KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Peygamber Efendimizin (sav) mübarek sözleri ve Kudsi Hadisler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

EBU ZEKERİYYÂ MUHYİDDÎN YAHYÂ İBN-İ ŞEREF EN-NEVEVÎ

Hayatı- Eserleri.

Yedinci asrın hadis bilginlerinden ve ünlü İslâm hukukçularındandır. Şam'ın bir kasabası olan Neva'da doğmuş, 646'da Şam'a gelerek asrın mümtaz şahsiyetlerinden okumuş, hadis ve fıkıh gibi İslâmî ilimlerin bütün şûbelerinde yüksek bir salâhiyet kazanmıştır.

Keskin bir zekâya ve kuvvetli bir hâfızaya mâlikti, Küçük yaşında Kur'ân-ı Kerîm'i 4,5 ayda, Et-Tenbîh adli eseri 8,5 ay zarfında ezberlemiş ve Mühezzeb'i de ezberlemiştir.

Şâfiî fıkhının gelişmesinde büyük rolü vardır. Zamânında Şâfiî mezhebini o temsil ediyordu. Usul ve fürû'da (Kur’ân,Sünnet,Fıkıh ve Ahlâk) imamdır. Sözü, Fıkıh alimleri arasında senet kabul edilmiştir. Fakihlerin tercih derecesini kazanmıştır. Hadîs ilmine ve hadîs ricâline de tam mânâsiyle vâkıftı. Nevevî, Hâlit b. Yûsuf tarîkıyla Enes bin Mâlik'den:"Bir kimse cân ü gönülden şehâdet arzu ederse fiilen şehit olmasa bile şehitlik sevâbını kazanır" meâlindeki hadîsi tahriç ile teferrüt etmiştir. Kendisinden de Ebü'l-Feth ve İbni'l-Attâr hadîs rivâyet eder. Fıkıhda ve hadîsde nasıl bir imam ise, zühd ve takvâda da o derece ileri idi. Geceleri ibâdetle, Kur'an okumakla, eser yazmakla geçirirdi.

Dünyevi geçim bakımından hayâtı zarûret ve yokluk içinde geçti. Kimseden birşey kabul etmezdi. Pamuklu elbise giyer ve sincâbî renkte sarık sarardı. Sakalında birkaç beyaz kıl vardı. 665'de Dârü'l-hadis Reisliğine tâyin olunmuş, vefâtına kadar o vazifede kalmış ve hiçbir cihetten maaş almamıştır. Dinî tartışmalarda sekînet ve vakârını muhâfaza ederdi.

Dâima iyi ve güzel olan şeylerle emir ve fenalıktan nehyederdi. Bu vazifesini hükümdarlara, vâlîlere ve zâlimlere de ulaştırmaktan çekinmezdi. Onlara, mektup yazar, hakikati bildirir, ilahi azab ile korkuturdu.

Zehebî Tezkiretü'l-Huffâz adlı meşhur eserinde Nevevî merhumun mâ'rufu emir, münkerden nehiy hakkında hükümdarlara, vâlîlere ve ezcümle El-Muhsin Melikü'l-Ümerâ Bedreddin ve Meliki'z Zâhir'e yazdığı mektuplardan ve risâlelerden bahseder. Süyûtî merhum da Hüsnü'l-Muhâdara fî Ahbâri'z-Zâhire isimli eserinde bunlardan örnekler verir. Bâzılarını aynen naklediyor. İnsanî ve ilmî kemalâtı nefsinde toplamış olan bu zat, hayatının son günlerinde Beyt-i Mukaddes'i ziyâret ettikten sonra memleketine dönmüş, orada babasının yanında hastalanarak henüz elli yaşına varmadan 671 senesi Recep ayının 24. gecesi Allâh'ın rahmetine kavuşmuş ve doğduğu Neva'ya gömülmüştür. Kabri halen bugün de ziyâret edilmektedir.

ESERLERİ
42 yi aşan eser bırakmıştır. Başlıcaları şunlardır:
  • 1 -(Riyâzü's-sâlihîn min Kelâmi Seyyidi'l-Mürselin). Bu kıymetli eseri Sahîh-i Buhârî, Müslim, Sünen-i Tirmîzî,
    Sünen-i Ebî Dâvud, Sünen-i Nesâî ve İmâm Mâlik'in Muvatta'ı gibi ana kaynaklardan derleyip 656 bölüm üzerine tertip ve 670 senesi Ramazân-ı şerîfinin 14. pazartesi günü tamamlamıştır. Müellif, eserin önsözünde kitabın mâhiyeti hakkında yeterli derecede bilgi vermiştir. Bu eser, Mekke'de ve Mısır'da basılmıştır. Tanınmış hadis ve tefsir âlimlerinden Muhammed Alân es-Sıddîkî tarafından ( Delîlü'l-fâlihîn li turukı Riyâzi's-Sâlihîn ) adlı sekiz ciltlik mükemmel bir şerh yazmış, 1928'de Mısır'da basılmıştır.

    2 - Erbaînü'n-Nevevî: İslâm dîninin usul ve kâidelerine âit hadisleri kapsamaktadır. İslâm âlimleri bu esere lâyık olduğu önemi vermişler, birçok şerhler yazmışlardır. Nevevî'nin kırk hadîsi üzerine İbn-i Dakikı'l-İyd'in ve bizzat Nevevî'nin kendisinin de birer şerhi vardır ve her ikisi de Mısır'da basılmıştır. Metin, Şerkâvî'nin şerhiyle birlikte Mısır'da basılmıştır: Sa`dü'd-dîn Taftâzânî'nin ve Mişkâtü'l-Mesâbih şârihi Aliyyü'l-Kârî'nin, Şerkâvî'nin Arapça şerhleri meşhur ve basılmıştır. (Nûreddin İycî, Sırâcü't-Tâlibîn ve Minhâcü'lÂbidîn) adli Farsça bir şerhini yazmıştır. Rûhü'l-beyan sahibi Bursalı İsmâil Hakkı merhûmun da Türkçe basılmış bir şerhi vardır. Bu metin, Tecrîd-i Sarih tercümanlarından merhum "Ahmed Naîm Bey"
    hocamız tarafından da gayet güzel bir üslûp ile dilimize çevrilmiştir.

    3 - El-Minhâc: Hadisten Sahîh-i Müslim'in çok mühim bir şerhi olup beş cilt üzerine Mısır'da yayınlandığı gibi Buhârî şerhi Kastalânî'nin kenarında da basılmıştır.

    4 - Sahîh-i Buhârî'ye de kısmen bir şerh yazmıştır.

    5 - Et-Takrîb ve't-teysîr li ma'rifeti Süneni'l-beşîr en-nezîr: Usûl-i hadîse dâir olup İbn-i Salâh'ın Ulûmu'l-hadîs nâmındaki
    kitabından özetlediği (El-İrşad) adlı eserini telhis etmiştir. Celâleddin Süyûtî'nin Tedrîbu'r-râvî fî takrîbi'n-Nevevî adlı şerhi vardır. Bir cüzü Fransızca tercümesiyle birlikte 1902 tarihinde Pâris'te basılmıştır. Burhânettin Çelebi (851), Hâfız Zeyneddin Irâkî (806), Şemsettin Simâvî (902) gibi tanınmış âlimlerin şerhleri vardır.

    6 - Tehzîbü'l-Esmâ' ve'l-lûgât: Hadis ricâlinin isimlerini açıklayan ve alfabe sırasiyle tertiplenen bu eser, müellifin meşhur
    ve faydalı eserlerindendir. Şeyh Abdu'r-Rahman Bestâmî (El-Kavâidü's-Seniyye) unvânı ile bu kitabı telhis etmiştir. Süyûtî merhumun bir Muhtasarı vardır. Profesör Wüstenfeld tarafindan yedi cüz üzerine Londra'da basılmıştır. Tehzîbü'l-Esmâ' Mısır'da da basılmıştır.

    7 - El-İrşad: Bu eser de hadis ilmine dâirdir.

    8 - Hilyetu'l-Ebrâr ve şiârü'l-Ahyar fî Telhîsi'd-Deavâti ve'l-Ezkâr) : Ezkâr-i Nevevî adıyla bilinen bu eserde, 356 bölüm
    bulunmaktadır. 1306 da Mısır'da basılmıştır. Şeyh Muhammed Mekkî El-Fütûhâtü'r-Rabbâniyye ale'l-ezkâri'n-Neveviyye adlı bir şerh yazmıştır. Basılmıştır, Selâhaddin Süyûtî de Ezkârü'l-Ezkâr nâmı altında telhis etmiştir. Şahâbeddin Remlî'nin Muhtasarü'l-ezkâr'ı vardır.

    9 - Et-Tibyân fî âdâbı Hameleti'l-Kur'an: Müellif bu eseri Muhtârü'l-beyan nâmiyle de kısaltmıştır. Mısır'da iki defa basıl-
    mıştır. Şeyh Muhammed İbnü'l-İycî tarafından (Hadîkatü'l-beyan) adı ile Fransızcaya tercüme edilmiştir.

    10 - Mekâsidü'n-Nevevî: Tevhit, ibâdet ve tasavvufa dâir olan bu eser, 1324'de Beyrut'ta ve Mısır'da basılmıştır.

    11 - Minhâcü't-tâlibîn ve umdetü'I-müttakîn: En muteber Şafiî kitaplarından olan Minhâc, meşhur Şâfiî fakihlerinden Abdül-
    kerim Rafii'nin, Şafiî fıkhına dâir yazılan (EI-Muharrer) adli meşhur ve mûteber eserin özetidir. Nevevî, bu eseri tenkih ve zayıf kavilleri kaldırdıktan sonra birçok ilâveler de yapmıştır. Çeşitli defa Mısır'da basıldığı gibi Fransızca tercümesiyle birlikte Profe sör Fon Denberç tarafından Leiden'de basılmıştır. Şâfiî fakihleri bu esere de lâyık olduğu ehemmiyeti vermişler, birçok şerhler yazmışlardır. Keşfü'z-zünûn müellifi otuzdan fazla şerh kaydediyor. Minhâc'-ın meşhur iki şerhi vardır. Biri Remlî'nin, diğeri İbn-i Hacer Heytemî'nindir. Remlî'nin şerhi Mısır'da, Heytemî'nin şerhi doğu ve güney doğu Anadolu ve civârında meşhurdur. Şeyh Zekeriyyâ el-Ensârî, bu eseri Menheç ismindeki eseri ile hem kısaltmış ve hem de şerh etmiştir. Minhâcü't-tâlibîn. kenarında Zekeriyyâ el-Ensârî'nin Menhecü't-tullâb'ı ile birlikte Mısır'da, Mekke'de basılmıştır.

    Hatip Şirbînî'nin Minhac şerhi metin ile birlikte dört cilt üzerine ve Celâleddin Mahallî'nin Minhac şerhi de iki cilt üzerine Mısır'da basılmıştır.

    12 - Ravzatu't-tâlibîn ve umdetü'l-müttakîn: Şafiî fıkhına dâir El-Vecîz'in en büyük şerhi olan Abdülkerim Râfiî'nin Fethü'l-azîz adlı eserinden tenkih edilmiştir. Ravza, Şâfiî mezhebinde i`timada şâyân kaynak eserlerdendir. İbnü'l-Mâzi Yemenî Ravzatü't-tâlib_în ünvânı altında özetlemiştir. Şeyh Bürhâneddin tarafından da telhis edilmiş ve Şâfiî ulemâsından birçokları şerhler yazmışlardır. Celâleddin Süyûtî Ravza'yı, şiir diline çevirip Felâh adını vermiştir. Ravza'yı en iyi özetleyen Şemseddin Kalyubî (849)'dir.

    13 - Tashîhü't-tenbîh: Şâfiî fıkhına dâirdir. Şeyh Ebû Şîrâzî (476)'nin Şâfiîler arasında elde dolaşan meşhur ve mûteber beş kitabından biri olan Et-Tenbîh'in şerhidir. Tenbîh'in kenarında 1329'da Mısır'da basılmıştır. Et-Tenbîh, Lâtince tercümesi ile birlikte Leiden'de yayınlanmıştır.

    14 - El-izâhu fi'l-menâsik: Özetlenmiş bir eserdir. Delilleri kaldırarak İbnü's-Salâh Şehrezûrî'nin kitabını telhis etmiştir. Basılmıştır. Nûreddin Aliyyü's-Sühreverdî'nin bir şerhi vardır.

    15 - El-Mecmû': El-Mühezzeb'in şerhidir. Dokuz cilttir. Takıyyüddîn Sübkî'nin Tekmile'si ve Râfiî'nin Şerh-i kebîr'i ve İbn-i Hacer-i Askalânî'nin (Et-Telhîsü'l-habîr fî tahrîci ahâdîsi'r-Râfüyyi'l-kebir) ile birlikte 12 cilt üzerine Mısır'da basılmıştır.

    16 - Tabakât-ı fukahâ: Te'liflerinin hepsi de çok değerli olup Nevevî merhumun ilminin faziletine şahitlik etmektedir.
    Mevlâ makâmını cennet etsin!.

ALINTI
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

1. HADİS - NİYETSİZ AMEL

Resim

Mü'minlerin emiri Ebu Hafs Ömer b. el-Hattâb'tan (r.a) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
Resûlullah'ı (s.a.v) şöyle derken işittim: "Ameller niyetlere göre karşılık görür: Herkese niyet ettiği şey verilir.
(Hicret ederken niyeti) Allah ve Rasulü olanın hicreti, Allah ve Rasulüne’dir.
Kimin hicret ederken ki niyeti elde edeceği bir dünya malı veya evlenmek istediği bir kadınsa onun hicreti de onadır" .
[1]

Bu hadisi, Muhaddislerin en önde geleni Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. Muğire b. Ber- dizbeh el-Buhari (v. 256/869)
ve Ebul-Hüseyin Müslim b. Haccac b. Müslim el-Kuşeyri en-Nisâbûri (v. 261/874),
Hadis sahasında yazılmış kitapların en sahihi olan Sahihlerinde rivayet etmişlerdir.
Bu hadisi şerif göstermektedir ki niyet, amellerin kötülerini tasfiye etmede bir ölçüdür.
Niyetin düzgün olduğu durumda amel güzel, niyetin bozuk olduğu yerde de amel kötüdür.

Bir amel (iş) varsa ve buna niyette bitmişse, burada üç durum sözkonusudur.
  • I. durum: Bu işin Allah (c.c) korkusundan dolayı yapılması. Bu Allah'ın kullarının (sırf kulluk olsun diye) yaptıkları bir iştir.
    II. durum: Bu işin sevap kazanma ve cennete girme düşüncesi ile yapılması. Bu da ticari düşünceye sahip kimselerin yaptıkları bir iştir.
    III. durum: Bu işin Allah'tan (c.c) hayâ edilmesi ve kulluğun hakkını yerine getirmek, şükrü edâ etmek düşüncesi ile yapılması.


Bu tür kimseler (ibadet etmelerine rağmen) kendilerini kusurlu görür, buna rağmen kalbinde bir korku vardır.
Çünkü amelinin kabul edilip edilmediğini bilemez. Bu da hakiki müslümanların işidir.
Bir gece, Allah Rasûlünün (s.a.v) ayakları şişinceye kadar ibadet ettiğini gören Aişe (r.ah.) ona,

"Ey Allah'ın Rasulü! Rabbin senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı halde bütün bu sıkıntıları ne diye çekiyorsun," diye sorunca;

"- Ben şükreden bir kul olmayayım mı?"[2] buyurmuş ve üçüncü durumda izah ettiğimiz hale işaret etmiştir.

Korku ile birlikte yapılan ibadet mi, ümitle birlikte yapılan ibadet mi daha faziletlidir? diye bir soru akla gelebilir.
Buna Gazâli (v. 505/1111) şöyle cevap vermiştir:
"Ümitle birlikte yapılan ibadetler daha faziletlidir .(üstündür), çünkü ümit sevgiyi doğurur. Korku ise ümitsizliğe sebep olur."

Bu yaptığımız üçlü taksimat ve ölçü ihlaslı kimselerle alâkalıdır. Şunu (iyice) bilmek gerekir ki, ihlasa bazen kendini beğenmişlik arız olabilir.
Kimin de yaptığı amelleri hoşuna gider de (kendini beğenmesine sebebiyet verirse), amelleri boşa gider.
Aynı şekilde kendini büyük görenin de ameli boşa gider. ikinci durumda, kişi, dünya ve ahiretin her ikisini de elde etmek düşüncesiyle amel işler.
Alimlerden bir kısmı, bu niyetle amel işleyenin amelinin makbul olmadığı görüşündedir.

Bu görüşlerine de Peygamber'in (s.a.v) şu kutsi hadisi'ni[3] delil olarak almışlardır:

Allah (c.c) şöyle buyurur:

"Ben, bana ortak koşulmasına asla razı gelmem. Kim bir amel işler de, ona benden başkasını ortak ederse ben o amelden (veya kimseden) uzak olurum."[4]

Haris el-Muhasibi de (v. 243/857) kitabı er-riâye li hukûkillah'ta bu görüşü savunmuş ve şöyle demiştir:

"İhlas sadece Allah'a (c.c) itaati kastetmektir. Başka bir şeyi kastetmek ihlas olmaz."

Riya iki türlüdür.

  • 1. Kişi itaat etmekle ancak insanların teveccühünü kazanmak ister.
    2. İtaat etmekle hem insanların teveccühünü kazanmak hem de Allah'ın (c.c) rızasını kazanmak ister. Bunlardan her ikisi de ameli boşa çıkarır.


Hafız Ebu Nuaym el-İsfehani (v. 430/1044) Hilyetü'l- evliyâ isimli eserinde, daha önceki âlimlerden bir kısmının bu görüşte olduğunu belirtmiştir.
Bunlar görüşlerine Kur'ân-ı Kerim'deki

"Dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah (müşriklerin) şirk koşmakta olduklarından çok çok yücedir."[5]

âyetini delil almışlardır.

Allah Teâlâ nasıl ki, kadından çocuktan ve (herhangi bir) ortaktan münezzehse,
kendinden başkasının ortak edildiği ameli kabul etmekten de münezzehtir. Allah (c.c) kadri yüce ve büyüklükte eşsizdir.

  • 1. Buhari, bedul-vahy, 1, ıtk,6, menakıbul-ensar,45, talak, 11, iman, 23.
    2. Buhari, Tefsir-u Sûretil-Feth, 2; Nesai, kıyamül-eyl, 17; Ibn Mace, İkame, 200; Ahmed, IV, 251.
    3. Kutsi hadis: Rasulullah'm (s.a.v) Kur'an olmamak şartıyla Allah'tan (c.c) rivayet ettiği söz, fiil, veya bilgi. Bu dununda söz tamamen Rasulullah'a aittir.
    4. lbn Mâce, zühd, 21; Ahmed, II, 301, 435.
    5. Haşr (59), 23.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Semerkandi (v. 491/1097) şöyle der: Kişinin Allah (c.c) için yaptığı ameller kabul edilir,
insanlar için yapılan ameller ise reddedilir. Meselâ; birisi, öğle namazı kılıp Allah'ın (c.c) farz olan emrini
yerine getirmeyi düşünür. Ancak namazını insanların arasında kıldığı için tadili erkâna riayet ederek,
rüku ve secdelerini uzatarak kılarsa, aslı itibarı ile namazı kabul edilir. Namazı güzel ve uzatarak kılması ise,
insanlar görsün diye yaptığı için kabul edilmez.

İzzuddin b. Abdisselâm'a (v. 660/1261) insanlar beğenip takdir etsin diye namazını uzatan ve güzel kılan kimsenin
namazı hakkında ne buyurursun diye sorulmuş o da cevaben:

''Bu niyetle amel işleyen kimsenin amelinin boşa çıkmasını dilerim" demiştir.

Bu izahlar, amelin vasfında şirk olması halinde geçerlidir. Şayet şirk amelin aslında olursa,
yani farz olan namazı hem Allah (c.c) hem de insanlar için kılarsa, amelin aslında şirk olduğundan dolayı
namazı kabul edilmez. Nitekim amellerde riya, ameli terk etmekle olur. Fudayl b. İyaz şöyle der:

"İnsanlar var diye ameli terk etmekte riyadır. İnsanlar görsün diye amel etmekse şirktir.
İhlas ise Allah'ın seni her ikisinden de muhafaza buyurması ile olur. "


Fudayl'ın bu sözünün manası şudur: Kim bir ibadet yapmaya niyet eder de insanlar görmesin diye terk ederse,
o gösterişçidir, (riyakâr). Çünkü ameli insanlar sebebi ile terk etmiştir. Ancak kimsenin olmadığı bir yerde yerine
getirmek düşüncesi ile o ibadeti yapmayı tehir ederse, bu müstehaptır. Yapacak olduğu ibadet farz olan bir namaz
veya zekât ise veya kişi, halkın kendisine uyması gereken bir alimse bu durumda amelini açıkta yapması daha faziletlidir.

Nasıl ki riya emellerin boşa gitmesine sebepse sum'a da aynı şekilde amellerin boşa gitmesine sebeptir.
Sum'a, kişinin yalnızken Allah için ibadet edip sonra da yaptığı ibadeti insanlara anlâtmasıdır.
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Her kim (yaptığı) amelini başkalarına anlatırsa (işittirirse) kıyamet gününde Allah da (c.c) (onun bu halini mahşer halkına) işittirir, kim de riya olsun diye bir iş yaparsa, Allah (c.c) onun iç yüzünü ortaya çıkarır."[6]

Alimler demiştir ki: 'Amelini insanlara işittiren kişi halkın kendisini örnek alması gereken alim bir kimse ise
dinleyenlerin anlattıkları ile amel etmesini sağlamak için amelini söylemesinde bir mahzur yoktur.'


Mirzebani (r.a) şöyle der:

"Namaz kılan kişinin namazının kabul edilmesi için dört haslet gerekir.
Kalp huzuru, akıl selameti, şartların tam yerine getirilmesi, bütün organların huşû içerisinde olması.
Kalp huzuru olmadan namaz kılan ibadetinden gafil bir kimsedir. Tüm organları huşû içerisinde olmadan namaz kılan,
namazını yanlış kılan bir kimsedir. Bu şartlara uyarak namaz kılan kimse ise namazını bütün erkânına uyarak kılan kimsedir."


Efendimizin (s.a.v) "Ameller niyetlere göre karşılık görür" sözünün manası:

O bu sözü ile sevaba vesile olan amelleri kastetmiştir. Yoksa mübah[7] olan amelleri kastetmemiştir.
Haris el-Muhasibi (v. 243/857) diyor ki: "İhlasın mübah işlerle ilgisi yoktur. Çünkü mübah olan işlerde
Allah'a yakınlık kastedilmediği gibi, Allah'a yakınlığa sebep de olmazlar. Hiç bir maksat gözetmeksizin
sadece bina yapmak gayesi ile bina yapmak gibi. Ancak mescid, köprü ve ribat yapmak
gayesi ile olursa müstehap olur."


Sözlerine devamla diyor ki: Haram veya mekruh olan şeyde de ihlas olmaz. Bakılması helal olmayan bir şeye bakıp da,
kendisinin Allah'ın yarattıkları hakkında düşünmek (tefekkür) gayesi ile baktığını iddia eden bir kişinin durumu böyledir.
Mesela, sakalı bıyığı bitmemiş oğlan çocuğuna ibret nazarı ile bakmak gibi.
Bunda hiç bir ihlas olmadığı gibi Allah'a yakınlaşma da yoktur.

Sıdk ise kulun gizli ile açığı, içi ve dışı (zahir-batın) bir değerlendirmesinden anlaşılır.
Sıdk bütün makam ve hallerin gerçekleşmesinden sonra meydana gelir. Çünkü İhlasın özü,
itaat ederken Allah'ı kastetmektedir. Kişi bazan kıldığı namazla Allah'a yönelmeyi kasteder.
Fakat namazında, kalp huzuru olmaz, işte sıdk, ibadette kalbin bütünüyle Allah'a yönelmesidir.
Şu halde her sadık olan kimse ihlaslıdır. Her ihlaslı ise sadık olmayabilir.
Allah (c.c) ile manevi bağ kurmanın ve kurmamanın manası da budur.

Kişi (sadık olunca) Allah'tan (c.c) başkası ile bağlarını koparmış, Allah'la bağlantı kurmuş demektir.
Allah'tan (c.c) başkasından uzak durmanın ve Allah'ın huzurunda bulunmanın zevki ile dolup taşmak bu demektir.

  • 6. Buharı', rikak, 36, ahkam, 9; Müslim, zühd, 47, 48; Tirmizi, nikah, 11, zühd, 48; İbn Mace, zühd, 21; Ahmed, III, 40, V, 45.
    7. Yapılması halinde sevap, terk edilmesi halinde de günaha vesile olmayan işler.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Efendimiz'in (s.a.v) "Ameller..." sözünden maksadı, amellerin sahihliği, ya amellerin hatalarının düzeltilmesi,
ya amellerin kabul şartı, ya da amellerin mükemmelliği olabilir. Ebu Hanife (r.a) bu sonuncu manayı tercih etmiştir. Hadiste geçen amellerden,
terk türünden[8] olan ameller ve necasetin giderilmesi, gasbedilen şeylerin veya ödünç alınanların iadesi, hediyenin verilmesi v.b. şeyler istisna edilir.
Çünkü bunların sıhhati niyetin düzgünlüğüne bağlı değildir. Ancak bunlardan sevap almak için Allah'a yaklaşma kastedilmelidir.

Yine bir kimse hayvanını yemlerken, Allah'ın (c.c) emrine uymak düşüncesi ile bunu yapmışsa sevap kazanır. Malını korumak için yapmışsa kazanamaz.
Savaşçı atını Allah (c.c) yolunda bağlar ve sularsa, onu sularken sadece susuzluğunu gidermeyi düşünmüyorsa sevap kazanır. Nitekim buna Buhari'nin
Sahih'inde işaret edilmiştir. Aynı şekilde evde hanım kapıyı kaparken, yatacağı zaman lambasını söndürürken Allah'ın emrine uymak düşüncesi ile bunları
yaparsa sevap kazanır. Başka şeylere niyet ederek yapsa kazanamaz.

Niyet sözlükte yönelmek demektir. Araplar (bu fiili kullanırken), "Allah (c.c) seni hayra yöneltsin" derler. Şeriatta ise fiili (ameli) ile bir şeye yönelmektir.
Bir şeye yönelse ancak amel olmasa buna azm denir. Amellerde niyet, ibadetle adeti, veya ibadetin gerçeği ile gerçek olmayanını ayırdetmek için şart koşulmuştur.
Birinci durumun (ibadetle adetin ayrılmasının) misali mescitte oturan kimsenin durumudur. Orada âdet olarak istirahat etmek için,
bazan da itikaf niyeti ile ibadet etmek için oturulur, işte burada ibadetle âdeti ayıracak olan şey niyettir. Gusülde de âdeten temizlik kastedilir.
Bazan da ibadet kastedilir. İkisinin arasını ayırdedecek tek vasıta aynı şekilde niyettir.
Peygamber (s.a.v)'e gösteriş için mi; mallarını korumak için mi yoksa, kahramanlık için mi savaşan kimsenin Allah yolunda olduğu sorulunca verdiği
şu cevap buna işaret etmektedir. O şöyle buyurmuştur:

"Kim Allah'ın (c.c) isminin en yüce olması için savaşırsa odur Allah yolunda olan." [9]

İkinci durumun, yani ibadetin doğrusunu tesbit etmeye vasıta olması ise şu şekilde olur. Bir kimse dört rekât namaz kılmıştır. Bu namazın öğle namazı
olarak kılınmış olabileceği gibi, sünneti olarak kılınması da mümkün olabilir. Burada hangisi kastedildiğini niyete göre tesbit ederiz. Köleyi azat ederken de
keffaret karşılığı olarak azat edebileceği gibi nezir v.s. gibi başka sebeplerle de azad edilmesi mümkündür. Bunu da yine niyetle ayırt edebiliriz.

Efendimiz'in (s.a.v) "Herkese niyet ettiği şey verilir..." sözü, ibadetlerde birinin başkası yerine o ibadeti yapması veya bizzat niyet etmesi için
vekil bırakmasının caiz olmayacağına delildir. Ancak bundan zekât malının ayrılması veya kurbanın kesilmesi istisna edilmiştir. Bu iki amelde kişi, güç yettiği halde
boğazlama ve malın ayırımında niyetle başkasına vekâlet vermek câizdir. Hac ve borcun ifasında ise güç yetmesi halinde vekil bırakmak câiz değildir.
Ancak meselenin tek yönü olursa niyete ihtiyaç duyulmaz. İki yönü olması durumunda ise, mesela birisinin bir kimseye bin lirası rehin olmak üzere ikibin lira borcu olsa
ve rehn olanı iade gayesi ile bin lirasını verse bu geçerlidir. Borcu verirken hiçbir niyet etmezse daha sonra istediğinden birine niyet etse, bize göre niyetin amelden
sonra yapılıp da sahih olması bu durumdan başka yerde geçerli olmaz.

Efendimiz'in (s.a.v) " (Hicret ederken niyeti) Allah ve Rasulü olanın hicreti Allah ve Rasulü'nedir. Kimin hicret ederkenki niyeti elde edeceği bir dünya
malı veya evlenmek istediği bir kadınsa onun hicreti de onadır."
sözü:

Hicret, değişik şeyler için kullanılmıştır:
  • I. Müşrikler Rasulullah'a (s.a.v) eziyet ettikleri zaman sahabenin Mekke'den Habeşistan'a hicreti. Müslümanlar Mekkeli müşriklerin zulmünden
    kaçıp Necaşi'ye sığınmışlardı. Bu olay Beyhaki'nin (v. 458/1065) söylediğine göre Hz. Muhammed'e peygamberlik vazifesi verildikten beş sene sonra vuku bulmuştur.

    II. Mekke'den Medine'ye yapılan hicret Bu da bi'setten on sene sonra olmuştur. O zaman Mekke'de bulunan her müslümanın Medine'ye Rasulullah'ın (s.a.v)
    yanına hicret etmesi vacipti. Bazı âlimler, sadece Mekke'den Medine'ye hicretin vacip olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu böyle değildir.
    Zira Medine'nin hiç bir özelliği yoktur. Vacip olan Rasulullah'ın bulunduğu yere hicret etmektir.


  • 8. Allah Râsulû'nün (s.a.v) yapmaması ile terk sünneti olarak değerlendirilen işler gibi.
    9. Müslim, İmaret 150, 151; lbn Mâce, cihad 13; Ahmed, IV, 397; ,402,405.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

İbn Arabi (v. 542/1147) şöyle demiştir:

“Âlimler, bir kimsenin bir yerden başka bir yere gitmesini, kaçarak gitmek ve isteyerek gitmek diye ikiye ayırmışlardır. Kaçarak gitmek altı kısımdır:

  • Birincisi: Dârul-Harb olan bir ülkeden, Dâru’l-İslam olan bir ülkeye gitmek. Bunun hükmü kıyamete kadar geçerlidir (baki).

    Efendimiz'in (s.a.v), “(Mekke’nin) Fethinden sonra artık hicret yoktur”sözünden maksat ise, vuku bulan ve Rasülullah'ın bulunduğu yere hicrettir.

    İkincisi: Bidat işlenen yerden hicret. İbn Kasım diyor ki, İmam Malik b. Enes’i şöyle derken işittim:

    "(Müslüman) bir kimsenin selefe [14] sövülen bir yerde kalmaya (oturmaya) devam etmesi doğru değildir."

    Üçüncüsü: Haramların çokça işlendiği bir yerden hicret. Çünkü her müslümanın helal peşinde koşması gerekir.

    Dördüncüsü: Kendisine yapılan eziyetten kurtulmak için hicret. Kişi bir ülkede kendi hayatının tehlikede olduğundan korkarsa oradan başka bir yere gitmesine Allah (c.c) izin vermiştir. Bu ona Allah'ın bir ikramıdır. Oradan ayrılmakla kendini korumuş olur. Bunu ilk yapan İbrahim (a.s) dır. O kavminden korkunca: “Ben Rabbıma hicret ediyorum (sığınıyorum).” demiştir. Allah (c.c) Musa'nın (a.s) halini haber verirken: “... Korka korka ve etrafı gözetleyerek oradan çıktı” buyurmuştur.[15]

    Beşincisi:
    Hastalık bulaşma korkusu ile salgın hastalık olan bir yerden havadar ve sağlıklı yerlere çıkmak gibi. Peygamber (s.a.v)'ın Ureyne kabilesinden gelip Medine'nin havasından rahatsız olanlara otlaklara çıkmalarını emretmesi bu sebepten dolayıdır.[16]

    Altıncısı: Malına yapılacak bir saldırı korkusu ile hicret. Çünkü müslümanın malı da kanı gibi mukaddestir.


Kişinin bir yerden diğer bir yere isteyerek gitmesi ise on şekilde olabilir:

I. Dini bir istekten dolayı.

II. Dünyevi bir istekten dolayı.

Dini bir istekten dolayı yapılan seyahat de dokuz türlüdür:

1. İbret için sefer yapmak. Allah Teâlâ: "Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının ne olduğunu görmezler mi?” buyurmuştur.[17] Zülkarneyn de (a.s) dünyada onun garipliklerini görmek üzere dolaşmıştı.

2. Hac için yapılan yolculuk.

3. Cihad için yapılan yolculuk.

4. Maişet temini için yapılan yolculuk.

5. Ticaret yapmak, (fazla) kazanç sağlamak için yapılan yolculuk. Yetecek kadardan fazlasını kazanmak Allah Teâlâ’nın (c.c) ”Rabbımızdan size gelecek lütuf ve keremi aramanızda size herhangi bir günah yoktur”'[18] âyeti kerimesi sebebiyle caizdir.

6. İlim tahsili için yapılan yolculuk.

7. Manevi değeri olan yerleri ziyaret kastı ile yapılan yolculuk. Peygamber (s.a.v), ”Ancak üç mescidi (ziyaret etmek) üzere binekler hazırlanır”[19] buyurarak buna işaret etmiştir.

8. Sınır boylarında ribat yapmak üzere, geçitler açmak düşüncesi ile yapılan yolculuk.

9. Allah (c.c) rızası için eş-dost ziyareti gayesi ile yapılan yolculuk. Nebi (s.a.v) bununla alâkalı olarak şu hadiseyi anlatmıştır:

Bir kişi bir köydeki arkadaşını ziyaret etmek üzere yola çıktı. Allah Teâlâ o kişinin yoluna bir melek gönderdi. Melek adama:

Nereye gidiyorsun?diye sordu. Adam:

Falan köydeki arkadaşımı ziyaretededi. Melek devam ederek:

Yoksa sende o adama vermen gereken birşey mi var?dedi. Adam cevaben:

Hayır, fakat ben onu sadece Allah (c.c) rızası için seviyorumdedi. Bunun üzerine melek:

Ben Allah’ın sana gönderdiği bir habercisiyim. Şunu bil ki sen onu nasıl seviyorsan, Allah ta seni öylece seviyor," dedi.”[20]

  • [14] Geçmiş dönemde yaşayan alim veya kimse. İmam Malik ise bu sözü ile kendinden önce yaşamış tebei tabiin, tabii ve Sahabe'yi kasdetmişür.
    [15] Kasas: 21/23.
    [16] Buna, İslâm tarihinde Uraniyyin hadisesi denir. Uzunca bir hikâyesi vardır. Bk. Buhari, Megazi 36, Tıp, 29, Diyât, 22; Müslim, Kasame, 10; Nesai, Taharet, 19, Tahrim 7, 8; Ahmed, III, 170, 186.
    [17] Rum: 30/9; Fatır: 35/44.
    [18] Bakara (2), 198.
    [19] Buharı, mescidi Mekke, I, 6, savm 67, sayd, 26; Müslim, hac, 415, 511, 516; Ebu Davud, menasik, 94; Tirmizi, salat, 126; Se-sai, mescid, 10; Ahmed, II, 234, 238. III, 7, 34, 45, VI, 7, 398.
    [20] Müslim, birr, 38; Ahmed, II, 292, 408, 462, 568.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

III. Etraftaki kabilelerin Allah Rasülü’ne (s.a.v) dinin esaslarını öğrenip geri dönünce de geride kalan kavimlerine öğretmek gayesi ile yaptıkları hicret.

IV. Mekkelilerden, Peygamber’e (s.a.v) gelip müslüman olduktan sonra kendi kavimlerine dönen kimselerin hicreti.

V. Küfür diyarından İslâm diyarına yapılan hicret. Müslümanın küfrün hakim olduğu bir yerde ikamet etmesi caiz değildir.


Maverdi şöyle der:

“Eğer o kimsenin küfür diyarında ailesi bulunsa ve dinini yayması mümkün olsa, oradan hicret etmesi gerekmez. Çünkü içinde bulunduğu ülke ileride İslâm ülkesi olabilir.

VI. Bir müslümanın hiç bir şer’i sebep olmaksızın müslüman kardeşini terk etmesi mekruh, zaruret olmaksızın üç günden fazla ayrılması ise haramdır. Anlatıldığına göre bir adam bir arkadaşını üç günden fazla terk etmiş (onunla konuşmamış) ona şu beyitleri yazmıştır:

“Efendim! senin yanında benim için zulm olan birşey var, onunla alakalı olarak İbn Ebi Heyseme’ye sor.

Zira o, dedesinden Dahhak- İkrime vasıtasıyla rivayet ediyor ki,

Ibn Abbas, Rahmet Peygamberi olarak gönderilen efendimizin,

Gerçek dostun, dostundan üç günden fazla ayrı kalmasının, Rabbımız tarafından haram kılındığını nakletmiştir.
[21]

VII. Kocanın, karısı kendisine âsi gelmesi durumunda onu terk etmesi. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

...onları yataklarında yalnız bırakın."
[22]

Bir yerde günahlara dalmış kimsenin, konuşmayı veya selam alıp-vermeyi kesmek sureti ile terk edilmesi de hocanın hanımını terk etmesi gibidir.

VIII. Allah Teâlâ’nın nehyettiği şeylerden hicret etmek. Bu hicretin en umumi manasıdır.

Efendimiz'in (s.a.v): “Kimin hicreti Allah ve Rasülüne ise”sözünün gayesi, niyet ve fiil (maksat) itibarı ile,

O'nun (s.a.v): “O kimsenin hicreti de Allah ve Rasülünedir.” sözünden maksat ise, hüküm ve netice itibarı ile demektir.

Efendimizin (s.a.v): “...Kimin hicreti elde edeceği bir dünyalık içinse…” sözü:

Rivayet edildiğine göre, bir kişi Mekke'den Medine'ye hicretin faziletini (sevabını) istediği için değil, Ümmü Kays isimli bir kadınla evlenmek için hicret etti. Sonuçta da Ümmü Kays'ın muhaciri diye isimlendirildi.

Eğer, nikâh ta İslâm'ın istediklerinden birisidir, niçin dünyalık diye değerlendiriliyor denecek olursa şu cevabı veririz:

O zat zahirde hicret gayesi ile çıkmıştı. İçinden, izhar ettiğinin hilafına (tersine) niyet edince kınama ve levme müstahak görülmüştür. Aynı şekilde, dış görünüşte hac için, hakikatte ise ticaret için giden kimsenin veya, dış görünüşte ilim talebi için çıkıp hakikatte reislik veya idarecilik elde etmek gayesi ile çalışan kimsenin durumu da böyledir.

Efendimiz’in (s.a.v) “...onun hicreti de onadır.” hadisinin bu kısmı, zahirde hac için hakikatte ise, ticaret ve ziyaret için hacca giden kimsenin sevap kazanmamasını gerektirir. Şu halde hadisi, o kimseyi hacca gitmeye sevk eden şey sadece ticaretse sevap kazanmaz şeklinde anlamak (izah etmek) doğru olur. Eğer onun gitmesine sebeb hacsa ancak ticaret de ona tabi ise, hac için olan niyetinden verdiği taviz nisbetinde alacağı sevap eksilir. Eğer hem hac hem ticaret gayesi ile giderse, sevap kazanma ihtimali vardır. Çünkü onun hicreti sırf (din için olmadığı gibi) dünya için değildir. Bunun tersi de söz konusudur. Çünkü ahiret ameli olan hacca, dünya amelini karıştırmıştır. Bu hadis, hükmü sırf niyete bağlamıştır. İkisine de birlikte niyet eden kimseye bu yüzden sadece dünyayı kastetmiştir demek doğru olmaz.

Yine de en doğrusunu bilen Allah Teâlâ'dır.
[23]
  • [21] Ahmed, II, 392, IV, 320
    [22] Nisa (4), 34.
    [23] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 13-26.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »


2. HADİS - İslâm, İman, İhsan


عن عمر رضي الله عنه أيضا ، قال : بينما نحن جلوس عـند رسـول الله صلى الله عليه وسلم ذات يوم اذ طلع علينا رجل شديد بياض الثياب ، شديد سواد الشعر لا يرى عليه أثـر السفر ولا يعـرفه منا احـد. حتى جـلـس إلى النبي صلي الله عليه وسلم فـأسند ركبـتيه إلى ركبتـيه ووضع كفيه على فخذيه، وقـال: " يا محمد أخبرني عن الإسلام ".
فقـال رسـول الله صـلى الله عـليه وسـلـم : (لإسـلام أن تـشـهـد أن لا إلـه إلا الله وأن محـمـد رسـول الله وتـقـيـم الصلاة وتـؤتي الـزكاة وتـصوم رمضان وتـحـج البيت إن اسـتـطـعت اليه سبيلا).
قال : صدقت.
فعجبنا له ، يسأله ويصدقه ‍‍‍‍‍‍‍‍‍‍‌‌‌؟
قال : فأخبرني عن الإيمان .
قال : أن تؤمن بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الاخر وتؤمن بالقدر خيره وشره .
قال : صدقت .
قال : فأخبرني عن الإحسان .
قال : ان تعبد الله كأنك تراه ، فإن لم تكن تراه فإنه يراك .
قال : فأخبرني عن الساعة .
قال : "ما المسؤول عنها بأعلم من السائل "
قال : فأخبرني عن أماراتها .
قال : " أن تلد الأم ربتها ، وان ترى الحفاة العراة العالة رعاء الشاء يتطاولون في البنيان"
ثم انطلق ، فلبثت مليا ،ثم قال :" يا عمر أتدري من السائل ؟"
قلت : "الله ورسوله أعلم ".
قال : فإنه جبريل ، اتاكم يعلمكم دينكم "رواه مسلم [ رقم : 8 ].



Resim---Yine Ömer b. Hattab'tan (r.a) nakledildiğine göre o şöyle demiştir:

Biz bir gün Allah Rasülü'nün (s.a.v) yanında otururken birden bire bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı, üzerinde yolculuk alametleri olmayan fakat içimizden hiçbir kimsenin de tanımadığı bir kimse çıka geldi. Doğruca Rasülullah'ın (s.a.v) yanına (gelerek) oturup dizlerini onun dizlerine dayadı, ellerini de dizlerinin üzerine koyarak şöyle dedi:

Ey Muhammed (s.a.v) söyle bana İslâm nedir?Allah Rasülü (s.a.v) cevap olarak şöyle dedi:

İslam, Allah’tan başka ilahın olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın rasülü olduğuna (tereddütsüz) şahitlik etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (hakkı ile) vermen. Ramazan orucunu tutman, gücün yettiği zaman hacca gitmendir.

Doğru söyledin.dedi. Biz onun hem sorup hem de doğru söyledin diyetasdik etmesinden dolayı şaşırmıştık. Yine o (adam) devam ederek.

Söyle bana iman nedir?diye sordu. Allah Rasülü (s.a.v):

İman, Allah’a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere (tereadütsüz) inanmandır.buyurdu. Adam:

Doğru söyledin.dedi (ve sormaya devam ederek);

Söyle bana ihsan nedir? dedi. Allah Rasülü (s.a.v):

İhsan, Allah Teâlâ'ya sanki onu görürcesine ibadet etmendir. Zira sen onu göremesen de, o seni muhakkak surette görür.buyurdu. Adam,

Söyle bana kıyamet ne zaman (kopacak)?dedi, Allah Rasülü (s.a.v):

Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildirbuyurdu. Bunun üzerine adam,

Öyleyse kıyametin alâmetlerinden bahset.dedi. Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurdu:

Cariyenin efendisini, doğurması ve ayakkabısız ve baldırı çıplak koyun çobanlarının bina yapma yarışına girdiklerini görmendir.buyurdu.

Daha sonra adam oradan ayrıldı. Ben bir süre bekledim. Sonra Allah Rasülü (s.a.v)
:

Ey Ömer! Biliyor musun soru soran kim idi?buyurdu.

Allah ve Rasülü daha iyi bilirdedim. Efendimiz (s.a.v) de:

O Cebrail’di. Size dininizi öğretmek üzere geldi.buyurdu.
[24]



Hadis-i şerifte geçen, “söyle bana, iman nedir?” sözü: İman sözlükle “mutlak surette tasdik” demektir. Şeriatta ise, hususi bir tasdikten ibarettir, ki o da Allah’ı (c.c) meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, hayır ve şerri ile ahiret gününü tasdik etmek demektir.

İslâm ise, vacip olan emirleri yapmak demektir. Yani zahiri amelleri (yapmak sureti ile) boyun eğmektir. Hadiste olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c) iman ile İslâm'ı birbirinden ayırmıştır. O şöyle buyurdu:

Bedeviler, 'iman ettik’ dediler, sen onlara de ki Siz iman etmediniz, lakin 'İslam olduk' deyin
[25]

İşte münafıklar, namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât veriyorlar, aynı zamanda da kalplerinden inkârda bulunuyorlardı. Ne zaman ki mümin olduklarını iddia ettiler. Allah (c.c) onların kalplerindeki inkârı bildiği için onların bu iddialarını, yalanladı ve onlar İslâm'a boyun eğdiği için İslâm'lığı tasdik etti.

Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurur:

Münafıklar sana geldikleri zaman, ‘şahitlik ederiz ki, sen Allah’ın (c.c) peygamberisin’ derler. Allah ta bilir ki sen elbette, kendisinin peygamberisin. Allah hiç şüphesiz münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder,”
[26]

Yani, onların kalpleri karşı çıkmakla beraber senin risaletîni tasdik etmelerinin asılsız olduğuna şehadet eder. Çünkü dilleri kalplerinde olana uygun düşmez. Oysa peygamberliğe şehadetin şartı, dilin kalbe uygun olanı söylemesidir. İddialarında yalan söyleyince, Allah Teâlâ da onların yalancılığını açığa çakardı. Müslümanlığın sıhhati için iman şart olduğuna göre, Allah (c.c) müminlerden müslümanları istisna etmiş demektir.

Allah (c.c) şöyle buyurur:

Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık. Zaten bir ev halkından başka müslümanlardan kimse bulamadık”.
[27]

Bu ifade(nin...başka müslümanlardan kimse bulamadık kısmı) istisnai muttasıldır. Çünkü şart ile meşrut arasında bir bağlantı vardır. Bu sebeple Allah Teâlâ, şu âyet-i kerimede namazı, “iman” diye isimlendirmiştir:

Sen kitap nedir, iman (yani namaz) nedir bilmezdin.
[28]

Efendimiz’in (s.a.v) “hayrı ile şerri ile kadere inanmandır” sözünde geçen “kader” hem dalın fethası ile hem sükünu ile okunabilir. Ehli hak kaderin hak olduğu görüşündedir. Bunun manası Allah Teâlâ önceden her şey için bir kader tayin etti ve bunun daha sonra vaktini sadece kendisinin bildiği bir zamanda aynen meydana geleceğini bildirdi. Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın takdiri değişik yerlerde mutlaka vuku bulacaktır.

Şunu bilki takdir dört türlüdür:

  • 1- İlimde takdir: Bunun için denilmiştir ki inayeti ilahî, akrabanın yardımından öncedir, mutluluk doğumdan öncedir. Sonradan olanlar öncekilere dayalıdır.


Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurur:
“Bununla birlikte aldatılanlar ondan geri çevirilirler.”
[29]Yani, yaratılmadan önce kaderlerinden çevrilirler. Kur'an ve imandan nasib almayanlar, dünyada da Kur'an'ı dinlemekten ve ona inanmaktan alıkonur. Allah Rasülü (s.a.v) bunu,”Allah Teâlâ ancak (takdirinde) helak olanları helâk eder.”[30] buyurmak sureti ile ifade etmiştir. Helak olanlar demek, Allah’ın ilminde helak olacaklara dahil edilen kimseler demektir.
  • 2- Levhi mahfuzda takdir: Bu Allah Teâlâ’nın değiştirmesi mümkün olan takdirdir. Allah (c.c) şöyle buyurur:


”Allah istediğini siler (iptal eder), dilediğini de sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.”
[31]


Abdullah b. Ömer'in (r.a) dua ederken şu sözleri söylediği nakledilir:

”Allah'ım, eğer beni yolunu şaşıranlardan yazdıysan boz ve doğru yolda olanların içine dahil eyle.”

  • 3- Rahimde takdir: Bu merhalede melek o kişinin rızkını, ecelini iyi kimselerden mi yoksa kötülerden mi olacağını yazar.

  • 4- Takdirin vakti geldikçe takdir edildiği gibi tahakkuku: Allah Teâlâ hayır ve şerri yaratmış, belirli vakitlerde de kulun başına gelmesini takdir etmiştir.



Allah Teâlâ'nin hayır ve şerri yarattığının delili:

Günahkâr kimseler, şüphesiz bir sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler, o gün yüzüstü cehennem ateşine sürüklendiklerinde, 'cehennemin temasını tadın!' denir. Biz her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık
[32]

Bu âyet, Kaderiyye hakkında inmiştir. Bu 'cehennemin temasını tadın' sözü onlara cehennemde söylenir. Yine Allah (c.c) şöyle buyurur.

De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden sabahın Rabbına siğınırım.
[33]

Bu kısımda kula bir lütuf ve ihsan olursa, (bu şer) ona ulaşmadan önce engellenir.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

Sadaka ve sılai rahim kötü ölümü (akıbeti) geri çevirip onun yerine saadeti getir”.
[34]

Dua ve belâ yer ile gök arasında mücadeleye girişirler. Neticede duâ belâyı yere inmeden önce savuşturur.

Kaderi inkâr edenler (Kaderiyye mezhebine inananlar), Allah Teâlâ’nın eşyayı daha önceden yaratmadığını, eşya hakkındaki bilgisinin de daha önce geçmediğini, eşyanın ansızın meydana geldiğini, Allah'ın onu bu oluştan sonra bildiğini iddia etmişler ve Allah'a yalan isnad etmişlerdir. Allah (c.c) onların bu yalan sözlerinden münezzehtir ve o çok çok yücedir. Fakat bu görüş taraftar bulamayarak son bulmuştur. Kaderiyye'den olanlar son zamanlarına doğru hayrın Allah'tan, şerrin ise başkasından geldiğini iddia ederlerdi. Allah onların bu görüşünden de münezzehtir.

Efendimiz'in (s.a.v) şöyle buyurduğu sahih bir şekilde nakledilmiştir;

Kaderiyye bu ümmetin Mecûsileridir.
[35]

Peygamber (s.a.v) mecûsilerin görüşleri ile onların görüşleri aralarındaki benzerlik dolayısıyla onlar için mecûsi ifadesini kullanmıştır.

Dualistler (seneviyye) ise hayrın nurun, şerrin de zulmetin fiili olduğunu iddia etmişler ve seneviyye (ikilemeci) olarak adlandırılmışlardır. Kaderiyye de aynı şekilde hayrı Allah'a şerri başkasına izafe ederler. Oysa Allah (c.c), hayrı da şerri de yaratmıştır.

İmamü’l-Haremeyn el-Cüveyni, İrşad isimli kitabında der ki: Kaderiyye’nin bir kısmı, “biz kaderiyye değiliz, aksine kaderle ilgili haberlere inandığınız için siz kaderiyyesiniz”der. Bu cahil kimselere kaderi kendilerine nisbet ettiler denmek suretiyle cevap verilmiştir. Kim şerri kendinden bilir ve onu nefsine izafe ederse, şerri kendine yakıştıramayıp da başkalarına nisbet edenlerden daha güzeldir.

Hadis-i şerifte geçen “söyle bana, ihsan nedir?” sorusu ve efendimizin, “İhsan sanki Allah'ı görüyormuşçasına ona ibadet etmendir” sözü:

Bu müşahede makamıdır. Çünkü kim namazda mülkün sahibini (Allah'ı) müşahedeye güç yetirirse, daha başka bir şeye iltifat etmekten ve kalbini başka şeylerle meşgul etmekten haya eder. İhsan makamı sıddıkların makamıdır. Birinci hadiste buna işaret etmiştik.

Efendimiz'in “O seni görüyor ya” sözü: Eğer namazdan gafilsen gaflet içerinde iken ve namazda nefsinin meşgul olduğu şeyleri, demektir.

Hadis-i şerifte geçen, “söyle bana, kıyamet ne zaman kopacak?” sorusu ve Allah Rasülü'nün “Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir” sözü:

Bu cevap gösteriyor ki, Peygamber (s.a.v) kıyametin ne zaman kopacağını bilmiyordu. Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek, sadece Allah'ın ilmi dahilinde olan işlerdendir.

Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurur:

Kıyametin ne zaman olduğunu bilen ancak Allah’tır.
[36]

O (kıyamet) göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir.
[37]

De ki: Onun (kıyametin) bilgisi Allah'ın katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.
[38]

Bazıları dünyanın ömrünün yetmişbin sene olduğunu ve geride altmış üç bin sene daha kaldığını iddia ederler ki bu görüş yanlıştır. Tuhi, Esbâbu't-Tenzîl'inde bazı falcı ve matematikçilerin bu görüşte olduğunu söyler. Dünyanın ömrünün yedi bin sene olduğunu söylemek de, gelecek hakkında hüküm vermektir ki, bunlara inanılması caiz değildir.

Hadis-i şerifte geçen, “öyleyse kıyametin alâmetlerinden bahset” sözü ve Peygamberimizin (s.a.v), ”Cariyenin efendisini doğurması” ifadesinde emare kelimesini emâr şeklinde okuyanlar da vardır, “efendisi” sözü “hanım efendisi” şeklinde de rivayet edilmiştir. Bunun izahı ekseri ulemaya göre; bu cariyelerin ve çocuklarının (kıyamet gününe yakın) çokluğunu haber vermektir. Cariyenin efendisinden olacak çocuğu, kendisinin efendisi demektir. Çünkü kişinin malı, çocuklarına miras kalır, şeklindedir. Biraz zayıf olmak üzere, şu şekilde bir izah da yapılmıştır:

Cariyeler, devlet reisleri doğuracak; dolayısıyla, doğurduğu devlet başkanının tebeasından olur. Başka bir izahta da. bir kimsenin cariyesinden bir çocuğu olur, sonra cariyeyi satar. Çocuk neticede büyür ve annesini satın alır ve onun efendisi olur, denilmiştir. İşte bu kıyamet alâmetlerindendir.

Efendimiz'in (s.a.v) “ayakkabısız ve baldırı çıplak koyun çobanlarının bina yapma yarışına girdiklerini görmendir”sözü: Burada geçen “baldırı çıplak” diye tercüme ettiğimiz kelime “el-aletü” dür ve fakirler, demektir. “Âil” fakir, “ilye” de fakirlik demektir. Bir kimse, fakirleşti demek için, “Âle’r-Raculu” derlermiş. Hadiste geçen “Riâu” kelimesi “Ruatu” şeklinde de kullanılabilir. Sözün manası; çöl ve benzeri yerlerde yaşayan muhtaç ve yoksul kimseler, binalarda yaşamaya başlayacaklar, dünya onların emrine verilecek. Neticede bina yapma yarışına girecekler.

Hadiste geçen, “Ben bir süre bekledim” sözü, başka bir rivayette gaib kastedilerek “bir süre bekledi” şeklinde rivayet edilmiştir ki her ikisi de sahihtir. “Meliyyen” Uzun süre demektir. Ebu Davud ve Tirmizî’nin rivayetlerinde “üç gün sonra” ifadesi vardır. Begavi (v. 516/1122), Şerhu't-Tenbih isimli eserinde “üçgün veya daha sonra” ifadesine yer vermiştir. Bundan anlaşılan üç gece sonra demektir. Bu izahtan anlaşılan ile Ebu Hureyre’nin (r.a) naklettiği hadisteki: “…sonra adam geriye dönüp gitti. Rasulullah (s.a.v):

Onu bana getirindedi, orada bulunanlar aramalarına rağmen adamı bulamadılar. Sonra Rasülullah (s.a.v):

İşte o Cebrail’di”, buyurdu.” ifadeleri birbirine ters görünmektedir ve şu şekilde bunu telif (arasını bulmak) mümkündür:

Hz. Ömer (r.a) Peygamberimiz (s.a.v) bu sözleri söylerken oradan ayrılmış gitmişti, orada değildi. Efendimiz oradakilere olayı bildirdi. Üç gün sonra da olanları Ömer'e (r.a) bildirdiler.

Efendimiz'in (s.a.v), ”O Cebraildi. Size dininizi öğretmek üzere geldi” ifadesi: Burada İman İslam ve İhsan’ın hepsine ”din” denilebileceğine delil vardır. Hadiste, kadere imanın vacip olduğuna, işlere körü körüne dalıp gitmenin terk edilmesi gerektiğine, kazaya razı olmak gerektiğine delil vardır.

Bir kimse Ahmed b. Hanbel'in (v. 241/855) yanına gelerek;

Bana va’zu nasihatte bulun”, dedi. O da,

Allah Teâlâ (c.c) rızkı kendisi üzerine aldığı halde, senin rızka olan bu düşkünlüğün neden? Geleceğin Allah'ın (c.c) teminatı altında iken, cimriliğin neden? Cehennem önümüzde beklerken günah işlemek niye? Münker ve Nekir'in suali hak iken, kadınlarla düşüp kalkma neden? Dünya fani iken, arzular peşine düşmek neden? Hesap vermek varken, durmadan mal-mülk toplama gayreti niye? Her şey Allah'ın kaza ve kaderi ile olurken, bu korku ve endişe neden?” dedi (ve onun arzusunu yerine getirdi).

(Fâide): Makamât sahibi, dünyanın yirmi beş parçaya ayrıldığını, beşinin kaza ve kaderle, beşinin çalışma ile, beşinin âdetle, beşinin cevherle, beşinin de verasetle olduğunu belirtir. Kaza ve kaderle meydana gelen beş şey rızık, çocuk, aile, güç, kuvvet ve ömürdür. Çalışmakla elde edilen beş şey, cennet, cehennem, iffet, feraset ve yazıdır. Âdetle olan beş şey, yeme, içme, yürüme, evlenme ve abdest bozmadır. Cevherle olan beş şey, zühd, zekilik, cömertlik, güzellik, heybettir. Verasetle elde edilen beş şey ise, hayır işleme, sılai rahim, cömertlik, doğruluk ve güvenilirliktir. Bunların hiç birisi, Peygamber'in (s.a.v), “Her şey kaza ve kader üzeredir” sözüne ters değildir. Bu bazı şeylerin bir sebebe dayalı olarak meydana geldiğini bazı şeylerin ise sebepsiz ama herbirisinin kaza ve kader ölçüleri içerisinde olduğunu ifade eder.
[39]

[24] Buharı, İman 37; Müslim, İman 1; İbn Mâce. Mukaddime 6.
[25] Hucurat: 49/14.
[26] Munafikûn: 63/I.
[27] Zâriyat: 51/35, 36.
[28] Şûra: 42/52.
[29] Zâriyat: 51/9.
[30] Müslim, İman 208; Darimi, Rikak 70; Ahmed, I, 279.
[31] Ra'd: 13/39.
[32] Kamer: 54/47-49.
[33] Felak: 113/1-2.
[34] Tirmizi, Zekât, 28; Feyzul-Kadir, II, 362 (nr. 2047).
[35] Ebu Davud, Sünne, 16; Ahmed, II, 86, V, 407; İbn Mâce, Mukaddime, 10.
[36] Lokman: 31/34.
[37] A'raf: 7/187.
[38] Ahzab: 33/63.
[39] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 27-37.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »


3. İslâm'ın Şartları

Resim

Resim---Ebû Abdirrahman Abdillah b. Ömer b. Hattab (r.a) şöyle demiştir:

Rasülullah'ı (s.a.v) şöyle derken işittim:

“İslâm beş (şey) üzerine bina edilmiştir, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in, onun peygamberi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Kabe'yi haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.”


Efendimiz'in (s.a.v) “İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir” sözünden; bu beş şeyi yapanın, müslümanlığının tam olduğu anlaşılır. Nasıl ki bir ev gerekli şeyler ifa edilince tamamlanırsa İslâm da beş şey ifa edilince tamamlanır. Bu bina manevi bir binadır. Ancak hissi binaya benzetilmiştir. Aralarındaki benzetme yönü de, hissi binanın bazı temelleri yıkılınca tam olmayacağı gibi, manevi binanın da böyle olacağıdır. Bunun için Peygamber (s.a.v): “Namaz dinin direğidir. Onu terk eden dinini yıkmış demektir.” buyurmuştur. Diğer esaslar da aynen böyledir. Manevi bina ile alâkalı olarak şu şiir söylenmiştir:

İşlerin binası (idaresi) salih oldukları sürece ehli dinindir.

Onlar salih olmazlarsa işler kötü kimselere kalır.

İnsanlar başıboş ve yöneticisiz olmaz,

Cahil kimseler yönetici olunca ise yöneticileri var sayılmaz.

Ev direksiz yapılmaz, önceden ağaçları dikilmeden de direk bulunmaz (olmaz).


Allah Teâlâ da müminlerle münafıklar için darbı mesel olarak şu âyeti kerimeyi indirmiş ve şöyle buyurmuştur:

Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır; yoksa, yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
[40]

Allah (c.c) müminlerin binasını sapasağlam duran bir dağ üzerine yapılmış bir binaya benzetiyor, kâfirlerin binasını ise, yerinde duramayan ve uçurumun kenarına yapılan binaya benzetiyor. Neticede deniz uçurumla birlikte binayı göçürüp sulara gömdüğü gibi kafir de cehenneme düşer ve helak olur.

Efendimiz (s.a.v), “İslâm beş şey üzerine bina olundu”sözünde üzerine diye terceme ettiğimiz “Alâ” “Bi” manasınadır ve "beş şey ile..." demektir. Yoksa bina o beş şeyin üzerinde değildir. Şayet bunun zahirî manasını alacak olursak bu beş şey İslâm’ın dışında kalmış olur ki bu yanlıştır. Buradaki “Alâ” harfi cerrini “Min” manasına da alabiliriz. Bu durum şu âyeti kerimede geçen; “Ancak eşleri ve ellerinin sahip oldukları...”nın yerine kullanılması gibi olur.

Hadiste geçen beş şey binanın temel taşlardır. Diğer farzlar ve sünnetler (vacip ve müstehaplar) ise, tamamlayıcı kabilinden olan şeylerdir ki onlar da binanın süsleridir. Hadis-i şerifte Efendimiz'in (s.a.v) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

İman yetmiş kusur şubedir. En yücesi Lailahe illallahdemek, en alt derecesi ise, sıkıntı veren şeyleri yoldan kaldırmaktır.

Efendimizin (s.a.v) ”Kabe'yi haccetmek, Ramazan orucunu tutmak” sözü: Bu rivayette önce hac sonra oruç zikredilmiştir. Bu söylerken gözetilen bir tertiptir.Yoksa hüküm açsından öncelik yoktur. Nitekim Ramazan orucu, hacdan önce farz kılınmıştı. Başka bir rivayette de önce oruç, sonra hac zikredilmiştir.
[41]

[40] Tevbe: 9/109.
[41] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 39-41.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »


4. Yaratılış, Ölüm Ve Rızık


Resim


Resim---Ebu Abdirrahman Abdullah b. Mes'ûd (r.a) şöyle demiştir: Doğru ve doğruluğu tasdik edilmiş Allah Rasülü (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Şüphesiz sizden birinizin anne karnında yaratılması, kırk gün nutfe (kan pıhtısı) sonra o kadar bir sürede alaka (bir parça et) halini, sonra o kadar bir sürede mudga (organların belirginleşir) halini alır. Sonra Melek gönderilir ve kendisine ruh üfürülür. Meleğe dört şey (kelime) emredilmiştir. O kişinin rızkını, ecelini, amelini, şaki mi saîd mi (iyi mi kötü mü) olacağını yazması. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a (c.c) yemin olsun ki biriniz, (ömrü boyunca) cennetliklerin yaptıklarını yapar hatta kendisi ile cennet arasında bir arşın
[42] kadar bir mesafe kalır. Fakat kitap (takdir) onu geçer ve cehennemliklerin yaptığı bir işi yapar ve cehenneme girer. ve yine biriniz (ömrü boyunca) cehennemliklerin yaptıklarını yapar, hatta kendisi ile cehennem arasında bir arşın kadar bir mesafe kalır. Fakat kitap onu geçer ve cennetliklerin yaptığı bir işi yapar ve cennete girer." [43]

Hadiste geçen "doğru ve doğruluğu tasdik edilmiş.." sözü:

Allah (c.c) Peygamberimizin (s.a.v) doğru ve kendisinin doğrulanmış, tasdik edilmiş olduğuna şahitlik etmiştir.

Efendimiz'in (s.a.v) "Yaratılışı, anne karnında kırk günde toplanır..." sözünden, kadının suyu ile erkeğin suyu toplanıp bu ikisinden çocuk yaratıldığı anlaşılır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de "İnsan dökülüp atılan bir sudan yaratıldı."
[44]buyurulur.

Bu ifadeden şu da anlaşılabilir: (İnsan) bedenin tamamından toplanmak sureti ile yaratılır. Denilir ki, nutfe, ilk önce kadının bedenine girer ve kırk gün orada bekler, buna aşı dönemi denir. Daha sonra kadına "çocuk toprağı" bırakılır ve bu alaka (bir parça et), olur. İkinci devre süresince gelişmeye devam eder ve bir et parçası halini alır. Buna mudğa denmiştir. Çünkü ağızda çiğnenecek bir lokma kadar olmuştur. Üçüncü devrede Allah (c.c) bu et parçasına şekil verir. İşitme, görme, koklama, tat duyularını ona yerleştirir, içindeki boşlukta barsaklarını şekillendirir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur."
[45]

Sonra kırk günlük üçüncü devre de tamamlanınca doğacak olan çocuk dört aylık olmuştur ve ona ruh üflenir. Allah (c.c) şöyle buyurur:

"Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirileceğiniz hususunda şüpheniz varsa, şunu bilin ki biz sizi topraktan (yani babanız Adem'den (a.s.), sonra’nutfe’den (onun zürriyetinden aslı az miktarda bir su olan meniden) sonra ‘alaka’ dan (donuklaşmış koyulaşmış kandan, nutfenin katı kan haline gelmesinden), sonra hilkati belli belirsiz bir lokma et parçasından yarattık".
[46]

İbn Abbas "Muhallekat" kelimesini, tam yani organları belirginleşmiş; "Ğayru’l-muhallekat" kelimesini de, eksik yani yaratılışı henüz tamamlanmamış olarak izah eder. Mücahid ise "sureti belirginlikle belirsizlik arası bir düşük" şeklinde izah eder.

İbn Mes'ûd (r.a) şöyle demiştir:

"Nutfe rahime yerleşince bir melek onu avucuna alır ve şöyle der: "Ey Rabbim! Bu yaratılsın mı yaratılmasın mı?" Eğer, "yaratılmasın" cevabını alırsa onu tekrar rahme bırakır ve nutfe insan olmaz. Eğer "yaratılsın" denirse, bu defa melek "kadın mı olsun erkek mi, dürüst bir kimse mi olsun, kötü mü, rızkı nasıl olsun, eceli ne kadar, nerede ölecek" diye sorular sorar. Ona, "sen Ümmü’l-kitaba (onun kaderinin yazıldığı yere) git, orada bunların hepsinin cevabını bulacaksın" denir ve melek oraya girer ve hepsini orada bulur. En son özelliğine kadar orada ne buldu ise aynen onları nutfeye nakleder." Bunun için "mutluluk doğmadan öncedendir" denilmiştir.

Efendimiz'in "Kitap (takdir) onu geçer" sözü ise Allah'ın (c.c) ilminde geçen veya levhi mahfûz’da geçen ya da anne karnında geçen demektir. Daha önce de geçtiği gibi kader (dönem) dörttür.

Efendimiz'in (s.a.v) "hatta onunla arasında bir zira'dan daha az bir mesafe kalır" sözü, bir benzetme ve yaklaştırma ifade eder. Ömrünün sonuna doğru az bir süre demektir. Yoksa bundan maksat gerçekte bir zira ve bunun kadar bir zaman demek değildir.

Kâfir "Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasulullah" dese ve sonra da ölse cennete girer. Müslüman da son nefesinde (isteyerek) küfrü gerektiren bir söz söylese, cehenneme girer.

Bu hadis-i şerifte, kişi her türlü iyiliği işlese veya bütün fıskı (küfrü) gerektirecek şeyleri yapsa bile onun cennetlik veya cehennemlik olduğunun kesin olarak söylenemeyeceğine, yine kişinin ameline güvenmemesi ve onunla övünmemesi gerektiğine delil vardır. Zira son nefesinin ne olacağını bilemez. Şu halde herkesin Allah Teâlâ'dan (c.c) hüsnü hatime {iyi bir son) isteyip kötü son ve şerli akibetten Allah'a sığınması gerekir.

Şöyle bir soru akla gelebilir:

Allah Teâlâ: "İman edip güzel amel işleyenler bilsinler biz, güzel işler yapanların eserini zayi etmeyiz."
[47] buyuruyor. Âyetin zahirinden samimi kimsenin işlediği güzel amel, Allah'ın va'di ile kabul edilir ve kötü sondan (sûi hatimeden) da kurtulmuş olur, denilirse biz buna iki şekilde cevap veririz:
  • 1. Bu âyeti kerime imanın ve güzel amellerin kabul edilmesi ve kişinin hüsnü hatime ile vefat etmesi durumuna bağlıdır.

    2. Kim Allah'a (c.c) inanır ve samimi bir şekilde amel ederse son nefesinde mutlaka hayr üzere olur. Kötü son ise, kötü ameller işleyen veya ameline riya veya gösteriş gibi şeyler karıştıran kimseler içindir. Bu manaya hadis-i şerifte işaret etmektedir:


Sizden biriniz insanların nazarında cennet ehli kimselerin amelini işler,
[48]

Yani içinde amelinin bozukluğuna rağmen zahiren insanlara doğruluğunu izhar ettirir. Oysa doğru olanı Allah (c.c) bilmektedir.

Hadis-i şerifte, bir şeyin iyice yerleşmesi için yemin etmenin mubah olduğuna delil vardır. Allah (c.c) yemin ifadeleri kullanarak şöyle buyurmuştur:

"Göğün ve yerin Rabına yemin olsun ki bu vaad gcrçekleşecektir."
[49]

Bir başka âyette de,

"De ki Hayır, Rabbıma andolsun ki, mutlaka diriltileceksiniz ve sonra yaptıklarınız size haber verilecektir."
[50]

Yine de en doğrusunu bilen Allah'tır (c.c).
[51]


[42] Arşın: Takriben 68 santimetre tutarında uzunluk ölçüsü.
[43] Buharı, Bedü'1-Halk, 6, Enbiya I, Kader, 1; Müslim, Kader, 1; Tirmizi, Kader, 4; İbn Mâce, Mukaddime, 10.
[44] Tarık: 86/6.
[45] Âl-i İmran: 3/6.
[46] Hac: 22/5
[47] Kehf: 18/30.
[48] Buhari, Cihad, 77; Müslim, İman, 179, Kader, 16; Ahmed, IV, 332.
[49] Zâriyat: 51/23.
[50] Teğâbun: 64/7.
[51] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 43-47.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »


5. Bid’atlerin Yersizliği


Resim


Resim---Müminlerin annesi Ümmü Abdillah Aişe (r.a) şöyle dedi: Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Kim bizim şu işimize (dinimize) onda olmayan bir şeyi sokarsa o reddedilir.”

Müslim'in rivayetinde de:
“Kim bir işi bizim yapmadığımız şekilde yaparsa o, merduttur.”
[52]

Efendimiz'in (s.a.v) “Kim bizim bu işimize ondan olmayan bir şeyi sokarsa o reddedilir” sözü, o kişinin işi merduttur. Hadis-i şerifte, gusül, abdest, oruç ve namaz gibi ibadetlerin dinin emrettiği şekilden farklı olarak yapılması halinde yapanın yüzüne çalınacağına işaret vardır. Çünkü fasit (geçersiz) bir sözleşme ile alınan bir malın sahibine iadesi gerekir. O mala el konulamaz.

Peygamber (s.a.v), kendisine gelerek:

Oğlum bu adamın çırağı idi. Derken onun karısı ile zina etmiş. Ben duydum ki oğlum recmedilecekmiş. Hemen onun namına yüz koyun ve bir cariye fidye verdim” diyen bir bedeviye şu karşılığı vermiştir:

"Cariye ve koyunlar sana geri verilecek.
[53]

Buradan anlaşılıyor ki, kim şeriata uymayan bir bid’ati işlerse günahı kendisine kalır, yaptığı iş geri çevrilir ve azaba müstahak olur.

Resim---Yine Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:

"Kim bir günah işlerse (veya bid'at çıkarırsa) veya bir günahkârı saklar, korursa (veya bir bid'atçıyı korursa), Allah'ın laneti onun üzerinedir.
[54]

[52] Buhari, İman 39, Buyu' 6; Müslim, Musâkât 107, 108; Ebu Davud, Buyu' 3; Tirmizi, Buyu' I; Nesâî, Buyu' 2, Kudât 11; İbn Mâce Fiten 14; Darimi, Buyu' 1; Ahmed, IV, 267, 269, 271, 275.
[53] Buharı, Ahkâm 39, Sulh 5, Şurût 9, İman 3; Müslim, Hudüd 25; Ebu Davud, Hudûd 25; Nesâî, Hudûd 22; İbn Mâce, Hudûd 7; Dârimi, Hudûd 16; Muvatta, Hudûd 6; Ahmed, III, 115, 116.
[54] Buhari, Cizye 10, 17; Müslim, Hac 467, 469, Itk 20; Ebu Davud, Menâsik 96, Diyât, 11; Tirmizi, Velâ 3; Nesâî, Dehâya 34, Kasâme 10; Ahmed, 1, 81, 108, II, 398, 450, III, 238, 242. İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 49-50.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

6. Şüphelilerden Kaçınma, İhlas

Resim


Resim---Ebu Abdillah Numan b. Beşir (r.a) şöyle dedi: Rasülullah'ı (s.a.v) şöyle derken işittim:
"Şüphesiz helal da bellidir. Haram da bellidir. Bunların dışında bazı şeyler de vardır ki şüphelidir. Bunları insanların birçokları bilmez. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüpheli şeyleri işlerse harama düşer. Bir koru etrafında hayvan otlatan ve hayvanların da oraya neredeyse kaçması yakın olduğu gibi. Dikkat; her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu (girilmesi yasak olan yer) haramlarıdır. Dikkat edin!Bedende bir et parçası vardır ki, bu işe yarayışlı olursa bütün beden yarayışlı olur. Bozuk olursa bütün beden bozulur. Haberiniz olsun! O kalptir."


Efendimiz'in (s.a.v) "Helal de bellidir, haram da bellidir. Bir de bunların dışında bazı şeyler vardır ki şüphelidir..” sözü:

Alimler, helal ve haram sözleri hakkında ihtilaf etmişlerdir. Ebu Hanife (v. 150/767); helâl, helâlliğine bir delilin ibaret ettiği şeydir, derken Şafii (v. 204/819); haram, haramlığına bir delilin işaret ettiği şeydir, demektedir.

Efendimiz’in (s.a.v),aralarında bazı şeyler de vardır kî, şüphelidirsözü: Helâlle haram arasında bazı şeyler vardır ki helâlliği veya haramlığı hususunda şüphe vardır demektir.

Dolayısıyla şüphenin kalktığı yerde kerahat kalkmış olur ve ondan dolayı hesaba çekilmez. Mesela; yabancı bir kimse satmak üzere bir yere bir mal getirse o adamı veya malı araştırmak gerekmediği gibi üstelik, iyi de değildir.

Efendimiz’in (s.a.v)"Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve ırzını korumuş olursözünden maksat, dinin muhafazasını isterse ve şüpheli şeylerden uzak olursa... demektir.

Irzın muhafazasına gelince, kişi şüpheli şeyleri bırakmazsa, kötü kimseler onun gıybetini yapar onu haram yemekle itham ederler. Dolayısıyla içinde yaşadığı toplumu kötülüğe çağırmış olur.

Peygamber'in (s.a.v) şöyle buyurduğu nakledilir:

"Allah'a ve ahiret gün üne inanan kimse, töhmet altında bulunacağı yerlerden uzak dursun.
[55]

Hz. Ali (r.a) de şöyle demiştir:

Her ne kadar mazeretin de olsa, kalplerin hoşlanıp inkar edeceği yerlerden uzak durun. Zira nice dinleyenler vardır anlamaz ve ona hiç bir mazeret kabul ettiremezsin.

Allah Rasülü de (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

Birinizin namazda abdesti bozulursa, burnunu tutarak namazdan ayrılsın.
[56]Bu, o kimse namazda abdestini bozdu denmesin diyedir.

Efendimiz'in (s.a.v), Kim de şüpheli olan şeyleri işlerse haram işlemiş olur.sözü ile iki şey kastedilmiş olabilir:
  • 1. Haram işler fakat işlediğinin haram olmadığını zanneder.
  • 2. Harama düşmeye çok çok yaklaşır. Nitekim, kötlükler, küfrü çağrıştıran şimşeklerdir diye bunun için, söylenmiştir. Zira nefis bir kötülük işleyince, ilkinden daha tehlikeli diğer bir kötülüğe intikal eder.

Allah Teâlâ’nın şu sözünde buna işaret vardır:

Bu peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. Yine bu isyan etmeyenleri ve haddi aşmış olmalarındandır.
[57]

Âyeti kerimede onların kötülükleri işleye işleye peygamberleri öldürmeye kadar ileri gittikleri bildirilmektedir.

Yine bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v):

Allah (c.c) hırsıza lanet etsin. Bir yumurta çalar eli kesilir, bir ipi çalar eli kesilir.
[58] Yani yavaş yavaş yumurta çalmaktan ip çalmaktan hırsızlığın nisabına kadar ulaşır.

Hıma”, açık arazide bulunan kuru ot cinsi, şeylerin başkalarından korunduğu yerdir. Böyle bir koruluğun etrafında kim koyun otlatırsa o hayvanların koruluğa kaçma tehlikesi ve başkasının otlağında otlama tehlikesi çok büyüktür.

Oysa develerini koruluktan uzaklarda otlatan için böyle bir tehlike söz konusu değildir.

Şüphesiz haram olan her şeyin onu kuşatan bir koruyucusu vardır. Mesela avret mahallinin koruyucusu, bacaklardır. Onlar haram olan yerin koruyucusudur.

Yabancı bir kadınla halvet halinde bulunmaktan aynı şekilde korunmak gerekir. Şu halde kişi hem onunla halvet halinde olmaktan hem de haram olan yerden (avret yeri) uzak olmalıdır.

Haram olan avret yeri haram liaynihidir. Koruyucu durumundaki dolaylı yoldan haram kılınan şey ise, harama sebep olduğu için haramdır.

Efendimiz'in (s.a.v), Dikkat! Bedende bir et parçası vardır ki.sözü; vücutta bulunan bu et parçası Allah'tan (c.c) korkar, huşu içerisinde olursa bütün vücut korkar.

İstek ve arzuların peşine düşerse bütün vücut da istek ve arzularının peşine düşer. Bozulur ve kötü niyetli olursa bütün vücut kötüleşir, bozulur.

Âlimler şöyle demişlerdir.

Beden nefis ülkesi ve şehridir. Kalp bu ülkenin tam ortası, diğer azalar onun hizmetçileri, batıni güç şehrin aydınlatıcı kandilleri, akıl, onu doğruya sevk eden veziri,

istek ve arzu, hizmetçilerin rızıklarının sağlanması için vasıta, öfke ve kızgınlık onun polis teşkilatıdır. Öfke insana doğruyu gösterir bir surette görünen ancak kötü ve tuzaklar hazırlayan bir köledir.

Önce nasihat eder sonra da öldürür. İnsanı samimi vezire karşı gelmeye zorlar, oraya doğru götürür. Aklın ön kısmında bulunan hayali kuvvet, bekçi gibidir.

Aklın ortasında ise düşüncedeki kuvvet bulunur. Hafıza kuvveti de aklın son kısmındadır. Dil tercümandır. Beş duyu, onun casusları, habercileridir.

Bunlardan her birisi işlerden birini yürütmekle vazifelendirilmiştir. Göz renkler âlemi ile, işitme sesler âlemi ile, diğer duyu organları da kendileri ile alâkalı vazifelerle. Hasılı her birisi birer haber kaynağıdır.

Bunlar edindikleri bilgileri nefse ulaştıran kapıcılar gibidir, işitme görme ve koklama, nefsin kendilerinden dışarı baktığı halkalar, delikler gibidir de denilmiştir.

Netice olarak kalp, kraldır. O (çoban) düzgün olursa, kontrolü altındakiler de düzgün, düzgün olmazsa onlar da bozuk olur.

Kalbin kurtuluşu ise, kin, öfke, çekememezlik, hırs, aşırı arzu, takdire razı olmamak gibi batini hastalıklardan korunmakla olur. Kalp hastalıkları kırka kadar ulaşacak çokluktadır.

Allah bizi onlardan korusun ve bizi huzuruna kalbi selim ile çıkanlardan eylesin.
[59]



[55] Aclûni, Keşfu’l-Hafâ, I, 45 (n. 88).
[56] İbn Mâce, İkame 138.
[57] Âl-i İmran: 3/112.
[58] Buhari, Hudûd 7, 13; Müslim, Hudüd 7; Nesâî, Sarık I: İbn Mâce Hudûd 22; Ahmed, II, 203.
[59] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 51-55.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »


7. İslâm'da Tebliğ



Resim


Resim---Ebu Rukayye Temim b. ed-Dâri (r.a) şöyle dedi:

Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Din nasihattir.” Dedik ki:

Ya Rasulallah! Kimin için?Dedi ki:

Allah'a, kitabına, peygamberlerine, müslümanların ileri gelen (idareci)lerine ve bütün müslümanlardır.
[60]


Peygamber efendimiz'in (s.a.v), “Din nasihattir... Allah'a (c.c.), kitabına, rasülüne, müslümanların ileri gelenlerine ve bütün müslümanlaradır” sözü:

Hattabi (v. 388/998) der ki:

Nasihat bir çok manayı ifade eden bir kelimedir. Nasihat edilen kimse için haz duymak demektir. Arapçada, elbiseyi iyice dikti manasındaNesaha’r-raculu sevbehudenir. Bu manada nasihat edilen kimsenin düzelmesi uğruna nasihatçinin içine düştüğü gayreti, elbisenin söküğünü dikmeye benzetmişlerdir. Nasihat, arapçada balı mumundan süzdümdemek için kullanılan Nesahtu’l-asele manasında kullanılmıştır da denilmektedir.

Nasihatin Allah (c.c) için olanına gelince; bunun manası, Allah'a (c.c) imana, ona şirk koşmamaya, sıfatları hususunda sapıklığa düşmemeye, onu bütün kemal ve celal sıfatları ile vasflandırmaya, bütün noksan sıfatlardan onu münezzeh tutmaya, ona tam teslimiyetle itaat edip ona asi gelmekten uzak olmaya, onun için sevmeye, onun hatırına buğzetmeye, ona itaat edeni sevip isyan edene düşman olmaya, küfredenlerle cihad etmeye, onun kendisine olan nimetlerini itiraf ve şükretmeye, her türlü işinde samimi olmaya, bütün bu sayılan özelliklere çağırıp teşvik etmeye ve bütün insanlara veya en azından karşılaştıklarına yumuşak davranmaya hamledilir. Hakikatte bu sayılan vasıfların her biri kulun kendisine yaptığı nasihat kabul edilir. Zira Allah Teâlâ'nın (c.c) nasihatçilerin nasihatine ihtiyacı yoktur.

Nasihatin kitap için olanı ise, onun Allah’ın (c.c) kelâmı olduğuna, Allah tarafından indirildiğine, insan sözlerinin hiç birisine benzemediğine ve onun benzerlerinin hiç bir kimse tarafından getirilemeyeceğine inanmak, onu yüceltmek, lâyık olduğu gibi güzelce, huşu ile harflerin hakkını vererek okumak, bozuk tevil edenlere ve ona saldıranlara karşı onu korumak, içindekileri tasdik etmek, hükümlerini iyice öğrenmek, ilimlerini ve darbı meselelerini anlayıp, nasihatlerinden ibret almak, harikulade hadiseleri üzerinde düşünmek, muhkem âyetleri ile amel etmek, müteşabihlerine kayıtsız teslim olmak, umûmunu, hususunu, nâsihi mensûhunu araştırmak, ilimlerini yaymak, ona ve ona nasihat cinsinden saydıklarımıza çağırmakla olur.

Allah’ın Rasülü için olan nasihat, onun peygamberliğini tasdik etmek, onun getirdiklerine tümü ile iman etmek, onun her türlü emir ve yasaklarına boyun eğmek, hayatında ve vefatından sonra yardımının devam ettiğine inanmak, ona düşman olana düşman, ona dost olana dost olmak, onu her an yüceltmek, hakkını en yüce kabul etmek, yolunu canlı tutup sünnetini yaşatmak, davetini her yere duyurup sünnetini yaymak, onun hakkındaki kötü düşünceleri gidermek, sünnet ilimlerini yaymak, üzerinde düşünmek, ona davet etmek, onu öğrenip öğretirken yumuşak olmak, yüceltmek, okurken edepli olmak, bilmeden sünnet hususunda konuşmaktan kaçınmak, onunla meşgul olanlara meşgul oldukları şey sebebi ile saygılı davranmak, ahlâkı ile ahlâklanıp âdabı ile edeplenmek, ehli beytini ve ashabını sevmek, sünnetine bid'at sokmak isteyen veya ashabından herhangi birisine taarruz edene karşı çıkmak gibi şeylerdir.

Müslümanların imamları için yapılan nasihat, doğru olan hususlarda onlara yardımcı olmak ve onlara itaat etmek, onlara tavsiyelerde bulunmak, yanlışlarını bildirmek, merhametli olmaları gerektiğini hatırlatmak, unuttukları ve müslümanların haklarına tecavüz ettiklerinde onları uyarmak, onlara karşı gelmemek, müslümanların onlara itaat etmelerine yardımcı olmak sureti ile olur.

Hattabi (v. 388/998) der ki:

Onların arkasında namaz kılmak, ordularında savaşmak, zekâtlarını vermek, onlardan bir kusur veya kötülük sadır olsa bile, onlara isyan etmemek. Onların aleyhine yalan yanlış şeyler anlatanlara aldanmamak. Onların doğru yolda olduğunu söylemek, bunların her biri müslümanların imamları için yapılan nasihate dahildir.

İbn Battal da der ki:

Bu hadiste, nasihatin din veya İslâm diye isimlendirilebileceğine, dinin sözle olduğu gibi amelle de olduğuna delil vardır. Nasihat, farz-ı kifâyedir. Bir kişinin ifa etmesi ile diğerlerinden farziyeti düşer. Nasihat eden, söylediğinin dinleneceğini ve kabul edileceğini bilirse ve kendisine yapılabilecek bir tehlikeden de güvencede olursa, nasihat etmesi vacip olur. Bir tehlike söz konusu olunca ise (söyleyip söylememe hususunda) serbesttir. Yine de en doğrusunu bilen Allah’tır.

Eğer Peygamber’in (s.a.v):

Sizden birisi, diğerinizden öğüt almak isterse esirgemesin, ona nasihat etsin
[61] hadisi genel bir emir (mutlak) değil, öğüt almak istemeye bağlıdır, dolayısıyla şarttan anlaşılan nasihat etme emrinin tahsis edildiğine delildir şeklinde, bir itiraz yapılacak olursa şu şekilde cevap veririz: Bu hadiste sözü edilen durum, bir kadını nikahlamak, bir kişi ile bir alışverişte bulunmak gibi dünyevi işlerle alakalıdır. Önce (bizim söylediğimiz) nasihat etmenin umumiliği ise, her müslümanın üzerine yapmaları vacip olan dini işlerle alakalıdır.

-Yine en doğrusunu bilen Allah'tır.-
[62]


[60] Buhari, İman 42; Müslim, İman 95; Tirmizi, Birr 17; Nesaî, Beyat 31; Darimi, Rikak 41; Ahmed, I, 351, II, 297, IV, 102, 103.
[61] Buhari, Buyu’ 68; Ahmed III, 418, 419, IV, 259. 60
[62] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 57-60.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


8. Müslümanın Kanı ve Malının Haramlığı



Resim---İbn Ömer’den (r.a) nakledildiğine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Ben insanlar, Allah'tan başka ilah almadığına veMuhammed'in Allah’ın peygamberi olduğuna şehadet edip, namazı dosdoğru kılıp, zekâtı (hakkıyla) verinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde benden canlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı müstesna. Onların hesabını görmek Allah'a kalmıştır.”
[63]

Efendimiz’in (s.a.v), “...emrolundum…” sözü; mutlak emrin ve sigasının vücup ifade ettiğine dahildir.

Efendimiz’in (s.a.v), “... bunu yaptıkları takdirde benden canlarını ve mallarını korumuş olurlar...” sözü: Buradan hareketle oruç ve aynı şekilde hac da İslamın şartlarından olduğu halde onlardan bahsetmemiş olmasının sebebini sorar­larsa şöyle cevap verilebilir:

Oruç tutmayan bir kimse öldürülmez. Aksine hapsedilir ve yiyecek içecek verilmez. Hac'da ifa edilme sınırı kesin olmadığı için, onu yapmayan da yine öldürülmez. Allah Rasülü (s.a.v} terk edilmesi halinde terk edenin öldürülmesi ge­rektiği için bu üçünü söylemiştir. Yine aynı sebepten dolayı Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken oruç ve haccı söylememiş, özellikle diğer üçünü söylemiştir.

Efendimiz’in (s.a.v), “... Ancak İslâm'ın hakkı müstesna…” sözü, İslâm’ın hakkı, kişinin vacip olan amelleri (farz amelleri) yapmasıdır. Asiler, yol kesiciler, saldırganlar, zekâtı vermeyenler, zor durumda kalan kimseler ve zararsız hayvan­lara su vermeyenler, caniler, gücü yettiği halde borcunu ödemeyen, zina eden, cuma namazını ve abdesti terkedenler gibi yapılması farz olan veya haram olanları işleyenlere karşı savaşmak ve onları öldürmek caizdir. Bize göre farzı ayn veya farzı kifâye olan cemaati terk ederse de aynı durum geçerlidir

Efendimiz'in (s.a.v), “.. onların hesabı Allah'a kalmıştır...” sözünden maksat; kim şahadet getirirse, namaz kılar, zekatını verirse, kanını (canını) ve malını korur. Neticede bu yaptığı samimi bir niyetle ise, o kişi mümin, sahtekârlık ve öldürülme korkusundan dolayı yaptıysa, onun hesabı Allah’a kalmıştır. Zira O en ince sırları bile bilir. Abdestsiz ve cünüplüken temizlenmeden namaz kılan veya evinde yeyip de dışarda oruçlu olduğunu söyleyenin sözü kabul edilir. Ancak bunun da hesabını görmek Allah'a (c.c) aittir.

-Yine de en doğrusunu bilen Allah'tır.-
[64]
[63] Buhari, İman 17, İ’tisam, 28; Müslim, İman 32; Ebu Davud, Zekât I; Nesâî, Zekât 3, Cihad, 1, Tahrim 1; İbn Mâce, Mukaddime 9; Ahmed, I, 11, 87, II, 314, III, 149.
[64] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 61-62.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


9. Güç Nisbetinde Sorumluluk


Ebu Hureyre Abdurrahman b. Sahr (r.a) şöyle diyor: Allah Rasülü (s.a.v) şöyle buyururken işittim:

Size yasakladığım şeylerden şiddetle kaçının. Emrettiğim şeyleri de gücünüz yettiği nisbette yapın. Şüphesiz sizden önceki ümmetler (milletler), çok soru sormaları ve peygamberleri hakkında şüpheye düşmeleri sebebi ile perişan oldular.
[65]



Efendimiz'in (s.a.v), “size yasakladığım şeylerden şiddetle kaçının...”sözü:

Onların tamamını işlemekten kaçının, hiç birisini yapmayın. Hadisteki bu ifade, haram ifade eden bir yasaklamadır. Mekruhluğu ifade eden yasakların ise işlenmesi caizdir. Nehiy sözlükte yasaklamak demektir.

Efendimiz'in (s.a.v) “…Emrettiğim şeyleri de gücünüz yettiği nisbette yapın” sözü: Bundan bazı neticeler çıkarabiliriz. Meselâ;

Bir kimse, abdest için az miktarda su bulsa, yapacağı en doğru davranış yettiği kadarıyla onu kullanmak, geri kalanı için de teyemmüm etmesidir.

Fitre için bir sa’yerine daha az bir şeyi bulsa, bulduğu kadarını vermesi gerekir.

Yakınını, hanımı veyahutta evindeki hayvanları için harcamak üzere az miktarda yiyecek bulsa onu sarfetmesî vaciptir. Ancak bir kölenin bir kısım hissesi ona geçse, keffaretin bir bedeli vardır ve o da oruçtur.

Efendimiz'in (s.a.v) “şüphesiz, sizden önceki milletler, çok soru sormaları ve peygamberleri hakkında şüpheye düşmeleri sebebi ile perişan oldular” sözü:

Şunu bil ki sorunun değişik kısımları vardır:

Birinci kısım: Cahilin abdest, namaz, oruç ve diğer dinin muamelatla ilgili konulardan sorulması. Bu soru vaciptir. Peygamber’in (s.a.v):

İlim talebi, erkek ve kadın bütün müslümanlara farzdır.”
[66] sözü bu manada anlaşılır.

Hiç bir insan sorulara karşı susamaz. Allah Teâlâ (c.c):

Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (bilenlere) sorunuz.
[67] buyurmuştur.

İbn Abbas (r.a):

Bana çok soru soran bir dil, hassas düşünen bir kalp verildi” diyerek kendi durumunu beyan etmiştir.

İkinci kısım: Dini hususlarda anlayış sahibi olup olmadığının sorulması. Bu kişinin sadece kendi amel etmesi için değildir. Hüküm ve fetva vermek gibi (başkalarını ilgilendiren meselelerdir). Bu kısım farzı kifayedir.

Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurur:

...Onlardan her topluluktan bir gurup dini ilimlerde geniş bilgi edinmek ve kavimleri savaştan dönünce de onları (Allah'ın azabından) korkutmak için geride kalmalıdır...
[68]

Peygamber Efendimiz de şöyle buyurur: “Sizlerden görenler, görmeyenlere anlatsın.
[69]

Üçüncü kısım: Allah Teâlâ'nın ne kendisine ne de başkasına vacip kılmadığı şeyden sorulması. Şu hadis bu manadadır. Çünkü bazen soru sormak, yapılan bir teklif sebebi ile meşakkat doğurabilir.
[70]

Bunun için Efendimiz (s.a.v): “(Allah) size merhamet ettiğinden dolayı bazı şeyleri farz kılmaktan sustu, (geri durdu). Onları soruşturup durmayın.
[71] buyurmuştur.

Hz. Ali'nin (r.a) rivayetine göre; ”Yol bakımından gidebilenlerin o evi (Kabe'yi) haccetmeleri, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.
[72] ayeti nazil olunca, bir kişi Efendimiz'e gelerek:

Her sene mi, ya Rasûlallah” dedi. Efendimiz, ona iltifat etmedi. Adam iki veya üç defa daha sorusunu tekrarladı. Bunun üzerine O (s.a.v) buyurdu:

Neredeyse ’evet’ diyecektim. Allah'a yemin ederim ki ’evet’ deseydim, farz olurdu. Farz olunca da her sene onu yapamazdınız, öyleyse, beni size bıraktığım kadarıyla bırakın. Size bir kişi emrettiğinde gücünüzün yettiği kadar onu yapın. Bir şeyden sizi yasakladıysam ondan da uzak durun.”
[73]

Bu olaylar üzerine,

Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın
[74] Yani size amel etmenizi emretmediğimiz şeyleri, âyeti indi.

Bu nehiy (yasaklama) Peygamber'in (s.a.v) zamanına hâstır. Şeriat yerleşip, herhangi bir ziyâde ihtimali kalktığına göre sebebin kalkmasıyla yasaklama da kalkmıştır.

Selef âlimlerinden bir kısmı, müteşabih âyetlerin manalarım sormayı yasaklamıştır.

İmam Mâlik'e (v. 179/795): “Rahman arşa istiva etmiştir
[75] âyeti kerimesinin manası sorulunca şu cevabı vermiştir:

İstiva bilinmekte fakat keyfiyeti bilinmemektedir. Ona iman vaciptir. Keyfiyetini sormak ise bid'attir.” Sonra, “Seni kötü bir kişi olarak biliyorum.” Sonra da: “Çıkarın şunu dışarı! ” deyip adamı uzaklaştırdı. Bununla alâkalı olarak; selefin takip ettiği yol en güvenli, halefinki ise daha bilgi edinmeye uygundur ki, o da sormaktır.
[76]


[65] Buharı, İtisam 2; Müslim, Hac 412, Fedail 130; Nesaî, Hac 1; İbn Mâce, Mukaddime 1; Ahmed, II, 247, 258, 313, 428, 448, 457, 482, 495, 508.
[66] İbn Mâce, Mukaddime, 17. 64
[67] Nahl 16/43.
[68] Tevbe 9/122.
[69] Buhari, İlim 9, 37; Müslim, Kasame 29, Ebu Davud, Tatavvu 10.
[70] Tirmizi Hac 1; Nesaî, Menasik 111; İbn Mâce, Mukaddime 18; Ahmed IV, 31, 32, V, 4, 5.
[71] Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, I, 71. (Taberani, Mu’cemul-Evsat ves Sağir'den).
[72] Al-i İmran: 3/97.
[73] bk. Dokuzuncu hadîsin dipnotları.
[74] Mâide: 5/101.
[75] Tâhâ: 20/5.
[76] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 63-66.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


10. Helâl Kazanç


Ebu Hureyre'nin (r.a) şöyle dediği nakledilmiştir: Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

Şüphesiz Allah Teâlâ güzeldir ve ancak güzel olanı kabul eder. Allah müminlere, peygamberlere emrettiği şeyleri emretmiştir. O (peygamberlere) şöyle demiştir:

"Ey peygamberler, hoş (güzel) olan şeylerden yiyiniz. Salih amel işleyiniz.”[77] Yine Allah Teâlâ:”Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz.[78]buyurmuştur.

Sonra Efendimiz (s.a.v.) uzun bir yolculuktaki saçı başı dağınık, ayakları toplu ve ellerini kaldırıp,
Yarabbi, yâ rabbi,diye dua eden bîr adamdan bahsetti. Oysa bu kişinin, yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır. (Hülasa) haramla beslenmiştir. Bunun duası nasıl kabul edilsin ki?..[79]



Efendimizin (s.a.v), ”Şüphesiz Allah Teâlâ güzeldir”… sözü:

Hz. Aişe'nin (r.a) şöyle dediği nakledilmiştir: Allah Rasülü'nü (s.a.v) şöyle duâ ederken işittim:

Allah'ım! Senin tertemiz ve temizleyici has, mübarek, sevdiğin ve onunla sana duâ edilince kabul ettiğin, merhamet dilenince merhamet ettiğin, sıkıntılardan kurtulmak istendiğinde kurtardığın ismi celilin hürmetine senden yardım istiyorum![80]

Tayyib’in manası, her türlü noksanlık ve kötülüklerden arınmış demektir. Kuddûs kelimesi ile aynı manadadır. Allah'ın isimlerini bilenlere göre, en zevkli ve en güzel övgü onunladır. Allah Teâlâ, kullarını salih amellerle cennete girmeleri için güzelleştirmiş, cenneti de onlar için güzel kılmıştır.

Kelimei tayyibe “Lâ ilahe ilallah”dır.

Efendimiz'in (s.a.v),"...Ancak güzel olanı kabul eder...” sözü:

Kul, haram olanı sadaka vermekle Allah'a yaklaşmaz.

Gıda maddelerinden eski ve bozuk buğday gibi, kailtesiz malları tasadduk etmek mekruhtur. Aynı şekilde şüpheli şeyleri tasadduk etmek de mekruhtur. Nitekim Allah Teâlâ (c.c.): “Size verilirse gözünüzü yummanız dışında severek almayacağınız derecede kötü ve değersiz şeyler vererek sakın hayır yapmaya kalkışmayın.[81] buyuruyor. Nasıl Allah Teâlâ, malın temizini kabul ediyorsa, ibadetlerin de gösteriş, kendini beğenme ve başkalarına işittirmek için yapılanını değil, güzel olanını kabul eder.

Allah Teâlâ’nın: “Ey Peygamberler, has (güzel) olan şeylerden yiyiniz. Salih amel işleyiniz.” âyeti ile; “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz”âyeti:

Burada geçen “Tayyibat” güzel olan şeyler, helâl olanlar demektedir.

Hadis-i şerifte, kişinin ibadet yapmak için güçlü olma ve hayatını devam ettirme düşüncesiyle yediği şeylerden sevab kazanacağına delil vardır. Ve bu vacip olan şeylerdendir. Sırf şehvet ve karın doyurma düşüncesi ile olması ise bunun dışındadır.

Efendimiz’in (s.a.v), “(Oysa bu kişinin) yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır. Hülasa haramla beslenmiştir”, sözü:
Hadiste geçen ve beslenmek diye tercüme ettiğimiz kelime “Ğuziye”dir; ve “Ğazâ” kelimesinin mazi meçhulüdür “El-ğazâu” kelimesi ise, yemek esnasında yenilen ”yemek” demektir. Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: “...Genç hizmetçisine yemeğimizi getir bize, dedi.[82]

Efendimiz'in (s.a.v), “..bunun duası nasıl kabul edilsin ki?.." sözü:
(Bu şartlardaki birisinin) duasının kabul edilmesinin ne kadar uzak bir ihtimal olduğunu bildirmek içindir. Bundan dolayı duânın kabul edilmesi için kullara helâl yemeleri şart koşulmuştur.

Ancak doğru olan, bu (duanın kabulü için) şart değildir. Zira Allah (c.c) mahlukatının en şerlisi İblis'in bile duasını kabul etmiştir. O, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur:

(İblis) Ey Rabbim, öyle ise, canlıların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi. (Allah): O halde sen bilinen bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin (buyurdu).[83]


[77] Müminün: 23/51.
[78] Bakara: 2/172.
[79] Müslim, Zekat 65; Tirmizi, Tefsir 3, Darimi, Rikak 9; Ahmed, II, 328.
[80] İbn Mace, Dua 9; Hindi, Kenzul-Ummal, 11, 188 (nr. 3684), 202 (nr. 3760).
[81] Bakara: 2/267.
[82] Kehf: 18/62.
[83] Hicr: 15/36, 37; Sâd: 38/80. 70. İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 67-70.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


11. Şüpheli Şeylerden Kaçmak


Allah’ın Rasülü’nün (s.a.v) torunu, kıymetli evladı Ebu Muhammed Hasan b. Ali b. Ebi Talib (r.a) şöyle diyor:

Allah Rasülü'nden şunu ezberledim:

Seni şüpheye düşüren şeyleri bırak, şüphelendirmeyenlere bak.[84] Tirmizi'ye göre hadis, hasen sahih'tir.


Efendimiz'in (s.a.v),
Seni şüpheye düşüren şeyleri bırak, şüphelendirmeyenlere bak sözünden, muttaki bir kişinin haram olan şeyleri yememesi gerektiği gibi, içinde şüphe bulunan malı yemekten de kaçınması gerektiği anlaşılır.

"Şüphelendirmeyenlere bak sözü, hakkında hiçbir tereddüt olmayan kalplerin huzurunu ve canların sükûnetini sağlayan şeylere iltifat et (yönel) demektir. Raybet şüphe demektir. Şüphe ile ilgili açıklama daha önce geçmiştir. [85]



[84] Buhari, Buyu 3; Tirmizi, Kıyame 60; Ahmed II, 153.
[85] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 71.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


12. Kendini İlgilendirmeyen Şeyleri Terk


Ebû Hureyre’den (r.a) şöyle dediği nakledilmiştir: Allah Rasülü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

Kişinin İyi bir müslüman olduğunun (alâmetlerinden birisi de onun) kendisini ilgilendirmeyen şeyleri bırakmasıdır[86] Hadis hasen sahih'tir.



Efendimiz’in (s.a.v),
Kişinin iyi bir müslüman olduğunun alameti onun kendisini ilgilendirmeyen şeyleri, bırakmasıdır.sözünden maksat, ne dini ne dünyevi açıdan hiç bir önemi olmayan davranış ve sözlerdir.

İbrahim’in (a.s) sahifesinde neler olduğunu soran Ebu Zerr'e (r.a), Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştu:


O bütünü ile örnek ve ibretti. Onda şu bulunuyordu:
Ey mağrur sultan, ben seni malı mal üstünde toplayasın diye göndermedim.
Bilakis, mazlumun bana duâ etmesine mani olman için görevlendirdim.
Çünkü kâfir de olsa mazlumun duasını kabul ederim.

Aklı kendisine hakim olmamış akıllı kimsenin dört saati olması gerekir:
Birinde Rabbına yalvarır.
Birinde Allah Teâlâ'nın yarattığı kâinat hakkında düşünür.
Birinde kendisini dinler.
Birinde de celal ve ikram sahibi Allah’la başbaşa kalır.
Bu saatler o kişi için diğer saatleri için bir yardımcıdır.

Aklı kendisine hakim olmamış akıllı kimsenin ancak üç şey için çalışması gerekir:
Ahiret hayatı için azık hazırlamak,
yaşamak için rızık hazırlamak,
helâl yollardan rızıklanmak.

Aklı kendine hakim olmamış akıllı kimsenin zamanın kıymetini bilmesi, işine gereken önemi vermesi, dilini koruması,
konuşma olarak da çok az konuşması ve kendisini ilgilendiren meselelerde konuşması gerekir.


Ebu Zerr (r.a) devam ederek şöyle dedi:

Anam babam sana feda olsun, Musa'nın sahifelerinde neler vardı?

Efendimiz (s.a.v) buyurdu:

O bütünüyle ibretti. Onda, cehenneme bu kadar yakın olmasına rağmen gülen insanın şaşırtıcı hali,
ölüme bu kadar yakın olmasına rağmen müreffeh bir hayat sürenin şaşırtıcı hali,
dünyayı görüpte ehli ile beraber onun için çalışan kimsenin şaşırtıcı hali,
kaderi bu kadar iyi bilmesine rağmen başına gelenlerden dolayı kızanın şaşırtıcı hali,
ve yarın hesaba çekileceğini kesin olarak bilmesine rağmen, hayır amel işlemeyenin şaşırtıcı hali vardır.


Bunun üzerine Ebû Zerr (r.a) Efendimize (s.a.v):

Anam babam sana feda olsun, İbrahim ve Musa'nın (a.s) sahifelerinde söylediklerinden başka bir şey kaldı mı?dedi. Efendimiz de:

Evet Ey Ebû Zerr,” dedi ve “Nefsini arındıran kurtulmuştur.sûresi sonuna kadar[87] buyurdu. Daha sonra Ebu Zerr:

Anam babam sana feda olsun, bana tavsiyelerde bulun dedi. Efendimiz (s.a.v):

Sana Allah'tan korkmanı tavsiye ederim. Zira Allah korkusu bütün işlerinin esasıdır.Ebu Zerr (r.a):

Biraz daha. dedi. Efendimiz:

Çokça Kur'an okumaya bak ve Allah'ı çok zikret. Çünkü o seni semada zikreder (meleklere halini bildirir).buyurdu. Ebu Zerr (r.a):

Biraz daha”. dedi. Efendimiz (s.a.v):

Cihadetmeye çalış. Çünkü cihad, mü'minin ruhbanlığıdır.Ebu Zerr (r.a):

Biraz dahadedi. Efendimiz (s.a.v):

Susmak şiarın olsun, çünkü o, şeytanı senden uzaklaştırır, dinin emirlerini ifâda sana yardımcı olur.buyurdu. Ebu Zer (r.a):

Biraz dahadedi. Efendimiz (s.a.v):

Acı da olsa doğruyu söyle.buyurdu. Ebû Zer (r.a)

Biraz dahadedi. Efendimiz (s.a.v):

Kınayanın kınaması seni haktan alıkoymasın.buyurdu. Ebû Zer (r.a):

Biraz dahadedi. Efendimiz (s.a.v):

Yakınlarınla, onlar ilişkiyi kesse bile sen kesme. buyurdu. Ebû Zer (r.a):

Biraz daha dedi. Efendimiz (s.a.v):

Kişi, serdeki nasibi kadar kendinden gafil olur ve kendisini ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenir.
Ebu Zerr! Tedbir gibi akıl yoktur. El çekmek gibi vera yoktur. Huy güzelliği gibi de güzellik yoktur.
buyurdu. [88]



[86] Tirmizi, Zühd 14; İbn Mace, Fiten 12; Muvatta, Hüsnü Hulk 3; Ahmed, I, 201.
[87] Şems: 91/9-15.
[88] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 73-75.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


13. İslâm-İman Kardeşliği

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hizmetçisi, Ebu Hamza Enes b. Mâlik, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu nakleder:

Herhangi biriniz, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe (tam) iman etmiş olmaz.
(Buharı, İman 7; Müslim, İman 71; Tirmizi, Kıyamet 59 (nr. 2515); Nesai, İman 19, 33; Darimi, Rikak 29; Ahmed, III, 176, 272.)sub]

Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Herhangi biriniz, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe (tam) iman etmiş olmaz”, sözü: Burada en doğru olan kardeşkelimesini genel olarak almaktır. Bu şekilde hem de kâfiri içine almış olur. Dola­yısıyla müslüman kardeşinin İslâm üzere devam etmesini istediği gibi, kâfir kardeşinin de kendisine nasip olan İslâm'a müşerref olmasını temenni eder. Bu yüzden kâfirin hidayete ermesi için duâ etmek müstehap kabul edilmiştir.

Hadis, kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmeyenin imanının tam (kamil) olmayacağı şeklinde anlaşılmalıdır.

Muhabbetten maksat, hayır ve menfaat istemektir. Sonra burada bahsedilen muhabbet dînîdir, beşeri muhabbet değildir. Zira beşeri tabiat, kendisinin yanında başkasına da hayır yapılmasını hoş karşılamayabilir. İşte insanın beşeri tabiatına karşı gelip, kendisi için istediğini kardeşi için de istemesi gerekir. Kişi kendisi için istediğini kardeşi için istemediği takdirde hasetçi sayılır. Haset, Gazali'nin (v. 505/1111) dediği gibi üç kısımdır:

  • 1. Başkasına verilen nimetin ondan gitmesini ve kendisinde olmasını istemek,

    2. Kendisindeki malın veya ona olan sevgisinin kaybolması pahasına da olsa, başkasına verilen nimetin gitmesini istemek. Bu birincisinden daha kötüdür.

    3. Başkasına verilen nimetin gitmesini istememekle beraber, onun yükselmesine ve kendinden daha üst düzeyde olmasını hoş görmeyip eşitliği isteyip fazlalığını istememek. Bu da haramdır. Zira ALLAH celle celâluhunun yaptığı taksimata razı gelme­miş sayılır.


Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:


Rabbının rahmetini onlar mı paylaşırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık."90

Kim kısmete rıza göstermezse, yaptığı taksim ve verdiği hükümde Allah’a karşı gelmiş demektir.

İnsanın nefsini islah etmesi, onu kadere rızaya alıştırması; ve nefse hoş gelmese de düşmanı için hayır duada bulunması gerekir. [91]


أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ

Resim---"E hum yaksimûne rahmete rabbik(rabbike), nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâve refa’nâ ba’dahum fevka ba’dın derecâtin li yettehıze ba’duhum ba’dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmaûn(yecmaûne): Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Biz onların dünya hayatında maişetlerini (geçimlerini) aralarında taksim ettik. Onların bir kısmının derecelerini, diğerlerinin üzerine yükselttik (üstün kıldık). Onların bir kısmı diğerlerini emrinde çalıştırsın diye. Ve senin Rabbinin rahmeti, onların topladığı şeylerden (başka insanları çalıştırmayıp biriktirdikleri paradan) daha hayırlıdır." (ZUHRÛF 43/32)

[90] Zuhruf: 43/32.
[91] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 77-78.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

Ebu Mesûd’dan (r.a) nakledildiğine göre Allah Rasülü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

Müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç şeyden dolayı akıtılır: Evli iken zinadan, adam öldürmekten, dininden dönüp cemaati terketmekten.[92]


Efendimiz'in (s.a.v), Evli iken zina edensözü: Evliden maksat evlenip sahih bir nikahla eşi ile cinsi münasebette bulunan, bundan sonra da zina eden kimsedir. Bu recmedilir. Her ne kadar zina etliği anda evli olmasa da bu kimse muhsan (namuslu) diye vasıflanamaz.

Efendimiz'in (s.a.v),
adam öldürene karşı öldürme,sözü: Bunda da denklik şarttır. Mesela, kâfire karşılık müslüman, köleye karşılık hür bir kimse Şafiilere göre öldürülemez, Hanefilerde ise öldürülebilir.

Efendimiz'in (s.a.v), “dininden dönüp, cemaati terk eden” sözü: Allah muhafaza etsin bu kimse mürtettir. (Dinden dönen), bazan cemaati terk etmemiş olabilir, Yahudiler gibi. Yahudi hiristiyan olsa veya hiristiyan yahudi olsa öldürülür. Çünkü bu durumda cemaatten ayrılmasa da dinini terk etmiştir.

Dininden dönenler hususunda iki farklı görüş vardır:

En doğru olanı: Öldürülmezler ve eman verilen kimseler içerisine dahil edilirler. Diğeri de öldürülürler. Zira, daha önce inandığı dinin yanlışlığına inanmış, daha önce batıl saydığı başka bir dine girmiştir, ki bu doğru bir şey değildir. Dolayısıyla serbest bırakılmaz. Müslüman olmazsa öldürülür. Daha önce geçen bir yerde de öldürme olayının olduğu geçmişti.
[93]


[92] Buhari, Diyat 6; Müslim, Kasame 25, 26; Ebu Davud, Hudûd 1; Tirmizi, Hudûd 15; Nesai, Tahrim, 5, 11, 14; Ahrned, I, 61, 63, 65, VI, 181, 214.
[93] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 79-80.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KIRK HADİS - İMAM NEVEVİ

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim


15. Misafir Ve Komşu Hakkı

Ebu Hüreyre’nin (r.a) rivayet ettiğine göre Allah Rasülü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

Allah'a ve ahirete inanan hayır söylesin ya da sussun.
Allah’a ve ahirete inanan, komşusuna ikramda bulunsun.
Allah'a ve ahirete inanan misafirine ikram etsin.
[94]


Efendimiz’in (s.a.v), “Allah’a ve ahirete inanan hayır söylesin, ya da sussun.” sözü:

İmam Şafii der ki:

Hadisin manası, kişi konuşmak isteyince düşünür, herhangi bir zarar gelmeyeceğini anlarsa, söyler, eğer zarara uğrayacağını anlar veya zarara uğrama ihtimali bulunursa susar.

Endülüslü büyük Maliki imamı Ebu Muhammed b. Ebi Zeyd şöyle der:

Hayra vesile olan davranışların tamamı, şu dört hadisten çıkar:

1. Efendimiz’in (s.a.v), “Allah’a ve ahirete inanan hayır söylesin ya da sussun.” sözü.

2. Efendimiz'in (s.a.v), “Kişinin iyi bir müslüman olduğunun alametlerinden birisi de kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir. [95] sözü.

3. Efendimiz’in (s.a.v}, kendisine özel tavsiyede bulunduğu bir kimseye, “Kızma[96]sözü.

4. Efendimiz’in (s.a.v), “Her hangi biriniz, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz.[97] sözü.

Ebul-Kasım el-Kuşeyri’nin şöyle dediği nakledilir:

Yerine göre susmak, olgun kimselerin özelliğidir. Aynı şekilde yerinde konuşmak ta, en şerefli bir özelliktir.” Kuşeyri devam ederek diyor ki:

Ebu Ali ed-Dahhâk’ı şöyle derken işittim: “Hakkı söylemeyen dilsiz şeytandır.” O, Hilyetül-ulema isimli eserinde aynı sözü bir çoklarından nakleder.

Hilyetül-evliya’da, insanın ancak ihtiyaç olduğu kadar konuşması, aynı şekilde kazancından da ihtiyaç duyduğu kadar infak etmesi gerekir, demektir. (Ebu Nuaym) diyor ki: “Eğer (konuştuğunuz her şeyi yazması için) hafaza meleklerine kâğıt alacak olsaydınız, söyleyeceğiniz birçok şeyden vazgeçerdiniz.

Efendimiz'in (s.a.v) şöyle dediği nakledilmiştir: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen konulardan az konuşması onun anlayışlı olduğunun işaretidir.

Yine Efendimiz'in (s.a.v) şöyle dediği nakledilmiştir.

Afiyet on şeydedir. Onlardan dokuz tanesi susmakladır. Ancak Allah Teâlâ'yı zikir etmek için susmaz.[98]

Susan kimse selamette olur. Söyleyen de ganimet elde eder denmiştir. Bir kimseye, niçin susmayı tercih ediyorsun, diye sorulunca:

Ben hiçbir zaman sustuğum için pişman olmadım. Fakat konuşmamdan dolayı defalarca pişmanlık duydum.” demiştir.

Yine, “Dil yarası, el yarası gibidir.” denildiği gibi; “Dil yaramaz köpek gibidir, onu bırakırsın ısırır.” da denmiştir.

Hz. Ali’nin (k.v) şu şiiri söylediği rivayet edilir:

Kişi, dil sürçmesinden ölür, yoksa ayak sürçmesinden değil,

Onun sözüyle sürçmesi başını giderir, ayağıyla sürçmesi yavaşlamaya götürür.


Yine şöyle denmiştir:

Konuşmayan kimse kurtulmuştur. Suskun, azık hazırlayan kişi gibidir.

Her konuşana verilecek bir cevap vardır. Kötülüğün cevabı ise susmaktır.

Ne yazık zulüm yapacak kimseye. Öleceğini kesin olarak bildiği halde.


Efendimiz’in (s.a.v), “Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe inanan misafirine ikram etsin” sözü:

Kadı İyaz (v. 544/1149) der ki: “Bu hadisin manası şudur: Kim İslam'ın temel prensiplerini işlerse (yaparsa), misafire ve komşusuna ikram etmesi gerekir.

Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Cebrail bana komşu hakları hususunda o kadar tavsiyelerde bulundu ki neredeyse komşuyu komşuya mirasçı yapacak zannettim.”[99]Yine O (s.a.v): “Kim komşusunu sıkıntıya sokarsa, Allah onun evine komşusunu sahip kılar. buyurdu.

Allah Teâlâ: “Akraba olan komşu, (akraba olmayan) bitişik komşu[100] buyurmuştur.

Komşu dört türlüdür:

1. Seninle aynı evde kalan komşu. Şair şöyle demiştir: “Sen bizimle aynı evde komşu oldun, sen boşsun.

2. Evi senin evine bitişik olan komşu.

3. Her bir yönden kırk ev boyunca olan komşu.

4. Seninle aynı ülkede bulunan komşu. Allah Teâlâ: “...Sonra orada sana pek az müstesna, kimse komşu olmayacaklar. [101] buyuruyor.

Akraba olan bitişik komşunun üç hakkı, uzaktaki akraba olan müslüman komşunun iki, akraba olmayan müslüman komşunun bir hakkı vardır.

Ziyafet, İslâm âdabından ve peygamberlerle salihlerin ahlâkındandır. Leys, misafire ikramın (ziyafetin) bir gece için vacip olduğuna hükmetmiştir. Ziyafetin, hem şehirliye hem köylüye mi yoksa sadece köylüye mi gerektiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafii ve Muhammed b. Abdülhakem, hem şehirli hem köylünün, İmam Malik ve Sahnûn ise; sadece köylülerin misafire ikramlarının vacip olduğunu, zira misafirin, şehirde otellerde kalacak yerler bulup, çarşıdan yiyecek şeyler alabileceğini söylemiştir.

Misafire ikram, ziyafet, göçebe yaşayanların vazifesidir, evlerde yaşayanların değildir.[102] şeklinde bir hadis rivayet edilmiştir. Fakat bu hadis mevzudur. [103]


[94] Buhari Edep 31; Müslim, ilah 74, 77, 85; İbn Mace, Edep 4; Tirmizi, Birr 43.
[95] Tirmizi, Zühd 11, İbn Mace, Fiten 12; Muvatta, Hüsnü'1-Hulk 3; Ahmed, 1, 201.
[96] Buharı, Edep 76; Tirmizi, Birr 73; Muvatta, Hüsnü’l-Hulk II; Ahmed, II, 175, 362, 466, III, 483, V, 31, 370, 372, 373.
[97] Buhari, İman 7; Müslim, İman 71; Tirmizi, Kıyame 59; Nesaî, İman, 19, 33, Darimi, Nikah 29.
[98] el-Hindi, Kenzu’l-Ummal, III, 350 (nr. 6886).
[99] Buhari, Edeb 28; Müslim, Birr 140, 141; Ebu Davud, Edeb, 123; İbn Mâce, Edeb 4.
[100] Nisa: 4/36.
[101] Ahzab: 33/60.
[102] el-Hindi, Kenzu’l-Ummal, IX, 247 (nr. 25867).
[103] İmam Nevevi, Kırk Hadis, Kahraman Yayınları: 81-85.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Cevapla

“►Hadis-i Şerifeler◄” sayfasına dön