve Kafirlere Meylettiği Hakkında Gelen İkaz
Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"Ey Peygamber! Allah'tan sakın (ve takva üzere sebat et) ve kafirler ile münafıklara da itaat etme! Doğrusu Allah, Hakim 'dir ve Alim'dir. Rabbinden sana vahyolunana uy! Doğrusu (sana vahyeden) Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır."[136]
Görüldüğü üzere bu ayeti kerimeler, Resulullah (s.a.v)'den bir günahın meydana geldiğini göstermez. Ancak bu ayet, Resulullah (s.a.v)'in şahsında komutanlara, ileri gelen kimselere yönelmiş ve özellikle de ümmete yapılmış bir hitaptır. Bu ayetle kast edilen, Resulullah (s,a.v)'in ümmetidir. Bu, tıpkı bir hükümdarın, ordu komutanına: "Düşmanlarına müsamaha gösterme! Onlarla kendi hükmüne boyun eğdirinceye kadar ve emrine bağlayıncaya kadar savaş! Çocukları, kadınları ve yaşlı kimseleri öldürme! Onların önünde korktuğunu ve çekindiğini açıklama!... şeklinde söylediği söze benzer. Görüldüğü üzere hükümdar, komutanına hitap etmektedir. Komutanla kastedilen ise, onunla birlikte bulunan askerlerdir. Bu delilde de görüldüğü üzere "hitap" ile kastedilen, Resulullah (s.a.v)'in şahsında bütün ümmettir. Resulullah (s.a.v)'in şahsı değildir. Zaten Yüce Allah konuyla ilgili ayetleri, "Allah 'yaptıklarınızdan haberdar olandır" (Ahzab: 33/2) -görüldüğü üzere- hep çoğul siğasıyla bitirmiştir. Bu da, hitabın; Resulullah (s.a.v)'e değil, onun şahsında bütün ümmetedir. Buna bir örnek ise Yüce Allah'ın, Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda onları, 'iddetlerini' gözeterek boşayın ve iddeti sayın..." [137]sözüdür. İşte bu da, Resulullah (s.a.v)'in şahsında bütün ümmete yapılmış bir hitaptır. Bununla birlikte biz, hitabı sadece Resulullah (sa.v)'e yüklediğimizde dahi onun, kafirlere ve münafıklara itaat etmek suretiyle meylettiğini ve Yüce Allah, ona, onlardan sakınmasını emredinceye kadar masiyet ve günah işlediğini göstermez. Bu söz, sadece bu konuda olanı ispat etmek için söylenmiştir. Zira Yüce Allah, Resulullah (s.a.v)'e, kafirlerin hilesinden ve münafıkların tuzağından sakınmasını emretmiş ve Ona kafirler ile münafıklardan sakınıp onların sözlerine dalarak tuzaklarına düşmemesine dair onların içlerinde gizlediklerini bildirmiştir.
1. Rivayet edildiğine göre; Ebu Süfyan, İkrime b. Ebi Cehl ve Ebu'l-A'ver es-Sülemi, Resulullah (s.a.v) ile kendileri arasında bir anlaşma yapmak üzere Ona gelerek:
- "İlahlarımıza dil uzatma! Putlara tapan kimselere, onlar, şefaat edecek ve fayda sağlayacak de. Bizde seni Rabbınla baş başa bırakalım demek küstahlığında bulundular. O sırada müşrik olan bu kimselerin bu sözleri, Resulullah (s.a.v)'e ve oradaki müminlere çok ağır geldi. Bunun üzerine orada hazır bulunan Hz. Ömer (r.a):
- "Ey Allah'ın Resulü! izin ver de şunları öldüreyim!" dedi.
Resulullah (s.a.v):
- "Ben, onlara, teminat verdim ey Ömer!" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a):
- "Allah'ın gazabı ve laneti ile buradan çıkın" diye onları kovdu. Daha sonra Resulullah (s.a.v), Hz. Ömer (r.a)'a; bunları, Medine'nin dışına çıkarmasını emretti."
Bu olay üzerine Yüce Allah, bu ayeti kerimeleri indirmiştir.[138]
2. Rivayet edildiğine göre; "(içlerinde Muğire b. Şube ve Şeybe b. Rebia bulunduğu) Mekke halkından bir topluluk, Medine'ye gelerek Resulullah (s.a.v)'e; "Peygamberlik davasından vazgeçtiği taktirde kendisine, mallarının yarısını verecekleri" vaadinde bulundular. Bunun üzerine bu ayeti kerimeler inmiştir.
3. Diğer bir rivayete göre ise: "Medine halkından münafıklar ile Yahudilerin; Resulullah (s.a.v)'e, Peygamberlik davasından vazgeçmediği taktirde Resulullah (s.a.v)'i öldürme tehdidinde bulunmuşlardır. Bunun üzerine bu ayeti kerimeler inmiştir. [139]
[136] Ahzâb: 33/1-2.
[137] Talak: 65/1.
[138] Bu, "el-Lübâb" adlı kitapta zikredilmiştir. Ayrıca Ebu Suııd'un, İrşadu akli selim, 7/ 89 Adlı tefsir kitabına bakılabilir. (Bu olay, Uhud salaşından sonra meydana gelmiştir. 0 sırada daha müşrik olan bu kimseler, savaş sonrası Medine'ye gelip münaüklann lideri Abdullah b. Übey'in evine misafir olmuşlardır. Resulullah (s.a. v)'de, bunların, Abdullah b. Übey ile konuşmalarına eman vermiştir. Daha sonrada, bu konuşma meydana gelmiştir, (ç).
[139] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 194-196.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Resulullah (s.a.v)'in, Kendisine indirilende Şüphe Etmesi Hakkında Gelen İkaz:
Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"Sana indirdiklerimiz (Kur'an ayetlerin)den şüphe ediyorsan, senden önce kitabı (Tevratı, İncili ve Zeburu) okuyanlara, (sana indirdiklerimizin doğru olup olmadıklarını) sor! And olsun ki, Rabbinden (indirilen) hak (vahiy), sana gelmiştir. Doğrusu Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."[140]
Bu ayeti kerime; Resulullah (s.a.v)'in, kendisine inen vahiyde şüphe ettiğini göstermemektedir. Bu ayet sadece "takdir etme" ve" farz etme" üslubunda kullanılmış bir ifadedir. Nitekim böyle bir söz söyleme, olasılığı ve buradaki şüphenin meydana gelmesini olumsuz kılma söz konusu olduğundan dolayı şüphenin takdiri, Arapların adetindendir.
Yine bu, oğluna: "Eğer sen benim oğlumsan, cimri olmazsın" sözündeki gibidir. Bu takdire göre ayetin anlamı: "Ey Muhammed! geçmiş Peygamberlerin -mesela Hz. Nûh, Hz. İbrâhîm gibi- haberlerini sana anlattığımız halde daha hala sen bir şüphe -farz edelim ki veya takdir edelim ki- içindeysen senden önce kitabı yani Tevratı, İncili ve Zeburu okuyan Ehli kitabın alimlerine bunları sor. Çünkü onlar, bu haberleri, sana anlattığımız şekliyle (kesin olarak) bilmektedirler şeklinde olmaktadır. Bundan maksat, Kur'an'm anlattığı geçmiş kıssaları "bilgi" ile tanıtmaktadır. Yoksa Hz. Peygamber (s.a.v)'i, şek ve şüphe ile tanıtma değildir. İşte bundan dolayı Abdullah ibn Abbas (r.anhuma):
"Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v) gözünün ucuyla bile ne şüphe etmiştir ve ne de Ehli kitaptan hiçbirine bunları sormuştur" der.
Rivayet edildiğine göre; bu ayeti kerime indiğinde Resulullah (s.a.v): "Ne şüphe ediyorum ve ne de (bu konuda) soru sorarım" buyurmuştur.[141]
Cemaleddin el-Kasımî, "Mehasinu't- Te'vil" adlı tefsir kitabında konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:
"Bu ayeti kerimeden, Resulullah (s.a.v)'in kendisine inen vahiy konusunda şüphe ettiği anlaşılmaz. Çünkü ayette geçen şart edatının doğruluğu, bu edatın meydana gelmesini gerektirmez. Tıpkı bu, senin: 'Eğer beş tane hanım olsa da eşit şekilde bölünse[142] sözünde anlatmak istediğin gibidir. Bu ayetteki hitabın, Hz. Peygamber (s.a.y)'e yapılmasının anlamında yatan gizlilik ise; delilleri çoğaltmak, bu delilleri güçlendirmek, kesin bilginin kuvvetini ve nefsin mutmainliğini ve gönlün sükunetini artırmak içindir. Yahut ayetin anlamında yatan gizlilik; -anlatıldığı üzere- anlatılan olayı kuvvetlendirmek için delil getirmeye daha önceki kitaplarda geçenleri şahit tutma, -üstelik Kur'an, geçmiş kitaplarda bulunanları tasdik etmektedir- yahut Yüce Allah, müşriklere, üstü kapalı olarak Resulullah (s.a.v)'e indirdiği kıssaların doğruluğundaki bilginin sağlamlığını tanıtmaktadır... Bir rivayete göre ise ayette geçen hitap, Resulullah (s.a.v)'e olup fakat onun dışındakiler yani ümmeti kastedilmiştir. Tıpkı bu, 'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!' deyimindeki meşhur darb-ı mesel gibidir. Buna göre anlam: 'Hz. Peygamber'in lisânı üzere, sana indirdiğimiz de şüphe eden Ey bu ayeti işiten kimse!' şeklinde olmaktadır. Bunu, Yüce Allah'ın, '(Ey Muhammedi): 'Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki, ben, Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam.'de.'(Yûnus: 10/104) ayeti desteklemektedir."[143]
[140] Yûnus: 10/94.
[141] İbn Cerir et-Tabcrî, Camiu'l-Beyan, 11/168.
[142] Şu halde bu söz; ne beşin çift olduğuna, ne de onun eşit olarak bölündüğüne dehlet etmez. Binaenaleyh Burada da bu ayet. bu şüphenin tahakkuk etmesi halinde bu hususta vacip olanın, onun şöyle şöyle yapması olduğuna delalet eder. Ama Resulullah (s.a.v) de, böyle bir şüphenin tahakkuk edip etmediğine gelince, ayette buna dair bir delalet yoktur. (Yukarıda da belirtidiği üzere bu ayet indiğinde Resulullah (s.a.v): "Ne şüphe ediyorum ve ne de soru sorarım" demişti. (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 12/470) (ç).
[143] Cemalettin el-Kasımî, Mehasinut-Tevil, 9/3396.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 196-198.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Resulullah (s.a.v)'in, Müşriklerin İman Etmeleri İçin Mucize Getirmesi Hakkında Gelen İkaz:
Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"Eğer onların (küfürde direnip İslamı kabul etmeyişleri) sana ağır geliyorsa, kendi kendine yerin dibine doğru bir tünel veya göklere çıkacak bir merdiven dayayıp da onlara bambaşka bir mucize getirebilirsen, (hiç durma.) Eğer Allah dileseydi elbette onların hepsini, hidayeti (seçecek bir durum) üzerinde toplardı. O halde sakın (bu gerçeği bilmeyen ve bunun farkına varamayan) bilgisizlerden olma."[144]
Bu ayeti kerime, Resulullah (s.a.v)'in günah işlediğini göstermemektedir. Sadece Yüce Allah, Resulullah (s.a.v)'i yukarıda geçen ayette- ikaz edip uyarmaktadır. Bu, yalnızca bu konuda olanı ispatlamak için söylenmiş bir sözdür. Zira Yüce Allah, burada, Resulullah (s.a.v)'i, müşriklerin yalanlamaları ile ilgili kendisinde meydana gelen üzüntüyü gidermeyi ve müşriklerin içlerinde gizledikleri hakikati Ona bildirmeyi istemektedir. Buna göre eğer Allah'ın elçisi olan Hz. Muhammed (s.a.v), onlara bütün mucizeleri getirse bile onlar, elem verici bir azabı görmedikçe yine de iman etmezler.
Abdullah ibn Abbas (r.anhüma) şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v) bütün insanların iman etmelerini ve insanların hidayet üzere kendisine tabi olmalarını arzulamaktaydı. Bunun üzerine Yüce Allah, Ona, ancak birinci ayette -yani anlatmaya çalıştığımız bu ayet- kendilerinden memnun olduğu kimseler hakkında Allah'tan bir söz sadır olanların iman edeceğini haber vermiştir."[145] İşte bundan dolayı Yüce Allah, bu ayetin ardından şöyle buyurmuştur:
"Ancak (senin davetini kalpleriyle işitip) kulak verenler (bu) daveti kabul ederler. (Kafirler ise işitmezler ve davetini kabul etmezler. Kalpleri) ölmüş olan kimselerin (kalplerini ancak) Allah diriltir..."[146]
Ayette "ölüm" ile kastedilen; iman etmeyen kafirler ile Resulullah (s.a.v)'in getirdiği Hakk Daveti kabul etmeyen kimselerdir.
Bu ayeti kerimede; eğer Resulullah (s.a.v), müşriklerin iman etmeleri için yerin altındaki derinliklerden ve göğün üstündeki yüksekliklerden mucizeler -getirmeye gücü yetseydi, onlara olan şefkatinden ve onların iman etmelerini ümit ettiğinden dolayı mucizeleri getirmesinde ve kavminin Müslüman olmasını çok arzu etmesindeki göstergeyi gizlememe vardır. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! İçinizden, size; sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, iman edenlere şefkatli ve merhametli bir Peygamber gelmiştir."[147]
[144] En'âm: 6/35.
[145] ibn Kesîr, Tefsirü'l-Kur ani'l-Azîm, 2/141.
[146] En'âm: 6/36.
[147] Tevbe: 9/128.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 198-200.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Resulullah (s.a.v)'in, Yanında Bulunan Müminleri Kovmaması Hakkında Gelen İkaz
Bu da, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"Sabah ve akşam Rablerine; sırf O 'nun rızasını dileyerek (ihlaslı bir şekilde) dua edenleri (yanından) kovma! Onların hesaplarından (günahlarından) sana hiçbir şey yoktur. Senin hesabından da onlara bir şey yoktur. Ki onları kovarsın da, zalimlerden mi olasın. "[148]
Bu ayeti kerimede; Resulullah (s.a.v)'i, Kureyşli kafirlere uyup musta'zaf müminleri kovma hususunda bir sakındırma vardır...
Yine bu ayet; Resulullah (s.a.v)'in, musta'zaf müminleri fiili olarak kovduğuna delalet etmemektedir. Buradaki "kovma" tabiri, sadece müşriklerin, Resulullah (s.a.v)'e sundukları bir tekliften ibarettir. Bu teklif üzerine Yüce Allah'tan, Resulullah (s.a.v)'e, bir ikaz gelmiştir. Böyle bir şeye teşebbüs ettiğinden dolayı da, O, bu davranıştan sakındırılmıştır.
İbn Cerîr et-Taberî, Abdullah ibn Mes'ud (r.anh)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Kureyş'in ileri gelenleri, Resulullah (s.a.v)'e uğramışlardı. 0 sırada Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanında Müslümanların zayıf ve fakirlerinden olan Süheyb, Habbab, Bilal, Ammar ve başkaları bulunuyordu. Bunun üzerine müşrikler, 'Sen, kavminden vazgeçerek bunları mı kavmine tercih ettin? Biz, bunlara mı tabi olacağız? Onları yanından kov... Belki o zaman onları kovarsan, biz sana uyarız...' deyince, Hz. Peygamber (s.a.v):
- 'Ben, müminleri kovan bir kimse değilim' dedi. Bu sefer onlar:
- (0 halde biz geldiğimizde onları yanından kaldır; biz kalkıp gittiğimizde ise istersen onları yanında oturt...' deyince, Hz. Peygamber (s.a.v), onların iman etmelerini ümit ederek:
- 'Olur' dedi.
Rivayet olunduğuna göre; Hz. Ömer (r.anh), Hz. Peygamber (s.a.v)'e; (bir yapsan da, böylece baksak nasıl olacaklar!...' dedi. Sonra Kureyşliler bu hususta ısrar edip Hz. Peygamber (s.a.v)'e:
- 'Bu konuda bizim için bir yazı yazsan...' dediklerinde, Hz. Peygamber (s.a.v); bunu yazması için bir kağıt ile beraber Hz. Ali (r. anh)'ı çağırtır... İşte bunun üzerine,
'Sabah ve akşam Rablerine; sırf O 'nun rızasını dileyerek dua edenleri kovma!...' (Enam: 6/52) ayeti iner... Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) o kağıdı fırlatıp atar. Hz. Ömer (r.anh)'da, bu sözünden dolayı Hz. Peygamber(sav)'e gelerek özür beyan eder. İşte bu sebeple, Hz. Selman ile Hz. Habbab: 'Bu ayet, bizim hakkımızda indi' dediler."[149]
Ayetin iniş sebebi bilindiği zaman, olay daha iyi açıklanacaktır. Şöyle ki: Resulullah (sav), yanında bulunan zayıf ve fakir müminleri kovmadı. Sadece bu teklifi sunan müşriklerin kalplerini İslam'a ısındırmak için; onlar, Resulullah (sav)'in yanına geldiğinde bu müminleri meclisinden uzaklaştırmaya yöneldi. Böylece onların iman etmesini sağlayacaktı. Bunun üzerine Yüce Allah, Resulullah (sav)'i, böyle bir uygulamadan menetmiş ve Ona, musta'zaf ve fakir olan müminleri, meclisinde ve özel yerinde bulundurmasını, müşrikler geldiğinde onları kaldırıp başka bir yere göndermemesini emretmiştir. Nitekim Yüce Allah, Kehf Sûresinde konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Sabah, akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na dua edenlerle beraber sende sabret, dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye tabi olma!"[150]
[148] Enam: 6/52.
[149] Cemaleddin el-Kasimî, Mûhasinu 't-Te "vil, 2323.
[150] Kehf: 18/28.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 200-202.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Resulullah (s.a.v) in Geçmiş ve Gelecek Günahlarının Bağışlanması Hakkında:
Bu da, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"(Ey Peygamber!) Biz sana apaçık bir fetih (zafer) ihsan ettik. Böylece Allah, (bu fethi sana kolaylaştırmak suretiyle) senin geçmiş ve gelecek olan günahlarını bağışlayıp ve (dinini yüceltmek ve senin vasıtanla ülkeleri fethetmek suretiyle dünya ve ahirette) sana olan nimetini tamamlayarak seni dosdoğru yola eriştirir.[151]
Hafız İbn Kesîr (rh.a) derki: "Yüce Allah'ın, 'Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik' (Feth: 48/1) ayetinde geçen fetihten maksat, (Mekkeli müşriklerle yapılan) Hudeybiye barış anlaşmasıdır. Çünkü bu barış anlaşmasıyla; büyük hayırlar baş göstermiş, insanlar güvenlik içerisinde yaşamışlar; birbirleriyle bir araya gelerek mümin bir kimse kafirle konuşmuş, faydalı bilgi ve iman daha da yaygınlık kazanmıştır."[152]
İbn Kayyım el-Cevziyye (rh.a), bu anlaşma ile ilgili olarak şöyle der:
"Bu anlaşma, onun sebeplerini yaratan Şanı Yüce olan Allah'tan başka kimsenin kavrayamayacağı kadar büyük ve yüce bir anlaşma olup, hikmetinin ve övgüsünün gerektirdiği şekilde gayesi de gerçekleşmiştir. İşte bu gayelerden birisi: Bu anlaşma; Allah'ın, peygamberine ve onun ordusuna üstünlükler verdiği, insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiği büyük Mekke fethinin öncesinde adeta bir başlangıçtır. Bu anlaşma, Hz. Peygamber (s.a.v)'e; bir kapı, bir anahtar, önündekini ilan edici tellaldır. İşte Allah'ın büyük olaylardaki Sünnetullahı budur ki; kader ve şeriat olarak fetih öncesinde bir mukaddime (giriş), bir işaret, bir ilan, bir gösterge olarak haber veren hükümlerdir.
İkincisi: Bizzat bu anlaşma, en büyük fetihlerden birisidir. Çünkü insanlar birbirlerine karşı güvence duymuş, Müslüman-kafir birbirine karışmış, onlara din davetine başlayıp Kur'an-ı onlara daha iyi duyurmuşlardır. Müminler, güven içerisinde müşriklerle açıkça İslam'ı tartışmışlardır. İçlerinde İslam'ı gizleyenler açığa çıkarmışlardır. Bu anlaşma müddetince Allah'ın dilediği kadar çok sayıda insan İslam'a girmiştir. İşte Şanı Yüce Allah bunun için bu anlaşmaya, 'Feth-i Mübin' (apaçık bir fetih) adını vermiştir"[153]
Müşriklerle yapılan sulhta Allah bunun iç yüzünü açıncaya kadar kapalı ve çevrili kaldı. Onun açılma sebeplerinden biri; Hz. Peygamber (s.a.v) ve Ashabının Beytullah'tan men edilmeleridir. Bu anlaşma, görünüşe bakılırsa Müslümanlar için bir zulüm meselesi, aslında ise bir izzet, fetih ve zaferdi.
Ayeti kerimede geçen "günah" ifadesine gelince ise, bununla; "Resulullah (s.a.v)'in en üstün olanı ve evla olanı terk etmesi" anlaşılmaktadır.
Ebu's-Suud; "Yüce Allah'ın, 'Geçmiş ve gelecek günahlarını' (Fetih: 48/2) ayetini; evla olanı terk etmenden dolayı senden sadır olanların hepsinde (geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır) şeklinde tefsir etmiştir ve Yüce Allah'ın, ayette geçen 'günah' ifadesini, 'zenb' diye isimlendirmesi; Resulullah (s.a.v)'in makamının ve derecesinin yüceliğine nispetten dolayıdır."
" Prof. Dr. el-Hicazî, "Furkan Tefsiri" adlı kitabında[154] bu kelimeyle ilgili olarak şöyle der:
"Ayette geçen 'geçmiş günahlardan' maksat; Hz. Peygamber (s.a.v)'in kendi makamına nispetle evla olanın aksine dair işlemiş olduğu işlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v), günah işlemekten ve Rabbine isyan etmekten münezzehtir. Onun işlediği ve makamına yaraşmayan bazı 'zelleler'; 'Ebrar'ın (iyi kulların) hasenatı (iyilikleri), mukarreblerin (Allah'a en yakın olan kulların) seyyiatı (kötülükleri) mesabesindedir' türünden bazı davranışlardır. Bazı kimseler demişlerdir ki: 'Ayeti kerimede geçen 'günah' ifadesinden maksat; her ne kadar hakikatte günah değilse de, Peygamber efendimizin yüce nazarında günah olarak kabul edilen davranışlardır. Ayeti kerimede 'zenbike' şeklinde kullanılan izafet tamlaması da herhalde bu anlama işaret etmektedir."[155]
[151] Feth: 48/1-2..
[152] İbn Kesir. Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azinı, 4/162.
[153] İbn Kayyım el-Cevziyye, Zadul-Mead, 3/310 "Hudeybiye Gazası Bahsi" (İşin hakikati şudur: Fetih, lüğatta, kapıyı açmak demektir. Hudeybiye'de Allah Resulü bu sulhun ardından (meydana gelecek) büyük bir fethi, izzet ve zaferi ince bir perde arkasından seyrediyor. Müşriklerin istedikleri bütün şartları, ashabının ve ileri gelenlerin çoğunun Tahammül edememesine rağmen kabul ediyordu. Efendimiz (s.a.v) bu hoşa gitmeyen şeyin içindeki sevilen şeyi biliyordu. "Bir şeyden hoşlanmaya bilirsiniz. Halbuki o, sizin için hayırlıdır." (Bakara: 2/216) "Bazen nefislerinin sevmediği, sevdiğine ulaşmaya sebep olabilir ki, onun gibi bir sebep yoktur.". Efendimiz (s.a.v) bu ileri sürülen şartların altına Allah'ın kendine zafer vereceğine, destekleyeceğine, neticenin kendi lehine çıkacağına, bu şartlar ve şartların ihtimal verdiği şeylerin bizzat zaferin kendisi olduğuna son derece güvenerek giriyordu. Şartları koşanları, Müslümanlarla harp için ortaya koyup ikame ettikleri bu anlaşma en büyük ordu idi. Ama onlar, bunun farkında değillerdi.Böylece izzet aradıkları yerde zelil oldular ve kudret, şeref ve üstünlük görüntüsü verdikleri yerde de kahru perişan oldular. Resulullah (s.a.v) ve islam ordusu, Allah için inkisara uğrayıp Allah İçin bundaki zulme tahammül ettiklerinden izzete ulaştı. Devir döndü ve vaziyet ali üst oldu. Batıl ile kazanılan izzet, şerefsizliğe ve Allah için olan inkisar. Allah ile izzete döndü. Allah'ın hikmeti ve ayetleri; sözünü tasdik ettiği, Resulüne zafer ihsan edişi ötesine akılların eremeyeceği en mükemmel ve en bütün şekliyle böylece ortaya çıkmış oldu." İbn Kayyım el-Cevziyye. Zadü'1-Mead, 3/1263-1264) (Ç).
[154] Bu tefsirin orijinal ismi. "Tefsirül Vadıha"dır. (ç).
[155] Prof. Dr. el-Hicaza, Furkân Tefsiri, 26/39.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 202-205.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Allah'ın, Hz. Peygamber (s.a.v)'e Yapmasını Emrettiği Bir Şeyi Yapmaktan Kaçınması Hakkında Gelen İkaz:
Bu da, Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"Hani sen, Allah'ın kendisine (en büyük nimeti olan İslam ile) nimet verdiği ve (kölelikten azad ederek evlatlık edinip daha sonra da onun efendisi olduğunu belirtip veli edinmekle) seninde nimetlendirdiğin kimseye (olan Zeyd b. Harise)ye, eşin (Zeyneb bint. Cahş)'ı tut ve Allah'tan kork (onu boşama) diyordun, Allah'ın, (Zeyd onu boşayacak olursa, onu nikahlayacağın şeklinde) açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor ve insanlar (ın, evlatlığının eski hanımını nikahladı diyeceklerinden korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gerekirdi. Nihayet Zeyd'in onunla bir (evlilik) bağı kalmayınca, onu seninle evlendirdik. Böylece evlatlıkların, eşleriyle bir (evlilik) bağı kalmayınca, onlarla evlenmek konusunda müminlere bir vebal olmadığı bilinsin. Buna binaen Allah'ın emri yerine getirilmiştir."[156]
Kalplerinde hastalık bulunan bir takım imanı zayıf kimseler, bu konuda; Resulullah (s.a.v)'in azatlı kölesi ve oğulluğu olan Zeyd b. Harise'nin eski hanımı olan Zeyneb bint. Cahş'ın Hz. Peygamber (s.a.v) ile evliliği etrafında bazı şüpheler yaymayı ve Resulullah (s.a.v)'in masumiyetliği etrafında fırtınalar koparmayı uygun gördüler. Kalplerinde hastalık bulunan bu kimseler; Hz. Muhammed (s.a.v)'in, Zeyneb bint. Cahş'ı görmüş, ona aşık olmuş, sonrada ona olan aşkını kalbine gömmüş, fakat daha sonra başka çaresi kalmayınca aşkını açığa vurmuş, Zeyneb'e ilgi duymuş, Zeyd'de onu boşamış ve ardından onunla Resulullah (s.a.v) evlenmiş... şeklinde ifadeler kullanarak bunları iddia etmişlerdir.
Bazı iftiracılar ortaya çok kötü iftira atmışlardır ki bu iddialar şunlardır: "Hz. Peygamber (s.a.v), Zeyd'in, evde bulunmadığı bir gün onun evine uğramış, 0 sırada Zeyd'in eşi Zeyneb'i görmüş, bunun üzerine peygamberin onu görmesiyle kalbinde ona karşı bir sevgi meydana gelmiş ve: "Kalpleri döndüren Allah'ı tesbih ederim" demiş. Bunun üzerine Zeyneb, Resulullah (s.a.v)'in bu tesbihini işitmiş ve bunu kocası Zeyd'e anlatmış. Bunun üzerine Zeyd'in kalbinde Zeyneb'i boşamaya dair bir düşünce meydana gelmiş, nihayet Resulullah (s.a.v), onunla evlenmiş... Oryantalistler[157] ve onlara benzemeye çalışan onların yerli işbirlikçisi Müslümanlar; bu olayı dillerine dolamaktalar, içine daldıkça dalmaktalar ve bu olayı kafalarında hayallendip ek ilavelerde de bulunmaktadırlar. Bu tip düşünceye sahip kimseler; -kendilerinin düşünce yapılarını, ahlaki durumlarını ve içine düştükleri hataları görmedikleri halde- başkalarının namusu, iffeti, şerefi vb. konularda derinlemesine konuşmayı kendilerine mubah ve serbest görmektedirler. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında ileri-geri konuşmaktalar ve Hz. Peygamber (s.a.v)'i, bir çok insanların tasvir edemeyeceği bir biçimde tasvir etmektedirler. Onların bu konudaki dayanakları, tefsir kitaplarına sokuşturulmuş ve serpilmiş İsrailî rivayetlerdir. Tefsir, tarih vb. kitaplarda bulunan bu çeşit rivayetler, bu konuda Sahîh ve doğru olmayan batıl rivayetlerdir.
Ebu Bekr İbnü'l Arabî, bu konuda şöyle der: "İbn Ebi Hatim'in, Süddi yoluyla rivayet ettiği bu olayın tafsilatı şu sekildedir:
"(Süddi der ki:) Bize ulaştığına göre; bu ayet, Zeyneb bint. Cahş hakkında inmiştir. Zeyneb'in annesi, Resulullah (s.a.v)'in halası Ümeyye bint. Abdulmuttalib'dir... Resulullah (s.a.v), Zeyneb'e talib oldu. Zeyneb ise Resulullah (s.a.v)'in, kendi şahsı için talib olduğunu zannetmişti. Fakat kendisini, Zeyd adına istediğini anlayınca, bundan hoşnut olmadı ve Zeyd ile evlenmek istemedi. Daha sonra bu evliliği Resulullah (s.a.v) tertiplediği için, Zeyd ile evlenmeye razı oldu ve onunla evlendi. (Çünkü Allah ve Resulü, herhangi bir hususta hüküm verdikleri taktirde inanan erkekler ile inanan kadınların bu hükme herhangi bir şekilde karşı gelmeleri doğru değildir. Üstelik buna hakları da yoktur. Böyle yapmaları kendilerine yaraşmaz. Zira Resulullah (s.a.v), müminlere kendi nefislerinden daha yakındır. Müminlerin, Onu, kendi nefislerinden daha üstün tutmaları gerekir. Çünkü 0, müminlere karşı çok merhametli ve şefkatli olup onlara düşkündür. Allah ve Resulü'nün emrine aykırı bir işi tercih eden kimse isyankar olmuş, sapıklığa düşmüştür. 0 büyük bir günaha müstahak olmuştur) Şanı Yüce Allah, peygamberine; Zeyd'in, karısı Zeyneb'i boşayacağı ve kendisinin de, Allah'ın emri üzerine onunla evleneceğini bildirmiştir. Resulullah (s.a.v) ise bunu, içinde gizliyordu. Çünkü 0, Zeyd'e, karısını boşamasını emretmekten haya ediyordu. Tam bu sıralarda Zeyd, Zeyneb'in huysuzluğundan ve kendisine itaat etmediğinden dolayı Peygamber efendimize gelerek karısı Zeyneb'i Ona şikayette bulunduğunda ve karısını boşamak istediğini bildirdiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v) iyilik tavsiye etme bakımından Zeyd'e:
- 'Sen, bu sözü söylerken Allah'a karşı gelmekten sakın ve karını nikahın altında tut.' dedi. Hz. Peygamber (s.a.v), ona böyle söylerken, Zeyd'in ondan ayrılacağını ve kendisinin Zeyneb ile evleneceğini biliyordu. Fakat bunu, içinde gizliyordu. Buna rağmen Zeyd'in, karısı Zeyneb'i boşamasını da istemiyordu. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), münafıkların:
- 'Muhammed, oğulluğu olan Zeyd'in boşadığı Zeyneb ile evlendi' şeklindeki kınamalarından korkmaktaydı. İşte Yüce Allah'ın,
'Allah ve peygamberi, bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin erkek ve gerekse mümin bir kadın için artık (bu) işe aykırı olacak işlerinde, onlar için seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve peygamberine isyan ederse, muhakkak ki 0 (kimse) apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır.' (Ahzab: 33/36) ayeti kerimesi, bu olay hakkında inmiştir."[158]
Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin (rh.a) bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Allah, peygamberine; (Zeyd'in karısı) Zeyneb ile evlenmezden önce (Zeyd'in onu boşayıp) onunla evleneceğini bildirmiştir. Zeyd,
Zeyneb'in (huysuzluğundan ve kendisine itaat etmediğinden dolayı Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelerek) şikayette bulunduğunda (ve onu boşamak istediğini bildirdiğinde) Hz. Peygamber (s.a.v), ona: '(Sen, bu sözü söylerken), Allah'a karşı gelmekten sakın ve karını nikahın altında tut' demiştir. (Zira Hz. Peygamber (s.a.v), Zeyd'in, onu boşayacağını ve onunla kendisinin evleneceğini biliyordu. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v) bunu içinde saklıyordu. Çünkü bu konuda münafıkların vb. kimselerin kınamalarından korkmaktaydı. 'Bundan böyle evlatlıklarının, kadınlarıyla bir bağı kalmayınca, onlarla evlenmek konusunda müminlere bir vebal olmadığı bilinsin' (Ahzab: 33/37) mealindeki ayetten dolayı Allah'ın kendisine mubah kıldığı bir hususta insanlardan çekindiği için) Yüce Allah, Hz. peygamber (s.a.v)'i kınamış ve ona şöyle buyurmuştur:
'Seni, onunla evlendireceğime dair sana haber verdiğim halde, sen daha hala Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyorsun."[159]
İftiracıların iddia ettiği gibi, Resulullah (s.a.v)'in içinde sakladığı husus; Zeynebe olan aşkı değil, Allah'ın Ona haber vermiş olduğu Zeyneb ile evlenme işiydi. Yüce Allah'ın, Resulullah (sav)'e, Zeyneb ile evleneceğine dair işi, kendisine bildirdiği halde, bunu, içinde saklaması, Allah'ın yüce hilem etindendir. Bu ise, cahiliyyet dönemindeki Araplar arasında meşhur ve örf olarak yürürlükteki bir ilke (olan kişinin kendi evlatlığının boşadığı kadınla evlenme yasağının hükmünü) geçersiz kılmak içindi. Fakat Resulullah (s.av.), bu hareketiyle, münafıkların; "Muhammed, oğulluğu olan Zeyd'in boşadığı karısıyla evlendi" şeklindeki söylentilerinden ve dedikodularıdan çekinmekteydi. Çünkü Zeyd, insanlar arasında daha hala "Zeyd b. Muhammed = Muhammed'in oğlu Zeyd" diye çağırılmaktaydı.
Prof. Dr. el-Hicazî, "Furkan Tefsiri" adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der:
"Bazı tefsir kitaplarında büyük alimlere nispet edilen birtakım uygunsuz sözler yer alması, gerçekten esef vericidir. Allah bilir ki, O büyük alimler bu sözleri söylemekten uzaktırlar. Olsa olsa bu gibi haberler, İsrailiyyat zehirlerinden başka bir şey değildir.
Bu haberleri, İslam'ı kabul eden bazı Yahudi alimleri, gerek iyi niyetten ve gerek kötü niyetten dolayı tefsir kitaplarına yerleştirmişlerdir. Bu tefsir kitaplarında, yaratıkların en şereflisi ve bütün insanların yüksek ve sadakat sahibi bir kimse olduğuna tanıklık ettikleri Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında kullanılan bu sözler, adi bir kimseye bile yakışmayacak ifadelerdir...
Zeyneb'in Zeyd ile evlenme tarihine ve içinde bulunduğu ortama basit nazarlarla baktığımızda şu inanca varırız: 'Zeyd 'in, Zeynep ile geçinemeyişinin nedeni, sosyal durumları bakımından aralarında büyük bir mesafenin bulunmasından dolayıdır. Çünkü Zeynep, şerefli ve asaletli bir kadın. Zeyd ise daha düne kadar köle olan bir kimseydi. Yüce Allah, Zeyneb'i, Zeyd ile evlendirmek suretiyle onu imtihan etmek, kabilecilik asabiyetinin temellerini yıkmak, cahiliyyetra şeref ve ün kazanmak gibi Aristokrat tabakaya ait olan düşünceleri ortadan kaldırmak, şerefin İslam da ve takvada olduğunu bildirmek istedi. Zeynep, bu ilahi emre istemeyerek boyun eğdi. Vücudunu, Zeyd'e teslim etti. Lakin ruhunu ve gönlünü ona veremedi. Böyle olunca da kendisini sıkıntı ve elemden kurtaramadı.
Resulullah (s.a.v), Zeyneb'i küçüklüğünden itibaren tanırdı. Çünkü 0, halasının kızıydı. Eğer Resulullah (s.a.v) onunla evlenmek isteseydi, rahatlıkla evlenir ve bunu Ondan men edebilecek bir kimsede yoktur? Nasıl olurda bir kimse, bakire bir kadınını bir başkasına takdim eder. 0 adam da o kadınla evlenip boşandıktan ve kadın dul hale geldikten sonra nasıl ilgi duyar?!!
Bu mümkün değildir. Böylece bir düşünce gerçeğe uygun değildir. Söylediklerinizi iyi düşünün ve akıllıca konuşun.
Hiçbir karışıklığa meydan vermeden, hiç leke sürmeden hakkı, sırf hak olduğu için anlayıp kavrarlar. Bakınız bazıları da neler söylüyorlar: 'Muhammed, Zeyneb'e olan aşkını gizlediği için Allah tarafından kınanmış!' Kişi, komşusunun karısına olan aşkını ve sevgisini gönlünün derinliklerine gizleyip açığa çıkarmadıkça hiç kınanır mı?!
Ama gerçek olan şu ki; Zeyneb ile Zeyd'in evlenmesi, Zeyneb ile kardeşini imtihan etmek içindi. Çünkü Cenab-ı Allah, Zeyneb'i, Zeyd'i kocalığa kabul etmeye zorlamıştı. Bu evlilik, sonunda Resulullah (s.a.v) için çok zorlu bir imtihan oldu. Çünkü Zeyneb, henüz Zeyd'in nikahı altındayken bile bu evliliğin, ne şekilde sonuçlanacağını biliyordu. Ve bu esnada Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)'e, Zeynep ile evlenmesini emrediyordu...
Kur'ân-ı Kerîm'in de ifade ettiği gibi; Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Zeyneb ile olan evliliğindeki hikmetin sebebi; cahiliyyet devrinde Araplar arasında meşhur ve örfi yürürlükte olan bir ilkeyi yani kişinin kendi evlatlıklarının boşadıkları kadınlarla evlenme yasağını yıkmak idi. Cahiliyyet döneminde üvey baba konumunda bulunan kimse, evlatlıklarının karılarını kendi neseplerinden olan öz oğullarının karıları gibi kabul ediyorlardı. Bu adet, cahiliyyet dönemini yaşayan kimselerin kalplerine iyice yerleşmişti. Bu adet ancak Hz. Peygamber (s.a.v)'in ve de azatlı kölesi Zeyd b. Harise'nin elleriyle yıkılabilirdi ve yıkıldı da. Zira Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: 'Bundan böyle evlatlıklarının, kadınlarıyla bir bağı kalmayınca, onlarla evlenmek konusunda müminlere bir vebal olmadığı bilinsin...' (Ahzab: 33/37)
Hz. Peygamber (s.a.v) kendi içinde gizlediği bu zorunlu evlenme, Ona eziyet veriyordu. Bu sebeple de Allah'ın kendisine verdiği Zeyneb ile evlenme işini gerçekleştirmeyi geciktiriyordu. Çünkü öteden beri yerleşmiş olan bid'ati -yani evlatlık edinme ve evlatlıkların boşadıkları kadınlarla evlenmeme adetini- yıkacaktı. Bu adeti yıktığını gören insanlar, özellikle de münafıklar büyük bir gürültü çıkaracaklardı."[160]
Derim ki: Ayeti kerime bu konuda açıktır. Buna göre ayette de zikredildiği şekilde Allah, Resulullah (s.a.v)'in içinde gizlemiş olduğu azatlı kölesi Zeyd'in kansı olan Zeyneb ile evlenme işini yakın bir zamanda açığa vuracaktı. Zira Yüce Allah'ın, "Allah'ın açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyordun. " (Ahzab: 33/37) ayetinde geçen ile de bu anlatılmaktadır. Çünkü Yüce Allah'ın açığa vuracağı şey nedir? Allah, Resulullah (s.a.v)'in, Zeyneb'e olan aşkını mı açığa vuracak? Hayır! Hayır! Bunların aksine Yüce Allah, Zeyneb ile evleneceğine dair daha önceden Resulullah (s.a.v)'e bildirdiği emri açığa vuracaktı. Çünkü Allah, Resulullah (s.a.v)'in kısa bir müddet sonra Zeyneb ile evleneceğine dair bilgiyi kendisine iletmiştir. İşte bundan dolayı Şanı Yüce olan Allah bu şeyi Resulullah (s.a.v)'in içinde gizlediği bir şey olarak açıklamıştır. Bunu da, Yüce Allah, şu ayetiyle güzel bir şekilde şöyle açıklamıştır:.
"Nihayet Zeyd'in, onunla bir bağı kalmayınca, onu seninle evlendirdik" (Ahzab: 33/37) İşte böylece gönderilmişlerin efendisi olan Resulullah (s.a.v)'in masumiyetliğini gösteren kesin kanıtlar ile parlak deliller karşısında, Hz. Peygamber (s.a.v)'e yalan iftiralarda bulunan iftiracıların iddiaları boşa çıkarılmakta ve geçersiz kılmaktadır. Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. [161]
[156] Ahzab: 33/37.
[157] Müsteşrik yada oryantalist kavramı; Doğu bilimleri ve özelliklede İslam dini üzere araştırma yapan batılı ve müslüman olmayan araştırmacılara verilen isimdir. (ç)
[158] İbn Kesîr, Muhtasarı İbn Kesîr Tefsiri, 3/98.
[159] İbn Cerir et- Taberî, Câmiul-Beyân, 22/13; İbn Kesîr, Muhtasarı îbn Kesîr Tefsiri, 3/98.
[160] el-Hicazi, Furkân Tefsiri, 22/12.
[161] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 205-212.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
PEYGAMBERLERİN KISSALARI
Resuller İle Nebilerin Kıssalarına Dair
Peygamberlerin Kıssalarının Kuranda Anlatılmasının Hikmeti
Kur'an'da Kıssaların Anlatılmasının Amaçları
Vahiy ve Risâleti İspat Etme
Semavi Dinlerin Birliğine İşaret Etme
Ümmetlerin Yüce Peygamberlere Karşı Konumu
(Semavî) Dinler ile Şeriatlar Arasında Sağlam Bir Bağın Olması
Yüce Allah'ın Peygamberlerine Yardım Etmesi ve İlahi Mesajı Yalanlayanları Helak Etmesi
Yüce Allah'ın Olağanüstü Şeyleri Yaratma Gücüne Sahip Olduğunu Açıklamak
İyilik ile Düzeltme ve Kötülük ile Bozgunculuk Çıkarmanın Sonucunu Açıklamak
Kur'an'daki Kıssaların Tekrar Edilmesindeki Sır
Kur'an'da Kıssaların Tekrar Edilmesi İle İlgili Örnekler
Resuller İle Nebilerin Kıssalarına Dair
Peygamberlerin tarihi, büyüklük ve yücelik tarihi olup hayatları, Allah'ı inkar edenlere karşı mücadele ve yapılan saldırılara karşı savunma hayatıdır.
Diğer insanlar, ne kadar kuvvetli olursa olsun onların konumuna veya ruhi yüceliklerine, ahlaki olgunluklarına, dünyadaki zühtlerine, ilahi Kelimetullah'tan dolayı Allah'ın davasını tebliğ etme ve ilahi risâleti yayma uğrundaki fedakarlıklarına ulaşamazlar... Çünkü Peygamberlerin tarihi, her zaman ve her vakitte Allah düşmanlarına, Hak düşmanlarına, insanlık düşmanlarına karşı yapılan devamlı bir mücadele ve azim dolu uzun bir hayat silsilesini içermektedir!
Peygamberlerin Tarihi; ıslahatçı, komutan, imparator ve liderlerin tarihinde bir benzerine az rastlanan cesaret, sabır ve kahramanlıklarla dolu şerefli bir tarihtir... Çünkü Peygamberlerin bu tarihi, Allah'ın gözetiminde meydana getirilmiş olup hayatları, Allah yolunda eziyete ve zulme tahammül, sıkıntı anında sabır, Hak uğrunda sebat, batıla karşı cihad ile doludur. Zira Yüce Allah, Peygamberlere; öyle bir azim ve kararlılık vermiştir ki, kuvvetli kişiler bu azim ve kararlılık karşısında acizliğe düşer. Sabit durmakta olan dağlar bile bu azim ve kararlığa karşı güç yetiremez, dayanamaz.
Peygamberler, ümmetleri ve milletleri idare etmeye ve yönetmeye ehil olduklarından dolayı her zaman üstünlüğü koruyan bir hak üzeredirler.
İnsanlığın üzerine sapıklık ve cehalet karanlığı çöktüğünden ötürü insanlık, hayr ve saadet yolunu kaybetmiştir. Bundan dolayı Yüce Allah, insanlığa; Peygamberler göndermek suretiyle onlara dosdoğru yolu göstermiştir.
Nitekim Yüce Allah, insanlara; Peygamberler göndermesinin sebebini şöyle açıklamaktadır:
"Peygamberler (geldikten) sonra insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri olmaması için (Biz), Peygamberleri; müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik "[1]
[1] Nisa: 4/165.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 215-216.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Peygamberlerin Kıssalarının Kuranda Anlatılmasının Hikmeti
Peygamberlerin kıssalarını anlatmaktaki amaç; sadece davetçilerin ve ıslahatçıların, aydın ve güzel yollarına girerek aydınlığa kavuşmak ve onların kılavuzluğunda dosdoğru yolu bulmak, bütün davranışlarda ve tasarruflarda onları örnek edinerek metotları üzere yürümek ve Peygamberlerin hayatı onların önünde en büyük örnek olması demek değildir..
Kur'an'da ki kıssaların anlatılmasından maksat; okuyanlara teselli vermek ve kişinin yükünü hafifletmekte değildir...
Asıl maksat ancak, öğüt ve ibret almaktır... Nitekim Yüce Allah'ın, şu ayeti buna işaret etmektedir:
"Doğrusu onların (Yûsuf ve kardeşlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için bir 'ibret' vardır."[2]
Başka bir ayet ise nebilerin ve resullerin metotları üzere yürümek için tefekkürle ve inceden inceye düşünmekle Kur'an'da ki kıssalardan yararlanmanın zaruri olduğuna şöyle işaret etmektedir:
"(Ey Muhammed) Sen (bu) kıssayı (veya çeşitli Öğütler ihtiva eden diğer kıssaları onlara) anlat. Belki (anlatılan bu kıssaları iyice) düşünürler (de ibret alırlar)."[3]
Kur'an'da Peygamberlerin kıssalarının anlatılması, davetçilerin makamına nispetle daha özeldir. Çünkü Kur'an'da Peygamberlerin kıssalarının anlatılmasından maksat, her peygamberin kendinden önceki Peygamberlerin hayatını ve Allah yolunda çektikleri eziyet karşısında gösterdikleri tahammülü gözler önüne sermek suretiyle insanlara yaptıkları davette karşılaşacakları durum karşısında sebatlarını sağlamak ve azimlerini güçlendirmektir.
Nitekim Yüce Allah, mahlukatın efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'e hitaben şöyle buyurmaktadır:
"Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini 'sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz (ki, kavminden gördüğün haksız davranışlara karşı kalbin güç bulsun ve ruhun açılsın).[4]
[2] Yûsuf: 12/111.
[3] Araf: 7/176.
[4] Hûd: 11/120.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 217-218.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Kur'an-da Kıssaların Anlatılmasının Amaçları
Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan kıssaların, bir çok önemli amacı vardır. Bunları maddeler halinde kısaca şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Vahiy ve Risâleti ispat etme,
2. Semavi Dinlerin birliğine işaret etme,
3. Peygamberlerin davetlerinin hedefini açıklama,
4. Ümmetlerin, Yüce Peygamberlere karşı konumu,
5. Semavi Dinler ile Şeriatlar arasında sağlam bir bağın olması,
6. (Yüce Allah'ın, risâletin sonunda) Peygamberlerine yardım etmesi ve (ilahi mesajı) yalanlayanları helak etmesi,
7. Yüce Allah'ın, harikulade şeyleri yaratma gücüne sahip olduğunu açıklama,
8. İyilik ile düzeltme ve kötülük ile bozgunculuk çıkarmanın sonucunu açıklama.
Bunlar, Kur'an'da kıssaların anlatılmasının amaçlarının en önemlileridir. Burada, bu amaçların dışındaki diğer amaçları derinlemesine incelemek mümkün değildir. Çünkü bu, başlı başına bir konudur.[5] Bundan dolayı da bunu, burada derinlemesine incelemeye gerek yoktur. Biz burada sadece bize lazım olan amaçları inceledik...
Bizim burada İslam Şehidi Seyyid Kutub (rh.a)'in, "et-Tasvirü'l-Fenni fi'l-Kur'an" adlı kitabının "Kur'an'daki Kıssalar" başlığı adı altında söylediklerinin bir kısmını anlatmamız uygun olur. Zira Seyyid Kutub (rh.a) bu kitabında, bu konuyu derinlemesine incelemiş ve bize çok güzel bilgiler sunmuştur. Seyyid Kutub (rh.a.) bu kitabında şöyle der:
"Kur'an'daki kıssalar, -daha öncede belirttiğimiz gibi-Kur'an'da yalnızca dini amaçları gerçekleştirmek için yer alırlar. Dini amaçların çoğunu kapsayan ve hemen hemen Kur'an'da tüm konularına uzanacak kadar geniş bir alana yayılmış olan kıssaları burada teker teker saymak oldukça zordur...
Vahyin, risâletin ve Allah'ın birliğinin ispatı, tüm dinlerin ana ilkelerdeki birliği, uyarma, müjdeleme, ilahi gücü görüntüleyen sahneler, iyilik ve kötülüğün, acelenin ve yavaş gidişin, sabır ve sızlanmanın, şükür ve nankörlüğün sonu... Ve buna benzer daha nice amaçlar ve ahlaki ilkeler, Kur'an'daki kıssalar tarafından ele alınmıştır. Kur'an'daki kıssalar, bu ilkelerin ve amaçların açıklanmasında ve anlaşılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Biz, Kur'an kıssalarının amaçlarını gözden geçirirken bunların en önemlilerini ve en açık olanlarını ele alacak, onların hepsini tespit edip inceliklerini araştırmayı ise bir kenara bırakacağız."
Şimdi Kur'an da kıssaların anlatılmasının amaçları ile ilgili bu konunun başında bir bütün olarak ele aldıklarımızı burada detaylı bir şekilde anlatalım: [6]
[5] Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlilerinin Prof. Dr. M. Sait Şimşek'in, bu konuda bir çalışması olup "Kur'an Kıssalarına Giriş" adlı kitabı yayınlanmıştır. (ç).
[6] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 219-220.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Vahiy ve Risâleti İspat Etme:
Kur'an'da ki kıssaların amaçlarından biri, vahyi ve risâleti ispatlamaktadır. Peygamberlerin getirdikleri din ise, ancak Yüce Allah katından gelen vahye dayanmakta olup bu Peygamberler, Allah katından gönderilmişlerdir. Özellikle de bu kıssalar, Hz. Muhammed (s.a.v)'in getirdiği vahyin ve risâletin doğruluğuna işaret etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm bu kıssaların ancak Allah'ın vahyi ile olduğunu ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in de; ünımi, okuma ve yazma bilmediğini şöyle açıklamaktadır:
"Sen bu (Kur'ân-ı Kerîm) den, önce bir kitap okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi"[7]
Hz. Muhammed (s.a.v)'in, Yahudi hahamları ve Hıristiyan din adamlarıyla oturup onlardan bir şeyler öğrendiği -tarih kitaplarında- bilinmemektedir. Sonra kendisinden önceki Peygamberleri, ümmetleri, toplulukları, onların başına gelenleri ve onların yok edilişlerini anlatan bu muhteşem kıssalar, Kur'an da gelmiştir. Kur'an'da ki bazı kıssalar, son derece incelik taşıyor ve detaylı olarak veriliyor. Hz. İbrahim (a.s), Hz. Yûsuf (a.s), Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. İsâ (a.s)'ın kıssaları gibi.
Yine Kur'an'da ki bazı kıssalar, son derece bir incelikle gelmiştir. Bu kıssaların, Kur'an 'da tam bir açıklıkla anlatılmaları; bunun, Yüce Allah katından gelen bir vahiy olduğuna en büyük bir delildir. Kur'an ayetlerinin çoğu, açık ve net bir biçimde, bu gayeye, bazı kıssaların giriş kısımlarında ve bazen de kıssaların sonlarında işaret etmektedir. Yüce Allah'ın şu sözü gibi:
"(Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle (geçmiş toplulukların kıssalarını) en güzel bir şekilde sana anlatıyoruz. Gerçek şu ki: Sen bu (Kur'an) 'dan Önce (bu kıssaları), elbette bilmeyenlerden idin."[8]
Yine Yüce Allah'ın şu sözü gibi:
"(Ey Muhammedi) İşte sana vahyettiğimiz bu (kıssalar), gayb haberlerindendir. Bundan önce o kıssaları, ne sen biliyordun ve ne de kavmin. O halde (Nûh. gibi) sen de sabret.Çünkü iyi sonuç, (sabreden) müttakıler içindir."[9]
[7] Ankebût: 29/48.
[8] Yûsuf: 12/3 (Bu ifade, Hz. Yûsuf (a.s)'ın kıssasına giriş yapılırkengeçmektedir.)
[9] Hûd: 11/49 (Bu ifade, Hz. Nûh (a.s)' in kıssasının bitiminde geçmektedir.)
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 221-222.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Semavi Dinlerin Birliğine İşaret Etme:
Kıssaların amaçlarından birisi de; Hz. Nûh (a.s)'dan Hz. Muhammed (s.a.v) dönemine kadar, 'tüm semavi dinlerin, tamamen Allah katından geldiğini açıklamaktır. Dolayısıyla bütün müminler, tek bir ümmettir. Allah, birdir. O, bütün insanların Rabbidir... Bu sebepledir ki; Peygamberlerin kıssalarının çoğu; semavi dinlerin "bir" olduğu gerçeğini doğrulamak için, ya bir sure de bir araya gelmiş ya da belirgin bir yolla gelmiştir. Buna örnek olarak, Enbiyâ Suresini inceleyelim: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"And olsun ki Biz, Mûsâ ve Harun'a takva sahipleri için bir ışık ve öğüt olan Furkan 'ı verdik. O takva sahipleri, tenhada da Rablerine gönülden saygı gösterirler. Yine onlar, kıyametten korkan kimselerdir."[10]
Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"And olsun ki Biz, daha önce İbrahim'e de hidayet (Peygamberlik veya bilgi gücü) vermiştik. Biz, onu iyi tanırdık. (Enbiyâ 21/51)
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Lût'a gelince, ona da hüküm, (Peygamberlik) ve ilim verdik. Onu, çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Çünkü o memleket halkı, gerçekten pis işler yapan kötü bir kavimdi."[11]
Yüce Allah, Hz. Nûh, Hz. Eyyüb, Hz. İsmâîl, Hz. İdrîs ile Hz. Zekeriyyâ Peygamberleri, onların risalet görevlerini ve kavimlerine yaptıkları davetleri anlattıktan sonra, sözü; Kur'an'ı kerim'in doğruladığı bu apaçık hakikate getirmektedir. Bu apaçık hakikat ise, İlahın "bir" oluşu ve Ümmetin de "bir" oluşudur. İşte Şanı Yüce Allah, bu hususu şöyle anlatmaktadır:
"Hakikaten bu, 'bir' tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de, sizin Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin."[12]
işte bu, uzun bir uğraşının sonucunda elde edilmiş temel bir hedeftir.
Peygamberlerin, davetlerinin hedefini açıklama:
Kur'an'daki bu kıssaların amaçlarından birisi de, Allah tarafından gönderilen semavi dinlerin hepsinin hedefi ve temelinin bir olması ile peygamberlerin -Allah'ın salât ve selamı onların hepsinin üzerine olsun- buna tabi olmasıdır.
Peygamberler, bir tek hedefi ve bir tek gayeyi yerleştirmek için uğraşmışlardır ki o da; "İnsanları, Allah'ın birliğine inanmaya davet etmekti." İşte bu nedenle, pek çok peygamberin kıssası tekrar tekrar olarak toplu halde verilmekte ve burada onların esas akideye (yani bir olan Allah'ın birliğine inanmaya) davet metodu anlatılmaktadır. Bu da, peygamberlerin davette kullandıkları vasıtaların esas maksadıdır. Örnek olarak A'raf Süresindeki Yüce Allah'ın şu ayetlerini inceleyelim:
"And olsun ki, Nuh'u kavmine (Peygamber olarak) gönderdik. Bunun üzerine (O, kavmine): "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Sizin için Ondan başka bir ilah yoktur." dedi"[13]
Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Ad kavmine de kardeşleri[14] olan Hûd'u (Peygamber olarak) gönderdik. Bunun üzerine (o, kavmine): "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur..." dedi."[15]
Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Semûd kavmine de kardeşleri olan Salih'i (Peygamber olarak) gönderdik. Bunun üzerine (O, kavmine): "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur...." dedi"[16]
Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır:
"Medyen kavmine de kardeşleri olan Şuayb 'ı (Peygamber olarak) gönderdik. Bunun üzerine (O, kavmine): "Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur... dedi.[17]
İşte bu tevhid, akidenin temelidir. Allah tarafından gönderilen semavî dinler ve bütün peygamberler bu konuda müşterektir. İşte bu hususi amacı desteklemeleri için bu geliş ve gidiş üzere Peygamber kıssaları toplu halde birçok surede[18] tekrar tekrar olarak anlatılmıştır. [19]
[10] Enbiyâ: 21/48-49.
[11] Enbiyâ: 21/74.
[12] Enbiyâ: 21/92.
[13] Arâf: 7/59.
[14] Bu tabirden maksat, onlardan birisi demektir. Bunun onlardan birisi olmasının sebebi, onun söyleyeceklerini daha iyi anlamaları içindir. Dolayısıyla onlara getirilen delil onlar hakkında daha bağlayıcı olur.(ç)
[15] Arâf: 7/65.
[16] A'raf: 7/73.
[17] Arâf: 7/85.
[18] Ayrıca bu konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/25; Hûd: 11/50; Hûd: 11/61; Nahl: 16/36; Müminûn: 23/23, 32; Neml: 27/45; Ankebût: 29/16, 36 (ç).
[19] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 223-225.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Ümmetlerin Yüce Peygamberlere Karşı Konumu:
Kur'an'da ki kıssaların amaçlarından birisi de, Yüce Peygamberlere karşı tavır konulmasına işaret edilmesidir. Peygamberlere karşı koyan milletlerin tavırları genelde birbirine benzemektedir...
Kavmini bir olan Allah'a ibadet etmeye çağıran bir Peygamber, kavminin ileri gelenlerinden olan suçluların inat ve müstekbir tavrı ile yalanlama ve bilebile inkar etme tavrıyla karşılaşmaktaydı. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammedi) Böylece her Peygamber için (kavminin ileri gelenlerinden) suçlulardan bir düşman ortaya koyarız. Doğru yolu gösterici ve yardımcı olarak, Rabbin yeter."[20]
Peygamberlerin kavimleri kendilerine gönderilen peygamberlerin kıssalarında görülen davet şeklide tek bir şekil üzeredir...
Şimdi de Yüce Allah'ın, Hz. Nûh (a.s)'ın kıssası hakkında anlattığını dinleyelim!
"Dediler ki: "Ey Nûh! Bizimle tartıştın, hem de tartışmayı çok ileri götürdün. Doğru sözlü kimselerden isen haydi tehdit ettiğin (uzaktan) bir şeyi getir."[21]
Hz. Hûd (a.s)'ın kıssasını da, Kur'an'ın bize naklettiğine göre kavminin tavrı şu şekilde olmuştur:
"Dediler ki: "Ey Hûd! Sen bize bir delil ile getirmeden, senin sözünden ötürü ilahlarımızı terk etmeyiz ve sana inanmayız. Dediğimiz şu ki: Seni olsa olsa ilahlarımızdan biri (delilikle yahut da ahmaklaştırmak suretiyle) fena çarpmış. "[22]
Hz. Salih (a.s)'ın, kavmi Semûd ile arasında geçen kıssayı, kavminin ağzından naklen Kur'an'da şöyle anlatılmaktadır:
"Dediler ki: "Ey Salih! aramızda bundan önce kendisine (önderlik makamına veya değişik işlerde danışılacak bîr konuma geleceksin diye) umutla bakılır bir kimse idin sen. Şimdi kalkıp da babalarınızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden (yalnızca Allah 'a ibadet etmekten) şüphe ve endişe içindeyiz."[23]
Peygamberlerin davetlerini alay, yalanlama ve bile bile inkar etme suretiyle geçmiş milletlerin tavırlarında bir değişiklik olmadığını bulmaktayız. İşte geçmiş peygamberlerde bu şekildedir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Onlardan önceki (kavim)lere herhangi bir Peygamber gelince: "'sihirbazdır' veya 'delidir' derlerdi."[24]
[20] Furkân: 25/31.
[21] Hûd: 11/32.
[22] Hûd: 11/53-54.
[23] Hud: 11/62.
[24] Zâriyât: 51/52.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 225-226.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
(Semavî) Dinler ile Şeriatlar Arasında Sağlam Bir Bağın Olması:
Kur'an'da ki kıssaların amaçlarından birisi de; semavî dinlerin sağlam olmasındaki bağı açıklamaktadır. Zira semavî dinler, birbirleriyle çelişkili ve karışıklık halinde değildir. Bunun aksine semavi dinler, toplu bir kaynaktan sulanmıştır. Her Peygamber, daha önce geçen peygamberin tamamlanmış ve mükemmelleşmiş risâletiyle gelir[25] ve insanları bir olan Allah'a iman etmeye, risâletine ve Yüce Allah tarafından kendisine gönderilmiş olan doğruya inanmaya davet eder. İşte bundan dolayı şeriatın kaynağı birdir. O kaynakta, alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Peygamberler, kavimlerini tartışmaya, mücadeleye ve münakaşaya davet etmiyorlardı. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"(Allah) Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. (Ey Muhammedi) Sana da vahyettik. İbrahim'e, Mûsâ 'ya ve îsâ 'ya: "Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin" buyurduk..."[26]
Ayrıca Peygamberlerin atası[27] sayılan Hz. İbrâhîm (a.s)'ın (Hanü) dini ile peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'in (İslam) dini, özel bir bağ ile temelde birdir. Aynı şekilde Hz. Muhammed (s.a.v)in dini ile İsrailoğullannın dinleri de ana hatlarıyla aynıdır. (Bu dinler ile Hz. Muhammed (s.a.v)'in dini arasındaki bağ, diğer beşeri dinler arasındaki genel bağdan daha sağlamdır. Bunun içindir ki; Hz. İbrahim (a.s), Hz. İsâ (a.s) ve Hz. Mûsâ (a.s) kıssalarında bu noktaya tekrar tekrar dikkat çekilmiştir.)
Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Doğrusu bu buyruklar, ilk sahifelerde ve İbrahim ile Mûsâ 'nın sahifelerinde de vardır. "[28]
Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Allah, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk /almamıştır. Daha önceden (nazil olmuş kitaplarda) ve bunda da (Kur'ân-ı Kerîm'de de) size Müslüman adını veren Odur, (O sizleri diğer ümmetlere üstün tutarak bu güzel isimle adlandırılmıştır.) "[29]
Şimdi de Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz. Muhammed (s.a.v) arasında gerçekleşen bağa bir göz atalım:
"Doğrusu İbrâhîm 'e en yakın olanlar, ona uyanlar (hem kendi döneminde ve hem de ondan sonra onun peşinden gidenler) bu Peygamber (Hz. Muhammed ve onun ümmetinden) iman eden kimselerdir. Allah'da müminlerin velisidir."[30]
Şanı Yüce Allah bütün peygamberlerden, Hz. Muhammed (s.a.v)'e iman etmek, ona tabi olmak, onun dönemine ve hayatına ulaştıkları takdirde ona tabi olmak ve onun yardımcılarından olmak üzere misâk yani söz almıştır. İşte bu misâk, bütün semavi dinler arasında bir bağın bulunduğunu göstermektedir. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Hani Allah peygamberlerden kendileri tarafından yerine getirilmek üzere şöyle misâk (söz) almıştı: "And olsun ki size kitabı ve hikmeti verdim. Yanınızda bulunanı (Tevrat, İncîl ve Zebur'u) doğrulayıcı bir Peygamber geldiğinde mutlaka ona inanacak ve yardım edeceksiniz... İkrar edip bu ahdi[31] kabul ettiniz mi? " demişti. Onlarda; "İkrar ettik" demişlerdi. Allah'da: "Şahit olun. Ben sizinle birlikte şahitlerdenim " demişti.[32]
[25] Meseja Hz. İsmâîl, Hz. îshâk, Hz. Yakub, Hz. Lût ve vb. Peygamberler,Hz. İbrâhîm (a.s)'ın risâletiyle gelmiş, İsrail oğulları peygamberleri de, Hz. Mûsâ (a.s)'ın risâleti üzere gelmişlerdir.(ç).
[26] Şura: 42/13.
[27] Peygamberler ondan türemişlerdir ve nesiller ona tabi olmuşlardır. İsrail oğulları peygamberlerinin hepsi onun soyundandır. Çünkü İsrailoğullan peygamberleri, Hz. İbrâhîm (a.s)'in torunu Yakub (a.s)'dan gelmişlerdir. Oğlu İsmâîl (a.s)'ın neslinden ise Hz. Mubammed (s.a.v) gelmiştir. İşte bundan dolayı Hz. İbrahim (a.s)' a peygamberlerin atası denilmiştir. Aynı zamanda bütün insanlar Hz. Adem (a.s)'dan türediklerinden dolayı ona da Ebu'l-Beşer yani insanlığın atası denilmiştir. (ç).
[28] Alâ: 87/18-19 (B.k.z: Necm: 53/36, 37, Maide: 5/46-48) (ç).
[29] Hacc: 22/78.
[30] Âl-i Imrân: 3/68.
[31] Ayetin metninde geçen "isr" kelimesi, yemin vb bir şeyle sağlamlaştırılmış ve doğrulanmış ahit yani misâk anlamındadır. Buna göre bu kelime, normal ahitten daha da sağlamlaştırılmış ve daha da açıktır.
[32] Âl-iİmrân: 3/81.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 227-229.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Yüce Allah'ın Peygamberlerine Yardım Etmesi ve İlahi Mesajı Yalanlayanları Helak Etmesi:
Kur'an'daki kıssaların amaçlarından birisi de, Yüce Allah'ın peygamberlerin risâletinin sonunda onlara yardım etmesi, ilahi mesajı yalanlayan kavimleri helak etmesi, bu konuda peygamberlerine destek vermesi ve kavminin tehlikelerinden onların temize çıkmasını açıklamaktadır.
Öyle ki Allah, ilahi mesajı yalanlayan peygamberlerin kavimlerini helak etmek suretiyle ve peygamberlerine de yardım etmekle, davetlerini yüce kılmakla ve onları din düşmanlarına karşı üstün kılmakla onların dünyada iken (kendilerine ve Allah'a karşı yaptıklarını) peygamberlerinin gözleri önüne de serdetmekle peygamberleri hoşnut ediyor.[33]
Yüce Allah'ın Olağanüstü Şeyleri Yaratma Gücüne Sahip Olduğunu Açıklamak:
Kur'an'daki kıssaların amaçlarından birisi de, Yüce Allah'ın olağanüstü şeyleri yaratma gücüne sahip olduğunu açıklamaktır. Örneğin, Hz. Adem (a.s)'ın yaratılış kıssası, Hz. İsâ (a.s)'ın doğuş kıssası gibi kıssalar Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılmıştır.
İşte bunlar, bir şeye "kün feyekün" yani "ol" dediğinde o şeyin oluvermesi, Yüce Allah'ın her şeyi yaratma gücüne sahip olduğuna delâlet etmektedir. Örneğin: Hz. Adem (a.s)'ı babasız ve annesiz, Hz. İsâ(a.s)'ın ise annesinin olup babasız oluşu, Hz. Havva'nın Hz. Adem (a.s)'ın kaburga kemiğinden yaratılışı gibi olayların hepsi Yüce Allah'ın acayip olan olağanüstü şeyleri yaratma gücüne sahip olduğuna bir delildir.
Yüce Allah'ın, Hz. İsâ (a.s)'ı nasıl yarattığına dair olan ayeti ise şöyle!:
"Allah katında İsâ 'nın durumu, -kendisini topraktan yaratıp sonra "ol" demesiyle oluvermiş olan- Adem'in durumu gibidir."[34]
Hz. İbrahim (a.s)'ın bir kuşu parçalayıp daha sonrada onun her bir parçasını bir dağın üzerine koyduktan sonra kuşun kendisine doğru uçup-gelme kıssası, harabe haline gelen bir kasabaya uğrayıp geçerken "Allah burayı nasıl diriltilecek" dediğinde Allah'ın onu yüzyıl öldürüp daha sonra dirilttiği adamın kıssası da bu şekildedir.
Bu kıssalar ve misâllerin hepsi, Yüce Allah'ın acayip olan harikulade şeyleri ortaya çıkarmadaki yaratma gücüne sahip olduğuna delâlet etmektedir. [35]
[33] Hûd: 11/120; Ankebût: 29/14. 15, 16-19, 24, 28-37, 38-39, 40 (ç).
[34] Âl-i îmrân: 3/59.
[35] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 229-230.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
İyilik ile Düzeltme ve Kötülük ile Bozgunculuk Çıkarmanın Sonucunu Açıklamak
Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan kıssaların amaçlarından birisi de, iyilik ve kötülük sonucunu açıklamaktır. Mesela; Hz. Adem (a.s)'ın oğullan olan Habil ile Kabil Kıssası gibi. Bu olay,
Maide Sûresinde Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesinde geçmektedir:
"Onlara (Ehl-i Kitab'a) Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat (ki hasedin ve çekemezliğin neler getirdiğini öğrensinler) Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da; birisinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti O (Kabil, kardeşi Habil'e), andolsun ki "Seni mutlaka öldüreceğim" dedi. (Kardeşi Habil ise): "Allah, ancak muttakilerin (kurbanını) kabul eder" demişti." (Mâide: 5/27)
Ayette, Kabil'in, kardeşi Habil'e nasıl zulmettiği, onu öldürmeye geldiği belirtilmektedir. Kıssada, mutlak ilahi adalet etrafında gerçekleşen Hz. Adem (a.s)'ın iki oğlu arasında geçen bir mücadele anlatılmaktadır:
Ma'reb şeddinin kıssası,[36] iki bahçe sahibinin kıssası,[37] Ashabı Uhdûd kıssası[38] ve Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük eden milletin kıssası[39] gibi kıssalar[40] vardır.
Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan bu kıssaların hepsi, iyiliğin ve kötülüğün sonucunu açıklamak içindir. Kıssaların, buna benzer daha nice Öğüt dolu amaçları da vardır. Kur'ân-ı Kerîm, kıssaları bu amaçla verir ve onlardan alınacak dersleri, öğütleri en güzel şekilde ortaya koyar."
Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Doğrusu Biz, peygamberlerimize ve mü'minlere, dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri (kıyamet) gününde de yardım ederiz. O gün zalimlere mazeretleri (kendilerine) fayda sağlamaz. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır."[41]
Yüce Allah'ın suçlular topluluğuna nasıl azap ettiğine dair olan adili mutlak şu ceza gerçektende düşündürücüdür:
"Karun'u, Firavun'u ve Hâman'ı da helak ettik. Andolsun Mûsâ kendilerine apaçık deliller (mucizeler ve belgeler) getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki onlar kurtulabilecek değillerdi. (Onlardan) her birini (işledikleri) günahıyla yakaladık. Kimine taşlar savuran kasırga gönderdik.[42] Kimini çığlık tuttu.[43] Kimini de yerin dibine geçirdi.[44] Kimini de suda boğduk.[45] Allah onlara zulmetmiyordu, ama onlar (küfürleri sebebiyle) kendi kendilerine zulmediyorırdı. [46]
[36] Kehf: 18/92-98 (Ye'cüc ve Me'cüc ile Zülkarneyn'in kıssası) Ayrıca b.k.z: Enbiyâ: 21/96 (ç).
[37] Kalem:68/17-33.
[38] Burûc:85/4-10.
[39] Bu millet ise İsrailoğullarıdır. İsrail oğulları Kur'an da birçok surede geçmektedir. İsrailoğullarnın Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetlere karşı nankörlük ettiklerine dair ayetler şunlardır: Bakara: 2/40, 47,49, 50, 52, 56, 57, 60, 61, 64; Mâide: 5/20, 23. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de en çok anlatılan kavimde, İsrailoğullarıdır. (ç).
[40] Ahkâf Kıssası, Ahkâf: 46/21-25; Hicr Kıssası. Hicr: 15/80-84; Eyke halkı kıssası, Hicr: 15/78-79, Şuarâ: 26/176-190, Sad: 38/13-16. Kâf: 50/14-15; Ress kıssası, Kâf: 50/12-14, Furkân: 25/38-39 vb. kıssalar Kur'an da daha çoktur. Peygamberlerin hayatı anlatılırken, bu kıssaların çoğu da anlatılmış olacaktır, (ç).
[41] Mu'min: 40/51-52.
[42] Bu azab, Lût ve Ad kavmine gelmiştir, (ç).
[43] Bu da, Medyen ve Semûd kavmidir, (ç).
[44] Bundan kasıtta, Karun'dur. Geniş bilgi için b.k.z: Kasas: 28/76-82 (ç).
[45] Bunlarda, Hz. Nuh'un kavmi İle oğlu ve Firavun ile onun hanedanıyla birlikte an'dır. (ç)
[46] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 230-232.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Kur'an'daki Kıssaların Tekrar Edilmesindeki Sır
Yüce Allah, içerisinde öğüt ve nasihat bulunan nebilerin ve resullerin kıssalarını Kur'ân-ı Kerîm'de bize anlatmıştır. Aynı zamanda da onların güzel gidişatlarına ve temiz ahlaklarına uymamız için ve insanlara mutluluk ile kurtuluş yollarını aydınlatan lambalar olması için peygamberin hayatından ibret ve öğüt alma yerlerini bize göstermiştir. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Doğrusu peygamberlerin kıssalarında akıl sahibi kimseler için ibretler vardır. Bu (Kur'ân-ı Kerîm, kafirlerin ileri sürdükleri gibi) uydurulmuş bir söz değildir. Fakat o, sadece kendinden önceki (semadan daha önce indirilmiş olan) kitapların tasdiki ve her şeyin tafsilidir. "[47]
Peygamberlerin kıssaları birçok surelerde anlatılmıştır. Bundan dolayı da bu kıssalar -dış görünüşü itibariyle- tekrarlayıcı gibi gelmiştir. Fakat bu tekrarlar,[48] Yüce Allah'ın açık bir hikmetinin ve önemli bir işaretinin gereğidir. Çünkü bu durum, Kur'ân-ı Kerîm'in mucizeliğine delâlet etmektedir. Çünkü belâgatçılarm en belâgatlı konuşanı ile fesahatçıların en düzgün konuşanı bile, bir defasında bir kıssa yazdığı zaman başka bir defasında aynı kıssayı ilkinin dışında başka lafızlarla metnin üslubunu düzgün lafızlarını ve açık sözlerini koruması mümkün değildir. Zira iki üslup arasında bütün çıplaklığıyla açık bir fark görülür. Kur'ân-ı Kerîm'e gelince ise o, kıssaları anlatırken bu fesahati, açıklamayı, konunun anlatılış güzelliğini ve sağlamlığını çeşitli şekillerde anlatmaya sahiptir. Bundan dolayı kıssalar, Kur'an'da bir manada olmak üzere insanlara ibret verici ve tekrarlayıcı bir şekilde gelmiştir. Fakat bunlar, değişik lafızlarla ve çeşitli ifadelerle kullanılmıştır. Doğrusu her şeyi açıklayıcı ve müminlere bir rahmet ve bir hidâyet rehiberi olması için muciz kitabını indiren Yüce Allah, bu kıssalarda da görüldüğü gibi her şeyi yapmaya gücü yeter. [49]
[47] Yusuf: 12/111.
[48] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, "Kur'an kıssalarının tekrarı" hakkında şöyle der: "Kur'an'da tekrar, bazen bir cümlenin çeşitli yerlerde tekrar edilmesi, bazen de olayın tekrarı şeklindedir. Olayın tekrarı, kıssa konusuna girer. Bazen bir kıssanın bir olayı müteaddit surelerde tekrar edilmiştir. Mesela: Allah'ın meleklere Adem'e secde etmelerini emretmesi ve îblisi secde etmekten kaçırması olayı altı yerde (Bakara: 2/34; Araf: 7/11, İsrâ': 17/61; Hicr: 30, Kehf: 18/50, Tâhâ: 20/116) Hz. Musa'nın Firavunun sihirbazıyla yarışıp asanın, onların büyülerini yutması mucizesi dört yerde (Araf: 7/113-120, Yûnus: 10/80, Tâhâ: 20/70, Şuarâ; 26/38-46) tekrar edilmektedir.
Önceki alimler, tekrarın sim olarak daha çok şunu söylüyorlardı: "Bir olayın birçok yerde farklı üsluplarla anlatılması ve bu anlatımların hepsinde başarılı bir anlatım seviyesi tutturulması, fesahat ve belagat üstünlüğüne delildir. Kur'ân-ı Kerîm, bazı kıssalarda geçen olayları birçok yerde tekrar ederek farklı üsluplarla anlatmaktadır. Bu farklı üslupların hepside fesahat ve belagatın zirvesindedir. İşte bu, Kur'an'ın icaz yönlerinden biridir. Çünkü kişi ne kadar fesahal ve belagat sahibi olursa olsun ancak farklı iki, bilemediniz üç üslupla anlattığında başarılı olabilir.
Üslup sayısını artıracak olursa başarılı olamaz.
Psikolojik açıdan meseleye bakıldığında tekrarın insan üzerinde büyük etkisi olduğu görülür... Herhangi bir düşünceyi yerleştirmek istediğiniz zaman o düşünceyi ölçülü bir şekilde tekrar etmek etkili bir yoldur. Zamanla insanların o düşünceye yakınlık kazandıklarını görürsünüz. Belki geçici bir düşüncenin böyle bir tekrara ihtiyacı yoktur. Ama bir düşüncenin kalıcı olmasını istiyorsanız kalplerin derinliklerine kök salması için mutlaka tekrara ihtiyaç vardır. Tıpkı bir fidanın kök salıp büyümesi için tekrar sulamaya ihtiyacı olduğu gibi.
İmanda böyledir. Kalplere yerleşip kök salması için tekrar edilmesi ve fidan gibi sulanması gerekir. Namazın günde beş defa tekrar edilmesinin sebebi de bu olsa gerek. İman ancak ibadetlerle kök salar, güçlenir ve korunabilir. İbadet olmadan imanı muhafaza etmek yada yerleşerek kökleşmesini sağlamak mümkün değildir...
Tekrar edilen konular daha çok tevhidi yerleştirmeyi hedefleyen hususlardır. Kıssası en çok tekrar edilen peygamberlerin başında Hz. Mûsâ (a.s) gelmektedir. Çünkü o, uzun yıllar Firavunun emri altında köleleştirilmiş bir kavme gönderilmişti. Meşakkatli bir mücadeleden sonra onları Firavunun zulmünden kurtardı. Firavun ve yandaşlarının onlara zulmü, Kureyş ileri gelenlerinin, Hz. Muhammed (s.a.v) ve müminlere yaptıkları zulme benzemektedir... Hz. Mûsâ (a.s)'dan sonra Kur'an'da en çok kıssası tekrar edilen Peygamber. Hz. İbrahim (a.s)'dır. Tevhid konusunun değişik üsluplarla en çok anlatıldığı kıssa da Hz. İbrahim (a.s)'ın kıssasıdır.
En çok tekrar edilen kıssalardan biri de, Hz Adem ile şeytanın kıssasıdır. Çünkü bu kıssa, insanlığın kıssasıdır. Çünkü şeytan ile insan arasındaki çatışma her zaman ve her yerde vuku bulmuş ve kıyamete kadar da devam edecektir.
O halde tekrar edilen konular, önemlerinden dolayı tekrar edilmişlerdir. Ayrıca Kur'an'da bir olay tekrar edilirken aynıyla tekrar edilmiyor. Mesela, bir yerde özet olarak anlatılırken, başka bir yerde ise tafsilatlı bir şekilde anlatılıyor. Bir yerde olayın bir unsuru anlatamadığı halde başka bir yerde o unsurda ilave ediliyor.
Kur'an'ın indiği dönem açısından meseleye bakıldığında bazı olayların tekrarı şu anlamda önem arz ediyordu. "Daha öncede söz konusu ettiğimiz gibi kıssaların hedeflerinden biri, Hz. Peygamber (s.a.v)'in gönlünü yatıştırmak ve azmini bilmek idi. Yirmi üç yıl süren davet ve tebliğ hayatı boyunca o, birçok sıkıntı ve problemle karşılaşmıştı. Benzeri problem ve sıkıntılar tekrar edildikçe, o problemini hafifletecek geçmişteki olay, kendisine tekrar hatırlatılmış oluyordu."
Daha sonraki dönemler açısından meseleye bakıldığında ise, tekerrüreden her olay farklı surelerde bir bütünlük içerisinde ele alınmaktadır. Olay zikredıldiği surenin genel muhtevasıyla ilgili olması nedeniyle de tekrar edilmektedir.
Mesela, Bakara Sûresi, inanç bakımından gruplara ayrılan insanları bu grupların vasıflarını, geçmişlerini ve geleceklerini, aralarındaki çatışmayı konu alan bir suredir. Bu nedenle Adem kıssasının bu konuyla ilgili yönlerini ele almıştır.
(M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş. sn. 111-115)(ç)
[49] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 233-235.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Kur'an'da Kıssaların Tekrar Edilmesi İle İlgili Örnekler
Kıssalardaki ifadelerin ve metin üslubunun güzelliğinin devamlı olmasında bir manaya ve çeşitli üsluplarla Kur'ân-ı Kerîm'deki kıssaların tekrarlanmasındaki neden, bizim bu anlatılan kıssalardan bir örnek olabilmemiz içindir. İşte bu, Hz. Adem (a.s)'ın kıssasında da vardır. Bundan dolayı Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, Kur'an surelerinin farklı yerlerinde ve değişik üsluplarda anlatılmıştır. Örnek olması bakımından, Kur'an'ın şahane üslubunu görmek için bu kıssanın tamamının anlatıldığı surelerden ikisini geçelim:
1. Yüce Allah, A'raf Sûresinde bu kıssayı şöyle anlatmaktadır:
"Ey Adem! Sen ve eşin (şeytanın cennetten çıkarılmasından sonra rahatlık içinde) cennette oturun. Her ikinizde (cennette bulunan ağaçların meyvelerinden) dilediğinizden yiyin. Yalnızca şu ağaca da yaklaşmayın. Sonra (Allah'ın bu emrine muhalefet edecek olursanız, bu muhalefetiniz sebebiyle) zalimlerden olursunuz. Derken şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için ikisine de vesvese verdi. Ve: "Rabbiniz sizi başka bir şey için değil, ancak iki melek veya ebedî kalanlardan olmanızı önlemek için (bu ağaçtan yemeyi size) yasaklamıştır. Ve doğrusu ben, size öğüt verenlerdenim" diye ikisine yemin etti. Böylece onların ikisinin de gururlarını okşayarak aldattı. Bunun üzerine ikisi de ağaçtan tadınca, ayıp yerleri kendilerine göründü. Hemen ikisi de kendilerini cennetin yaprağı ile örtmeye başladılar. Rabbleri de onlara: "Ben sizi bu ağaçtan men etmiş miydim?" diye seslendi. İkisi de: "Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak ki biz, hüsrana uğrayanlardan oluruz' dediler."[50]
2. Yüce Allah Tâhâ Sûresinde ise bu kıssayı şöyle anlatmaktadır:
"Hani (Allah) meleklere: 'Adem'e secde edin' demişti. İblis dışında hepsi (Adem 'e) secde etmişti. O ise (Adem 'e secde etmekten) kaçınmıştı. Bunun üzerine (Adem'e): Ey Ademi Doğrusu bu (İblis), hem senin ve hem de eşinin düşmanıdır. Sakın sizi (aldatıp da) cennetten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olursun. Zira cennette, ne acıkırsın ve ne de çıplak kalırsın. Orada (cennette içecek her şey bulunduğu için) ne susarsın ve ne de güneşin sıcağında kalırsın" demiştik Ama şeytan ona vesvese verdi ve: Ey Adem! Sana Sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez mülkü göstereyim mi? ikisi de ondan yedi ve ayıp yerleri kendilerine göründü. Cennet yapraklarıyla üstlerini örtmeye başladılar. Adem, Rabbine isyan etmişti ve yolunu şaşırmıştı. Daha sonra da Rabbi onu seçip tövbesini kabul etti ve onu hidayete eriştirdi"[51]
Yüce ilahın gücünü göstermek için Kur'ân-ı Kerîm'de tekrarlanan milletlerin olayları ile peygamberlerin kıssaları, bu güzellik ve sağlamlıkla bu örneğe göre anlatılmıştır. [52]
[50] A'râf: 7/19-23.
[51] Tâhâ: 20/116-122.
[52] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 236-237.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
BEŞİNCİ BÖLÜM
KURÂN-I KERÎM'DE TASVİR ETTİĞİ ÜZERE HZ. ADEM (a.s)
Hz. Adem (a.s)’ın Kıssası
Hz. Adem (a.s)’ın Yaratılmasından Alınması Gereken İbret Tablosu
Hz. Adem (a.s)’ ın İnsanlığın İlk Atası Olması
Hz. Adem (a.s)’ın İnsanlardan Yaratılanların İlki Olduğuna Dair Deliller
Darwin Teorisi Ve Bunun Kur'an Ve Vakıayla Çelişmesi
Darwin Teorisinin İlmi Çerçevede Çürütülmesi
Darwin Teorisinin Gerçek Amacı
Bazı İlim Adamlarının Bu Teoriyi Kabul Etmesi
Üstad Neccâr'ın Bu Konuyla İlgili Önemli Bir Görüşü
Hz. Adem (a.s)'ın Yaratılması Sırasında Geçtiği Merhaleler
1. Toprak Merhalesi
2. Çamur Merhalesi
3. Yaratılış Merhalesi
Hz. Adem (a.s)’ın Nesli
Meleklerin Hz. Adem (a.s)’a Secde Etmeleri
İblis Meleklerden midir?
Hz. Havva'nın Yaratılışı
Ayetlerde Geçen Cennetin "Huld Cenneti" Olduğuna Dair Cumhurun Delilleri
İblisin Hz. Adem (a.s)’i Aldatması
Hz. Adem (a.s)’ın Oğulları Habıl İle Kabil'in Kıssası
Hz. Adem (a.s)’in Yeryüzünde İstihlâf Edilmesinin Hikmeti
Hz. Adem (a.s) Nebi midir?
Hz. Adem (a.s)’ın Peygamberliği Etrafında Dolaşan Şüpheler
Melekler ile Cinler Arasındaki Fark Nedir?
Şeytanlar ile Cinler Arasındaki Fark
Hz. Adem (a.s)’ın Kıssasından Alınması Gereken İbretler
Hz. Adem (a.s)’ın Vefatı
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
BEŞİNCİ BÖLÜM
KURÂN-I KERÎM'DE TASVİR ETTİĞİ ÜZERE HZ. ADEM (a.s)
Hz. Adem (a.s)'ın Kıssası
Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, bütünüyle insanlığın kıssasıdır. Onun hayatı, Yüce Allah'ın, bu dünyanın imar olunmasını, bu varlığı ortaya çıkarmayı ve bu hayatı tamamlamayı ve bu insanın ortaya çıkışını kuvvetlendirmeyi istemesi anından itibaren en mükemmel bir şekilde yaratılan bu varlığın hayatıdır...!
Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, baştan sona mükemmel bir hayatın kıssası ve insanların yeryüzünde görüldüğü andan, her şey Allah'a dönünceye yani kıyamete kadar geçecek olan varlığın kıssasıdır...!
Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, uzun bir zaman bu alemde yaşayıp arkalarına eserler ve nesiller bırakarak göçmüş geçmiş devirlerin kıssasıdır.Bunu dile getiren şair şöyle demektedir:
"Bu eserlerimiz, bizi gösteren eserlerimizdir. O halde bunlar, bizden sonraki eserlere bakın diyen nice milletlerin hayat kıssasıdır." [1]
[1] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 240.
KURÂN-I KERÎM'DE TASVİR ETTİĞİ ÜZERE HZ. ADEM (a.s)
Hz. Adem (a.s)'ın Kıssası
Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, bütünüyle insanlığın kıssasıdır. Onun hayatı, Yüce Allah'ın, bu dünyanın imar olunmasını, bu varlığı ortaya çıkarmayı ve bu hayatı tamamlamayı ve bu insanın ortaya çıkışını kuvvetlendirmeyi istemesi anından itibaren en mükemmel bir şekilde yaratılan bu varlığın hayatıdır...!
Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, baştan sona mükemmel bir hayatın kıssası ve insanların yeryüzünde görüldüğü andan, her şey Allah'a dönünceye yani kıyamete kadar geçecek olan varlığın kıssasıdır...!
Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, uzun bir zaman bu alemde yaşayıp arkalarına eserler ve nesiller bırakarak göçmüş geçmiş devirlerin kıssasıdır.Bunu dile getiren şair şöyle demektedir:
"Bu eserlerimiz, bizi gösteren eserlerimizdir. O halde bunlar, bizden sonraki eserlere bakın diyen nice milletlerin hayat kıssasıdır." [1]
[1] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 240.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Hz. Adem (a.s)’ın Yaratılmasından Alınması Gereken İbret Tablosu
Hz. Adem (a.s) topraktan yaratıldı. Soyu ise tabii ve normal olarak evlenme ve üreme yoluyla çoğaldılar deyip geçemeyiz. Çünkü Hz. Adem (a.s)'ın topraktan yaratılışı, tarihi açıdan önemli bir konuyu ve büyük bir yaratılmayı içermektedir. Üstelik bunda herhangi bir şeye, "Kün feyekün" yani "ol" deyince anında oluveren ilahi yüceliğin ve Rabbani gücün görüntüleri tecelli etmiştir... İşte Hz. Adem (a.s)'ın topraktan yaratılışı yeni bir varlığın yaratılmasının ve yine bu varlığın yaratılmasındaki icazın doruğunu göstermektedir. Çünkü yeryüzünde bulunan bütün insanlar bir "sinek" veya bir "sivrisinek" yaratmak üzere bir araya gelip toplansalar bile buna güçleri yetmez. O halde kalbi, gözü kulağı ve aklı olan insanı nasıl meydana getirebilirler? Çünkü "yaratanların en güzeli olan Allah (her şeyden) yücedir" (Mü'minûn: 23/14) İşte bu durumu; yokluktan varlığı yaratan ve zayıftan kuvvetliyi, durgunluktan hareketliliği, cansızdan canlıyı ve ruhu meydana getiren üstün ilahi kudretin bir tecellisidir. Zira en güzel bir şekilde ve en iyi bir biçimde -Allah'ın ilahi kudretiyle- hareketsiz olan toprak hareketli bir duruma geçiyor, cıvık bir durumda olan çamur konuşabilir bir duruma geliyor, cansız olan varlık üstün bir insan haline geliyor. Nitekim Yüce Allah, bunu şöyle anlatmaktadır:
"Onun (yüceliğine, kudretinin kemâline delâlet eden) ayetlerinden biri de; "Sizi topraktan yaratması ve ardından da hemen yeryüzüne yayılan insanlar olmanızdır"[2]
İşte ayeti kerimede geçen, topraktan yaratılan kimse Hz. Adem (a.s)'dır. Ardından yeryüzüne yayılan insanları ise onun, neslidir. Aslında Hz. Adem (a.s)'ın bu kıssası, bütün yaratılmışların kıssasını içermektedir... Çünkü Allah, mahlûku yani Hz. Adem (a.s)'ı çamurdan yaratıyor,[3] daha sonrada onun neslini küçük bir damla sudan yaratıyor[4] ve bu nesli de kendi vekili olarak yeryüzüne yerleştiriyor, yeryüzünü de bu varlığın emri altına veriyor ve adaleti ikame edebilmesi içinde bu insanı halife yapıyor.[5] Buna rağmen bu zayıf yaratık Rabbine karşı yücelmeyi ve onun mülkünde onunla mücadele etmeyi istiyor ve Allah'ın emirlerine isyan etmekle de cesaretlenmektedir!!
Ademoğlu, dün daha bilinen bir şey değilken bugün Allah'ın varlığını inkar etmeye yeltenişi garip değil midir?!! Yine kendi varlığı, Allah'ın varlığına delil olduğu halde Allah'ın nimetlerine küfretmesi garip değil midir?!! Şöyle buyuran yüce Allah gerçekten de güzel söylemiştir:
"Canı çıksın o insanın, o ne nankördür! Allah onu hangi şeyden yaratmış? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek ona şekil vermiş; sonrada onu öldürür ve kabre koyar, sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir. Hayır! (İnsan) Allah'ın kendisine emrettiği şeyi hala yerine getirmemiştir."[6]
Allah'ın varlığını inkar eden ey garip kimse!! Sen Allah'ın varlığını inkar etsen bile kainattaki her zerre Allah'ın var olduğuna delalet etmektedir.
Allah'ın ayetlerini yalanlayan ey garip kimse! Varlığındaki her hareket Allah'ın vahdaniyetine yani birliğine ve yüce kudretine delildir.
Keskin güneş ışığını görmeyip de gözünü kapatan ve kainatı yönetenlerin sesini işitmeyip de kulakları sağır olan ey garip kimse!
Şöyle buyuran yüce Allah, gerçekten de güzel söylemiştir:
''Körlük dediğin gözlerinki değildir. Asıl göğüslerde olan kalblerin körleşmesidir."[7]
Şairde bunu şöyle dile getiriyor:
"Hayret! Her şey de Allah'ın birliğine delâlet eden alametler, her hareket ve sükûnetlikte ebedi şahitler olduğu halde kişi, Allah'a nasıl isyan eder yahut nasıl bilerek onu inkar eder?"
Hz. Adem (a.s)'ın kıssası, hayretliği gösteren bir kıssa değil midir?! Bu kainatta var olan insanın varlığı, Allah'ı düşünmeye ve O'nu tefekkür etmeye çağırmıyor mu?! Hz. Adem (a.s)'ın yaratılışı topraktan ve O'na iman ile yakînin gerektirdiği çamurdan değil midir? Çünkü Yüce Allah "Öyleyse insan neyden yaratıldığına bir baksın; o insan, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasından atıla gelen bir sudan (yani meniden) yaratılmıştır. Şüphesiz Allah, insanı tekrar yaratmaya kadirdir."[8] buyurmaktadır. [9]
[2] Rum: 30/20.
[3] B.k.z: Nahl: 16/4, Kehf: 18/37, Mü;minûn: 23/13-14, Hacc: 24/5, Fâtır; 35/11, Yasin: 36/77, Ğafir (Mü'min): 40/67, Necm: 53/46, Kıyame: 75/37, İnsan: 76/2, Abese: 80/19.....
[4] B.k.z: Fâtır: 35/11, Ğafir (Mü'mîn): 40/67.
[5] Bakara: 2/30.
[6] Abese; 80/17-23.
[7] Hacc: 22/46.
[8] Târik: 86/5-8.
[9] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 241-243.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Hz. Adem (a.s)’ın İnsanlığın İlk Atası Olması
Kur'ân-i Kerîm Hz. Adem (a.s)'in yaratılışını bize anlatmış ve onun bu varoluş hakkında yeryüzünün sathında ortaya çıkan insanlıktan yaratılmış olanların ilki olduğunu bize haber vermiştir. Buna göre Hz. Adem (a.s), yaratılmışların atası yani Ebu'l-beşer olup bu alemin temelini oluşturan, yeryüzü sakinlerinin hepsi ondan türeyip çoğalmış ve ondan önce insan türünden bir varlık yaratılmamıştır. Fakat insanın yaratılıp yeryüzüne indirilmesinden Önce orada onun dışında melekler yaşamaktaydılar. Cinlerin de Hz. Adem (a.s)'dan önce yaratılmış mahlûk olması da meleklerinki gibidir. İşte bunlardan dolayı Allah'ın ezeli hikmeti bu insanı yaratmayı gerekli kılmıştır. Şanı Yüce Allah, meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağını haber verdiğinde onlar, onun neslinden gelen kimselerin kanlar dökeceğini ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaracakları şeklinde cevap vermişlerdi. Bunun peşi sıra melekler, Allah'a bu insanı yaratmasındaki "ilahi hikmetini" sormuşlar ve böyle bir şeyi de garipsemişlerdi. Zaten şu ayeti kerimede buna işaret etmektedir:
"Hani Rabbin meleklere; "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım " demişti. Bunun üzerine (melekler): "Biz seni hamd ile tesbih ve takdis edip dururken yeıyüzünde fesad (yani bozgunculuk) çıkaracak ve kanlar dökecek birisini mi yaratacaksın? " demişlerdi. Bunun üzerine (Allah da): "Ben, sizin bilmediklerinizi bilen birisiyim" dedi.[10]
Allâme Kurtubî, "el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'an' adlı tefsirinde bunu şöyle anlatıyor:
"Kesin olarak biliriz ki; "Melekler ancak Allah'ın kendilerine öğrettiği şeyleri bilmektedirler ve Allah'ın sözünün önüne geçemezler. Çünkü Yüce Allah, "Melekler Allah'ın sözünün önüne geçemezler"(Enbiyâ: 21/27) buyurmaktadır. Bunu da melekleri, övme yönüyle söylemiştir... Melekler, Allah'a; "Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birisini mi yaratacaksın?" (Bakara: 2/30) diye nasıl soru sorabilir? Buna cevap ise, melekler daha önceden yeryüzünde yaşayan cinlerin, birbirlerinin kanlarını döktüklerini ve yeryüzünde fesad çıkardıklarım görmüşlerdi ve bunu biliyorlardı.
İşte bu Hz. Adem (a.s)'ın yaratılmasından önce yeryüzünde cinlerin yaşadığını göstermektedir. Zira cinler yeryüzünde fesad çıkarmışlar ve birbirlerinin kanlarını dökmüşlerdi. Bunun üzerine Allah Cebrail'in komutanlığında meleklerden oluşmuş bir orduyu onlara gönderdi. Melekler onlarla savaştılar onların bir kısmını öldürdüler ve bir kısmını da denizlerdeki odalara ve dağların tepelerine sürdüler. İşte bundan dolayı meleklerin "yeryüzünde yaratacaksın" sözleri, özel bir soruya yönelik olarak gelmiştir. Buna göre bu halife, yeryüzünde yaşamış olan cinlerden önce geçen bir yol üzere midir? Yoksa onların yolu üzere midir?
Bir rivayete göre; Yüce Allah yaratacağı bu halifenin neslinden gelen bir topluluğun, yeryüzünde fesad çıkaracaklarını ve birbirlerinin kanlarını dökeceklerini meleklere bildirmiştir. İşte bundan dolayı da melekler ya, Allah'ın kendisine isyan edeceğini bildiği bu halifenin Allah'ın onu kendi yerine vekil olarak bırakmasından şaşırdıklarından dolayı bu sözü söylemişlerdir...."[11]
Buna göre bizim; meleklerin sorusunu, Allah'ın yarattığına veya dilemesine ve isteğine itiraz etmediklerini anlamamız gerekmektedir. Onlar sadece Allah'ın yaratmak istediği bu varlığın kendisine isyan edeceğini, birbirlerinin kanlarını dökeceklerini ve yeryüzünde fesad çıkaracaklarını bildiği halde- niçin yaratmak istediğinin sebebi hikmetinin açıklanması maksadıyla Allah'a bu soruyu sormuşlardır. Yoksa -daha önce de geçtiği üzere- başka bir maksattan dolayı değildir. Çünkü melekler, Allah'ın emirlerine karşı isyan etmezler ve onlardan, Allah'ın emrine karşı bir muhalefetin ve itirazın meydana gelmesinin düşünülmesi bile mümkün değildir. [12]
[10] Bakara: 2/30.
[11] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'I-Kur'an, 1/274.
[12] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 244-246.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Hz. Adem (a.s)'ın İnsanlardan Yaratılanların İlki Olduğuna Dair Deliller
Kur'ân-ı Kerîm ayetleri; "Hz. Adem (a.s)'ın insan türünden yaratılmışların ilki olduğunu ve yine ondan önce yeryüzünde bu insan türünden hiçbir varlığın yaşamadığını" destekleyici olarak gelmiştir. İşte böylece semavi kitapların hepside bunda birleşmektedir. Bununla birlikte vahye dayanan şeriatlar ile dinlerin bütün mensuplarından "Hz. Adem (a.s)'ın yaratılmışların atası ve insan cinsinden yaratılmışların ilki olduğu" şeklinde gelen haberler ve rivayetlerde bunu desteklemektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de geçen delillere gelince ise bunlar bazısını nakletmekle yetinebileceğimiz kadar çoktur. Bunlar ise aşağıda geldiği üzere şunlardır:
1. İnsanlara, atalarının Hz. Adem (a.s) olduğunu nisbet etmek suretiyle nidaların tekrar edilmesi.
Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Ey Ademoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ana-babanızı cennetten çıkardıysa, sakın aynı şekilde sizi de fitneye düşürmesin..."[13]
Yine Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Ey Adem oğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve giyip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Takva elbisesi ise, daha hayırlıdır..."[14]
Yiric Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Ey Ademoğulları! Her namaz sırasında (veya mescide giderken) zinetinizi alın. Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.."! [15]
2. Şanı yüce olan Allah'ın, insanların tamamının bir "a-sıP'dan geldiğini haber vermesi.
Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Ey insanlar! Sizi bir tek "nefis" (yani kişiden)den yaratan ve ondan da onun eşini yaratan ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinizden sakının... "[16]
Yine Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Sizi bir tek "nefis " (yani kişi)den yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah 'tır...[17]
Ayeti kerimelerde geçen "bir nefis" yani kişiden maksat, ancak Hz. Adem (a.s)'dır. Tıpkı Yüce Allah'ın, "eşini de ondan " (A'raf: 7/189) sözünden maksat da ancak Hz. Havva (a.s) olduğu gibi. Çünkü ikisi de -Nisa: 4/1 de geçtiği üzere- insan türünden yaratılmışların aslıdır. Ayeti kerime (yani Nisa: 4/1 ayeti), Hz. Adem ile Hz. Havva'dan birçok erkekler ve kadınların yaratıldığını ve ikisinden bu varlıkların türeyip yayıldığını açıklamaktadır. Buna göre Hz. Adem ile Hz. Havva'dan insanlar doğmuş, bu doğanlar zamanla türemişler ve çoğalmışlar. Daha sonrada çoğalan bu varlıklar yeryüzünün çeşitli yerlerine dağılmışlar...
3. Yüce Allah'ın her yaratığın evlilik yoluyla bir anne ve babadan yaratıldığını haber vermesi.
Hz. Adem (a.s) bundan müstesnadır.[18] Çünkü Yüce Allah onu kendi eliyle[19] çamurdan yaratmış, daha sonra da ona kendi ruhundan[20] üflemiştir. Bundan dolayı da Hz. Adem (a.s), bir anne ve babadan meydana gelmeyip ancak -Allah'ın varlığına ve O'nun birliğine delalet etmesi için insanlara- bir örnek olarak tek başına yaratılmıştır. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyİe buyurmaktadır:
"Hani Rabh'in meleklere: "Ben, çamurdan bir insan yaratacağım, onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secde edin " demişti."[21]
Yüce Allah, iblisin Hz. Adem (a.s)'a secde etmekten kaçınması hakkında ise şöyle buyurmaktadır:
"Allah: "Ey İblis! Elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın? dedi".[22]
Yine Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Yarattığı her şeyi güzel yaratan, başlangıçta insanı çamurdan yaratan, sonra da onun soyunu küçük bir suyun özünden var eden, sonrada onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır."[23]
Ayeti kerimenin metninde geçen "es-sülâle" kelimesi Arapça "selle" kelimesinden türemiştir. Bu da; bir şeyi başka bir şeyden çekip çıkarmaya denilir. Mesela; kılı hamurdan "çekip çıkardım" da kullanılan anlam gibi. Buna göre meni yani damla da, ayette sülâle gibidir. Çünkü meni sırttan çekilip çıkarılır. (Bunu Kurtubî ifade etmiştir)[24]
4. Hz. Adem (a.s)'ın yaratılışının nasıl gerçekleştiğini ve onun, insanların atası olduğunun açıklanması.
Bu Buhari ve Müslim'in "Sahîh"lerinde rivayet edilen "şefaat" hadisinde geçmektedir. Bu hadiste; "İnsanlar, kıyamet gününün musibetinden kendilerini kurtarmak için şefaat edecek kimseleri araştırırlar. Bunun üzerine insanlar, Adem'e gelirler ve ona, kendileri için şefaat etmesini isteyerek:
- Ey Adem! Sen insanların atasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi (bütün isimleri sana öğretti), melekleri senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Bundan dolayı Allah katında itibarın ve makamın var) Rabb'in nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu hâlimizi ve başımıza şu geleni görmüyor rnusun? derler. Adem:
-Bugün Rabb'im öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonrada böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü cennette iken Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa karşı geldim. (Ben Cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bana yeter) Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Nuh'a gidin diyecek......"[25]
[13] A'râf: 7/27.
[14] Araf: 7/26.
[15] A'râf:7/31.
[16] Nisa: 4/1.
[17] A'râf: 7/189, ayrıca B.k.z: Rûm: 30/21.
[18] Ali imrân: 3/59'da da geçtiği üzere Hz. İsa'nın durumu da Hz. Adem'in durumu gibidir. Zira Yüce Allah Hz. Adem'i anasız ve babasız yaratmıştır. Hz. İsa'yı ise babasız yaratmıştır. Bu da Yüce Allah'ın varlığını kuvvetlendirmekte ve her şeye gücünün yettiğini göstermektedir, (ç)
[19] Sâd: 38/75'de Yüce Allah şöyle "iki elimle yarattığım" buyurmaktadır: Bu ayette geçen "el" tabiri hakkında selef ve halef alimleri ihtilaf etmişlerdir. Selef alimleri buradaki "el" tabirinin yorumlanamayacağını söylerken halef alimleri ise Kur'an'da ve sünnette geçen bu gibi tabirlerin açıklanması gerektiğini söylemiştedir. Bundan dolayı da "el" tabirini, "kudret" ile yorumlamışlardır. Halef alimlerine göre; bu gibi tabirler yorumlanmadığı zaman Allah hakkında kulların teşbih ve tescime düşeceklerini söylemişlerdir."Fakat Allah'ın sıfatları konusunda sağlıklı ve tutarlı bir inanca sahip olmak için şu üç temel hususun göz önünde bulundurulması gerekir:
a. Allah'ın sıfatları kendi şanına layık olup yaratıkların sıfatlarına benzemekten münezzehtir.
b. Kur'an'da Allah hakkında ispat edilen sıfatlara te'vilsiz iman edlmesi gerekir.
c. Allah'ın sıfatlarının keyfiyeti, insan aklının idrakinin ulaşamayacağı bir husustur' Prof. Dr. M. Sait Şimşek- Kur-'an Kıssalarına Giriş, sh.184) (ç).
[20] Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Ve ruhumdan ona üfürdüm" (Hicr: 15/29; Sa'd: 38/72) Ruh gibi hakkında az bilgiye sahip olduğumuz bir şey hakkında söyleyeceklerimizin dini bir anlam taşıyabilmesi için mutlaka sarih nasslara dayanması gerekir. Ruh hakkında Hz. Peygamber (s.a.v)'e yöneltilen bir soruya vahiy kanalıyla şöyle cevap varmesi söylenmiştir: "Deki: Ruh, Rabbimin işlerindendir. Size ancak az bir bigi verilmiştir."(İsrâ: 17/85) Gerçi ayette az bir bilgi verildiği belirtilmekte. Zalen alimlerin çoğu bu ayette geçen "ruh" ifadesinde; bedeni canlı tutan "nüy'un kastedildiğini açıklamalardır. Buna göre ruh kavramı, Kur'an ve sünnet doğrultusunda bugünkü bilimin verileri ile açıklandığı takdirde sanırım bu anlam tam olarak ortaya çıkaçaktır.(ç)
[21] Sâd: 38/71-72.
[22] Sâd: 38/75.
[23] Secde: 32/7-8.
[24] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmil-Kur'ân, 12/109 (ç).
[25] Şefaat hadisinin îbn Hacer el-Askalarâ'nin, Buharî'nin Sahîh'i üzerine yazdığı Fethü'I-Bari 6/371'de bulabilirsiniz. (Ayrıca Buharı, Enbiyâ 3/8, Tefsir Beni İsrail 5, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rîkâk 51; Müslim, îman 322 (193), 327 (194); Tirmizî, Kıyamet 11, (2436) (ç).
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 247-251.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5154
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî
Darwin Teorisi[26] Ve Bunun Kur'an Ve Vakıayla Çelişmesi
Daha öncede Kur'an ve sünnetten zikrettiğimiz nasslar Darwin teorisini hükümsüz kılmakta, insanın çoğalışını ve ortaya çıkışını bize açıklamaktadır. Darwin teorisine göre; insanın aslı Hz. Adem değildir. Darwin insanların ancak başka bir şeyden çekilip çıkartılması suretiyle bir kökten çoğaldığını ve Adem'in aslından farklı bir şeyden meydana geldiği görüşünü ortaya atmıştır.
Darwin'in görüşüne göre; insanın hayatı suyun yüzeyinde ortaya çıkmış küçük mikroplarla başlamış, daha sonra bu küçük mikrop evrim geçirerek küçük bir hayvana dönüşmüş, daha sonrada bu hayvan yavaş yavaş büyümüş ve kurbağa olmuş, ardından da yine evrim geçirerek kurbağa balığa dönüşmüş ve yine evrim geçirerek balık maymuna dönüşmüştür. Daha sonra da bu maymun ilerleyip gelişerek yani evrim geçirerek medenileşmiş ve ardından da insan olmuştur. Bundan dolayı Darwin'in nazarında insan medenileşmiş bir maymundur. Zira bu maymun zamanla, dehasıyla ve akıllılığıyla evrim geçirerek insana dönüşmeye ve değişmeye güç yetirmiştir. Bunun üzerine ba. maymun, anlayışsız ve geri kafalı bir maymunluktan zeki yç akıllı bir insan durumuna gelmiştir...
Böylece Darwin, soyumuzu hayvana bitişik kılmaya çalışmakta ve aşiretimizi kurbağadan ve fareden oluşturmaya gayret etmektedir. Fakat biz bu şekle en yakın olarak şempanzeyi bulmaktayız. Çünkü bu tür insana benzeme bakımından maymuna en yakın olandır. İşte yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız şeyler, "evrim ve tekamül teorisi" diye isimlendirilen Darwin teorisinin özet şeklidir. Kendi soyunun ve sopunun maymundan geldiğini iddia eden Darwin, Kur'an'la açık bir şekilde çelişkili ve semavi kitaplarda geçen Ebu'l-Beşer olan Hz. Adem (a.s)'ın yaratılışına tamamen aykırıdır. Zira bütün semavi dinlerde, insanların çoğalışının Hz. Adem (a.s)'dan olduğu bildirilmektedir. Buna göre Hz. Adem (a.s), insanların en büyük atası olmaktadır. Bunun aksine saçma sapan teori, Darwin'in[27] ve onun teorisine inanarak kabul eden Darwin teorisine sığınanlara uymaktadır. İşte böyle kimseler maymunlukta onlarla birdirler. İnsanlardan geriye kalanlara gelince ise onlar, Hz. Adem (a.s)'dan türemişler ve ona nisbet edilmişlerdir.
İşte burada akıllı olan insanın, goril, şempanze ve diğer maymun familyasından olmaya ve soyunun Hz. Adem (a.s)'dan değil de başka bir varlıktan olmasına hiç razı olur mu? Darwinizm, sefih akıl ve görüşün en ahmak olanı ve anlayış ile şuurun kaybolmasıdır. İnsanın aslı maymundan nasıl türemiş olur. Halbuki Yüce Allah, insan türünü keremli kılmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"And olsun ki Biz, Ademoğullarını keremli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık."[28]
Yine şanı yüce olan Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık[29]
Buna göre Yüce Allah'ın, ademoğullarını maymun sınıfından kılması Allah'ın kereminden midir? Veya Allah'ın onların soyunu maymuna katması yahut şempanze ile goril familyasından kılması Allah'ın üstünlüğünden midir? O zaman biz, Darwin'e tabi olanlara deriz ki:
"Ey maymun ve domuzlardan türemiş oğulcağızımız! Bizden olmaya razı olanlardan mısınız? Yoksa böyle söylememize kızanlardan mısınız?"
Ey Rabbim! Hidayet ancak senin etmenle olur.
Senin ayetlerin haktır. Dilediğini onlarla hidayete erdirirsin. Evrim Teorisi gerçek olduğu zaman, dönüşme ve medenileşme denilen bir asırda yaşadığımız halde diğer geriye kalan maymunlar niçin evrim sonucu medenileşip de insana dönüşmemiştir!!? [30]
[26] Bu teoriyi ortaya koyan Darwin'in kendisi olması itibariyle ona nisbetle "Darwin Teorisi" denmiştir. Darwin 1859 yılında yazmış olduğu "Türlerin Menşei" adlı kitapta "Evrim" düşüncesini ortaya koymuştur. Bu kitabı piyasaya çıkmasından sonra büyük çalkantılar olmuş ve Darwin'e karşı büyük tepkiler meydana gelmişti.
İlk sırada Darwin'e karşı çıkan kilise olmuşken, daha sonra Neo-Darwinizm yani Darwin teorisine karşıt bir grup olmuştur. Bu grup, darwinistlerin görüşlerini çürütmek için görüşler ileri sürmüşlerdir. Fakat bu teorinin insanlar üzerinde yapmış olduğu etkiyi ve her şeyin yaratıcısının Allah değil de tabiat olduğu görüşünün insanlar arasında yayılmasıyla vermiş olduğu zararları gören Müslüman yazarlarda, konu üzerinde araştırmalar, bilgiler vermek suretiyle insanlara bu teorinin zararlarını, nasıl ortaya çıktığını, nasıl cevaplar verildiğini vs. şeyleri anlatmak veya yazmak suretiyle yardımcı olmaya çalışmışlardır. Zaten yazar, bu konuda yazı yazanlardan alıntılar yaparak veya yazılan eserlerden ve yazarlardan bahsetmekle okuyucuya ve müslümanlara faydalı olmaya çalışmaktadır. (ç).
[27] Bazı bilim adamları, Darwin'in bir Yahudi olması itibariyle, ataları olan önceki Yahudilerin, Allah'ın emrine karşı çıktıklarından ötürü maymuna döndürüldüklerini bildiğinden böyle bir teoriyi ortaya attığını söylemişlerdir.(ç).
[28] Isrâ: 17/70.
[29] Tın: 95/4.
[30] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 252-254.