FESAD DEVRİ

Peygamber Efendimizin (sav) mübarek sözleri ve Kudsi Hadisler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

FESAD DEVRİ

Mesaj gönderen nur_umim »

Çokca Sorulan Bir Hadis

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan


Mişkâtü’l-Mesâbih’in i’tisam konusu hasen hadisler faslında yer alan Hz. Ebû Hüreyre’nin bir rivayetinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

Ümmetimin fesâda uğradığı bir zamanda sünnetime sarılıp onu yaşayan kimseye yüz şehid sevabı verilir.1

Rivâyetler:
Halk dilinde hadis diye dolaşan sözlerle ilgili kaynaklarda yer almamakla birlikte, sıklıkla sorulan hadislerden birisi, anlamını sunduğumuz bu rivayettir. Ancak hadisin, “Ümmetimin fesadı zamanında sünnetime sarılan kişiye bir şehid sevabı verilir” (el-Mütemessikü bi sünnetî inde fesâdi ümmetî lehu ecru şehîdin)2 rivayeti de bulunmaktadır. Bu rivayet “yüz şehid sevabı verilir” rivayetinden daha az zayıftır. Hadisin, tek farkı el-Kâimu bi sünnetîdiye başlamak olan bir üçüncü rivayeti daha bulunmaktadır.3

Her ne kadar sorular, genellikle men temesseke diye başlayan ve yüz şehid sevabı kaydını taşıyan rivayet üzerinde yoğunlaşsa da el-mütemessikü diye başlayıp bir şehid sevabı verileceğini bildiren rivayet daha kayda değer gözükmektedir. el-Beğavî’nin önceki rivayeti, kaynak göstermeksizin (muhtemelen “hasen li ğayrihi” kabul ederek) hasen hadisler arasında nakletmiş olmasını, Tebrîzî’nin de bu konudaki suskunluğunu anlamak zordur. Ne var ki biz, yüz ve bir şehid sevabı kaydına ve başlangıç kelimelerinin farkına böylece işaret ettikten sonra, zayıf diye nitelendirilen hadislerin de Hz. Peygamber’e ait olma ihtimali taşıdığı gerçeğini dikkate alarak her iki rivayetteki ortak öz üzerinde durmak istemekteyiz.

Hadisin her iki rivayetinde de, özellikle ümmetin fesada uğradığı zamanda sünneti yaşayıp diri tutmaya çalışan kimse, elde edeceği sevap açısından, cephede ilây-ı kelimetüllah amacıyla düşmanla çarpışırkan Allah yolunda öldürülen şehid gibi değerlendirmeye tabi tutulacağı bildirilmektedir. Ortak vurgu budur. Şimdi bu vurgu ve özü anlamaya çalışalım.

Ümmetin Fesâdı:
Ümmetin fesat/bozgun zamanı, bid’atlerin, cehâletin ve günahkârlığın yaygınlık kazandığı zaman olarak açıklanmaktadır.4 Bunun anlamı, İslâm ümmetine kimliğini kazandıran değerlerin herhangi bir şekilde ümmetin hayatında etkisiz hale gelmesi demektir. Böylesi bir durum, tam anlamıyla fesat ve bozgun ortamıdır. Bu ortamın boyutları “değer kaybı”nın oranına göre genişler veya daralır. “Değer kaybı”nın göstergesi olarak da Sünnet-i seniyye’nin günlük hayatta etkinliğini kaybetmesi, bidatlerin, cehâletin ve günahların gölgesinde kalması olarak kabul edilmektedir. Çünkü her inanç sistemi gibi İslam inançları da sosyalleşmek ister. Bunun yolu ise, Sünnet-i seniyye’dir. Toplumda İslâmî hayatın varlığı ve kalitesi, sünnetin kendine özgü sınırlara uygun olarak yaşanmasıyla ölçülür.

Sünnet:
Sünnetime sımsıkı sarılan”ve “Sünnetimi ayakta tutan” ifadelerinde yer alan Sünnet terimi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, bizzat yaşayıp biçimlendirdiği, mübarek sözleriyle anlatıp tanıttığı müslümanlık pratiği/uygulaması demektir. Hz. Peygamber’in yaşayışı, Kur’an-ı Kerîm’in fert ve toplum hayatında -tüm seçenekleri ile- canlandırılmış şeklidir.

Peygamber Efendimizin Allah elçiliği evrensel nitelikte olması dolayısıyla onun talimat ve yaşayışı yani sünneti de bu elçilik çerçevesine ve süresine uygun bir zenginlik, esneklik ve ahenk içinde ortaya konulmuştur. Yani Sünnet, dünyanın herhangi bir yöresinde müslüman olacak insanların kendi şartlarında yaşayabilecekleri dinî yorumları ve uygulamaları içerir.

Şu bir gerçektir ki böylesi bir muhtevâ zenginliğini ve uygulanabilirlik özelliğini başka hiçbir kimsenin hayatında bulmak mümkün değildir. Bu sebeple, hadisimizde herhangi bir sınırlamaya yer verilmeden tüm devir ve yöreleri kapsayacak şekilde “benim sünnetime sımsıkı sarılıp onu yaşayan” diye sünnet-i seniyye’ye vurgu yapılmış, müslümanlara hedef gösterilmiş ve fevkalâde anlamlı bir görev yüklenmiştir.

Şehid Sevabı:
Sünnetin baş düşmanı bid’atin, yanlışların kaynağı cehâletin ve dolayısıyla günahların yaygınlık ve hâkimiyet kazandığı ortamlarda sünnetin hatırlanmasını ve yaşanmasını sağlayacak adımlar atmak, aslında o ortamlara gerçek bir hayat iksiri aşılamak, oraları yeniden İslâmlaştırmak demektir. Bu da takdir edileceği gibi fevkalâde zordur. Köklü bir inanç, büyük fedakârlık ve dayanıklılık, ihlas, sabır ve gayret ister. Bir başka hadis-i şerifin ifadesine göre “avuçta kor tutmak”5 gibi bir yiğitlik işidir. Çünkü bid’atler, inanç konusundaki bozgunu; cehâlet, inanca bağlı davranışlardaki sakatlıkları ve günahlar (fısk u fucur) da haram-helal karmaşasını ve günlük hayatın dinî disiplin ve nezâhetten uzaklaşmasını yani dînî açıdan tam bir anarşi ortamını ifade eder.

İslâm’ın, kendisinden önceki Câhiliyye toplumunu tüm yanlışlarından arındırıp yepyeni bir toplum oluşturması yaklaşık olarak çeyrek asırlık zorlu mücâdeleyi gerektirmiştir. Mekke ve Medine dönemlerinde Hz. Peygamber ile birlikte müslümanların karşılamak ve aşmak zorunda kaldıkları güçlükleri şöyle bir hatırlayıvermek konuya ait mücâdelenin boyutlarını kavramak için yetecektir.

Câhiliyye toplumundan İslâm toplumuna geçmek ne ölçüde sıkıntılı ve sancılı olmuşsa, bid’at, cehâlet ve günahkârlığın egemen olduğu yeni câhiliye toplumlarında sünneti yaşamak ve yaşanır hale getirmek de aynı şekilde büyük güçlükleri göğüslemeyi gerektirecektir. Böyle bir adım atacak olan kişi, karşılaşacağı meşakkatler bakımından, dini yüceltmek (i’lâ) için kâfirlerle çarpışan şehid ile eylem ve sonuç benzerliği içindedir. Hadisimizde bu noktadan hareketle, bozgun esnasında sünnetten yana tavır alan kimsenin, İslâm için düşmanla çarpışan ve şehid olan babayiğitler gibi ecir alacağı belirlenmiştir.

Bu sonucu ve hele hele yüz şehid sevabı verileceği rivayetini, teşvik dozu yüksek ve abartılı bulanlar olabilir. Fakat özellikle bid’atlerin yönlendirdiği ve laik-demokratik diye nitelendirilen kimi modern toplumlarda, İslâm adına herhangi bir sünnet uygulamasını toplumsallaştırmaya çalışmanın ya da böyle bir gerçeği hatırlatıp teklifte bulunmanın bile ne ağır suçlamalarla karşılandığı görüldükten sonra herhalde “şehid sevabı” müjdesini anlamak daha kolaylaşmaktadır.

Özellikle Hirıstiyanlık veya Musevîlik ya da bir başka din adına gerçekleştirilen hiçbir uygulamaya gösterilmeyen tepkinin, İslâm adına ortaya atılan hemen hemen her düşünceye ve uygulama teşebbüsüne karşı en acımasız şekilde gösterilmesi, hadisimizdeki tespitin ne ölçüde yerinde olduğunun güncel delilidir. Hatta şeâir-i dine (simgelere) bile “irtica” yaftası vurulduğuna tanık olmak, sünneti yaşamak isteyen kişilere neden şehid sevabı verildiğini anlamak için yeter gösterge olsa gerektir.

Netice:
Hadisimizin “yüz şehid sevabı verilir” rivayeti pek zayıf (zaîfun cidden) diye değerlendirilmiştir.6Bir şehid sevabı verilir” rivayeti ise, diğer ravileri güvenilir olmasına rağmen senedindeki Muhammed b. Salih el-Adevî’nin tanınmaması sebebiyle “zayıf” diye nitelendirilmiştir.7 Hadis ilminde teşvik ve uyarı (tergîb ve terhib) için zayıf hadis rivayeti belli ölçüde müsâmaha/hoşgörü ile karşılanmaktadır.

Eğer rivayetlerin sıhhati sâbit olsaydı, ümmetin hayatında görülecek bozgun ve fitnenin yoğunluğuna göre, sünnet’i ihya ve yaşama gayretlerinin bir ilâ yüz şehid sevabına değer bir davranış olacağı yorumu yapılabilirdi. Şimdi ise, özellikle fitne zamanlarında sünnete sarılıp onu yaşamaya çalışmanın bir anlamda cihad niteliğinde zorlu ve soylu bir eylem olduğunu söylemek mümkündür. Netice itibariyle günümüzün böylesi kutlu bir cihad ortamı olduğu ise, apaçık ortadadır. Allah teâlâ, müslümanların yardımcısı olsun.


Dipnotlar:1) el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, I, 41; Beyhaki, Kitabü’z-Zühd (İbn Abbas’ın rivâyeti olarak). 2) Bk. et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, V, 315 (nşr. Târık b. Avdullah); Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, I, 172; İbn Adiy, el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl, II, 739 (fi tercemeti Hasen b. Kuteybe, vehüve hâlik) 3) Bk. Ali el-Muttekî, Kenzü’l-ummal, I, 310 (Hakim’in târihinden naklen), Bu rivayette de bir şehid sevabı verileceği bildirilmektedir. 4) Bk. Ali el-Kaari, Mirkâtü’l-mefâtîh, I, 422-423 5) Tirmizî, Fiten 73 ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 390 6) Bk. el-Albânî, Silsiletü ehâdisi’d-daîfe, I, 497; a. mlf., Daîfu’t-Terğıb ve’t-terhib, I, 8 7) Bk. Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, I, 172
Resim
Cevapla

“►Hadis-i Şerifeler◄” sayfasına dön