Filim-Bab'Aziz

İslami Resim, video, program, eKitap ve görsel tasarım çalışmaları.
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Güzel bir tesbit abla , ALLAH razı olsun. Hocamızın sözleri çok şeylere ışık tutmakta maşaallah. Geyik aşkın yahut mesnevideki gibi imanın sembolü de olabilir diye düşünmekteyim, filimde geyik kelimesi yerine gazel kelimesi kullanılmış. Bu geyik manasında olan başka bir kelimedir. Gazel aşk için yakılan kafiyeli şiirlere verilen ad dır bir yerde. Bu mısralara boşuna gazel dememişler.

Biraz düşünmek lazım, at ile peşine takılıyor, sonra at onsuz geri geliyor? At nedir binek? Niye başının üzerinde kırmızı tüy var ? Sen renkleri bilirsin biraz düşünmemiz gerek.

Selam ve sevgiler
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Nâsır Hamîr: Tasavvuf Devletler ve Ülkeler Ötesi Bir Karakter Taşır


Öncelikle filmde kullandığınız yoğun sembolizmden biraz bahsedelim. Sufizm ve divan edebiyatında sıkça kullanılan ceylan, suda yansıyan yüzünden ruhunun derinliklerini gören şehzade gibi imgelerin filmdeki ve düşünce dünyanızdaki yeri nedir?

Her kültürde bazı simgeler vardır ve kültürler sürekli olarak bunları üretirler. 'Ceylan' ve 'suda yansımasını görme' gibi hiçbir zaman ortadan kalkmayan imgeler zamanla popüler kültürümüzün de bir parçası haline gelirler. Örneğin, bir dilenci gördüğümüzde popüler kültürde ölümü hatırlarız. Oysa kültürümüzde ölümü tarihsel olarak Azrail temsil eder. Bunu fakirlerin hepsi bilir. Ancak zenginler kültürlerini değiştirdikleri için zamanla bu kodları unutmuşlardır. 'Ceylan' da sufi edebiyatında sıkça kullanılır. Bir sufinin yanında güzellik, aşk ve barışın kodlayıcısı olarak hep ceylan bulunur.

Siz de filmdeki ceylanın peşinden gitmeye çalışan bir hayat çizgisinde misiniz?

Aslında neyin peşinde olduğumu ben de bilmiyorum. Sonuçta bir yönetmenim; sufi falan değilim. Ancak sufizm İslam'ın şiirsel, manevi ve estetik bir boyutudur, dinin evrensel temelidir. Bu yüzden meydanı köktendincilerin İslam adına konuşmalarına bırakmaktansa sufizm gibi zengin yönlere vurgu yapmayı tercih ettim.

Filmde farklı dillerin kullanıldığını görüyoruz. Örneğin, Bab'aziz Farsça konuşurken torunu Ishtar bazen Arapça bazen Farsça konuşuyor. Aynı durum gelip geçen yolcular için de geçerli. Hatta kullandığınız müzikleri de buna katabiliriz...

Biliyorsunuz Mevlana eserlerini Farsça yazarken, Yunus Emre Türkçe yazdı. Muhyiddin ibni Arabi ve Attar ise Arapça yazdılar. Çünkü, tasavvuf devletler ve ülkeler ötesi bir kültürel karakter taşır. Zaman zaman Türkçe, Farsça, Kürtçe, Arapça ve Malayca olmuştur. Filmi İran'da çekmemin sebebi de bir dönem bu kültürlerin kaynaşma/ buluşma noktası olmasından. Filmin müziklerini oluştururken de aynı hassasiyetle hareket ettik. Tek tipmiş gibi bilinen İslam'ın ne kadar çok coğrafi ifade farklılığı içerdiğini göstermeyi amaçladım. Çünkü bugün Mağrip, Asya, Afrika, Ortadoğu ve Türkiye'de İslam'ın farklı yüzleri var. Müziklerde de İran, Mağrip, Afganistan, Türkmenistan, Belucistan, Hindistan, Horasan gibi farklı coğrafyalardan benzer sözlerin kullanıldığı farklı ezgiler kültürel renklilik oluşturarak atmosferi betimledi. Yani, öz her yerde aynı ama uygulamalar zengin.

Daha önceki röportajlarınızda filmlerinizin Tunus'ta ilgi görmediğini ve dağıtım imkânı bulamadığını söylemiştiniz. Bu filmin şu anki durumu nedir?

Henüz Tunus'ta gösterime girmedi ama çalışmalar devam ediyor. Tunus'u bir köye benzetebilirsiniz. Tunus'ta kimin kafasından neler geçmekte olduğunun aşağı yukarı bilindiği farz edilir. Tunusluları şaşırtacak ilginç veya garip bir şey yaptığınızda ne yazık ki onlara açıklama yapmak gerekir. Bu yüzden ben de motivasyonumu ve amaçlarımı anlatan, çalışma ve üretim tarzımı betimleyen 70-80 sayfalık bir şeyler hazırlıyorum Kültür Bakanlığına. Bunu okuyunca daha iyi anlayacaklar ve sanırım kabul edecekler.

Jenerikten de anlaşıldığı üzere çok uluslu bir yapımla karşı karşıyayız...

Senaryoyu 1991'de yazdım. Ancak İslam'la ilgili bir film çekileceğinden dolayı, Avrupalı yapımcıların önyargılarını kırmam gerekti. Filmimin dinden değil kültürden bahsettiğini kabul ettirmek kolay olmadı. Dünya konjonktüründe 1991'deki şartlar değişmedi; hatta 11 Eylülle beraber 'Güney'e ve 'Doğu'ya karşı tek tipleştirme ve önyargı artarak devam ediyor. Farklı bir dil geliştirmeye eskisinden daha çok ihtiyaç var. Jeneriğin bu kadar zengin ve çok uluslu olması da çok param olmasından değil, herkesin üç-beş kuruş katkıda bulunmasından kaynaklanıyor.

Doğulu sinemacıların anlatacak çok hikâyesi olduğunu söylüyorsunuz. Ancak eğer birisi çıkıp "filminizdeki tüm pitoresk görüntüler ve imajlar, kostüm-aksesuar ve renk kullanımı tam da Batılı insanın kafasındaki Doğu imgesiyle örtüşüyor" dese, cevabınız ne olurdu?

Öncelikle şimdiye kadar filmimi izleyen çoğu insanın neyi eleştireceğini bilemediğini belirtmeliyim. Tüm bu kostümler, renkler, müzik gerçekte var oldular. Bunlar kültürün ta kendisi zaten. Batılılar 'Binbir Gece Masalları'nı çok severler çünkü hiç var olmamış bir hayaldir onlar için. Ancak Batı bu masalları keşfetmeden önce var olan şeylerdi bunlar. Düşünüş ve hayal ediş tarzımızı başkası ne diyecek diye değiştiremeyiz. Kültürün içinde güzel görüntüler varken 'gerçek budur' diye illa da kötü manzaraları göstermek zorunda değiliz. Zaten bugün Batı'nın görmek istediği, Doğu'nun sefaletidir. Hatta bunu finanse etmekteler. Üzgünüm, ben buna katılamayacağım.

Röportaj: Berker Enhoş, Altyazı Dergisi, Mayıs 2006.

40ikindi.com'dan alınmıştır
Resim
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Bütün paylaşımlarda ayrı bir zevk oluşturdu. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Herkese gönül dolusu muhabbetler sunarım.
Siz de filmdeki ceylanın peşinden gitmeye çalışan bir hayat çizgisinde misiniz?
Ropörtajda soruluyor ne güzel bir soru çok hoşuma gitti

Hepimizin kendine sorması ve sorgulaması gereken bir soru diye düşünüyorum!

Samimiyet - Sadakat ve Sabır ile SELAMETe götürecek
TERCİHimizde sabitleyerek ZOR YOLumuzda kaymalarımızdan - azmalarımızdan - taşkınlıklarımızdan uzak tutacaktır.


MUHAMMEDi SIRR-ı SEVgi ile....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Değerli Gariban kardeşim, dün namaz akabinde tefekkürü durmayan zihnime filmdeki sahne geldi... Merak ediyorum,
Babaziz ve torunu beraber dervişlerin toplantısına katılmak amacı ile yol'a çıkmışlardı filmin başında. Hangi yoldan nereye gideceklerini bilmiyorlardı fakat oraya gitmek azmi ile yola çıkmışlardı. Yol halleri sürdü gitti güzel seyran ile.

Bir yere geldiler ki, o yerde Babaziz toprak içine yatmış kişileri görmüş, yolculuğunun sonuna geldiğini söylemişti. Orada olan, Babazizin o kişileri görmesi ile mi işaret aldığı ve yol'culuğunu sonlandırdığı HAKKA yürüdüğü?

Yoksa o noktada öleceğini anladığı mı?

Yola çıkarken bildiği nokta mıydı bu yer? Bunun için mi yola çıkmıştı, torununun yol'culuğu ise sürecekti ve diğerlerinin arayışı... Kendi noktalarına varacakları âna kadar... Ne dersiniz?
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Değerli Güllale Ablam,
Sorunuzun cevabını bilemiyorum lakin biraz o mahalde dolanıp bazı şeyleri inceleyelim.

Kabirlere gelince selam vermek Resulullah'ın yaptığı bir şeydir. Bab'ı Aziz'de oraya vardığında kör olmasına karşın dostlarını gönül gözüyle görmekte ve onlara Selamun Aleyküm demektedir. Selam işiten ve yanıt verenlere verilir, yanıt veren olmasa kendi selamını geri almak gerekir. Buda bazı özel kabir ehlinin işittiklerine delil olsa gerek. Ölmeden evvel ölmüş olanlar hakiki şehid olan Hak dostlarıdırki onlar kabir ehli gibidirler ve diridirler bu yüzden kabirden kalkıp selamı alıyorlar.

Orada
Bakara 154."Ve la tekulu li mey yuktelü fi sebilillahi emvat, bel ahyaüv ve lakil la teş'urun : ve Allah yolunda katlolunanlara ölüler demeyin hayır diridirler ve lâkin siz sezmezsiniz" ayetine işaret vardır.

Sezen, farkına varanda onlar gibi olanlardır. Dikkat edilirse, hak dostları dervişler kabirlerden kalkıyorlar ve ilk yaptıkları iş hepsinin başlarına sarıklarını sarmalarıdır. Sarığın farsi olarak ifadesi
"Destar" dır ama ben bunu sanki "De-Set(t)ar" olarak algılıyorum, belkim "Te-Settur" da ordan gelmekte çünkü doğuda kullanılan "De" yi biz bazen "Te" diye seslendiririz. Demekki örtmek yani Es-settar esması ile orada karşılaşmaktayız. Bazı hadisi şeriflerde sarıkla ilgili bahisler mevcuttur onları iyice incelemek lazım. Savaşa şehid olmaya giden dedelerimiz kefenlerini yedi metrelik yol bezini başlarına sarık olarak dolarlarmış!...
Dikkat ederseniz filimde mezarlardan kalkar kalkmaz kefenlerini başlarına sarıyorlar kabir ehli olanlar. Bab'ı Azizde sarığını çıkarıyor ve kefeni yapıyor. Bu şehidlik simgesi olsa gerek.

Şimdik Es-Settar esması El-Hayy ile çalışır demiştik çok yazıda. Hak dostları öylelerdir ki kabirlerinde kefen örtüsüyle dünya ile aralarına perdeyi çekmiş ve El-Hayy ile diridirler. Örtmek, sarık başta neyi örtüyor ki , kimi sarık için imamede demektedir? Bunu anlamak için Bawa baba'nın esma ul hüsna kitabına gidiyoruz şu kısımları incelemek lazım:


" Sonra Resûl (sav) türbanını çıkardı.
Arşın mübareği olarak var olan türbanını çıkardı.
ALLAH’ın arşının hazinesi olan o türbanı çıkardı.
Sonra tacını çıkardı ki, orada üç dünya için rahmet varlık sürmektedir, ve Cebrail’e başının üzerini gösterdi.
Bu yıldız orada nur saçıyordu.
Cebrail onu gördü, onu kucakladı, ve ağlamaya başladı. Ağladı.

“Neden ağlıyorsun? Ağlama. Ne ye ağlıyorsun? Belki yıldız bu muydu?”
“Buydu, buydu. Yıldız buydu. “
“Ya, gerçekten mi?”
Cebrail ağlayıp duruyordu.
“Neden ağlıyorsun?”
“Gördüğüm yıldız bu. Fakat bu yıldız üzerinde orada üç sembol vardı. Semboller simdi burada değil, sadece yıldız.”
“Ne sembolleri? “
“Yıldızın başında bir türban vardı. Yıldızın boynunda zümrütlerle bezenmiş bir gerdanlık vardı. Bu yıldızın iki kulağında iki küpe vardı. Onları şimdi görmüyorum”.

Sonra Muhammed (sav) açıkladı :
“ Türban ya da Ders ül Enbiya olarak bilinen, ALLAH’ın tahtının tacı, ALLAH’ın adaletidir.
Dersü’l- Enbiyâ (literatürde peygamber öğretileri) ALLAH’ın arşının, ALLAH’ın tahtının kaplanı ALİ’dir.
Dersü’l- Enbiyâ Arş’ın , O’nun tacının, O’nun adalet tacının, O’nun istiva ettiği tahtın kaplanıdır.
Bu iman kuvvetidir ki, o bu dünyanın getirdiği her şeyi deler ve durdurur.
Bu kudret O’nun tahtıdır.
Bu iluzyonnun getirdiği her şeyin üstesinden gelecek saf istikrar ve azimin imanı’dır.
Buna Hz.Ali denilir."
(Türban kelimesi halkımız tarafından baş örtüsü ile özleştirilir bu kelimenin kullanımı yanlıştır bunu Derman hocamda yazılarında ifade etmiştir. Türban burada sarık manasındadır. Hindu dilinden gelmektedir ve türban Hindu erkeklerinin başlarına sardıkları sarıklardır baş örtüsü olarak hanımlarımızın kullandıkları örtünün ismi türban değildir.)


Demekki sarık basit bir örtü değil ardında değişik manaların gizli olduğu bir örtü. Güllale ablam ana soruna gelince şöyle cevap vereyim:

Bir gün rüyamda gece bir tren istasyonunda nereye gittiğimi bilmeden tren beklemekteydim. Tren geldi bindim, kapı üzerinde durakları gösteren durak isimlerini hatırlayamadığım bir çizelge mevcut, İstanbul sirkeciden banliyöye bilenler bilirler bir hat üzerinde yuvarlak dairelerle işaretli duraklar. Camdan dışarıyı seyretmekteyim, tren en sonunda gece bir yerde duruyor kapısını açıp iniyorum bakıyorum rayların sonu kabristanda bitmiş. Karanlıkta mezar taşlarının beyaz mermerlerini görmekteyim, bir mezarın üzerindeki seramik çiçek vazosu kırılmış içindeki toprak mermerin üzerine saçılmış. Trene dönüp içeriye oturuyorum içimde bir korku ile. Bunu bizim Hasan Bey'e anlattığımda hayatta bir seyirdir, çeşitli duraklardan geçer sonra kabristanda sonlanırız diye...

Allah doğrusunu bilir
Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Şu anda tekrar izliyorum BAB'AZİZ'i...

"SADECE AŞIK OLMAYANLAR KENDİ SURETİNİ GÖRÜR" diyor...

Allah cc BİZ-leri AŞIK OL-AN' lardan eylesin inşaallah...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

"Herkes YOL'unu bulmak için en değerli kabiliyetini kullanır"
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

("SADECE ÂŞIK OLMAYANLAR KENDİ SÛRETİNİ GÖRÜR" diyor...

Allah cc BİZ-leri AŞIK OL-AN' lardan eylesin inşaallah...) Amin insaallah kardesim.

"Herkes YOL'unu bulmak için en değerli kabiliyetini kullanır"
Ne dogru söz, arı ucup dans ederek bulur yolunu!
Köpeginkisi kokuyla olur öyle bir burun ve istidad vermiş ALLAH.
Nice dindar bilim adamı fennin içinde görmüş bazı şeyleri.
Müzisyen piyano çalarken bulmuş yolunu.
Kimi siirselmiş şiirle bulurmuş, kimi ney çalar kimide güzel sesiyle şarkı söylermiş. Herkes neyi varsa onunla hizmet ediyor bir şekilde ve buluyor yolunu demek ki.

Aşik nasil seyr eder acaba? Bak ne diyor Mesnevi'de:

"Aşık ve hayran adamların ayak izleri, başkalarının izlerinden ayrılır, hemen belli olur. Aşık, ruh gibi bir ayağını yukardan aşağıya atar, bir ayağını fil gibi eğri büğrü basar. Bazen bir dalga gibi bayrak diker, yücelir. Bazen balık gibi suyun içinde gider, görünmez. Bazen de remilcinin remil dökmesi gibi ahvalini toprak üstüne yazar. "

Maşaallah her yerde bir seyr almakta demek ki.
ALLAH'tan Aşkı niyaz ederiz inşaallah.

Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

AŞKta yaşanmayan, yalandır..
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Evet Sevgili Barbaros... dün FİLM günümdü...
Filmin başrolünde de ben vardım...
Filmin konusu; Bir Pazar günü yapılması düşünülen ev temizliği ve yaklaşan kış nedeniyle sobanın kurulması ile ilgili...
Şöyle ki; Öncelikle odadaki gereksiz eşyalar çıkartılarak diğer odalara taşınır... sonradan yeniden getirilip yerlerine konulmak üzere...
Sonra halıların kaldırılması ve silkelenmesi, divanların çekilerek odanın zemin temizliği, perdelerin çıkarılarak yenilerinin takılması... vs.

Bu esnada filmin başrol oyuncusu olan ben önceleri yavaş yavaş içimden
Sonraları sesli olarak söylenmeye başlıyorum ;
-Ay Allahım bitmiyor ardı ardına geliyor...
Bütün günün heba olduğunu düşünüyorum... Çünkü ne bir şey okuyabildim,ne yazabildim, ne düşünebildim... Benim en değerli kabiliyetim soba kurmak mıdır... Ay Allahım delireceğim vs...

Neyse gecenin ilerleyen saatlerinde kendimi sofra başında buldum çok şükür... çay falan derken arkasından Canan dedi ki;
-Of her yanım ağrımış ÇALIŞMAKTAN... ŞU OMUZLARIMI BİRAZ OVSAN YA HALİM...
Anladım ki ben filmin başrol oyuncusu değilmişim... figuranmışım...

Aklıma BAB'AZİZ'in huzur içindeki hali geliyor... onca meşakkâtlere rağmen...
-Yürümek kâfidir diyor
-Herkes YOL'unu bulmak için en değerli kabiliyetini kullanır diyor...

Bunları tekrar dinlerken de bir yandan da filmi durdurup siteye yazıyordum...

Sevgili Hocamın dediği gibi; Yaşanmayan yalandır... diyerek kendi nefsime söylercesine...

Ben en değerli kabiliyetimin ne olduğunu bilmiyorum henüz... Sanıyorum ki; Okumaktır, yazmaktır, düşünmektir...

O yüzden beni bunlardan alıkoyan herşeye olumsuz ve gereksiz gözüyle bakıyorum... Oysa ki YOL boyunca olan hiç bir şeye BAB'AZİZ olumsuz ve gereksiz gözüyle bakmadı...
Ne tufana, ne yakasına yapışan kimseye, ne İştar'ın kaybolmasına, hastalanmasına... vs.
Düşünmedi ki; Bunlar beni yolumdan alıkoyuyor ve varacağım yere biran önce varmamı engelliyor...
Aslında en değerli kabiliyet budur; Sabır, Tevekkül, Tahammül ve Huzur...

-HERKES YOL'UNU BULMAK İÇİN EN DEĞERLİ KABİLİYETİNİ KULLANIR...
-YOL'unu bulmak için YÜRÜMEK KÂFİDİR...

İnsan böyle düşündüğünde teslimiyet başlar... ve huzur gelir...
HUZUR'DA OLAN KİMSE ASLA YOLUNU KAYBETMEZ...

O zaman nefs kıyaslamadan doğan sıkıntılarından kurtulur...
-Barbaros şunu yapıyor da ben niye yapamıyorum...
-Şöyle yapmalıyım ki şöyle olsun vs...

Allah cc. her bir varlığını ayrı bir güzellik ve özellikte yaratmış... hiç birine kaldıramayacağı bir yükü yüklememiş... ve hiçbirinden diğerinin sahip olduğu imkanlarla yaptığı şeyin aynını istememiş...
Herkese verdiği imkanlara oranla yük yüklemiş...
Bu anlamda herkesin kendi imkanı ölçüsünde yaptığı şeyi de küçük büyük ayırt etmeyerek ADL Esması gereği adaletli olarak eşit tutmuş...

Hz.İbrahim ateşe atılırken ağzıyla su taşıyan karınca bunu biliyor olmalı ki;
-Benim taşıdığım su ile ne olacak ki... Hz.İbrahim'i ben mi kurtaracağım sanki... demiyor... Tam tersine bunu söyleyenlere
-Hiç olmazsa tarafım, niyetim belli olsun diyor...

Akşam seslenmişsin msn den Barbaros Can... şimdi ancak görmek nasip oldu... görür görmez de işte başladım bunları sıralamaya... içimden geldiği gibi...

Allah cc. senden razı olsun...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Ne güzel söyledin Halim canım. Belki UMUT'u da oraya eklemek lazım . Umut olmayınca da yürünmüyor. Bak İblis kelimesini araştırırken iblis'in libas'tan başka "balas" kelimesi ile iliskisinide gördüm. Balas umutsuzluk demekmiş. Demekki iblis umutsuzluğa düşürendir. Ümidi kaybettirendir. Ümit olunca yola çıkıp yolda istikrarla yürünüyor. Çünkü ümidi kaybedince insan, sabretmesinin , sadakat göstermesinin ve samimi olmasının artık bir faydası olmadığı hissi kendisine aşılanıyor ve yoldan kopuyor yahut ortada dolanıyor. Iblis adamı böyle can damarından vuruyor ALLAH korusun.

Soba meselesine gelince, bir gün bir sefer sırasında biliyorsun kimi sahabe oruçluydu havada sıcaktı, onlar halsizken çadırları diğer oruçlu olmayanlar kurmuşlardı ve Resulullah SAV "Bu gün oruçlu olmayanlar daha çok kazandı " gibi bir söz etmişti. Bende senin gibi biraz uzak kalsam yazılardan, çeviriden, ekran başından v.s ayni şeyleri hissederim ve hep bu aklıma gelir. Hanımın en çok yorulan baş rol oyuncusu olduğunu anlaman müthiş bir keşif derim. Onlar biz ekran başındayken bizim ekran başında oturmamız için zemın hazırlıyarak bizden çok yorulanlar zaten. ALLAH cümlesinden razı olsun.

Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
Hilmi
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 95
Kayıt: 07 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen Hilmi »

Barboros ile sohbetlerimizde bahsi geçen Halim kardeşimin yazısı bana yıllar önce izlediğim Minyeli Abdullah'ı hatırlattı.
Abdullah hapisten çıkıp trene biner trenden indiğinde yıkık dökük kiyafetlerini gören bir zengin yolcu onu hamal zanneder ve bavullarını verip kendisini takip etmesini ister.
Abdullah denileni yapar ve bundan sonra hamallık yapmaya başlar.
Neden bu işi SEÇTIĞINI soran birine de: “BEN İŞİ DEĞİL İŞ BENİ SEÇTİ!”der.
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

BAB’AZİZ FİLMİ NOTLARIM…

Bab’Aziz Filmini ikinci kez dikkatlice izledim.
Bizim Anadolu Dervişlerinin çehresini ve davranış tarzını aynen yaşayarak oynayan aktörü takdir etmeliyim.
Filmin senaryosunu yazan kimse gerçekten tasavvuf neşesini yaşatmaktadır.
Devran, Seyran, Cevlan ve Hayranı yaşadım doğrusu..

Başlarken derin bir çukurda elindeki zincirli topuzla fır dönen Devriş gerçek Devranda dönmekte sanki.
Sonunda her canlı gibi sırt üstü düşmekte..
Burada okunan âyetler harika bir duyum:


إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ
"İnnellahestafa ademe ve nuhav ve ale ibrahime ve ale imrane alel alemin: Gerçekten Allah, Adem'i, Nuh'u ve İbrahim ailesiyle İmran hanedanını süzüp alemler üzerine seçti.” ( Âl-i İmrân 3/33)

“Allaha giden çok yol vardır! Dünyadaki ruhlar kadar!..”

*

Resim

Bir kum fırtınası sanki bu içinde olduğumuz devran Âlemi..
Kumdan çıkan Torun İştar dedesi Bab’Aziz’i arar bulur.
Bab’Aziz:
“ O toplantıya-Âşıklar Mahşerine gideceğiz der!”
Bab’Aziz kördür, elinde bastonu boynunda azık torbası ve su kırbası..
Torun yolda rehberi, yönsüz, yolsuz ve de hiçbir bilgisi olmayan rehber ki, kim kimi götürmekte?..
Kimse bilmemekte toplantı nerede olmakta.
Herkesi kaderi ve iç proğramı bu yola düşürmekte..


**

Çölde ilk karşılaşılan soyguncu Derviş, çantasını alıp kaçmakta Bab’Aziz’in..
Ceylan ilk kez sahnede, Bab’Aziz onu sevmekte ve torunuyla tanıştırmakta.
Bu ceylana dikkat!.
Hava soğudu ve ateş yakarken Bab’Aziz Torununa bir Ceylan Masalı anlatmakta:

Çölde bir Bey Otağı-Çadırı..
Dışarda tek başına bir siyah at var.
Başında kırmızı tüyden tuğu ilginç..
İçerde Şehzâde ve bir raks eden bir dilber ve başkaları var..

Vezir çölden bir kase şarab getirip Şehzâdeye uzatmakta
Parmağını daldırıp tadına bakmakta..
Bu bir parmak şaraba dikkat ki olayları başlatan iksir..
Şehzâde dışarıdan atın boynundaki
Zil sesini duyunca hızla dışarıya çıkmakta..
Atını sevip okşarken yaklaşan ceylanı görür..
Bu ceylan Bab’Aziz’in de sevdiği tanıdık ceylan değil miydi?.
Atına atlayıp ceylanın peşine düşer, dere-tepe kovar da kovar..
Dağlar aşar gider ıssız çölde..

Çadırda zamak-eğlence devam etmekte.
Vezir ile Rakkase enfes bir ritm ile meşk ederken dışarıdan duyulan at sesi neşeyi buz gibi eder..
Boş gelen atı gören Vezir:
“Şehzâde kayboldu!” der.

Çöle çıkan Vezir durmadan arar Şehzâdeyi..
Her yerde herkese sorar..
Şehzâdenin ülkesi de duyar.
Halk cem’ olur.
El feneriyle Güneşi ararlar geceler boyu..

Bir atlı getirir şehre haberi.
“Buldum ama artık bu Şehzâde eskisi değildi!” der.
Vezir bir merkebe binip atlıyı izler çöllere vurup bulurlar..
Şehzâde hemen önünde kaynayıp batan bir su kaynağının başında durup sürekli bakmaktadır..
Sanki gönlü gibi..
Ne ses vermekte nede bir tepki..
Sanki Ölmüş dirilmiş gibi..


***



Masal Torun İştarı uyuttu..
Dolunay altında Bab’Aziz derin bir tefekküre dalar..
Seher Seyranını BİZ de izledik sanki..

Sabah yoldan geçip giden otobüs Torun İştarın umutlarını da götürür..
Bab’Aziz:
“Küçük Meleğim namaz kılıyordum otobüsü duymadım!” der.
Şarkı söyleyerek gelen kişi de toplantıya gitmekte..
Bab’Aziz ona:
“ Sen durmadan şarkı söyle! YOL gösterilecektir!” der.

Torun İştar toplantıya gitmeye razı olmuştur ve geri dönmeyecektir..
Çölde geri dönüş felakettir gibi..
Sanki dönenlere “gabirun” dendiği gibi..
Bab’Aziz:
“Çölde, yürümek! Yürümek yeter!” der.
Torun İştar:
“İmanı olan asla kaybolmaz!” der.
Bab’Aziz:
“Herkes yolunu bulmak için en değerli kabiliyetini kullanır.
Senin için o değer Sesindir.
Hep şarkı söyle.
Yürü!. Yürü!..”


**

Şarkıcı Derviş:“ Ey gün baş göster!
Zerreler dans ediyor!
Canlar coşkuya mağlub olmuş şekilde kendinden geçmiş dans ediyor!
Senin kulağına danslarının onları nereye götürdüğünü fısıldayayım!”


**

Torun İştar: “Derviş nedir? Onlar senin kadar yaşlılar mı?”
Bab’Aziz:
“Hayır her yaşta erkekler-kadınlar-çocuklar!
Her 30 yılda bir araya gelirler eğlence günlerce sürer.
Bu yüzden nefesini yürümek üzere sakla!”

Nefese dikkat!..
Genç şarkıcı Derviş arkadan izlemektedir..




Torun İştar: “Kum yuttum!” deyince yüzünü silerken,
Bab’Aziz:
“ Sende Melek İzi var!” der..

**

6 Derviş oturmuş tam çalgı-coşkun eğlencedeler.
Torun İştar da dans etmekte.
Bab’Aziz ise müthiş semâsına başlar..
Bu bizdeki halaka-yı zikirlerin hava ve neşesinde cezbe hali..


**

Resim

Merkeze ulaşılır..
Dışardan hiç gözükmeyen yeryüzü seviyesinde..
Her gelen bir yer tutmakta..
Şarkıcı Derviş de gelir arkadan..
Aş dağıtımı başlar..
Aşçı kadın Torun İştar’a:
“Ye, aç isen yine gel!” der.
Torun İştar Bab’Aziz’e Şehzâde’nin masalını sorar.
Şehzâde hep suya bakmakta.
Başında bir tek sadık Dervişi kalmıştır.
Vezir de terk etmiştir.


**

Merkezde Su Kuyusuna biri düşer..
Çıkarılır, ismi Osman..
Bab’Aziz Osman’a:
“Bana hikayeni anlat, kalbini rahatlatır!" der.
Tasavvuftaki kemâlat gelişimini sormakta..
Osman geliş hikayesini yaşar..
O bir çölde yaşamakta ve özel bir kum elde edip satmaktaydı.
Baba mesleğinin sonuncusuydu..
Kumu satın alana:
“Bu son sefer!” dediğinde kendisine bir mektup verir gideceği yerdeki sevgilisine..
Osman yoldaş arar..
Mecnun Hüseyini bulur..
Parvana ise sürekli göğü-havayı süpürmekte:

“Sevgilinin kapısının önünü canın ile süpür! Sadece o zaman onun âşığı olursun!”
Osman sınırı nasıl geçeceğinin yollarını aramakta kapıları çalmakta..
Osman, Mecnun Parvana Hüseyin’le Tavernadaki ikizi Hasanı da alır yola çıkarlar..
Emanet mektup o güzele verilir..

“Bana SU verdi!” gerçekleşir o güzel Osman’a su verir..
Osman mektubu okur.
Şehvet kokan mektup kocasının gelmesiyle yarım kalır Osman kaçar..
Burası bir saraydı…


**

Resim

Yolda bir Derviş: “ Cennet müşâhade edenin gözündedir!.”
Bu söz tasavvufun sırr perdesidir..
Osman:
“Suya düştüğümde kızların dolu olduğu sarayda Zehra’ya âşık oldum!” der.
Zehra ona:
“ Bak uzaklarda bir ateş var git kontrol et gel beni al!” der.
Döndüğünde ne Saray ne Zehra vardı bom boş çöldü orası..
Bu ateş yanan bir hurma ağacıydı.
Meryem as’ın kuru hurmasının yanmışı gibi…

Osman’ı dinlemekte olan Bab’Aziz:
“Oğlum bir damla Suyla kanma! Deresine at canını!”
Bab’Aziz: “Herkesin kendi yolu vardır! Kimi denizler geçer, kimi dağlar aşar. Biz de çölü geçiyoruz!..
Nefesini yürümeye sakla sevgilim!”

Osman yitik sarayını aramaktadır!..
Kalbi kaybolmuş gibi…
En son kulihvani tarafından 17 Ara 2008, 15:19 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

**

Dervişler her yerden bir yere doluşmakta..
Yer altı Mescidi tavansız…
Divana Derviş mescidi süpürmekte hep o şarkısı dilinde:

“Sevgilinin kapısını canınla süpürmelisin! İşte o zaman gerçek âşıksın!”




Merkezde ritmik bir müzik, raks ve zikir…
Torun İştar Merkezi gezmekte ve burada bu muhteşem süslü-şaşırtıcı saray odaları nasıl olur der gibi bakmakta…
Bu melâmetin gizli güzelliklerini keşfeden bir Derviş hayretine benzemekte…

Torun İştar, yüzü peçeli üç kadından birinin yüzünü açınca hayrette kalır..
Bu çok güzel kadın:

“Ya Rahmân! Ya rahîm!” ilahisini okumaktadır..
Bu bizim Torun İştar’ın hayatından bir kesit olmasın..


**

Torun İştar, Merkezden-içerden Muhite-dışarı çıkınca bir otağ-çadır görür.
Az ilerde o ceylanı görüp peşine takılır.
Ve çölde kaybolur..
Bab’Aziz çölde aramaya çıkar..
Çöl sanki bizim dünyaya benzemekte bir ceylan gelip bazılarını başka âleme sürüklemekte..


**

Çölde Divanalar Toplantısına giden çok Derviş var.
Herkesin bir sebebi var çöle çıkmaya.
Bir kısmı da yolu bilmese de o Mahşere gönül rotasıyla yol almakta..
Ulu ergin Bab’Aziz herkese bir şey demekte..
“Nefesin, şarkın-sesin vs önderin!” der gibi..
Bir Derviş de Kızıl saçlı Dervişi aramakta.
Elbiselerini suya girince çaldıran çıplak divana..


**

Kumla teyemmüm eden Bab’Aziz, namaz kılar.
Şarkıcı Derviş İştarı bulmuştur ve sırtında getirir Merkeze..
İştar, çok ateşli hastadır.
Bab’Aziz, kaynamış suya dağarcığından kendi ilacından döküp şarkıcıya:

“Çocuğa durmadan şarkı söyle!” Senin şarkın onu Şifa İklimine götürüp getirecek demekte..
Şarkıcı Derviş:
“Bu çocuk daha!” dediğinde
Bab’Aziz:
“Ruhu çok yaşlıdır onun!” der.

**

Bir meclis…
“Bizim SIRR olarak sakladığımız şey, yazılı olandan daha mı fazla!”
Mecliste Divanalar ve başköşede bir Dilber Divana var:
“Ben ne zaman canımın emelini izleyeceğim!”
Şarkıcı Derviş:
“Evren O’na şükretmek için raks ediyor!
Havadaki ve çöldeki bütün zerreler!
Şarkı onları nereye götürüyor!
Kulağına fısıldayacağım!
Güneşin düşkünü olurlar!..”


Şarkıcı Divana şarkı söylerken Torun İştar rüyâ görmekte ve Bab’Aziz dua etmekte..
Dilber Divana söylenen şarkının babasının şarkısı olduğunu söyler ve şarkıyı yumuşak ve duygulu sesiyle yeniden söyler.
Eşarbını Şarkıcı Divananın başına örter yüzünü kapatır.
Evelenmişler..
Ancak sabah katlığında pasaport-kimlik vs alarak terk etmiştir Dilber Divana NUR..
Çölde Babasını aramalı ve şarkısının peşine düşmeli..


**

Torun İştar uyanır ve sorar:
“Sen âşık mısın?”
Şarkıcı Divana Torun İştar sırtına alır tekrar çöle çıklır.
Dilber Divana Nur’un kedisi de çölde Nuru’u aramakta..
Bab’Aziz:
“Bu büyük Dünyada herkesin bir görevi vardır bunu unutma!”
Çıplak Divanayı Kızılsaçlı Divana bulur çölde..
Çıplak Divana:
“kardeşimi öldürdün!” der.
Kızılsaçlı Divana şarkısını söyler:
“ Bu Dünyanın insanları bir mumun önündeki 3 kelebek gibidir.
İlk kelebek alevin karşısında: “Ben AŞKı biliyorum!” dedi.
İkinci kelebek kanatlarıyla aleve dokundu: “Ben aşk ateşinin nasıl yaktığını biliyorum!” dedi.
Üçüncü kelebek kendisini alevin kalbine attı ve alev tarafından yutuldu tüketildi.
Hakiki Aşkın ne olduğunu sadece o bilir!..”


Kızılsaçlı Divana Çıplak Divanayı sırtında taşır..
Şarkıcı Divana:

“Zaman neşelidir!.
BİZ ikimiz vuslata erince Sen ve Ben!
İki farklı ten ve BİR CAN ve Neşemiz!..
Sükûn ve nafile sözlerden hür!..”


***

Çölde bir yere varılır..
Bab’Aziz Çöle selam verir..
Kumların içinden pek çok insan çıkar herkes sarık sanırınır..
Bu bir karşılama merasimidir..
Bab’Aziz Torun İştar’a:
“Korkma meleğim!” der.
Tüm insanlar sırayla gelip Bab’Aziz’in elini öperler.
Ve aynı sırayla bir yöne yürüyerek sessizce giderler..
Kör olan Bab’Aziz’in ayağı bir taşa takılır:

“Ben geldim!” der.

**

Şehzâde suaya bakmakta..
Ceylan ise onu seyretmekte..
Ve Şehzâde kalkıp yola koyulmakta..
Bab’Aziz’den görevi devr alma zamanı gelmiştir..
Şahın yerine Şahzâde geçmelidir..


**

Bab’Aziz Torun İştar’a bir kolye takar ve bunun adı “Melek İzi”..
Bab’Aziz: “Toplantıya Zeyd ile git İştar, benim vaktim geldi!” der.
Zeyd baştan beri Bab’Aziz ve Torun İştarı izleyen Şarkıcı Divanadan başkası değildir..
Ve yola çıkarlar..
Kazılmış mezarı başında Bab’Aziz…


**

Toplantı meclisinden kıvrak Divana şarkıları.. rakslar ve zikirler çınlamakta..
Ve herkes sadece kendi şarkısını en içten-candan söyleyip raks etmekte..
Ve kendi şarkısıyla yitiğini aramakta..
Tıpkı Dünya âlemi gibi..


**

Zeyd Nur’un şarkısını duyar ve sese yönelir..
Nur ile Zeyd aşkla gülümserlerken aynı gülüş tıpatıp Torun İştar’ında yüzündedir..
Torun İştar bu sahnelerin hayatının bir zamanlarki kesitleri olarak hatırlamaktadır..
Sadece zaman ileri mi geri mi sarılmakta yoruma kalmakta..


**

Bab’Aziz soyunmakta, saçlarının örgülerini çözmekte..
Sanki hayat bağlarını boşandırmakta…
Ceylan ise baş ucunda yatmakta seyretmekte..
Kalkıp coşkuyla tekbir alıp sessizce 2 rekat Aşk Namazı-Vedâ Namazı-Vuslat Namazı kılmakta..
Yerde upuzun 7katlık bembeyaz kefen gelip içine dürülecek Bab’Aziz’i beklemekte..
Bab’Aziz namazı bitince gelen Çıplak Divana’ya:

“Hasan! Ölümüme şâhid olman için seni bekliyordum hazır mısın?
Eğer bebeğe ana rahminde şöyle denseydi:
“Çık dışarı orada bir NUR Dünyası var yüksek dağlar, büyük denizler ile dalga dalga düzlükler, çiçek vermiş bahçeler, yıldızlarla dolu bir gök yüzü ve parlak bir Güneş!
Ve sen bütün bu şeylere karşın bu karanlıkta kapalı aklıyorsun!”
Doğmamış çocuk bu harikalığı bilemez!”
Ölümden bundan korkarız!
Ebedîyyet ile evliliğim bu!..
Düğün gecemde üzülme!.
Şimdi git ve cesedimi kumla örtmek için geri gel!.”

Çıplak Divana hasan uzaklaşır ters oturup bekler..

Döndüğünde Bab’Aziz kefenini bürünüp yerine yatmıştır ebediyen..
Dolunay altında mezarı örter..
Bab’Aziz’in elbisesinin giyer, bastonunu alır..
Divanalara-Mahşer meclisine doğru yürür gider..


**

Bab’Aziz Filmi, Muhammedi Melametin Sırr-gizlerini
Çok ustaca ortaya döken gerçek bir Divâne-Derviş Filmidir..


Resim

Filmin yönetmeni Nacer Khemir gerçekten konuları en azından yürekten duyan hassas bir iç yapısına sahip kişidir.
Güzel gönlüne selâmet dua ederim doğrusu..
Çekim alanlarının seçiminin İç Çölümüzle bire bir uyuşumu bu ZOR YOL’da teketek çöle çıkışlar ve yaşana kaderler.. Herkesin kendi şarkısına uyan raksları ve imtihan oyunları..
Ve herkes kendi şarkısının sesi peşinde kendi kaderinin gelecek “AN”larını nasıl da aramakta..
Parça parça verilen “AN” ların ZAMAN dönüşümünde: “Kim kimdir?” sorusunun cevabı Tasavvufun gönül yorumuna bırakılmıştır..


Resim

İçimizdeki Bizim Çölde Biz Bize..

Bab’Aziz’in Torunu İştar ‘ın kolunda kendisinin iç rotasını bildiği Torun İştar’ın ise hiç bilmeden Yoldaşlığı..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Muhammedi Melamet Yolunun kızı Fatumatü’z-Zehra as Anamızın izinde yürümeye devamı ne güzel belirtilmiştir..

Bu Filimde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in: “Bana sevdirildi!” buyurduğu kadının kıymet ve değeri tasavvuf âlemindeki eşsiz rolü net ortaya konmuştur..

Müzik ise bambaşka bir değişim ve ritm içinde arka planı doldurmakta ve kıvrak danslara el çırpmakta doğrusu..


Resim

Çocukluğumdaki köy câmimizdeki Kadirî Halaka-yı Zikirlerinde Parvana dönen Rahmetli Çolak Rasim Babayı bir daha yaşatan sevgili “Gariban” kardaşıma Gönlümce dua ettim…

Bu filme emeği geçenleri,
Bu bildik ÇÖLün Kervan Kıtmiri olarak candan-yürekten tebrik ederim..
Rızaullahı bulsunlar derim…


Muhammedi Muhabbetlerimle…
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Şarkıcı Derviş: “Bu çocuk daha!” dediğinde
Bab’Aziz: “Ruhu çok yaşlıdır onun!” der.

Sanırım bu ruh benim de ruhum, ne kadar yaşlı ve ne kadar parvana...
Bilinmezliklerle dolu çölün korkutucu, ama çekimli muammasında kör Babaziz gibi Emin olanın eminliğinde kalbi bedeni olmuş beden kalmamış çırpınmakta...

Bab'aziz ve sarığı...
Başında iken gidişinde bedeninde kumların içinde onunla kalan onunla BİR ve beraber olan...

Anlatımınız içimde çöl fırtınaları estirdi, kum ağzımı gözümü doldurdu. Kalbim kaldı var olan öyle dopdolu ve öyle kabarık...

Çölde olmak ve yürümek için nasıl bir şarkıya ihtiyaç var, vasıta ola da ala bizi götüre korkularımızdan. Hangi şarkı yürütür bizi? Bu çölün şarkısı ne ola?

Anlatılamaz bir hissediş anlaşılamaz bir yakîn hali. Neye? Bilmiyorum ama şarkı bu olsa gerek. Bu seyr u süluğun şarkısı. Alevli, yakıcı, çaresiz ve fakat çekimi olan, kurtuluşsuz bir akış.

Çöl yalnız geçilmez, yalnız yürünmez parçalanır kalbim dayanamaz. Babaziz gibi bir ceylan mı gerek çölümüze bizi dereye atacak, ya da kuyuya atacak, bambaşka bir aleme kapı açacak bir mektub mu gerek canımıza?...



Ne çölde kalmak avutur ne çölden çıkmak... Çölde ama çölde değil olmak... Çölü Sahra yapacak can NEFESİ gerek bize.

EMİN olandan NEFES bulalım şarkımızı bilip söyleyerek yürüyelim... Sanırım çölde yürümek için göze de ihtiyaç yok yöne de... Varmaya da...
ÇÖL varılan yer olsa gerek, bulunan yer... Nereye yürürsen yürü gittiğin orası. MERKEZ çöl mü canabim?

Çölde ihtiyaç olan SU ne? Nasıl bir SU inşirahımıza sebep olan?

Bizi çöle kör, tıfl, sarhoş, deli, aşık, meczup olarak sokan ne?

Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş,
Burhan arardım aslıma,aslım bana burhan imiş ...

dedirten bir ibtilâ çölde olmak. Parvanaların yanma mukadderatı gibi çölde kavrulmakta va lâkin kalmaya müştâk oluşumuzu kim anlar, başımızı kim sıvazlar...
Resim
Kullanıcı avatarı
Mecnun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 681
Kayıt: 23 Ara 2007, 02:00

Mesaj gönderen Mecnun »

Hizmeti geçenlere teşekür derim. Rıza bulunuz inşallah!.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/imza4.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Hilmi
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 95
Kayıt: 07 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen Hilmi »

Her karesi şifrelerle yüklü bu filmi bir kerden fazla izlemek şart.
tunustan çıkan ve ülkesinin kültürünün hikayelerini anlatan yonetmen keşke daha fazla imkamlara sahip olsaydı dedirtiyor bize.
filme gelince galiba Aziz Baba çölde ceylanın peşinden koşup ilahi aşkı bulan prensin ta kendisi gibi geldi bana.
prensin başında bekleyen dervişin cübbesi asası hatta ayagına giydiği çarık yada ayakkabı aynen Aziz Baba nın ki gibi.
Barboros kardeşime yaptıgı Muhammedi hizmetten dolayı teşekkürü bir borç bilirim.
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Sevgili Kardeşim Hilmi,
Allah cümlemizden razi olsun.
Cok ustaca hazırlanmış, parcaları üzerinde tek tek düşünülmesi gereken bir film Bab-i Aziz.
Bu yüzden her karesinden yeni şeyler çıkmakta, Nacer Khemir'in filmin gizemleri hakkında hiç bir yerde açıklama yapmaması da ilginç.
Adeta seyredin çözün, mükafatını uğraşan alır der gibi, yani armut piş ağzıma düş yok, bak Halimcanımız 8 kez izlemiş her seferinde bir başka şey görmekte.
Bu, onun içindeki yürüme aşkı ve isteginden dolayı, kendide o çölün içinde her gün yol almakta muhammedinur ailesinin bütün diğer bireyleri gibi...

Selam sevgi ve Muhammedi Kardeşlikle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Ne SEKİZ keresi GARİBANIM... O o zamandı...
Belki onsekiz, belki de yirmisekiz oldu...
Güllâle'nin kulakları çınlasın ; Üç'tür dördüncüleri köpekleridir...
Tutturdu KEHF Suresi'nden... Ne zaman 3-5 desem aklıma geliyor...

Aslında var ya Barbaros... bundan sonra da kısmet olursa bir o kadar daha izlerim BAB'AZİZ'i... Her sahnesi için sayfalar dolusu yazılabilinir... Belki bir sohbet konumuzu yalnızca buna ayırmalıydık...


Haaa Unutmadan...
Hilmi kardeşim ben senden önce söyledim bir kere... BAB'AZİZ PRENS'in ta kendisi diye... Ben birinciyim yani hiç heveslenme...
Bana ne daha önce izleseydin de sen bilseydin de sen yazsaydın...
:lol:

Her izleyişimde sana bir kere daha gönülden şükranlarımı gönderiyorum Garibanım... Allah CC. razı olsun inşallah... ebeden...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

çok güzel bir çalışma emeği geçenlerden Allah razı olsun çok etkileyiciydi!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Can dostlar bu filmi bana ilk soyleyip bulmama sebep olan Zahid Can'dir. Bir gun bana "Ya Barbaros Bab Aziz diye bir film varmis biliyormusun bu filmi nasil buluruz, ben bulamadim bir baksana " dedi ve bende "Olur bir inceleyelim interneti" dedim ve her bir kac haftada bir neti tarayarak Ramazan devresine kadar bir kac ay ugrastim, sonunda bulduk ve ceviriside o zamana bitti hamdolsun. Zahid Can'a tesekkur ettim, o da BIZe Allah buldurdu dedi, guzel soyledi. Allah razi olsun, Levon Minasyan'in muziklerinide yine Zahid Can onculugunde arastirdik hepimizi duygulara bogmakta cok sukur. Allah cumlemizden razi olsun.

Selam sevgi ve Muhammedi Kardeslikle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

"SPIRITUALITY AND PRACTICE" MAGAZİNİNİN NACER KHEMIR İLE ROPÖRTAJI

Bu filmin bugün yapılmasının nedeni nedir?

Bunu bir benzetme ile açıklayayım: Babanızın yanında yürüyorsunuz, o aniden düşüyor ve yüzü çamurlanıyor, ne yapardınız? Onun ayağa kalkmasına yardımcı olur ve gömleğinizle yüzünü silerdiniz değil mi? Benim babamın yüzü İslamdır, ve filmim ile İslam’in yüzünü silmeye çalıştım, açık , toleranslı, irfan ve sevgi dolu dosthane bir islami kültür sergiledim…Bir islam ki, medya tarafından 9 Eylül sonrasında sergilenenden çok farklı.

Gericilik, Radikalizim ile birlikte islam için tahrif edici bir aynadır. Bu film, İslam’a onun hakiki imajini geri kazandıracak ölçülü bir çabadır. Başka hiç bir görev bana bunun yapılması kadar acil görünmedi: yüz milyonlarca müslüman sıksık, daima olmasa bile bazı fundamentalistler tarafından sebep olunmuş terorizmin ilk kurbanlarıdırlar. Bu filim mutluluk kaynağı ve sevgi verici Sufi geleneğine dayali olmasına rağmen, bunun yanında yüksek bir sekilde politik bir filimdir ve kasıtlı olarak öyle yapılmıştır. Dünyaya islamın bir diğer yüzünü göstermek bugünlerde bir görevdir, aksi takdirde, bizim her birimiz “diğer olan” ın kendi cehaletinde boğulacagız.

İnsanları zapteden korkudur, hakikat değil. Bugün dünya üzerinde yaşayan yaklaşık bir milyar müslüman vardır, bu yeryüzü nüfusunun altıda biridir. Komşunu tanımaya çalışmak için en iyi performansınızı göstermek bir konukseverlik biçimidir. Konukseverlik, sadece insanlara sığınılacak bir yer sağlamak ve onları beslemek değildir; konukseverlik dinlemek ve anlamakla ilgilidir. Siz birisini evinize alıp , onu besleyip sonra onu önemsememezlik yapamazsınız! Benim fikrimce, bu insanları birbirlerini dinlemeye teşvik eden bir filimdir; belki ufka doğru yani ileride gerçekten birlikteliğe gelirler. Bu filimi seyretmek diğer olan yani “öteki” denilene konukseverlik sunmanın bir yolu yöntemidir.


Neden “Ruhunu süzen seyreden Şehzade?” ismini verdiniz? Bu Narsis(kendine asık olan) bir imajmı ?

Prensin suyun üzerine yaslandığı doğrudur, fakat o Narsis kişinin yaptığı gibi kendi yüzünü görmez, çünku her kim su da kendi yansımasını görürrse, o aşk yeteneğinden yoksundur. Prens görünmeyeni seyretmektedir, ki bu onun kendi ruhudur. Biz hepimiz buz dağlarına benzeriz; sadece onda birimiz zahirdir, geri kalan ise suyun altına uzanmaktadır.

Şehzade fikri aklıma, 12.yüzyılda İran’da resmedilmiş güzel bir tabaktan geldi. Bir şehzadenin su uzerine eğilmesini gösteriyor ve “kendi ruhunu izleyen sehzade” yazitini uzerinde tasiyordu. Bu imaj o anda beni etkiledi ve bunun üzerinde bir şeyler yapmam gerektiğini hissettim ki bu nedenle filimi İran’da çekmemin gerekliliğini anladım. Bir 12. yüzyıl ressamindan devam edilen bir filim yapmak! Bilmiyorum bu katisiksiz bir rastlantımıydı (yoksa o başka bir şeymiydi ?), fakat filmin bazı bölümlerini Kashan şehrinde çektik ki bu tabağın yapıldığı yerdi!

Şimdi bu filmin yapısı ile ilgili söylenecek şey şu ki, o seyirciye dünyanın hakikatini görmek için kendi egosunu unutup bir kenara koymasında yardım eder diye düşünüyorum.Bu film, dervisler tarafindan genelde söylenilen “öz görüş” yapısını, ve onların spiral şekilde dönerek sema etme şeklini ödünç almıştır. Karakterler değişir, fakat tema aynıdır: “bir çok şekillerde sevgi”. Meşhur Sufi İbni Arabi’nin dediği gibi: “Benim kalbim ceylan için bir otlak ve rahipler icin bir manastır, putlar için bir tapınak ve hacılar için bir kabe olabilir. O hem Tevratin hem de Kuran’ın ikisininde masasıdır. O, kervanları nereye giderse Aşk(sevgi) dinini icra eder. Benim kanunum Aşktır(sevgidir). Benim imanım Aşk’tır.”


Devam edecek inşaallah…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Sufizm Nedir?

İfratcilik ve fanatiklik islami temsil etmez., tıpkı engizisyonun İsa’nın imanını temsil etmediği gibi. Bugünlerde birisi, İslam’a doğru olan ve büyüyen bu nefret ve muhalefet dalgalarında kendisini tamamen kayıp ve şaşırmış hissedebilir.Sufizm bütün fanatiklik şekillerinin karşısında durur. Sufizm , mistiklerin İslamıdır; İslam’ın sevecenliği narinliğidir. Fakat size daha iyi bir tanımlama vermek gerekirse, o zaman şu Sufi söylemini kullanmama izin veriniz :” Allah’a giden yollar yeryüzündeki insanların sayısı kadar çoktur.” Bu alıntı Sufizm’in görüşüdür.

Birisi diye bilir ki Sufizm islamın atan kalbidir. Marjinal bir olgu olmaktan uzakta, o islami mesajin ezoterik boyutudur. Büyük bir Sufi olan Ebu Hasan El Nuri, dedi ki “ Sufizm bütün BENcil arzulardan feragat etmektir,” çünki hakiki SEVGİ, BENcil olamaz.


Ezoterik: Ezoterik, bireyin kendini tanıması ya da bulması; başka bir deyişle kendini gerçekleştirme uğruna göze aldığı İÇ DERİNLİĞE GİDEN YOL'dur. Ezoterik, her ne kadar geniş kitlelere yönelik görünse de, sonuç itibarıyla kişinin akıl, ruh ve bedenine ait bireysel bir meseledir. Bireysel bir serüvendir.

O bunun yaninda dedi ki , “ Hakiki bir Sufinin sahiplikleri yoktur, ve o kendiside hic bir ŞEY tarafından sahiplenilmez.” SEVGİ filimde bir çok şekle sahiptir. İshtar örneğinde, kumdan doğan küçük kız, Arap dilindeki gibi, “Vav” harfini çağrıştırır ki bu harf arapcada “Ve” demektir. Sufiler ona Sevgi harfi derler, çünkü onsuz, hiç bir şey bir araya gelemez. “ Deniz ve gökyüzü,” “Erkek ve Kadın” deriz. “Vav” buluşma yeridir, böylece sevgi yeridir(aşk yeridir). O bunun yanında seyyahın harfidir. çünki o şeyleri ve varlıkları bir araya getirir.

Devam edecek inşaallah...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Derviş Nedir?

İran dilinde dervişin mânâsı “Sufî”dir. Fakat zamanla, bu kelime fakirliği seçen ve seyyahlık edenler için kullanılmaya başlanıldı. Onlar dünyayı bir tarafa koydular ve bir fakirlik ve Aşk arayışına giriştiler. Bir çok tipte derviş vardır. Farklı kardeşliklere adres etmek istemedim, fakat İslami-Arap kültüründe canlı kalmış olarak görünen şeyden bir fikir vermek istedim: bu sonsuz arayış Mutlak ve Sınırsız olan için. Tarih boyunca, bu Afganistan’da meşhur olan Şehzâde gibi derviş olan sultanlar olmuştur.

"Peygamber" in yazarı Cibran’in dediği gibi: “Şehzâdelerin şehzâdeleri o kişidir ki o tahtını bir dervişin gönlünde bulur.” Dervişler hatta bundan da ötesine gittiler. Onların birisi dedi ki: “Ben artık camiye ya da ibadethaneye gitmiyorum, Ben Aşkın hizmetçisiyim, Ben Senin cemaline Aşığım.” Bir kişi Sufî literatürünü çalışmadan Islami Kültürün estetiğini anlayamaz. Dervişler Peygamberimiz Muhammed SAV’den şu alıntıyı sürekli tekrar ederler: “Allah güzeldir ve O güzel olanı sever.” Ve burada dervişler onların Aşk halini vurgulamak için şarkı söylerler:


Kelebek kendisini yanan ateşe atar
Eğer seviyorsan, o zaman çok cesaretli olman gerek
Her bir adımda, kalp onun sınırlarına doğru itilir
Her nefeste, test edilir o
Eğer seviyorsan, o zaman çok cesaretli olman gerek


Onların efallerinde, dervişler Islam’i belli doğmacı yorumlardan ve izahlardan hür bırakırlar, tıpkı bu filimdeki kızıl saçlı derviş gibi ki o minare tarafindan cezbedilmiş ve süpürge ile onun tozunu almayı deniyor. Bir başka sahnede, o bir camide yarı kuma gömülü halde ve kabirinden sade sepeti ile kumu atarak çıkmaya çalısıyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Çölün senin için manası nedir?

Bir Berberi sözü vardır der ki: “ Vücut refahı için diyarlar vardır ki onlar su ile doludurlar, ve Ruh refahı için diyarlar vardır ki onlar kumla doludurlar.” Çöl edebi bir alandır ve ayni zamanda bir soyutlama alanıdır. Sınırsız küçük olan bir kum zerresi ve sınırsız büyük olan milyarlarca kum zerresinin buluştuğu nadir yerlerden birisidir çöl. O bunun yanında birisinin Evrenin hakiki hissiyatını ve onun ölçeğini duyabileceği bir yerdir. Çöl ayni zamanda Arap dilini çağrıştırır ki, çöl onun menşeinin anısını taşır. Her Arapça sözcükte, akan bir parçası vardır. O bunun yanında Arapça aşk şiirinin ana kaynaklarından birisidir. Benim bu üçlü olarak çektiğim bu bütün üç filmimde de, “Seyyahun(Çöl Seyyahları), Güvercinin kayıp gerdanlığı, ve bugün Bab’Aziz, Ruhunu seyreden şehzade, “ hepsinde de çöl kendisinde bir karakterdir.

Bu filim İran merkezi çölünde, Annarak’ta ve Tunus çölü Tataouine’de çekildi. Çöl üzerimizde kendi kanununu icra etti. Sıcaklık bazen 50°C ye ulaştı! Barınak olarak kullandığımız eski kurşun madeni sığınağından, kamp ettiğimiz yerden sabah saat 4 civarında ayrılıyorduk. Sabah dokuz bucuk ya da 10’a kadar çalışıyorduk; daha sonra kum çok kızgın oluyordu ve ışık beyaz ekran gibi pasparlak oldu ki bütün detayları sildi, akreplerin konukserverliğinden daha bahsetmedim bile! Günün gerisini kampta harcardık, ve işe gün batımında devam ettik.

Sahneler sadece bir kez çekildi, çünkü aktörler üzerinde yürüdükten sonra kumun bekaretini tekrar yerine getirmemiz imkansızdı. Bir sahneden memnun olmadığımız zaman, seti bozulmamış bir yere kıpırdatmak zorunda idik. Çok uzun mesafelerde çekim esnasında deneyim ettiğimiz zorlukları tek tek saymıyorum bile, İran ile birlikte Tunusta : Kasan, Yazd, Kerman , Annarak çölü ve tabi ki antik Bam şehri ki filimde dervişlerin toplandığı son sahneyi orda çektik. Bir deprem bir kaç ay sonra bu şehri yok etti. Tunus’ta Korba’da , Veled Sultan’da ve Tataouine’de.

Ayni sırada, Tunus’ta bir sarayda yürüyen bir karakteri, İran’da bir yerde pencereden bakarken görebilirsiniz. Bu hileler seyrek bulunur olağanüstü değildir ve onlar filimin çokluk boyutunu konuşurlar ki bunlar Fransız, Iran ve Tunuslu şirketler tarafından co-produce edildiler. Fakat onlar filmin hikayesini binlerce konuşmadan daha iyi anlatırlar, ya da onun bölgesini tanımlarlar mi demeliyim: Bab’Aziz Arap-İslam dünyasından doğru seyr halindedir. Ve, o bu hareket eden, Tunuslunun sarayının penceresi ile Iran diyarlarının arasında uzanan dünyadır ( çöl gibi kıpırdayan, hiç gerçekten farklı değil ve hiç tamamen ayni değil). Bu dünya gerçek bir alegorik hikayedir, eğer biz sinemanın bizim durduğumuz yerdeki ve bizim bakıyor olduğumuz yer arasında yer alan uzay(boşluk)-zaman olduğu fikrini örnek alırsak, bu bunu bilerek uzay-zamanın sıksık “görüş noktası” olarak değerlendirilir, biz bunun yanında filimin sinema hakkında olduğunu söyleyebiliriz.
Resim
Cevapla

“Görsel Tasarım” sayfasına dön