2008 Mayıs Haber Arşivi

2008 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 08.05.2008 Saat: 14:02 Gönderen: kulihvani

Resim

ALTIN SÖZLER

Bawa Muhyiddin (ks)

Çeviri : Barboros SERT


Domuza inciler takma!
Domuz incilerin değerini bilmez.
Allah’ın hazinelerini,
Hakikat ve irfanının hazinelerini şüphe ile dolu bir adama ya da Allah’a imanı olmayan bir kişiye verme!
Böyle bir adam iyiyi yok edecektir.

Yılanlar hoş renkleri ve kokuları ile güzel ve zarif görünebilirler,
Fakat birini yakalayıp onu yetiştirmeniz akıllıca bir iş değildir.
Her ne kadar güzel görünürse görünsün, zehirli dişleri vardır.
Vücudunuzun etrafına sararsanız, zehirli niteliklerini gösterir ve ölürsünüz.

Eğer hakikaten bir yılan büyütmek istiyorsanız, onu yakalayın, dikkatlice tutun ve dört zehirli dişini söküp çıkarın.
O zaman onun zehrinden kurtulabilirsiniz.
Böyle yapsanız dahi, onun nitelikleri değişmeyecektir, halen hışlamaya ve ısırmaya devam edecektir.
Hatta onun dişlerini çıkarmış olsanız bile, onun tehlikeli olabilecek daha az tesirli dişleri vardır bu yüzden onu dikkatsizce tutmamalısınız!

Aynı şekilde, zehirli bir insan yılanı da her ne kadar güzel ve sevecen olursa olsun, onun halen kibir, gurur, haset ve hain bencillik denilen dört dişi vardır.
Onu güzelliği aşkına kucaklayıp taşımayınız.
Böyle yaparsanız acı çekersiniz.
Bunun yerine, yılanın dişlerini çektiğiniz gibi, önce onun kötü niteliklerini uzaklaştırıp onları Allah sevgisi ve irfan ile değiştirseniz, o zaman dikkatli bir şekilde onu güvenle kucaklayıp taşıyabilirsiniz.
Bu her ikiniz içinde faydalı olacaktır.


148.
Başkaları için hislerinde erime veya yumuşaklık göstermeyen,
Kalbi öyle inatçı bir şekilde katılaşmış olan bir adama ilim öğretme!
Senin hakiki değerini ve irfanının olgunluğunu anlamayacaktır.
Senin irfanın ona işlemeyecektir.
O onu sert bir kayaya dönüştürüp geriye sana doğru fırlatacaktır.
Sadece bununla kalmayıp,
Kalbinin dağlarından kara kayalar koparıp seni onlarla taşlayacaktır.
Sonuç olarak birçok üzüntüyle yüzleşirsin.
Hayatın üzerinde başarı sağlamak istiyorsan,
Böyle insanlardan sakınmayı ve kendi yoluna gitmeyi öğrenmelisin.


149.
Ey insan, diğerlerine zarar vermeye niyetlenme!
Yoksa bu, başına akla söze gelmeyen zararlar açar!


150.
Ey insan, kapana kıstırmak için düşmanca davranarak bir başkasının kuyusunu kazma!
Yoksa bu kazdığın kuyu seni yutacaktır.


151.
İyi ve bilge kişilerin yürüdüğü yollara diken serpme!
Yoksa bir gün bu dikenler sana batar.


152.
Ey insan, başka hiç kimsenin senin kadar ilim sahibi olmadığını ve kendinin en çok ilim sahibi olduğunu düşünerek böbürlenme.
Fark et ki daima bir bilen üstünde diğer bir bilen ve bir güçlünün üzerinde bir başka güçlü vardır.
Fark et ki iyiye iyi olan ebedi bir Allah var.

Eğer bunu fark etmeyi başaramazsan, bir gün, tıpkı koca bir filin küçük bir çimen yaprağına takılıp düşebileceği gibi, bütün öğrendiklerin, karmik illizyon cehaletinin bir karınca büyüklüğündeki kuvveti ile yok edilebilir.
Hatta bu “Maya”nın (vehmin) kuvvetinin bir atom parçası kadarı ile bile yok edilmesi mümkündür ve bütün öğrenimin kaybolur.


153.
Ey insan, her ne çalışmış olursan ol ya da ne kadar çalışmış olursan ol, öğrendiklerinde, aklının her dediği şeyi kendini beğenmişlikle takip etme!
Yolda olan İrfan ehli birisine sor ve onun tarif ettiği yönleri takip et!
Eğer irfan ehli birisine rast gelmezsen, kalbini aç ve hatta bir ağaca ya da bir duvara sor!
Adına vicdan denilen, kalbindeki Allah’ın kudreti seni uyaracak ve sana rehberlik edecektir.
Sana “devam et” ya da “devam etme” “doğru” ya da “yanlış” diyecektir.
Eğer kalbin açıksa, vicdanın sana hayatın boyunca yolculuğunda gerekli olacak yararlı meyveleri temin edecektir.


154.
Bir şeyh kendilerini irfanla beslediği oğulları arasında en yaşlı olanına, irfan olgunluğunda yaşça en büyük oğluna : “Senin, olgunluğunun, irfanının ve niteliklerinin kabul edilip saygı duyulmadığı kapı eşiğine ayağını basma. Bu senin için iyi olmayacaktır” dedi.
“Eğer ayağının bu eşiğe basmasına engel olursan, on milyon kat fayda sağlayacaksın.”


155.
Sonra Şeyh : “Oğlum! Seni kabul edip hoş karşılamayan ve açık bir kalp ile beslemeyen bir evde yemek yeme. Bundan sakınmak sana on milyon kat fayda verecektir.”

156.
Şeyh devam etti : “Oğlum! Seninle yaşayanlar, seninle oynayıp sana katılanlar fakat kalplerinde olanı söylemeyenler (gizleyenler) vardır. Onların birlikteliğinden sakınıp kendi hayatına devam etmek sana on milyon kat fayda sağlayacaktır.”

157.
Son olarak şeyh, “Bununla birlikte, oğlum, kalbini açarak eriyen bir kalp ile sana gelen bir kişinin kalbindeki en derin sevgisinden bir bardak su bile kabul etsen, daha önce bahsedilen otuz milyon kat ile birlikte on milyon katta üstüne yarar göreceksin. Sonra bunları böyle sevgiyle veren kişinin kalbine bir rahatlık olarak sunarsın."

158.
Oğlum!
Bütün hayatın iki sözcüğe sığdırılabilir:
El-hamdu-lillah ve Tevekkül-alallah.
Her şey için Allah’a hamd etmek ve kesinlikle Allah’a güvenip O’na teslim olmak.
El-hamdu-lillah de ve su anda oluyor olanlar için Allah’a hamd et simdi.
Tevekkül-alallah de ve gelecek anda olacak olan şeylerin sorumluluğunu Allah’a bırak!
Bu iki görevi tıpkı Allah’ın O’nun görevlerini yaptığı gibi (masivaya)bağımlı olmama hali ile yap!

Hayatini bu iki sözcükle bütünleştir!
Daha sonra, Allah’ın niteliklerini kazan!
O’nun fiillerini yap, O’nun rehberliğinde yürü, kalbini onun şefkatiyle kandır!
Ve bütün açlığı(aç olanların açlıklarını) kendi açlığın gibi ve bütün hastalığı kendi hastalığın gibi hisset!
Diğer yaşamlara hizmet et ve onların kalplerine Allah yolunda huzur ver!
Bu görev, senin aziz irfanın, ibadetin ve meditasyonun olacaktır!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 10.05.2008 Saat: 11:19 Gönderen: kulihvani

Resim

Dava-Dâvet-Dua-Denâet...

nur_umim bildirdi…


Bilirsiniz ki “dava”nın sahibi Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtında TEK olup ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’dir.
Sistemini halk etmiş ve Tevhid Davasını
(Lâ ilâhe İllâllâh) ilân etmiştir.
Lâ İlâhe İllâllah (Sâffat 37/35, Muhammed 47/19)
İkinci dava sahibi İblis olmuş ama iflâh olmamıştır.

“Dâvet”in sahibi de tektir ve Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) dir.
Tevhid Dâvetini tebliğ etmiştir.

Muhammede’r Resûlullâh (Ahzâb 33/40) Tevhid Dâvetinin tebliğ sahibidir.

Biz ise hamdolsun Muhammedîyiz ki bize düşen “Dua” dır.
Her zaman, her yerde, her hâlde, her şeyle Tevhid Duası...

Bundan gayrisi Denâettir ki o da alçaklıktır.
Tevhidsizlik, insan olmanın haysiyetine saygısızlıktır.
Ondan da HAKK (celle celâluhu) korusun.

Ne davamız ne dâvetimiz var.
Sadece ve sadece ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in ve Habibi olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in rızası için Duadır BİZimki...

Dava-Dâvet-Dua-Denâet...
HAKK’ın (celle celâluhu) davası, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Dâveti için Dua...
Hakta ve hayırda Bilelik Duası...


“Ve tevâ savbi’l-Hakk ve teva savbi’s-sabr...” (Asr 103/3)
Öyle ya, yüce RABB’imiz (celle celâluhu): “Asra yemin ederim ki” buyuruyor...
Sonsuz zamana...
Sonsuz ise düşünülenin ötesi...
Târifsiz olan...
Zamanın en kısası olan alıp da veremediğimiz ya da verip de alamadığımız yarım nefese...
Asra, yüzyıla, ikindi vaktine...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu âlemi şereflendirdiği zaman dilimi olan asr-ı saâdete...
Meyvelerin sıkılan suyu gibi özün özüne ve özetin özetine yemin ederim ki tüm insanlar hüsrandadır...

Nedir hüsran?...
Hüsran o ki kişi ticareti için sermaye koyar ve sonunda, bırak kârı anayı da kaybederse odur hüsran...


“Hasir-üd-dünya ve’l-âhire...”

Dünya ve âhirette kayıp...
Ancak; imân edenler ve imânları gereği sadık amel işleyenler hariç...
İslâh ve iflâh olanların fiillerini, ehl-i salâhın işlerini işleyenler...
Bir de hakta vasiyetleşenler hariç...
Her zaman her yer ve her hâlde hakk olanı tavsiye edenler hariç...
Bir de sabrı tavsiye edenler hariç...
Gerçek sabırsa birinin sürekli yaptığı kötülüğe tahammül değil de kimse hakkı tanımazken, hakkı hak bilip hayra gitmekte vasiyetleşmektir...
İşte bu dört özellik ve güzellikle vasıflanıp yaşayanlar, hüsranda ve ziyanda olmayan müstesnâ mü’minlerdir...

Tahkîkî imân, sâlih amel, hakkû’l-hak ve sabr-ı cemîl duası...
Ve DOST’un (celle celâluhu), DOST’unun (sallallahu aleyhi ve sellem) duacısı...


Muhammedi muhabbetle…
(Kul İhvani Divanından)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 11.05.2008 Saat: 11:53 Gönderen: kulihvani

Resim

GÖZ YAŞI

MÜNİR DERMAN (ks)

Ankakuşu bildirdi..


Savaş meydanına girmeden evvel ikmalini yapacaksın oğlum!
Hazırla silahını!
O nasıl?
İşte onu hazırlayalım.
İyi dikkat edin kafanıza sokun!
Şu silahlarını yanına al!
Doğruluk çizmesini ayağına giy haaa doğruluk çizmesini!
Çaktır ayağına terlese bile çıkarma!
Adalet patikasında yürü!
Keçi yolu bile olsa.
Faziletle sabrı kendine en mahrem arkadaş yap!
En gizli arkadaş yapma!
Heybende helâl lokma azığından başka bulundurma boş bile olsa.
Yerine taş koy!
Hani insan evlenir nüfus kağıdına geçer.
Hapishâne de yatar.
Müddei-yi umumîlik oraya 5 sene 3 sene şundan yatmıştır der.
Nüfus kağıdında küfür, hata, hak yeme, yalan, yetimimi hor görme, gıybet, dedidoku kayıtları yazılmış olmasın!
Ne demek istediğimi çok iyi anlayın!
Gözlerin aha bu mübârek adam gibi daima yaşlı olsun!
Ne kadar yaşlı olursa gözün, başkası : “Bunun gözü akıyor!”
Başkası : “Bu mutamâdiyen ağlıyor!” desinler.
Allah’a yanaşmanın yoludur o!..
“Yaşın kıymetini, mahiyetini ancak Ârif Adam bilir.
Allah’a yakîn adam bilir. Gözün yaşının kıymetini!..

Allah’ın emirlerini mümkün olduğu kadar kudretin tahammül derecesinde yerine getirmeye savaş.
Dişlerini daima temiz tut haa!
İster takma olsun.
İster benim gibi tabiî olsun.
İster iki üç tane olsun, temiz tut!
Abdestli gez!
Gece namazı kıl!
Her ay üç gün oruç tut!
Sabah namazını kaçırma!
Hastalık derecesinde merhametli ol!
Daima şükret, tövbe et!
Rasûle salâvat getir!
Daima Allah’ı dilinden, gönlünden bırakma!
Bu şu demektir bunların hepisi.
Sana senden yakîn olduğunu unutmamak edebi içinde olursun demektir.
Allah’ı daima ağzında bulunan : “Allah! Allah!” diyen bir adam Sana senden yakîn olan Allah’a : “Benden yakîndir, aman ha edebli oluyum!” demektir.
Yoksa zindana girdikten sonra “Allah!” demek.
Bazılarının zindandır mâbedi haaa!
Bazıları cem cüm olmuş oluyo.
İflasa tuttu mu : “Aman Ya Rabbi!”
Onun da iflas edepsizlik mâbedi.
İnsanın ayıbını diline dolama!.
Hakiki mümin kardeşinden şüphe etmez.
Kâbe’yi bir ayna kabul edersen bütün müminler birbirlerine secde ediyor demektir.
Sana senden yakîn olan birbirimize secde ediyoruz gibidir.

Nasıl sen ona gıybet edersin mümin arkadaşına.
Aman aman aman aman!
En mukaddes mâbed insandır.
Onun için secde edilmiştir insana.
Her insanda bir güzellik vardır aziz cemaat.
Onu görmeye çalışın.
Ayıp görme, gıybet etme bunları kolay gibi görünür amma evet çok kolaydır.
Güç görürsen çok güçtür.
Rasûlullah’a güven!
Güven, güven bin defa güven!
Büyüklerden, velilerden, Rasûlullah’ın verasetine sahip mübârek insanlardan himmet daima insan ister bilirsiniz.
Himmet etsinler diye.
Himmet alacak duruma gel, onların sana himmet etmesi farz olur onlara.
“Efendim bana bir şey ver bana bir şey ver.”
Oğlum o raddeye gel de ondan sonra.
Sana küçük çocuğun, beş yaşındaki çocuğun : “Baba bana tabanca al!”
Gidersin uydurma tabancalardan alırsın.
Hakiki tabancalar verilir mi?.
Sen ona gel, o sana verir.
Sen ona ver.
Beş yaşındaki çocuğunu on yaşındaki çocuğunu şube alıyor mu askere? Yooook!
Askerlik çağı geldi mi nereye gitse çağırırlar.
Sen o çağa gel seni bulurlar.
Bu işlerde acele etmek yok.
Bu lafları kulağına, gönlüne kazı!
Ondan sonra savaş meydanına git!
Demin ki Allah’a kasem ederim ki.
Allah şu kürsülerden indirmesin ki.
Rasûlullah Efendimiz o zaman seni bekler karşıda.
Yap bunları, Sallallahu Aleyhi Vesellem neredeyse mübârek cesed-i mübârekleriynen geceleyin Odun Pazarı’ndaki evine girer.
Senin rüyana girer veya gelir bu üst odada bakın.
Milyarlarca insanın içinde felan mahalleden felan kişi böyle yaptı.
Ben onun bu gece rüyasına gireceğim sahabem olacak demiştir.

Bunlar saçma lakırtılar değil.
Hak kokusunu gayıbdan duyan, sendeki batıl kokusunu nasıl duymaz oğlum?
Duyar duyar amma yüzüne söylemez insan.
Örter!.
İyi koku göklere çıktığı gibi, pis koku da göklere çıkar.
Hırs, şehvet, kibir kokusunu söz söylersen karşındakinin manevî burnu var ise soğan kokusu gibi alır onu.
“Sizi topraktan yarattık” duymadın mı âyet-i kerime.
Seni tekrar toprağa alacağız.
Ham meyve.
Reisi Cumhura ham meyveyi götürmezler oğlum.
Olmuş meyve saraya gider.
Oldu mu dalda da duramaz düşer aşağıya.
Ananın karnında iken kan emdin kan, kan!
Daha söylenecek daha bir şey var ama, ben söyleyemeyeceğim onu.
Sen kendin, kendi kulağına şöyle bir boru tak söyle kendi kendine.
Çarşıdan bir nar alacaksan ağam, nar mevsimi gelecek .
Filan narı ararlar, çürümüş çatlamış narı değil mi?
İçindekini gösteren nar..
Onun çürümesi sana içindeki tanesi olduğunu söylüyor.
Onun mübârek çürümedir ki can kutusundaki inci gibi ağzından gösterir müslüman..
Böyle bir girer ruhunun bütün temizliği dışarı çıkar.
Taş bile olsan gönül sahibine erişirsin, cevher olursun oğlum.
Öküzün rengini dışından insanın rengini de içinden ara!
Âyet-i kerime vardır.
Sibgatullah, Allah boyası.
İşte o boya hepimizde vardır.
Bir taş parçasını atarsın bir testiyi kırarsın.
Kırılır desti ama.
Pınar suyu yine vardır oğlum!
Evet. Çukura su doldur, 15 gün sakla kokar.
Fakat çukur dipten kaynarsa koku, neslin, yediğin, aldığın gıdan mıdadan hepsi helâl olsun ona.
Onun için aziz cemaat şekli yok kendisi var bir cihandan bahsediyoruz.
O zahiren var ise sebatsız şekilden ibarettir.
Senin cihan dediğin aha bu dünya.
Onun için demin dedim ki ağlayın,ağlayan gözden ibarettir.
Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.
Akarsu nereye akarsa orası yeşerir.
Gözünden gözyaşı varsa oraya bak, rahmet nazil olur.
Şüphe etme bu sözden.

Ateş, ateşe tapana bile lütfetmez.
Ateşe tapanlar bile ataşe girse yakar ateş.
Ateş yine o ateştir.
İçine gir de gör, yakar.
Ateşin tabiatı değişmez.

Ey Allah’ın kılıcı izinle keser izinle yıkar.
Yörüğün çadırına misafir gittiği zaman.
Yörüğün çadırının kenarındaki iri köpekler kuyruk sallar.
Ama yalınız gidersen kıllar parçalarlar insanı.
Kullukta köpekten aşağı mı insan oğlu?
Misafire gidiyor yörüğün şeyine.
“Bu yörüğün, benim efendimin misafiri!” diye kuyruk sallıyor köpek.

Sen Allah’a kulluk edersen ateş nasıl yakar seni?
Nasıl yakar ateş?
Kelimeleri iyi kafanıza koyun.
Ateş İbrahim’e diş geçiremedi.
Geçirebildi mi diş?

Şeyban-ı Rai Hazretleri ümmî bir adam.
Ama dediğim gibi Cuma namazına giderken koyunlarının etrafına çoban bir çızgı çızarmış.
Ne koyunlar çızgıdan dışarı çıkar, ne kurtta çızgıdan içeri girermiş. Niye?
Hürmetten hürmetten!
Kaza ve Kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz oğlum.
Çünkü bizi pençeleştiren savaştıran da kaza kaderdir.
Hakk’ın arıya öğrettiğini aslan bilemez oğlum!
İpek böceğine öğrettiği o iplik yapmağı da fil bilmez.
Bunları anlamak için insanda iki kulak vardır biri eşşek kulağı. Eşşek kulağını kapa!
Başka bir kulak al!
Bu sözümü de eşşek kulağı anlayamaz haaa!
Şöyle dedi, böyle dedi.
Allah’a yanaştı mı insan her şey yapar oğlum velî olur.
Bundan şüphe etme!
Bundan şüphe eden adam.
Şakku’l- kamer hadisesinden de şüphe ediyor demektir.

Şakadan katiyen hastalanmayınız.
Hani kadınlar saçlarını başını sararlar.
“Başım ağrıyor!.”
Bişeysi yok.
Hadis-i Peygamberi diyor ki : “Şakadan hastalanır gerçekten hastalık getirir.”
Kötü işi deri örter oğlum deri!
İyi işi gayb alemi örter yaaa!
Arada bu fark var.
Paralardan padişahların Reis-i Cumhurların ismini kazırlar. Değişiklik yaparlar.
Ahmed’in adını kimse kazıyamadı şimdiye kadar, demin dediğim.
Çünkü adı Allah yazdı.
Gönül kendine sır veremez.
Ok kendini uzağa atamaz.
Görmedikçe bu işleri..

Her göz açıp kapamada ölüyor ve diriliyoruz oğlum.
“E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin.”
Her dakika ölüyoruz, her dakika canlanıyoruz.
Şöyle bir deyneğin ucuna ateş olsa, şöyle çevirdiğim zaman onu das daire görürsün değil mi.

Bu bak saniye de 60 defa yanıp sönüyor musun?
İnsanlarda böyle mutamâdiyen ölüp de diriliyoruz.
O kadar çabuk ölüp diriliyoruz ki biz farkında değiliz.
Onun için her an : “Lâ ilâhe illallah” de!
Öyle ölüp dirilme anında gidiveririz.
“Dünya bir andan ibarettir” buyurmuştur.
Hadis-i Peygamber-i Rasûlullah efendimiz!
Bu ömrümün uzunluğu Allah’ın tez halk etmesindendir öldürür dirilir.
Biz yaşadık sayıyoruz.
Allah’ın yeniden yeniye ve süratla halk etmesi öldürür böyle uzun ve daimi gösterir bize.
Yaşamda insan kendiliğinden bilemez.
Âlim olsa da Fazıl olsa da ona öğretilir.

Hani himmet var ya, geldik şubesine.
Askere kaydedildin evvelden amma yaşın gelmedi.
Yaşın gelsin öğretirler sana.
“Sen öğrendin mi Hoca Efendi?” diyeceksin bana.
Bilmesem bu tehlikeli kürsüden herhalde mırıldanmam oğlum.
Irmakla deniz, bir çöpü başının üstünde taşır.
Deniz bu kereminden dolayı eksilmez oğlum.
Leş atsan üzerine çıkar.
Çöp at üstüne çıkar, başında tutar.
Bu lakırtıyı muhakkak anlamadınız.
Öyle ne demek.
Çöp mü, ne yapayım.
Kaza gelince bilgi uykuya dalar oğlum.
Ay kararır gün tutulur.
Gaflete geldim nasıl oldu bilmiyorum.
Kaza ve kaderi inkar edenin inkarı bile bil ki kaza kaderdir.

Bir zengin adamın Sungur isminde bir kölesi varımış.
Hazreti Mevlânâ Mesnevide anlatır.
Bir sabah Sungur’a : “Oğlum kalk!” demiş.
“Peştemâlı havluyu, mavluyu hazırla hamama gidelim!”
Çokta severmiş kölesini.
“Baş üstüne!” demiş hazırlanmışlar ve evden çıkmışlar.
Derken sabah namazı okunmuş.
Sungur demiş ki : “Efendi!” demiş. Çokta severmiş.
“Bana müsaade etsen kerem sahibisin. Şu namazı kılıvereyim!”
“Hay hay Sungur!” demiş
“Sen kıl!” demiş
“Ben şurdaki kahvede oturayım sabahçı kahvesinde” demiş.
Sungur girmiş namazı kılmış herkes çıkmış, sungur çıkmıyor camiden beş on dakika.
Ordan bağırmış.
İşte camide pencere mencere var ama cam yok.
“Hey sungur!” demiş “Hadi oğlum!”
“Efendi demiş bi beş dakika müsaade et bırakmıyorlar!” demiş.
Beş Dakka, Beş Dakka. On Dakka.
“Sunguuuuuuuur!”
“Bırakmıyorlar efendi!” demiş.
Gelmiş caminin penceresine
“Oğlum!” demiş.
“İçeride kimse yok. Kim bırakmıyor?”
“Seni içeri sokmayan bırakmıyor!” demiş.
Aha bu işte.
İnsan sıhatta mıdır.
Zıdların sulhu var, uyuşması var demektir.
Aralarında savaşın başlaması da, hastalık ölümdür.
İki parmağını iki gözünün üzerine koy.
“Peki ağam. “
Bi şey görebiliyor musun?
Yok be insaf artık yav.
Şöyle gözünü kapattığın zaman bişey göremiyorsun.
Gördün mü? Yok göremiyorsun elini.
Ee insaf et artık.
Bana yakin olan şeyi göreceğem.
ve de tüh be.
Gerçek işte bu.
Sen göremezsin de dünya yok değil ya.
Kusur ancak şu nefsin, parmağındır.
Gözler, göz islamda göz nedir bilir misin?
Dostu gören göze derler ağam!
Öyle bilmem sinemayı seyreden, şurada yazı var.
Rahmetli iki kitap oku de.
Aha burada isen nesini göremen.
Hazreti Ömer hurma dibinde uyuyormuş sormuş veli.
“Emire’l- Mü’minin nerde?” demiş.
“O hurma dibinde haktan ayrılmış gölgelikte uyuyan Tanrı gölgesidir” demişler.
Vahiyler peygamberleredir.
Vahiy zahiri duygudan gizli söze denir.
Onun için bir ayıp işlersen edebe riâyet ederek onu Allah’a isnad etme.
“Her şey Allahtan” deyip de..

Hazreti Âdem’i cennete koydu.
Sonra şeytana dedi ki.
“Git ona bir şeyler yedir kovacağım onu” dedi.
Değil mi?
Allah’ın emri olmadan şeytan cennete girebilir mi?
Nasıl girer o?
Âdem bu işi yaptı kovdular cennetten.
Dikkat buyurun burası çok ince bir nokta.
Âdem ne dedi.
Biliyordu bunun yapıldığını.
Bizim aklımız kesiyor da Âdem Peygamberin nasıl aklı kesmesin.
Şeytanın ona Allah’ın gönderdiğini, kandır bunu demesini.
“Ya Rabbi ben kendi nefsime zulmettim!”
Allah’a isnad etmedi kendi üzerine aldı suçu.
Aldığı için Cenâb-ı Allah’ta affetti.
“Nerden bu Allah’ta bunu verdi başıma aman!” demez.
“Aman!” demez.
Şimdi anladın mı?

“Ben kuluma hastalıkları hediye için veririm” diyor.
“Kabahati kendinde bul da bana yükleme!”
“Hayrihi ve şerrihi minallahi teâla ama sen öyle kabul etmeyeceksin” diyor.
Edebe gireceksin.
Nedir murad?
Ahirette öğrenirsin.
Yakındır belki biz de ölürüz 10 gün içinde belki.
Yahut üç ay sonra..
Suçu kendine atfettiği için:
“Nefsime zulmettim Ya Rabbi!” dedi.
Hak bu.
Onun için ilim, hikmet hepsi helâl lokmadan doğar, helâl lokma ye, yediklerin helâl olsun!

Yağmuru vardır oğlum âlemi beslemek için.
Yağmuru vardır âlemi perişan etmek için.
Yağmuru vardır görünmez yağmur.
Bir gün Sallallaha Aleyhi Vesellem Efendimiz,
Hazreti Aişe Validemiz nereye gitti Rasûlullah peşinden gideceğim. Kapıdan çıkmış, çıkacak.
“Başım açık!” diye Rasûlullah’ın ridası varmış, O’nun başını örttüğü ridasını almış başına onu .
Başına almış Hazreti Aişe Validemiz.
Gitmiş mezarlığa doğru.
Yağmur. Müthiş bir yağmur.
Islanmış dönmüş gerisin geriye.
O sırada Rasûlullah efendimiz gelmiş.
Rasûlullah efendimize şöyle yapmış.
Hazreti Aişe validemizi de çok severmiş.
Rasûlullah Efendimizin böyle üstüne elini sürmeye başlamış.
“Ya Aişe ne oluyorsun?” demiş.
“Ya Rasûlullah senin üstünde ıslaklık yok!” demiş.
“Biraz evvel ben senin geldiğin taraftan geldim. Sağnak halinde yağmur yağıyordu!”
“Ya Aişe!” demiş.
“O senin bildiğin yağmur değil!” demiş
“basında ne vardı? ” demiş.
“Ya Rasûlullah başım açık çıkmayayım diye senin ridanı örttüm çıktım dışarı!”
“O Rahmet-i İlahiyedir!” demiş.
“Benim ridamı örttün de sen öyle yağmur diye gördün onu!”
Birde böyle yağmur vardır oğlum.
“Efendim göremiyorum!”
Ulan göremezsin be ağam göremezsin.
Ağam şekerim şöyle suların içinde dönmeye başlar.
Etraf dönmeye, ilaçlar, soba hepimiz dönmeye başlarız.
Ulan ağam biz dönmüyoruz sen dönüyorsun.
Ev dönmüyor.
Bak afatı şiyden afallıyor insan neresi olduğunu.
Trene bin.
İlk tren geldi durdu.
Sende o arkadaşınan konuşurken trenin bir tanesi kaçtı.
Hangisi kaçtığının farkında değilsin.
O kaçar sen gidiyormuş gibi geliyor.
Ulan bir metre içindesin.
Ondan sonra bana benden yakîn bilmem neyi görürsün.
Görürsün ağam.
Soğuk su, kar olmuş üzüme dokunmaz ağam.
Gorukların hepsine dokunur.
Çünkü goruk daha kemâle gelmedi.
Ağlamak da kemâle getirir.

Bir yerde yoksul, muhtaç perişan bir insan mı gördünüz.
Hırsızdır, bilmem nedir, eşkiyadır, sarhoşdur yahut daleveracıdır.
Ben çok öyle şeyler biliyorum.
İslami bazı etiketler var onları koymak istemiyorum üzerine.
Hacı var.
Ne kadar Hacı?
Efendim hacıyı mı görüyorsunuz?
Ben ötekilerini gördüğüm için hacı da öyle yaparsa boğarım onu. Çünkü mü’min arkadaşım.
Muhakkak böyle düşkün insanlar var ise bu yoksulun haberi olmadan bir suç işlemiş, bir kemâl sahibinden kaçmıştır.
Askerlik çağına gelir herif.
Efendim eve gelirse Adana’ya gitti der.
Şube Adana’ya yazar.
Adana’da böyle bi şiy yoktur.
Gelir efendim ordan Ankara’ya geçti.
Herif iki sene izini kaybeder.
Aha nedir bu.
Yoksula bağımlı.

Vedduhâ Sûresi!nde Cenâb-ı Peygamber bir yoksula bağırdı da.
“Ya Habibim bağırma dedi Ona.”
Herkes doğru söylüyemez oğlum kudreti yoktur.
Doğru söylemekte bir kahramanlıktır.
Her kuş bi inciri bütün olarak yutamaz.
İnciri niçin kestin.
Hatırıma incir geldi.
Bir kuş bir inciri yutamaz.
Niye inciri seçtim.
Elma diyebilirdim, üzüm diye bilirdim.
Vettini zeytun.
“Vettiyni vezzeytuni” kelimesini unutma!
Hikmetini sana Rabb öğretir
Eğer çalacaksan emek armut çalma, incir çal oğlum incir!
Bu garip gibi görünen lakırtılarımız bulutlu havada kıbleni bulmak, bulmak içindir!
Bulutlu havada kıble ne taraf, güneşi görmediğin için ararsın.
Bu lakırtıları söylüyorum ki bulutlu havada kıblemizi bulalım.
Bize bizden yakîn olan Allah’ı bulalım.
Vucuhun yevmeizin nadiretun.
Ölümden herkes korkuyor biliyorsun, aman ölüm!
Öyle insanlar vardır ki ölüme bıyık altından gülerler.
Kitabımız öyle yazıyor.
Onların kalblerine kimse dokunamaz.
Sepet kırılabilir fakat içindeki incire bişey olmaz.
İslam için ölümün görünüşü ölümdür.
İç yüzü diridir.
Ölümün içi de ölüm olsa bırakalım câmiyi çıkalım dışarı.
Bize sual yok bişiy yok ne yapacağız burada!..

(MÜNİR DERMAN (ks) Sobetlerinden alıntıdır.)



KELİMLER:

İkmal :
Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.
Patika : Yol.
Müddei-yi umumî : Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
Mutamâdiyen : Şüphesiz, sağlam ve kat''i olarak bilmek.(Yakîn: Ma''rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma''rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi''den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenâb-ı Hakk''ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
Kasem : Yemin. Ahdetme.
Rida : Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. * Akıl. İlim. Seha. * Zinet. Parlaklık veren şey. * Hırka.


ÂYETLER :

صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
Resim---“Sibğatellah, ve men ahsenü minellahi sibğatev ve nahnü lehu ağabeydun : Allah''ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah''tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O''na kulluk ederiz (deyin).”(Bakara 2/139)

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---“E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin cedid : İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler. (Kaf 50/15)

وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
Resim---“Ve emmessaile fela tenher. : El açıp isteyeni de sakın azarlama.” (Duhâ 93 / 10 )

وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
Resim---“Vettiyni vezzeytuni : Tîn’e ve zeytûn’a andolsun.” (Tîn 95/1)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
Resim---“Vucuhun yevmeizin nadiretun. : Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır” (Kıyamet 75/22)
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen meryemnur »



Tarih: 16.05.2008 Saat: 10:55 Gönderen: kulihvani


Resim



YAŞANAN SEV


Barboros SERT


İslam dini sevgi ve kardeşlik dinidir.
Biz müslümanlar, birbirimize Resûlullah SAV'in gönlünde sımsıkı sarılan kardeşleriz ve orada BİZ'liği yaşamanın gayreti içerisinde olmalıyız.
Bunu gerektiğinde alenen ifade etmekten ve bunu zuhur ettirmekten dolayı bir çekingenliğimiz olmamalı.

Anne baba, akraba, komşu, din kardeşliği, çoluk çocuğumuza karşı sevgimizi göstermemiz ve sevgiyi aramızda perçinlememizi anlatan bir çok hadis-i şerif vardır.

Bir hadis-i şerifte : “Kim ana-babasının yüzüne şefkat ve merhametle bakarsa, Allah Teâlâ onun için makbul olan bir haccın sevabını yazar.” buyurulmuş ana ve babaya sevgi ve şefkat gösterme teşvik edilmiştir.

Dostlarımıza olan sevgimizi onlara bildirmemiz gerektiği de şu hadisle bize bildirilmiş:
"Sizden biriniz din kardeşini severse bunu ona bildirsin" (Tirmizi; 2502)
Çocuklarımıza olan sevgi ve şefkatimizin dışa vurumu içinse şu iki hadisi bahsetmeden geçemeyiz:

Ebü Hureyre (r.a.)'den nakledildiğine göre bir gün Allah'ın Rasûlü, torunu Hz. Hasan'ı (ö. 50/670) öpmüştü: Orada hazır bulunan el-Akra' b. Habis (r.a.) şöyle dedi: "Benim on tane çocuğum var, fakat onlardan hiçbirisini öpmem".
Hz. Peygamber ona baktı ve şöyle buyurdu: "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz."
(Buharî, Edeb, 18, 27; Müslim, Fadail, 65; Ebü Davud, Edeb, 145; Tirmizî, Birr, 12.)

Hz. Aişe'nin naklettiğine göre bir arabî Allah'ın elçisine gelerek :
"Siz küçük çocukları sevip öpüyorsunuz, biz onları öpmeyiz" dedi.
Hz. Peygamber ona şöyle buyurdu:
"Allahü Teâlâ senin kalbinden merhameti çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim?"
(Buharî, Edeb, 18.)

Kur’ân Fatiha Sûresi ile başlar, Fâtiha Sûreside BismillahirrahmanirRahîm besmeleyi şerifi ile başlar.
Besmele-i şerifte yüce Allah'ın iki büyük ismi bulunur bunlar Er-Rahmân ve Er-Rahîm esmalarıdır.
Her ikisinin de kökü rahmettir.
Allah , Er-Rahmân olarak özeldir bu yüzden bir kişi Er-Rahmân ismi şerifi ile isimlenemez.
Ezelde bütün mevcudatını rahmetine gark etmiş ve mevcudatı Rahmân’ın rahmeti ile halk etmiştir.

Fakat Elmalılı Hamdi Yazır Fâtiha Sûresi tefsirinde derki :
Eğer bu rahmet sadece Rahman'ın rahmeti ile sınırlanmış olsa idi, kulların hayat süresince kendilerinin rahmet göstermelerine gerek kalmayacak o zamanda bir nevi cebiri bir yaşam olmuş olacak idi.

O zaman kişi diyebilirdi ki : “Rahmet ediyorsam Allah ediyordur, etmiyorsam Allah rahmet etmek istememiştir!.” İşte kula cüz-i iradeyi veren yüce Allah, kuluna Er-Rahîm esmasından faydalanması için bu esmayı kullarından da zuhur ettirir ve kullarına da Rahîm isminden faydalandırır ve bizde şefkat göstermekten sorumlu oluruz.

Bakarsınız ki bir anne bebeğini şefkat ile okşuyor.
Öyle ise O'nun Rahîm esmasının bizden açığa çıkması için bizde sevmeli ve şefkat göstermeliyiz.
Bir baba ve anne çocuklarına karşılıksız verdikleri müddetçe Allah'ın El-Vehhâb ismi de kendilerinden tahayyün eder.
İşte anne ve babaya saygı emredilirken, bunun gibi esmaların zuhur yerleri oldukları için Hakka karşı gizli bir hürmet vardır.

Biz esmaların zuhur ettiği mahaliz, yalnız bir şeyi anlamak gerek.
Biz'e verilen herşey Allah'ın mülküdür ve ona aittir.
Esmalarda O'nun isim ve sıfatlarıdır.
Allah bize Er-Rahîm'den fayda vermeseydi bir yakınımız öldüğünde ağlayamazdık bile.
Kişinin kendine verilen şeyleri sahiplenip kendini Allah'tan ayrı görüp bunların hepsini kendisinin sayması ise tehlikeli bir durumdur.

Anneler babalar vardır, çocuklarından menfaat beklerler yahut onların zirvelere gelip iyi para kazanmalarını ve kendilerini de refah içinde yaşatmalarını beklerler bunu umarak çocuk büyüten ana babalar vardır.
Dünyada bir çok anne ve baba çocuklarını küçük yaştan artist olmak, dansçı olmak gibi boş sevdaların peşinde yetiştiriyorlar.
Bunların gösterdiği sevgi ile karşılıksız sevgi veren anne ve babanın sevgisi aynı değildir diye düşünüyorum.
Çünkü ortada çıkar söz konusudur.

Anne ve baba çocuğu sahiplenir de kendi mülkü gibi görürse "Ben bakıyorum", "Rızkını temin eden BEN'im" gibi anlayışlara girerse o zamanda BEN'lik eksenli bir düşünce sistemi husule gelir.
Bu da istenmeyen bir durumdur.

"Peki, Allah rızkını keserse, kimdir size rızık verecek olan?...." (Mülk 67/21)

Çocuk anne ve baba'ya Allah'ın bir emaneti gibidir.
Onu büyütüp, anne ve babalık haricinde sahiplenmeden yetiştirmek ve bakımını sağlamak ile mükelleftir.

Lâkin Kur'ânda :
"De ki: "Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım! O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, babanıza annenize iyilikten ayrılmayın, yoksulluk yüzünden çocuklarınızı öldürmeyin; zira sizin de onların da rızkını Biz veririz,..." (En’âm 6/151)
Buyrularak arka planda işleyen esas rızkı verenin kim olduğunun da unutulmaması istenmiştir.


Eğer anne ve baba çocuğunu Allah'a tercih ediyorsa buda ayrı bir durumdur.
Düşünün ki ebeveyn kişi çocuğunun yanlışlarını ve hatalarını Emrullah'a aykırı olduğunu bile bile onaylıyor ve buna bir itirazda bulunmuyor, buna bugz etmiyor, çocuğuna öğüt vermiyor, uyarmıyor, onu disipline etmiyor ve çocuğuna olan aşırı sevgisi kendisini Emrullah'a karşı geldiriyorsa ve hatta bu iyice aşırıya kaçıp çocuğuna tapar hale dönüştüyse böyle bir sevgide BENCİL bir sevginin ürünüdür diye düşünüyorum.

Bazısı da çocuğunu sever ama başkalarının çocuklarını sevemez, kendi çocuğunu hep diğerlerinin çoklarından üstün görür, kendi çocuğuna toz kondurmaz.
Hatta çocuklarının meziyetleriyle övünmeyi sever.
Bu da yanlış bir eğilimdir.
Başka yaşamlara da sevgi ve saygı göstermeyi, başkalarının çocuklarını da kendi çocuğumuz gibi sevmeyi öğrenmeliyiz.

Anne ve babaların yabancı memleketlerde çocuklarına olan bencil sevgisi öyle aşırı boyutlara gelmiştir ki bu yüzden okullardaki öğretmen öğrenci saygı ilişkisi Avrupa ve Amerika kıtasından hemen hemen silinmiştir.
Anne ve babalar çocuklarının oyuncağı durumuna düşmüşler, çocuklarını disipline ve terbiye etme vasıflarını kaybetmişlerdir.
Bununla birlikte çocuklar boşanma davalarında direkt mal mülk gibi hemen sahiplenilen, "BENİM ÇOCUĞUM" tabiri ile üzerinde paylaşım kavgası yapılan bir malzeme konumuna gelmişlerdir.

Bu sahiplenme öyle boyutlara gelmiştir ki bazı anne ve babalar çocuklarını alıp gizlice başka bir ülkeye firar edip orada yaşamayı dahi gözden çıkarmışlardır.
Bunun örneğini İngiltere'de çok gördük görüyoruz.
Ortada sapıklık, piskopatlık vesaire bir sebep yokken, velayeti üzerlerine alan kim olursa olsun diğerini resmen görmemesi için engelleme ya da görmesini minimuma indirgemeye çalışma gibi bencil bir sahiplenme duygusuna giriştiklerinin canlı şâhidiyim.
İşte bunlar dahi bencil sevginin, çocuğu kendi mülkü kabul etmenin göstergeleridir ki bize kulluk imtihanında negatif not aldıran hareketlerdir.

Örneğin çocuğu ağır bir suç işleyen anne ve babanın çocuğunun sucunu örtmesi, çocuğunun aleyhine mahkemede şahitlik etmemesi, ve bile bile adaletin işlemesine mani’ olması Emrullah'a karşı bir harekettir.
Resûlullah bir hırsızlık hadisesinde, yapan kişinin kendi kızının dahi olması durumunda elini keserdim buyurarak Emrullah'a karşı çocuk sevgisinin önüne geçmemesi gerektiğini dahi dile getirmiştir.

Hatta bazıları, çocukları, kocaları, eşleri ölünce Allah'a çocuklarının canını aldığı için öfke dahi duyarlar.
Bu yüzden cenazelerde sac baş yolmak çığlık atıp feryat ederek aşırı hareketler sergilemek dahi ölümün takdirini yapan canları alan Allah'a karşı bir nevi itiraz gibi olduğundan bir hadis-i şerifte yasaklanmıştır.

Müslümanın bu durumda ki cümlesi:
"inna lillahi ve inna ileyhi raciun: Şüphesiz Biz Allah' tan Geldik ve O' na Döneceğiz" dir. (Bakara 2/156)
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür lakin lafı kısa kesmek lazım.

Dün gece namazdan sonra 4 yaşındaki kızımın odasına girdim, pembe yanakları ile uyurken yüzü pembe bir gülün açmış bir halini andırıyordu.
Rabbimin verdiği güzelliği doyasıya seyretmenin zevki içerisinde, bir yandan da içine geldiği hayatın ve dünyanın kendi aleyhine çalıştığının henüz farkında olmayışını düşünerek gözlerimden iki damla yaş yanaklarımın üzerine doğru süzüldü.
Onları yaşam hakkında yeterince uyaramamamın çaresizliği, ve üzüntüsü içerisinde ellerimi açarak bu halde Allah'tan imanlı olarak büyümeleri ve canlarını da iman üzere teslim eden , Hakk yolunda yürüyen evlatlar olmaları için dua ettim.
Böyle bir anı yaşadığım için ve bana yaşattığı ve rahmet hissini bana tattırdığı içinde Allah'a müteşekkirim.
Çocuklarımı sevmeye neden korkayım ki!...

ALLAH en doğrusunu bilir...

Selam sevgi ve muhabbetlerimle
Gariban
Basildon-UK
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen meryemnur »


Tarih: 17.05.2008 Saat: 15:54

Konu: islam


Resim



KÂMİL ÂRİF VE KEMÂLÂT


Latif YILDIZ

Azîz kardeşim,
Ârif dediğimiz kişi, kendini ve RABB''ini bilen; aklen, naklen anlayandır.
Ârif anlayışında tekemmül edince (kemâlât) kemâl (olgunluk) bulur ve Kâmil olur.
Âşık ise inancını dört dörtlük yaşayan Kâmil Âriftir.
Eskiden dergâhlarda yıllarca süren seyr-ü-sülûk kemâlâtı için çile çekilirdi.
Bugün ise kulluk kemâlâtının seyr-ü-sülûku bizzât hayatın içinde yaşanmaktadır.
İlâhî izzetin nurları nefes nefes şe''ende...
Kaderin kaza adımları alıp-verdiğimiz nefeslerimiz...
Her nefes bir emânettir, görev ve hakları vardır.
Nefsin kendi hevâ ve hevesine uyması ise nefesini isrâf ve haramdır.
Kişi (kul) ya nefsinin şaşkın-taşkın şehvetlerine ve şeytâna razı olup ona uyarak eşkiyâ yolunu seçer, kalbi nifâk ve cehâlet yuvası olur.
Ya da itiraz edip muhalefet ederek Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''in i’tidali üzere evliyâ yolunu seçer, kalbi imân ve kemâlât yuvası olur.
Muradullah, kulun kemâli (kemâlâtı) dir.
Emrullah ise kemâl kurallarıdır.
Mürîd olan sanatlardan sanatkâra SILA eder ki bunun ismi seyr-ü-sülûktür.
Murad olan ise HAKK''ta, HAKK''tan, HAKK''a HAKK''la salâtta;
salâvât sılasının sırrını Sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''de biliş, buluş ve oluştur...
Mürşid-i Mutlak Muhammed Aleyhisselâm''ın Mutlak İmâmlığında elân ikâme edilmekte olan Kulluk Salâtı’na İlim, İrade ve İdrakle İştirak et de ismine ne dersen de!..
Aşk-ü-Cezbe,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-u-Huşû'',
Havf-ü-recâ,
Üns-ü-Heybet...


Kulun kemâlâtı, Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile bilelik ve BİZliktir...
Et-tırnak gibi oluş onurudur.
Kemâlât: HAKK''ı bilmek (ilim),HAKK''a gelmek (irade), HAKK''la olmak (idrak) ve HAKK''ta ölmek (iştirak) tir...
Kemâlât: aklın yarattığına değil de aklı yaratana tapmakta İlâhî,Kur''ânî ve Muhammedî naklî yolu bilmek,bulmak ve yaşamaktır.
Tevhidî kemâlât:
Zâhirdeki, VAHİDî binbir parça aynada (mevcûdda) HAKK''ı görmekle,
Bâtındaki AHADî tek aynada (vücûdda) HAKK''ı görmek arasında fark kalmamasıdır.
Hazır-nâzır HAKK''ın gerçek (ressam), aynalardaki görüntülerin hayalî (resim,işaret,delil) olduğunu anlamak ise Muhammedî Sırr’dır.
Ve unutma ki hayal, hakikatın elbisesidir...
Kemâlât: sûret perdesindeki sîret (ibret-hikmet) oyunundaki kulluk rolünü Muhammedî edeble oynamaktır...
Kemâlât: cûd, vücûd, icâd ve mevcûdu İlâhî İlim ve Muhammedî Edeble bilmek, anlamak ve yaşamaktır.
Cûd: Karşılıksız, mutlak veriş ve cömertliktir.
Kemâlât: incir çekirdeğinden çıkan incir ağacı olup çiçeksiz meyvesinde binlerce çekirdek olmaktır.

Kemâlât: tevhidî tecellî denklemini Muhammedî metodla çözebilme mutluluğudur...

Resim

Cemâl : cim-mim-lâm: Muhammedî lütûf tecellîsi cem'' i.
Celâl : cim-lâm-lâm: İlâhî lütûf veya lânet tecellîsi cem'' i…

Kulun hakkı ve hayrı tercihinde Muhammedî lütûf tecellîsi,
Kulun bâtılı ve şerri tercihinde ise İblisî (şeytânî) lânet tecellîsi zuhûr eder.
Celâl tecellîsi; zıdların zuhûr âlemindeki şe''en "kûn fe yekûnü" olup "ân" içindeki; kevn-ü-fesad, icâd-idam, bekâ-fenâ ve varoluş-yokoluşun nabız atışıdır.
Ne var ki bu işlem çok hızlı olduğundan zaman ve mekan içinde insan gözüne sürekli gözükmektedir.
Alternatif akım gibi "var ol!-yok ol!" kevn-ü-fesadıyla gelen İlâhî Tecellî (celâl-cemâl);
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) redresöründen (ayarlayıcı doğrultucu) geçip fenânın yaramaz dalgaları emilerek, doğru akım olarak Vedûdî ve Muhammedî voltajla insanoğluna ulaşırsa, muradedilen ve emredilen kulluk görevlerini işler ve cennetleri hakeder.
İnsan için fenâ: fe-nun: içindeki sabit nokta (nun) da yok oluştur.
İnsan için bekâ: be-kef: kevnî bilelikte oluştur.
Tüm resimlerde Ressam’ı buluştur.

İşin aslı ve astarı budur.
Yoksa, akıl ve mantığının kulu nice din profesörleri gibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''in; İlâhî, Kur''ânî ve Muhammedî kadir ve kıymetini bilmeyip, delicesine ve direkt olarak İlâhî alternatif akımdan elektirik (Nurullah) almaya kalkarsa dininde, dünyasında ve âhiretinde hüsranla çarpılır.
Hüsran ise kârı bırak anayı da yemektir.
Tevhidî kemâlât:
"Lâ ilâhe" İlmi,
"illâ ALLAH" İradesi,
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)''i İdrak ve
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''e İştiraktir.

"Lâ ilâhe illâ ALLAH" i''tikad ve
"Muhammede''r Resûlullah" sâlih amel tatbikatıdır.

Resim "İnanıp iyi işler yapanları da içinde ebedîyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır. Ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız."
(Nisâ 4/57)

Cennet: cim-nun-nun: Nurullah (imânı) ve Nur-u Muhammed (uygulama) in canda cem'' idir.
Düşündüğünde göreceksin ki can denilen İlâhî Hayy cereyanı (Rahmânî Nefes) ve onun Muhammedî kullanılış edebi KEMÂLÂTtır.
Bizimkisi tefsir değil zevktir.
Zâten, zevkine erilmeyen zuhûrat da sırtta yüktür.
Özde zevk ise zuhûrda huzura ermektir.
Onun içindir ki Muhammedî Tasavvuf İlmi ve Edebi ancak ve ancak yaşanarak öğrenilir ve yaşatılarak öğretilir ve eğitilir.
Muhammedî kemâlât: EL HALİK (cc)''nun sıfatlarını bilmek ve yarattığı kul olarak;
Acziyet,
Fakriyet,
Zillet ve
İllet içinde;
İlâhî Hükümle mâhkum,
İLÂHÎ Emirle me''mur,
İLÂHÎ Emirden mes''ul ve
İlâhî İhsâna muhtac oluşunu İlim, İrade, İdrak ve İştirak yaşayışıdır.

Kemâlât: HAKK''ı bilmek (İlmel Yâkîn),
HAKK''ı tanımak-bulmak (Aynel Yâkîn) ve
HAKK''ı yaşamak-olmak (Hakkel Yâkîn) dir.
Bu ise; tarlaya buğday ektim, ekin oldu, hasat ettim ve buğdayı un ettim demek İlmel Yâkîn;
Hamur edip fırına sürüp pişmesini beklemek ve ekmeği çıkarıp eline almak Aynel Yâkîn;
Ekmeği afiyetle yiyip, ekmek sen, sen de ekmek olmak ise Hakkel Yâkîndir...
Muhammedî Tasavvufta;
İlmel Yâkîn ve aynel Yâkîn, basar-basîret TESLİMİYET seyri,
Hakkel Yâkîn ise İSTİKAMET sülûküdür.
Seyr-ü-sülûkün sonunda ise Muhammedî Yâkînü''l-Yâkîn vardır ki, izâhında işler karışır...

Kemâlât: kendini bilmek-RABB''ini bilmektir.
Kendini ve RABB''ini bilmeyen, câhile kâinât leş ve talibi (isteklisi) köpeklerdir...
Kendini ve RABB''ini bilen kâmil''e ise kâinâtın nuru ALLAH Celle Celâluhu''dur:

Resim "ALLAH, göklerin ve yerin nurudur...." (Nur 24/35)

Resim


Muhammedîler bilir, inanır ve yaşarlar ki Sahibimiz ve Efendimiz Muhammed Aleyhisselâm''ın mi''râcında, Mescidü''l-Haram''dan (enfüs) Mescidü''l-Aksa''ya (âfâk) varışı da vardır...
Nun tecellîsi Nurullah, mim tecellîsi Nur-u Muhammed, lâm tecellîsi kuldur (isti''dâd, akıldır).
Zâten her zerre Ahadiyyet denizinde yüzen Ahmedî esmâlardır...
Muhammedî kâinât (mâsivâ) kürresinde aynı ilâhi kuralla yüzmekte tesbih ve salât etmektedir...
Zerrede de kürrede de...

Bu sırra ulaşım saâdeti için ise kula düşen iş;
Merkezde (içte) yalansız,
Muhitte (dışta) haramsız hayatı tercih edip, cüz''i iradesi ile herkese ve herşeye Muhammedî muhabbet ve merhametle muamele ve hasbî hizmettir.
Asr-ı saâdeti, şu an yaşamak şerefi de budur...

Resim

Nun Noktasının üç hâle harekesi ile harf (mânâ), hece, kelime, cümle ve sonuçta nakl doğar.
Nun Noktasının üç yöne hareketi ile doğru, düzlem, hacim ve sonuçta şekil doğar.
Şeklin ve naklin hakikatini anlayan ise akl-ı selimdir.
Nun noktası boyutsuzdur.
Hayrân hâli HAKK (cc) tır (asl).
Cevlân hâli Muhammed Aleyhisselâmdır (vekl).
Seyrân hâli insandır.
Devrân hâli kâinâttır.

Nun noktasının Sırât-ı müstakîm üzere yedi adımı; "Elif"i ve "Bir 1"i doğurur.
Üstüste konulan yedi noktanın hat üzerindeki dizilimi insanı (beden, nefs, kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ), harf olarak elifi ve adet olarak biri doğurur.

Noktanın İlâhî düzen, Âdetullah ve Sünnetullah üzere hareketinden; harfler (mânâ), hatlar (madde, şekiller) ve hesab adetleri (rakamlar) doğar.
Elif ile arzetmeye çalıştığım bu husus, insanın özel ve güzel olan kıyamıdır.
Onun için Elif harfi hiçbir harfle soldan birleşmez de sağdan gelenle BİLE olur.
Tıpkı Muhammedî Mü''min gibi...
Elif, Uluhîyyet harfidir...
Bu bilelik rû-be-rû: bakan ile aynadaki görüntünün birbirine vech-veche, öz-öze ve yüz-yüze bileliği gibidir.
İç içe yapıştırdığımızda ellerimiz gibi..
Aynaya burnumuzu dayadığımızda göz göze bakan gözerimiz gibi antipot…

Azîz kardeşim, aslında insanoğlunda asl olan cehâlettir:

Resim "Siz hiçbir şey bilmez iken ALLAH sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalbler verdi."
(Nahl 16/78)

İnsan;
Fizyolojik olarak bedenen,
Akıl ve fikirle nefsen ve
İlm-ü-irfânla kalben, terakki (ilerleme) ve tekemmül (olgunlaşma) eder ki insanın kemâlâtı budur.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''in buyurduğu :
"Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu" (Aclunî, Keşfü''l-Hâfâ II/343 (2532)Hadis-i şerîfi tasavvufun temelidir.

KUL: Ubûdiyyetin vasıflarını (Acziyet, Fakriyet, Zillet, İllet v.d.) iyice bilip, anlayıp, kabul edip ve kesin olarak hayatında tatbike başlarsa...
Rübûbiyyetin vasıfları olan Rabbü''l-âlemin (celle celâluhu)''nun vasıflarını (Azameti, Kudreti, Ganî oluşu, Azîz ve Hayyu''l-Kayyum oluşu v.d.) iyice bilip, anlayıp, kendi nefsine yakıştırmadan inanıp ve kendi kulluk makamında görev ve haklarına saygılı olursa; buna kulun kemâlâtı denilir.
Rübûbiyyeti, ciddîyetle ve sıdk ile anlayan kimse; aşk ile bağlanır, havf ile takvâ sahibi olur ve Heybetullah karşısında iliklerine kadar korkar, titrer.
(En''âm 6/155; Hucurât 49/10; Hadid 17/28 bkz.)
Ubûdiyyetini, samimîyetle hayat sahnesine süren kimse; huşû'', huzû'', cezbe, zûhd, recâ ve üns ehli olur canla başla RABB''ısına kulluğunu arzeder ve imkanla olan imtihanını başarıp mahşere, hesaba ve cennete gider...

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Rabbenâ! Lebbeyke! Saadeyke! Ve''l-hayrun kullû hu fi yedeyke!: emret ey RABB''ımız! Saâdetle, can-ü gönülle, baş üstüne! Ve bütün hayr senin elindedir!"
Diye ARZ''ından ARŞ''ına inler ve rahmet diler!
(A''râf 7/205 bkz.)

Kâbe''nin dört yüzüne çıkan yollar gibi mezheb ve meşrebine göre: Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-ü hüşû,
Havf-u Recâ,
Aşk-ü Cezbe!..
Tavanından ise göklere Üns-ü Heybet... Zevk edebiliriz.

Korku niye?
Çünkü: İlk söz verildi, sözün isbatı; imtihana ve son söze bağlı, sonuç belirsiz...
Kulluk görevi ve ödevleri eksik, sınırsız ni''mete şükür noksan ve âhir vakitte zemin kaygan, yerler yağlı...
Deli de, Velî kayabiliyor...
İşte bunca âhir zaman fitne fırtınaları içinde derunî duamız: ALLAHÜ ZÜ''l-CELÂL''in rahmetini dilemektir.
Neden rahmeti dileyiş?
Çünkü, bunca Ni''metullah içinde insan nefsi gözünü ve gönlünü geri çekip de doğru dürüst kulluk yapamamaktadır.
Bu mâsivâda mahviyet içinden ise Rahmetullahı dilemek duası çıkış yolu olmaktadır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bile: "Cennete Rahmetullah ile girilir." buyuruğunda;
"Ben isem de!.." buyurarak en dış hattı belirlemiş, tüm insanlar hâliyle Merhametullahı huşû'' ve huzû'' ile recâ edip dilemek durumunda kalmıştır.
Sünnetullah böyledir.
Kelâmullah''ta böyle buyurur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''de böyle duyurur.
Kul için kemâlâtın mükemmel ve mükerrem muallimi Muhammed (aleyhi''s-selâm) ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite gibi bir tekemmülle şerîat, tarikat, mârifet ve hakikat tevhidini;
Kavlen, Fiilen, Ahlâken ve Hâlen tebliğ buyurup bizzât yaşayarak özel örnek olmuştur.

Kemâlât-ı Muhammedî kaynağı Kur''ân-ı Kerîmdir:

Resim "Ey İnsanlar! Size RABB''inizden bir mev''izâ (öğüt), sadırlardakine bir şifâ ve mü''minler için bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.De ki: ALLAH''ın fazlı ve rahmetiyle işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır."
(Yûnus 10/57-58)

1- Kur''ân-ı Kerîm bir mev''izâ olarak:
Va''az-ü-nasihat zâhiri temizlik.
Şerîatın bedenen emredildiği gibi yaşanmasını içerir ki dış terbiyesidir.


2- Kur''ân-ı Kerîm sadırlardaki nefslere şifâ:
Sadrlar, nefsin yuvası ve asıl vatanıdır.
Tefsirlerimizde sadr, kalb, fuad için hepsine de kalb deniliyorsa da bizim âcizâne anlayışımız her kelime elbette farklı anlam ve mânâ yüklü ki gerektiği yerde Kelâmullahda yer almıştır.
Sadırlardaki nefislere şifâ, bâtınî iç tezkiyesidir.


3- Hakka ve Hayra hidâyet rehberi oluşuyla Kur''ân-ı Kerîm:
Niyyet ve imânî merkez olan kalbin tasfiyesi (aratılması) nı temin edici rehberdir.

4- Mü''minler için Rahmet Kur''ân-ı Kerîm:
Diğer mahlûk âlemler ve bizim bu âlemimiz de dahil tümü için rahmet; Rahmetenlilâlemin olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.
Özü, sözü, fiili, ahlâkı ve hâllerinin tümü Kur''ânîdir.

İşte Kur''ân-ı Kerîm''in buyruğu ile mü''minlere rahmet olan Kur''ân''ı bize aktaran, anlatan, inandırıp yaşatan Rahmet Nuru, Nur-u Muhammed''dir.
"Nur-u Mim"de diyoruz, Nur-u Mim''in Hamîdî ve Ahmedî yönü de vardır...

Toparlarsak;
Nurullahın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''in kalbinde zuhûrü hakikattir.
Bizlere ulaşan ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''in nübüvvet hakikatindan aynamızın kabiliyet, istiddad, nâsib ve kısmetince abdiyet hakikatı, rahmeti ve nurudur.
İşte kul, bu Nur-u Muhammed''e kavuştu mu elektrik bağlanmış fabrikaya benzer.
Tüm makinalar çalışmaya başlar.
Göz, kulak, kalb v.s. Tıpkı buzdolabı, fırın, tv, elektrik süpürgesi v.s. gibi...
Çünkü kemâlât kemâl bulmuştur.
İhsân için kemâl; bir bütün parçalarının tam ve yerli yerinde olması, yâni lâzım ve lâyıkıdır.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Pek çok erkek kemâla erdiği hâlde kadınlardan ancak Meryem ile Asiye''nin kemâla erdiğini" buyurmuştur.
(Buhârî, Enbiyâ 32; Müslim, Fezailü''s Sahabe 79; İbni Mâce, Et-ime 14)
Burada Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulan Salah yurdunda hâin oluş ile çekilmez çile içinde kemâl buluş anlatılmaktadır..

Resim “Allah, inkâr edenlere, Nuh''un karısı ile Lût''un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah''tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.”

(Tahrîm 66/10)

Resim “Allah, inananlara da Firavun''un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun''dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.” (Tahrîm 66/11)

Resim “İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem''i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrîm 66/10)

Biz âcizâne; "Kemâl"i kullukla yükümlü insanoğlu için, "kusursuz kul ve noksansızlık."olarak anlamıyoruz.
Kusursuz olan EL SUBHÂN ve noksansız olan EL KUDDÛS ALLAHÜ ZÜ''l-CELÂL''dir.
İnsanoğlunun kemâl sahibi olmak arzusu hakkıdır.
Ancak kullukta kemâl: Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İllet sıfatları içinde mahviyetle, teslimiyet ve istikametin tahakkuku ve tevhidin tahkikî için ömrü boyunca İlim, İrade, İdrak, İştirak içinde ve sırat-ı müstakîm olan Şerat-ı Muhammedîyye yolunda kemâldir. Muradullah ve Emrullah bu olup, Kelâmullah olan Kur''ân-ı Kerîm ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''in Kavli, Ameli, Ahlâkı ve Hâli ile sınırlı ve sorumludur.
İ''tidal üzere kemâl budur.
Bu hâle ulaşımda bilinmesi lâzım ve lâyık olan İlim, Edeb, İrfân ve Erkânın adresi yine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''dir. İlimsiz irfânın ne olduğunu, irfânsız kemâlin mümkün olmadığını aklı olan bilir zâten...
Herşey''in kemâli vardır.
İlâhî tecellînin kemâli, insan; insanın kemâli, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ki Halifetullahtır.
Biz ise Muhammed (Aleyhi''s-Selâm)''ı kulluk konusunda, emredildiği üzere ve ısrarla i''tidal üzere izleriz.
Şahsî ve nefsî kemâli ancak ve ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''e ulaşım aracı biliriz.
Kanatlanan kuş misâli...
Ancak hedef, Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''dir.
İnandığımız ve yaşamaya canla başla azmettiğimiz kemâlât, İsti''dâd, kabiliyet, akıl, vicdan ve tüm imkanlarımızın elverdiğince kavlen (i''tikad), fiilen, ahlâken ve hâlen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''e ümmet olarak teslim ve tâbi'' olup onun imâmlığında ALLAHÜ ZÜ''l-CELÂL''e istikamet ve tâbi'' olmaktır. Kemâlâtın yolları çoktur.
Hele bir seyr-ü-sülûk yolu vardır ki binbir hâle sokulmuştur, başına gelmedik kalmamış ve istismâr edilmiştir.
Seyr-ü-sülûk, sünnet-i seniyye içinde hârikadır.
İnsanların mânevî, (mezhebî, meşrebî) yapısına göre ehlince bilinen;
Seyr-ü-Sülûk,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-ü-Huşû'',
Havf-ü-Recâ,
Aşk-ü-Cezbe,
Üns-ü-Heybet,
Lûtf-ü-İhsân bu yolun içinde yollar ve hâllerdir.
Kemâlâttan âcizâne anladığımın kısacası budur benim...
Hakkı ve hayrı anlayıp nefsini ve RABB''ini bilen kâmil ârifler, kul iken sultân olan Rabbanî ve Muhammedî âşıklardır.
Onun için Arafat sûresi ârifler sûresi dedik.
Arefe: idrâkle bilmek ve tanımaktır.
Arafat: tanışma mahali.
Âraf: yükünü bilen nefistir.
Ârif ise: yükünü bilen, nefsini ve RABB''ini bilen Azîz kişidir.
Bilirsiniz ki insanlar, sistemin Sahibi Subhan ALLAH Tealâ''ya karşı dört tavır içindedirler:

1- İsyân eden, inkâr eden, bâtılı ve şerri tercih edip sapıkça yaşayanlar.
2- Ne isyânı ne de itâatı olan nötr hâlde ahmak ve gâfil fâsıklar.
3- Kesinlikle itâat eden müslüman ve mü''minler.
4- İbadeti ihlâsla ve itâati ittikâ ile olan, RABB''ısına râm olup boyun eğen ârif, kâmil ve âşıklar.

Gaflet bir perdedir ki gılâf: Emr-i İlâhîde sabit olan şeyi, hâlihazır idrakten kalbi setreden (örten,göstermeyen) perdedir.
Hâlbuki dinimiz Hanîf dinidir.
Kulun kendisini,RABB''isini bilmesi ve kulluk yapmasını engelleyen perdelerin kalkması ve tevhid ehli olması gerekir.
Hanîf: şirkten kendi kasdi ve azmiyle uzaklaşan, şirki basîretle terkeden, bütünüyle HAKK''a yönelen, hiçbir şeyin onu HAKK''tan çevirip engellemeyemediği mutmaîn nefs sahibi ârif, kâmil ve âşık kişidir.
Hanîf dediğimiz zıdları câmi'' olan tevhiddir.
Tevhid, şartsız şarttır.
İslâma giriş için tevhid şarttır.
Ancak, tevhid için şart yoktur.
Kâmil mü''min; her yerde, herzaman ve her hâlde tevhid ehlidir.
Müslim, mü''min, ârif, kâmil, âşık v.s. sıralamamız, askerlikte olduğu gibi onbaşı, çavuş, teğmen, yüzbaşı v.s. gibi sıralama olmayıp; insanoğlunun imkanla imtihan olurken ilâhî, fıtrî ve kaderî kulluk tekemülünün emredilen ve murad edilen gelişimleridir.
Bir bebeğin gelişip çok değerli kâmil bir insan olması, bir fidanın gelişip meyve vermesi gibidir.
Aşamalarda insan aynı insandır.
Ancak Söz, Fiil, Ahlâk ve Hâlleri hâliyle geliştikçe Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''e daha çok benzeyip muhteşem bir Muhammedî Mü''min olacaktır.
Mutlak Kemâl: Kemâl sıfatlarıyla mevsuf (sıfatlanmış) olan lûtfiyyet (Er Rahmânü-r Rahîm) ve kahhariyet (ALLAHu Rabbü''l-âlemin) sahibi olan EL AHADÛ''s- SÂMED (celle celâluhu)''nun dur. Bu yüce sıfatların mahlûkattaki tek mazharı (zuhûr, tecellî yeri) MUHAMMED (aleyhi''s-selâm)''dır.
Mutlak Kemâl; kayıdsız, hududsuz, şartsız, şey’sizdir.
Mahlûkata akseden, yansıyan İzâfî Kemâl ise kayıdlı, hududlu, sınırlı, sorumlu, şartlı ve şey’lidir.
Onun için kâmil; emeline ulaşan, Muhammed (aleyhi''s-selâm)''a lûtfedilen ikrâm ve ihsândan kevn âleminde nâsibi olan ve nâsibinin kısmeti olması için de;
İlm-ü- Edeble Âlim,
İrfân-ü-Erkânla Ârif,
Îkan-ü-İzânla Kâmil,
İhsân-ü''l-İhsân olan Rıza ile Âşık olan zât-ı şerîftir.

Emrullah açık ve nettir ki: Teslim ol!
Bu bir Muhammedî kul için lâzımdır.

Muradullah da açık ve nettir ki: İstikamet bul!
Bu da bir Muhammedî kul için lâyıktır.
Bu lâzım ve lâyıkın TEVHİDi ise KEMÂLÂTtır.

Azîz kardeşim!
İşlerin şer oluşu ve görünüşü nefsimizden ve İlm-ü-İrâde gafletidir.
İşlerin hayr oluşu ise ALLAH Tealâ''dan olup İdrâk ve İştirâk şerefidir.
Onun için Âşık; şirkten en uzak, şek nedir unutan ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)''in MUHAMMEDÎ şerefini yaşayan muhteşem şahsiyettir.

İyi de şimdi nefsime soru sormanın yeri ve zamanı geldi:
Peki Kul İhvânî, sen de:
"Âşığım! diyorsun ya... Bu nasıl oluyor?"
Gerçek cevâbımız şu ki:
Muhammedî oluş şuûru;
Alın yazımız,
Parmak izimiz ve
Ezel-ebed özümüz,
İlk ve son sözümüz gibi şeksiz, şüphesiz hakktır Elhamdülillah.
Ne var ki hani bir babanın iki oğlu olur, ikisi de kendi oğulları... Birisi iyice, yarar iken diğeri biraz yaramaz veya hiç yaramaz...
Hâl-i durumları bu iken ikisi de yine oğludur.
Birine sevinirken, diğerinin islâhı ve iflâhı için gece gündüz dua eder.
Âcizâne bendeniz gerçekten ikinci kümedeyim...
İnşâallah azmim var, yüzümü ve özümü yıkamaya ve arzum var sizlerin gıyâbî dualarınıza...
Hele hele sahibimiz, Efendimiz ve herşeyimiz olan Azîz Ahmedullah (aleyhi''s-selâm)''ın duasına, şefâatına ve şifâsına:
Buyurduğu ve istediği gibi:

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allahümme islâh ümmet-i Muhammedîn, Allahümme an ferece ümmet-i Muhammedîn, Allahümmeirham ümmet-i Muhammedîn ammeten...: ALLAHIM! Ümmet-i MUHAMMED''i islâh et, ferec (çıkış yolu) ver ve umûmen (hepsine) rahmet et!"
Hadis-i şerîfi içimize sürûr ve nur veriyor Elhamdülillahi Rabbü''l-âlemin.

Bize düşen kulluk görevi imtihanında Muhammedî şuûra ulaşıp gayretini göstermektir .
Akıl, zaman, sıhhat vs. gibi kudsî nimetleri çarçur etmeden bocalayıp paniklemeden yolu yolunca ve yoldaşlarıyla yürümeliyiz.
Unutmamalıyız ki;
Ahmak, aradığına "acaba?" ile;
Âlim, ilme çaba ile;
Ârif, irfâna çile ile ulaşırken;
Kâmil Âşık, HAKK''a "bile" ile nâil olur..


Muhammedi muhabbetle…
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen nur-ye »

meryemnur yazdı:

Tarih: 16.05.2008 Saat: 10:55 Gönderen: kulihvani


Resim



YAŞANAN SEV


Barboros SERT


İslam dini sevgi ve kardeşlik dinidir.
Biz müslümanlar, birbirimize Resûlullah SAV'in gönlünde sımsıkı sarılan kardeşleriz ve orada BİZ'liği yaşamanın gayreti içerisinde olmalıyız.
Bunu gerektiğinde alenen ifade etmekten ve bunu zuhur ettirmekten dolayı bir çekingenliğimiz olmamalı.

Anne baba, akraba, komşu, din kardeşliği, çoluk çocuğumuza karşı sevgimizi göstermemiz ve sevgiyi aramızda perçinlememizi anlatan bir çok hadis-i şerif vardır.

Bir hadis-i şerifte : “Kim ana-babasının yüzüne şefkat ve merhametle bakarsa, Allah Teâlâ onun için makbul olan bir haccın sevabını yazar.” buyurulmuş ana ve babaya sevgi ve şefkat gösterme teşvik edilmiştir.

Dostlarımıza olan sevgimizi onlara bildirmemiz gerektiği de şu hadisle bize bildirilmiş:
"Sizden biriniz din kardeşini severse bunu ona bildirsin" (Tirmizi; 2502)
Çocuklarımıza olan sevgi ve şefkatimizin dışa vurumu içinse şu iki hadisi bahsetmeden geçemeyiz:

Ebü Hureyre (r.a.)'den nakledildiğine göre bir gün Allah'ın Rasûlü, torunu Hz. Hasan'ı (ö. 50/670) öpmüştü: Orada hazır bulunan el-Akra' b. Habis (r.a.) şöyle dedi: "Benim on tane çocuğum var, fakat onlardan hiçbirisini öpmem".
Hz. Peygamber ona baktı ve şöyle buyurdu: "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz."
(Buharî, Edeb, 18, 27; Müslim, Fadail, 65; Ebü Davud, Edeb, 145; Tirmizî, Birr, 12.)

Hz. Aişe'nin naklettiğine göre bir arabî Allah'ın elçisine gelerek :
"Siz küçük çocukları sevip öpüyorsunuz, biz onları öpmeyiz" dedi.
Hz. Peygamber ona şöyle buyurdu:
"Allahü Teâlâ senin kalbinden merhameti çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim?"
(Buharî, Edeb, 18.)

Kur’ân Fatiha Sûresi ile başlar, Fâtiha Sûreside BismillahirrahmanirRahîm besmeleyi şerifi ile başlar.
Besmele-i şerifte yüce Allah'ın iki büyük ismi bulunur bunlar Er-Rahmân ve Er-Rahîm esmalarıdır.
Her ikisinin de kökü rahmettir.
Allah , Er-Rahmân olarak özeldir bu yüzden bir kişi Er-Rahmân ismi şerifi ile isimlenemez.
Ezelde bütün mevcudatını rahmetine gark etmiş ve mevcudatı Rahmân’ın rahmeti ile halk etmiştir.

Fakat Elmalılı Hamdi Yazır Fâtiha Sûresi tefsirinde derki :
Eğer bu rahmet sadece Rahman'ın rahmeti ile sınırlanmış olsa idi, kulların hayat süresince kendilerinin rahmet göstermelerine gerek kalmayacak o zamanda bir nevi cebiri bir yaşam olmuş olacak idi.

O zaman kişi diyebilirdi ki : “Rahmet ediyorsam Allah ediyordur, etmiyorsam Allah rahmet etmek istememiştir!.” İşte kula cüz-i iradeyi veren yüce Allah, kuluna Er-Rahîm esmasından faydalanması için bu esmayı kullarından da zuhur ettirir ve kullarına da Rahîm isminden faydalandırır ve bizde şefkat göstermekten sorumlu oluruz.

Bakarsınız ki bir anne bebeğini şefkat ile okşuyor.
Öyle ise O'nun Rahîm esmasının bizden açığa çıkması için bizde sevmeli ve şefkat göstermeliyiz.
Bir baba ve anne çocuklarına karşılıksız verdikleri müddetçe Allah'ın El-Vehhâb ismi de kendilerinden tahayyün eder.
İşte anne ve babaya saygı emredilirken, bunun gibi esmaların zuhur yerleri oldukları için Hakka karşı gizli bir hürmet vardır.

Biz esmaların zuhur ettiği mahaliz, yalnız bir şeyi anlamak gerek.
Biz'e verilen herşey Allah'ın mülküdür ve ona aittir.
Esmalarda O'nun isim ve sıfatlarıdır.
Allah bize Er-Rahîm'den fayda vermeseydi bir yakınımız öldüğünde ağlayamazdık bile.
Kişinin kendine verilen şeyleri sahiplenip kendini Allah'tan ayrı görüp bunların hepsini kendisinin sayması ise tehlikeli bir durumdur.

Anneler babalar vardır, çocuklarından menfaat beklerler yahut onların zirvelere gelip iyi para kazanmalarını ve kendilerini de refah içinde yaşatmalarını beklerler bunu umarak çocuk büyüten ana babalar vardır.
Dünyada bir çok anne ve baba çocuklarını küçük yaştan artist olmak, dansçı olmak gibi boş sevdaların peşinde yetiştiriyorlar.
Bunların gösterdiği sevgi ile karşılıksız sevgi veren anne ve babanın sevgisi aynı değildir diye düşünüyorum.
Çünkü ortada çıkar söz konusudur.

Anne ve baba çocuğu sahiplenir de kendi mülkü gibi görürse "Ben bakıyorum", "Rızkını temin eden BEN'im" gibi anlayışlara girerse o zamanda BEN'lik eksenli bir düşünce sistemi husule gelir.
Bu da istenmeyen bir durumdur.

"Peki, Allah rızkını keserse, kimdir size rızık verecek olan?...." (Mülk 67/21)

Çocuk anne ve baba'ya Allah'ın bir emaneti gibidir.
Onu büyütüp, anne ve babalık haricinde sahiplenmeden yetiştirmek ve bakımını sağlamak ile mükelleftir.

Lâkin Kur'ânda :
"De ki: "Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım! O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, babanıza annenize iyilikten ayrılmayın, yoksulluk yüzünden çocuklarınızı öldürmeyin; zira sizin de onların da rızkını Biz veririz,..." (En’âm 6/151)
Buyrularak arka planda işleyen esas rızkı verenin kim olduğunun da unutulmaması istenmiştir.


Eğer anne ve baba çocuğunu Allah'a tercih ediyorsa buda ayrı bir durumdur.
Düşünün ki ebeveyn kişi çocuğunun yanlışlarını ve hatalarını Emrullah'a aykırı olduğunu bile bile onaylıyor ve buna bir itirazda bulunmuyor, buna bugz etmiyor, çocuğuna öğüt vermiyor, uyarmıyor, onu disipline etmiyor ve çocuğuna olan aşırı sevgisi kendisini Emrullah'a karşı geldiriyorsa ve hatta bu iyice aşırıya kaçıp çocuğuna tapar hale dönüştüyse böyle bir sevgide BENCİL bir sevginin ürünüdür diye düşünüyorum.

Bazısı da çocuğunu sever ama başkalarının çocuklarını sevemez, kendi çocuğunu hep diğerlerinin çoklarından üstün görür, kendi çocuğuna toz kondurmaz.
Hatta çocuklarının meziyetleriyle övünmeyi sever.
Bu da yanlış bir eğilimdir.
Başka yaşamlara da sevgi ve saygı göstermeyi, başkalarının çocuklarını da kendi çocuğumuz gibi sevmeyi öğrenmeliyiz.

Anne ve babaların yabancı memleketlerde çocuklarına olan bencil sevgisi öyle aşırı boyutlara gelmiştir ki bu yüzden okullardaki öğretmen öğrenci saygı ilişkisi Avrupa ve Amerika kıtasından hemen hemen silinmiştir.
Anne ve babalar çocuklarının oyuncağı durumuna düşmüşler, çocuklarını disipline ve terbiye etme vasıflarını kaybetmişlerdir.
Bununla birlikte çocuklar boşanma davalarında direkt mal mülk gibi hemen sahiplenilen, "BENİM ÇOCUĞUM" tabiri ile üzerinde paylaşım kavgası yapılan bir malzeme konumuna gelmişlerdir.

Bu sahiplenme öyle boyutlara gelmiştir ki bazı anne ve babalar çocuklarını alıp gizlice başka bir ülkeye firar edip orada yaşamayı dahi gözden çıkarmışlardır.
Bunun örneğini İngiltere'de çok gördük görüyoruz.
Ortada sapıklık, piskopatlık vesaire bir sebep yokken, velayeti üzerlerine alan kim olursa olsun diğerini resmen görmemesi için engelleme ya da görmesini minimuma indirgemeye çalışma gibi bencil bir sahiplenme duygusuna giriştiklerinin canlı şâhidiyim.
İşte bunlar dahi bencil sevginin, çocuğu kendi mülkü kabul etmenin göstergeleridir ki bize kulluk imtihanında negatif not aldıran hareketlerdir.

Örneğin çocuğu ağır bir suç işleyen anne ve babanın çocuğunun sucunu örtmesi, çocuğunun aleyhine mahkemede şahitlik etmemesi, ve bile bile adaletin işlemesine mani’ olması Emrullah'a karşı bir harekettir.
Resûlullah bir hırsızlık hadisesinde, yapan kişinin kendi kızının dahi olması durumunda elini keserdim buyurarak Emrullah'a karşı çocuk sevgisinin önüne geçmemesi gerektiğini dahi dile getirmiştir.

Hatta bazıları, çocukları, kocaları, eşleri ölünce Allah'a çocuklarının canını aldığı için öfke dahi duyarlar.
Bu yüzden cenazelerde sac baş yolmak çığlık atıp feryat ederek aşırı hareketler sergilemek dahi ölümün takdirini yapan canları alan Allah'a karşı bir nevi itiraz gibi olduğundan bir hadis-i şerifte yasaklanmıştır.

Müslümanın bu durumda ki cümlesi:
"inna lillahi ve inna ileyhi raciun: Şüphesiz Biz Allah' tan Geldik ve O' na Döneceğiz" dir. (Bakara 2/156)
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür lakin lafı kısa kesmek lazım.

Dün gece namazdan sonra 4 yaşındaki kızımın odasına girdim, pembe yanakları ile uyurken yüzü pembe bir gülün açmış bir halini andırıyordu.
Rabbimin verdiği güzelliği doyasıya seyretmenin zevki içerisinde, bir yandan da içine geldiği hayatın ve dünyanın kendi aleyhine çalıştığının henüz farkında olmayışını düşünerek gözlerimden iki damla yaş yanaklarımın üzerine doğru süzüldü.
Onları yaşam hakkında yeterince uyaramamamın çaresizliği, ve üzüntüsü içerisinde ellerimi açarak bu halde Allah'tan imanlı olarak büyümeleri ve canlarını da iman üzere teslim eden , Hakk yolunda yürüyen evlatlar olmaları için dua ettim.
Böyle bir anı yaşadığım için ve bana yaşattığı ve rahmet hissini bana tattırdığı içinde Allah'a müteşekkirim.
Çocuklarımı sevmeye neden korkayım ki!...

ALLAH en doğrusunu bilir...

Selam sevgi ve muhabbetlerimle
Gariban
Basildon-UK


Re: YAŞANAN SEVGİ (Puan: 1)
Gönderen: Gariban Tarih: 16.05.2008 Saat: 10:57
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Kulihvanim hocam,
Bosuna secmezsiniz bu guzel resmi,
Yorumunuda yapalim nacizane,

"SETTARDAN ASK ILE GECILIR..."

UZME.UZULME.SEV.SEVIL...


Re: YAŞANAN SEVGİ (Puan: 1)
Gönderen: kul Tarih: 16.05.2008 Saat: 18:14
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Değerli Kardeşim Gariban ,

İki gün önce bir kardeşimle bu konuyu zevk etmiştik.

Söylediklerinize can-ı gönülden katılıyorum. Kimileri Kalbimizde Allah cc sevgisi dışında sevgi olmamalı demekte. Ancak Rabbimin güzel esmaları böyle olursa bizlerde nasıl tecelli edebilirki?

Bize göre de yaratılanlar ve emanet edilenler yaradandan ötürü sevgiyi saygıyı elbetteki hak ediyor.

Bunun için yaratılmış olmaları yeterli sebep zaten.

Esselamınaleyküm Ve Rahmetullah
Re: YAŞANAN SEVGİ (Puan: 1)
Gönderen: halimkok Tarih: 16.05.2008 Saat: 14:05

Halil Cibran çocuklarımız ile ilgili olarak der ki;
***
Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizin değildirler,
Onlar kendilerini özleyen Hayat'ın oğulları ve kızlarıdırlar,
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler,
Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler,
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla,
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır,
Onların bedenlerini barındırabilirsiniz ama Ruhlarını asla,
Çünkü onların Ruhları geleceğin sarayında oturur,
Ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz,
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz,
Ama onları kendinize benzetmeye çalışmayın hiç ,
Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir,
Sizler,evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız,
Yayı gerenin elinde seve seve bükülün,
Çünkü oku atan O güç ,uzaklaşan okları sevdiği kadar,
Elindeki sağlam yayı da sever ....

Halil CİBRAN
***

Çocukluğumda hep korkardım; Ya anam, babam ölürse ben ne yaparım diye... Sonradan gönül derinlere daldıkça gördüm ki korkularımı besleyen kendimi düşünüyor oluşumdu. Oysa ki asıl ölen ne haldedir ne yapar bunu niye düşünmüyordum... Bu içime işlemiş olacak ki
bir gece, uyuduğunu düşündüğümüz anamız Hakkın rahmetine kavuştuğunda ağlayamadım...

Hem bunca zaman korktuğum şey işte bulmuştu beni...
Hem düşündüğüm kadar korkmuyordum...
Hem şimdi üzüldüğüm kendim değil... aniden gidiveren anamdı...

Üç gün boyunca ağlayamadım... bilinçli bir tercih olarak değil... algılama güçlüğü çektiğim için...
- Kabullenemediğim için...
- Herşey normalmiş gibi hayatıma devam ettikçe olanı yok sayabilir miyim umudu için...
- Korktuğum şeyle yüzleşmekten korktuğum için... sindirmek için zamana ihtiyacım olduğu için...
- Ve belki de daha bir çok şey için...

Anamın başında geçirdiğimiz teleşlı bir kaç saatten sonra... gecenin bir yarısı seslerimize camimizin imamı olan alttaki komşumuz geldi... sabır ve sükunet tavsiye etti... dualar okudu... belki de bunun tesiriyle...

Abilerim annemi hastaneye götürdü... ben geldim açık kalan kitabımın başına ders çalışmaya çalıştım... Sabah kalktım sınava gittim...
Ertesi gün... ertesi gün...
Sonra tükendiğimi hissettim... boşuna bir debelenme içinde olduğumu hissettim.. kafam karmakarışık... sınavlar hiç soluk aldırmıyor... benimse kafa verecek halim yok...

Anayasa dertlerimize giren hocamın odasında buldum kendimi; Hocam dedim sınavınıza giremeyeceğim bir mazeretim var... sonradan nasıl telafi ederim...

Hayırdır Halim dedi hocam...
-Annem öldü diyemeden beni bir ağlama tuttu ki... kaç saat boyunca hocamın odasında tek kelime edemeden ağladığımı bilmiyorum... Adamcağız da panikledi... ne olduğunu soruyor bir yandan... bir yandan su veriyor, kolonya getiriyor...

Anladım ki gönlümün aradığı bir şey varmış da ben farkında değilmişim... Bir gönül uzanıp ta ; Halim neyin var... dediği anda korktuğum kadar yalnız olmadığımı hissedince koyvermiştim kendimi...

Niye şimdi geldi aklıma bunlar... Bazı şeyler karar vererek olmuyor canlar... bilerek isteyerek te olmuyor... herşey bildiğimizi sandığımız gibi de olmuyor...

Bundan öte... benden öte BİR şeyler var CAN-lar...
Herşeyden öte BİR "ŞEY" olmayan birşey şey var...
Bunu anladığında insan her anladığından o kadar da emin olamıyor...

Sevmek... ama nasıl sevmek... neden sevmek... neyi kimi sevmek... Tüm sorulara verdiğimiz cevaplar ancak herşeyden münezzeh olanı algılayışımız ölçüsünde olabiliyor... her canda aynı değil tecelliler... her canda aynı olmaz cevaplar...

Çocuklarınız "SİZE" ait değildir... deniyorsa...
bu söylenen anladığımız anlamının dışında bir başka yanılgıya işaret ediyordur... size ait olamaz... çünkü sizlik, bizlik ya da benlik, senlik bir kere varsayımlarımız... varsayım üstüne kurulan hiç bir şey gerçek olamaz...

Herşey olabilen O... O'nun olduğu "ŞEY" lerden biri olan BEN... O'nun olduğu "ŞEY" lerden başka bir şey olan çocuğum... kim kime aittir... Sevgi kimden kimedir...
Sen... "BEN VARIM" diyorsan sevdiğin çocuklarını da var ve senin sanarsın... senin değildir deniyorsa aynı zamanda "SEN de SEN değilsin" deniyor...

Benim anladığım bu diyeceğim ama;
Bu "BEN-im anladığım mı...?
Selam, sevgi ve muhabbetle



Re: YAŞANAN SEVGİ (Puan: 1)
Gönderen: halimkok Tarih: 16.05.2008 Saat: 14:06
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

Yorumun devamı...
Çocuklarınız "SİZE" ait değildir... deniyorsa...
bu söylenen anladığımız anlamının dışında bir başka yanılgıya işaret ediyordur... size ait olamaz... çünkü sizlik, bizlik ya da benlik, senlik bir kere varsayımlarımız... varsayım üstüne kurulan hiç bir şey gerçek olamaz...

Herşey olabilen O... O'nun olduğu "ŞEY" lerden biri olan BEN... O'nun olduğu "ŞEY" lerden başka bir şey olan çocuğum... kim kime aittir... Sevgi kimden kimedir...
Sen... "BEN VARIM" diyorsan sevdiğin çocuklarını da var ve senin sanarsın... senin değildir deniyorsa aynı zamanda "SEN de SEN değilsin" deniyor...

Benim anladığım bu diyeceğim ama;
Bu "BEN-im anladığım mı...?
Selam, sevgi ve muhabbetle



Re: YAŞANAN SEVGİ (Puan: 1)
Gönderen: Gariban Tarih: 16.05.2008 Saat: 17:13
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Can dostum Halim,

Anneniz ile ilgili yazdiklarinizi derin bir huzun ile okudum. Boyle bir olayi yasamaniz ve belleginizde bu huznu hatirlayarak surekli devam ettirmeniz de belki siz bilmeden size surekli bir rahmet akisi saglamaktadir, ne bilirsiniz.

Can kardesim,

Bahsettiginiz ait olma olmama durumlari, ben kimim sorusuna teorik(kelimelerle) olarak degilde bunu deneyim ettigimizde hakikatini anlayacagimiz bir muammadir.

Gunes dogunca yildizlar yok olur gibi gorunur ama yildizlar oradadir. Kul Allah ile kaimdir ve Hak'tir. Derim ki birakalim gunduzunde geceninde ayri ayri hakkini verelim. Biz gunduz vakti yildizlarin yok gorundugunu gorenlerden isittik inkar etmedik, lakin su an cogu insan icin vakit gece vaktidir. Bir anlik gunduz olursa, o zaman bu dedikleriniz yerine oturur derim...

Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban

Re: YAŞANAN SEVGİ (Puan: 1)
Gönderen: halimkok Tarih: 16.05.2008 Saat: 19:02
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

Benim bakışım da senin ya da Kul kardeşimin bakışından farklı değil Barbaros Kardeşim.. Belki yazdığım yorumda bunu aksettiremedim ama o anda onları yazmak geldi içimden... yani bir görüş belirtmek amacıyla yazmadım... Ama senin bu yazını yazdığın konuya yazdığım şiirle ben görüşümü bildirmiştim... buraya da aktarayım ki konuya bakışımı da belirtmiş olayım

Desem ki SANA BİR’ini sevdim,
Sanmam ki ÇAMUR’u kirini sevdim.
Zahirden öte DERİN’i sevdim,
Gönlüm’ün HAKK’ı değil mi CAN-ım.

Nefsime sorarsan göremez ÖZ’ü,
HAKK vermiş eline EĞRİ-lik sazı,
Kendi Fıtratınca onun da sözü,
Söylemek HAKK’ı değil mi CAN-ım.

Aydınlık gündüzü, gecesi kara,
Hepsinin kulluğu aynıdır YAR’a,
Her kim ki “VAR”lıkta hep YAR’i göre,
O’nu sevmek HAKK’ı değil mi CAN-ım.

16.05.2008 - 01:45


Yüreğine sağlık güzel kardeşim, can dostum...

Re: YAŞANAN SEVGİ (Puan: 1)
Gönderen: Gariban Tarih: 16.05.2008 Saat: 20:22
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

Harika bir siir can dostum,
Allah razi olsun. Ne guzel ozetlemissin.

Selam ve sevgiler
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen nur-ye »

Gul yazdı:Tarih: 10.05.2008 Saat: 11:19 Gönderen: kulihvani

Resim

Dava-Dâvet-Dua-Denâet...

nur_umim bildirdi…


Bilirsiniz ki “dava”nın sahibi Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtında TEK olup ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’dir.
Sistemini halk etmiş ve Tevhid Davasını
(Lâ ilâhe İllâllâh) ilân etmiştir.
Lâ İlâhe İllâllah (Sâffat 37/35, Muhammed 47/19)
İkinci dava sahibi İblis olmuş ama iflâh olmamıştır.

“Dâvet”in sahibi de tektir ve Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) dir.
Tevhid Dâvetini tebliğ etmiştir.

Muhammede’r Resûlullâh (Ahzâb 33/40) Tevhid Dâvetinin tebliğ sahibidir.

Biz ise hamdolsun Muhammedîyiz ki bize düşen “Dua” dır.
Her zaman, her yerde, her hâlde, her şeyle Tevhid Duası...

Bundan gayrisi Denâettir ki o da alçaklıktır.
Tevhidsizlik, insan olmanın haysiyetine saygısızlıktır.
Ondan da HAKK (celle celâluhu) korusun.

Ne davamız ne dâvetimiz var.
Sadece ve sadece ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in ve Habibi olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in rızası için Duadır BİZimki...

Dava-Dâvet-Dua-Denâet...
HAKK’ın (celle celâluhu) davası, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Dâveti için Dua...
Hakta ve hayırda Bilelik Duası...


“Ve tevâ savbi’l-Hakk ve teva savbi’s-sabr...” (Asr 103/3)
Öyle ya, yüce RABB’imiz (celle celâluhu): “Asra yemin ederim ki” buyuruyor...
Sonsuz zamana...
Sonsuz ise düşünülenin ötesi...
Târifsiz olan...
Zamanın en kısası olan alıp da veremediğimiz ya da verip de alamadığımız yarım nefese...
Asra, yüzyıla, ikindi vaktine...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu âlemi şereflendirdiği zaman dilimi olan asr-ı saâdete...
Meyvelerin sıkılan suyu gibi özün özüne ve özetin özetine yemin ederim ki tüm insanlar hüsrandadır...

Nedir hüsran?...
Hüsran o ki kişi ticareti için sermaye koyar ve sonunda, bırak kârı anayı da kaybederse odur hüsran...


“Hasir-üd-dünya ve’l-âhire...”

Dünya ve âhirette kayıp...
Ancak; imân edenler ve imânları gereği sadık amel işleyenler hariç...
İslâh ve iflâh olanların fiillerini, ehl-i salâhın işlerini işleyenler...
Bir de hakta vasiyetleşenler hariç...
Her zaman her yer ve her hâlde hakk olanı tavsiye edenler hariç...
Bir de sabrı tavsiye edenler hariç...
Gerçek sabırsa birinin sürekli yaptığı kötülüğe tahammül değil de kimse hakkı tanımazken, hakkı hak bilip hayra gitmekte vasiyetleşmektir...
İşte bu dört özellik ve güzellikle vasıflanıp yaşayanlar, hüsranda ve ziyanda olmayan müstesnâ mü’minlerdir...

Tahkîkî imân, sâlih amel, hakkû’l-hak ve sabr-ı cemîl duası...
Ve DOST’un (celle celâluhu), DOST’unun (sallallahu aleyhi ve sellem) duacısı...


Muhammedi muhabbetle…
(Kul İhvani Divanından)


Re: Dava-Dâvet-Dua-Denâet... (Puan: 1)
Gönderen: halimkok Tarih: 12.05.2008 Saat: 20:07
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Ne güzel... kendinize yakışan bir isim (rumuz) seçmişsiniz. Her halinizle, her sözünüzle, her yazınızla, her paylaşımınızla yansıyor Muhammedi Muhabbetin Nurları sizlerden.

Nurlu güzel yüreğinize selamlar gönderiyorum.
Allah razı olsun.


Re: Dava-Dâvet-Dua-Denâet... (Puan: 1)
Gönderen: gullale Tarih: 12.05.2008 Saat: 21:09
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

değerli insan kardeşim, silm yazısına yaptırılan yorumunuzda belirttiklerinizi bu yazınız ile beraber telakki edersek, ALLAHtan gayri ve ALLAHA rağmen olmadığını ifade etmekle duanın davetin deanetin ve külli şey'in HAKKTAN olduğunu bilir, sadece ve sadece isimlerine teveccüh eyler seyreyleriz , zikrimiz fikrimiz birleşir de ayrı gayrı olmaz olur, cem olur beyinde birleşmesi beklenenler de ne la kalır ne illa kalır yanlız ve yanlız HU kalır varlıkta. varlıktan bakıp varlıktan bilirsek varlıktan öğrenip varlıktan söylersek bu böyledir. gerisini de siz söyleyin efendim...sürçi lisan ettik ise affola...

Re: Dava-Dâvet-Dua-Denâet... (Puan: 1)
Gönderen: nur_umim Tarih: 18.05.2008 Saat: 19:06

Değerli halim kardeşim, Nur-u Mim ismim değil de SILA’ya hasret adımdır. Çok teşekkür ederken zat-âlinizin zevklerini hazzetmekte olduğumu tebriklerimle bildiririm.

Kıymetli kardeşimiz güllale sanırım saflığımızdan ki bilemeden kız kardeşim demişiz.
Bendenize insan kardeş demenizden çok memnunum, cinsiyet vs en dış elbiselerden Hakk erenler yolunda ama üzmemekte gerek elbet özür dilerim olmuşsa..

“ALLAHtan gayri ve ALLAHA rağmen olmadığını ifade etmekle duanın davetin deanetin ve külli şey'in HAKKTAN olduğunu bilir, sadece ve sadece isimlerine teveccüh eyler seyreyleriz , zikrimiz fikrimiz birleşir de ayrı gayrı olmaz olur, cem olur beyinde birleşmesi beklenenler de ne la kalır ne illa kalır yanlız ve yanlız HU kalır varlıkta. varlıktan bakıp varlıktan bilirsek varlıktan öğrenip varlıktan söylersek bu böyledir. gerisini de siz söyleyin efendim...sürçi lisan ettik ise affola...”

Demişsiniz.
Kula kalan DUA ve DENAT demekle..
Açıkça HAYR ve ŞERR tercihi demektir.
KUL, Kulluk İmtihanında HAYR veya ŞERR seçimini yapar uygulamak için idrakını tamlar ve iştirak için gerekli fiili yaratmak ALLAH cc kalır.
Sünnetullah kuralı budur.
ALLAH Teâlâ’nın rızası ve yap emri Hayra ve Duayadır.
ALLAH Teâlâ’nın yasağı ve yapma emri Şerre ve Deneatadır.
Şerr sadece yaratmak açısından Haktandır. Rıza bakımından yasaktır.
İnsanoğlu yasaklanan fiilleri işlerse suçlu olur.
Hırsız demek o işi yapandır.
Hırsız kişi kötü değildir, yaptığı yasak iş onu hırsız yapmıştır.
Yoksa her işi Hakk’a bağlamak hâşâ haksız bir suçlama olur Yaratanımıza.
İnsan nefsi bir ömür içinde Sünnetullah Sırat-ı Mustakimini Resûlullah sav izinde izlerse, Teslimiyet ve İstikameti kemâl bulursa buyurduğunuz gibi “HU” kalır.
Yoksa içi boş ambalajlarla gümrük kapısında Şehâdet sorunu beklemekte demek olur âcizâne bildiğim ve duyduğumca..

Kul İhvani can da işlemişti bir zamanlar bu konuyu:

ALLAH Teâlâ sırf hayrdır.
Sırf şer ise ademdir (yokluk)...
Âcizâne açıklamam şu ki: fiiller ifrat ve tefritte şer, i’tidalde ise hayrdır...
Aç kalıp (tefrit) veya çok çok yiyip (ifrat) ölmek şerr (intihar) dir. Ancak, adam gibi, emredildiği gibi lâzım ve lâyıkınca yemek (i’tidal) ise hayrdır...

Fiillerin hayr olmasında; niyette ihlâs, amelde ittikâ gibi unsurlar da vardır.
İslâmda, HAKK (celle celâluhu) rızası için halkına hasbî hizmet ve halkın yararına olan eserlerde hayrat diye adlandırılmıştır....
Netice olarak Hakkı ve hayrı başaranlar ise:

“... ALLAH onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar ALLAH’ın taraftarıdırlar (Hizbullah). Uyanık ol ki ALLAH’ın taraftarları hep kurtuluşa erenlerdir.” (Mücâdele 58/22)

“Her canlı, ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak şer ile de, hayr ile de deneyeceğiz; hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

“İnsan, hayr’ı ister gibi şerre dâvet çıkarıyor; insan çok acelecidir.” (İsrâ 17/11)

“.... olur ki bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayrlıdır. Olur ki siz bir şeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir şerdir. ALLAH bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/216)

“Kendisine şer dokunduğunda sızlanır, feryad eder (mızıklar). Hayr dokununca pinti (men edici), kesilir.” (Meâric 70/20,21)

“Her kim de zerre kadar bir şer işlerse onu görecektir.”(Zilzâl 99/8)

“Ehl-i kitâb ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” (Beyyine 98/6)

Şerri Tercih Edenler-Hizbüşşeytân:

Şeytânın dostları olanlar:

“....Şüphesiz Biz şeytânları inanmayanların dostları kıldık.” (A’râf 7/27)

Şeytânın bâtıl davasındaki tahminini doğrulamasında ona hizmet edenler:

“Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı (sonradan tahmini doğru çıktı). İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular. Hâlbuki onun, onların üzerinde hiçbir hâkimiyet gücü (nüfüzü, saltanatı) yoktu; Fakat BİZ, âhirete imânı olanı belirleyecek, ondan şüphe içinde bulunandan ayırdedecektik. Öyle ya, RABB’in herşeyini koruyup gözetendir.” (Sebe’ 34/20,21)

Neticede şeytâna tapanlar:

“İbrâhim (Aleyhi’s-Selâm): Babacığım, şeytâna tapma; çünkü şeytân RAHMÂN’a (ALLAH’a) âsî oldu.” (Meryem 19/44)

“Ey Âdemoğulları, Ben size şeytâna kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır, diye and vermedim mi?” (Yâsîn 36/60)

Şeytân taraftarları:

“Şeytân kendilerini istilâ etmiş ve kendilerine ALLAH düşüncesini unutturmuştur. İşte onlar şeytânın yandaşlarıdır (Hizbü’ş-şeytân). Uyanık ol ki (iyi bil ki), şeytânın yandaşları hep hüsrana düşenlerdir (kayıpta da olanlardır). ALLAH’a ve peygamberine hudud yarışına (onların koyduğu sınırlardan başka sınırlar koymağa) kalkanlar, en alçaklar arasındadırlar.” (Mücâdele 58/19-20)

Dünya düzeni hayr-şer, fayda-zarar üzerine kurulmuştur.... Zıdların zevki diye âcizâne âşıkça dediğimiz şu ki: bu âlemde sadece hayr hâkim olsa yükümlülük, tekellüf (imtihan-külfet) ortadan kalkardı.
Yalnız şer hâkim olsaydı o zamanda bu âlem helâk olurdu.
Düşünce ve akıl, şerden kurtulup hayra uluşmak içindir.
Hikmet, zıdların zevkidir...
İlâhî irâde ve inâyet, hayrın işlenmesinedir...
Hayr ve şerin iyice tanınmasında ilim, irâde, idrak ve iştirâk şarttır.
Ancak, Kitâb ve sünnete uymak şartıyla aklın, hakta ve hayırda tekemmülü AŞKtır.

Allah cc yardımcımız olsun…


Re: Dava-Dâvet-Dua-Denâet... (Puan: 1)
Gönderen: gullale Tarih: 26.05.2008 Saat: 19:32
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

Değerli kardeşim Nur_umim,
yazmış olduğunuz cevabı görmem yen, nasip oldu,
Öncelikle; kızkardeşim hitabınız hoşumuza gitmiştir. Size cevap yazarken hitabınızdan duyduğum memnuniyet ile size de güzel bir hitapta bulunma niyeti ile o şekilde giriş yapılmıştır. Gönlümüzde en ufak kırgınlık yoktur.
sonra yapılan yoruma yazdığınız cevap yazısına Emrem Yunus biçare, bulunmaz derdine çareden verilecek cevabın kastımızın ne olduğuna şehadet edeceğini düşünmekteyiz. Saygılarımla.

Söylememek harcısı, söylemeğin hasıdır
Söylemeğin harcısı, gönüllerin pasıdır
Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise, hakikatte asidir

Şeriat haberini şerh ile eydem işit
Şeriat bir gemidir, hakikat deryasıdır
Ol geminin tahtası her nice muhkem ise
Deniz mevci kat olsa, tahta uşanasıdır

Bundan içeri haber işit, eydeyin ey yar
Hakikatin kafiri, şer'in evliyasıdır
Biz talib-i ilimleriz, aşk kitabın okuruz
Calap müderris bize, aşk hod medresedir.

Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen meryemnur »



Tarih: 21.05.2008 Saat: 15:12 Gönderen: kulihvani

Resim


Kulluk Kemâlât Kâbesi


Kul İhvanî


İnsan sûretinde yaratılan, aklı olan, maddeten ve mânen erğinliğe ulaşan-rüşde eren, Muhammedi Tebliği duyan ve hür olan her insanoğlu;
İçinde yaşadığımız sistemi ve BİZi de yaratan Rabbülâlemin’e KULluk yapmaya, Me’mur, Mecbur, Muhtaç ve Mahkümdür…
Âlemde olan Âdemde de vardır..
Zerre için geçerli Sünnetullah Kürre içinde geçerlidir..
Kulluk İmtihanımızda İlahî İlimi getirip Muhammedî Edeb içinde öğreten ve eğiten Resûlullah sallallahu aleyhi vesselem dir.
Her İnsan Nefsi’nin, Devran – Seyran – Cevlan – Hayran Aşamalarında,
Şu İmtihan salonundaki Seyr ü Sülûk oluşumunda,
Kulluk Kemâlât Kâbesini gönül gözlerimizle bir daha gözleyelim…
6 yüzü 8 köşesi ve 12 ayrıtı olan bu Kimlik ve Kişilik Kâbemizde “Öz”ümüze dönük 7.inci yönü;
Bilmede, Bulmada, Olmada ve bizzzât Yaşayıp şâhidi olma da,
Resûlullah Muhammed aleyhisselâm’ın “BİZ”i “BİRR” e çağıran yüce sesini duyalım ve uyalım İnşâallah…



1- Taban :

Esfeli safilin ve kulluğun alt sınırı olup bunun altına düşenler nefislerine zulmeden ve akıllarına ihânet eden zâlim, kâfir, münâfık ve müşriklerdir ki "Belhum edallun..."
Hayvandan da aşağı düşüp şeytânın bile korktuğu Rabblik iddiasına kalkışan Firavun'u önder seçen, bâtılı ve şerri tercih edenler...
ALLAH korusun...


2- Birinci yüz :

Şerîat-ı Muhammedîyye yüzü: öze ve içe giriş kapısı olan yüzdür.
Tavaf kırmızı çizgisinde kulluk yürüyüşü burda başlar ve İbrâhim (aleyhi's-selâm) atamızın namazgahı (musalla: sall olan, sıla yolu) burdadır.
Bu yüzde söz, i'tikad ve teslimiyet esastır. Kapısına tutunan rahatsız edilemez ve müstelzim (istilzam eden, gerektiren) yeri olup "Beynehu, Beynallah...
Kul RABB'ısıyla..." İmam burada cemâate imâmlık yapar. Tavafın başlangıç noktası ve bitiş noktası aynı noktada buluşur ve buradadır.
Başlangıç Fâtihası (anahtarı) dır. Şartû'l-Şarttır.
Tavaf şükür namazı bu bölgede kılınır v.s. Kâbetullah ile birebir örtüşür...



3- İkinci yüz :

Tarikat-ı Muhammedîyye yüzü: Hicr-i İsmail (aleyhi's-selâm)'ın bulunduğu yön ve yüz: İsmail (aleyhi's-selâm)'ın ve annesi Hacer Annemiz’in hicret hücresi (kabr-i şerîfleri) buradadır.
Etrafı duvarla çevrili, Kâbe'nin içi sayılan, namaz kılınıp, tavaf geçişi yapılmayan yerde yatmaktalar...
Hicr: ayrılık ve hicrandır.
Hicret böyle...
Halkın rastgeleye yaptıklarından ayrılıp Tarikat-ı Muhammedîye olan Fırka-i Naciye yoluna hicret etmek...
Kâbe'nin semâsından Altın Oluktan akan Sûnnet-i Seniyye ile arınıp durunup amel-i sâlihi, aynı zamanda Abdullah da olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi işlemek...
Ciddî ve samimî gayret etmek...
İsmail (aleyhi's-selâm)'ın kulluk tatbikatını (kurbanlığını) Kur'ân-ı Kerîm'den dinlemek...
Teslimiyyeti ve istikameti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in atasından ve aslından almak...
Kim kime kurban...
Kesen kim, kesilen kim ve kestiren kim?.
Kimlik kimliği?
Bunları gerçekten âcizâne zevkler olarak arzediyorum.
Maksad Muhabbetullah...
Ve Muhabbet-i Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)...
Duyuş, uyuş ve anlayış inceliği...



4- Üçüncü yüz :

Mârifet-i Muhammedîyye yüzü:Rükn-i Yemâni yönü: zâhirinde Yemen’liler tarafı dense de bâtının da Ashab-ı Yemin Rüknû denmesi de doğrudur. Rûkn: sağlam olan taraf, esas ve temel direk anlâmınadır ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ahlâk sahası olup gerçek ve uygundur. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in selâmladığı boz taş buradadır. Selâm ve selâmet, ahlâk ve muhabbet meydanı!


5- Dördüncü yüz :

Hakikat-ı Muhammedîyye olup Hacerü'l-Esved'in bulunduğu yüz ve yöndür. Hâller âlemidir ki hâl sahibi ile RABB'ısı arasındaki sırdır.
Sır simgesi olan Hacerû'l-Esved: simsiyah taş, Nûr-u Muhammed rengi olup kendisinden başka renkleri yutup yok edici Ahmedîyyet sırrıdır.
Sırr-ı Süveydâ derler... Karadelik...
Bu bölümde hacıların duası Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'inki ile buluşur ve:
"Allahümme rabbenâ atinâ fid-dünya haseneten ve fi'l-âhirei haseneten vaki'nâ azabbe'n-nar ve edhilne'l-cenneti mâel ebrâr. Yâ Azîzü yâ Gaffâr yâ Rabbe'l-âlemin...: ALLAHım! RABB'ımız! Dünyada iyilikler ver ve âhirette de iyilikler ver, ve ateşin azabından bizi koru ve iyilerle (Ebrâr) birlikte cennete girdir. Yâ Azîz (gücü yeten) yâ Gaffâr (çok bağışlayıcı) yâ Rabbü'l-âlemin..." deriz biz hepimiz...
Biz Muhammedîyiz...
Tevhid Tavafı tamamlandı. Lâ-illâhe-illâ-ALLAH oldu.
İlim, İrade, İdrak ve İştirak...



6- Üst yüz (tevhidî tavan) :

Lûtf-ü-ikrâm ve ihsân semâsı, İlliyyin.
İşte bu âlemin Kâbetullahı Beytullah'dan başka İlliyyînde, 7 kat semâda 7 Kâbe...
Beytû'l-Ma'mur, Beytû'l-İzzet.....
Ve sonrasında Beytû'l-Arş....
Kulluk kâbemizin tabanından aşağısı, şeytânın altına düşmek (Firavunluk) iken, tavanı ise Halifetullah oluştur...
Ve diğer letâiflerimizi bu uğurda kullanmayı ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL BİZe de nâsib etsin...
Âmin...



7- Öz (iç) yüzü :

AKDES noktasına (merkeze) kadar iç içe geçmiş olan fuad, lüb, lübbü'l-lüb ve Akdes...
Bunlar böyledir diye hükmetmiyoruz, zevk ediyoruz zevk...
Zevk: tadmak kökündendir. "Küllü nefsûn zaikatû'l-mevt: her nefs ölümü tadacaktır..." hükmündeki zevkten. Zûhûratı zevk ediyoruz...
Hani elektrik gelmiş gibi Nûr-u Muhammed'e kavuşunca Hakk'a ve hayra uyanmıştık ya...
Kulluk Kâbe'mizin (Benlik Kâbesi değil) merkezinde Mûezzin-i Mutlak Muhammed aleyhi's-selâm:
Tevhidî teblig, tenzir ve tebşir ezânını okuyor ve dinliyoruz can kulağımızla.
Âcizâne arza azmettiğim şekil ve şart içinde zâhir ve bâtın kulluk Kemâlât Kâbemizin merkezinde, her şey ve herkeste, her zaman, her yer ve her hâlde okunmakta olan ezelî ezânı şimdinin Şe'enullah'ında Sahibinin ve Sahibimizin sesinden dinleyelim, duyalım ve uyalım, İnşâallahu Tealâ...


Muhammedî muhabbetlerimle kardeşlerim…

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen meryemnur »



Tarih: 24.05.2008 Saat: 13:02 Gönderen: kulihvani

Resim


VEYSEL KARANÎ (ks)


MÜNİR DERMAN (ks)

İlk mektebi bitirirler.
Orta, mektebi, lise, üniversite bitirirler…
Bunlar doğrudan doğruya bu yola girerlerse Salihin Mertebesine kadar yükselirler.
Onlara aşağıda sual yoktur.
Pasoları vardır….
”Buyurun!” derler.
Bu buyurun paso da burada alınır oğlum, burada!.
Namaz kılmaklanda değil haa….
Namaz kılmak oruç tutmak Allah’a inandığını ispat için şükr için…
İş bundan sana ne geliyor…
Şeftaliyi şeyden aldın odanın köşesinden aldın ektin mi?
işte bu namazda ekilir…..
Şimdi de var yok değil haaa!..
Boş değilsinizzz!...

Eskiden ihtiyarlar vardı.
Yaşlandıkça nurlaşırlardı…
İhtiyar kadınlar, ihtiyar dedeler hepisi….
Ben o kadar Avrupa memleketlerinde gezdim, ihtiyarlaşıp da güzelleşen bir gavur karısı görmedim….
Hepsi böööyle bişeye benziyorlar...
Bizde en pis kadın bile….
En pis dediğimiz İslam karısı bir defa secdeye başını koymuşsa….
yaşlandıkça güzelleşir…..
yaşlandıkça güzelleşir…..
yaşlandıkça güzelleşir…..
Sonunda da temiz giderse aşağıda da melekleşir oğlum! .
Onun için İslam deyip de böyle geçmemek lazımdır.
”Ve bunlar diyor, aşağıda Allah’ın büyük nimetleriyle karşılaşırlar’’
Bunlar masal değil!
Bunlar Allah’ın kelâmında Hazreti Resûlu Ekrem’in bize Allah tarafından kendisine Cebrail’le getiren Kur’an-ı Kerîm’in içinde ki âyetler…
Saçma maçma… falan Hasan Efendinin , Mehmet beyin romanı değil!....
Onun içün Cenâb-ı Peygamber Efendimizin bir Hadisi vardır:
”Salihler sözü anıldığı yerde”
Salihler kim?
İşte deminden beri anlatıyoruz….
“Bunların sözleri, menkabeleri anıldığı yere rahmet iner… Feyz-i mağfiret yağar!” diyor, Cenâb-ı Peygamber…
Sizler evinizde oturun …
Hacı amcanın gelmiş Ömer Efendi evine, akşam aile efradıyla birlikte çocuklar mocukları…
Soba yanıyor falan….
Hanımı fındık çıkarmış, çay koymuş bilmemle etmişler…
Onlarda oturuyorlar böyle…
Açmışlar mesela bir Velîyullah’ın sözlerinden bahsediyorlar…..
Diyor ki…
“Sahabeler şöyleydi…
Beyazıd-ı Bestami böyleydi….
Hazreti Mevlânâ böyleydi…
Abdülkadiri Geylanî böyleydi…
Hacı Bayramı velî böyleydi….
Ak şemseddin-i Hazretleri böyleydi….
Beyazid-ı Velî şöyleydi……
Fuzuî şöyleydi!…”
Bu Hadis-i Resûlullah’a göre: “O yere mağfiret ve rahmet dökülmeye başlar…..’’
Görünmez bu!….
Görünmez bu!….
”Efendim ben bu rahmeti görmek istiyorum?…”
Görürsen ayarını yapmak lazım…
Başından gaflet şemsiyeni açtaaaa!…..
Yağmur dökülsün kafana!…
Böyleeee duyarsınız!…..
Bazen azıcık bişeyler anlatırız……
Gözlerin niye yaşlanır oğlum!…
Kim dürttü seni!…..
İşte o rahmet girer!…..
İçini senin böyleee… kurcalamaya başlar…..
Onun için Resûlü sav kat’tiyyennn ömründe yalan söylememiştir….
Hâşâ sümme haşa Hadisi Resûlullahtır : “Salihler sözü anıldığı yere rahmet iner, feyz-i mağfiret yağar.’’
Onun için hakiki insanlar Velîlerin sözlerinden koku almaya başlarlar….
Velîlerin sözleri derunî, ilmi ve ledünidir….
İnsana te’sir isabet eder…
Bazıları : “Efendim ben namaz kılacağım, oruç tutacağım ama….”
Hııııı…
“Allah’ı bir türlü kavrayamıyorum?”
Allah Allah’ı insan idrakı kavrayamaz…
Efendim bu kâinat durup duruyorken nasıl oldu?
Allah yarattı.
Şimdi o adamda, duyan pekiiii…
Bu durup duruyorken oldu O!
Ama o nereden oldu?
İnsanın aklı sorar bunu….
Hepiniz sorarsınız….
Allah ebedîdir oooo bitti. Üzerine lakırdı
Anladık efendim Allah ebedî.
Bütün kâinatı Allah yarattı.
”Ama benim aklıma bişey sokuyor birisi..
Bu nerden oldu?”
Gelir akla ya…
Durup dururken nâmütanahi ol dedi oldu.
Peki…
O nerde?
O’nu kim yarattı?…
Nasıl oldu?
Hatıra gelir mi?
Allah onu insanın anlamasını kafasının fikrine hücre koymamıştır ki anlamasın diye!
Niye anlamasın diye?
Ulan anlamasın diye!
İyi ile kötüyü seçmek için,
Gördükten sonra inanmak kolay
Görmeden inanmaya ölçü!
Yalnız Allah’ın sıfatını sezer insan o kadar
Sıfatı nedir?
Görür, kulağı işitir
Bütün herşeye kadirdir.
Şöyle bir kâinata bakarsanız böyleee..
Nâmütanahi öyle yıldızlar var ki bize 500 senede ışık senesinde ziyası gelir.
Bir ışık senesi nedir?
Bir ışık senesi
Işık elektirikten aynı süratte gider.
Saniyede yani “hıııh!” dediğin zaman 300 bin km lik mesafe kat eder
500 ışık senesinde 300 bin km süratle geliyor.
Hesaplar, makinalar işlemez bunu
bu kadar uzak yıldızlar var
Bu kadar nâmütanahi kâinatı yaratan için Cenâb-ı Allah’ın işte bunlar hep sıfatlarıdır.
Biz onu kavrayamayız.
Aklımızda o hücre yoktur.
Onun içün Cenâb-ı Allah bu çok mühimdir bu nokta islamda biliriz diye vıdı vıdı etme insanı yuvarlıyı verir bu .
Velîyyi bile tepe taklak aşağı götürür.
İbadetten evvel Cenâb-ı Allah tövbe ister, tövbeyi ister.
İbadetten evvel tövbe lazımdır….
Yâni ne demektir tövbe, intizama girmek lazım ki abdest alacaksın bilmem ne edeceksin, şu edeceksin, etrafını yoklayacaksın..
”Ben Huzura geldim acaba bir yerimde çamur var mı?”
Bu Bir nevi cesedi tövbedir.
Tövbe : “Estafirullah, estahfirullah estahfürüllah!”
Yooook o tövbe değil o tövbe değil…
Tövbe edebe geliyor, edepsizlik hududundan dışarı çıkıyor.
İbadetten evvel Cenâb-ı Allah tövbe ister.
Onun için kalabalık yerde olduğu zaman insan, tövbe hududuna girmeyecek veya ona yakın olacak, bazı hatalar yapabilir.
Bu hatalarından dolayı Cenâb-ı Peygamber bir hadiste kapalı olarak bunu şöyle haber veriyor : “
“Allah’ın en sevgili dostları” diyor Resûlullah Efendimiz diyor “Allah’ın en sevgili dostları cemi günahlardan sakınarak gizli ibâdet edenlerdir’’ diyor
“Cemii günahlardan sakınarak gizli ibâdet edenlerdir.”
Bu edenlere Üveysî ismi verirler dinde.. Üveysî.
Üveysîlerin en büyüğü tabiinin en büyüğü Veysel Karanî hazretleridir biliyorsunuz.
Veysel Karanî hazretleri Cenâb-ı peygamber devrinde yaşadığı halde Resûlullah’ın mübarek yüzünü görmemiştir.
Anası vardı.
Anasından izin aldı.
Resûlullah Efendimizi görmek için Medine’ye teşrif ettiler.
Anası dedi ki : “Oğul gideceksin bir gün gitme bir gün gelme ikinci günü güneş batarken yanımda olacaksın!” dedi.
”Pekiii anne!” dedi
Kalktı geldi
Medine’ye geldiği zaman sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Tebük’e teşrif etmişlerdi.
Geliyor Resûlullah’ın evini soruyor giriyor.
Kızı Fatıma’ya diyor ki : “Resûlullah burada mıdır?” diyor Veysel Hz. Üveys
“Yok!” diyor
“Nerdedir?” diyor
“Tebüğe gitti!”
“Ne zaman gelecek?” diyor
“Yarın gelecek!”
“Vayyyy!...”
“Ne oldu ya Veysel?” diyor
“Anam bana diyor yarına kadar izin verdi ben dönmek mecburiyetindeyim, göremiyeceğim Resûlullah’ı!” diyor
Anasının , anasına itaat etsin diye Resûlullah’ın mübarek yüzünü bak görmeden dönüyor anaya hürmete bakın!..
”Sen diyor Resûlullah’ı gördün mü?” diyor Hazreti Fatıma’ya diyor. “Gördüm ya diyor baksana bana!” diyor, bakıyor
: “Yok görmedin Resûlullah’ı sen!” diyor kızına söylüyor.
Dönüyor hazret-i Veysel.
Ertesi günü Resûlullah teşrif ettikleri zaman hazreti Fatıma anlatıyor, diyor ki :
“Böyle böyle birisi geldi böyle böyle söyledi!”
“Kızım, o Veyseldi!” diyor
“Evet sen beni görmedin diyor, o beni başka gözle gördü!” diyor
Harran 470 kmdir Medine’ye dağda gezermiş Veysel Karanî hazretleri bir gün Medine’de otururken Resûlullah sahabesiyle böyle ikindi vakti namazdan sonra birden ayağa kalkmış sallallahu alayhi vesellem :
“İnni li ecedü nefese’r- Rahmani min kıbeli’l- Yemen!” demiş
“Yemen tarafından kokulu bir Rahmanî nefes geliyor bana!” demiş
O sırada da Veysel:
“Yâ ilahî ente’r- Rabbik ente’l- Halik, ene mahlûk!
Ente’r- Rezzak ene mezluk!
Ente’l- Kaviyy ene zaif!...
Diye meşhur bir duası vardır onu okuyormuş.
Resûlullah, o mübare ciğerinden çıkan ilahî sözleri teeey…470 kmden almış nefesi!..
Veysel bu “Üveysî” derler buna işte..
O halde üveysîler, Allah’ın en sevdiği kulları bütün günahlardan sakınarak gizli ibâdet eden insanlardır.
”Efendim bende üveysîyim”
Bırak öyleyse ol üveysî oğlum!.. ister melek ol..
Türkiyede paşa olabilmek için Harbiye’yi bitireceksin kurmay okulunu bitireceksin efendi adam olacaksın çalışacaksın olacaksın Yunanistan’dan Agop Efendiyi getirir, Türk ordusuna şey yaparlar mı? Nedir, paşa olmaz!
Sen de İslamsın, üveysîde olursun velîde olursun yalnız peygamber olamazsın!.
Haa burada başını sürt!
Yer bu şeyi nedir? Halıyı, demiri def’ olur
Ver Allah yolunda kendini ne olacak!
Allah yolunda çıldırmak lazım oğlum!..
Deli olacaksın…

Aziz cemaat imanınızı kabre kadar devam ettirmeye çalışınız…
Allah’tan gayrısını bilmeyiniz.
Bu üveysî!...
Veysel Karanî hazretleri
Resûlullahu sallallahü alayhi vessellemin vefatlarından evvel Hz. Ömer ve Hz. Ali radiyallahumları çağırdı dedi ki : “Karran’a gideceksiniz Karran’a yemen tarafında orda bir Veysel vardır saçlı vucudu kıllı elinin içinde de bir siyah nur vardır dedi BEN gibi
O BEN Veysel’in televizyon aleti!..
Gideceksiniz kendisini göreceksiniz benim bu hırkamı kendisine hediye edeceksiniz selâmımı söyleyeceksiniz!” diyor Resûlullahu sallallahu aleyhi vesellem
“Hırkayı giydikten sonra ümmetim için dua edecek!” diyor.
O hırka şimdi İstanbul’da emânet-i mubarekede bulunan hırka oldu işte .
Büyük bir rivâyete göre hz. Veysel’in giydiği hırka.
Bu hırka aynen duruyor.
Öyle Güve müve falan yok !
Güve müve öyle bit mit anlamaz, falan yok sinek bile konmaz
Niye konmuyor korkuyor mu?
Edeben konmuyor Resûllullah’ın şeyidir diye!
“Konmuyorum!” diyor!
“Ben bu riske giremem!” diyor
Resûlullah’a edeben konmuyor sinek ondan korktuğu için değil Resûlullah’a şeytan yanaşamazdı.
Resûllullah’tan korktuğundan mı?
Hayır edebinden
Meleklerin de peygamberi
O halim insandan nasıl korkar insan!
Bayılır o, canını verir!
Korkma değil!
Hz Ömer’le Hz. Ali Efendilerimiz gitmişler Yemen’e, sormuşlar
Demişler : “Dağda bir çobandır o, dolaşır!”
Gitmişler ki deve çobanı
Ooo Veysel kumlarınan zikir halinde
Gitmiş selâm vermişler.
Hz Ömer : “Gel buraya!” demiş, gelmiş
“Selâmün alayküm!”
“Alaykümüsselâm!” demiş
Bunlar bakmış ki, Resûlullah görmeden târif ettiği adam bu, fakat Resûllullah irtihal-i dâr-i cennet etmiş sav
Vefat-ı Nebi’den sonra, gidiyorlar 40. gününde..
Bakmış ki elinde bişey var burda bişey
Resûlullah’ın aynen târif ettiği,
Hz. Veysel’e diyor ki Hz. Ömer : “Bu hırkayı Resûlullah sav vasiyet etti sana gönderdi. Selâmı var bu hırkayı giyinip ümmeti için dua edeceksin!”
“Yâ Ömer dedi bi yanlışlık olmasın işin içinde, ben neyim ki Resûllullah’ın selâmı bana gelecek hem de hırkasını verecek giyeceğim, ümmeti için ben neyim bir kum parçasıyım!” demiş
“Yooo demiş vasiyet-i Resûllullah göreceğim!” demiş
“Ben Ömer’im demiş adamın kafasını uçururum!…”
Hz. Ömer bu şakası yok..
Allah’ın zabtiye nazırı Radıyallahu Teâlâ Anhum
O Teâlâ kur’an-ı Kerîm’de Allah tarafından konulmuştur
Alıyor hırkayı ayrılıyor onlardan
Kokluyor, kokluyor ağlıyor mağlıyor ondan sonra giyiniyor başlıyor dua etmeye
Hz. Veysel bu!..
Hz. Veysel son devirlerinde yaşlandığı zaman Bağdad’a gelmiştir
Bağdad vâlisi Caferi Zübeyir isminde bir zâttı.
Dicle kenarında gezermiş Veysel.
Gelmiş : “Ya Veysel demiş bir bana nasihat et!” demiş.
“Kur’ân oku!.. Kur’ân oku!..” demiş
Asabi de ha!… Şakasıda yok Hz Veysel’in..
“Bişey daha söyle!” demiş.
“Kur’ân oku!.. demiş Kur’ân oku.. Kur’ân oku..
Bak Resûlullah öldü demiş!”
Hz. Ömer devri oysa..
”Şimdi de Hz Ömer öldü!” demiş
O anda Hz Ömer’i Medine’de şehid ediyorlarmış
Televizyonuyla görüyor Üveysî
yaaa
Bunlar şaka değil..
Uydurma lakırdı da değil!..
Aha şunu gördüğün gibi hakikattir
Bunu islam kafası anlar, öyle zıbırtı kafayla anlaşılmaz Ünüversite bitirmiş..
Ünüversite ben de bitirdim!.. 3 tane üniversite bitirdim!
O kafayla anlaşılmaz..

Biliyorsunuz Resûlullah Efendimiz de, üveysîler nur var bakın beni var
Sakın o suratınızdaki benleri ondan zannetmeyin ha!..
Hz. Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’de de biliyorsunuz Mühr-ü Nübüvvet vardı
Bu tam iki küreğinin arasında bir güverçin yumurtası kadar gözünüzü kapalı şöyle sırtına sürdüğünüz zaman elinize çarpacak derecede bir tümsek halinde bir Mühr-ü Nübüvveti vardı
Bu Mühr-ü Nübüvvet Resûlullah ruhu muallalarını Cenâb-ı Allah’a teslim ettiği dakikada kaybolmuştur.
Bu Mühr-ü Nübüvvet bir sırdır!.
Bilende kimseye söylemez!..
Mühr-ü Nübüvvet’in üzerinde şöyle daire şeklinde eski küfî yazıyla
“Tebahdah ya Muhammed ente hayserun tevekke şite la enneke munsarun!”
“Tebahdah ya Muhammed! Sen öyle bir halk edildin öyle bir şey getirdin ki mühründe sırtında, bütün insanları hayata nusrete götürmek istedin. Kim ki sana tevessül eder gözünlen kalbinlen tokuşturmuştur.
Bu Resûlullah Efendimizin mubarek sırtlarından kaybolan bu!
Niçin kayboldu?
İslamın bütünnnnn Cenâb-ı Resûlullah’ın söylediği işler mezar kapısında biter demektir
Onun için : “Mezara kadar bu işleri devam ettirin, ondan sonra karışmayın!” demektir
“Efendim ben ihtiyarladıktan sonra namaz kılacağım!”
Hiç kılma!
Ona namaz demezler, ona korku namazı derler
Allah seni bilirse oğlum, Allah’tan gayrı kişi de seni bilmez
Allah’a kendini tanıttığın dakikada, Allah’tan gayrı seni kimse bilmez
İşte yine yukarıdaki hadiste “Allah’ın en sevğili dostları cemi günahlarından sakınarak gizli ibâdet edenlerdir’’
Allah ile işi olan Allah’la ile meşgul olur
Gece yastığının altına aziz cemaat, gündüz gözünün önüne ölümü kor!..
Fenalık yapmazsın, zâten yapamazsın…
Mutlaka öleceğiz…..
Ölüm sonuna kadar bunu devam ettirmek lazım
Bir Âyet-i Kerîm’de, demin ki Âyet-i Kerîm’den daha aşağı sayfalarda mahşer günü âyet, Allah’ın sözü bu!
“Mahşer günü Arş gölgesinde gölgelenecekler!” diyor.
Mahşer günü arşın gölgesi varmış orada gölgelenecekler!
Kimler?
Arşın gölgesi ne demek?
Bildiğimiz gölge değil!
Öyle sapık düşünme!…
İnsanda bulunan ilahî sıfatlar hikmet ve kudret dalgaları ile yıkanacak ve Cenâb-ı Hakk’ın en büyük lütfuna uğrayacak demektir orda ki gölge!..
Sesiz sözsüz Allah’ın kulunu bir sabah meltemi gibi okşamasıdır
Arş gölgesi bu demektir
Bir şemsiye var, altında Arş üstü Kürsî!
Yok öyle şey!
Mahşer günü Arş gölgesinde gölgeleneceklerdir.
Kimler bunlar?

Cenâb-ı peygamber 8 şey sayıyor :

1- Adaletli amirler! Ama yalnız adalet kâfi değildir ha oğul!.. İslam olacaksın hiç olmazsa namazını her zaman kılacaksın
adaletli amirler.

2- İbadet eden gençler, ibâdet eden gençler Resûlullah’ın hadisinde var, ben uydurmuyorum bunu! Adaletli amirler, ibâdet eden gençler

3- Kalbleri mescitlerde camilerde olan mü’minler : “Aman vakit gelsin de bi gideyim namaza!” diyenler.

4- “Allah rızası için birbirini seven mü’minler : “Yaa Ahmed Efendi nerde gelse de bi konuşsak be!” hoşuna gidiyor, seviyor birbirini.

5- Güzel bir kadının davetini Allahtan korkarak kabul etmeyen Salihler. Kadın da öyle, bunlar en salih insanlardır.

6- Sağ elinin verdiğini sol eline göstermiyen cömert insanlar.

7- Tenhada göz yaşı dökerek ibâdet edenler.

8- 8.incisi sabah namazını vaktinde kılıp güneşi üzerine hiç doğdurmayan, doğdurmayan ve gece namazına daima devam edip ayda üç gün oruçlu geçiren gençler!..
İhtiyarlar değil dikkat edin!...
Gençlere diyor ihtiyarlar zâten o devirden geçtiler.
Onun için oğlum!
“Gece namazı kıl!
Ayda üç gün oruç tut!
Sabahı üzerine doğurma!”
Diye dilim yettiği kadar Türkiye’nin her yerinde söyledim aha hadis bu!…
Sabah namazını vaktinde kılıp güneşi üzerine hiç doğurmayan ve gece namazına devam eden, ayda üç gün oruçlu geçiren gençler!
İhtiyarlar değil!
İhtiyarlar zâten onlar kaçırdılar kaçırdıkları yok yarın gideceğiz ne olacağı belli değil!
Burda hiçbir ihtiyar yoktur ki güneşi üzerine doğdursun!
Resmini getirseniz haaa uyuyor deseniz inanmam.
Ben insanın suratından anlarım ne olduğunu.
Secdeye başını koyan nasıl uyur bee!
Ya böyle devam edip de şu dedenin sakalı yaşına gelen gençler ne olur?
Uçar o yahu!
İşte Üveysî o!
“Efendim ben 60 şımdan sonra başlıycam bazı arkadaşlarım var benim ben tekavüt olduktan sonra namaza başlıycam!”
“Hiç başlama!” dedim.
Hem de kendi arkadaşım.
“Başlıyacağım o vakit işte kitap alacağım!”
“Hiç başlama oğlum! çünki tekavüte olu olmaz gebereceksin!” dedim
Bunlan alay olurmu?
Ya kılma ya kıl!

Cenâb-ı Sav’in Ezvac-ı Mutahharası’ndan yâni hanımlarından Ümmü Seleme radiyallahu anha vardır.
Çok güzel bir kadındı vâlidemiz.
Bu sahabeden Zeyd bin Sabitü’l- Ensarî’nin kölesi bir zât, Ümmü Seleme’nin cariyelerinden bir kızla evleniyorlar.
Bunlardan bir çocuk doğuyor, Ebu Said-i Bin icad, Hasanü’l- Basrî isminde.
o halde zevce
Ezvac-ı Mutahhara’dan Ümmü Seleme vâlidemizin cariyesi bir kadınla Zeyd bin Sabitü’l- Ensarî isminde sahabeden birinin kölesi evleniyor.
Bundan Hasanü’l- Basrî Hazretleri doğuyor.
Hasanü’l- Basrî 20. hicri senesinde doğmuştur.
Ümmü Seleme radiyallahu anha vâlidemiz Hasanü’l- Basrî’yi emzirmiştir.
Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem’de, Hasanü’l- Basrî’yi sever de arasıra kucağına oturtururmuş, kendi bardağından da su içirirmiş ve Dua-yı Resûl’ü almıştır tabii…
Bu muhterem zât, Basra’da 80 küsur yaşında vefat etiği zaman o kadar kalabalıktı cemaati ki o gün hiçbir camide ikindi namazı kılamadılar.
Meşhurdur bu!..
Bu zât 70 yıl gece gündüz abdestli gezmiştir.
Bu edebi 70 yıl terk etmemiştir, Hasan’ül Basri hazretleri…

İşte misaller...
Haftada bir defa da Bağdad’da Basra’da vaaz edermiş, kürsüye çıkarmış karşısındaki cemaat binlerce kişiden mânâdan anlayan gönül ehli oldukça şevke gelirmiş
Mânâdan anlayan gönül ehli olmadı mı sükût edermiş hiç konuşmazmış
Bir gün memleketin bütün büyükleri beyleri vaaza gelmişler Basra’dan
Dolmuş cemaat Hasanü’l- Basrî Hazretleri kürsüye çıkmış bir türlü konuşmamış cemaattan biri : “Efendi hazretleri buyursanıza!” demiş.
“Kabilenin beyleri geldiler hep sizi dinlemeye geldiler!” diyor “Binlerce kişi var hepsi sizi dinlemeye geldiler!”
Hasanü’l- Basrî demiş ki : “Şurda ki direğin arkasındaki ihtiyar hanım geldi mi?” diye sormuş.
“Gelmedi!” demişler
“Ders yapmıyacağız!” demiş
“Zira ben bir fil için hatırladığım lokmayı karıncanın ağzına nasıl sığdırabilirim?” demiş,
Kürsüden indiği gibi gitmiş Hasanü’l- Basrî Hazretleri
Direğin arkasına her zaman vaaza gelen Hazreti Rabia Hazretleriymiş
Hazreti Rabiatü’l- Adviyye
Onun için Allah konuşturmuyor.
İçinde bir kişi, bir kişi için söylüyor.
Onun için efendim vaaz doldu binlerce kişi varıdı hayvan gibi oturmuşlar.
İçinde iki üç tanesi kâfi…
Üç tanesinin kafasına sok, içindekini harekete geçir, yeter!.
Hasanü’l- Basrî’ye sormuşlar: “Müslümanlık nerededir?” demiş.
“Toprak altında!” demiş
Yâni müslümanlığı insanın öldükten sonra belli olur demek ki
“Müslümanlığın şartı nedir diye?” sormuşlar Hasanü’l- Basrî’ye.
“Şartı da kitap içindedir!” demiş
Şartı insan koyar, kitabı elinden bırakmıyacaksın
“Dinin aslı nedir?” demişler, sormuşlar
“Ben söyleyemem! Hazreti Rabia’ya sorun!” demiş
Hazreti Rabia’ya sormuşlar demişler
“Dinin aslı nedir?”
“Haramdan ve şüpheli nesnelerden kattiyyen sakınmaktır!” demiş Hazreti Rabia da..
Bazen vaizler böyle korkutucu lakırdılar söylerler.
Cehennemin kapısını açar, sokar insanı içerisine :
“Vay anasına ne yapacağız?” der.
Bâzende : “Ooo! Çok güzel!” der.
Hakikat kelâmlarıyla ben kaç senedir sizi çoktan beri sarsıyorum!
Fakat hiç biriniz oralı değilsiniz ağalar!
Hiç biriniz oralı değilsiniz!
“Efendim bizi korkutuyorsunuz bari!” diyecek
Bugün korkarsanız yarın emin olursunuz haaa!..
Tedbir alırsınız!..
O zaman bana da dua edersiniz.

Allah’ın sayısız nimetlerine azametine i’timad ediyorsunuz da bir zerreden ibaret olan bana niye itiraz ediyorsunuz.
Allah’ın nimetini şunu bunu yiyor, falan yiyor yiyor herif Allah’a itiraz ediyor da efendim veren vaiz şöyle söyledi gerek banaydı ben bir zerreden ibaretim.
Sarsıyorum sizi ama sizi hiç biriniz yerinde değilsiniz bir gün bir zelzeleye binersiniz oğlum!
Aklınızı başınıza alın!
Kabir yarın gideceğimiz kabir, dünya menzilinin sonuuu..
Âhiret menzilinin başıdır.
Mutlaka yakında kabire gideceğiz oğlum!
Birbirimize şimdiden yardım edelim!
Günah işlediğin zaman Hakk’ın nimetlerini kattiyyen yemeyin!
Nimeti yemek sonra ona asî olmak insanlık sıfatı değildir.
Köpeğe bile bir parça ekmek versen köpek senin kulun kölen olur.
Onun için kim ki “Allah!” der o ağıza hürmet eder insan!
İsterse yalandan desin…

Hasanü’l- Basrî bir gün sokakta gidiyormuş bir sarhoş bir adam çamurlarda yatıyor almış adamı ağzını gözünü mözünü yıkamış çıldırdı mı bu Hasanü’l- Basrî demişler temizlemiş ağzını..
“Sen kulumuzun ağzını temizledin ya Basrî!” diye içine bir şey gelmiş.
“Ben de o kulun gönlünü temizledim!” demiş.
Sarhoş, velîyullah olmuş oğlum!
Nasıl oldu böyle bu, nasıl?
Demin ki Kur’ân-ı Kerîm’de ki Âyet-i Kerîmede hilim var ya..
Ha herif o sarhoşu bu adamcağız bişey yesin demiş işte o yardımla rahmet inmiş üstüne Hilmiyyet Rahmeti
Allah’ın rahmeti onu deldiği geçtiği gibi herifin de gönlüne girmiş herif velîyullah olmuş senin küçücük bişeyinene
Lev enzelna hazel Kur’âna ala cebelin verayetehu haşiyen mutasattian min haşyetillah
Biz Kur’ân’ı dağa indirseydik dağ paramparça olurdu.
O Hilmiyyet Allah’tan geliyor.
Güneşten alıyorsun ziyayı aksetti mi karşındakini yakıyorsun
O hilmiyyetlen herife bi çullanmış yıkamış şeyi o Hilmiyyet yanlız ağzını temizlememiş bide göğsüne girmiş mi herifin, herif velîyullah olmuş.
Çünki Allah’ın herkesin göremiyeceği celâl sıfatı tecellî eder orada
“Ama efendim ben Allah’tan korkuyorum namazı!…”
Öyle Allah’tan korkmak değil
Kulun Allahtan korktuğu, Allah’ı bildiği kadardır.
İnsan ne kadar Allah’ın sıfatlarını bilirse o kadar korkmaya başlar.
Her kim halk görsün diye bir amel işlerse, şirktir.
Her kim halk görmesin diye ameli terk ederse, riyâdır.
Bunlar gizli kapaklı lakırdılardır.
“Riyâ ve şirki terk etmek ihlastır…”
Hazreti Adviyye’nin sözü
Yahu Hazreti Fahri Kâinat’ın eteğine yapışanı ateş yakmaz oğlum!
Eteğine yapıştı mı Resûlullah’ın..
“Ulan nerde eteği?”
Hırkay-ı Şerif, etek, her taraf ta görünmez yakala!…

Çok yemek…..
Çokk uyumak….
Çok zırzır etmek, yâni söylemek gönlü öldürür insanın gönlünü öldürür.
Dertlerdeki, belâlarda ki hikmetlerin sulbuna ererek sefâya varmak ve gülmekte hüner vardır!
“Öldü! Gidiyor!” diyoruz.
Kardeşin öldü ecel vaki’ oldu yaş indi, öyle hayvan gibi de durmak doğru değil, ağlıyacaksın tabi…
Gözünden bi yaş gelecek
Yaş Cenâb-ı Allah’a yanaşmanın şiddetinden gelir.
Fakat kafanı yıkmıyacaksın mezarına kadar gideceksin
Onun için dertler karşısında gülmek cefâlara tahammül etmektir.
Ne demektir?
Allah’ın es SABÛR esmasına bürünmek demektir.
Size bir hadis daha söyleyeyim mi?
Kıldığınız namazda huzur bulamıyorsunuz!
“Allahu Ekber!” deyip de huzura giremiyorsanız aziz cemaat!
“Efendim aklıma şu geliyor bu gelemiyor!” ise bunda haram lokmanın payı çok olduğunu kattiyyen unutmayınız!
“Efendim ben çalışıyorum!” ekmeği alıyorsun ama teyyy… topraktan un fabrikasından fırına gelip bişinceye kadar hangi edepsizlerin elinden geçti!
Kara Deniz’de balık tutulur gelir buraya alırsın konserveyi paranı ödersin.
Helâl paranı..
Balık zehirlidir küt diye ötesiki gün gidersin.
Hani paran şey idi!..
Kıldığınız namazda huzur bulamıyorsanız bunda haram lokmanın payı çok olduğunu katiyyen unutmayın!
Hasanü’l- Basrî 60 yaşlarındayken bir dört sene sonra bir gün huzursuzluk başlamış kendisinde
“Allahu Ekber!” diyor namaza giriyor bir sıkıntı, yatıp yatıp yâni yatıp kalktı çeteleye “yattı kalktı” yazılıyor.
“Namaz kıldı” yazılmıyor.
Bize de öyle yazılıyor “yattı kalktı!”
İkindiyi yattı kalktı, akşamı yattı kalktı yattı kalktı oğlu yattı kalktı! gidiyo
Çeteleye yazılıyor : “Yarabbi ben kıldım işte hesaplar tamam!”
İyiii… yattı kalktı.
İki sene böyle devam ediyor.
Bütün 70 sene ömrü abdestli gezmiş adam, bakın tasavvur edin bu edebi bırakmamış.
Bir gece rüyasında görüyor, kimi görüyor anlıyorsunuz!
“Ya Hasan! diyor sen iki sene evvel bir yerden hurma satın aldın diyor bir okka , sana verdiler diyor hurmacının önünden bir hurma yere düştü diyor.
Hurmacı tarttığı hurmalar senindir diye o tek hurmayı da sana koydu!” diyor.
Bu şaka değil!
“Bir hurmayı koydu diyor meğer o hurma satıcınınmış diyor. senin para verdiğin para hududuna dahil değil, o haramı yedin de huzursuzluk oradan geliyor!” demiş…
Koskoca bir kazanın içine bir damla siyanür atarsınız bütün memleket ölür.
İşte o lokma bu!
Bunun üzerine doğru gidiyor o hurmacıya arayıp buluyor.
Diyor ki : “Ağa diyor ben senden iki sene evvel hurma alırken bir tek senin hurman bana geçmiş diyor.
Bunu Allah aşkına helâl et!” diyor.
Hurmacı bir nara atıyor : “Aman Ya Rabbi! Bu ne biçim iş helâl olsun!” diyor.
Fakat hurmacıda eriyor oğlum!
Niye?
Bir hurma için bir sene sonra gelip de benden helâl diye : “Aman Allah rızası için helâl!” diyen adamın üstünden projöktör gibi bi şeyler demin ki Hilmiyyet çıkıyor!
Ağız yıkama hikayesi..
Bundan sonra o hurmacıda Salih oluyor ötekisi namazında huzur bulmaya başlıyor…
Onun için kıldığınız namazda aziz cemaat huzur bulamazsanız.
Mideye inen, her an helâl lokma yok demektir.
Bir tane helâl bir tane haram zâten şimdi helâl lokma yemek, şuradan Çukurhisar’a kadar yer altından tünel açmaktan daha güçtür.
Aziz cemaat!
Günah işle, yine işle, kadınları yoldan çıkar, adam öldür, yol kes, Allah, yine sana yanaşır.
Fakat serinkanlılıkla Allah’tan uzak durup da varlığını isbata çalışana, Allah katiyen ulaşmaz yap edebsizliğini,
fakat Allah’ı bırakma içinde!..
“Efendim ahret var mıdır? Allah var mıdır?” diyemez
Öööyle olmaz.
Basarsın tövbeyi…
Sarılırsın Resûlullah’ın şefaatına
Ve şefaatün ceddün muhammedun ve tefeyte bi narı cehennemi tebbeti hüvel habibüllezi turca şefaatühü ve küllü havle minel havle muhter.
Öyle bir şefaati vardır ki bütün yükleri şey eder.
Abdülkadiri Geylanî şöyle demiş:
“Ve şefaatün ceddün muhammedun ve tefeyte bi narı cehennemi tebbeti : Benim ceddim Resûlullah’ın şefaatı olmasa bende onun sahabesinden şeyinden velîlerinden biriyim şöyle yapmamla diyor, cehennemi söndürürdüm!” diyor.
Ya Resûlullah ne yapmaz: “ve şefaatühü ceddün muhammedun vetefeyte bi narı cehennemi tebbeti” : Kaside-yi Amriyesi vardır, Abdülkadiri Geylanî’nin ondadır bu!
Münkirler korkaklıklarını örtmeye çalışan hakiki korkaklardır.
Günah da insanı Allah’tan tutan güvensizlik ve korkudur.
Allah’a güvendikten sonra EDEBine girersin.
Edebine girenden günah sadr olmaz.
Bu gün hududsuz meçhuller karşısında inkar yoluna sapmak cidden câhillik ve cüretkârlıktır.
Nâmütanahi yıldızlar, astoronotlar bu kâinatın bu kadar şeyliği karşısında efendim şudur budur demek cahillik ve cüratkârlıktan başka bişey değildir.
Allah teleskopla veya labrotuvar âletleriyle değil, sırf iman nurunun aydınlığı altında Kalb gözüyle seyredenini görürüz. Teleskopla Allah bulunmaz.
Teleskoplan Allah’ın sıfatları, büyüklüğü, azameti, yaratıkları keşfedilir.
Gayba inanan bu onun derinliğinde yanan bu kudsî ateşi yakabilirse herkesin harukulâde nazariyle baktığı hadiselerin altında velîlerin gösterdiği kerametlerin altında bir sebebler zinciri olduğunu anlarsın.
Büyük yangınlar ve infilaklar olur bilirsiniz bir kıvılcım yapar bunları….
Koskoca barut mahzenine bir kıvılcım getirin orayı allak bullak eder.
Bir saniyede ve bir anda zâten onun tutuşturduğu saha alev almaya hazırlanmıştır.
Barut olmasa orda kıvılcım bişey yapmaz.
İşte sen kendini hazırlarsan, mürşid bir kıvılcımdır.
Bir gün sana bir lakırdı söyler içinde bir infilak seni tutuşturur.
Ama sen kendini o tutuşturacak a’zayı hazırlamak lâzım.
Bunlar izâh edilemez!.
İşte bu kadar anlatılır!
İzâha kalk!
Henüz görülmeyen bir rüyayı tâbir kalkmak gibidir bunlar oğlum!
Anlatılmaz öyle!
Mutlak olarak gayba inananın gönlünde, fikrinde bir çok hazine kapıları bir çok teleskoplar, bir çok dürbünler hüsule gelir.
Gayb âleminin suları burdaki benzettiğimiz sulara benzemez o zaman başka tarafı başka dürbün görmeğe çalışırsınız.
Onun için hikaye bildiğiniz gibi değildir.
Cenab-ı Resûlullah bize giydirmeye bütün beşeriyyete giydirmeye çalıştığı Atlas elbiseyi kirletmeyiniz oğlum!
Bu sözleri bir yerde bulamazsınız.
Cenâb-ı Allah rahmetinin azizliğine hepimizi eriştirsin.
Onun için secdeden başınızı eksik etmeyin.
Bak yarın bir iki gün sonra bayram geliyor.
Bu sefer ki kurban bayramı da haaa…
Bildiğin kurban bayramlarından değil!
Ne olmuş?
Cuma’ya tesadüf ediyor Cuma’ya tesadüf ediyor!..
Haccü’l- Ekber!
Haccü’l- Ekber ne?
Büyük hacc!
Ya ötekiler küçük hacc mı?
Yooo...
Ne olur bu hacda?
Olanlar olur oğlum!
Dil yetmez ki söylensin….
Oğlum! Hacc günü Cuma’ya tesadüf ederse Haccü’l- Ekber ismini alır.
O gün camiden önünde namazda Kâbe’ye tevvekül eden insan, nasıl ki Resûlu sav Efendimizi rüyasında gören sahabe olur.
Mantiki sahabe olur.
Hacı olursun hacı hacı….
Bu sefer hacca gidenler zındıklı hacıda olsa günahları af edilir. İşte tesadüf etti oldu.
İçimizde hacılar var, Allah hacılığını devam ettirsin.
Bu kurban bayramının birinci günü akşamı bilhassa dönsün Kâbe’ye sabaha kadar oraya Rahmet-i İlahîye iniyor!
Haşır haşır haşır iniyor senin ruhuna da iner.
Gözünde hatırla!
Arafatı hazırla!
Kâbe-yi Muazzama’yı basit basit iki üç taş parçası ona kıymet verme!
Oralarda Cebrail Âyet-i Kerîm’eleri indirdi.
Resûlullah o havadan nefes aldı.
Mubarek ayaklarını oraya bastı.
Dünyaya oraya teşrif etti.
Bu Resûlullah hörmetine Allah’ın Kâbe’si hörmetine!
Yoksa taşında toprağında değiliz biz.
Resûlullah oraya bastığı için hürmet ediyoruz biz.
Onun için dönüyoruz oraya biz!
Onun için bayram yanaşıyor….
Tövbe… Allah-ü Ekber çekin!
Allah’ı tesbih edin!
Gece namazı kılın, çok değil iki dakikacık bitti ondan sonra yat gene!
Abdesli gezin!.
Bu günler mubarek günlerdir.
Elimizden tutup birbirimize maddî yardım yapamıyorsak hepimiz aynı tarafa dönersek ruhen yine birbirimize :
“Allah ümmet-i Muhammedi doğru yoldan ayırmasın!” desen bile kâfidir.
Onun için dünya, güneşin etrafında dönüyor.
Bi de kendi etrafında dönüyor her an, her saniye dünyada Kâbe-yi Muazzama’ya dönüp başını secdeye koyan muhakkak bir kul vardır, her an namazdadır.
Tasavvur edin ki biz de dünyalan beraber dönüyoruz.
Bir yerde dursaydık, başımızı secdeden kaldıramıyacaktık.
Beş vakit namaza şükret oğlum!
Beş yüz vakit oldu mu yandık!
Sonra kaçırdığınız zaman bişey de var “kaza da yap!” diyor bu ne kolaylık.
Allah cümlemizi islah eyleye! Amin!.

Allahümme salli ala muhammedin ve ala ehli beyti muhammed. Subhaneke ya allam tealeyte ya selâmeti ecirna min nari bi affuke ya mücir. Allahümme entel mennan bediüs semavati vel ard ya zel celali ve ikram ya hayyul ya kayyumu ya Allahü zel celali ve ikram
Yâ ilahî!
Bize giydirdiğin Muhammedi kumaşı, kıymetini bize takdir eyle Yâ Rabbiii!…
Bizi azizliğine eriştir Yâ Rabbi!…
Âhirete intikalimizde Resûl-u Kibriyâ’nın yüzünü görmek, elinden öpmek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbiii!…
Bütün ev halkımıza, bütün ümmedi muhammedin miydesine girecek lokmaları helâl tarafından nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbiii!…
Memleketimize her türlü afat-ı semayi afat-ı araziyeatı afatı & zelzele, sel, yangın afetlerinden sen masum kıl Yâ Rabbiii!…
Ordumuzu icabet ettiği zamanlarda Mansur ü muzaffer eyle Yâ Rabbiii!…
Sırat-ı mustakimden bizi ayırma Yâ Rabbiii!…
Evimize helâl lokma sok Yâ Rabbiii!…
Sıhhat afiyet dirilik ver Yâ Rabbiii!…
Kabre intikal ettiğimiz de kabir meleklerinlen bize iltifat nasib eyle Yâ Rabbiii!…
Son nefesimizdeki buyrun : Eşhedü enla ilahe illalah ve eşşedü enne muhammeden abduhu ve Resûluhu kelimeyi tayyibesinnen ruhumuzu azraile vermek nasib müyesser eyle Yâ Rabbiii!…
İllahil Fatiha!..

***
Aziz cemaat!
Hepinizlen beraber namaz kıldık.
Herkesin kendine göre bir tertibi namaz üsulu vardır.
Evinde herkes kimisi ayakta yer, kimisi yerde yer, kimisi yan yatar, kimisi kuş şeyinde yatar, kimisi elen yemek yer.
Herkesin bir huyu vardır.
Namazda da herkesin bir huyu vardır.
Sizin içinizde en yaşlınız ne kadarsa ben de o vakitten 7 yaşından beri namaz kılarım bende oğlum!.
Hiç kimse namaz kıldığından iftihar etmesin hepimiz müslümanız.
Yarın huzur-u ilahîye çıkacağız!
Ben namazı iade ettim, huzur duyamadım namazda!
Namaz arkadan seyrettiğiniz zaman doğrudan doğruya soytarı oyununa benziyor .
Vallahide billahi âyet-i Kerîme okurum hepiniz cehennemden çıkmazsınız.
Allah’ın huzurunda alay olmaz efendiler!
İmam “Allahu Ekber!” demeden ön sırada hep secdeye başlar, daha “Selâmün aleyküm!” demeden adam başını çeviriyor.
Allah rızası için yapmayın bunu!
Benden daha lakırtı istemeyin!
Buraya da artık gelmiyeceğim!
Ben size yanlışlarınızı Allah rızası için uğraşmaya çalışıyorum, siz hokkabazlık yapıyorsunuz!
Yapmayın bunu rica ederim!
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem aşkına yapmayınız!
Vallahi yanarsınız hepiniz yahu!
Böyle şey olmaz yahu!
Allah’lan alay olmaz aziz cemaat!
Allah’lan alay olmaz!
Başkası olsa dinsiz, vallahi gebertirim ben adamı sokakta ama siz hepimiz müslümanız birbirimize söylemek mecburiyetindeyiz.
Yapmayın bunu Allah rızası için!
Allahın huzurundasın yahu!
İmam “Semiallahu limen hamide!” diyor da içinden herif başlıyor inmeye nereye gidiyorsun efendi!
Vallahi de ve billahi de Resûlullah’ın şefaatinden mahrum kalayım ki bu namaz olmaz efendiler olmaz bu namaz!
İslamda bir tek namaz kaldı bari Allah rızası için onu kirletmeyin!
İstersen kılma daha iyi olur böyle edepsizlikle içinde kılacaksan!..



(sesli sohbetlerinden alıntıdır.)


KELİMELER :

Salihin : Salih kimseler, günahkâr olmayanlar, salihler.
Feyz : (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek
Efrad : (Ferd. C.) Fertler. Askerler.
Derunî : f. Gönülden, içten.
Ledün : Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait.
Veysel Karanî : Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u canı ile bağlı kalmıştır. Sıffîn Muharebesinde Hz. Ali'nin (R.A.) askerleri arasında şehid düşmüştü. (Hi: 37) Veys diye de anılır.
Tekavüt : Emeklilik.
Mutahhara : (Müe.) Temizlenmiş. Kirleri giderilmiş.
i’timad : (İtimad) Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek. Bir şeye kalben güvenip dayanmak.
Tevessül: Allah'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
Hilmiyyet : Yumuşaklık, yavaşlık, yumuşak huyluluk.
Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.
Nâmütanahi : f. Sonsuz, ucu bucağı olmayan. Nihâyetsiz.
Harukulâde : Fevkalâde, âdetin hâricinde bulunan şey, eser. Görülmedik derecede. Son derece kıymet ve ehemmiyeti hâiz olan şey.
İnfilak : Açılma. Yarılma. Patlama. İnşikak etme.
A’za : (Uzv. C.) Bedenin her bir uzvu. * Bir cemiyete mensup kimse.




ÂYETLER :

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

“Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune. : Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen meryemnur »



Tarih: 25.05.2008 Saat: 23:59 Gönderen: kulihvani

Resim


MUHAMMEDİ TASAVVUF


Bazı kimseler sitemize üye olarak, hiç incelemeden kasıtlı ve belli düşünceleri doğrultusunda münakaşa ortamı doğurmaya çalışmaktadırlar.

Oysa BİZim; Muhammedî İnanç, Amel, Ahlâk ve Hâl yolumuz açık, BİZe ait ve BİRdir.

Muhammedinur Sitemiz, ana değerlerimizi yargılayan, edeb sınırı tanımayan ve basit kısır döngü münakaşalarına zaman ayırmamaktadır.

“İlk sitemiz MUHAMMEDİ Tasavvuf’u niçin kurduk.
Özellikle de gençlerimizin hizmetine ve fikir paylaşımına sunduk?”
Yazımızı yeniden yayınlamakta fayda görmekteyiz..

Bütün dinlerin temeli "inanmak ve inandığını yaşamak" ilkesine dayanır.
İslâm Dinimizin özü ve özeti olan tevhide şehâdet : "ALLAH (c.c.) dan başka gerçek ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.v.) in O'nun önce kulu ve sonra görevli elçisi olduğuna; bir ömür yaşayarak kesinlikle şâhid oldum."
Demek ve bu inancını isteyerek yaşamaktır.
Ancak çok basit gözüken bu söze iman edip de ibadet edebilmesi için insanoğlunun ilk önce kendisinin ve yaratıcısının kim olduğunu dosdoğru bilmesi şarttır.
Bilgi ve bilim çağında hâlâ masal, hikaye, rüya vs. ile akılları kandırma aksilik ve alışkanlığından kurtulup; el ele tutunan elektirik direkleri gibi gönülden gönüle ana kaynağımız olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyma ve uyma şuûruna ve nûruna ulaşmamız ilk ve son şarttır inşâallah...
Gözlüğünün ustasını, adresini ve telefon numarasını bilen, isterse buluşan, anlaşan ve bilgisayar çağında Almanya'da yaşayan göz bebeğimiz bir gencimizin:
"Gözümün Ustası kim? hayal mi hakikat mı? v.s." sorularına; uydurup kaydırmadan, aşırılık ve eksikliklerden uzak, Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyruklarına uygun dosdoğru cevab vermeliyiz.
Anlatmalıyız ve anlaşmalıyız.
Yoksa global kavgada yok olup gidenlerden olmaları ve olmamız çok yakındır.

İçinde yaşadığımız İslâm Toplumuna baktığımızda, bastığımız yerleri birileri yağlamış ki deli de kayıyor velî de kayıyor.
Dışarıda Dünyanın her köşesinde akan müslüman kanı, feryad eden analar ve bebeklerin masum hıçkırıkları...
Susan sultanlar, emirler, krallar v.s...
İçerde ise derebeylik anlayış ve uygulayışında, para eksenli bir çok cemâatlaşma ve tarikatçılık çalışmaları...

Hâliyle bu hâlleri gören ve gerçeği bunlar sanan bir gencimizin: "İslâm bu ise ben almayayım!" dediğini duyduk mâalesef...
Tasavvuf İlmi aslında İslâm Dininin iliği iken; bu gün kördüğüm hâlinde bir kavramlar kargaşası, menfâatler çatışması ve din dışı bir gösteriş curcunası hâlinde dededen-toruna sürüp gitmekte...
Bu çok yanlış anlayış ve uygulayışlarını, bir de çekinmeden değerli ALLAH dostları ismi altında yapmaları ise çok yazık!..
Evliyâ kim?
Eşkiyâ kim?
Yol gösterenle yol kesenin duruşunun, vuruşunun, boyasının, boyağının belirsiz hâle gelmesi, içimizdeki Muhammedî gayreti, merhameti, muhabbeti, ALLAH için hizmeti ve hakikatı harekete geçirmiştir İnşâallah...

Bizce Hakikatta Tasavvuf İlmi:


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Şeriatı; İmanı, inancı olup ilk okul gibi...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Tarikatı; Salih ameli, fiilleri olup orta okul gibi...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Mârifeti; Güzel ahlâkı olup lise gibi...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hakikati; Yüce hâlleri olup üniversite gibi..


İnsan nefsinin gelişme, olgunlaşma ve hedefe ulaşmada (kemâlâtta) Muhammedî metodun, akılla ve nakille ögretim ve eğitim ilmidir.

İslâm Dinimizin iç ve dış düşmanları, yüzyıllardır süren uğraşıları sonucu; gençlerimizin;
Geçmişiyle bağlarını kesmişler,
Geleceğe kuşkuyla bakmalarını sağlamışlar,
Bu günümüzde ise inançsız, bilinçsiz ve kimsesiz kalışlarına kıs kıs gülmektedirler.

Bizler, hiç bir dava ve dâvet sahibi asla olmaksızın sadece ve sadece ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in muradı ve emri doğrultusunda O'nun rızası için Resûlullah (sav) izinde gençlerimize hizmet ve dua etmede birlik dileğimizi sunuyoruz.
Uzun yılların söz, sohbet, zevk ve hazz ürünlerini paylaşıma açtık İnşâallah.
Görüleceği üzere binlerce âyet-i celîle ve binlerce hadis-i şerîfe kaynağında ve ışığında ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e ait ilmi ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ait edebi, öğretimi ve eğitimi sırat-ı müstakîm üzere esas aldık, altını çizdik ve sözü bağlayıp yorum serbest dedik...


Aşkı duyan bir kuyu
Uyarır bin kuyuyu
Şeker şerbet bal keser
Binbir kuyunun suyu...


Atomdan galaksilere kadar şu koca kâinât?..
Yaratılışı, yaşayışı, imtihanı, ölümü, hesaba kalkışı, dış yapısı, iç yapısı, maddî ve mânevî varlığıyla insan?..
Her şeyi ve var oluşumuzu onunla anladığımız tek ip akıl; nitelik ve niceliği, fonksiyonu ve önemi?..
Yaratan ile yaratılan arasındaki İlâhî nakil hattı ve aklın tümleyen yoldaşı Kur'ân-ı Kerîm?..
Bize dönük yüzüyle Abdullah (ALLAH'ın kulu), Yaratana dönük yüzüyle Resûlullah (ALLAH'ın elçisi) olan Muhammed aleyhi's-selâm kim?..

Ve neticede bizim de bir parçası olduğumuz şu canlı-cansız ve sonsuz resimlerin; tek, eşsiz, zıtsız, değişmez, yaratan, yaratılmamış v.s. gibi sıfatları olması şart olan Ressamı ve Ustası kim?..
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL bize nasıl bildirildi ve biz O'nu nasıl biliyoruz?..
Sorular... Sorular....
Ancak samimi ve ciddi bir inceleme ile Tasavvuf İlmi içinde; cevabları bilmeli, bulmalı, paylaşmalı, yaşamalı ve yaşatmalıyız. Bilgi, görgü ve beceri seviyeleri çağın gereği çok ileri olan gençlerimizi aşağı çekmeden, onların anlayış seviyelerine ve yaşayış düzeylerine çıkarak; birikmiş bilgi ve bulgularımızı hizmetlerine art niyetsiz sunmalıyız, dinlemeliyiz, paylaşmalıyız ve anlaşmalıyız inşâallah...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in bu muazzam sistemi var ediş sebebi (Muradullah);
İnsan şeklinde yaratılan,
Aklı olan,
Aklı ve bedeni erginliğe ulaşan,
Hür olan ve
İlâhî Tebliği duyan herkesin,
Gerçek ve tek ilâhın ALLAH olduğuna inanmasını istemesidir. İnananların; neleri, nasıl, nerede yapacağını bildiren Emrullah'ı duyup uyması veya uymaması ise kulluk imtihanı sebeb ve sonuçlarıdır..
İlimsiz câhillik ve cehennem vardır.
Edebsiz ilim ise şeytanların babası İblis'in ilmidir ve son ucu ebedi lânettir.
Oysa İlâhi İlim ve Muhammedî Edeb; dünyamız, dinimiz ve âhiretimiz için can evi cenneti olup son ucu lütuftur, ihsandır ve cemâldir...

Azîz kardeşim;
ALLAH'ımız (c.c.) tek,
Kitabımız tek,
Mutlak imamımız, mürşidimiz ve rehberimiz olan Resûlullah (sav.)ımız tek,
Dinimiz ve inancımız tek ve BİR...
O hâlde birbirimizde kasıtlı noksan aramadan güzel özelliklerimizi görerek, hakka imanda ve hayrı işlemede buluşalım.
Uyuyan, uyur gezer veya aklı sarhoş olmuş gençlerimizi uyandırmada, ayıktırmada ve kurt kapanlarından kurtarmada bâtıla (sapıklığa) ve şerre (yasağa) karşı kalblerimizi ALLAH için kenetleyelim...
Tâa Ezelden beri zâten Rabbânî, Kur'ânî ve Muhammedî oluşumuzun farkına varış şuûrunda, nûrunda ve onurunda buluşalım İnşâallah...


Kul İhvânî sözü kes
Can dediğin bir nefes
Bir nefeslik nâsibin
Gün gelir bulur herkes...



Selâm, sevgi ve saygılarımızla İnşâallah...

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen meryemnur »



Tarih: 28.05.2008 Saat: 22:54 Gönderen: kulihvani


Resim


KUL HAKKI


Halim KÖK


Ben eder iken senden ah…
Sen dilediğince de Allah,
Öncedir kulunun hakkı,
Yedirtmez O Bi-iznillah…

Bensiz varamazsın O’na,
Aklın yatmıyor mu buna,
Sırt dönmüşsen kuluna,
Yalan O’na sevgin vallah…

Nasıl göremezsin gönlü,
Sevgiyle vardır her CAN-lı,
Gafil HAKK’tan kör vicdanlı,
Geceye dönmez mi sabah?

Önce CAN der bilmez CAN-ı,
CAN-sız kalmış her bir yanı,
Sen önce SEVGİ’yi tanı,
AŞK değil mi RESÛLULLAH?


28.05.2008 - 22:05

Rasulullah(s.a.v.) hastalığının ilk günleri hem ıstırap çekiyor, hem de ateşi düştükçe camiye gidiyor, cemaate namaz kıldırıyordu.
Fakat gittikçe ağırlaşan hastalığı artık câmiye çıkmasına müsaade etmiyordu.
Vefatına üç gün kala hastalığı ağırlaşınca mescide çıkamamış, Hz. Ebubekir'in cemaate imamlık yapmasını istemişti.
Hastalığının ikinci günü, bir yanında Abbâs b. Fadl, diğer tarafında Hz. Ali ile beraber Rasulullah camiye gidip minbere çıkmış, hamd ettikten sonra şu sözleri belirtmiştir:


"Ey Nâs! Kimin arkasına vurmuş isem, işte arkam! Gelsin vursun!
Bende kimin hakkı varsa, işte malım! Gelsin, alsın!
Burada mahcup olmak, âhirette mahcup olmaktan hayırlıdır.
Yanımda en sevgiliniz, benden hakkını isteyen veya bana hakkını helâl edendir.
Benden hak alınmalı ki, Rabb'ime temiz bir ruhla kavuşabileyim!" buyurmuştur.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: 2008 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen meryemnur »


Tarih: 31.05.2008 Saat: 00:45 Gönderen:kulihvani


Resim



Kulluk Kâbesinde Muhammedî Ezân


Kul İhvanî

Bu Kâinatın kuruluş amacı, Muradullah’ın göz bebeği İNSANdır..
Bu Kâinatta aklı olan İNSAN, nakl olan Emrullahı duyar ve uyar...
Bu Kâinatın kuruluş sebebi, Sünnetullah’ın işleyişi kulluk İmtihanıdır..
Bu kâinatın kuruluşta İlk Noktası, Nurullahtan VAR edilen Nur-u Mîm’dir.
Bu Kâinat Âleminde İnsanların; tek, eşsiz ve görevli Rehberi Resûlullah (sav)dir.
MERKEZde Habli’l-Verid… Şah Damarı… Nurullah…yakîni Nefs-i Akdes..
MUHİTte küllî şey... Nu-u Mîm... Cisimde CANlar cünbüşü... Koskoca Kâinat…
Âlemde olan Âdemdeyken; Âlem Kâbesinin merkezinde, Âdem Kâbesinin Özünde, Sahibimizin Sesinden…
Kulluk İmtihanı tercihinde hakkı duyup hayra uyan İNSANların tertemiz Kalb Kâbelerinde;
Bu Sırr Sabahımızda Müezzin-i Mutlak Muhammed Aleyhisselâm’ın Ezel-Ebed Ezânını bir daha duyalım ve uyalım İnşâallah…



Sırr-ı Sıfır sırasıyla :

1- Bedene (kâinâta): ALLAHÜ EKBER
2- Nefse : ALLAHÜ EKBER
3- Kalbe : ALLAHÜ EKBER
4- Ruha : ALLAHÜ EKBER
5- Dünyaya dönük olan Beden ve Nefse : Eşhedü enlâ ilâhe illallah
6- Âhirete dönük olan Kalb ve Ruha : Eşhedü enlâ ilâhe illallah
7- Dünyaya dönük olan Beden ve Nefse : Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah
8- Âhirete dönük olan Kalb ve Ruha : Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah
9- Bedene : Hayye ala's- Salâh: Haydi islâh olmaya gel (teslimiyyet)
10- Nefse : Hayye ala's- Salâh: Haydi islâh olmaya gel (teslimiyyet)
11- Kalbe : Hayye ala'l-felâh: Haydi iflâh olmaya gel (istikamet)
12- Ruha : Hayye ala'l-felâh: Haydi iflâh olmaya gel (istikamet)
13- Beden ve Nefse : Esselâtü hayrün mine'n nevm: Salât uykudan hayırlıdır.
14- Kalb ve Ruha : Esselâtü hayrün mine'n nevm: Salât uykudan hayırlıdır.
15- Beden ve Nefse : ALLAHÜ EKBER
16- Kalb ve Ruha : ALLAHÜ EKBER
17- Beden, nefs, kalb ve ruha (özün özünden: lübbü'l-lüb Akdes'ten):
: Lâ ilâhe illâ ALLAH...
Bu muazzam ezânı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sesinden duyan, dâvetine elbette canla başla icâbet eder, uyanır ve uyar...
Sorumlu olan ve uyanan Beden – Nefs – Kalb – Ruh…
Dört letâif iş başı yapar...
"Subhanallahi ve bihamdihi subhalallahi'l-Azîm velâ havle velâ kuvete illâ billahi'l-Âlîyyü'l-Azîm..." der.
Hadis-i şerîfte buyurulup açıklandığı gibi:
Azîm olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'i hamd ile tesbih edip aklın anladığı ya da anlamadığı tüm noksanlıklardan uzak bildiğini ve inandığını ilân eder.
Hakka tapmak, hayrı ve hasenâtı (iyilikler) yapmak için gerekli olan;
Yine bâtıla tapmamak, şerri ve seyyiâtı (kötülükler) yapmamak için gerekli olan havl (bâtınî potansiyel güc) ve kuvvet (zâhirî mevcûd güç) ancak Yüce ve Azîm olan ALLAH Tealâ dadır... Ve onun inâyetiyledir..." diyerek kalkar...
Sıla-yı Rahîm Kıyamına dururlar..
El ele gönül gönüle, göbek bağları gibi Nebiyyü’l- Ümmî’de,
İlk ve tümünü doğuran ANA da “BİZ” olup,
VARından var eden Rabbülâlemine “BİR” lik yönelişinde,
Bilişir buluşur, oluşur ve Mutlak Şehadeti İmam-ı Mutlak Resûlullah (sav) in Yüce Yüreğinde yaşarlar inşâallah…

Muhammedi Muhabbetlerimle…
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“2008” sayfasına dön