HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen habibi »

Amin... ALLAH'IM sizden de razı olsun memnun eylesin inşALLAH...


YA MELİK...


Resim


Kimsenin kimseye fayda vermediği gün hüküm senin...
Gökler yarılırken sahibim Sensin...
Yıldızlar dağılırken sahibim Sensin...
Varlığım bana ait değil… Varım yoğum Senin...
Elimde olanlar benim değil… Sahiplendiklerim de Senin...
Yokluğa düşürme beni, an Senin..
Darlık verme kalbime, mekân Senin...


MUHAMMEDİ muHABBEtle...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen MINA »

Akıl ve Gönül Ekseninde

İslâmî telâkkiye göre akıl, imandan sonra en büyük nimet olarak kabûl edilir. Çünkü akıl ilâhî teklifin temel şartı; Allah’a kulluğun en önemli vâsıtasıdır.

Allah’ın nimetlerini tanımayı sağlar ve O’na şükretmeye vesile olur. Akıl, hevâ ve şehvetin zıddıdır. Tasavvufî telâkkide beden mülkünün pâdişahı ruhtur. Akıl onun veziri olup Hak ile bâtılı birbirinden ayırmaya yarayan bir nurdur.

Genellikle akıl, akl-ı meaş ve akl-ı meâd olmak üzere ikiye ayrılır. Akl-ı meâş, madde ve duyu âlemiyle ilgili, nefsin hevâsına mağlûb, vehm ile fehm arasında gidip gelen akıldır.

Nazari akıl da denilen akl-ı meâş Allah’ı bilmekte yetersiz, ilâhî hakikatleri, gayb âlemi ve âhiretle alâkalı konuları idrâkte âcizdir. Akl-ı meâd ise madde ve duyu âlemini aşıp ezelî ve ebedî yüce hakikate dâir hüküm veren, ilâhî hitâbı anlayan ve âhireti algılayan bir nûr, bir melekedir.

Akl-i meâd, iki gözüyle işin sonuna, kıyamete bakar; din gününü görür. Âhiret gülünü elde etmek için dünya dikenlerine katlanır. Aklın dikenlerine katlanarak beklediği âhiret gülü, solmaz ve dökülmez.

Ancak gülün kokusunu almak için gönül gözünün ve gönül duyularının açık olması lâzımdır. Nitekim dünya gülü bile güzel kokusunu dikenle arkadaşlığına ve onun kendisine verdiği acılara katlanmasına borçludur.

Akl-ı meâd sâhibi akıllı kişiler, ebedi olarak ölümsüzlüğe ermişlerdir. Çünkü onlar Bâkî olanı bulmuşlar, onunla dirilmişlerdir. Onlar takvâ ile hevâ elini bağlamış takvâ ehli kimselerdir. Allah Teâlâ, takvâ ile nefs elini bağlayanın aklının ilim ve amel ellerindeki bağı çözer ve artık akıl insanı hayır ile kumanda etmeye başlar.

Önce insana hâkim olan duygular artık onun mahkûmu olur, buyruğu altına girer. Aklı hâkim, hisleri mahkûm olan kişi, uyanık iken bazı müşâhedelere erer.

Akıl ile hevâ, ya da şehvet, birbirinin alternatifidir.

Akla hevâ egemen olunca onun adı nefis, akıl rûha tâbi olunca onun adı gönül olur. İnsan akıl yerine hevâ ve hevesi kendine vezir yapınca namazdan, niyazdan uzaklaşır, kötülüklere bulaşır. Çünkü hevâya mağlup olan akıl artık akıl değildir. Nasıl altın gibi görünen kalp maden altın değilse, böyle bir akıl da akıl değildir, vehimdir; ama akıl gibi görünür.

Bu yüzden Hz. Mevlâna:

“Ey Hak yolcusu, akıl şehvetin zıddıdır. Şehvete esir olan zavallıya akıl deme. Şehvet dilencisinde bulunana akıl değil, vehim de!” Mesnevî, IV, 2301-2303

İnsandaki nefsânî arzular; hevâ ve heves, aç gözlüdür, doymak bilmez, sürekli dünya tâlibi ve maişet muhibbidir.

Akıl ya da vehmin, akıl mı vehim mi olduğunu anlamanın yolu, insana yaptıkları telkinleri, Kur’an ve sünnet perspektifinde değerlendirmektedir.

Kitap ve sünnet mihenk taşı gibi insanın duygu ve düşüncelerinin sağlam olanlarını kalp olanından ayırır. Kur’an’a ve sünnete uygun düşen düşünceler gerçek aklın; yani akl-ı meâdın ürünüdür. Bunun aksi ise vehmin ve nefsin iğvâsıdır. Aklı öldüren ve onun “meâd” özelliğini gideren dört şey vardır..

Mevlânâ’ya göre: “Şehvet, hırs, tûl-i emel ve makam sevgisi.” Bu yüzden insanın aklını başına alması, varlık bahçesinde sürgün veren kötü dalları kesmesine, nefsânî ve şehvânî düşüncelerden kurtulmasına bağlıdır. Bu sâyede rûhânî ve rabbânî duygular gelişir ve insan, insan olur.

Göz, mücerred görmek üzere yaratılmış bir organ olduğu halde kendini görmekten âcizdir. Aynen onun gibi idrak merkezi sayılan akıl da bizzat kendini tanıyamaz. Kendini tanıyamayan akıldan yaratanını tanımak nasıl beklenebilir? Nitekim şâir sözü bu vâdide çok anlamlıdır:

Ben aklımdan isterim delâlet

Aklım bana gösterir dalâlet

Allah’ı tanıma noktasında aklın varabileceği nokta, “hayret vâdisi” denilen âcizliğini kabûlüdür. Nitekim Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in şu teşbihi bu mânâyadır: “Yaratıklarına kendisini tanımak için tanınmasının imkânsızlığından başka bir yol bırakmayan Allah’ı tesbih ederim
.”



Hayret vâdisi aynı zamanda aşk vâdisidir. Nitekim Hz. Mevlânâ der ki:

“Ey Hak yolcusu, sen aklı zekâyı sat da hayreti al! Çünkü zeki olmak, bir fikir yürütmekten ibârettir. Halbûki hayret, Hakk’ın san’atını, kudretini görüp şaşkınlığa düşmektir. Nitekim Nuh’un oğlu Ken’an da akıl yürütmüştü.

Akıl ve zekâ sana kibir ve gurur verir. Sen hayret üzre ol, gönlün düzelsin. Aklı dostun aşkında kurban et. Çünkü bütün akıllar, dostun bulunduğu taraftadır. Ruhların da akılların da çıkış yeri Hakk’tır. Bu sebeple aklı Hakk’ın aşkında kurban et!

” Mesnevî, IV, 1407-1411

Akıllı ve zeki kişiler san’atla yetinir, âşıklar ve hayret vâdisine düşenler san’atı görüp heyecanla San’atkar’a koşarlar. Akıl yararlanacağı; fayda göreceği şeyi arar, aşk ise hiçbir şeye aldırmadan vurgun olduğu San’atkâr’a koşar.

Kalbin, aklın şüphelerinden bir nurla aydınlanması sâyesinde kurtulduğunu söyleyen Gazzâlî “kudsî akıl” ifâdesiyle keşf ve müşâhedeyi anlatır. Ona göre akıl, nazar ve istidlâl yoluyla amacına ulaşmaya çalıştığı halde kalb, tasfiye sâyesinde müşâhede ve keşfe erer.

Mevlânâ, aklın gayb âlemi hakkında verdiği bilgileri körün renkler; sağırın sesler hakkında verdiği bilgilere benzetir. Aklın söz ve davranışlarda rehber olabileceğini, fakat derûnî hayat alanında “çamura batmış merkep” gibi âciz kalacağını söyler ve “Mustafâ huzurunda aklı kurban edin” diyerek aklın sınırını çizer.

Çünkü bağlamak anlamına gelen aklın faaliyet alanı son derece dar ve sınırlı; kalb âlemi ise çok geniştir. Bu yüzden tasavvuf ehli tasavvufî bilginin kaynağı olarak kalbi görmüşlerdir.

Kalb, aklın zıddı değildir. Bir yere kadar akılla kalb içiçedir. “Akletme” kalbin bir fonksiyonudur. Kur’an’da buna işaret vardır. bk. el-Hacc, 22/46

Metafizik konularda kalb aklı aşar.

Bu alanda kalbin sezişi esastır. Kalbin gayb âlemine bakan bir penceresi vardır. Buna “kalb gözü” denir. Üstü günah kiri ve cehâlet pası ile örtülü olan “kalb gözü” mücâhede ve riyâzat usûlüyle temizlenebilirse mânevî âlem ve oradaki gerçeklerin perdesi açılır.

Bu bilgilere marifet, irfan, ilhâm ve ledünnî bilgi denir.

Kalp, imanın ve küfrün merkezidir. Kalp iman nûru ile dolduğunda “gönül”; inkâra ve küfre yöneldiğinde “nefs” adını alır.

Gönül ulviyete, nefs ise süfliyete mütemâyildir. Gönül nazargâh-ı ilâhîdir, beytullahdır. Yerlere göklere sığmayan Allah Teâlâ hazretleri mümin kulunun gönlüne sığmıştır. Gönül irfan kaynağıdır. Kalp Arapça, dil Farsça, Gönül de Türkçe aynı mânâyı ifâde eden kelimelerdir.

Beş duyumuzun her biri aynı su deposuna bağlı musluklar gibi gönüle bağlıdır. Gönlün dileği ve emriyle görürler, işitirler, koklarlar ve tadarlar. Gönül isterse göz görülecek şeylere, dünyaya, dünya nimetlerine bakar ve yine gönül dilerse göz mânâya ve ilâhî sırlara bakar.

Allah dostları gönül gözüyle âlemi seyredip her an her yerde Allah’ın hikmetini; san’at ve kudretini görmek ister. Rahman ismiyle “gönül” arasında münâsebet vardır. Aynı kökten olan rahmet, kalp yufkalığı, gönül inceliğidir. Gönül kelimesi de rahmet ve yumuşaklık söz konusu olduğu alanlarda kullanılır. Bu durum gönülde Rahman tecellîsinin bulunduğunu gösterir.

Gönül aşk mahallidir, akıl düşünce. Akıl ile aşk da birbirinin zıddıdır.

Akıl ile aşk bir arada bulunmaz. Çünkü aşk aklı baştan alır. Akıl ile aşk su ile ateş gibidir. Akıl olunca aşk, aşk olunca da akıl olmaz.

Ancak bu ifâde ikisinin hiçbir zaman bir arada olmayacağı anlamına gelmez. Buradaki akıl maslahata; menfaata takılıp kalan hesâbî akıldır. Yoksa mutlak akıl değil. “Meâd” denilen akıl, gönle, kalbe yardımcıdır.

Prof. Dr. Hasan Kâmil YILMAZ
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim
Yazılarınızı okuyunca, bende aklımı şöyle bir yokladım...
Ve şu sonuca vardım: Aklım tecrübelerinden ibaret....
Çocukluk yıllarımda bir arkadaşım vardı. Hiç unutmam. Benim harçlığımla
bisküvi veya şeker alırdık. Sonra da, bir sana bir bana yapardık. Sonunda
bir tane artarsa onu da o alırdı. Bendeniz saf akıllı (henüz tecrübesiz işlenmemiş,
ham akıllı) bir köylü çocuğu...O ise daha tecrübeli, büyük şehirden bizim köye
tayinleri çıkmış görmüş geçirmiş bir ailenin çocuğu. Köyümüzden tren geçerdi.
Babası tren istasyonunda makascı idi. Ve devlet memuru idi. Tren istasyonu
rahmetli dedemin toprakları üzerinden geçirilmiş zamanında. Bu nedenle de
onların evi ve bahçesi ile, bizim ev ve bahçemizin arasında bir dikenli tel vardı.
Birçok ablaları ve abileri vardı. Benim yaşıtım ve okulda sınıf arkadaşımdı.
Ben sınıfta matematik problemlerini, çok seri bir şekilde çözerdim. O ise hiçbir şey
yapamazdı. Ablaları öğretmenleri yemeğe falan davet ederlerdi ve iyi ilişkiler içindeydiler.
Karne zamanı ben iyi ile geçtim , o ise pekiyi ile...
Öğretmenim e annem sitem edince, senin kızın zeki , ama Hatice akıllı demişti..
Şimdi ben de çok akıllıyım. Hamdolsun. Elimi ateşe uzattım yaktığını anladım..
İflas ettim ticaretin kurallarını öğrendim. İnsanlara güvendim yanıldığımı anladım.
Kısacası tecrübelerimle daha tedbirli daha akıllıyım elhamdülillah...
Akıl tecrübeden ibarettir. Eğer akıl Rabb'imizin emirlerine göre işlerse, makbul akıl(aklıselim)
yok sadece nefsin heva ve haram arzularına hizmet ediyorsa, yaramaz kokuşmuş akıldır.
HER ŞEY GİBİ....
MUHAMMEDİ SEVGİLERLE...
Resim
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
-Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?

Doktor şu cevabı verir:

- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Ben de size sorayım. Siz ne yapardınız?
Adam hemen atılmış:
- Bundan kolay ne var? Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük.
Doktor başını sallayarak cevap verir:
- Hayır, normal bir insan küvetin tıpasını çeker.


Kısaca: Bazen çözüm, bize sunulan alternatiflerin dışındadır. O yüzden hiçbir zaman sadece önümüzdeki şıklara takılıp kalmamalı, farklı düşünebilmeyi öğrenebilmeliyiz. Bir de şu atasözünü hiç aklımızdan çıkarmamalıyız: Akıl akıldan üstündür.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Aklın güzelliği dil ile, dilin güzelliği söz ile, kişinin güzelliği yüz ile, yüzün güzelliği göz ile belli olur.


Yusuf Has Hacip
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen habibi »

Resim

“-Âh teslimiyet! Kaf Dağı’nın ardında mı, karlı dağların zirvesinde misin? Yoksa bir Zümrüdüanka mısın? Söyle nesin neredesin ki seni bulmak bu kadar zor elde tutmaksa sıratta yürümek misali…”


Resim
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى
Fe kane kabe kavseyni ev edna.
Aradaki mesafe iki yay boyu oldu, hatta daha yakın;
Necm Suresi 9.Ayet


"...Resulullah Sav Efendimizin
Gözleri siyah, kaşları YAY gibiydi…"


İKİ YAY OL-AN Mübarek Kaşları arasındaki NUR’ un HAKİKATİ’ ne ŞAHİD OL-AN’ ın
O kaşları hiçbir zaman çatılmasın bizlere inşallah.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen habibi »

amin...
Şekerle elmayı mukayese ettikten sonra şeker fabrikasındaki gürültü ve haşmetle, elma ağacındaki sükûnet ve tevazuya dikkat ediniz. Kendisinde küçük bir fazilet görünür görünmez gürültüsünden geçilmeyen insanlar bu misâldeki şeker fabrikasını andırır.



Bil ki dünyada mutlak kötülük yoktur.
Kötü, bir şeye nisbetle kötüdür.
Dünyanın şeker ve zehri birine ayak, birine bağdır.
O Amr için zehir Zeyd için şekerdir.
Yılanın zehri yılan için hayat insan için ölümdür.
Deniz, deniz canlıları için bağ bahçedir, kara canlıları için ölümdür.
Sana her şeyin şeker olmasını istiyorsan ona aşıkların gözüyle bak.
Güzele kendi gözünle bakma, ona aşık olanın gözüyle bak.
Kendi gözünü yum, aşıkların gözünü ödünç al.

Hz. Mevlana
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

NEFSimiz HEP ŞeKeR BİLsin... ve ŞüKüR BİL-SÎN İnşallah...

VAR OL-asın Değerli Habibi Can...

Muhammedi Muhabbetle...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

“Yaşanmayan yalandır” (Kulihvani)

Biz ÖLÜM’ ü yaşamadık.

O hâlde;

Ya ÖLÜM Yalandır… Ya da YAŞAMAK…

Veyahutta;

YaŞÂMÂK ZAN-nettiğimiz ÖLÜM’ dür…

ÖLÜM GeRÇeK’ tir de… YaŞaMaK YaLAN’ dır…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

HuZuR; Gönül Ferahlığı

HuZuR; Üstün bir makam sahibinin mekanında olmak.(Sultanın huzuruna çıkmak gibi)

Gönlünün ferahlık bulmasını istiyorsan NeReDe bulunduğuna bir bak.

Olman gereken yerde değilsen gönlün huzursuz olacaktır.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

Âlemin yedi rengi ne?

ÂLEM' in YeDi ReNGi "N"

ÂLEM' in YEDRENK' i "N"

Yed:Kuvvet, kudret, güç. * Yardım. * Vasıta. * Mülk.

ÂLEM' in YEDRENG' i "N"

RENG: Renk, * Suret, şekil.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen MINA »

halimcan yazdı:Âlemin yedi rengi ne?

ÂLEM' in YeDi ReNGi "N"

ÂLEM' in YEDRENK' i "N"

Yed:Kuvvet, kudret, güç. * Yardım. * Vasıta. * Mülk.

ÂLEM' in YEDRENG' i "N"

RENG: Renk, * Suret, şekil.


ÂLEM' in YeDi ReNGi "N"

Burdaki ''N'' NUR mânasında mı...
B-aşka BİR ANlamıda var mı


Gözümüze lutfedilen NUR ile GörmekteyİZ diye düşününce, birde kalbe lutfedilen Firâset NURu var diye hatırıma geldi şimdi....

Firâset, Allâh Teâlâ'nın sevdiği kullarının kalblerine lutfettiği bir nûrdur. ...

**

GÖRMEK(FERASET)


"Mü'minin ferasetinden korkunuz. Zira o, Allah'ın nuruyla bakar."

Bu hadîsin mânâsının idrakine varmak suretriyle, meşâyih-i kiram şöyle buyurmuşlardır: "Mü'min-i kâmil olanların feraseti hakikî mertebesini bulan bir ferasettir. Ve onların feraseti sizin kalbinizdeki sırları bilircesine görücüdür. Sizin akışlarınızdan, kalbinizdekini okurlar. Şayet bunlarla oturup kalkacaksanız, bu oturup kalkmanızda ciddi olunuz. Ve kalbinizi kötülüklerden arındırınız. Onların huzurlarındayken edepsizlik etmeyiniz. Bu yol üzere olursanız, onların meclislerindeki feyz ve bereketten istifade edersiniz."

Şeyh hazretleri Fütûhâtı'nda şöyle buyuruyorlar: "Feraset; saîd olanı (cennetliği), şakî olandan (cehennemlikten) ayırt edebilme kabiliyetine erişmektir. İnsandan sadır olan fiillerin, Allah katında ne derece rızâya şayan olup almadığını da ayırt edebilme dakikliğidir. Bu görüş sahibi olan kimseler kalblerindeki nurun kuvvetiyle, geçmişte olanı da anlayabilirler.

Mesela; bir kimse feraset sahibi olan bir velî zâtın huzuruna gelmeden önce bir kısım yanlış fiillerde bulunmuş ise, o velî zât ilk bakışta onun günah işlediğini fark edebilir".

Bu mevzua en güzel misal şudur: Bir gün Hz. Osman'a'(ra) bir adam geldi. O adam Hz Osman'ın huzuruna çıkar çıkmaz, Hz. Osman şöyle buyurdu. "Subhânallah! Sana ne oluyor ki gözünü haramdan saklamıyorsun ve onun bunun muharremâtı olan kızlarına, hanımlarına bakıyorsun?...."Adam bu ikaz üzerine şaşırarak sordu: "Ya Osman, Resûlullahtan sonra vahiy var mıdır?" Hz. Osman cevaben; "Yoktur; ama feraset vardır. Sen Rasulullah'ın "Mü'minin ferasetinden korkunuz. Çünkü o Allah'ın nuruyla bakar" sözünü işitmedin mi?"buyurdular.

Feraset bir nûr-u ilâhîdir ki, bu nûr sayesinde sâhib-i feraset gaybı idrâk eder. Şeyhu'l-islâm hazretleri bu mevzuda şöyle buyurmaktadır: "Feraset; gaybî hükümleri görmektir. Bu görmek fiili, hiç bir delile ihtiyaç duymadan gerçekleşir. Delilden kasıt; falcıların ve yıldıznâmecilerin gök cisimlerine bakarak elde edecekleri malûmatlardır. Hatta ferasette tecrübenin bile yardımına ihtiyaç duyulmaz. Feraset, direkt müşahededir."

Velilerin kerameti de bir nevi ferasettir. Ve bu nevi haller, Allah'ın ilhamıyla gerçekleşir, ilham; lügatte; birşeyi veya bir mânâyı kalbe üflemektir. Üflemekten kasıt, kalbe yerleştirmek ve insanı beyin ve kalb olarak verilen ilhamlardan haberdar etmektir.

Diğer bir tabirle ilham; ilâhî feyizle kalbe ve ruha koymaktır. Bazen vahiy kelimesi ilham mânâsına kullanılmıştır. Çünkü bu iki mefhum arasında mânâ yakınlığı ve şekil benzerliği (fiiliyet bakımından) vardır. Zira vahiy, lügatte işaret-i hafiye denir, ilham ise bu işaretlerin kalbe nakşedilmesidir.

Allah u Teala bir çok ayet-i kerimesinde şöyle buyurmuşlardır:

"Hatırla! Hani havârilere: "Bana ve Peygamberime iman edin diye vahyetmiştim. Onlar da; "iman ettik şahid ol ki; biz Müslümanız demişlerdi." Diğer bir ayeti kerime; "Biz Musa'nın annesine şöyle vahyetmiştik; çocuğunu emzir..." Başka bir ayette de şöyle buyruluyor. "Rabbin karıncaya vahyetti."

Bu son ayetteki vahiy, ilham mânâsındadır. Yoksa Peygamberlere yapılan vahiy değildir.

İşte bu mânâya binâen; evliyaya da ilham edilebileceği hükmü çıkartılabilir. Yalnız bundan; ilhamın yalnızca velîlere has olduğu mânâsı çıkarılmamalıdır. Nitekim diğer bir ayet-i kerîmede;

"Bir meselenin halini Süleyman'a ilham ettik."
(Enbiya,79)

buyrulmaktadır.

Şeyhü'l-islâm hazretleri bu ayetteki Arapça "fehm" kelimesinin ilhama işaret ettiğini söyledi.

Mesela; Molla Cami bu mahalle münasip derki; (Allah'ın kuluna feyzinden ilham ettiği şey iki kısımdır. Birincisi, melekler vasıtasıyla olan ilhamdır. Bunun en güzel misâli Rasulullah'tır. Cebrâilin(as) getirmiş olduğu ilâhî vahyi, bir değişikliğe uğratmadan alır. İkincisi ise; Allah'ın bizzat vasıtasız olarak, bütün kullarına feyzinin o ezelî ve ebedî olan mânâsında ilham etmesidir. Bu nevi, enbiyâya mahsus değildir. Evliya ve sâlih kulların üzerinde şâmildir. "

Mevlânâ hazretleri bu mânâya muvafık olarak şöyle buyurdular.

Bu ne yıldız bilgisidir, ne remil ne de rüya.
Allah doğrusunu daha iyi bilir ya; Allah vahyidir.


İşte bu vasıtasız olan feyze işarettir. Aracı ile gelen feyze, vahy-i celî ve vahy-i metlû da denir. Vasıtasız olan feyze ise vahy-i dîl (gönül vahyi) veya vahy-i gayr-i metlû denir. Nitekim Hazret Mesnevî'sinde şöyle buyuruyorlar:

Sûfîler bunu halktan gizlemek için
Gönül vahyi demişlerdir
Sen istersen onu gönül vahyi farzet
Gönül zaten onun nazargâhıdır
Gönül ona agâh olunca nasıl hata eder?
Tutalım ki bu peygambere gelen vahiy
Allah sırlarının hazinesi değil;
bal arısının gönlüne gelen vahiyden de aşağı değil ya!
"Allah bal arısına vahyetti" âyeti gelince
onun vahiy evi tatlılarla doldu.
O yüce ve ulu Allah'ın vahiy nuruyla
âlemi mum ve balla doldurdu.


Bir gönül şüpheden arındığı müddetçe ilâhî ilhamlara mesken olur. İlâhî ilhama mesken olan bir kalb "istefti kalbek" emri mucibince elbette ki hassas bir müfti olma hususiyetine kavuşacaktır. İşte bu mertebeye, nefis terbiye edildikten sonra ulaşır.

İlhamın dışında insana vâsıl olması ihtimâl dâhilinde olan dört hâtıra vardır. Birincisi, meleğin ilham ettiği (ulaştırdığı) ilhamlar, ikincisi ise, şeytanın ulaştırdığı ilhamlardır.

Rasûlüllah efendimiz bir hâdis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır.

"Benî Âdeme hem şeytan tarafından, hem de melaike tarafından yapılan lems'ler(nüzüller) vardır. Şeytani olan nüzuller daima şerri emreder. Hak tarafından olan melekî nüzuller ise, daima iyiliği ve güzelliği teşvîk eder."


Resim
sevgiyle..
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

Resim

SeLâM olsun SEVgiliYe, SeVGiSi SîN-EMiN NUR’ u,
Şe’ enin EMiN ŞaHiD’ i, İNSAN olmanın ONUR’ u,
“NeFSÎN BİL-EN RABbin bilir”, SIRR’ ımın SIRR’ ı SuLTaNıM,
AKIL-NEFS-KÂLB-RUH BİR’ liği, BİZ’ liğin bitmez SûRuR’ u,


SÛRUR: Sevinç. Neş'eli olmak.

HÂLimce...
01.06.2011 - 19:41
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

Resim

AKIL yanmaktan korkuyor,
Yürek ise yanmamaktan.
Yüreğin yangını YÂR’ dan,
Aklın; YÂR’ i anmamaktan.

HÂLimce...
08.07.2011 - 14:28
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen Gariban »

AKIL dönmekten korkuyor,
Yürek ise sönmekten,
Yüreğin sönmesi şerr den
AKLın şerri dönmemekten

garibAN
11.07.11- 22:24
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

Rivâyete göre bir vâiz kürsüde kıyamet ahvâlini anlatmaktaydı.

Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı.

Vâiz, sohbetinin sonuna doğru Cenâb-ı Hakk’ın kabirde soracağı suallerden bahisle:

“İlmini nerede kullandın, sorulacak!

Malını mülkünü nerede harcadın, sorulacak!

İbâdetlerin ne durumda, sorulacak!

Haram-helâle dikkat ettin mi, sorulacak!..

Bunlar sorulacak; şunlar da sorulacak!..” diye uzun uzadıya birçok husus saydı.

Bu kadar teferruata rağmen meselenin özüne dikkatin çekilmemesi üzerine Şiblî Hazretleri, vâize seslendi:

“Ey vâiz efendi! Allâh Teâlâ o kadar çok suâl sormaz. O sorar ki:

Ey kulum! Ben seninleydim, sen kiminleydin!?


. . .

Ey kulum! Ben seninleydim, sen kiminleydin!?

Ben, BENimleydim

AYN-ı yere baktığımız için BİR-BİR' imizi göremedik demek ki...

BİR-BİR' imize baksaydık görürdük...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen halimkok »

O 'nda olmayan YOK
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

Re: HAYY-B- EDEN muHABBEtler...

Mesaj gönderen aksiseda »

Resim

Bir çoğumuz bizzat görüp tecrübe etmiş olmasak ta yine de “Metro” nedir biliriz. O kadar yabancı filmi boşuna mı izledik bunca zaman…
Hiç olmadı internetimiz var… Metro nedir? Diye yazdığımızda ortak tanımın "YER ALTI TRENİ" olduğunu görürüz.

Durum böyleyken, İzmirlinin dilinde “Metro” olarak yer etmiş olsa da,
yer altı ile alakası olmayan İzban’ a ilk kez binen garib gurbetçilerin kafası karışıyor haliyle...

Soruyor eşine;
“Metro ne?... Bu tren değildir?”

Garibim eşi de madem ki hanımı uzman olarak fikrine başvurmuş yetersiz bir görüntü sergilemek olmaz. Karizma çizilecek.
Haliyle bir cevap vermek zorunda hissediyor kendini;

“Adı trendir… Fakat ismen Metro diyorlar”
...
Hanımcağız kafasında olayı netleşmek için yine soruyor;
“Metro değildir yaniii?”
Cevap;
“Yani yok! Tren değildir…”

Cem Yılmaz’ ın kulakları çınlasın;
Faruk Eczanesiiii????
.....
“Faruk Kıraathanesi olabilir mi?”

* * * *

Metro demişken, Üçkuyular Metrosu’ nda şahit olduğum bir hadiseyi de aktarayım;

Sabahleyin hınca hınç dolu olan Üçkuyular Metrosu’ nda iki bayandan biri diğerine diyor ki;
- Hanımefendi... ııhh! Şu saçlarınız... Ağzıma giriyor...
Karşı tarafın yüzündeki ifadeyi anlatmaya bu satırlar yetmez de cevabı;
- Farklı söyleyebilseniz bari...

O bakışları görünce,
300 Spartalı filmini izliyor gibi oldum bir an...
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön