Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)

Cevapla
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed -sallâllahu aleyhi ve sellem-



Zira Efendimiz (s.a.v.), ilâhî rahmetin müstesnâ bir feyz ve bereket menbaı olarak insanlığa armağan edildi. O, insanlığın kurtuluşu için âdeta çırpınış hâlindeydi. Taşlanmayı göze alarak Tâif’e kadar gitti. Zira bütün insanlığı kendisine zimmetli ve kendisini de bütün insanlıktan mes’ûl gördü. Ümmetinin dertleriyle dertlendi. Mazlumları huzura kavuşturan müşfik bir sığınak ve barınak; muzdarip ve yorgun gönülleri ferahlatan bir rahmet esintisi oldu… Bütün bunlar, Allah Rasûlü (s.a.v.)’in rahmet ufkunu gösteren fazîlet tablolarından sadece birkaçı…

Yine O’nun, ümmetine olan merhametini Rabbimiz şöyle beyân ediyor:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı raûf (çok şefkatli), rahîm (çok merhametli)dir.” (et-Tevbe, 128)

Efendimiz (s.a.v.)’in ümmetine duyduğu muhabbet, şefkat ve merhamet, bir annenin evlâdına olan merhametinden çok daha fazla idi. O, dünyayı şereflendirmesinden evvel de rahmetti, hâl-i hayâtında da rahmetti, kabir âleminde de rahmettir, kıyâmet gününde de rahmet olacaktır.
Nitekim O Rahmet Peygamberi (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Sağlığım sizin için hayırlıdır: Siz benimle konuşursunuz; ben de sizinle konuşurum! Vefâtım da sizin için hayırlıdır: Amelleriniz bana arz olunur, hayırlı amellerinizi gördüğümde, ondan dolayı Allâh’a hamd ederim; kötü amellerinizi gördüğümde ise sizin için Allah’tan mağfiret dilerim.” (Heysemî, IX, 24)

“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin için bir emniyet vesîlesiyim. Vefât ettiğimde ise, kabrimde: «Yâ Rabbi! Ümmetim, ümmetim!..» diye ilk Sûr üfleninceye kadar nidâ edeceğim…” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414)
Yani ümmetini çok seven Efendimiz (s.a.v.), kabir âleminde bile kıyâmete kadar duâ ve niyazlarıyla ümmetine yardım hâlinde olduğunu bildiriyor. Demek ki Efendimiz (s.a.v.), bugün zâhiren ve bedenen olmasa bile, rûhâniyetiyle dâimâ aramızda bulunuyor. Rabbimiz, O’nun hürmetine ümmet-i Muhammed’e nice lûtuflarda bulunuyor.

Yakın zaman önce yaşanmış olan şu hâdise, Efendimiz (s.a.v.)’in “rahmet" vasfının her an cârî olduğuna ve O’na tevessül ile yapılan duânın Hak katındaki makbûliyetine dâir, ne kadar da ibretli bir misaldir:
1988 senesinde, Medîne-i Münevvere’deki Cuma Câmii’nin inşâsı sırasında yaşadığı ibretli bir hâtırayı, Mimar Mahmud Sâmi Kirazoğlu kardeşimiz şöyle naklediyor:

Malzeme deposu sorumlularımızdan Yemenli Ahmed Efendi’nin uzun bir müddettir Perşembe günleri işe gelmediğini tespit ederek, hafta başında kendisini çağırttım. Ona:

“–Burası Cuma Mescidi’nin inşaatıdır. Bizim gâyemiz, rızâ-yı ilâhîye uygun amellerle herkesin helâl kazanmasıdır. Bu hayırlı işi, samimiyet, ciddiyet ve bir ibadet heyecanıyla sürdürmek durumundayız.
Kıymetli Ahmed Efendi, seni üzgün görüyorum. Bir sıkıntın mı var? Senin her problemin için hizmete hazırım, derdin neyse anlat!” dedim.

Yaşlı gözler, boğaza düğümlenen kısık sesli cümleler ve çaresizlikten dertli bir gönülle, yavaş yavaş anlatmaya başladı:

“–Benim 14 yaşında, anadan doğma kötürüm bir kızım var; adı Ümmügülsüm. Çok küçükken hastalığının farkına vardık. Sonra, gitmediğimiz hoca, doktor, çıkıkçı, hastahane, kaplıca, fizik tedavi uzmanı ve kullanmadığımız ilâç, bitki kalmadı. Başka ülkeler de dâhil, pek çok yeri dolaşarak, imkânsızlıklar içinde, her türlü çâreye başvurduk; ancak nâfile. Bir arpa boyu bile yol alamadık. Kızım, yaşı ilerledikçe şekilden şekle giriyordu. Hem kendisi hem de biz, bu hâli kabullenemiyorduk, alışamıyorduk bir türlü.
Riyad’da, yabancıların kurduğu, ancak özel zevâtın girebildiği, tam teşekküllü bir ihtisas hastahanesi var. Allah (c.c.) nasîb etti, bir hayır sahibi vâsıtasıyla girebildik elhamdülillâh. Altı aydır orada her türlü tedavi yapıldı, ancak yine de bir gelişme olmadı. Annesi şu an yanında refâkatçi kalıyor. Ben de her Çarşamba, akşam uçağı ile gidip Cumaları gece vakti dönerek, Cumartesi iş başı yapıyorum. Size gelip durumu bildirerek özür dileyecek, helâllik alıp izin isteyecektim. Lâkin ilk zamanlar çekindim, sonra da gelemedim, affedin.”

Bir an Ahmed Efendi’nin hâlini düşündüm. Üç gidiş-geliş uçak bileti, 2 aylık maaşı kadardı. Daha önce yapmış olduğu masrafları da düşünürsek, epey bir borç altına girdiği belliydi garibin. Seneler önce bir mevlid esnâsında rastlamıştım kendisine. Kasîde okunurken ağlıyordu. “Nerede ağlayacağını bilen, ağlamanın bu denli yakıştığı, ne güzel, gönül ehli bir insan.” diye geçirmiştim içimden. Bunları düşünürken, bir yandan da nasıl yardımcı olabileceğimi sordum, borcunu da Allâh’ın izniyle hâlledebileceğimizi söyledim. Duâ edip sevinirken, yaşlı gözleri uzaklara, sanki Riyad’a bakıyordu.

“–Şimdi farklı bir durum var, onu arz edeyim.” dedi ve şöyle devam etti:

“–Evvelki gün, altı aydır kızımı birçok testlerle, şoklarla, her türlü tedaviye çalışan bölüm başkanı, gayr-i müslim, ecnebî bir profesör, beni odasına götürerek karşısına aldı, üzgün ve mahzun bir ifâdeyle dedi ki:

«–Sizleri aylardır izliyorum. Bir anne-baba olarak, maddî-mânevî yapılabilecek her şeyi yaptınız, gücünüzün üzerinde bir fedâkârlık gösterdiniz. Biz de elimizden gelen, tıbbın ulaşabildiği bütün teknikleri denedik. Sonradan olma bir rahatsızlık olmadığı için, baştan beri imkânsız görünmesine rağmen, sizin gözlerinizdeki ümit ışıltısına, gönlünüzdeki engin şefkate duyarsız kalamayarak samimiyetle çalıştık. Maalesef başaramadık. Tıp şu noktadan sonra artık çaresiz, tıbbın verebileceği bir şey kalmadı. Şifâ bulması için Amerika’da, hattâ Ay’da bile bir ihtimal zerresi olsa, size “alın götürün, onu da deneyin” diyeceğim ama, artık yok. Ancak, bütün bu yoklara rağmen bir şey var! O da şu:

Senin Peygamber’inin Allâh’ın Sevgilisi olduğunu ve O’nun çok merhametli bir Peygamber olduğunu söylüyorlar. O’na gidip niçin bir cân u gönülden yalvarmıyorsun? O isterse, Allah O’nu kırmaz, dileğini kabul eder. Unutma bu, senin son ve tek çâren artık.»

Ecnebî doktor yine devamla:
«–Sizleri kardeşim gibi sevdim, insânî duyguların, mâneviyâtın, inancın, şefkatin, azmin, aşkın ne olduğunu sizde gördüm. Kızınızı, kızım gibi sevdim. Her gün ziyaretimde, bana tam teslim olmuş bir durumda, beni içimden ağlatan, her şeye rağmen ümitle ışıldayan gözlerini, o melek gibi mâsum sîmâsını unutmayacağım. Resmini çektim, iznin olursa cüzdanımda taşıyacağım. Bu vak’a benim meslek hayatımda ve yaşantımda bir dönüm noktasıdır.

Zaman zaman senin elinde gördüğüm ipe dizili boncuk taneleri ile -ki sonra adının “Sübha” yani tesbih olduğunu öğrendim- ne yaptığını sorduğumda:

“–Allâh’ımın ismini binlerce defa tekrar ediyorum. Peygamber’ime selâm ediyorum.” demiştin. İnsan neyi severse onu çok söyler! Bu samimî sevginin boşa çıkmayacağına bütün kalbimle inanıyorum. Bir gün ülkeme dönsem bile arada bir sizi arayacağım, sesinizi bana duyurun. Yolunuz açık olsun, güzel haberlerinizi bekleyeceğim.» diyerek beni uğurladı.

O an, bambaşka bir hâlet-i rûhiye içine girdim. Üzüntülüyüm, mutluyum, şaşkınım, ümitliyim, zıt duyguları aynı anda yaşıyorum.”

Ahmed Efendi sözlerine şöyle devam etti:

“–Mahmud Ağabey, kızımı Pazartesi sabahı taburcu edecekler, müsâade ederseniz, Pazar günü erkenden gidip, muâmeleleri tamamlayıp, evrak, filim, rapor vs. ne varsa toparlayıp Medîne-i Münevvere’ye geleceğiz inşâallah.” dedi. Ben de:

“–O hâlde hemen harekete geçelim; senin gidiş, üçünüzün de dönüş biletlerini ayarlayalım. Seni havaalanına götürecek ve karşılayacak araba da hazır, başka bir ihtiyaç olursa, onu da hâllederiz bi-iznillâh.
Fakat profesörün sözleri çok mânidar. Döner dönmez bu ikâzı en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekir. Kendisiyle tanışmak isterim.” dedim.

Ertesi sabah kendilerini uğurladık. Pazartesi günü, şoför karşılamaya gitti, sonra yanıma tekmil vermeye geldi. Şoföre:

“–Ne yaptın, evlerine teslim ettin mi, öğlene de yemek ayarlayalım.” dedim. Şoför ise:

“–Ahmet Efendi ve âilesi doğrudan Harem-i Şerîf’e gitmek istediler. Kızı tekerlekli sandalyesine bindirdik, üçü de ağlıyordu. Benim de içim parçalandı. Kız, ufacık, sanki on yaşında gibi. Bu zamana kadar belinden aşağısı hiç tutmamış, dayanmadan oturamıyor bile. Ancak yüzüstü, kollarını dikerek sürünebiliyormuş, çok acı!” dedi.

“–Biliyorum, babası bana birçok resmini gösterdi. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.” dedim.
Aradan takriben yarım saat geçti, bir gürültü patırtı koptu, dışarı çıktım. Ahmed Efendi karşımda, feryâd ü figân ağlayarak koştu, boynuma sımsıkı sarıldı, yapıştı, bırakmıyor. Ne dediğini anlamıyorum.

“–Yâhu ne oldu? Hayırdır inşâallah, gel şuraya otur, bir şeyler iç. Bu ne hâl?” diye sordum. Kendini yere attı; secde ediyor…

Sübhânallah!.. Ortada iyi bir şey olduğunu hissediyordum ama, ne olduğunu anlayamıyordum.

“–Dur bir dakika! Şu işin, arabadan indikten sonraki safhalarını anbean anlat bakalım. Oraya kadarını takriben biliyorum.” dedim.

Yaşlı gözlerle anlatmaya başladı:

“–Kızı tekerlekli sandalyesine bindirip annesiyle beraber Bâb-ı Nisâ’ya (Hanımlar Kapısı’na) bırakıp doğrudan, Bâb-ı Cibrîl’den huzur-i Rasûlullâh’a vardım. Şebeke-i Saâdet’e yapıştım, kimseyi gözüm görmedi. Kimse de beni görmedi. Ben ellerimi kaldırdım; «Yâ Rab! Ben kızımın şifâsı için 13 senedir duâ ettim. Özellikle onun için hac ve umreler yaptım. Gözyaşlarımla şebeke-i Rasûlullâh’a yapışarak yalvarıp yakardım. Gecelerim gündüzlerim duâlarla, ibadetlerle geçti. Gücümün üstünde sadakalar verdim. İyi niyetinden şüphe etmesem de, gayr-i müslim bir kulunun; “Niye Peygamber’ine gidip candan bir duâ etmiyorsun?” îkâzı bana çok ağır geldi.» diyerek Rabbime uzun uzun duâ ettim.

Sonra Efendimiz (s.a.v.)’e yöneldim:

«Yâ Rasûlâllah, Sen Rahmeten li’l-Âlemîn’sin, Sen’in huzuruna geldim, ama maddî-mânevî tükenmiş olarak geldim. Artık mecâlim ve tâkatim kalmadı. Bundan sonra kızımı Sana teslim ediyorum. Ben artık çâresizlikler içerisinde ne yapacağımı bilemiyorum...» diye naz ve niyâz içinde hıçkırarak, yalın ayak dışarı attım kendimi.

Bu mânevî sekir hâlindeyken, yavrum Ümmügülsüm’ün «BABAA, BABAA!» diye haykıran sesi kulağımda çınladı. Bir de arkama baktım ki, doğru dürüst sürünemeyen kızım, hanımlar tarafından koşarak geliyor. Arkasında annesi de ona yetişmeye çalışıyor. Kızımla kucaklaşıp ağlaştık. «Yâ Rabbi, bu ne tecellîdir!?» dedim. Hemen tekrar Harem-i Şerîf’e girip Efendimiz’e şükran duyguları içerisinde salât ü selâmlarda bulundum, Mevlâ’ma şükrettim. Sonra da sana müjde vermeye geldik. Mahmud ağabey, işte arabadalar, gel kendi gözlerinle gör!..”

Efendimiz (s.a.v.)’in rahmet ve şefaatine mazhar olan yeğenimiz, elimi öpmeye gelmişti. Şaşkın ve mutlu bir vaziyette gözyaşlarımızla ağzımızdan; «سُبْحَانَ اللّٰهِ وَ بِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللّٰهِ الْعَظِيمِ» hadîs-i ‏erîfi dِküldü.

“–Bugün bayram oldu!” dedim. “ف‏ paydos! قükür kurbanlar‎ kesip, fakirleri de toplay‎p ak‏ama ziyafet verelim, Hatm-i Kur’ân cemiyeti yapal‎m. Harem-i قerîf’te yats‎y‎ edâ ettikten sonra bulu‏al‎m.” dedim.

Onlar‎ eve gِnderip arkalar‎ndan da giderek, fakir ama gِnlü zengin bu güzel insanlar‎n evinde gerekli ihtiyaçlar‎ tespit edip ak‏am için haz‎rl‎k yapt‎k. Akrabalar, e‏-dost toplanm‎‏t‎. ضnceleri ‏ifâ dilemek için kalkan eller, ‏imdi ‏ükür için kalk‎yordu. Her taraf‎ huzur kaplam‎‏t‎. خmân‎n, teslîmiyetin, ümit kesmemenin, saf bir gِnülle ve usûlüne uygun, hattâ naz ile edilen tevessül ve duân‎n neticesiydi bu. T‎bben imkâns‎z denilen bir vak’ada; kulun, Efendimiz (s.a.v.) vesîlesiyle Allâh’a niyâz‎ neticesinde, ikrâm-‎ ilâhîye mazhar olu‏unun, çok aç‎k ve net bir tablosuydu bu.

Yemenli Ahmed Efendi ile sabah bulu‏tuًumuzda kendisine:

“–قimdi bizi bekleyen, bir büyük hizmet daha var. Hadi bakal‎m, bu i‏e sebep olan doktor beye te‏ekkür borçluyuz. Bu i‏, telefonla da olmaz. Sizlerde zihnî bir problem olduًunu dü‏ünebilir. Birkaç gün istirahat ettikten sonra, ـmmügülsüm’ü de alarak yine üçünüz, doًru Riyad’a gideceksiniz. Bilet ve otel masraflar‎n‎ biz in‏âallah ayarlar‎z. Doktorun, o güzel dü‏üncesinin bu kadar çabuk tahakkuk ettiًini kendi gِzleriyle gِrmesi lâz‎m. Hattâ s‎rf o deًil, alt‎ ayd‎r k‎z‎n‎n hizmetinde bulunan diًer doktorlar, hasta bak‎c‎lar, hizmetkârlar, idârî personel vs. hepsi gِrmeli. T‎p literatürüne geçecek bu hâdise, nice hidâyetlere vesîle olabilir…” dedim.

Bir hafta sonra üçünü uًurlad‎k. Doktor beyin yan‎ndan beni aramalar‎n‎ ricâ etmi‏tim. Mutluluk gِzya‏lar‎ içinde doktorla aram‎zda ‏u telefon konu‏mas‎ geçti.

Doktor dedi ki:

“–Mesleًimizin gâyesi, i‏te bِyle hizmet olmal‎.”

Ben de mukâbeleten:

“–Her insan‎n gâyesi, asl‎nda «Yaratan’dan ِtürü yarat‎lanlara hizmet» olmal‎.” dedim. Doktor:

“–Sizinle nas‎l gِrü‏ebilirim?” diye sorunca:

“–Müsâit zaman‎n‎zda gelirim.” dedim.

“–ضyleyse hemen bekliyorum.” dedi.

Ben de ertesi gün gittim. Tan‎‏t‎k, sar‎ld‎k. Medîne gülü ve hakk‎nda hadîs-i ‏erîf olan Acve hurmas‎ gِtürdüm. ضzelliklerini anlatt‎m, sevindi. ـmmügülsüm’le de ilgili çok ‏eyler sِyledi:

“–Telefonla müjdeyi ald‎ktan sonra te‏ekkür için gelmelerini bekliyordum, çok duyguland‎m.” dedi.

“–Takdir etmek, k‎ymet bilmek, kadir‏inasl‎kt‎r. Bundan yoksun olan, hamd etmeyi de, ‏ükretmeyi de bilmez.” dedim ve devamla:

“–Buradan hareketle ben de bir ‏ey dü‏ünüyorum. Senin, «O, Allâh’‎n Sevgilisi’dir, Allah O’nun arzusunu k‎rmaz.» dediًin Zât da senin arzunu k‎rmad‎. Acaba O da senden bir te‏ekkür bekler mi, ne dersin?” dedim.

“–Beni oraya kabul etmeleri için ne yapmam lâz‎msa haz‎r‎m. Borcumu ِdemeliyim.” dedi. Ben de hemen:

“–Bir tek cümle; «Kelime-i Tevhîd»!” dedim.

“–ضًret!” dedi ve ayaًa kalkt‎. Kelime-i Tevhîdi tekrarlay‎nca sevinçle boynuma sar‎ld‎. Ba‏lad‎k beraberce aًlamaya.

“–Ben bu kelime-i tevhîdi çok sevdim, bir defa ile kalmay‎p hep sِylemek istiyorum. Ahmed Efendi’nin elindeki tesbihle Allâh’‎n güzel isimlerini tekrar tekrar zikretmesini ‏imdi daha iyi anl‎yorum. Ben as‎l ‏imdi doًdum, ilk nefes ve ilk anne sütü ile yeni bir hayata ba‏lad‎m. اok aç‎m, susuzum, beslemeye devam et beni, ne olur b‎rakma!” dedi.

“–Sen istesen de b‎rakmam. Bu bir lûtf-i ilâhîdir. فçeri ilk girdiًimde yüzündeki îman nûrunu gِrmü‏tüm. Peygamber Efendimiz’in en sevdiًi, Ebû Bekir (r.a.) Efendimiz’dir. Senin ismin de Ebû Bekir olsun mu?” dediًimde, gِzya‏lar‎ daha da çoًald‎. Ben devamla:

“–ف‏te ‏imdi «nûrun alâ nûr» oldu.” dedim. Hemen bir câmiye gidip, imam efendiden i‏i resmîle‏tirip ikâmesine, hüviyetine ve pasaportuna «Dîni: فslâm» olarak i‏letmek üzere muâmelelere ba‏lad‎k. ف‏ler tamamland‎ktan sonra Medîne-i Münevvere’ye beklediًimi sِyleyerek vedâla‏t‎k.

Doktor, birkaç gün sonra Medîne-i Münevvere’ye geldi. Havaalan‎na kar‏‎lamaya gittim, yan‎nda iki doktor asistan‎ da vard‎. Tan‎‏t‎rd‎, kucakla‏t‎k. Yeni müslüman olmas‎na raًmen onlar‎n da hidâyetlerine vesîle olmu‏tu. Büyük bir sevinç içinde:

“–Allâh’‎n izniyle bu hidâyet zinciri bِyle devam edip gider in‏âallah!” dedim.
Otele uًray‎p abdest tazeledikten sonra ziyaretlere ba‏lad‎k. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in huzûr-i âlîlerinden ayr‎lamad‎lar.

“–Hayat‎m‎zda secde kadar zevk ald‎ً‎m‎z bir ‏ey ya‏amad‎k.” dediler. Kendilerine namazla ilgili k‎sa bilgiler verdim. Hazret-i Hamza Efendimiz’i, Uhud’u, Kuba, K‎bleteyn ve Yedi Mescidleri, Cennetü’l-Bakî’yi ziyaret ettik.
Ahmed Efendi ve k‎z‎ ile ak‏am yemeًini birlikte yedik. Eski günleri yâd ettik. Cuma namaz‎n‎ Kâbe-i Mü‏errefe’de k‎lmak üzere umre niyetiyle sabah namaz‎ndan sonra hareket ettik. Yolda belli noktalar‎ anlatarak ve sohbet ederek gittik. Kâbe’yi gِrünce ilk duân‎n makbûliyetini anlatt‎m. Efendimiz (s.a.v.)’in en çok namaz k‎ld‎klar‎ yeri, kâinâta te‏rif ettikleri evi, Cebel-i Nûr’u, hac güzergâh‎n‎ vs. ziyaret ettik elhamdülillâh. Gece Medîne-i Münevvere’ye dِndük. Sabah da Riyad’a uًurlad‎k.

“–اok ihtiyac‎m‎z var, s‎k s‎k bulu‏al‎m. Biz de geliriz, sen de gel.” dediler. Soru-cevap ve sohbet ihtiyac‎ had safhadayd‎. فslâmiyetle mü‏erref olduktan sonraki ilk haclar‎n‎ birlikte yapt‎k. Kalabal‎kla‏m‎‏lard‎, say‎lar‎ giderek art‎yordu. Hattâ ülkelerinde de yak‎n çevrelerinde bulunanlar‎n hidâyetlerine vesîle oluyorlard‎ çok ‏ükür. Bildikleri lisanlarda dînî kitaplar temin ediyorlard‎. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri’ne yeni ümmetler arz ediyorduk elhamdülillâh. Rabbime sonsuz ‏ükürler olsun.

Bu güzelliklerin müsebbibi olan -Allah (c.c.) ondan râz‎ olsun- ـmmügülsüm k‎z‎m‎z‎n zamanla boyu ve kilosu normalle‏ti, 1995’te evlendi. Evinin e‏yalar‎ ve diًer masraflarla ilgili, nasîbi olanlar hizmet etti. قu anda iki oًlu, iki k‎z‎ var, mutlular.

Yemenli Ahmed Efendi’nin ya‏ad‎klar‎, kendi aًz‎ndan üç ki‏i taraf‎ndan dinlenerek tercüme edilip, fakirin ‏âhit olduklar‎yla birlikte aynen taraf‎mdan kaleme al‎nm‎‏t‎r.

Mahmud Sâmi Kirazoًlu
15/1/2011


Şüphesiz ki bu hâdise de, duâlarda Efendimiz (s.a.v.) ile tevessül etmenin, yani O’nun hürmetine Allah’tan yard‎m talebinde bulunman‎n k‎yâmete kadar mümkün olduًuna dâir, inkâr edilemeyecek, ya‏anm‎‏ bir misâldir. Allah Rasûlü (s.a.v.), zâhiren vefât etmi‏ olsa da rûhâniyeti devam etmektedir.

Nas‎l ki Kur’ân-‎ Kerîm târihî bir kitap deًil ve hükmü k‎yâmete kadar bâkî ise; Allah Rasûlü (s.a.v.) de ‏âhit, müjdeleyici ve ir‏âd ediciliًiyle dipdiri ve aram‎zdad‎r. Allah Teâlâ, kendi uًrunda ِldürülen ‏ehîdlere bile “ِlüler” denilmemesini emretmektedir.1 Efendimiz (s.a.v.)’in makâm‎ ise ‏ehîdlerle k‎yaslanamayacak derecede ulvîdir. Dolay‎s‎yla O’nu “ِlü” saymak uygun dü‏mez. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), be‏er olarak vefât etmi‏tir ama, risâleti ve rehberliًiyle aram‎zda ya‏amaktad‎r. O’nun as‎l vazîfe, salâhiyet ve tasarrufu da zâten bu yِnüyledir.

Efendimiz (s.a.v.) buyurur:

“Bir kimse bana salât ü selâm getirdiًi zaman, onun selâm‎na kar‏‎l‎k vermem için Allah Teâlâ rûhumu iâde eder.” (Ebû Dâvud, Menâsik, 96)

“Kim kabrimin yan‎nda bana salât ederse ben onu i‏itirim. Kim de uzaktan salât ederse o bana ula‏t‎r‎l‎r.” (Beyhakî, قuab, II, 215)

Sahâbeden Ebu’d-Derdâ (r.a.) da ‏ِyle anlat‎r:

Bir gün Rasûlullah (s.a.v.):

“–Cuma günü bana çok salevât getirin! Zira o gün, meleklerin haz‎r ve ‏âhid olduًu bir gündür. O gün bir ki‏i bana salât ettiًinde onun salât‎ mutlaka bana arz edilir. Salevât getirmeyi b‎rak‎ncaya kadar bu durum bِyle devam eder.” buyurdular. Ben:

“–Vefât‎n‎zdan sonra da m‎?” diye sordum. Efendimiz (s.a.v.):

“–Evet, vefât‎mdan sonra da! Allah Teâlâ peygamberlerin vücutlar‎n‎ yemeyi yeryüzüne haram k‎lm‎‏t‎r. Allâh’‎n Nebîsi hayattad‎r ve dâimâ r‎z‎kland‎r‎l‎r.” buyurdular. (فbn-i Mâce, Cenâiz, 65. Bkz. Ebû Dâvûd, Salât 201/1047, Vitir 26)

Velhâs‎l, Cenâb-‎ Hakk’‎n “insan”da tecellî eden bir sanat hârikas‎ olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ilâhî kitâb‎m‎z Kur’ân-‎ Kerîm gibi k‎yâmete kadar devam edecek bir mûcizedir. O, nasipli gِnüllere rûhâniyetini bugün bile hissettirdiًi gibi, k‎yâmette de yan‎k yürekleri آb-‎ Kevser’iyle serinletecek, o çetin ve deh‏etli günde Livâu’l-Hamd Sancaً‎ alt‎nda ümmetine huzur tevzî edecek, قefaat-i Uzmâ’s‎yla ümmetinin günahkârlar‎n‎n aff‎na vesîle olacakt‎r.
Cenâb-‎ Hak âyet-i kerîmede Efendimiz (s.a.v.)’in bizler için ne büyük bir rahmet ve nîmet olduًunu ‏ِyle haber vermektedir:

“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâh’‎n âyetlerini okuyan, onlar‎ (kِtülüklerden) temizleyen, onlara Kitap ve hikmeti ًِreten bir Peygamber gِndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lûtufta bulunmu‏tur...” (آl-i فmrân, 164)

Rabbimiz, Sevgili Rasûlü’nü yak‎ndan tan‎y‎p O’nun k‎ymetini bilmeyi ve O’na ümmet olma ‏erefinin ‏ükrünü lây‎k‎yla îfâ edebilmeyi cümlemize nasîb ve müyesser eylesin.
Bizleri Zât-‎ فlâhîsine sâlih bir kul, Habîb-i Ekrem’ine lây‎k bir ümmet k‎ls‎n!
Efendimiz (s.a.v.) hürmetine bizlere ilâhî rahmet, maًfiret, nusret ve inâyetini lûtfeylesin!
S‎rât-‎ müstakîme en büyük rehberimiz olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in mânâ iklîminden kalplerimize ulvî nasipler, engin rûhâniyetinden ruhlar‎m‎za rahmet esintileri ihsan buyursun!
Dünyada Kur’ân ve Sünnet üzere ya‏ay‎p ukbâda ‏efâat-i Rasûlullâh’a erebilmeyi cümlemize nasîb eylesin!
آmîn…


Osman Nuri TOPBAŞ

-------


Dipnot: 1. Bkz. el-Bakara, 154.


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)

Mesaj gönderen meryemnur »



Resim


Saf odur ki, içini temiz tuta. Dışı da ALLAH'ın Kitabına ve Peygamber'in sünnetine uya. Bu yolda olan kimsenin safiyeti arttıkça, vücut denizinden çıkar. İdaresini O'nun ihtiyarına bırakır. Yersiz dileği ve isteği bırakmak, iç temizliğinden gelir.

Kulun kalbi temiz olursa, Peygamber'i (s.a.v) rüyasında görür; Peygamber ona yasakları söyler ve yapılacak işleri de emreder. O kul öyle bir hâl alır ki, her yanı kalp olur. Bünyesinden tüm olarak ayrılır; kalp âlemine geçer. Dışı bırakır, iç âleminden işlerini yürütür. Saf ve temiz olur, kötülüğü kalmaz. Zahirdeki kabuk ortadan kalkar, iç ve öz olur. Mâna yönünde Peygamber (s.a.v) ile olur. Kalbi onun önünde durur ve ondan terbiye alır. Eli Peygamber'in elinde olur. Peygamber, ondan hitap eder. O kul Peygamber'in önünde durur. Onun nuruna perdedar olur..

Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)

Mesaj gönderen halimkok »

Resim

“Kef” KeReM’ i “NûNASL’ I “KÛN” , اِقْرَاْ (İKRA) ; “OL-AN’ ı BİL" demek,
“OKUN-aN / OKU-YaN الْقُرْاٰنَ (KuR’aN), OKU; “NUR’ unu BUL" demek,
HALK MaZHaR’ dır, ZaHiR’ i HAKK, ŞeMS, KaMeR’ de AKS eder bak,
ASLI AŞK OL-mak YaŞaMaK, “Yürüyen KuR’ aN KUL” demek.

HÂLimce...
10.06.2011 - 14:45



بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ى خَلَقَۚ

İkra' bismi rabbikellezi halak.
Oku ismiyle o rabbının ki yarattı

خَلَقَ اْلاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ
Halekal insane min 'alak.
İnsanı bir alaktan yarattı

اِقْرَاْ وَرَبُّكَ اْلاَكْرَمُۙ
İkra' ve rabbukel'ekram.
Oku, o keremine nihayet olmıyan rabbındır

ALAK Suresi 1-3 Ayetler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلرَّحْمٰنُۙ

Er rahmân,
Er rahmân

عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ
Allemel kur'ân,
Öğretti Kur'anı

خَلَقَ اْلاِنْسَانَۙ
Halekal insân
Yarattı insanı

عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
Allemehul beyân.
Belletti ona o güzel beyânı

اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍۖ
Eş şemsu vel kameru bi husbân.
Güneş ve Ay hisablı

RAHMÂN Suresi 1-5. Ayetler
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Rasûlullah âlemlere rahmettir.
Cesed-i mübârekleri toprağa tevdi edildikten sonra, rûhanî rahmeti aynı dercede dâimî olarak devam eder.
Bu rahmetin tevziinde Verâseti- Rasûlullah olan Evliyâ-ı kiram vazîfelidir.
Bunlar bir nevi transformatörlerdir.
Kalb-i Rasûlun dâimâ memnun ve mesrur olması için; arazî, semâvî, marazî âfetlerin, felâketlerin ve belâların Rasûlu ta’zib etmemesi için Evliyâ-ı kiram gece gündüz dâimi vazîfelidir.
Bundan dolayı yükleri çok ağırdır.
Bunlar içinde ''Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus'ahâ'' âyeti inmiştir (bkr)
Yâni: “Ben kuluma tahammülünün fevkinde yük vermem!” Ne maddî ne mânevî.
Âyetine umum topluluğun yükü de bindiğinden ağırlık târifin çok fevkindedir artık tasavvur edin!
Belâlar dâimâ onların üzerlerine inerler.
Belâlar, beşerin azgınlığının netîcesidir.
Uhud Harbında Rasûlullahın ordusu perîşan, mubârek dişleri kırılmış, amucası hazreti Hamza şehîd olmuş, o anda bile Kalb-i Rasûl şefkate galebe çalıyor: “Yâ RABBî bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar Sen onları affet!” demesi Rahmetin Pınarı kendileri olduğundandır..


Dr. Münir DERMAN (k.s.)

SOHBET MD-79


http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... 3&start=50
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“Peygamber Efendimiz (S.A.V)” sayfasına dön