HUMEZE SÛRESİ- Fahreddin Er Râzî Tefsiri

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

HUMEZE SÛRESİ- Fahreddin Er Râzî Tefsiri

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Resim

Euzubillâhissemiul âlimi mineşşeytanirracim min hemazitihi ve nefhahihi ve nefsihi..
Aklımın içerden dürtüştürdüğü ve nefhahihi dışarıdan üfürdüğü ve nefsihi bizzat kendisinden benim böyle oluşumdan Allah’a sığınırım.

وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ
Resim---Ve kul rabbi eûzu bike min hemezâtiş şeyâtîn(şeyâtîni) : Ve de ki: «Ey Rabbim, şeytanların dürtüştürmelerinden (kışkırtmalarından) sana sığınırım! (Mu’minûn 23/97)

Ve eûzu bike rabbi en yahdurûni âyettir.

وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ
Resim---Ve eûzu bike rabbi en yahdurûn(yahdurûni) : Ve onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım Rabbim." (Mu’minûn 23/98)

Hazırımda olmasından da..

Ve eûzu bike rabbi en yahdurûni

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm


Allahumme salli ve sellim alâ Seyyidinâ Muhammedini’n- Nebiyyi’l-Ummiyyi’l- Arabiyyi’l- Kureyşiyyi’l- Hâşimiyyi’l- Mekkiyyi’l- Medeniyyi.
Sâhibi’t- Tâc ve’l- Mi’râc.
Sâhibi’l- Şeriat ve Atâyâ.
Sâhibi’l- Makâmi’l- Mahmûdi ve’l- Havdi’l- Mevrûdi.
Sâhibi’s- Sucûdi li Rabbi’l- Ma’bûd.

Mânâsı:

ALLAHım Efendimiz;
Nebiyyil-Ummî, Arabî, Kureyşî, Haşimî, Mekkî, Medenî olana,
Tâc ve Mirâcın Sâhibine,
Şeriat ve Atâ Sâhibine,
Makâm-ı Mahmud ve Havz-ı Mevrûd Sâhibine,
Tek Mabud-İbâdet edilen RABB celle celâluhu için SECDEler Sâhibine,
Salât ve Selâmımızı ulaştır.
Teslimiyet ve Sıla ulaşımımızı sağla İnşâallah..
Âmin Yâ Muîn celle celâlihu



وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ
Resim---
“Veylun li kulli humezetin lumezeh: Arkadan çekiştirmeyi ve kaş-gözle alay etmeyi alışkanlık haline getirenlerin hepsinin vay haline!” (Humeze 104/1)

الَّذِي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُ
Resim---
“Ellezî cemea mâlen ve addedeh: Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır.” (Humeze 104/2)

يَحْسَبُ أَنَّ مَالَهُ أَخْلَدَهُ
Resim---
“Yahsebu enne mâlehû ahledeh: onu halid kıldı, onu ebedî kıldı”(Humeze 104/3)

كَلَّا لَيُنبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِ
Resim---
“Kellâ le yunbezenne fîl hutameh: Hayır. Andolsun ki o Hutame'ye atılacaktır.” (Humeze 104/4)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحُطَمَةُ
Resim---“Ve mâ edrâke me’l- hutameh: "Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir?” (Humeze 104/5)


نَارُ اللَّهِ الْمُوقَدَةُ
Resim---
“Nârullâhi’l- mûkadeh: Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir.” (Humeze 104/6)


الَّتِي تَطَّلِعُ عَلَى الْأَفْئِدَةِ
Resim---
“Elletî tettaliu alel ef’ideh: Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar.” (Humeze 104/7)


إِنَّهَا عَلَيْهِم مُّؤْصَدَةٌ
Resim---“İnnehâ aleyhim mu’sadeh: O, onların üzerine kilitlenecektir;” (Humeze 104/8)


فِي عَمَدٍ مُّمَدَّدَةٍ
Resim---“Fî amedin mumeddedeh: (Kendileri de) Dikilip yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır).” (Humeze 104/9)


اللّهُمَّ أَجِرْنَا مِنَ النَّارِ وَ أَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ مَعَ الْأَبْرَارِ
“Allahümme ecirnâ mine’n- nar ve edhilne’l- cennete maa’l- Ebrâr: Allahım bizi cehennem ateşinden koru, iyiler ile beraber cennete dahil eyle!””

Âmin Yâ Latîf!
Âmin Yâ Kerîm!
Âmin Yâ Rahîm!
Âmin Yâ Rahmân!
Âmin Yâ Hannân!
Âmin Yâ Mennân!
Âmin Yâ Deyyân!
Âmin Yâ Furkân!
Âmin Yâ Sultân!
Âmin Yâ ALLAH! (celle celâluhu)


Resim

HÜMEZE SÛRESİ

Bu sûre, dokuz ayet olup, Mekkî'dir.[1]

"Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve ayıplamayı adet haline getiren her kişinin vay haline"
(Hümeze,1).[2]

Veyl Kelimesinin Manası

Bu ayetle ilgili birkaç mesele var:[3]

Birinci Mesele

"el-veyl", zemmetme, kınama ve öfkelenmeyi ifade eden bir lafız olup, her sıkıntı anında söylenilen ve kendisiyle bedduada bulunulan bir kelimedir. Aslında bu kelime, "Vay falancaya" şeklinde kullanılır. Ama Arapların sözleri içinde sıkça kullanıldığı için, kendinden sonraki lâm ile birleşmiş "veyl" olmuştur. "Veyl'in, cehennemde bir dağın adı olduğu da rivayet edilmiştir.

Eğer, "Cenâb-ı Hak burada, buyurmuş, bir başka yerde ise,
"Veyl size"
(Enbiya, 18) buyurmuştur, niçin?" denilirse biz deriz ki: Onlar cehennemde, "Yazıklar olsun bize, biz zalimler idik"(Enbiyâ, 14) demişler de, bunun üzerine Hak Teâlâ da yani "O veyl size layıktır" buyurmuştur. Cenâb-ı Hak burada ise kelimeyi nekire olarak getirmiştir. Çünkü bu "veyl"in künhnü ancak Allah Teâlâ bilebilir. İyice çirkinliğini göstermek için; küçük görmek için ve merhamet çekmek için de,kelimelerinin kullanıldığı söylenmiştir. Meseleye bu açıdan bakarsak, "Cenâb-ı Hak bu kelimeyi kullanmak suretiyle bu hareket tarzlarının ne denli çirkin olduğuna dikkat çekmek istemiştir" deriz.

Alimler sûredeki bu tehdidin, o âdî hareketler hususunda, aynı yolu benimseyen herkesi mi, yoksa belli bazı kimselerle mi içine alan bir tehdid olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak, muhakkik alimler, "Bu ifade, kim olursa olsun, böyle yapan herkesi içine alan genel bir ifadedir. Çünkü sebeb-i nüzulün hususi olması, ayetin lafzının umumiliğine zarar vermez" derken; diğerleri, bu tehdidin, belli bir takım kimselerle ilgili olduğunu söylemişlerdir. Bu cümleden olarak mesela, Atâ ve Kelbî, bu ayetin, İnsanları ayıplayan, bunlarla eğlenen, onların gıybetini yapan, özellikle de Hz. Peygamber (s.a.s) hakkında böyle davranan, Ahnes b. Şureyh hakkında nazil olduğunu söylerler iken; Mukâtil, bunun, Velid b. Muğîre hakkında nazil olduğunu; çünkü Velid'in, Hz. Peygamber (s.a.s)'i gıyabında çekiştirip, yüzüne karşı ileri-geri konuşan kimse olduğunu söylemiştir. Muhammed b. İshâk da, "Biz kalktık ve hep, bu ayetin Ümeyye b. Halef hakkında nazil olduğunu dinledik, durduk" demiştir. Ferrfi, "Lafzın umumi olması, onunla belli bir şahsın kastedilmiş olmasına ters değildir. Bu tıpkı, bir insanın sana, "Artık seni hiç ziyaret etmeyeceğim" demesine karşı, "Beni ziyaret etmeyeni, ben de ziyaret etmem" demek suretiyle, bu genel cümleyle onu kastetmen gibidir. Velhasıl bu, usûl-u fıkıhta, "Umûmî ifade, örf, karinesi ile tahsis edilebilir" şeklinde ifade edilen kaidedir.
[4]


Hümeze ve Lümeze

"Hemz", "kırmak" demektir. Nitekim HakTeâlâ, "O, hemmândir ve koğuculuk yapar"
(Kalem, 11)buyurmuştur. "Lemz" ise, tenkid etmek, ayıplamak, alay etmek demektir. Bu ifadelerin anlatmak istediği şey ise, bir
kimsenin, insanların namus ve şereflerini kırması, onların şereflerini düşürmesi ve onları ayıplaması, tenkid etmesidir. Nitekim Hak Teâlâ,
"Birbirinizi ayıplamayın"
(Hucurât, 11) buyurmuştur. "Fu'aletün" kalabı, tıpkı lu'ane (lanet edici), duhake (gülücü) kelimeleri gibi, bir işin, kişinin adet haline getirdiği bir örfü olduğuna delalet eder. Mtm'in sükûnu ile, bunlar, şeklinde de okunmuştur. "Hümeze - Lümeze", gülünç şeyler yapmak suretiyle maskaralık yapmaktır. Böylece bu maskaralığa gülüşülür, sövüşülür.

Müfessirler bu hususta şu izahları yapmışlardır:

1) İbn Abbas, "Hümeze, gıybet eden; Lümeze ise, ayıplayan ve eğlenen" demiştir.

2) Ebû zeyd, "Hümeze el-kol hareketleriyle; Lümeze de, dil ile yapılan alaya almalardır" demiştir.

3) Ebu'l-Âliye, "Hümeze, yüz yüze iken ayıplayıp, alay eden; Lümeze ise, insanı.. arkasından ayıplayıp, alay edendir" der.

4) Hümeze, açıkça ayıplayıp, alay eden; Lümeze, gizlice, kaş-göz işaretleriyle ayıplayandır.

5) Hümeze - Lümeze, İnsanlara hoşlanmadıkları lakablar takarak, öyle çağırandır. Velid b. Muğîre işte böyle yapıyordu. Fakat bu, reislik (başkanlık) makamına uygun düşmez. Bu, seviyesiz kimselerin yapacağı iştir. Bunun içine, gülsünler diye, insanları, söz, fiil ve ses bakımından taklid edenler de girer. Hakem b. el-As, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yürüyüşünü taklid etmiş' Dolayısıyla Allah onu Medine'den sürüp çıkarttı ve lanetledi.

6) Hasan el-Basrî, "Hümeze, beraberinde oturan kimseyi, göz ucuyla işaret ederek ayıplayıp alay eden; Lümeze ise, din kardeşini, gıyabında kötü şeylerle anıp, ayıplayandır" demiştir.

7) Ebu'l-Levzâ'nın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İbn Abbas (r.a), bu ayet ile Cenâb-ı Hakk'ın kimleri zemmettiğini sordum. O da, "Bunlar, koğuculuk yapanlar;, dostların arasını açanlar ve insanlara kusur bulanlardır" diye cevap verdi."

Bil ki bunların hepsi, manaca birbirine yakın olup, bir noktada birleşirler ki bu da, insanların şeref ve haysiyetiyle oynayıp, onların kusurlarını ortaya koymadı. Bu tür hareket, iki kısma ayrılır: Bu iş, ya insanın hased ve kinlenmesi (öfkelenmesi) halinde olduğu gibi, ciddiyet ile yapılır, yahut da alay edip gülüşülür halde olduğu gibi, şakacıktan olur. Bu iki kısımdan herbiri de ya din ile alakalı olur ki bu da, iman ve taatla ilgili şeylerdir. Yahut da dünya ile ilgili olur ki bu da, şekil, şemail, yürüme ve benzeri şeylerle ilgilidir. Dolayısıyla bunun çeşitleri pek çok olup, sınırsızdır. Sonra bu dört kısımdaki ayıpların ortaya konulması, bazan mevcut kimseler için, bazan da mevcut olmayan - orada bulunmayanlar için olur. Her iki duruma göre de, bu iş, bazan söz ile, bazan da, göz-kaş, (el-kol) işaretleriyle olur ki bütün bu tür hareketler ayetteki yasağın muhtevasına dahildirler. Konu, bu lafzın Arapça olarak, hangi manaya konulmuş olmasıdır. Binâenaleyh kelime hangi manaya konulmuş ise, işte kelime açısından yasaklanan odur. Bu kelimenin, kendisi için esas olmadığı manalar da, açık kıyas (kayıs-ı celî) yoluyla, ayetin yasağının muhtevasına dahildir. Binâenaleyh Hz. Peygamber (s.a.s), din bakımından insanların en ileri mevkideki kimse olunca, onu taa'n etmek ve onun haysiyetiyle uğraşmak da, Allah katında o nisbette çok büyük ve şenî bir iş olur. İşte bu yüzden Hak Teâlâ,"Arkadan çekiştirmeyi yüze karşı eğlenmeyi ve ayıplamayı adet edinen her kişinin vay haline, veyl olsun ona" buyurmuştur.[5]

Servetine Güvenme

"Ki o, mal yığıp, onu tekrar tekrar sayandır"
(Hümeze, 2).

Bu ayetle ilgili iki mesele var:[6]

Birinci Mesele

Ayetin başındaki kelimesi, ya önceki ayetteki (her kişi) ifadesinden bedeldir, yahut da zem m üzere mansub-tur. Allah Teâlâ bu kimseyi, böyle tavsif etmiştir. Zira bu, "hemz" ve "lemz"in (alay edip, çekiştirmenin) sebebi ve illeti yerine geçen bir ifadedir. Bu sebeb de, hümeze - lümeze olan kişinin, biriktirdiği mal sebebiyle kendisini beğenmesi ve kendisindeki üstünlüğün mal yüzünden olmasını sanması; böylece de başkalarını eksik ve noksan bulması, küçümsemesidir.[7]

İkinci Mesele

Hamza, Kisâî ve İbn Âmir, şedde ile şeklinde; diğer kıraat imamları şeddesiz olarak şeklinde okumuşlardır ki her iki okuyuşa göre de, mana birbirine yakındır. Fakat arada şöyle bir fark var: Şeddeli okunuş, bu insanın, malını oradan-buradan topladığına ve bunu, bir gün, iki gün, bir ay, iki ayda değil (çok uzun zamanda) biriktirdiğine delalet eder. Nitekim, "O malını oradan-buradan toplamıştır" manasında, denilir. Ama şeddesiz kıraat bu manayı ifade etmez.[8]

Kelimesindeki Nekireliğin Manası

Ayetteki "mal" kelimesinin, şu iki sebebten ötürü nekire olarak getirilmiş olması mümkündür:

1) Şöyle denilebilir: Mal, dünyada bulunan herşeye verilen bir addır. Nitekim Hak Teâlâ bu, "Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdürler"
(Kehf, 46) buyurmuştur. Binâenaleyh bir insanın malı, bütün dünyanın malına nisbetle, bir hiç mesabesindedir. Şu halde, insanın, bu kadarcık bir mal ile öğünmesi, nasıl uygun düşer? (Demek ki kelimenin nekire gelişi, kıllet (azlık) ifade etmek içindir).

2) Bu nekirelik ile, büyüklük ve önem manası kastedilmiş olur. Buna göre mana, "o, pislikte ve fesadda son derece büyük ve önemli bir mal biriktirmiştir. Dolayısıyla aklı olana, böyle bir mal ile övünmek nasıl uygun düşer" şeklinde olur.[9]

Ta'dâd

Ayetteki, "Onu tekrar tekrar sayandır" ifadesi ile İlgili olarak şu izahlar yapılır:

1) Bu kelime, "biriktirmek, hazırlamak" manasına olan "udde" kökündendir. Nitekim birşeyi bir şey için biriktirip, ona hazırlık için tutup, zamanın hadiselerine karşı bir ihtiyat yaptığın zaman, dersin.

2) Bu kelime, "tek tek saydı" manasınadır. Fiilin şeddeli olması ise, sayılan şeyin çokluğunu anlatmak içindir. Nitekim Arapça'da, "Falanca, falancanın faziletlerini ta'dâd ediyor" denilir. İşte bu yüzden Süddî şöyle der: "Bu, "o malını saydı ve "Bu da benim, bu da benim" dedi. Böylece bu sayışı, gündüzün kendisini herşeyden alıkoydu. Gece olunca da, mallarını (paralarını) sakladı" demektir."

3) Bu, "çoğalttı" manasınadır. Nitekim Arapça'da, "Falanca oğullarında, oldukça aded, yani çokluk var" denilir. Bu son iki görüş, "aded" (sayı) manası ile, birinci görüş ise, "udde" manasına dayanır. Bu kimseler de, ayetteki bu fiili de şeddesiz olarak şeklinde okumuşlardır. Buna göre şu iki izah yapılabilir:

a) Mana, "mal biriktirdi ve o malın sayısını belirledi" şeklinde olabilir.

b) "Malının ve adamlarının adedini çoğalttı" manasında olabilir. Bu manaya göre kelime, çok sayıda taraftarı bulunduğu zaman, kullanılan şeklindeki sözündendir. Kişi her ne zaman böyle olursa, övünmeye ve böbülenmeye müsait olur.[10]

Malı Onu Ebedîleştirecek Mi?

Cenâb-ı Hak, daha sonra bu kimseyi, bir başka çeşit cahillikle niteleyerek şöyle buyurmuştur:

"O, malının kendisini ebedileştireceğini sanır"
(Hümeze, 3).

Bil ki, fiilleri aynı manayadır. Bu ayetin ne demek olduğu hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Mananın, "mal çokluğu, onun tûl-i emeline sebeb olur ve aşırı gafleti ile tûl-i emelinden ötürü, malının kendisini ölümsez kılacağını sanır" şeklinde olması muhtemeldir. Cenâb-ı Hak, buyurdu da, buyurmadı. Çünkü ayetten kastedilen mana, "Bu insan malının, kendisine ebediyyet kazandırıp, ölümden kurtaracağını ve kendisinin artık ölümden kurtulduğuna hükmedildiğini sanır" şeklindedir. İşte bu yüzden Allah Teâlâ, bu fiili mazi siğasıyla getirmiştir. Hasan el-Basrî de şöyle der: "Ölüm gibi, kendisinde yakın bulunmayan bir şüpheye, kendisinde şüphe bulunmayan bir yakînin (kesin bilginin) ne kadar benzediğini, başka hiçbir şeyde görmedim."

2) Bu kimse, mesela binalarını kireçle-kiremitle süslü ve sağlam bir şekilde yapması gibi, işlerini de sağlam yapıyor. O, bunun kendisini ebedî kılacağı zannıyla, yahut da ölümünden sonra, bu namla anılması için böyle yapıyor.

3) O malı alabildiğine sevdi. Hatta, malı noksanlaşırsa, öleceğini sandı. İşte bu yüzden de, canlı kalabilmesi için, malını, hiç noksanlaştırmama gayretine düştü. Cimrinin bu şekilde inanması mümkündür.

4) Bu, amel-i sâlihi çıtlatan ve esasen dünyada iyi isimle-şöhretle; ahirette de, ebedî nimetlerle, insanı ebedileştiren şeyin, mallar değil, amel-i salih olduğunu çıtlatmaktır.

"Hayır hayır. Andolsun ki o, hutameye atılacak. O hutamenin ne olduğunu sen nereden bileceksin ki?"
(Hümeze,4-5).[11]

Kellâ

Ayetteki, "hayır, hayır" kelimesiyle ilgili olarak şu iki izah yapılır:

a) Bu, böyle yanlış sanılandan caydıran bir ifade olup, mana, "Durum, senin sandığın gibi, malın insanı ebedileştireceği şeklinde değildir. Aksine insanı ebedileştiren ilim ve salih ameldir" şeklindedir. Hz. Ali (r.a)'nin, "Mal biriktirenler öldü. Halbuki onlar canlı idiler. Alimler ise, zaman geçtikçe ebedileşen kimselerdir"

şeklindeki sözü de bu manadadır.


b) Bu kelime, "gerçekten" manasınadır. Oâl! fiilinin başındaki lâm, mukadder kasemin (yeminin) bir cevabının başına gelmiştir. Binâenaleyh bu, "kellâ"da, yemin manasının mevcut olduğuna delalet eder.[12]

Hutamaya Atılacak

Hak Teâlâ'nın "Andolsun ki o Hutameye atılacak" ayetine gelince, Cenâb-ı Hak bunu hor ve hakir kılma, rezil-rüsvay etme" manasına gelen "nebeze" fiiliyle ifade etmiştir. Çünkü kafir, kendisinin şanlı-şerefli kimselerden olduğuna inanmaktadır. "Kafir ve topladığı o mal cehenneme atılacak" manasında, ayetteki fiil, şeklinde tesniye olarak okunduğu gibi, "Kafir ve bütün taraftarları cehenneme atılacaktır" manasında, cemî olarak, şeklinde de okunmuştur.

"Hutame"ye gelince, Müberred şöyle der: "Hutame, içine düşen herkesin, un-ufak eden, kırıp-geçiren cehennem demektir. Nitekim yanındakilerin yiyeceklerini de yiyen, "çok obur kimse" manasında denilir. Arapça'da hatm "kırmak" manasınadır. Yine Arapça'da,"çobanların en şerlisi, kırıp dökendir" denilir. Nitekim hayvanları sürerken, itip-kaktığı, vurup-kırdığı için, çobana, ve denilir. Müfessirler, "hutame"nin, cehennemin isimlerinden biri olduğunu ve cehennemin ikinci tabakasını teşkil ettiğini söylemişlerdir. Mukatil de şöyle der: "Hutame, kemikleri kırıp döken, etleri yiyen, kalblere hücum edendir." Hz.Peygamber (s.a.s)'in de,
"Melek kafiri yakalar ve tıpkı, odunun diz üzerine konulup kırıldığı gibi, onu belinden kırar ve cehenneme atar" buyurduğu rivayet edilmiştir.[13]

Cehenneme Hutama Denilmesinin Manası


Bil ki cehennemin bu isimle anılmasının fayda ve inceliği şunlardır:

1) Şekil (kafiye) bakımından bir birlik sağlamak... Buna göre Hak Teâlâ sanki, "Eğer sen hümeze, lümeze isen, unutma ki senin ardında da hutame var" demek istemiştir.

2) Kaş-göz işaretiyle, başkasının şerefiyle oynayıp, onun kıymetini düşürmek için, nasıl hümeze bir çaba sarfediyorsa, Hak Teâlâ da, "Ey hümeze, senin arkanda da hutame var. Hutame'de de kırılma dökülme var. O da seni kıracak ve seni cehennemin dibine düşürecek" demek istemiştir. Fakat nümeze, ancak kaş-göz işaretiyle kırıp geçirdiği halde, hutame, geride hiç birşey bırakmayacak biçimde kırıp döken demektir.

3) Hemmâz ve lemmaz, insanların gıybetini eden, adeta ölü eti yiyen kimselerdir. Hutame de, insanın derisini ve etini yakıp-yediği için, cehenneme verilen bir isimdir:' Şöyle de denilebilir: Cenâb-ı Hak, "Hümeze" ve "Lümeze" diye iki sıfat zikretmiş, sonra da bu iki sıfata, tek bir isimle mukabelede bulunmuş ve "Senden iki şeye karşılık, Benden tek bir şey al. Çünkü bu tek şey yeter ve artar bile" demiştir. Bunun üzerine sanki birisi, "Bir şey, iki şeyin yerini nasıl tutabilir" demiş de, bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Sen, o tek şeyin ne olduğunu bilmediğin için böyle söylüyorsun" demiştir. İşte bu yüzden burada, "O hutamenin ne olduğunu sen nereden bilebilirsin ki?" buyurmuştur.[14]

Tutuşmuş Ateş

"O, Allah'ın tutuşturulmuş bir ateşidir"
(Hümeze, 6).

Burada, "ateş"in "Allah"a izafe edilmesi, onun büyüklüğünü ve dehşetini anlatmak için olup, "bu, başka ateşlere benzemeyen bir ateştir. O ateş, hiç sönmemek üzere tutuşturulmuştur, yahut da Allah'ın emir ve kudretiyle tutuşturulmuş bir ateştir" demektir. Hz. Ali (r.a)'nin, "Altında ateş cayır cayır yandığı halde, yerin üstünde Allah'a isyan edenlere şaşarım" şeklindeki sözü de bu manadadır. Bir
hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Cehennem kıpkırmızı kesilinceye değin bin yıl yakıldı, sonra bembeyaz olana kadar bin yıl daha yakıldı, daha sonra da simsiyah olana kadar bin yıl daha yakıldı. O, şimdi simsiyah ve"[15]kapkaranlıktır.[16]

Kalblere Ulaşan Azap

"Ki o, tırmanıp yüreklerin ta üstüne çıkar"
(Hümeze, 7).

Bil ki bir insan, dağın tepesine tırmanıp çıktığında, denilir. Bu ayetin tefsiri hususunda şu iki izah yapılabilir:

a) Cehennem ateşi, cehennemliklerin içine doldu ve göğüslerine işledi, gönüllerini sardı. İnsanın bedeninde, kalbinden daha hassas ve ufacık bir eziyet karşısında çok fazla acı duyan, başka bir organı yoktur. Binâenaleyh cehennem ateşi, oraya hükümran olup, onu sardığında, ya durum nasıl olur? Sonra kalb, ateşin kendisini sarmasına rağmen yanmaz. Çünkü yanacak olsaydı, insan ölürdü. İşte Hak Teâlâ'nın, "İnsan o (cehennemde) ne ölür, ne dirilir"
(Taha, 74) ayetinden kastedilen budur. "Ittıla", cehennem ateşinin, etten-deriden, kalbe inmesi, varıp ona dayanması manasınadır.

b) Bu durumun, kalbe tahsis edilişinin sebebi, bu kalbin, küfrün, kötü inançların ve bozuk niyetlerin merkezi oluşundan ötürüdür. Bil ki Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Cehennem, cehennemlikleri yer. Derken ta kalblerine varıp dayandığında, yeme işi sona erer. Hak Teâlâ, insanların etlerini ve kemiklerini yeniden halkeder."[17]

Mü'sade

"Bu, onlar üzerine kapatılmıştır"
(Hümeze, 8 )

Hasan el-Basrî, "Mu'sade, tıpalanmış, sımsıkı kapatılmış manasına olup, "kapıyı kapattım" ifadesindendir.

Bu aynı manaya kullanılan iki lehçedir. Cenâb-ı Hak, demedi, zira "kapanmış kapılar" demektir. Halbuki, kapı manasını ifade etmez.
[18]

Ayette Şiddeti Belirtme Üslubu

Bil ki bu ayet, şiddetli bir azabın olacağını şu bakımlardan beyan etmektedir:

1) Bir kere, kelimesi, cehennemin, tıpkı bir kuyu gibi, çok derin bir yer olmasını iktiza etmektedir.

2) Allah'ın istemesi halinde, O, cehennemi, kapısı olmayan yer halinde de yaratabilirdi. Ne var ki O, cehennemin kapıları olduğunu söylemek suretiyle, cehennemliklere çıkma işini hatırlatıp, ama çıkışlarına müsaade etmeyerek, onların pişmanlık ve nedametlerini artırmaktadır.

3) Cenâb-ı Hak, buyurmuş, ama, dememiştir. Çünkü sözü, ilk kastedilen şeyin, onların bu hal üzere olmalarını ifade eder. Ama, ifadesi ise, ilk maksat olarak, bu manayı ifade etmez.[19]

"Uzatılmış sütunlarda..."
(Hümeze, 9).

Bu ifadeyle ilgili olarak birkaç mesele vardır:[20]

Birinci Mesele

Bu ifade, ayn ve nûn'un dammesiyle mîm'in sükûnuyla ayn ve mîm'in fethasıyla . şekille­rinde okunmuştur. Ferrâ şöyle demektedir: ve ifâdeleri, tıpkı, ve kelimelerinde olduğu gibidir. Müberred ve Ebû Ali de şöyle demektedirler: amed: amûd kelimesinin cem'ul-cemî'dir. Amûd kelimesinin çoğulu ise - Resûl'ün rüsul ve zebur'un zübûr şeklinde çoğul yapılması gibi umud kelimesidir.[21]

İkinci Mesele

ağaç veya demirden olup dikdörtgen tarzında olan şeye denir. Ve, bir binanın temeli ve direğidir. Nitekim, bir evin kendisi sayesinde ayakta durduğu şeye, ifadesi kullanılır.[22]

Üçüncü Mesele

Ayetin tefsiri hususunda şu iki şey söylenebilir:

1) Bunlar, tıpkı şehrin bina kapılarının kapanması gibi, kendisi ile o kapılarının kapanmış olacağı direklerdir, sütunlardır. 'deki (-bi: ile) manasında olup, "O cehennem, cehennem­liklerin üzerine, cehennemin önüne çekilmiş direkler ile kapatılır" demektir. Cenâb-ı Hak, yerine dememiştir, çünkü bunlar, çok oldukları için, sanki kapılar onların içindeymiş gibidirler.

2) Mana, "Cehennem, cehennemlikler uzatılmış o direklerin içinde, tıpkı, kendileriyle kuzuların taşındığı kafesler ve vagonlar gibi, elleri kolları bağlanmış olduğu halde, o cehennemliklerin üzerine kapatılır" şeklinde olur.

Ey Ekremu'l-Ekremîn olan Allah'ım, bizi cehennemden koru, uzak tut (amin)![23]



[1] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 23/399.
[2] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 23/401.
[3] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 23/401.
[4] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/401-402.
[5] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/402-403.
[6] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/403.
[7] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/403-404.
[8] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/404.
[9] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/404.
[10] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/404-405.
[11] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/405-406.
[12] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/406.
[13] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/406.
[14] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/406-407.
[15] Tirmizi, Cehennem, 8 (4/710), Ibn. Mâce, zühd 38 (2/1445).
[16] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/407.
[17] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/407-408.
[18] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/408.
[19] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/408-409.
[20] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/409.
[21] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/409.
[22] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/409.
[23] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:23/409.
Resim
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön