Sahabe HAYYatındAN Tablolar

Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Sahabe HAYYatındAN Tablolar

Mesaj gönderen yolcu »

Bu başlık altında o KUTLUların yaşamlarından örnekleri paylaşalım istiyorum.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Ağniyâ-i şâkirînden, yâni şükredici zenginlerinden olan Abdurrahmân bin Avf’ın -radıyallahü anh- oruçlu olduğu bir gün, iftar sofrasına birkaç çeşit yemek konulmuştu. O bundan müteessir oldu ve gözyaşları içinde şöyle dedi:

“–Mus’ab bin Umeyr -radıyallahü anh-, Uhud savaşında şehîd edildi. O benden daha fazîletli idi. Ama kefen olarak bir hırkadan başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açık kalıyordu. Şimdi ise bize dünyâlık olarak her şey verildi. Doğrusu hayırlarımızın karşılığının dünyâda verilmiş olmasından korkuyorum. (Acaba kazandığımız ecirler âhiretten noksanlaştırılıp bu dünyâda mı veriliyor?!)”

Abdurrahman bin Avf -radıyallahü anh- bu sözlerinin ardından, mahzun bir şekilde sofrayı terk etti. (Buhârî, Cenâiz, 27)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Bir gün Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Allah yolunda çift sadaka veren kimse, cennetin muhtelif kapılarından, «Ey Allah’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır» diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından cennete davet edilirler.”

Ebû Bekir -radıyallahü anh-:

“–Anam babam sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur, lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:


“–Evet, vardır. Senin de o bahtiyârlardan olacağını ümit ederim”
buyurdu.

(Buhârî, Savm, 4, Cihâd, 37, Bed’u’l-Halk, 9, Ashâbu’n-Nebî, 5; Müslim, Zekât, 85, 86; Tirmizî, Menâkıb 16)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Ebu'd Derda

Mesaj gönderen yolcu »

Ebu’d-Derda -radıyallahü anh- diyor ki:
“Üç haslet olmasaydı dünyada kalmak istemezdim:
- Alnımı yere koyarak gece gündüz Yaratan’ıma secde etmek ve bu şekilde ebedî hayatıma hazırlanmak.
- Günün en sıcak anlarında (oruç tutarak) susuzluğa katlanmak.
- Meyvenin iyisi seçildiği gibi sözlerin iyisini seçen kimselerle oturmak.”
(Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, II, 11/1193)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Allahü zü'l Celâl razı olsun Yolcu Can kardeşimiz..
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e Sahib çıkan ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'inde Sahib çıktığı o kutlu Sahabelerimizden örnekler sunman çok güzel oldu..
Bizde inşaallah elden gönülden geldiğince katkıda bulunalım paylaşımınıza..
Muhammedi Muhabbetlerimizle.



Hz. EBÛ BEKR-İ SIDDÎK (R.a.)

Hz. Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı. Çok te’sîrinde kaldığı bir rü’yâ gördü.
Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzamaya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalar Mekke’deki her evin üzerine düşmüş, sonra da tekrar bir araya gelip göğe yükselmişti. Fakat, kendi evine düşen ay parçası evde kalmış tekrar göğe yükselmemişti. Hz. Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına mâni olmuştu.

Sabahleyin heyecanla uyanan Hz. Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü’yâsını anlattı. O da dedi ki:

- "Bu rü’yâ karışık rü’yâlardan biridir. Bunun ta’bîri yapılamaz."

Fakat bu söz O’nu tatmin etmemişti. Devamlı bu rü’yânın ta’bîrini düşünüyordu.

Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gittiği yerde, râhip Bahîra’ya rü’yâsını anlattı. Rü’yâ Bahîra’nın çok dikkatini çekti. Bunun için Hz. Ebû Bekir’e sordu:

- "Sen nerelisin?"

- "Kureyş’tenim."

- "Tamam. Şimdi rü’yânı ta’bîr edeyim. Mekke’de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O’nun hidâyet nûru her yere yayılacak. Sen, O hayatta iken O’nun vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın!.."

Hz. Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine şöyle devam etti:

- "Şimdi sen hemen memleketine dön! O’na ulaş! O’na vahiy gelmeye başladığında, git herkesten önce O’na îmân et!"

Hz. Ebû Bekir bu ta’bîri kimseye anlatmadı. Peygamber efendimiz, peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:
- "Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır. Senin delîlin nedir?"

Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- "Peygamberliğime delîl, o rü’yâdır ki, bir Yahûdî âliminden ta’bîrini istedin. O âlim, “Karışık bir rü’yâdır, i’tibâr edilmez” dedi. Sonra râhib Bahîra, doğru ta’bîr etti. Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmeğe da’vet ederim."

Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir, kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Zaten bir gece önce şöyle düşünmüştü:

“Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç aklıma yatmıyor. Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir iş değildir. Bu kadar muazzam bir kâinâtın bir yaratıcısı olması lâzımdır. Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün değildir. Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayım. Bu durumu ancak O’na arz edebilirim. Zîrâ, olgun ve akıllı, doğru görüşlü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir. Herkes O’ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir. O, ne yapmamı isterse ona göre hareket ederim.”

Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hz. Ebû Bekir’i İslâm’a da’veti düşünmüştü. Sabah olunca her ikisi de aynı düşünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, “Sözleşmeden birleştik” dediler.

Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen yakın arkadaşları hatırına geldi:

- "Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip, onların da Müslüman olmalarını arzû ediyorum. Onların da ebedî saâdete kavuşmalarını istiyorum" diyerek arkadaşlarına koştu.

Arkadaşlarım dediği, Hz. Osman, Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahmân bin Avf, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi.
Resim
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Ümmü Eymen

Mesaj gönderen yolcu »

Ümmü Eymen -radıyallahü anh- Allah’a ve Rasûlü’ne hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Oruçluydu. Yanında ne yiyecek ne binek ne de su kabı vardı. Tihâme çöllerinin şiddetli sıcağı altında yol alıyordu. Açlıktan ve susuzluktan ölmek üzereydi. İftar vakti geldiğinde başının üzerinde bir hışırtı işitti. Başını kaldırdığında beyaz bir iple asılmış bir kova gördü. Kendisi şöyle der:

“–Kovayı aldım, kanıncaya kadar içtim. Ondan sonra artık bir daha susamadım.”

Ümmü Eymen -radıyallahü anh- acaba susar mıyım diye kızgın güneşin altında oruç tutar, Kâ’be’yi tavaf ederdi, ancak yine de susuzluk hissetmezdi. Bu durum ölünceye kadar böyle devam etti. (Abdurrazzak, Musannef, IV, 309; Ebû Nuaym, Hilye, II, 67; İbn-i Hacer, İsabe, VIII, 170; İbn-i Sa‘d, VIII, 224)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Oruç

Mesaj gönderen yolcu »

Peygamber Efendimiz’in âzadlısı Ubeyd şöyle anlatır:

İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse gelerek:

“–Yâ Rasûlallah! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar)” dedi. Allâh Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kişi:

“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler” dedi. Efendimiz:

“–Çağır onları!” buyurdu. Kadınlar geldiler. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:

“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak şekilde kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“–Bunlar Allah’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tuttular, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeylerle de oruçlarını açtılar. Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye (gıybet etmeye) başladılar” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Allah nerede!?

Mesaj gönderen yolcu »

Abdullâh bin Ömer -radıyallahü anh-, arkadaşlarıyla birlikte Medîne civârında bir yere çıkmıştı. Onun için bir sofra kurdular. Bu sırada yanlarına bir koyun çobanı uğradı ve selâm verdi. İbn-i Ömer -radıyallahü anh-:

“–Gel ey çoban, sofraya buyur” dedi. Çoban:

“–Ben oruçluyum” cevâbını verdi. İbn-i Ömer -radıyallahü anh-:

“–Bu şiddetli ve boğucu sıcakta oruç mu tutuyorsun, bir de bu hâlde koyun güdüyorsun?” dedi. Daha sonra çobanı imtihan için:

“–Şu süründen bize bir koyun satsan, parasını sana ödesek, etinden de iftar edeceğin kadarını sana versek olmaz mı?” dedi. Çoban:

“–Benim sürüm yok, bu koyunlar efendimindir” cevâbını verdi. İbn-i Ömer -radıyallahü anh-:

“–«Kayboldu» dersin, efendin nereden bilecek ki?” dedi. Çoban ondan yüzünü çevirdi ve parmağını semâya kaldırıp:

“–Allah nerede?” dedi.

İbn-i Ömer -radıyallahü anh-, çobanın bu ihsân ve murâkabe hâlinden çok duygulandı. Bu düşünceler içinde çobanın sözünü kendi kendine tekrar ederek uzun süre; “Çoban dedi ki: Allâh nerede? Çoban dedi ki: Allâh nerede?” deyip durdu. Medîne’ye geldiğinde, çobanın efendisine bir elçi gönderip sürüyü ve çobanı satın aldı. Çobanı âzâd ettikten sonra sürüyü de kendisine bağışladı. (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 341)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Peygamber Efendimiz’in zevcesi Hazret-i Âişe -radıyallahü anha-, oruçlu oldukları bir gün bir yoksul gelip kendisinden yiyecek istedi. Hazret-i Âişe’nin evinde bir somundan başka bir şey yoktu. Hizmetçisine:

“–Ekmeği ona ver!” dedi. Hizmetçi:

“–Akşam iftar edeceğiniz başka bir şey yok!” dedi. Âişe -radıyallahü anha-:

“–Sen ekmeği ona ver!” dedi. Hizmetçi, hâdisenin devâmını şöyle anlatıyor:

Hazret-i Âişe’nin emri üzerine ekmeği o fakire verdim. Akşam olunca birisi bize bir parça pişmiş koyun eti gönderdi. Hazret-i Âişe -radıyallahü anha- beni çağırdı ve:

“–Buyur ye, bu, senin ekmeğinden daha lezzetlidir!” dedi.
(Muvatta’, Sadaka, 5)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

İbn-i Abbâs -radıyallahü anh-:

“Kimin hacca gidecek veya zekât farz olacak kadar malı bulunur da bu farzları ifâ etmezse, ölüm sırasında geri dönüş (rec’a) taleb eder” buyurmuş ve şu âyetleri okumuştur:

“Ey iman edenler, mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın! Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrâna uğrayanların tâ kendileridir. Herhangi birinize ölüm gelip de: «Ey Rabbim, beni yakın bir müddete kadar geciktirsen de sadaka versem ve sâlihlerden olsam» demesinden evvel size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin! Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi asla tehir etmez. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münâfıkûn, 9-11) (Tirmizî, Tefsir, 63/3316)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Katâde şöyle der:

Büyük zâtlardan Âmir bin Abdikays, ölümü yaklaşınca ağlamaya başladı. Kendisine:

“–Niçin ağlıyorsun?” diye sordular.

O da şöyle cevap verdi:

“–Ne ölüm korkusuyla ne de dünyaya duyduğum hırs sebebiyle ağlıyorum. Lâkin sıcak günlerde oruç tutmaktan ve geceleri ibadet için kalkmaktan (teheccüdden) mahrûm kalacağım diye ağlıyorum.” (Zehebî, Siyer, IV, 19)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Kıyamet

Mesaj gönderen yolcu »

Bir şahıs, Peygamber Efendimiz’e -sallallahu aleyhi vesellem- gelmiş ve:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ın - Celle Celali HU -sana öğrettiklerinden bana da öğret!” demişti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onu, kendisine Kur’an öğretmesi için ashâbından birine gönderdi. Sahâbî ona Zilzâl sûresini sonuna kadar öğretti. “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür” âyetlerine gelince, bu ifadelerden son derece müteessir olan şahıs, derin düşüncelere daldı ve:

“–Bu bana yeter” dedi. Bu durum Efendimiz’e -sallallahu aleyhi vesellem- haber verilince:

“–Onu bırakın! Zira o hakîkati idrak etti, anlayış sahibi oldu” buyurdu. (Suyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VIII, 597)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

ankakusu yazdı: Allahü zü'l Celâl razı olsun Yolcu Can kardeşimiz..
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e Sahib çıkan ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'inde Sahib çıktığı o kutlu Sahabelerimizden örnekler sunman çok güzel oldu..
Bizde inşaallah elden gönülden geldiğince katkıda bulunalım paylaşımınıza..
Muhammedi Muhabbetlerimizle.


Ashâb-ı Kirâm’dan Ebû Zerr hazretleri bir gün Peygamber Efendimize: “Bana tavsiyede bulun yâ Rasûlallah” diye ricâda bulununca Peygamber Efendimiz Hz. Ebû Zerr’e nasîhatlerde bulundu:

— Sana Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. Çünkü Allah korkusu her işin başıdır.

— Kur’ân’ı oku, Allah’ın zikrine sarıl. Çünkü zikrullah senin için yeryüzünde ışık, gökte de saklanan bir azıktır.

— Sakın çok gülme. Zîrâ çok gülmek kalbi öldürür, yüzünün nûrunu söndürür.

— Çok konuşmamaya çalış çünkü bu, şeytanın senden uzaklaşması için bir vesîle, dînini koruman hususunda bir yardımcıdır.

— Fakirleri sev, onlarla hemdem ol.

— Senden aşağıdakilere bak, senden üstünlerine bakma. Bu, Allah’ın sana verdiği nimetleri küçümsememen için en uygun yoldur.

— Acı da olsa hakkı söyle.

— Bildiğin kusurların seni, halkın eksikliklerini araştırmaktan alıkoysun. Yaptığın bir işi, başkaları yaptığında kızma. Kendi noksanlarını görmeyip, insanların ayıplarıyla meşgul olman, irtikâb etmekte olduğun bir fiili insanlar yaptığında kendilerine kızman ayıp olarak sana yeter, dedi ve eliyle göğsüne vurarak:

— Ey Ebû Zerr! Tedbir gibi akıl, günahlardan sakınmak gibi verâ, güzel ahlak gibi servet yoktur, buyurdu.


(Hayatü’s-Sahâbe 4-206/207)
Resim
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yolda giderken bir grup insana rastlamıştı. Bunlar binek hayvanlarının üzerinde oldukları hâlde durmuş (muhabbet ediyorlardı.) Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara şöyle buyurdu:

“–Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde bırakıp istirahat ettirin! Onları, yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin (sırtlarında durup muhabbet etmeyin). Nice binilen hayvan vardır ki, sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Tebâreke ve Teâlâ’yı ondan daha çok zikretmektedir.” (Ahmed, III, 439)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

İbni Abbas (radıyallahu anh) şöyle dedi:

“Ömer (radıyallahu anh) Bedir Savaşı’na katılmış yaşlı sahâbîlerle beraber beni de Danışma meclisine dâhil etti.” Sahâbîlerden biri buna içerledi ve Hazret-i Ömer’e (radıyallahu anh):

“-Bu, neden bizimle beraber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı çocuklarımız var,” dedi.

Hazret-i Ömer (radıyallahu anh):

“-Bildiğiniz bir sebepten dolayı,” diye cevap verdi. Derken bir gün beni çağırdı ve büyük sahâbîlerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün benim bilgimi ve anlayışımı onlara göstermek istiyordu. Sahâbîlere:

“-Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde…” diye başlayan Nasr sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Bir kısmı:

“-Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar etmekle emrolunmaktayız,” dedi. Kimi de hiçbir yorum yapmadı. Hazret-i Ömer (radıyallahu anh) bu defa bana hitaben:

“-Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun?” Dedi. Ben:

“-Hayır,” dedim.

“-Peki, ne diyorsun?” diye sordu. Ben de:

“-Bu sûre, Hazret-i Peygamber'e -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir. “Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince -ki, bu senin ecelinin geldiğine alâmetidir-, Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile. Çünkü o tövbeleri kabul edendir” buyuruluyor, dedim.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahu anh):

“-Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum,” dedi.”

(Buhârî, Tefsîru sûre (110), 4; Menâkıb 25. Tirmizî, Tefsîru Sure(110)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Bir şahıs, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e gelmiş ve:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!” demişti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onu, kendisine Kur’an öğretmesi için ashâbından birine gönderdi. Sahâbî ona Zilzâl sûresini sonuna kadar öğretti. “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür” âyetlerine gelince, bu ifadelerden son derece müteessir olan şahıs, derin düşüncelere daldı ve:

“–Bu bana yeter” dedi. Bu durum Efendimiz’e haber verilince:

“–Onu bırakın! Zira o hakîkati idrak etti, anlayış sahibi oldu” buyurdu.

(Suyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VIII, 597)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Bir bedevî Peygamber Efendimiz’in:

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür” (Zilzâl, 7-8) âyetlerini okuduğunu dinleyince:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, zerre ağır­lığı kadar mı?” diye sordu. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“–Evet” buyurdu. Bir anda hâli değişiveren bedevî:

“–Vay benim kusurlarım!” dedi ve bu sözlerini defalarca tekrarlayıp durdu. Sonra da işittiği âyetleri tekrar ederek kalkıp gitti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onun ardından:

“–İman bu bedevînin kalbine girdi” buyurdu.
(Suyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VIII, 595)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Ebû Rezin -radıyallahü anh- anlatıyor: Bir gün:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Allah, mahlûkatı yeniden nasıl diriltir? Bunun dünyadaki misali nedir?” diye sordum. Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“–Sen, hiç kavminin yaşadığı vâdiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil olduğu bahar mevsiminde oraya uğramadın mı?” buyurdu.

Ben, “Elbette!” deyince:

“–İşte bu, Allah’ın yeniden yaratmasına delildir. Allah ölüleri de böyle diriltecektir!” buyurdu.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Bazı fakir sahâbîler:

“-Ey Allah’ın Rasûlü! Zenginler bütün sevapları alıp götürüyorlar. Zira bizler gibi namaz kılıyor, oruç tutuyor ve ayrıca mallarının fazlasından da sadaka veriyorlar” dediler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“-Allah size sadaka verme imkânı bahşetmedi mi (sanıyorsunuz)? Her tesbih sadaka, her tekbir sadaka, her tahmid sadaka, her tehlil sadakadır. İyiliği emretmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır.” buyurdu.(Müslim, Zekât, 53; Mesâcid, 142)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Alkollu içeceklerin tedricen haram kılınması...

Mesaj gönderen yolcu »

Hz. Ömer (ra):

“Allah’ım! İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!” diye duâ ediyordu. Allah Teâlâ, dördüncü merhalede:

“Ey îmân edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, şeytanın murdar ve kötü işinden başka bir şey değildir! Bunlardan uzak durun ki felâh bulasınız! Şeytan, şarap ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık bu murdar şeylerden vaz geçtiniz, değil mi?” (Mâide 90-91) âyetlerini inzâl buyurdu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ömer’i (r.a.) çağırıp ona bu âyetleri okudu. “Artık vazgeçtiniz değil mi?” kısmına gelince Ömer (ra):

“−Vazgeçtik! Vazgeçtik yâ Rab!” diyordu. Yalnız Hz. Ömer değil, bütün müslümanlar da:

“−Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbimiz!” dediler.

Bu âyetler nazil olunca, Rasûlullah (sav) bir münâdiye:

“−Haberiniz olsun, içki haram kılınmıştır!” diyerek Medine sokaklarında seslenmesini emretti. Tulumları delinip boşaltılan ve küpleri kırılıp dökülen içkiler, Medine sokaklarında su gibi aktı!..

Daha sonra Rasûlullah (sav):

“Muhakkak ki Allah içkiye, onu sızdırana, sızdırıldığı yere, içene, içirene, taşıyana, satana, satın alana, bedelini ve kazancını yiyene lânet etmiştir!” buyurdu.(Ebû Dâvûd, Eşribe 1/3670; Tirmizi)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Canımdan Daha Çok Seviyorum!

Mesaj gönderen yolcu »

Ab­dul­lâh bin Hi­şâm’ın an­lat­tı­ğı şu ri­vâ­yet, Ra­sû­lul­lâh’a mu­hab­be­tin han­gi se­vi­ye­de ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni gös­ter­me­si ba­kı­mın­dan çok mâ­ni­dâr­dır:

“Bir defâsında Ra­sû­lul­lâh (sav) ile birlikte bulunuyorduk. Rasûl-i Ekrem, orada bulunanlardan Hz. Ömer’in elini avucunun içine almış oturuyordu. O sırada Ömer (ra):

“–Yâ Rasûlullah! Sen bana canımın dışında her şeyden daha sevgilisin!” diyerek Rasûlullah’a olan muhabbetini ifâde etti. Onun bu sözüne karşılık Rasûlullah (sav) Efendimiz:

“–Hayır, ben sana canından da sevgili olmalıyım!” buyurdu.

Hz. Ömer (ra) hemen:

“–O hâlde Sen’i canımdan da çok seviyorum yâ Rasûlullah!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav):

“–İşte şimdi oldu.” buyurdu.

(Buhârî, Eymân, 3)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Mesaj gönderen hamdolsun »

Sevgiliyi unutmak, ayrı durmak, gönül diyarını kendi haline terketmekti.
Gönül diyarını terk edemiyordu, Salebe.
O'nun nazarları altında hizmetinde kusur etmiyordu.

Ensar... Nebi (A.S.)’ın Medine’ye hicretinde, bütün müminlere kucak açan gönül erleri...
İslâm toplumunun iki temel direğinden biri...

Yurtları ise, Medine... Madde ve mana dünyasının aleme yansıyan yönü.
Dünya ve ahiretin denge taşlarının konulduğu şehirlerin anası Mekke'de doğan Allah Rasulü’nün müminlere bu dünyada son kez tebessüm ettiği kutlu şehir.

Medine... O şehir ve halkı daha ilk günden meftun olmuştu Sevgili Rasûl’e...
Kainatın en sevgilisini bağrına basmak için can atardı büyüğüyle, küçüğüyle.
İnsanları Nebi (A.S.)'a tutkun, Efendimiz (A.S.) onların gönlüne hâkimdi.
İnsanların gönül dünyâsındaki hürriyet, bu tutsaklığın ardından geldi.

Medîne'li müminler, kâinatın serveri Efendimiz'i kalplerine yerleştirirken boyunlarını bükmüş,
O’nun nazarlarının aydınlığında ağaçların meyveye durması gibi olgunlaşırlarken, Sevgili Peygamberimiz'in gönlünde de özel bir yer edinmişlerdi.
Bir gün şu sözler dökülmüştü mübârek dudaklarından:

"ALLAH biliyor ki, ben sizi seviyorum."

(İbnu Mace)


Bakış . . . !

İşte bu şehrin insanıydı,
Salebe bin Abdurrahman.
Sevgili Peygamberimiz (A.S.)'ın sevgisinde eriyor, O'nun bir dediğini iki etmiyor, asla yanından ayrılmıyordu.
Her zaman Efendimiz'in hizmetinde idi. Gönlünü sevgiyle doldurmuş, sevgisini aşka boyamıştı.

Sevgiliyi unutmak, ayrı durmak, gönül diyârını kendi hâline terketmekti.
Gönül diyârını terk edemiyordu, Salebe. O'nun nazarları altında hizmetinde kusur etmiyordu.

Derken, birgün Sa'lebe bin Abdurrahman, komşusunun evinin önünden geçerken bir an istemeden gözü evde yıkanan bir kadına takıldı. Ardından bir daha baktı. Gözlerine hâkim olamamıştı.
Kendini toparladığında ise pişmanlık bütün benliğini sarmıştı.

Cümle kapısı

Gözler, sarayların cümle kapılarına benzer.
O kapılar, sarayların da, surların ardındaki bir şehrin de ilk göze çarpan görkemli mîmârî yapılarıdır.
Bâzen insan, şâheserin daha içini görmeden o kapılara tutulur kalır. İnsanın da güzelliği gözlerden başlar.

Bakışları çok görkemli insanlar vardır; saf, duru, akpak gönüllerini yansıtan.
Gönül sarayı tertemizdir onların. Zîra o sarayın tahtına oturttukları Yüce Sevgili, kalplerini tertemiz istemiştir:

"Rasûlüm! Mümin erkeklere, gözlerini harama dikmemelerini söyle."

(Nur/30)

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar."

(Nur/31)


Medîne'li Salebe bin Abdurrahman,
kendi tertemiz gönül sarayının daha cümle kapısında, ALLAH’ın yasakladığı bakışı ile o an, kendini belki de yapayalnız hissetti.
Yüce Sevgili’nin rızâ göstermediği haram bakış,
müminin gönül sarayında sevgilisiz kaldığı, hevâ ve heveslerin hâkimiyet kurduğu yalnızlığı doğurur.

İhtimal, Salebe bu yalnızlığın neticesinde Rasûlu Ekrem (A.S.)'e vahiy gelmesinden korktu.
Belki, bu korku en çok sevdiği ALLAH ve Rasûlu’nu kaybetmek endişesinden kaynaklanıyordu.
Mahzundu. Medîne ve Mescid-i Nebî artık ona dar gelmeye başlamıştı.
Kolay değildi, Efendimiz'in bakışları arasında büyümek. Ve...

Medîne'den ayrıldı. İlâhi irâde bir hakîkati daha ispatlayacaktı.
Salebe belki Efendimiz'in nazarından uzaklaşmıştı ama O'nun tasarrufatıyla günâhını kendine dert edinmişti.
İşte bu yüzden derdini içinden söküp atamıyordu.
Sevmesine rağmen, günahkârdı.
ALLAH’a yöneldi ve Cenâb-ı HAKK, Salebe'ye tevbe kapısını açtı.
Salebe, derdinin ancak Alemlerin RABB'i tarafından çözüleceğine inanmıştı bir kere.
Yönelecekti En Yüce Sevgili'ye. Zîra O:

"ALLAH, bir adamın içinde iki kalb yaratmadı."

(Ahzab/4)

demiyor muydu? Kalbin sâhibi ALLAH, buna güç yetirirdi.

Nebî (A.S.), mescidde Salebe'yi göremeyince Sahâbe-i Kiram'a onu sordu.
Salebe terketse bile O, sevdiğini bırakmazdı. Zîra o eli ALLAH için tutanların tek sâhibi Cenâb-ı HAKK’tı:

"Muhakkak ki, sana biat edenler, ancak ALLAH'a biat etmişlerdir.
ALLAH'ın eli onların elleri üzerindedir. Kim verdiği sözü bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur."


(Feth/10)

Dünyâ ve âhiret hayâtında denge istiyordu, kâinatı yaratan...
Belki de bu dengenin kilidini gözlerde gizlemişti.
Salebe bin Abdurrahman, gönülleri ateşleyen Muhammedî nûrun; bir türlü unutamadığı o bakışların derin mânâlarıyla boynunu ALLAHu Teâlâ'ya büktü.

ALLAH'a boyun eğenler ne zaman yükselmedi ki?!...
Ve Cebrâil (A.S.) Sevgili Peygamberimiz’e durumu haber verdi:

"Ey Nebi! Ümmetinden biri Medîne dağlarında, ALLAH'ın azâbından, yine ALLAH'a sığınıyor!"


Sevgi ve muhabbet asla karşılıksız bırakılmaz.
Rasûlu Ekrem (A.S.) Hz.Ömer ve Selman-ı Fârisî'yi, Sa'lebe bin Abdurrahman'ı bulup getirmekle görevlendirdi.
Dosttu bunlar; tanıştıkları günde cankardeşi olmuşlardı.
Salebe'yi bulup derdini çözmeliydiler. Zira ellerini ALLAH için tutup gönül verdikleri O Sevgili Rasul:

"Mümin, kardeşini zor durumda bırakmaz." diyordu.

(Buharî, Müslim)

Züfâfe

Züfâfe... Medîne dağlarında koyun otlatırdı. Hz. Ömer ve arkadaşı, Züfâfe'ye Sa'lebe'yi sordular:

“Buralarda, dağlarda yaşayan bir genç biliyor musun?”

“Herhalde siz cehennemden kaçanı soruyorsunuz.”

“Cehennemden kaçtığını nereden biliyorsun?”

“Gece yarısı olunca şu taraftan ağlayarak gelir ve ‘Keşke rûhum bu iki âlemden ayrılmasaydı...’ diye feryat eder.”

Züfâfe kaç kere görmüstü Salebe'yi, Âlemlerin RABBi’ne yalvarırken...
Gece yarısına doğru Salebe aynı sözleri söyleyerek geldi.
Hz Ömer gence yaklaştı. Hz. Ömer'i görünce Salebe:

“Rasulullah’a benim ne tür bir günah işlediğim bildirildi mi?!..” diye sordu. Hz.Ömer:

“Bilmiyorum. Rasûlullah bizden seni getirmemizi istedi.” dedi.

“Senden birsey istiyorum: Bilal kâmet getirip, Rasûlullah tam namaza başladığında mescide girelim.
Zîra ben, Rasûlullah'dan çok utanıyorum.”


“Haydi gidelim.” dedi Hz.Ömer. Dostumuz

Saf olmustu Mescid-i Nebî'de müminler.
Salebe, Efendimiz (A.S.)'ın namazdaki kıraatini işitince bayılıverdi. Kendine gelince Rasûlullah (A.S.)’ın yanına getirdiler. Buyurdular:

“Benden niçin uzaklaşıyorsun?”


“Ya Rasûlullah! Senden çok utanıyorum.” dedi

“ALLAH hatâ ve günahları bağışlar..."


Ve... Sevgili Peygamberimiz (A.S.), Salebe'ye evine gitmesini söyledi.

Salebe gitti ama aradığı huzûru bir türlü bulamıyordu.
Hastalanmıştı ve günler geçtikçe günahının ağırlığı artıyor gibiydi.

Sahâbe-i Kiram'ın durumu haber vermesi üzerine, Nebi(A.S.) Salebe bin Abdurrahman'ın evini şereflendirdi.
Bu, Mevlâna Hazretleri’nin "O geliyor O!... Dostumuz, Yârimiz geliyor!..." dediği gibi bir gelişti bu.

Rasûlullah (A.S.), Salebe'nin yatağına oturdu. O'nun başını dizlerine yasladı.
Şefkat nazarlarını, Salebe'ye lutfettiler. Salebe:

"Ey ALLAH'ın Rasûlu, o baş günahlarla dolu. Sizin tertemiz teninize layık değildir!" deyince Efendimiz:

"Peki Salebe. Sen ne istiyorsun?" diye sordu.

"Ey ALLAH'ın Rasûlu! Sâdece RABB'imin beni affetmesini istiyorum." dedi.

"Salebe! Cebrâil sana RABB'imin selâmını söylüyor.

Ve O’nun,

‘Kulum dünyâ dolusu hatayla bile bana kavuşursa, ben onu dünyâ dolusu mağfiretle karşılarım.’ buyurduğunu söylüyor.”

O anda Salebe sükûnete kavuştu. Aradığı huzûru bulmuştu.
Ve o huzurla günahlarından arınmış tertemiz bir mümin olarak RABB'ine kavuştu.

Cenâze namazını, Efendimiz (A.S.) kıldırdı ve onu defnetti.
Kabirden dönerken parmaklarının ucuna basarak yürüyordu.
Sahâbe-i Kiram nedenini sorunca:

"Salabe'yi karşılayan melekler o kadar çok ki,
onların kanadına basmamak için bu şekilde yürüyorum"
buyurdu.

(Ebu Nuaym, İbnu’l Esir, İbnu Hacer)

İşte günah... İşte samîmiyetle yapılan bir tevbe...
Ve işte RAHMAN ve RAHİM olan ALLAH'ın verdiği karşılık:

"Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aşan kullarım!
ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar.
Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir"


(Zümer/53)

"Ey îman edenler! Samîmi bir tevbe ile ALLAH’a dönün.
Umulur ki RABB'iniz sizin kötülüklerinizi örter;
Peygamber’i ve îman edenleri utandırmayacaği günde, ALLAH sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar.
Çünkü onların nurları, önlerinden ve yanlarından koşar da,
‘Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Çünkü sen her şeye kadirsin.’ derler
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Allah (c.c.) razı olsun, sayın hamdolsun,

ve Allah (c.c.)

bizim tevbelerimizi de öyle tevbelerden kılsın!
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Mesaj gönderen hamdolsun »

inşAllah yolcu kardeşim aahh sen saolasın Allah razı olsun denildimi bana ben hep fena olurum iki kere düşünürüm rıza derimmm....olsun razı olsun senden de tüüm muhammedi kardeşlerimden

bunu ben bi abiden dinlemiştim o şöyle anlatmıştı

salebe efendimiz günahı işleyincee efendimiz s.a.v şöyle demiş

''ne yaptın ya Salebe''

salebe kısmı değilde

kulağmda yankılanıyor sanki Ne Yaptın Ya Salebe ne yaptın kendime kerrelerce sormuşumdur bu soruyu

ben şöyle düşündüm bu soruyu ''Ne Yaptın Ya Salebe'' bu soruyu biz ahir zaman ümmeti kendine sorsun ürpersin diye bu fotoğraf var silkilenelim kendime gelelim diye var yoksa onlarr paktırlar pirdirler tahirliğin dersini verirlerr caaaaaandırlar
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Mesaj gönderen hamdolsun »

Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz (halidiyne) değillerdi. (Enbiya Suresi, 8)6)

SALEBE: ASMAK

Kuran'da peygamberlerin ölümleri anlatılırken kullanılan kelimelerden biri de salebe (asmak) fiilidir. Salebe fiili "asmak, çarmıha germek ve idam etmek" gibi anlamlara gelmektedir. Bu fiil ayetlerde şu şekilde kullanılmaktadır:

... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar (ma salebu) ... (Nisa Suresi, 157)

... Biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak (yuslebi)... (Yusuf Suresi, 41)

... Ancak öldürmeleri asılmaları (yusallebu)... (Maide Suresi, 33)

... Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim (usallibennekum)... (Araf Suresi, 124)

... Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım (usallibennekum)... (Taha Suresi, 71)

... Ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asacağım (usallibennekum). (Şuara Suresi, 49)
Cevapla

“►Sahabeleri◄” sayfasına dön