Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti..
TaRiH.:14/04/2020..
YaZaN.: tamerşah tarık..


Resim

ALLAHümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin;
Abdike ve,
Nebîyyike ve,
RasûLike ve,
Nebiyyi'l- ÜMMîyyi ve alâ âlihi, EHL-i BEYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...

Yâ RABBi’L- ÂLEMÎn!. Yâ RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem!.


Geçimiş ve şu ÂNa kadar gelen zaman içerisinde bütün bizden doğan, =>bizden ortaya çıkan =>yanlış hata kusurlar vardır ve olacaktır.
Bütün bunlara tövbe istiğfar ederiz..
İstiğfar antivirüsüMüz =>3 defâ..:
Subhâneke ALLAHumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ İLâhe İLLâ ente vahdeke Lâ şerîke Leke estağfiruke ve etûbu iLeyk..
Subhâneke ALLAHumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ İLâhe İLLâ ente vahdeke Lâ şerîke Leke estağfiruke ve etûbu iLeyk..
Subhâneke ALLAHumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ İLâhe İLLâ ente vahdeke Lâ şerîke Leke estağfiruke ve etûbu iLeyk..
deriz.
Elhamdu LLLâHi RABBi'L- ÂLEMÎn!.

Hamd-ü-Senâmız âlemleri her ÂN yeniden yaratmakta olan RABBi’L- ÂLEMÎne olsun. Ve bizi BİZ yapan, bizimle BİZ olan, O’nunla BİZ olduğumuz MuhaMMed sallallahu teala aleyhi ve sellem’e olsun İnşâe ALLAH!.
ALLAH celle celâlihu İnsanlık Âlemini, İslâm Âlemini ve ÜMMet-i MuhaMMedi, hepimizi, iç-dış kemirgenlerinden, kötülüklerinden, hastalıklarından korusun ve Hakk ve Hayıra ulaştırsın!.
Yarım nefeslik hayatımızı acılarla dertlerle değil MuhaMMedî bir Neşeyle geçirmeyi nâsib etsin!.
Bütün sebeblerin son-UÇunda İnşâe ALLAH =>“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH MuhaMMedun Rasûlullah” SON-UÇ OLsun!. Ve biz =>Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin Şehâdet Şerefiyle ve Şefaat Şifâsıyla HAYy olarak İnşâe ALLAH!.
ALLAH celle celâlihu’nun hayatını el HAYy olarak bitirmek nâsib etsin. Sonsuz ni’metlerinde, cennetlerinde ve güzelliklerinde, özelliklerinde BİZ BİR-İZ KILsın İnşâe ALLAH!. ALLAH’ın izni ve inâyetiyle bugün Yûnus Sûremize geçelim..

Deliye hergün bayram gerçi de, biz Yûnus Sûremizi yapalım İnşâe ALLAH!.
Yûnus aleyhisselâm ALLAHu zü’L- CeLâL’in yüce peygamberlerinden birisidir. Yûnus aleyhisselâm; İbrahîm aleyhisselâmın oğlu İshak aleyhisselâm, onun oğlu Yakup aleyhisselâm, onun oğlu Bünyamin aleyhisselâm’dan gelen Yûnus aleyhisselâm peygamberdir.
Bütün peygamberler içinde annesinin adıyla anılan, İsâ aleyhisselâm babası olmadığı için İsâ bin Meryem’dir. Yûnus aleyhisselâm babası olduğu halde Yûnus bin Medda’dır. Annesinin adıyla anılır.
Bunda da hikmet vardır. Kur’ÂN-ı Kerimde peygamberler içinde annesiyle anılan iki peygamber vardır. Birisi İsâ bin Meryem’dir, diğeri Yûnus bin Medda’dır. Medda Hanımın oğlu Yûnus, Meryem aleyhisselâm oğlu İsâ gibi.
Bu Yûnus Sûremizin dışında diğer sûrelerde de kendi başından geçen hayat, kader fırtınaları içerisinde..
zü’L- CeLâL=> CeLâL Sâhibi.. demektir.. “Zül” arapçada başa aldı mı, sâhibi yapar.
Zennûn=> Ze’n-Nûn gibi düşünün =>Nûn Sâhibi demektir.. Balık Sâhibi demektir..“Zennun” Balık Sâhibidir..

ALLAHu zü’L- CeLâL Kur'ÂN-ı Kerîminde;


وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
Resim---“Ve ZENNÛNi iz zehebe mugâdıben fe zanne en le’n- nakdire aleyhi fe nâdâ fi’z- zulumâti en lâ ilâhe illâ ente SUBHÂNeke innî kuntu mine’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ve Zennûn (Yûnus aleyhisselâm), gadaba gelerek (öfkelenerek) gitmişti. Böylece ona muktedir olamayacağımızı (hükmedemeyeceğimizi) zannetti. Sonra karanlıklar içinde (şöyle) nidâ etti.: “SENden başka İlâh yoktur. Sen SÜBHÂN'sın (herşeyden münezzehsin). Muhakkak ki ben, zâlimlerden oldum.” (Enbiyâ 21/87)

Meşhur bir duâdır. Büyüklerimiz çok çok getirmişlerdir.:
Lâ İLâhe İLLâ ente Subhâneke innî küntü mine’z- zâlimîn!.
Ve ente Erhame’r- Rahîmin!.” Yâ RABBi!.
Diye büyüklerimizin çoğunun böyle yalvarışlarında Kadir Gecesi duâlarında falan duymuşuzdur..

Ne buyuruyor burada;
“Ve zennûni” o Balık Sâhibi var ya o balık sâhibi, ZENNÛN var ya, yâni Yûnus aleyhisselâm. Gazaba gelerek öfkelenerek gitmişti.
“iz zehebe mugâdıben” gazâblanarak gitmişti.
“fe zanne en len nakdire aleyhi” o kendince bizim gücümüzün yetmeyeceğini, hükmümüzün geçmeyeceğini, muktedir olmayacağımızı zannederek çıktı gitti yâni gazâblanarak. Gittiği yerde Biz yokmuşuz gibi buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLâL. Ama sonra ne oldu,
“fe nâdâ fi’z- zulumâti en LÂ İLÂHE İLLÂ ENTE SUBHÂNeke” sonra karanlıklar içinde kalınca ne diye nidâ etti? SENden başka İLÂH yoktur.
“LÂ İLÂHE İLLÂ ENTE SUBHÂNeke innî küntü mine’z- zâlimîn” SEN SubhÂNsın. Ben hapı yuttum diyor.
“innî” ben var ya ben, “küntü” oldum, ne oldun? “mine’z- zâlimîn” “min” den, “ez zâlimîn” zâlimlerden oldum.
“Ben kendime zulmettim. Bir yanlış yaptım, vatandaşlara kızdım çekip gittim. Gittim amma beni gemiden attılar. Beni Yûnus Balığı yuttu!.” demişti..
Bir ismi burada geçiyor Kur’ÂN-ı Kerim’de onu demek istiyorum..
Yûnus aleyhisselâm, Irak’taki Musul’un bir mahallesi olan Ninova’da yatmakta. Ben de size söylemiştim, bir sabah namazında umreye gittiklerimizin birisinde sabah namazına, Musul’da olduğu için otobüsteki insanlardan ricâ ettim. Dedim ki.: “Yûnus aleyhisselâm mezârı yakın mı?.” “Musul’un içinde.” dediler az var.
Dedim, gidelim, câmi var mı var, tuvâlet var mı var, çoluk çocuk var, dedim biz de namazı orada kılalım İnşâe ALLAH dedim, gittik.
Ve orda öyle büyük bir mezâr gördüm ki, 3-4 metreden falan fazla yâni. Geniş ve yüksek, bizim alıştığımız mezârların dışında.
Öylece, Yûnus aleyhisselâm mezârını kabrini gördüm. Câmisinde sabah namazı kıldım ve orada işte namazda kunut olarak uzun uzun duâ ediyorlar ya, güvercinlere falan sallamıştım, onlar işte orda yâni sabah namazının ikincisinde kunut yapıyorlar, duâ yapıyorlar, peygamber aleyhisselâm da yapmıştır sıkışık zamanlarda falan. Ve orada herşeyi söylüyorlar. İçlerinden duâlar, duâlar, duâlar yapıyorlar. Biz orda duâ ederken millet de dışarda otobüsün kornasına basıyor.: “Gelin kardeşim gidelim” diye. Biz kunut duâsı okunuyor bilseydik, neyse onlar da 3-5 dakkika uzâttılar, selâmı çakınca biz de fırladık. Yûnus aleyhisselâmı gördüm, onu demek istiyorum. Nerede? Irak’taki Musul’daki Ninova Şehrinde gördüm. Yâni bu kesindir..

Yûnus aleyhisselâm, peygamber aleyhumusselâmlarımızdan birisidir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem nasıl peygamber aleyhisselâm ise Yûnus aleyhisselâm da öyledir. Bütün peygamberlerimiz de öyledir. Birisi birisinden asla ve kat’a farkettirilemez. Edildiği ÂNda problem çıkar. “Efendim Âdem aleyhisselâm ilk gelmiş de, o gelmeseymiş de” “sana ne kardeşim!” “Şimdi ben burada yaşamasaydım, falan yerde yaşasaydım!” bunlar boş laflar. “Ben insan olacağıma kuş olsaydım, serçe olsaydım” falan, bunları akşama kadar söylesen boşa söylersin. Kendini yorarsın, zahmet çekersin, ahmaklık olur demek istiyorum..

Yûnus aleyhisselâm İLe İLgiLi Kur’ÂN-ı Kerim’de 19 âyette geçmektedir;
Nisâ 4/163; En’âm 6/86,87; Yûnus 10/98; Enbiyâ 21/87,88; Sâffat 37/139-148; Kalem 68/48,49,50..

1-) YÛNUS aleyhisselâm ismiyle.: Nisâ 4/163; En’âm 6/86; Yûnus 10/98; Sâffat 37/139..


إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِن بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإْسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا
Resim---“İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ve’n- nebiyyîne min ba’dihî, ve evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe ve’l- esbâti ve îsâ ve eyyûbe ve yûnuse ve hârûne ve suleymân (suleymâne), ve âteynâ dâvûde zebûrâ (zebûran).: Muhakkak ki Biz, Hz. Nûh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve Hz. İbrâhîm'e, Hz. İsmail'e, Hz. İshak'a, Hz. Yâkub ve torunlarına, Hz. İsâ'ya, Hz. Eyûb'a, Hz. Yûnus'a, Hz. Harûn'a ve Hz. Süleymân'a da vahyettik. Ve Hz. Davûd'a Zebûr'u verdik.” (Nİsâ 4/163)

Muhakkak ki biz Nûh aleyhisselâm’a, ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi yâ MuhaMMed sallallâhu aleyhi ve sellem sana da vahyettik. Ve İbrahîm, İsmâil, İshak, Yâkub ve onun torunlarına aleyhisselâm, İsâ aleyhisselâm’a, Hz. Eyûb’a, Yûnus’a, Harûn’a, Süleyman’a, Davûd’a Zebûr’u verdik. Hepsine ALLAHu zü’L- CeLâL’in es-Selâmı OLsun!.

وَإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًا وَكُلاًّ فضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ
Resim---“Ve ismâîle velyesea ve yûnuse ve lûtâ (lûtan), ve kullen faddalnâ ale’l- âlemin (âlemîne).: Ve İsmâil (aleyhisselâm) ve İlyesea (aleyhisselâm) ve Yûnus (aleyhisselâm) ve Lût (aleyhisselâm), hepsini âlemlere üstün kıldık.” (En’âm 6/86)

فَلَوْلاَ كَانَتْ قَرْيَةٌ آمَنَتْ فَنَفَعَهَا إِيمَانُهَا إِلاَّ قَوْمَ يُونُسَ لَمَّآ آمَنُواْ كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الخِزْيِ فِي الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ
Resim---“Fe lev lâ kânet karyetun âmenet fe nefeahâ îmânuhâ, illâ kavme yûnus(yûnuse), lemmâ âmenû keşefnâ anhum azâbel hızyi fîl hayâtid dunyâ ve metta’nâhum ilâ hîn(hînin).: Yunus'un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık.” (Yûnus 10/98)

وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
Resim---“Ve inne yûnuse le mine’l- murselîn (murselîne).: Ve muhakkak ki Yûnus (aleyhisselâm), gerçekten gönderilmiş (resûl)lerdendir.” (Sâffat 37/139)

2-) ZENNÛN OLarak.: Enbiyâ 21/87..

وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
Resim---“Ve ZENNÛNi iz zehebe mugâdıben fe zanne en le’n- nakdire aleyhi fe nâdâ fi’z- zulumâti en lâ ilâhe illâ ente SUBHÂNeke innî kuntu mine’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ve Zennûn (Yûnus aleyhisselâm), gadaba gelerek (öfkelenerek) gitmişti. Böylece ona muktedir olamayacağımızı (hükmedemeyeceğimizi) zannetti. Sonra karanlıklar içinde (şöyle) nidâ etti.: “SENden başka İlâh yoktur. Sen SÜBHÂN'sın (herşeyden münezzehsin). Muhakkak ki ben, zâlimlerden oldum.” (Enbiyâ 21/87)

3-) SÂHIBİ’L- HÛT OLarak.: Kalem 68/48..

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ
Resim---“Fasbir li hukmi RABBike ve lâ tekun ke SÂHIBİ’L- HÛT (hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm(mekzûmun).: Artık RABBinin hükmüne sabret. Ve Balık Sâhibi (Yûnus aleyhisselâm) gibi olma. O, çok hüzünlü, gamlı olarak (Rabbine) nidâ etmişti.” (Kalem 68/48)

Evet bu ön bilgiyi de vermiş olalım İnşâe ALLAH..

Şimdi Yûnus aleyhisselâm, peygamberimiz, çok iyi izlenmesi gereken bir peygamber aleyhisselâmdır. Çünkü Yûnus, bir kişinin “senlik nûrunu doya doya yaşaması” demektir..
Bu “sen”lik nedir? Senlik ne olacak işte; efendim sana Âdem derler Âdem olursun, Hakan derler Hakan olursun, Hatice derler Hatice olursun. Senlik budur.
Adını başka koysalardı da sen sensin. Değişmez çünkü. Senliği anladığın zaman kim olduğunu; ismi başkası koyar. Annen koyar, baban koyar onlar önemli değil. Esas olan senin senliğindir. İşte Yûnus bu Senlik Nûrunu kişinin zâhirde ve bâtında doya doya yaşaması, biz olarak yaşamasıdır. Yûnus aleyhisselâm Sûresini bu gözle görmek, bu kulakla duymak ve bu KaLble anlamakta fayda var diye söylüyorum. Bir masal anlatılmıyor Hakan. Bir hikaye anlatmıyor ALLAHu zü’L- CeLâL hâşâ.

Yâni, ha öyle mi olmuş diye bişey yok ortada. Onu arıyorsan, onu anlatanlar o kadar çok ki. Yüzlerce, belki bin tane incil yazılmış. Adam uydurmuş. Şunu yazmış, bunu yazmış, roman yazmış, bir sürü hikaye var insanların uydurduğunda. Ama ALLAHu zü’L- CeLâL'in Kur’ÂN-ı Kerim'inde bir zâhir ve bâtınlar vardır. Yâni iyi dinlendiğinde, iyi duyulup uyulduğunda, güzellikler otaya çıkar. Yâni Yûnus aleyhisselâm öyle muhteşem bir peygamberdir, onun için söylüyorum.
Bakınız, demin söylediğim şey Kur’ÂN-ı Kerim; Şeriat, Tarikat, Mârifet, Hakikat Cem’idir. Beden, Nefis, KaLb ve Rûh Cem’idir..

Burada bir şeye dikkat etmek lazım ki Barbaros;
Nefisin kabı=>sanki Beden; RûHun kabı da =>sanki KaLb gibidir. Nefis beriye doğru çekildiği ÂNda Beden içinde etken hâle geçer, ama RÛH da FUADdan KALBe geçiverirse zâhir ve bâtın oluşuverir bir anda. 4, 2’ye iner demek istiyorum. Ve bunlar da birbirine yaklaştırıldığı zaman da, Beden ve Nefis KaLb kapısında Rûh ve Fuad da o kapıdan yaklaşır bir şeyin iki yüzü gibi RuBuBiYyet ve RuSûLiYyet bu şekilde teşekkül ediyor ALLAHu ÂLEM. ALLAHu ÂLEM böyle biliyorum demek istiyorum. BİZ-lik de budur zâten.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

Lebbeyk Yâ RABBEnâ!.
Sa’deyke Yâ RABBEnâ!.
İrhamnâ>Yâ RABBEnâ!.
=>Ve'l- HayRı KüLLühu
fî Yedeyke
Yâ RABBEnâ!.

Resim

Ezân okunmakta yine Bursa’mızda!.
Cemaatsiz de olsa yine SALLanıyor!.
Bu ne acı ve ne büyük bir ibret alınacak iştir ki, kim olduğu tespit edilemeyen bir oluşum, tüm İnsÂNları yerle bir ediyor ve ona meydan okumayacak bir can yok!.
Bundan ALLAHu zü’L- CeLâL’in zâhirdeki Azameti, bâtındaki Kudretini anlamamak gerçekten bir yazıktır!.


الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ
Resim---“Elif lâm râ, tilke âyâtu’l- kitâbi’l- hakîm (hakîmi).: Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar, Hikmetli Kitab'ın âyetleridir..” (Yûnus 10/1)

Elif, Lâm, Râ..
Üç harf söyledim değil mi.
Elif lâm râ, tilke âyâtu’l- kitâbi’l- hakîm..
İşte bu harf var ya, “Elif, lâm, râ”; işte bunlar..
tilke âyâtu’l- kitâbi’l- hakîm.. Hakîm olan, Hikmet buyuran, Hüküm Sâhibi OLAN’ın Kitabı’nın âyetleridir.
Efendim, her şeyinde hikmet olan ve hükme çeviren, hayata yükleyen, içi hikmet dolu olan, ve RABBu’l- ÂLemîn’in Hükümrânlığını bildirdiği Kur’ÂN-ı Kerim’in âyetlerindendir.. Ne?. “Elif, lâm, râ” Şifre Harfleri.
Efendim buna ne diyelim, ne diyelim, yâni ne diyeli mi bilemiyoruz. Herkes gönlünce bir şey söylüyor. Şifre harflerdir..
Efendim, ben karşılık olarak söylemiyorum ama İnsÂNın KaLbindeki şah damarından yakın olan RABBu’l- ÂLemîn, öyle düşünsek, sanki prizdeki ceryân gibi olan; sanki priz gibi olan habli’l- verîd gibi olan RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellem MuhaMMediyet, Rusuliyet, ve sanki bizim fişimiz gibi olan RÛHumuz, sanki bizim Nûr Bağımız olan KaLbimiz, sanki bütün bunların içinden bize kadar gelen bakır teller geliyor, öyle gelen ve her şeyin yerinde olan nefsimiz, aklımız, bütün LütfuLLAHtır bunlar, bunlar ALLAH celle celâlihu içindir. ALLAHu zü’L- CeLâL âlemini kimse için yaratmamıştır. “LİLLAHi” dir. ALLAH için yaratmıştır. Onun için, bunun için yaratmamıştır. O, bu diye bir şey yok. Hepsi O’nun NÛRUdur zâten. “NAHNU” dur. Birinci âyet böyle güzel bir âyettir..


أَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا أَنْ أَوْحَيْنَا إِلَى رَجُلٍ مِّنْهُمْ أَنْ أَنذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُواْ أَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِندَ رَبِّهِمْ قَالَ الْكَافِرُونَ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ مُّبِينٌ
Resim---“E kâne linnâsi aceben en evhaynâ ilâ reculin minhum en enziri’n- nâse ve beşşirillezîne âmenû enne lehum kademe sıdkın inde RABBihim, kâle’l- kâfirûne inne hâzâ le sâhırun mubîn (mubînun).: İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar ve iman edenlere, muhakkak kendileri için RABBleri katında “gerçek bir makam” olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, İnsÂNlara şaşırtıcı mı geldi? İnkâr edenler: "Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür" dediler.” (Yûnus 10/2)

Ne zaman, bakın, o İnsÂNlardan içlerinden birisine, MuhaMMed aleyhisselâm’a. Bir adama, aynen öyle söylüyor. “ilâ raculin” diyor. Bir adama diyor. Bir İnsÂNa yâni. Şöyle bir görev vermemiz, İnsÂNları uyarması için, inzar için, iman edenleri müjdelemesi için, iman edenlerin sonucunu müjdelemek için ve İnsÂNları bu konuda uyarmak için. “inzar” başına iş gelecek demektir. Bir adama bunu vahyetmemiz, İnsÂNlara acâyib mi geldi? garip mi geldi?
Başlarken soruyor bak başta. “E” mi, “kâne” oldu mu yâni, “li’n- nâsi” İnsÂNlara, “aceben” İnsÂNlara çok mu acâyib geldi, “en evhaynâ” vahyettik diye çok mu acâyib geldi. “ilâ reculin minhum” içlerinden bir adama vahyetmemiz çok mu acâyib geldi. “acebe” acâyib geldi yâni.
Ne diye vahyetmiştik. “en enziri’n- nâse” İnsÂNları uyar diye.
“ve beşşirillezîne âmenû” ve iman edenleri müjdele diye birini göndermemiz acâyib mi geldi.
“enne lehum kademe sıdkın inde RABBihim” çünkü RABBleri katında, ALLAH katında “inde RABBihim” RABBleri katında, iman eden ve müjdelenenler için RABBleri yanında, katında, Sıddıklar Makamı vardır. “Makame Sıdkın” sözünün eri Sâdıklar Makamı vardır. ALLAHu zü’L- CeLâL, acâyib mi geldi o inkar edenlere, bunu bilsinler yalnız!.
“enne lehum” şüphesiz ki onlar için ne vardır? “kademe sıdkın” Sıddıklar Kademesi, Makamı vardır. “inde RABBihim” RABBleri indinde.
“inde RABBihim”, “beyne RABBihim”, “tahte” bunlar, çok problem olmuştur Barbaros. İnsanlar yâni bir şey dese RABBısına. İşi gücü bırakmıştır, işte.: “RABBıma şöyle demeyim, böyle demeyim, Kur’ÂN’a dokunmayım yanarım, RABBıma bir şey demeyim!.” demez etmez yâni.
Bir de artık! de!. Ne diyeceksen ortaya çıksın bir. Böyle gizli kapaklı şey yapma!.
“inde RABBihim” RABBleri indinde. Yanında buyuruyor. Nasıl yanında? Yâni birisi var da, birisi onun yanına mı gitmiş. Bunlar acı. Dâimiyet Nuru’nun aynen olması ne demektir kardeşim? Ya ne demek olacak, bunu çocuk bile bilir ki, fişi prize sokarsan buzdolabı çalışırsa, “inde RABBihim” olur işte. “inde RABBihim” budur. Çalışmazsa istediğin kadar de ki.: “Ceryân var de, dolap var de, fiş var de, ama çalışmıyor kardeşim!." “inde” değil, BİZBİR-İZ olmamış, avara kasnak yâni..
“inde RABBihim” onlar için, ne vardır, Sıdk Makamı vardır. Sıdk nedir? Kudretullahın Dâimiyet Sâhibliğidir. Yâni türkçesi; bizim ampul diyor ki bana.: “Ey Kul İhvâni, ben var ya ben, Keban’ın Kudretini taşıyorum anlıyor musun!.” diyor. Keban’ın Kudreti bende diyor. Ve doğru söylüyor. Öteki de tutmuş Keban mı büyük, ampul mü küçük. Çünkü anlamak niyetinde değil. Yaşamak niyetinde değil. Yaşamak istemiyor. Yâni şu buzdolabı şu suyu, sıcakta bir soğutsun da buz gibi bir içelim. Şu yemeği kokutmasın da bir gün sonra yiyelim. Öyle bir derdi yok. Yâni o illâ boş bir şey zannediyor. İşe yaramayan, hâşâ, uyduruk bişey. Yâni emin olun böyle, sizler de düşünün. Ben böyle düşünüyorum.

Bunlar böyle yaparken “kâlel kâfirûne” kâfirler ne derler, “inne” şüphesiz olan bir şey var ki, nedir o? “hâzâ le sâhırun mubîn” bunları söyleyen ALLAH’ın Sözüdür, benden duyun Kur’ÂN-ı Kerim’i diyen peygamberlerin tümüne birden yalnız. RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellem dahil, hepsine. Her zaman, şimdi bile öyle diyorlar. Ne diyorlar? Muhakkak, muhakkak, kesinlikle, apaçık, mutlaka, bu bir sihirbâzdır diyorlar. O gün de, bugün de, yarın da olacak. Çünkü o kadar farklı aradaki açı. Açı farklı açı, birisi İslâmiyeti yaşıyor, bütün hayatını İslâmiyete bağlıyor, soytarıları demiyorum. Falan tarikatın, falan cemaatin kulu kölesi olarak falan demiyorum, ALLAHu zü’L- CeLâLin Kulu, RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellem ÜMMet-i Peygamber aleyhisselâm’ın Kur’ÂN-ı Kerim’inin sözcüsü hizmetçisi olandan bahsediyorum. Falan Efendi, filan Efendi beni ilgilendirmiyor, onu demek istiyorum. Gerçekten ilgilendirmiyor.
Bana ne yâni. Ama şunu söylüyorum; bizim ALLAH’ımız HAYy’dır El HAYy ALLAH celle celâlihu. El HAYy, ALLAH’ın ismidir. Bizim ALLAH’ımız Zâhirdir, kayıp/yitik falan değildir, açıktır. GAiBdir/OLduğu HÂLde GÖZükmeyendir. Nerde?. ALLAH celle celâlihu, bir şey mi ki sana göstereyim. KÜLLî ŞEYy’i yaratan ALLAH celle celâlihu.. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Kebandı, güneş ışığı falan, yaptığıyla belli, ona dikkat edelim diye söylüyorum..


إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الأَمْرَ مَا مِن شَفِيعٍ إِلاَّ مِن بَعْدِ إِذْنِهِ ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
Resim---“İnne RABBekumULLAHullezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda fî sitteti eyyâmin summestevâ ale’l- arşi yudebbiru’l- emr (emre), mâ min şefîin illâ min ba'di iznih (iznihî), zâlikumULLAHu RABBukum fa'budûh (fa'budûhu), e fe lâ tezekkerûn (tezekkerûne).: Muhakkak ki sizin RABBiniz ALLAH, semâları ve yeryüzünü 6 günde yaratandır. Sonra arşa istivâ etti. İşleri düzenler ve O'nun izni olmadıktan sonra (olmadıkça) bir şefâatçi yoktur. İşte bu ALLAH, sizin RABBinizdir. Artık O'na kul olun. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” (Yûnus 10/3)

Şüphesiz, şüphezi ki, sizin RABBiniz gökleri ve yeri 6 günde halketti, “halaka’s- semâvâti ve’l- arda ”. “fi” içinde “sitteti” altı “eyyâm” içinde. 6 gün ne demek, gece ve gündüz beraber, gece “leyl” demiyor. “eyyam” diyor “yevm” diyor. “yevm” de ayrı bir hikâye. “nehar” dır gündüz, “leyl” dir gece, “yevm” geceyi gündüzü birbirine katan ikisini topayan 24 saat demektir. Ama burda daha başka bir şey de var. ALLAHu zü’L- CeLâL’dir geceyi ve gündüzü yaratan. “summe” sonra “estevâ ale’l- arş” arşa istivâ edendir. “Efendim, işleri yerli yerince idâre edendir. Yerli yerine koyandır, işleri.” Hangi işleri kardeşim?. Arşı istivâ etmiş, yâni nasıl istivâ etmiş? Burada öyle saçmalıklar duyarsınız ve okursunuz ki, işte oturmuş, ayaklarını sallamış, şöyle yapmış, böyle yapmış, yâni küfrün tövbe tövbe, dinin de gider. Böyle tefsirdir bunun çoğu, okumuşumdur yâni. Çünkü akıl olmayınca böyle olur. SEVİYELEmeyi BİLmezse bir kişi, ARŞ’ın ne olduğunu bilmezse, FERŞ’in ne olduğunu bilmezse, İLLİYîNi, ESFELîNi bilmezse, Yüce olanla Alçak olanı anlamazsa, neden bahsedecek. Ayıramıyorsa bunları, ya aklı yoktur, ya sarhoştur, ya da zom uykudadır. Bakın “summe estevâ ale’l- arş”.. ARŞ’ı SEVİYELEyen O’dur.
yudebbiru’l- emre, mâ min şefîin illâ min ba'di iznihî..
işleri tedbir eden, bütün kâinâttaki Şe’ÂN-leri, OLuşları, durmadan KaLb atışı gibi yeniden yaratışların tümünü takdir eden de O’dur, tedbir eden de O’dur. Ne demek?. Takdir O’na aittir. Tedbir kime aittir?. Tedbir de kuluna aittir. Efendim yâni hani takdir ediyordu. Ediyordu ama “seni öldürdüm” diyorsa senin yapacak bir şeyin kalmaz. Sana seçenek sunuyor. Ne buyuruyor.: “Arabanın önüne atlama!.” Atlarsan ne olur?. “Paramparça olursun!.” buyuruyor. “Şunları şunları yapma!” Yaparsan ne olur? O kader işte. “Çıkma!.” buyuruyor ALLAH celle celâlihu.. “Çıkmazsam olur mu?” Onu bunu bırak.: “Yerin dibinde olsanız da bulurum!.” buyuruyor ya. İçeri saklanma dışarı saklan falan, Tedbiri almak Farz-ı Ayndır bir kişiye. ALLAH’ın Takdiri..


Resim---Ömer radiyallahu anhu bir yolculuktayken, gitmek üzere oldukları Şam’da salgın hastalık zuhûr ettiğini haber alınca gerekli istişâreler netîcesinde Şam’a gitmekten vazgeçmiştir. Aslında Cenâb-ı HAKk’ın ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in emrine daha muvâfık olan bu ihtiyat ve tedbir karşısında sahâbeden Ebû Ubeyde bin Cerrah radiyallahu anhu Ömer radiyallahu anhu’e.: “ALLAH’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sormuş, Ömer radiyallahu anhu ise, o âlim ve fâzıl sahâbîden böyle bir suâli beklemediği için: “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Evet, ALLAH’ın kaderinden, yine ALLAH’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da bir tarafı verimli, diğer tarafı çorak bir vâdiye inseler ve sen verimli yerde otlatsan ALLAH’ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine ALLAH’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?” buyurmuştur.
(Buhârî, Tıb, 30)


ALLAH’ın takdirinden ALLAH’ın takdirine tedbirle sığınmak tâbi ki farzdır. “ALLAHı’n verdiği CÂNını öldüreceğim!.” deyip kafana kurşun sıkmak intihardır. ALLAH’a isyandır, büyük günahtır. İşte bunu ALLAHu zü’L- CeLâL burada ne güzel buyuruyor. O Şe’ÂN’ı tedbir edendir. Her ÂN Yeniden Yaratış İçinde Tedbirleri Takdir Edendir.

“mâ min şefîin illâ min ba'di iznihî”; “mâ” yoktur, olmaz “min şefîin” başka bir şefâatçı, “illâ min ba'di” kendisinden başka bir şefâatçi de olamaz, “min ba'di iznihî” onun izni olmadan hiçbir kimsede şefî olamaz. Yâni kendi içindekini ortaya çıkarıp da “Şefi’” budur, yaşatamaz yâni. İsterse şey olsun nedir, Amerikanın başındaki olsun, ne olur?. Virüs vurdu mu indirir aşağıya!. Çünkü mümkün değil, SİSTEMİN YARATICISI bakımından söylüyorum. O’nun izni olmadan kimse şefâatçi olamaz. Yerinden kıpırdayamaz, yeniden yaratılmayan bir İnsÂN gelmeyen bir cereyân nasıl geldim der ya. Bu kadar açık yâni. Şefâat ancak onun izniyledir.
Efendim işte atıyorlar ya.: “Bizim mürşidimiz şunu yapar, bunu yapar!.” Valla ben bunları bilmiyorum. Öyle bir izin falan aldılar da, hani vardı ya bir zamanlar cennetten mezâr yerleri falan satıyorlardı. Cennet Köşkü satıyorlardı, basbayağı bunlar İstanbul’da bulunan tarikattı. Alanlar var böyle parsel parsel. Gerçek. Ahmak olduktan sonra açıkgözler aç mı kalır. ALLAH korusun!.

“min ba'di iznihî zâlikumullâhu RABBukum” İşte böyle bir ALLAH sizin RABBınızdır. “zâlikumullâh” işte bu ALLAH sizin RABBınızdır. Bahsettiğimiz bu ALLAH sizin RABBınızdır yâni. “fa'budûh” Siz ona ibâdet edin, onun kulu olun, ibâdet edeceğiz de, ibâdet ne?. “Yat!. Kalk!.” değil. Dâimiyet BİLELiğini AYNen BULmaktır.. Ben meselâ, bizim Esrâ (isrâ) diyor ki.: “Tükçe çok iyi bilmiyorum.” Ben de diyorum ki.: “İsrâ çok basit, kulluk öyle bir şeydir ki, “ibâd” Dâimiyet BİLELiğidir.”
Ne demek bu? Buzdolabının fişini prize soktun da ceryân geldi mi, o BİLELİK başlar. NAHNU.. BİZ BİLELİĞİ, gır gır gır gır çalışır. “İbad” budur. Avara kasnak, kafa bir yerde, öbür taraf bir yerde, bu taraf bir yerde.
ALLAH rahmet etsin bizim köyde Kör Hacı Emmi vardı. Çok değerli de bir İnsÂNdı. ALLAH rahmet eylesin, ama komik bir İnsÂNdı yâni. Milletin ekinine sürüyü sürmüş, bakmış ki bekçiler geliyor, kurtuluş yok, dayak yiyecek dönüvermiş.: “ALLAHu Ekber!.”. Bekçiler gelmiş, adam namaz kılıyor. Dövseler adam namaz kılıyor. Namazı da bırakmıyor, selâm vermiyor. “ALLAHu Ekber!.” diye yatıp kalkıyor.
Bekçilerden biri demiş ki.: “Ulan bu kıbleye dönmemiş!.” demiş diğer bekçilere. Kör Hacı Emmi namazdayken.: “Kıbleyi karıştırma ulan!.” demiş, devam etmiş “ALLAHu Ekber!.”

Yâni Kafa nerde, Kıble nerde, Sen nerde, Ben nerde..
“fa'budûh” diyor “fa'budûh” derhal hemen “abd ol!.” “abd”, “abd”. Dâimiyet BİLELiğini AYNen UYguLa kardeşim!. Alavere dalevere yok!. ALLAH ALLAH benim bu laptop diyor mu.: “Keban çok büyük, ben çok küçüğüm!.” Ne diyor.: “Ceryânı bana bağla Kulihvani, ben sana neler anlatırım!.” diyor. “Kâinâtı dolaştırırım. Tümünüzü bir araya getiririm!.” İşte bu “fa'budûh” budur. BİZLİK BUdur..

“e fe lâ tezekkerûn” bakın bakın, “e” mi, “fe” buna rağmen mi “lâ” olmuyor mu, olmuyor musunuz, “tezekkerûn” “siz hiç ALLAH’ı zikretmeyecek misinisiz?.” “Edeceğiz!.” “Nasıl?” Zikir neydi? Zikir ne olacak; al tesbihi 500’lük gır gır gır!.. Ben zikredilmesin demiyorum. “tezekkur” öyle bir şeydir ki, “zekere” İnsÂNın şah damarından yakın olan RABBısı, Keban Merkez Ceryânı gibi.. Rububîyyet NÛRu =>MuhaMMed’e geçerse.. NÛRULLAH ondan sonra “KÛN fe ye KÛN” olur da bizzât sana gelirse, sen Keban adına “z” ile ALLAH adına, ALLAH’ın Ceryânını kullanmayı hak edersin kardeşim!. Gavursam müslümân olurum, şeytansam Cebrâil olurum, Firavunsam Musâ olurum.. geceyse gündüz olur, inkârsa ikrâr olur, her şey olur, olur, olur, olur!.
“Olmazsa ne olur?.” Ne olacak, geriye kitab yüklü eşşekler kalır. Geriye hava kalır hava. Geriye.: “Benim eşşeğim seninkini döver, ben iyiyim sen kötüsün!.” şöyleydi böyleydi, bir sürü yanlışlar içinde bocalar durur. Yaşayan bir İMÂN, su içer gibi içilen bir “ALLAH celle celâlihu!.” sözünü su içer gibi içiyor. Ekmek yer gibi yiyor, işine yarıyor!.
Asla ve kata alavere yapmıyor yanlış yapmıyor!. Çünkü işin hakikatini anladı, güzelliğini anladı, özelliğini anladı.

Evet biz, kendimizin anlayabildiğimiz kadarını anlatıyoruz. Biz bir Allâme-i Cihan falan değiliz, biz sadece zevk ediyoruz. Buradakiler hepimiz-biz; can ciğer kardeşlerimiz, çocuklarımız, yıllarımız geçmiş ve ebedî olarak da İnşâe ALLAH;
=>ALLAH =>KELÂMULLAH =>RASULULLAH =>EHLİBEYTULLAH =>VELİYULLAH =>EHLİLULLAH ve =>ABDULLAH OL!.arak HEPimiz!.
Sonsuz âlemlerde yaşayıp, ALLAH vardır, ALLAH var olduğu sürece BİZ de varız her zaman. Geçer gideriz bu âlemlerden, doğduğumuz gibi öldüğümüz de olur ama, biz doğmadan önce de vardık, öldükten sonra da varız İnşâe ALLAH!. Gözüken İnsÂNların gözündekidir. Onların da hepsi gelip geçicidir. Bunu çok iyi bilmemiz lâzım İnşâe ALLAH!.


إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
Resim---“İleyhi merciukum cemîâ (cemîan), va'dALLÂHi hakkâ (hakkan), innehu yebdeul halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti bi’l- kıst (kıstı), vellezîne keferû lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn (yekfurûne).: Hepinizin dönüşü O'nadır (dönüş yeriniz O'dur). ALLAH'ın vaadi haktır (gerçektir). Muhakkak ki O, ilk olarak (örneksiz) yaratmaya başlar. Ve sonra âmenû olanlar ve salih (nefs tezkiye edici) amel yapanlar, adaletle mükâfatını vermek için O'na iâde olunur (döndürülür). Ve kâfir olanlar için inkâr etmiş olduklarından dolayı hamîmden (kaynar sudan) bir içecek ve elîm azâb vardır.” (Yûnus 10/4)

“ALLAHu Ekber!” ALLAHu zü’L- CeLâL ferman ediyor ki; “İleyhi merciukum cemîâ” sizin rücâ’ edeceğiniz, nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın, en son nefesi bir yerde cık diye verdiğiniz yerde, döneceğiniz, dönüş yeriniz, merciniz, “cemîân” hepiniz, topluca, kimse bundan hariç değil, “va'dALLÂHi hakkân” bu ALLAH’ın size verdiği biz sözdür, vaaddir ki, kesinlikle dönüş O’nadır. Sizin döneceğiniz yer O’nadır, bu ALLAH’ın kesin olan, Hakk olan bir vaadidir..
Başka, “yebdeu”, o ALLAH ki, “innehu”, O var ya O ALLAH, evet, “innehu yebdeul halka” yaratışta.. “bediu's- semâvâti ve'l- ard” dır. Halkı, hiçbir örneği olmadan, kendisi tek tek, biri birisine benzemeden, meselâ diye söylüyorum, bizim Kadriye’nin, Hacı Mahmud’un bütün çocuklarını yan yana getirin, tanımayan birisine deyin ki.: “Bunların arasında zerre kadar bir benzerlik var mı?.” “valla yok!.” diyecekler.
Çünkü hiç biri diğerine benzemez. Her kişi, her zerre bile birbirinden farklıdır. İki yoktur bu âlemde. İki tane aynı şeyi bulamazsınız. Mümkün değil. Ayrıdır. Yoktur ki. Hepsi “TEKe TEKk”tir. Öyle bir “bedi’” yâni DÂİMİYET BİLELiğini öyle TEK TEK yaşatan bir ALLAHu zü’L- CeLâL’dir.. Halkın tümünde. İşte böyle yaratan, ilk olarak örneksiz yaratan ALLAHu zü’L- CeLâL, “summe yuîduhu” geriye iâde eder. Döndürür. Bunu çıkarır, çıkarır, çıkarır zirve yaptırır. “var mı bana yan bakan!.” dedirir. Nerde? Meselâ pehlivanlar gibi 40 yaşına kadar, sonra eğilme aşağı düşer, sonra en sonunda doğduğu günkü gibi eli ayağı tutmayan bir bebek haline getirir, değil mi!?.

summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti bi’l- kıst..
“halka summe yuîduhu” “li” niçin böyle yapar, niye iâde ettiriyor, getirdi de? “li yecziye” cezâsını çeksin diye, karşılığını görsün diye. “ellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti” iman edenler ve imanını aynen uygulayanlar karşılığını görsün diye böyle yapar.
Adamın birisi buraya gelmiş vuruyor kırıyor, canavar gibi. Öteki de diyor ki.: “Yapma ALLAH aşkına, ALLAH’ın kullarına, ALLAH’ın canlılarına dokunma!.” Deyip, MuhaMMedî Muhabbetle MuhaMMedî Merhametle yaşıyor. Öbürü çıldırdıkça çıldırıyor. Şimdi el ÂDİL olan ALLAHu zü’L- CeLâL.: “aferim size!” mi diyecek. Yoksa.: “Sen şu tarafa geç, sen de şu tarafa geç!.” mi diyecek.
Öyle buyuruyor bak, “summe yuîduhu” niçin geriye çeker, hesaba çekecek “lî yecziye” karşılığını vermek için.
“cezâ” arapçada karşılık demektir. Türkçede cezâ dedim mi kötülüğün karşılığıdır. Halbuki arapçada “cezâ” yaptığı işin karşılığıdır. “Onun cezâsı cennet” “onun cezâsı cehennem” âyetleri vardır. Karşılık demektir yâni. Türkçeye yanlış yerleşmiştir..

“bi’l- kıst” bunu ALLAHu zü’L- CeLâL niye yaparmış,? “kıst” dan dolayı. Adaletinden dolayı. ALLAH celle celâlihu el ÂDİL olduğu için. Birisi bir tek CÂNa kıymamış, birisi CANAVARLık yapmış. Ve baştan da buyurmuştu ki.: “Ey Canavalık yapanlar, bu dünyada da, öbür dünyada da sizi Cehennemin Zümerâsı’nda yaşatırım!.” Öbürlerine.: “İnsan gibi bütün CÂNlılar da ALLAH’ın NÛRunu görenler, CÂNların kıymetini BİLenler, ÜZMEyenler, ÜZÜLmeyenler, SEVip, SEVİLenler.. sizlere de bu dünyada da öbür dünyada da cenneti yaşatırım!.”
Yalnız “kıst” ile. Ne buyurdu deminden, Makam-ı Sıddık buyurdu. Sâdık olacak, kaypak olmayacak, çok önemli!. Şöyle böyle olması önemli değil, çok günahkardım da, ne yaptınsa yaptın. Şimdi döndün mü, dönmedin mi, onu söyle. Döndüm ama, geri dönerim. Geri dönme, münâfıklık yapma!. Doğru dürüst ol, geçmiş geçmişte kaldı. Karşılıklarını, iman ve amellerinin yaptıklarının inançlarının ve amellerinin yaptıklarının “bi’l- kıst” adaletle karşılığını bulsunlar diye ALLAH geriye iâde ediyor onları. Eder diyor. İman edenlerin tamamı mı?. Tamamı.

Kim kaldı geriye, “vellezîne keferû” o küfredenler var ya, evet, “lehum” işte onlar için ne varmış, “şerâbun min hamîm” hamîmden bir şarap varmış içecekleri. Ne demek “hamîm” hamam nedir, hamam, türkçeye geçmiştir, hamam sıcak yer demektir. “hamîm” sımsıcak, CÂNciğer dost demektir. Onlar, çok seviyolardı ya zâten, dimi öyle değil miydi, yaptıkları işleri sevmiyorlar mıyıdı? Her gün zulmedenler, her gün dedikodu edenler, her gün bir CÂN yakanlar, hergün kendi CÂNını ALLAH’ın CÂNını yakanlar. ALLAH’ın yarattığı bu özelliğin, güzelliğin tümünü ayak altına alanlar. Bunu severek bayılarak yapmadılar mı?. Kendi kibirlerini, kinlerini, muhanetliklerini, hainliklerini, CÂNciğer olmadılar mı, oldular. İşte ha.. O kaynar, hayat boyunca o cehennemlerinde kaynattıkları o kızgın sulardan, şaraplardan “şerâbun” içecekler yâni. Onlar için bu vardır. Hamîm Şarabı vardır.
Başka ne varmış, “ve azâbun elîmun”.. ELîM, “Elif” “Lâm” “Mim”.. ELîM.: Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren..
Elîm öyle bir elîmdir ki, ALLAH kimseye yapmasın. Hayatta yaşarken, İlahî bir İnsan, MuhaMMedî bir İnsÂN gibi yaşayıp da ALLAH korusun, öyle olmayanlar, iki lafın birisi ne diyoruz, sakın sakın, sâhib çıkma!.
Lî-VECHİLLÂH=>ALLAH için, SEBİLİLLÂH =>ALLAH YOLUnda, ALLAH için ben ALLAH’ın kuluyum de!." ALLAH için annene babana de ki, ALLAH için çocuğunuzum!. ALLAH için senin kardeşinim. ALLAH için ben varım. Ben ALLAH için RASÛLULLAH sallallâhu aleyhi ve sellemi SEVerim. KELÂMULLAHı SEVerim. Bu. Aksi takdirte elîm bir azâb olur!.
AZÂB nedir =>KENDİ BENLiğini, BİLELiğini =>RABBısı sanıp da ona sâhib çıkmak NEMRUTLuğudur. Başka azâb var mı?. Ağır bir şeydir bunlar. Efendim “kaynar kazana sokacakmış” da, burada soktu adam olmadın bir de orda mı kaynatacak. Yâni böyle çocuk gibi, ya da beyinsiz gibi, böyle şeyler yapma!. Şu bir günü bile ALLAHu zü’L- CeLâL’in, güzelliği ve özelliği içerisinde yaşamadıktan sonra, ne yaparsan yap git!. Ne hoşuna gidiyorsa onu yap!. Eğer seni iki dakika namaz kılarken..
“Es SeLÂMu aleykum yâ RABBî, sen bize bu ni’metleri veriyorsun, BİZBİRİZ, dediğin gibi gerçekten bize güvenilmiyor yardım et!.” Falan..
Oysa Samimî bir güzelik özellik içerisinde BİZBİR-İZ halinde yaşamak hârika bir şey!. Peki böyle yaşamayıp da başka, carttı curttu, vırttı zırttı ne bu. Kendisine zulüm, başkasına zulüm. Sanki üç günlük dünyaya geldi ki şey yapacak. Bunlardan kaçınmak için söylüyorum!.

“azabun elîm”. Niye?. Yâ RABBî niye bunlara kaynar sular, ve elîm azâblar var?.
“bimâ” şundan dolayı, “kânû yekfurûn” onlar kâfir oldular, kâfir!. Onlar kâfir oldular. Yâ RABBî bunlar müslümândı. Müslümân gözüktüler, ama ALLAH’ın güzleliklerinin üzerine kendi örtülerini örtüverdiler, küfrettiler. Kapattılar yâni. ANLAtaBİLiyor muyum. İşte ben bu yüzden bazılarına üzülüyorum. Yoksa ALLAH yolunda hizmet edenlerin hepsinin elini öperiz. Yâni var ya meşhur tarikatçılar, şucular bucular, KELÂMuLLAH ve RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellemi şöyle eliyle hafifçe iteleyip de.: “Ben bir çıkayım ortaya!.” dedikleri için. Örtü örttükleri için. Bırak herkesin RABBısı kendisine ait, herkesin Peygamberi kendisine ait, herkesin Kur'ÂN-ı Kerîmi kendisi. Sen onun okunmasına yardım et, onun yerine geçme kardeşim. Geçemezsin zâten. Hiç kimse kimsenin yerine bir yudum su içemez. Bir nefes alamaz. Kimse kimsenin yerine müslümân olamaz. Hizmet sonsuzdur yalnız. HASBî HİZMETte, benim yerime nefesi Hacer Kardeşim Alamanya’da alır. Oradan bana bir nefes verir ki, beni Arş’a çıkarır. “Efendim enerji alıyorum!” “Efendim ben elektriklerindim!." Yahu kerdeşim sen neden bahsediyorusun ALLAH’ını seversen!.

Biz, BİZBİR-İZ den bahsediyoruz. Buranın alıcısı, vericisi sağlam olan, isterse uzayın öbür ucuna gitsin. Yine konuşuyor, çünkü alıcısı sağlam vericisi sağlam. Al gözüm ver gözüm. Demek ki kimmiş bunlar, ağır azâb çekecekler? Küfrü tercih edenler. ALLAH her türlü ni’meti veriyor da onlara, el veriyor, ayak veriyor, göz veriyor, çoluk veriyor, çocuk veriyor yurt veriyor, yuva veriyor, İnsÂNlık veriyor. Ama onun özündeki, seçimindeki pislik, onu o güzelim yuvasından koparıyor, pisliğin ama iğne ucu kadar aklı olanın, iğreneceği bir yerden, o pisliği yiyiyor, içiyor ne halt ediyorsa bilmiyorum.
Ben maddî şeylerden de bahsediyorum, manevî şeylerden de bahsediyorum. Ne diye onlara tenezzül ediyorsun kardeşim.
İşte ALLAH’ımız celle celâlihu!.
İşte Peygamberimiz aleyhisselâm!.
İşte Kur'ÂN-ı Kerîm’imiz!.
Biz=>BİRBİRİMİZin OLsak olsak neyi OLuruz?. MuhaMMedî Kardeş OL!.uruz. Yetmiyor mu!.


إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---“İnneme’l- mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn (turhamûne).: Mü'minler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Ve ALLAH'a karşı takvâ sahibi olun. Umulur ki, böylece siz rahmet olunursunuz.” (Hucurât 49/10)

ALLAHu zü’L- CeLâL.: “MuhaMMedî Mü’minler!. Siz hepiniz kardeşsiniz!.” Buyuruyor!. “Birbirinizin çocuğu, anası, babasısınız!.” mı buyuruyor.
Yoo, “Bütün mü’minler kardeştir!.” buyuruyor.
Kardeş olmayıp da ne olacağız?. Hepimiz Peygamber aleyhisselâm’ın NÛRunda Çocuklarıyız İnşâe ALLAH!.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim


Resim

Tâbi ki bilenler bilir ki, bizim sözümüz önce kendimizedir. Biz kimseye ALLAH’ın izniyle taş atmayız. Ama sözümüzü de çekmeyiz, ortaya koyarız. Alan alır, almayan bize kalır. Çünkü biz, ALLAH celle celâlihu için LîVECHİLLÂH, SEBîLİLLÂH, birbirimizin elinden tutuyoruz. DUÂSâhibiyiz. Ve birbirimize CÂNdan yürekten DUÂ etmeliyiz. Unutmamalıyız ki, ALLAH için DUÂ etmeliyiz. Karşınızda şu çerçevenin içinde duran İnsÂNlar var ya, konuşmamak için çarpı çeken İnsÂNlar, diğerleri, bunlar bizim DUÂ BİZBİRİZliğimiz’dir. Herkesin ayrı bir dünyası vardır, ayrı dertleri, kederleri, ayrı arzuları, ayrı sıkıntıları, ayrı neşeleri vardır. Ama bunların gönül bağlarını =>LîVECHİLLÂH-SEBîLİLLÂH =>RASÛLuLLAH’a =>KELÂMuLLAH’a sonUÇta =>ALLAH celle celâlihu’ya =>BAĞLA!.dığı ÂNda;
Ne bileyim ben kimin ne derdi varsa, hepimiz bir DUÂ ederiz ve deriz ki.: ALLAH’ım!. Hakk ve Hayırda yardım et!. Bizi bağışla!. Merhamet et!. Aydınlıklara çıkar!. NÛRuna çıkar bizi!. Bütün kötülüklerden, zulümlerden kurtar!. Biz; İnâyetin, Hidâyetin, Selâmetin içinde SEN’in KULun/ABDULLAH OLmak istiyoruz!. Etrafımızdakileri cezâlandırma, ıslah et!. Ya da bizden uzaklaştır gitsinler!.
Yâni ne yapalım. Şunu demek istiyorum bunlar Gaybî DUÂLardır..

Aziz Kardeşlerim, DUÂ nedir nasıl yapılmalı kısaca bakalım;
Er RAHMÂNu’r- RAHîM OLan ALLAH celle celâlihu Tüm Yarattıklarına “RAHMet Etmeyi NEFSen üzerine ALmıştır.:"


قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---“Kul li men mâ fî’s- semâvâti vel ard (ardı), kul lillâh (lillâhi), ketebe alâ nefsihi’r- rahmeh (rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmi’l- kıyâmeti lâ reybe fîh (fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn (yu’minûne).: (Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. “ALLAH'ındır» de. O, merhamet etmeyi kendi ZÂTIna farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyâna sokanlar var ya işte onlar inanmazlar.” (En’âm 6/12)

Er RAHMÂNu’r- RAHîM OLan ALLAH celle celâlihu Tüm KULLarına “RAHMet Etmeyi NEFSen üzerine ALmıştır.:

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
Resim---“Ve kâle RABBukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn (dâhırîne).: RABBiniz şöyle buyurdu: Bana DUÂ edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min 40/60)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHu TeÂLÂ, kendisinden bir şey istemeyene,DUÂ etmeyene gazâb eder!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Da’avât 3, (3370), İbnu Mâce, Duâ 1, (3827)


Yüce RABBımız TeÂLÂ’mıza =>DUÂ Ediş EDeBimizin EDİBi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i CÂNdan Gönülden DUYup UYaLım İnşâ ALLAHu TeÂLÂ!.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanında 10 sene Hizmet eden Enes b. Mâlik radiyallahu anhu bir gün.: “Yâ Resûlullah!. Ben DUÂlarımın kabul olmasını istiyorum. Bana bunun yolunu gösterir misin?” diye sormuş. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey Enes! Helâl kazan, DUÂn kabul olur. Zira kişi ağzına haram bir lokma götürürse, kırk günDUÂsı kabul olunmaz.” buyurmuştur.
(Sahih-i Buhari Tecridi Sarih Tercümesi, c: 6, s: 427)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim YALANı ve onunla ameli terk etmezse, bilsin ki, onun yiyip içmesini bırakmasına ALLAH’ın ihtiyacı yoktur.” buyurmuştur.
(Kütüb-ü Sitte, c: 9, s: 503, Hadis no: 3199)


Resim---Sa’d bin Ebi Vakkas radiyallahu anhu da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e aynı soruyu sormuş: “Yâ Resûlullah!. DUÂ buyur da ALLAHu TeÂLÂ her DUÂmı kabul eylesin!.” demiş, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “DUÂnın kabul olması için HELÂL yiyiniz.” buyurmuştur.
(Münzirî, Et-Tergîb Ve’t-Terhîb, c: 2, s: 547, Hadis no: 8.)


Resim---Ebu Hüreyre radiyallahu anhu şöyle anlatmıştır.: “… Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp.: “Ey RABBim!.” diye DUÂ eden bir yolcuyu anlatarak.: “Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve netice itibâriyle HARAMLa beslenmektedir. Peki böyle bir kimsenin DUÂsı nasıl kabul edilir?!.” buyurdu.
(Kütüb-ü Sitte, c: 14, s: 491-492, Hadis no: 516)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’a DUÂ edip de, DUÂnız kabul edilmeyecek hâle gelmeden ve af dileyip de mağfiret olunmayacağınız hâle gelmeden önce İyilikleri emredin, kötülüklerden vazgeçirin...” buyurmuştur.
(Münzirî , Et-Tergîb Ve’t-Terhîb, c: 3, s: 230-231, Hadis no: 22)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanlar günah işlediklerinde, iyiler, onları kötülükten vazgeçirmediklerinde ALLAHu TeÂLÂ en kısa zamanda onların hepsine azâb gönderir.” buyurmuştur.
(Kütüb-ü Sitte, c: 2, s: 378-379, Hadis no: 93)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “En çabuk kabul edilen DUÂ, Müslüman bir kimsenin diğer Müslümanın gıyabında yapmış olduğu DUÂdır.” buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Salât, 362 (362)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir cemaatte DUÂ edilir, diğerleri de âmin derse, ALLAH o DUÂyı kabul eder.” buyurmuştur.
(Hâkim)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir müslümanın, bir din kardeşine gıyabında yaptığı DUÂ kabul olunur. Başında vazifeli bir Melek vardır. Kardeşine hayır DUÂ’da bulunduğu vakit, bu Melek.: “ÂMİN!.” der. Ve.: “Senin için de bir misli olsun!.” der.” buyurmuştur.
(Müslim; Ebu Davûd, Tâc c 5 s 210)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHu TeÂLÂya günah işlemeyen dil ile DUÂ edin!” buyurdu. Böyle bir dilin nasıl bulunacağı sual edilince, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Birbirinize DUÂ edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştir.” buyurmuştur.
(Muhammed bin Ahmed Zâhid El-Bunî, Tergibü's-Salât ve Teysirü'l Ahkâm)


Günahsız ağızla TÖVBe!. Çünkü hiçbirimiz birbirimizin günahını ağzımızla işleyemeyiz. Kötülük edemeyiz ve hiç kimse de burada birisi için, şunun için, bunun için duâ etmez. MÂdem ki buraya gelmiş, şu anda buraya girmiş, Ayşe de CÂNımızdır, Âdem de CÂNımızdır. Onların birisi Ayşe elbisesi giymiş, birisi Âdem elbisesi giymiş. Birisi erkek, birisi kadın gözükmüş, birisi şu, birisi bu!. Neden bahsediyorsun kardeşim, BİZBİRİZ ALLAH’ını seversen yav. Geç geç oraları. Geç şu Beden Âlemini, geç Mezâr Âlemini, geç Cennet Cehennem Âlemini, geç, geç, geç, geç, geç, NAHNU’ya kadar gel!. “BİZBİRİZ!.” de bakayım bir. Er geç diyeceksin yalnız. Listeleri izliyor musunuz? Kaç kişi öldü, şu kadar oldu, bu kadar oldu. Kaçı CÂN çekişiyor, kaçı yoğun bakımda, izliyorsunuz. Hayat bu kadar çünkü. Dahası yok!. Bu kadarlık, bir dakika dahi olsa RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellemin Şehâdet Şerefiyle, Şefâat Şifâsıyla Yaşamak, şurada diyorum bak şurda, şurda!.

Yâ RABBenâ!. Bize merhamet et, bizi RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellemin Şehâdet Şerefiyle, Şefâat Şifâsıyla kavuştur. Bize Merhametini ve Muhabbetini bizzât yaşat ve başkalarına da yaşatmak için de bizi Hasbî Hizmetçi kıl!. Sâhib çıkarma Yâ RABBenâ!. Kimse de benden, senden bilmesin. KELÂMuLLAHtan RASÛLULLAHtan. O da anamızın ak sütü gibi ALLAH’ımızın hibesidir. Elbette Hizmet edecek, tabi adamsa! Adamsa yâni. Kadın, erkek demiyorum. ER ise ER!. Sözüne güvenilir, yiğit yürekse, elbette Hizmet edecektir. Musâ’yı Firavûn’u ayrımadan gayırmadan. ALLAH’ın gayıracağı, ayıracağı kendine ait ben ne bileyim. Ne bileyim ben birisi şöyle, birisi böyle. Nerden biliyorsun, yarın seni kırk katlar. Bunlar benim işim değil. Onun için hepimiz ALLAHu zü’L- CeLâL’in güzelliklerinin üzerine, yarattığı güzelliklerin üzerine, kendi küfür, İblis Elbisesini çekip de, örtüp de, “kefere”lik yapmasın.
“Elhamdulillâhi RABBu’l- ÂLemîn, yüce RABBım ellerinden öperim!.” desin. Teşekkür ederim yâ RABBim desin. Şahdamarımdan yakın olarak gel bir namaz kılalım teheccüd olsun desin. Bir damla gözyaşı kalsın Esra seccadede. Kalsın bir damla gözyaşı. Onun için.: “Onu yaratan bulutlardan ağlasın” diye şiirlerim vardı. Ben aklı başında olmadığı için, deli falan değilim tabi, onu demiyorum ama, açık seçik herkesin, her seviyede aklın, fikrin, vicdanın anlaması bizim Hizmetimizdir. Biz asla.: “Bu geminin içinde Beylere su dağıtacağız, kölelere yok!.” demeyiz. Biz burada köpekler de olsa onun suyunu veririz. CÂN taşıyan tümünün, çünkü biz MuhaMMedîyiz. Bunu asla unutamayız. RESÛLî SEVİYE İŞİmiz bu. Bu bizim üstünlüğümüz, alçaklığımız değil, görevimizdir!..


هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللّهُ ذَلِكَ إِلاَّ بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Resim---“Huvellezî ceale’ş- şemse dıyâen ve’l- kamere nûren ve kadderehu menâzile li ta'lemû adedes sinîne ve’l- hisâb (hisâbe), mâ halakallâhu zâlike illâ bi’l- hakk (hakkı), yufassılul âyâti li kavmin ya'lemûn (ya'lemûne).: Güneş'i bir ziyâ, Ay'ı (kameri) bir nur kılan, O'dur. Ve senelerin adedini ve hesabını bilmeniz için ona menziller tayin etti. Allah ne yarattı ise ancak böylece hak ile yarattı. Bilen bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklar.” (Yûnus 10/5)

O ALLAHu zü’L- CeLâL ki, “Huvellezî”, “cealeş şemse dıyâen”, O ALLAHu zü’L- CeLâL, öyle bir ALLAHu zü’L- CeLâL ki, güneşi ziyâ kaynağı kıldı. Işık kaynağı kıldı. “vel kamere nûren”, kameri de gecenin içinde bir nur kaynağı kıldı. “ve kadderehu” ayı öyle takdir etti ki, “menâzile li ta'lemû adedes sinîne vel hisâb” ve ona öyle bir “menâzil” verdi ki, günün kaçı demeyiz biliyorsunuz, ayın kaçı deriz. Ona öyle menziller verdi ki, hergün, hergün hilâl gibi doğar, yarın biraz daha, biraz daha, biraz daha, böööyle dolunay olur. Ondan sonra ters taraftan küçüle küçüle tekrar gelir.

Şimdi sitemiz tâmir olmakta ALLAH razı olsun Ahmet CÂNımız gelmişine, geleceğine hak ve hayır versin, cümlemizle beraber, böyle güzel bir resim var. Merkezde bir ALLAHu zü’L- CeLâL ve MuhaMMed aleyhisselâm da etrafında, otuz gün şeklinde. Aylar ama hergün değişik, değişik, değişlik, değişik. Merkez sabit. Ayın kaçı? Ayın biri, üçü, beşi. Hep böyle böyle, menzil menzil, kademe kademe, her yer, yurt yurt herkesin ayrı. Ayın birinde dâima hep aynı şeklidedir, her ayın birinde. Her zaman aynı yerden doğar bu şekildedir. Ayın biri. Böyle böyle, buna dikkat etmemiz gerekiyor.
Neden böyle? Çünkü “lî” için “ta'lemû” bilmeniz için “adede’s- sinîne” senelerin sayısını bilmeniz için “ve’l- hisâb” hisâb yapmanız için. Başka türlü hisâb yapamazdınız ki. Olmazdı yâni. Kameri ay ya da Güneş Sistemi Takvimi, Kameri Takvim.
“mâ halakallâhu zâlike illâ bil hakk(hakkı)” şüphesiz, şüphesiz olan şey nedir? ALLAH bunları niçin yaratmıştır? “mâ halakallâh” ALLAH şunun için yarattı ki; “zâlike” bunları, “illâ” ancak ancak şunun için yarattı, “bi’l- hakk”, Hakk için yarattı. Nedir o?.
“yufassılu’l- âyâti li kavmin ya'lemûn” bilmeyi prensip edinen, bilen, bulan, olan ve yaşayan bir kavim; bilmeden nasıl bulacak, bulmadan nasıl olacak, olmadan nasıl yaşayacak, işte bu.. ALLAHu zü’L- CeLâL bütün bunları; ALLAH’ın İlminden, RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellem Edebinden BİLip, BULup, OLup, YAŞA!.mak isteyen bir kavim için yarattı.
Ayın ve gecenin böyle yaratılması ancak bilmeye değer veren kavim içindir. Bu ne acıdır ki, tekrar söylüyorum, hangi Siyonistler, hangi ALLAH Düşmanları, hangi ALLAH’ın lânetlediği kavimlerdir ki, nasıl koca İslâm Milleti’nin RASÛLuLLAH Bağını kopardılar. Yerine başka bağlar bağladılar, adına da hâşâ “RASÛLuLLAH Bağı” dediler. Onun sadece kaftanını kullanmaya kalkıştılar. İçine kendileri girdi ya da başkasını soktular. Kitabımızı; nasıl, bilmeye gerek yok, gır gır okumaya, yanarsın dokunmaya getirdiler de kendilerinin bin parça olmuş, binlerce kitabın içinden kendi yazdıklarını kitab kabul ettiler de hâlâ bizimkini kitab kabul etmiyorlar.
Nasıl oldu da bu İslâm Milleti böyle çöktü. Kur'ÂN-ı Kerîm’den bağları koptu. Nasıl oldu da şahdamarımızdan da akraba olan RABB’ımız, âletlerin ceryân gibi yüreğinde olan RABB’ımız bizimle “BİZ=NAHNU” olan RABBımız TeÂLÂ, nasıl oldu da yok gibi göğe çekildi, ya da âhirete götürüldü, ya da oyuncak edildi, hâşâ!. Nasıl oldu bunlar?!.
Ve nasıl oldu da biz İslâm Milletleri olarak, nasıl oldu da böyle oyuncak haline geldik, bunların uydusu olduk. Zevksiz, neşesiz, zâlimce, kendi kendine, çoluk çocuğuna, eşine, dostuna, etrafına, RABB’ısına kadar tüm kötülükleri alenen işler ve yapar bir toplum oldu. Merhametsiz, muhabbetsiz ve zallim bir toplum oldu!.
Oldu da ne oldu, dünya ne oldu?. Ne olacak, emin olun bak, ozon tabakasını delip dünyanın gözle görülmez dengelerini sağlayan sistemleri çökerterek daha önce bütün yeryüzündeki bulaşıcıları öldüren güneş ışınlarındaki özelliklerin değerlerini değiştirdikleri için buyurun bunların anasını siz ağlatın diye binbir türlü virüs geliyor, gelebilir, daha da gelecektir de ayrıca onu da söyleyim.
Hayvanlara İnsÂNlara bütün mahlukata zulmede ede, ede, ede, komaya giren bir, diyelim ki İngiliz Başbakanı, komaya girmeden iki gün önce ne diyor? Libya’da falan yer bombalanabilir, kaç kişi ölür? Milyonlarca İnsÂN ölmüştür, öyle bin iki bin değil. Suriye’nin şu bölgesini de biz bombalarız. Üç yüz kişi öldü, beş yüz kişi öldü, altı yüz kişi öldü. Adı bile anılmaz.
Bu zulümler yanlarına kalır mı diyorsun!. vALLAHi kalmaz. Kalır diyen RABBu’l- ÂLemîni bilememiştir.

O zaman diyorsun ki, ayağa kalkarım, adamcağızın adını bilmem her neyse, felan feşmekan ya da Trump, Hitler vs. sen sen sen sen. Bu bugün yaşanmadı otuz milyon İnsÂN öldü ikinci cihan harbinde. Otuz milyon İnsÂN. Çok büyük çoğunluğu Almanya, Fransa, İngiltere kendi içlerinde oldu. Ne çabuk unutuldu değil mi!. Aradan yüz yıl geçmedi daha. Ama bu öyle değil, bu öyle değil, başka bir şey bu. Şunu demek istiyorum. O gün de ALLAHu zü’L- CeLâL vardı, bugün de var, yarın da var. ALLAHu zü’L- CeLâL hepimize hak ve hayır versin. Bizi Tahkik, Hakiki Muahmmedî İmana.. ALLAH celle celâlihu ve RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellemin imanına ulaştırsın. Ona tâbi olup, itaat edip, tâbi olup itaat eden müslümânlardan etsin ki, duâlarımızın da en büyüğü de şüphesiz, uyandırsın İslâm Milletini.

Müslümânım deyip binlerce İnsÂNı hiçbir suçu yokken.. Gerçekten de ALLAH Rızası için “Lâ İLâhe İLLALLAH MuhaMMedun Rasûlullah” diyor. Ama ne çare ki Suriye’de doğdu. Ak Denizde cesedleri yüzüyor!.
Ama, hesabı görülür, bugün değilse yarın görülür. Görülür ama bu da bir kader yalnız. Uyanmak için söylüyorum. Uyanalım diye söylüyorum. İşte Hasbî Hizmet budur. Hasbî Hizmet budur.

Bugün sabah elli sene önce Üniversite okuduğumuz çok değerli bir ailenin çocuğu Mustafa Kocaeri aradı. Hakan biliyo.. Babası göçmenken bizim Gelveri’ye gelmiş. Oradan babası yürüyerek Konya’ya gitmiş, işte elli sene sonra aradı.. Biliyorsunuz ben münzevî bir hayat yaşıyorum. İnsanlarla da çok görüşmüyorum. Çünkü konuşacak bir şeyim yok. Neyse, bulmuş telefonda diyor ki.: “Şu kardeşimiz var, şöyle mücahid, şu şöyle!.” Falan. Dedim ki.: “Çok özür dilerim, ben 8 sene 10 seneye yakın oldu burada kalıyorum. Bu şehirde 5 kişi benim adımı soyadımı bilmiyor. Benim İnsÂNlarla işim gücüm yok çok şükür. Gerçekten yok. Neden ne konuşucam ki. Ne diyeceğim. Kime karşı cihâd edecegim, kiminle edecegim. Neyi edeceğim. KELÂMuLLAH ve RASÛLuLLAH Hasbî Hizmet bekliyor. ALLAHu zü’L- CeLâL böyle buyuruyor. RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellem böyle buyuruyor. Yüreğin varsa. Ve inancın varsa, İnsÂNların KELÂMuLLAHı DUYmayı ve RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellem gibi UYmayı, kendini koymadan, altına kaynaklarını koyarak doğruca anlat!."
“Ben de anlayım beni de uyandır Hakan!. Beni de uyandır oğlum!. Ben bir daha ne yellenirim, ne dellerinim uyandıktan sonra!. Beni taşa tutma!. Yiğitsen uyandır!. ALLAH için uyandır!. RASÛLuLLAH için uyandır!. KELÂMuLLAH için uyandır!. İyiyi kötüyü bırak. Beni uyandır. Ayıktır. Ayağa kaldır. Bana Hasbî Hizmet et!.”
“Etmiyorum!.” diyorsa =>“CÂNın cehenneme!.” diyorum ben de. Öyle derim biliyorsun. CÂNın cehenneme. Git ne yaparsan yap, ne yapayım yâni!.

İşte bütün bunları söylemekten kastım, iki şey için. Bir; işimize yarayan bir dinimiz var. İşimize yarayan bir kitabımız, peygamberimiz ALLAH’ımız var. İşimizi yaratan O çünkü. Onlar. İçindeyiz, BİZBİRİZ. “NAHNU”yuz. Aradığımız Muhabbet de, Merhamet de, Hakk da, Adalet de, buradadır. Bunun dışındakilerin hepsi şunun bunun oyuncağıdır.
Onun için hepimiz birbirimizin Gaybî Duâcıları olalım İnşâe ALLAH!.
Her ne ise ne bileyim ben, Ayşe’nin ne derdi var, nerden biliyorsunuz benim ne derdim var. Ama şu DUÂmızı biliriz.: ALLAH’ım!. yâ RABBenâ!. En yakınımızda şu anda CÂN ciğer akrabamızdan da akraba haldeyiz şu anda BİZ. Var mı bak, çoluğumuz çocuğumuz dinlemek istemiyor bile. Boş ver, boş ver. İster boş ver, ister dolu ver. Biz buradakiler boş ve dolu vermeyenler, biz Lî-VECHİLLAH=> ALLAH için, ALLAH’ın YOLUnda, BİRLİKte İnşâe ALLAH bir Hasbî Hizmet yaparız diye buradayız. Ve İnşâe ALLAH da yapıyoruz!. Yapıyoruz birbirimize güzel DUÂlar yapıyoruz, RABBımıza yalvarıyoruz!. Küllî Şeyy’e Kadîr olan, her şeyi bir ÂNda değiştiren ALLAH’ımız, yüce RABBımız İnşâe ALLAH ÜMMet-i MuhaMMedi önce bir KELÂMuLLAH’a ve RASÛLULLAH’a döndürür, "BİZ" der, ayağa kaldırır!.
Yoksa içi boş BİZden ne şu olur, ne bu olur!. ALLAH celle celâlihu, üstümüzdeki çulları çaputları İblis Elbiselerini paramparça ettirir. Kimsenin üzerimizde bir çulu çaputu kalmaz. Gökyüzü kalır üzerimizde ALLAH’ın Gökleri kalır. Budur ALLAH Dini. İnşâe ALLAH!.

Ben de hepinize CÂNdan yürekten DUÂ ediyorum, yaşadığımız sürece de geçmişlerimize gelenlerimize biz DUÂ etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü yaşıyoruz. Nice Şahlar geçti bu âlemden. Ama geçtiler ve bizden bekliyorlar emîn olun bak. Bunu bu kadar anlayacak durumdasınız hepiniz. Yâni nasıl Münir Derman kaddesallahu sırrahu Hocam benden bir salâvât beklemez, Hacı Osman Efendi kaddesallahu sırrahu önümde bakıp duruyor işte, resmi var. Nasıl beklemez!. Nasıl Siirtli Muhammed Sıdddık kaddesallahu sırrahu Hocam demez mi, çocuğundan beklemez benden bekler. Neden?.
Çünkü o kadar yakınlıklarımız oldu. Bizim dinimiz böyleydi. Çünkü ölmemişlerdi. Sadece bedenlerini soymuştuk. Şu anda hazır nazırdılar. Ama onların yerine bizim yapmamız gereken tek şey var. Hasbî Habibî Hizmettir. Birbirimize DUÂdır destektir. İnşâe ALLAH!.
Biz beşte kalalım Hakan’ım. Altıdan devam ederiz İnşâe ALLAH!.
Bugün de böyle oldu kusura bakmayın. Ama öyle estirdik ne yapalım!.

ALLAH’ım!. Bize Merhamet et!. Rahmet et!.
RABBî yessir velâ tu assir RABBî temmim bi’l hayr!.:
RABBim! Kolaylaştır, zorlaştırma!.
RABBim! HAYRımızı TaMAMLa!.

ALLAH’ım! Bize zorlaştırma, hayatımızı, dinimizi, dünyamızı, âhiretimizi kolaylaştır!. Hakkımızı ve hayrımızı burada tamamlat Yâ RABBî!. RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellemin Şefâat Şifâsına burada erelim. Şehâdet Şerefini burada yaşayalım ve İnsÂNlara yaşatmak için Hasbî Habibî Hizmetçiler olalım İnşâe ALLAH!.
Kendi adımıza değil RASÛLuLLAH sallallâhu aleyhi ve sellem Adına, Hesabına, Şerefine OLsun İŞLerimiz İnşâe ALLAH.
Halis, Muhlis, Sıddık ve Âdil MuhaMMedîler OLarak yapalım bunu!.
Asla şuurumuzdan çıkarmayalım. Kendi heveslerimizi, başkalarının körüklemelerine aldırmayalım. Ona çok dikkat edelim İnşâe ALLAH.
Bizim geçmişimizde neler yapmadık ki, neler olmadı ki, neler olur ki daha. Türlü, türlü, biz yapmışızdır, yaptırılmıştır, kaderdir, şudur, budur.
Oranın içerisinden çıkılacak bir hali yoktur. Yaşandığı için ama bir şey vardır ki, kesin olan, bütün kapılar kapanır, Tövbe Kapısı açıktır. Gönül kapısıdır. ALLAH Kapısıdır.
Onun için GEÇmişimize, şu ÂNımıza ve GELeceğimize, GEÇENLerimiz, KENDİmiz ve GELENLerimiz adına şöyle bir Nasuh Tövbesi edelim İnşâe ALLAH!.


Resim Es-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

İstiğfar antivirüsüMüz:
Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.
Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.
Subhâneke Allâhumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyk.


Eûzu billâhi's-semîi'l-alîmi min e'ş-şeytâni'r-racîm
Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm

Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''
Resim


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...

Yâ RABBi’L- ÂLEMÎn!. Yâ RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem!.

GEÇmişimiz için =>SUBHÂNeke ALLAHumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ İLâhe İLLâ Ente vahdeke Lâ şerîke Leke estağfiruke ve etûbu iLeyk..

ŞU ‘Anımız İçin =>SUBHÂNeke ALLAHumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ İLâhe İLLâ Ente vahdeke Lâ şerîke Leke estağfiruke ve etûbu iLeyk..

GELEceğimiz İçin =>SUBHÂNeke ALLAHumme ve bi hamdike eşhedu en Lâ İLâhe İLLâ Ente vahdeke Lâ şerîke Leke estağfiruke ve etûbu iLeyk.. deriz..
EL HamduLiLLâHi RABBi'L- ÂLEMÎn!.Yâ RABBenâ!.

HasbunALLAHi ve Ni’me’l- VeKîL,
HasbunALLAHi ve Ni’me’l- KeFîL,
HasbünALLAHü ve Ni’me-l MeVLâ,
GUFRÂNeke RABBenâ ve ileyke’l- MaSîR,
==->Ve HUve aLâ KüLLİ ŞEYy’in KADÎR!.


ALLAHu zü’L- CeLÂL'in Selâm ve Selâmeti cümlemizin üzerine olsun ÜMMet-i MuhaMMed'in üzerine OLsun İnşâe ALLAHu’r- RahmÂN..


Yüce RABBımız ALLAHu zü’L- CeLÂL; KüLLî ŞEYyy’i halkeden, her ÂN yeniden yaratan ALLAH'ımız celle celâlihu; kalblerimizi, kafalarımızı, akıllarımızı, kalblerimizi yâni, imanlarımızı olgunlaştırsın, KemâLe ulaştırsın, Hayatı ve Hakikat-ı MuhaMMedîyyemizii tamamlamayı nâsib etsin ve bizi, cümlemizi bir rüyâ gibi, bir oyun gibi olan hayatın sonucunda, gerçek gerçekle karşılaştığımızda İnşâe ALLAH, hak ve hayrımızla karşılaşalım.
Hakk’ın ve Hayr’ın Kaynağı=>HaBîBuLLAH aleyhisselâmdır.

Tüm Kâinâttaki KüLLî ŞEYy’in=>ÜMMü-ANAsı=>NÛR-u MuhaMMed aleyhisselâm=>Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir..
Onun için hepimiz İnşâe ALLAH, MuhaMMedî ŞÛURu BİLiriz, MuhaMMedî NURda BULuruz.
MuhaMMedî ŞÛURu BİLmek şart. MuhaMMedî NÛRu BULmak Şart ki, onu bulmak kolay şey değildir çünkü.. Öyle demekle olmaz o iş. MuhaMMedî SÜRÛRda OLmak, mutlulukta, huzurda, sırrı içinde olmak. O sırrı çözmek, hakikatını görmek MuhaMMedî Hakikatı görmek ve MuhaMMedî O-NÛR'u Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Şeref ve Haysiyetini, insan oluşun, islâm oluşun, MuhaMMedî MeLÂMî OLuşun neşesini YAŞAyış özellik ve güzelliğini insan kendi hayatında bulursa, şüphesiz ki hayat daha güzel yaşanır ve daha güzel geçer.. Aksi takdirde ALLAH celle celâlihu korusun bir hercümerç içinde.: “şunun için bunun için, şöyle olmadı, böyle olmadı!.” içerisinde vurur geçer hayat ve yazık olur!.

İnsanın çok âcil ihtiyaçları nedir evde? Buzdolabı meselâ. Yazın çok önemli değil mi, güzel bir âlet verilmiş, ama o kimse kullanmıyor. Konuşuyor, bir şeyler yapıyor, ancak kullanmıyorsa/kullanamıyorsa buna çok yazık!. Çok yazık. Üzücüdür yâni. İşte bu hayat da, bize öyle bir emanet olarak verilmiş. ALLAH celle celâlihu insana bunu tasarrufu için vermiştir. Halife yapmıştır. Kendisinin esmâlarının tümünü yüklemiştir yâni. Halife, KüLLî ŞEYy’de her türlü yetkiye sâhibdir, yaratmanın dışında.
Onun içindir ki, Peygamber aleyhisselâtu vesselâm da, Rububiyet Sıfatı gibidir benim için ve çok önemlidir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ÜMMetinin özelliklerini her mü’min taşır, eğer mü’minliği taşırsa. Bu görsel bir şey değildir. Yâni İnsanların öyle demesi, böyle demesi değildir. Hepimiz bunu biliriz. Akşama kadar.: “Elma yedim!.” ya da.: “Elma yiyeceğiz, elma yiyorsun!.” Demenin önemi yok elma yoksa.. Elma öyle yenmez. İşte elmayı alıp da yersin, gerisi boş laftır çünkü. Çene yormaktır.. Onun için cümlemizi ALLAH celle celâlihu, hakta ve hayırda ve rızasında bizi, BİZ BİR-İZ kılsın İnşâe ALLAH!.. deyip, Yûnus Sûremize geçelim İnşâe ALLAH.

Altıncı âyette kalmıştık. Biliyorsunuz ZEVKte yazmıştım; “Nur-u aynım iki gözüm” diye, işte orada şeyde vardı. ALLAHu zü’L- CeLÂL öyle yaratmıştır ki, insana.: “İster BENim halifem ol, ister şeytânın halifesi ol!.” diye iki yol göstermiştir. HİZBULLAH ve HİZBUŞŞEYTÂN diye..


Resim

Resim NuR-i AYNım iKi gÖZüm Resim DİN-Le ki;

HAYRı TERCiH EDERse KULLar;
EMRedEN<->İŞLetEN=>ALLAH =>YARAtAN =>ALLAH!.

ŞERRi TERCiH EDERse KULLar;
EMRedEN<->İŞLetEN=>ŞEYtÂN =>YARAtAN =>ALLAH!.


20.04.2020 15:47
brsbrsm.. tktktrstkkmdhayrettt..


İnsan, HİZBULLAHta =>ALLAH'ın Halifesi OLur. O’nun muradınca, emrince, dünyasında âleminde, vaadini bilir ve vaadinden dönmeyeceğini bilir. RABBu’l- ÂLeMîn’in dünyada, âhirette, dininde herşeyin en mükemmeli olduğunu anlar ve bütün kâinâtta RABBu’l- ÂLeMîn ile barışık bir hayat içinde yaşar. Buna Kur’ÂN-ı Kerim ALLAH celle celâlihu grubu, ALLAH celle celâlihu HİZBi demektedir.
“h-z-b” Bilelik Sâhibliğinde hakikate erenler. Bir bedenin uykudan uyanması gibi, uyuşan yerlerin ayıkması gibi, BİZ BİR-İZ demesi gibi, işte böyledir. Topluluklar da böyledir. Sen, ben, biz, hepimiz, bizi buraya toplayan sebep, laf etmek, şu bu değil. Bizi buraya toplayan şey, Kelâmullah’ımızdan, SU’suz bir insana “SU” içirmek gibi, aç bir insana ekmek vermek gibi, fiilen hayatında, dininde, dünyasında, âhiretinde faydalı olacak, kullanılacak bir şey olduğunu anlatmak için söylüyorum..

İşte burada hakkı ve hayrı tercih edenler için ALLAH celle celâlihu hakkı ve hayrı emrediyor. İnsanlar bunu tercih ederse yaratıyor. Bâtılı ve şerri, ayıp, günah vesâire, yâni bunları yasaklıyor. İnsan tercih etmezse RABBu’l- ÂLeMîn zorla yaptırmıyor. Ama Hizbuşşeytân’lığı seçer, münâfıklık, kötülük, kâfirlik, tembellik, ciddîye almayış ya da çok aşırı gidiş saçmalıklarına düşerse yâni Kelâmullah ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i terk ederse batak üstüne bataktır. ALLAH celle celâlihu ile bile kandırırlar yâni. 4 âyet vardır, ALLAH celle celâlihu ile kandırılmayın, kandırır sizi diye. Kişi, hayır olmayan şerri seçerse, ALLAH celle celâlihu onu da yaratır ama hesabını da sorar.. Tercih ettikten sonra yâni. Sen vurup adamı öldürürken, yâni kendi isteğinle, kendi arzunla karar verirken Kur’ÂN-ı Kerim'de sana.: “Dur ÖLdürme!. Dur Öldürme!.” buyurmakta zâten. Ama sen Kur’ÂN'ı dinlemiyorsun!. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i dinlemiyorsa, işte bunlara dikkat etmek lâzım. ALLAHu zü’L- CeLÂL hâşâ hiç şakaya gelmez. Onun için Kur’ÂN-ı Kerim'i iyi okumamız lâzım. Çünkü Kur’ÂN-ı Kerim canlı bir kitabdır, diri bir kitabdır. Öyledir ki, Peygamber aleyhisselâm.: “Bir kişi evinde Kur’ÂN okuyup, dışarıya çıksa, “Nereden geliyorsun?.diyen birisine.: RABBu’l- ÂLeMîn ile konuşmaktan” geliyorum!.” dese, vAllahi doğru söylüyor!.buyuruyor.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem : “Sizden kim ki, RABB'ı ile konuşmak istiyorsa Kur'ÂN okusun!.” buyurdu.
(Deylemî ve Hatîb)

Çünkü Kur’ÂN-ı Kerim böyledir. Filan tarihte gelmiş bir kitab değildir. Bir bilim hazinesi değildir. Kendisidir. Onun için Kur’ÂN-ı Kerim. Ama bunu anlayabilmek için biz ne kadar söylersek söyleyelim, 3 yaşındaki bir çocuğa, 2 yaşındaki bir çocuğa gerçeği ne kadar anlatabiliriz. Çocuk çocukca anlayabilir. Ama Efendim yaşlı falan, Kur’ÂN-ı Kerim bakımından çocuk bile değil işte bunlar.. Onlar için demiyorum. Onlar gittikçe büyümeli, büyümeli, büyümeli, laf söz anlar hale gelmeli. Yâni insanın iç dünyası Resulullah sallallahu sellemi ve Kelâmullahı çok iyi tanıyan, MuhaMmedî ÂRiF OLan bir kişi olması lâzım..

Resim---Sevgili Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimiz.: “Men arefe nefsehu fekad arefe RABBehu: Nefsini TANIyan/BİLen, RABBini TANIr/BİLir..” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

O İLMuLLaH Şehrinin EDEB Kapısı İmam Ali Keremullahi veche Efendimizin.: '' GÖRmediğim RaBB'a tapmam!.'' buyurmaktadır.
Öyleyse İbret sahnesinde DEVR eden SEYRleri =>SEYR ederken EDEB Elbisesini giymek gerekir önce;

''Kişi Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in EDEBi ile kendini BİLir,
ALLAHu ZÜ'L-CELÂL'in İLMiyle RaBB'ini BİLir!..''

dER ki!. =>NuR-i AYNım iKi gÖZüm DİN-le ki;

“… malıYIM!” DE!.. Hakikat->DURma! YAPtığını BİL!.
“… malıDIR!” DEme!. Hayal->KURma! TAPtığını BİL!..

Men arefe nefsehu=>fekad arefe RABBehu..
İyi de, “Nefsi tanımak nedir?.” dediğin zaman, ne Kelâmullah var, ne Rasûlullah var hâşâ!. Nasıl tanıyacaksınız nefsinizi. Afedersiniz bir eşeği sabahtan akşama kadar dövdüğün zaman insan mı oluyor. Yâni mesele o değil. Mesele, İbret ve Hikmet âleminden doğru şeyleri almaktır.
Onun için HEPimiz Kelâmullah ve Rasûlullaha:
=> MUHTACız. Başka çâremiz de yok.
=>MECBURuz. Başka çâremiz de yok.
=>Kesinlikle ME’MURuz, EMRedilmişiz. Kur’ÂN-ı Kerim'de ALLAH celle celâlihu emretmişti.
=>Ve mutlaka MAHKUMuz. İnanmayanlar son nefeste mezar taşına kafayı vurunca hükmü anlarlar.: “Mahkummuşum!.” derler. Yâni onun için ALLAH celle celâlihu Hakta Hayırda BİZi AYIKtırsın!.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

إِنَّ فِي اخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَّقُونَ
Resim---“İnne fîhtilâfil leyli ven nehâri ve mâ halakallâhu fî’s- semâvâti ve’l- ardı le âyâtin li kavmin yettekûn (yettekûne).: Muhakkak ki gece ile gündüzün, peşpeşe (karşılıklı) gelmesinde ve ALLAH'ın semâlarda ve yerde yarattığı şeylerde, takvâ sahibi bir kavî’m için âyetler (deliller) vardır.” (Yûnus 10/6)

Şüphesiz olan şey şudur ki, gece ile gündüzün arka arkaya gelmeleri, bir ihtilâf. Birinin arkasından biri geliyor, birinin arkasından biri geliyor, sürekli. Hangisinin hangisinin arkasından geldiğini bile bilemezsin. Birbirini takip ediyorlar çünkü. Gece ile gündüzün ihtilâfında, şüphesiz olan şey, başka “ve” ayrıca “mâ halakallâhu fî’s- semâvâti ve’l- ard.” ALLAHu zü’L- CeLâL'in göklerde ve yerde yarattıklarında ne vardır? “le âyâtin li kavmin yettekûn” Nice nice âyetler, deliller, açık Kur’ÂN-ı Kerim âyetleri vardır. Yani kâinât kuralı vardır. Şöyle bir doğru bakarsa İbrete ve Hikmet'e bakarsa.. kim?.. Bu kim için, bunlar öyle bir kıvamdaki insanlar için ki, “li kavmin yettekûn”. Takvâ sahibi olanlar için. Efendim nedir Takvâ diyor? ALLAH’tan korkmak. Ne olacak ALLAH'tan korkunca. Niye korkacaksın ki ALLAH’tan. Neden dolayı korkacaksın ki ALLAH’tan. Rasûlullah sallallahuu aleyhi ve sellem, Kelâmullah ve ALLAHu zü’L- CeLâL hakkında o kadar çok az şey biliyor ki, sadece korktuğunu söylüyor. Korkuyor yâni. İşte buradaki “Takvâ”; kavî’ oluştur. ALLAHu zü’L- CeLâL'in kâinâtı her an yeniden yaratmakta olduğuna kavî’, inancı sağlam olması lâzım. Gerçekten öyle. Adama bak yâni, sen diyorsun ki Hakan, Kadriye'nin oğlusun. Adam, ‘bilmem ki’ diyor. Ya kardeşim öyle şey mi olur. Bu sözünün kavî’ olması lâzım, doğru olması lâzım, inanması lâzım. Yoksa evlât değil evlâtlık olur yâni.

“le âyâtin li kavmin yettekûn” ittika sahibi, takvâ sahibi, sözünün erleri için.: “Ben ALLAH'ın kuluyum, ALLAHu zü’L- CeLâL ile Bizbiriz. Ben O’nun nurundan yaratıldım!.” deyip, bir güzellik için değil yaklaşması varken.: “O yılan gibi.. ben de ondan korkarım!.” gibi hâşâ bir şeyin içinde olmak da bir geri zekâlılıktır yâni.


إَنَّ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا وَرَضُواْ بِالْحَياةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّواْ بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ
Resim---“İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bi’l- hayâti’d- dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn (gâfilûne).: BİZe kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulanlar ve BİZim âyetlerimizden gâfil olanlar da vardır muhakkak.” (Yûnus 10/7)

Onlar öyle kimselerdir ki, bazıları “İnnellezîne” onlar var ya onlar, “lâ yercûne likâenâ” bizimle tekrar rücu edip buluşacaklarına inanmıyorlar.
“ve radû bil hayâtid dunyâ” dünya hayatından o kadar razılar ki, sanki dersin ki ebediyen kalacaklar. Ölenler boş ölüyor yâni.
“vatme'ennû bihâ” ve dünya hayatı onları öyle tatmin etmiş, öyle ele geçirmiş, o kadar sevmişler ki, RABBları falan solda sıfıra geçmiş. Tatmin etmiş onları. Dünya hayatına razı olmuşlar. Onunla tatmin olmuşlar. Kim bunlar? “vellezîne hum” onlar var ya onlar, “vellezîne” işte onlar, “hum” onlar şiddetle söylüyor, buyuruyor. “an âyâtinâ gâfilûn” Onlar bizim âyetlerimizden gâfildirler kardeşim. Perdelidirler yâni. Anlayın da =>yaşayın değil!.
Kimisi.: “Bana ne hafızlar okusun!” diyor. Ya da.: “Benim vaktim yok!.” diyor. “Bilemiyorum!.” diyor. Bir şeyler söylüyor. Kimisi de.: “Benim bunu anlamama gerek yok!.” diyor. İşte gırgır gırgır gırgır ama ne buyuruyor burada bak. Bizim âyetlerimizden gâfildir onlar. ne dediğimizi dinlemek istemiyor, anlamak istemiyor, yaşamak istemiyor, ama yabancı falanın yasasını kanununu harfiyen uyguluyor..


أُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمُ النُّارُ بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
Resim---“Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne)..: İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).” (Yûnus 10/8)

“Ulâike me'vâhumun nâru” işte onların me’vâları, evleri evleri, barınakları, “me’vâları” vücûda geliş mâsivâlarının sürükleyip götürdükleri. Ne varsa üzerinde. ALLAH'ın verdiği, bütün ni’metleri ateşin içine atıyor.
“Ulâike me'vâhumun nâru” Onlar ateşin me’vâlarıdır. Varacakları yer, yurtları, evleri, barınakları; Nereymiş?. Sonuçta yâni, (öyle istiyorlar çünkü..). Ateştir ateş. Çünkü onlar NÛRu=>NÂRa çevirdiler. NÂRı=>NÛRa çevirecekleri yerde bu âlemde ALLAH'ın NÛRunu =>ALLAH'ın NÂRı yapıp Hizbu’ş-şeytân oluverdiler. Şeytânı tercih ettiler netice olarak. Netice olarak aklı olan her insan, ya şeytân tarafındadır, ya ALLAH celle celâlihu tarafındadır. Üçüncüsü yoktur Kur’ÂN-ı Kerim'de. Kıvırmaya, çevirmeye lüzum yok. Az aklı varsa, az öyledir; çok akıl varsa, çok öyledir. Ama öyledir yalnız. Bu açık!.
“Ulâike me'vâhumun nâru” işte böyle olanlar, ateş ehlidir. Niye böyledir? “bimâ” şu şeyden dolayıdır ki, “kânû” onlar ne olmuşlar, “yeksibûn” kisb ettiler, kazandılar. Adama bak yahu, bir ömür çalıştı çabaladı, gitti ateş kazandı. “bimâ kânû yeksibûn” onların kazancı bu, yaptıkları bu, kazanmış oldukları bu, isteyerek, ömrünü vererek, hatta onun için savaşlar yaparak, kavgalar yaparak, hasedler fesadlar gırla giderek, onlar Kur’ÂN-ı Kerim ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ya da ALLAH Dostları istediği kadar desin ki.: “Hakda hayırlı ol kardeşim, bırak şu yalanı, haramı vesâireyi. Nifâkı, mifâkı falan!.” dese; O kimse.: “Yok efendim!.” der. Alışkanlığıymış, huyuymuş!. Bunlar çok ağır suçlardır buyuruyor Kur’ÂN-ı Kerim..

“Ulâike me'vâhumun nâru” onların sonuçta varacağı yer ateştir. Neden dolayı Yâ RABBi?!. “bi” şundan dolayı, şu husustan dolayı, “mâ” o şey ki; “kânû yeksibûn” onlar kazanmış oldular yâni. Kimse kendi kendine bir şey yapmadı. Kendileri bunu isteyerek yaptı, bilerek yaptılar. Çünkü ALLAH celle celâlihu insanları güzellikleriyle yaratmıştır. Hayrı emretmiştir, şerri yasaklamıştır. “Bir insana can veren bütün insanlığı diriltmiştir.” “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüştür.”
“Sen öyle diyorsun ama, bizim şıh diyor ki!. ya da cemiyet, cemaat diyor ki!.” saçmalıklalrı. Öyle bir şey yok kardeşim. Sana, canına, malına, ırzına, zarar vermeyeni öyle keyfi öldürmek yok!.

Biliyorsunuz buraya kadar daha altıdan önceki âyetlerde de hep buyurmuştu, şimdi bu tarafa geçti;


إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ
Resim---“İnnellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti yehdîhim RABBuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm (naîmi).: Muhakkak ki İman edenlerve amilû’s- sâlihât (sâlih amelle nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı RABB'leri, onları hidâyete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan Naîm Cennetlerindedirler.” (Yûnus 10/9)

“İnnellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti yehdîhim RABBuhum bi îmânihim” iman edip ALLAHu zü’L- CeLâL’e, Peygamber aleyhisselâm'a iman edip, sâlih amel işleyenler, ALLAH'ın kabul edeceği şekilde sulh amel işleyenler “yehdîhim RABBuhum” onların RABBi onlara Hidâyet eder. Nereye hidâyet eder? Nereye ulaştırır? Nereye yönlendirir? Neye yardım eder? Onları RABBleri hidâyete erdirir. Niçin erdirir? İmanlarından dolayı erdirir değil mi..
“bi îmânihim” onlar iman ettikleri için “İnnellezîne âmenû” iman edenler ve imanlarını sâlih amelle perçinleyenleri ALLAH, bu imanlarından dolayı onlara hidâyet eder. Yol gösterir, ulaştırır. Nereye? “tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm” öyle Naim Cennetlerine, ni’met dolu cennetlere gönderir ki, onun altından “tecrî min tahtihimul enhâr” altından ırmaklar akar. “Efendim buradaki “tahtihim” yeraltı ırmakları mı akar demek istiyor?”
Yerin altından ırmaklar mı akar. Bu “tahtihim” insanın, öyle gariptir ki Barbaros;

BİSMİ'LLÂHİ'r- RAHMÂNİ'r- RAHÎM
Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l- aliyyü’l- azîm
Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l- aliyyü’l- azîm
Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l- aliyyü’l- azîm


ALLAHümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin;
Abdike ve,
Nebîyyike ve,
RasûLike ve,
Nebiyyi'l- ÜMMîyyi ve alâ âlihi, EHL-i BEYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...


ALLAHumme Rebbe hazihi'd-da'veti't-tamme. Vesselatil kâimeti ati Muhammedenil vesilete vel fazilete ved-dereceter-refîate. vebashu makamen Mahmudenillezi veadteh. İnneke lâ tühlifü'l-mîâd birahmetike erhamerrahimin birahmetike erhamerrahimin erhamne Yâ RABBi..

ÜMMet-i MuhaMMed'e merhamet et yâ RABBenâ!.
Hakta, Hayırda ve Rızanda KıL İnşâe ALLAH!.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

Bu “tahtihim” denilen, aslı bunun nedir “t-h-t” dir. Yâni bir sen vardır, sana ben derim ki.: “Barbaros, sen var ya sen, ama bir sen daha vardır!.” Sen de dersin ki.: “Ey RABBim sen yok musun SEN!.”
İki tane sen vardır, onu anlatmaya çalışıyorum. Bir; insânların kullandığı “sen” vardır. Bir de insânların RABBine buyurduğu “SEN” vardır. Bu iki “sen”liğin hakikatını birleştirenler; bu iki “sen” nerede birleşecekler? ALLAH'ın NÛRU’nda birleşecekler.
Güneş nerede birleşir ışığıyla? Birleştiği yerde birleşir kardeşim.
NAHNU.:BİZ”de birleşir. Nasıl birleşsin!. Uydurmuyoruz yâni. Yaşamayı söylüyoruz. İşte böyle olduğu zaman; “tahtihimu’l- enhâr” olur. “enhar” nedir? Nehirdir. “Enhar” aynı zamanda “nehar” gündüz demektir. Ama esası nedir? Kim ki, “Rusulîyyet ve Rububîyyet Hüviyetinin Nûru”na bizzât ulaşırsa, yâni KELÂMULLAH ve RESÛLULLAH onun hayatında etken olursa, ceryÂN gelmişe döner. O bitmeyecek sandığımız yutan karanlıklar bir anda güneşin doğması gibi aydınlanıverir. İşte “tahtihimu’l- enhâr” budur.

Böyle bir ceNNettir “ceNNâtin” zâten. CeNNet denilen şey Zâhir ve Bâtın Nurunun Cemiyetidir. Bir insân aklıyla fiillerini birleştirebiliyorsa, içiyle dışı bir oluyorsa ve bu gerçekten “Nurun Alâ Nur”sa, yâni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Nuru’nun ANAsı-ASLI =>ALLAH'ın Nuruysa, işte buna “Nurun Alâ Nur” denir. Yâni işte buna ne denir? Buna “ni’met” denir”, “Neam” denir. Bu “MuhaMMedî Ayniyet Nuru”dur. Sanki Keban olmuş MuhaMMed aleyhisselâm, bize durmadan ceryÂN veriyor gibi. Sanki göğün bulutları =>“MuhaMMed aleyhisselâm Rahmetellilâlemîn Bulutu” durmadan bize gözyaşı döküyor ve su içiyoruz gibi..
İşte bu “ceNNatin nâim” Ni’met ceNNetleri, ni’met dediğimiz. Elbette su da ekmek de ni’mettir ama, ni’metlerin en muhteşemi de ALLAHu zü’l- CeLÂL'in kulu olmak özellik ve güzelliğidir..

Peki, bu ceNNetlerde; “CeNNet nerede efendim?” “Âhirette”.
Hay senin âhiretine. ALLAHu zü’L- CeLâL dinimizde, dünyamızda, âhiretimizde diye buyuruyor Kur’ÂN'da hep. İlla âhirete bırakıyor her şeyi. Niye âhirete bırakıyorsun. Burada da ceNNette olsan olmaz mı yâni. Burada da ceNNetlik olsan olmaz mı yâni…


دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---“Da'vâhum fîhâ SUBHÂNekellâhumme ve tehiyyetuhum fîhâ selâm (selâmun), ve âhıru da'vâhum eni’l- hamdulillâhi RABBi’l- âlemîn (âlemîne).: Onların orada duâları: “ALLAH'ım, Sen SÜBHÂN'sın (Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederim). Ve onların orada hayatları (tehiyyatları, dilekleri) “Selâm”dır. Ve duâlarının sonu, “Âlemlerin RABBi ALLAH'a hamdetmek”tir.” (Yûnus 10/10)

“Da'vâhum fîhâ”.. Onlar, o hayatın içinde. O ceNNet hayatının içinde, CÂNda CÂNÂN ceNNet Hayatının içinde, “Da'vâhum” onların duâları, dâvetleri, davâları. Ne olurmuş?
“SubhÂNekellâhumme”.. ALLAH'ım SeN SubhÂNsın. Hakikat BİLeliği sendedir. Sen, her ÂN külli şeyyi sebbaha halinde, yok etmeden var ediyorsun. Beni yok etmeden yeniden yaratıyorsun, yeniden yaratıyorsun. 1 dakika önceki değilim. Durmadan yağan yağmur gibi yenisi yağıyor, akan su gibi yenisi akıyor. Bir SubhÂNiyet var. Sebbaha var. “Subhânekellâhumme” ALLAH'ım seni tenzih ederim, takdis ederim!.
Kardeşim; tenzihi bilmiyor, takdisi bilmiyor, uydur kaydır yâni. Yahu şunu bırak da ALLAH celle celâlihu durmadan yaratıyor. Seni de, beni de, külli şeyyi de.
“Da'vâhum fîhâ subhânekellâhumme”.. ALLAH'ım ben senin mutlak yaratıcı olduğuna inanıyorum ve amel ediyorum ayrıca da.

“Ve tehiyyetuhum” buradaki “SeLâm” değildir. Buradaki “tehiyye” hayatı tanımaktır. Hayat kılmaktır. Hayy kılmaktır. “Sen”lik Hayatını vermektir sana. Kimin haddine ki. Öyle onunla bununla ALLAH'ın hayatını, el HAYy Esmâsını oradan buradan alacak. Yok öyle bir şey. Bunlar hep uyduruk şeylerdir ve sonuçsuzdur demek istiyorum. Ne buyurdu burada? Onların duâları, dâvetiyeleri, davâları neymiş? ALLAH'ım sen SubhÂNsın ve hayatı, herkesin hayatını, tüm kâinâttaki külli şeyyin hayatını sen yaratmaktasın. Durmadan, durmadan, durmadan, durmadan..
“fîhâ”..onun içinde. Buraya çok dikkat etmek lâzım. Mesele anlamamızdır. Bakın; “fîhâ selâmun”.. bu o kadar ilginçtir ki Barbaros, bu âyet o kadar muhteşem bir âyettir ki, Peygamber Efendimizin giriş kapısını, hacca gidenler bilir ki, “Darüsselâm”a giriştir. Darüsselâm âyetleri vardır. Es-Selâm esmâsı muhteşemdir. "MuhaMMedi Lütuf Senliği"dir. Yâni Nur-u MuhaMMed'e sahip olmaktır O’nun adına. Denizin içindeki bir damla gözyaşı, denizin tümüne sahiptir gibi, denizdir zâten. Ayrılması mümkün değildir. O<->Ondandır, O<->ondandır. Güneşin ışığı ayrılamaz. “Sizin köye gelen, bizim şehre gelen.” diye bir şey yoktur. “BİZ BİR-İZ”dir.

“tehiyyetuhum fîhâ selâm”.. onların davâları neymiş? Onun içinde, o “SeLâm yurdu”nda, “Selâm CeNNeti”nde, onların duâları, davâları hep neymiş? Ey ALLAH'ım sen durmadan yaratan SubhÂN Sensin ve hayatı veren de Sensin demekmiş..
“ve âhıru”.. sonuçta, “da'vâhum” onlar bu memleketten çekip gitmeyecekler mi, âhirleri olacak mı? Olacak.. Ne diyeceklermiş.: “da'vâhum enil hamdulillâhi RABBil’- âlemîn”. Son sözleri de ÂLemLerin RABBine Din ÂLemi, Dünya ÂLemi, Âhiret ÂLemi, türlü âlemlerin cümlesini var eden RABBu’l- âlemîne, hamdin sahibi ALLAH'ın, Rububîyyet Sıfatından dolayı hamdını sunuyor.

Evet, şöyle de kısaltalım. Onların, o Ni’met ceNNetlerinde, Nâim ceNNetlerindeki duâları neymiş?. ALLAH'ım, Sen SubhÂNsın!.
Ve onların “fîhâ” onun içindeki, içinde bulundukları hayatları ceNNete döndüğü için “tehiyyatları”, “tahiyyatları” değil, dilekleri, arzuları, hayat istekleri, “Selâm”dır. Adam bu tehiyyatı, Ettehiyyatü gibi alıyor. Kardeşim, bildiğimiz hayattan bahsediyor, hayat. Diyor ki, ceNNette yaşayacak. Peki bizim buradaki hayat ne olacak kardeşim. Nasıl olursa olsun mu diyorsun. İşte, onların duâlarının sonu nedir? “Elhamdülillahi RABBil âlemin.” “Elhamdülillahi RABBil’- âlemîn’ demiyor muyuz kardeşim. Tabii deriz, niye deneyelim. Her güzel şeeyde “Elhamdülillahi RABBil’- âlemin” yemek yeriz, türlü türlü hepsini söyleriz. Çünkü ni’metlere karşı şükrümüzü açık seçik bildiriyoruz..


وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُم بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ إِلَيْهِمْ أَجَلُهُمْ فَنَذَرُ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Resim---
“Ve lev yuaccilullâhu lin nâsi’ş- şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn (ya’mehûne).: Ve eğer ALLAH onların hayrı acele istemeleri gibi insânlara şerr için acele etseydi, elbette onların ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri, isyanları içinde şaşkın bırakırız.” (Yûnus 10/11)

Bakınız, ALLAHu zü’L- CeLÂL buyuruyor ki; eğer ALLAH, onların hayrı acelece istemeleri gibi ve ALLAH'ın da hayrı verdiği gibi, onlar istiyor diye verdiği gibi, insânlar şerri istediğinde de acele etseydi, hayrı verdiği gibi.: “Onu mu istiyorsun, al başına!." buyursa gibi, işte o zaman onların ecelleri kaza edilirdi, yerine getirilirdi. Yâni ALLAH ALLAH, bu nasıl bir şey bu..
“le kudiye ileyhim eceluhum”.. eskiden köylerde falan olurdu yâni, aman ne bedduâlar eder çocuğuna anneler, işte şöyle olsun, böyle olsun. Halbuki var ya, eğer orada taşa takılsın ayağı, ilk defa o koşar. Çünkü.: “öyle mi diyorsun, al sana!.” buyursaydi ALLAHu zü’L- CeLÂL.. “Hiç anlamazdı, ecelleri hemen gelirdi.” diye buyuruyor.
“le kudiye ileyhim eceluhum”.. onların ecelleri hemen, kaderleri kaza oluverirdi. Yerine gelirdi..

“fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn”.. Bizimle kavuşmayı, âhiret kavuşmasını, kendilerinin içine düştükleri ahmaklık, “ya’mehûn” şaşkınlık, gerizekâlılık yâni, öyle diyelim. Şuursuzluk içindeki o tuğyanları, kendini Firavun gibi, Nemrud gibi bir şey “tuğyan” tagut yâni. Böyle kibir mibir, bir şeymiş gibi yarım nefes alamazsa nereden alacağını şaşacakken böyle bir takım, asıyor, kesiyor, vuruyor, kırıyor, zulmediyor. Kendine de, insânlara da. Böyle işte bunun içinde “fî tugyânihim ya’mehûn” bu ahmaklık tugyanı içinde, azgınlık içinde, ALLAHu zü’L- CeLÂL buyuruyor ki, bizimle karşılaşmayacağına, Bize rücû’ etmeyeceğine, dönmeyeceğine inanıyorsa ve ben de öyle yaparım diyorsa “fe nezeru” Biz var ya Biz, onu, öyle olanları, o azgınlık bataklıklarında, ahmaklık bataklıklarında, ALLAH'la bir daha karşılaşmayacağız diye, öyle bir şey yok dedikleri için bırakırız onları o batağın içinde. Eceli gelinceye kadar. Binyıl yaşasa gene orada kalır. Bin yıl yaşasa hiç çıkmaz. Bunlar hep hayatta yaşanmıştır. Kur’ÂN-ı Kerim'in içinde örnekleri vardır. Nuh aleyhisselâm'ın karısı, Lut aleyhisselâm'ın karısı; peygamberler doğurmuştur. Doğurmuş ama orada duruyor, nerede? “tugyânihim ya’mehûn” bir türlü ayıkmıyor, kalkmıyor, azgınlığı bırakmıyor.
Çok zor. Ne zor?. İnsan olmak zor..
Çok kolay. Ne kolay?. İnsan olmak çok kolay.. Şu insâna bakar mısınız, şu insâna.
Bir bakın ALLAH Aşkına öyle buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLÂL;


وَإِذَا مَسَّ الإِنسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَن لَّمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَّسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---“Ve izâ messel insâne’d- durru deânâ li cenbihî ev kâiden ev kâimâ (kâimen), fe lemmâ keşefnâ anhu durrehu merre ke’en lem yed’unâ ilâ durrin messeh (messehu), kezâlike zuyyine li’l- musrifîne mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Ve insâna bir darlık (musîbet, sıkıntı) isabet ettiği (dokunduğu) zaman, yatarken, otururken veya ayaktayken Bize duâ etti (eder). Fakat onun sıkıntısını ondan giderdiğimiz zaman ona isabet eden darlıkta (sıkıntıda) Bize duâ etmemiş gibi döndü (döner). İşte böylece müsriflere, yapmış oldukları şeyler süslendi.” (Yûnus 10/12)

“Ve izâ messel insâned durru”.. Şu insânoğlu var ya, şu insânoğlu kardeşim, ona bir zarar temas etti mi, değdi mi, isabet etti mi, dokundu mu; “messe” meshetmek var ya, dokundu mu, “deânâ” bize duâ ederdi “li cenbihî” ne zaman? Yan üstü yatarken, yan gelip yatarken. “ev” veya; “kâiden” otururken. Fark etmez “ev kâimâ” veya kıyamdayken, ayaktayken. Yahu kardeşim ne demek istiyor? Ne demek isteyecek kardeşim; bundan başka hal var mı. Anasının karnında mı diyecek. Adam çıkmış meydana bu tuğyanlılığı yaparken, işte ne diyor? Sıkıntıya düştü mü, derde düştü mü, ister oturuyor olsun, ister ayakta olsun, ister yanına yatmış olsun, bize duâ eder diyor. Yalvarır, aman aman Ya RABBi neredesin der..

“fe lemmâ keşefnâ anhu durrehu merre” daha önce de, çok kere olduğu gibi, Biz onun sıkıntısını kaldırırsak, zararlarını kaldırırsak, bir kere daha kaldırırsak “merre”. “ke’en lem yed’unâ ilâ durrin messeh(messehu)” sanki kaldırdığımız anda kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü daha önce bize duâ etmemiş gibi, geçip gider. Kaldırdı ya. ALLAHu zü’L- CeLÂL buyuruyor bunu bak. Daha önce bu oldu. Böyle ALLAH bizim yükümüzü kaldırdı. Ama Elhamdülillah falan diyeceği yok. Geçer gider diyor. Aklı başında bir insân yapmaz bunu değil mi. Ama açıklıyor. Ne dedi, ne buyurdu ALLAHu zü’L- CeLÂL; ahmaklık azgınlığı içindelerdi ya. “kezâlike” işte böylece “zuyyine lil musrifîne” bu israfçılara; neyi israf etti bunlar? Akıllarını israf etti, çocuklarını israf etti, hayatını israf etti. Aldı aldı attı. Aldı aldı attı. Hayvandan aşağı yaşadı ve yaşattı. Zulmetti, yıktı yaktı. Hayrı ne kendine ne kimseye. İşte bunların bu müsriflikleri, pislikleri, süslü gösterildi. “mâ kânû ya’melûn” Ne kadar yaptıkları pislik varsa, hepsi, israf ettikleri, haddi aştıkları, ALLAH'ın hudutlarını çiğneyip keyfince zulmettikleri ne varsa bütün bunlar, çünkü yapıyorlar, neden? Kendilerine çok süslü, çok güzel, harika bir iş yapıyormuş gibi gösterildi. Kim gösterdi? ALLAHu zü’L- CeLÂL gösterdi. Niye gösterdi? Çünkü öyle istiyorlar. Buyurdu ya. Daha önce tercih ediyorlar diye, öyle istiyorlar kardeşim yâni. Kim gidip de birisi Çakır CÂN’a.: “Bak kibirli ol yoksa sana şöyle yaparım böyle yaparım!.” mı diyor?. Yok!. Tam tersi. Kimse böyle bir şey demiyor. Kendi tercihi. Var mı ki kardeşim şöyle dört dörtlük adam gibi adam ol, MuhaMMedî bir insân ol. Yok. Kendi tercihi. "Dininde, dünyasında, âhiretinde, Kelâmullahla, Rasûlullahla, ALLAH'la "NAHNU=>BİZ BİR-İZ" diyor. Daha ne diyecek. Ne var yâni. Bu da bana üstünlük alçaklık vermez diyor. Seviye verir diyor. Bunun altında olanlar derdine yansın. Üstünde olanlar da derdine yansın. Çünkü Resûlullah sallallahuu aleyhi ve sellem'in üstüne çıktı ki, ahmaktır. Derdimiz, bizim derdimiz değil davâmız, dâvetimiz, meseleyi doğru anlamak. üç günlük hayatımızı Kelâmullah ve Rasûlullah içinde yaşamaktır aziz kardeşlerim. Bu, hepimiz yavaş, yavaş, yavaş, yavaş Kur’ÂN-ı Kerim'imizle tanışacağız. ALLAH'ın İzniyle buluşacağız, konuşacağız, yaşayacağız. Bir günlük ömrümüz, bir saat bile kalsa son nefese kadar zamanımız var. Yeter ki bir kere olsun ALLAHu zü’L- CeLÂL’e dönelim. Hidâyet göstersin, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Kelâmullahımızla buluştursun, ALLAH celle celâlihu geçmişi de bağışlar gelecekte de yardım eder, vaadi var..
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim


وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِن قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواْ وَجَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ
Resim---“Ve lekad ehlekne’l- kurûne min kablikum lemmâ zâlemû ve câethum rusuluhum bi’l- beyyinâti ve mâ kânû li yu’minû, kezâlike neczil kavmel mucrimîn (mucrimîne).: Andolsun, sizden önceki devirlerde yaşayanları zulmettikleri zaman helâk ettik. Ve onlara resûlleri beyyineler (deliller) ile geldi. Ve onlar inanmadılar. Mücrim kavmi işte böyle cezâlandırırız.” (Yûnus 10/13)

“Ve” yemin, “le” muhakkak yemin “kad” kesinlikle yemin. Üç yemin bir arada yâni.”Andolsun ki” ile bu iş bitmezs sadece. Şeriatta-Tarikatta-Marifette yâni. Şunu çok iyi anlayın, “ehlekne’l- kurûne” sizden önce nice nice nice asırlar, devirler, çağlar boyunca, nesiller boyunca niceleri “ehleknâ” Biz helak ettik. Toprak ettik toprak. Ananızı, babanızı, dedenizi, hiç birisini bırakmadık. “min kablikum” sizden önce “lemmâ zâlemû” vakta ki, zulmettikleri zaman. Hud kavmi, Lût Kavmi, Nûh Kavmi, nice nice nice kavîmleri, milletleri, yerle bir ettik. Neden? Çünkü zulmettiler. “ve câethum rusuluhum bi’l- beyyinâti” Onların peygamberleri beyyinelerle geldi. Kitapla geldi, her şeyle geldi. Hayatın kendisi zâten mu’cize “bi’l- beyyinâti”.

“ve mâ kânû li yu’minû” Asla ve kat’a onlar iman edecek değillerdi. Çünkü tercihleri hiçbir zaman imandan yana olmadı. Ne derlerse desinler. Efendim, Sâlih aleyhisselâm var. Susuzluktan ölüyoruz, su yok. Çölün ortasında kalmışlar. Kuraklık her tarafı sarmış. Yiyecek yok, bir damla bir şey yok. Öyle mi: “ALLAH'a inanın”,
“Bir şey olursa inanırız.”.
Dağlar yarılıyor, içinden doğuma yakın bir deve çıkıyor. Ne diyor?:
“Bir gün siz; arkasından su geliyor, şuraya bir havuz yapın. Bir gün bunun dolusu suyu bu içecek. Dokunmayın otlasın. Bir gün de sütünü sağarsınız. Hepiniz için yeter." Ne yapıyorlar bir müddet sonra; “fe demdema akaruha” kanını öyle bir akıttılar ki, ALLAH yerle bir etti onları. Öyle diyor. İşte bakın Peygamberlerimiz beyyinatlarla geldi “ve mâ kânû li yu’minû” onlar asla inananlar olmadılar. “ve mâ kânû” olmadılar “li yu’minû” imandan taraf olmadılar yâni. “kezâlike” işte Biz, “neczi’l- kavme’l- mucrimîn” böyle cürümü, Şeytân Uşaklığını, CÂN yakmayı, cürüm işlemeyi, huy haline getirmiş, işi gücü öyle yapmış bir insân. Ne diyor, ne demiyor, ALLAH mı diyor yALLAH mı diyor umurunda değil. Yaptığı iş ne “neczi” cezâlandırırız. Cezâlandırmak ona kötülük yapmak değildir. Yaptığının karşılığını ona aynen yapmaktır. Cezâ öyle bir şeydir ki, Arapçada “Bunun cezâsı ceNNettir” diye âyet vardır. “Bunun cezâsı cehennemdir” diye. Türkçedeki gibi değildir. “neczi’l- kavme’l- mucrimîn” yaptıklarının karşılığı, zulmün karşılığı neymiş? İşte budur diyor. Bu cürümlerin zâlimliklerinin karşılığını tattırırız yâni.


ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---“Summe cealnâkum halâife fî’l- ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’melûn (ta’melûne).: Sonra nasıl amel ettiğinize bakmamız için, onların ardından sizi, yeryüzünde halifeler kıldık.” (Yûnus 10/14)

Evet 14 âyette ALLAHu zü’L- CeLÂL;
Onlar o zulümü yaptı mı kardeşim; Nûh aleyhisselâm'ı tufanla, ötekini şununla, ötekini bununla, yerin dibine, Lût Gölü'nün dibine geçirmiş mi, geçirmiş. Seyrediyorlar kendi kavîmlerini. 395 metre denizden daha aşağıda, kokan bir yer. Sodom, Gomore Şehirlerinin olduğu yer. Ben de gidecektim ama nâsib olmadı. Görüyorsun yâni. Ondan sonra ne olmuş? “Summe cealnâkum” sonra sizi, “halâife fî’l- ardı” yeryüzüne halife yaptık. Halifemiz yaptık, diyor ALLAHu zü’L- CeLÂL. “min ba’dihim” onlardan sonra bu gördüğünüz insânları ALLAHu zü’L- CeLÂL halife yaptım diyor. Ne için? “li nanzure keyfe ta’melûn” şunun için; bir nazar edelim bakâlim, “keyfe” nasıl amel edeceksiziniz, edecekler diye. Tamam mı. Ne diyor, bunları yerle bir ettik, helak ettik, ama sonra nasıl amel ettiğinize bakmamız için onların ardından sizi yeryüzünde halifelerimiz kıldık diyor kardeşim. İman edin, amel edin dediydi ya. Bak bunların başına böyle yaptılar, böyle yaptılar. Bunlar geldi; şimdi Almanya'da, orada güvercinlerimiz var değil mi? Var. O Almanya'da milyonlarca insân birbirini öldürdü. 1000, 2000, 3000 değil. Gördüğünüz şehirler, Alman, İngiliz öteki böteki birbirinin CÂNına okudu, milyonlarca insânı, yerle bir etti. Arkadan gelenler ne yaptı? Biz onlardan daha zâlimiz mi dedi? Evet dedi. O zâlimler ne yapıyor şimdi? Zulümleri ile boğuluyor. Ama efendim, o zaman daha da boğulur.
ALLAH; “SubhÂNALLAH” öyle bir ALLAH ki; bizim SubhÂNımızdır, bizim ”Hayy”-ımızdır, hayatımızı her an, ihtiyacıyla, olanıyla, olmayanıyla, ne lâzımsa hepsini lâyıkıyla yaratandır. Nasıl amel ettiğinizi nazar etmek için. Bakmaktan farklıdır “nazar” çünkü. Oradaki “zı” öyle bir şeydir ki Barbaros, Rububîyyet ve Rusulîyyet sahipliğinin, peltek “z” ALLAHu zü’L- CeLÂL, normal “z” Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “zı” insân olan, şimdi insân olan içindir. Ve bunun nuruna kavuşan nazar ehlidir. Ehl-i Nazardır. Gerçekten, eğer güneş bu taraftan doğacak desin, VALLAHi güneş oradan doğar diye hadisler vardır. Ama onlar soytarı değildir. Nerede ne yapacaklarını çok çok iyi bilirler ve asla kimsenin dolmuşuna inip binmezler. Çünkü başlarına bela olur onlarla uğraşanların. Tıpkı Ozon Tabakasını delersin de ondan sonra ne olur? Güneşin ultraviyole ışınları çözülmez. Buradaki, bütün kâinâttaki insâna zarar veren virüsler ortaya çıkarlar. Aynı şeyler gibi, ilk çağlardaki büyük yaratıklar gibi. Ne yapacağım ben; Keşiş Dağı kadar ortaya CÂNavar çıkmış. İnsanın ele geçiremediği bir CÂNavar daha beter..


وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاء نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Resim---“Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena'ti bi Kur’ÂNin gayri hâzâ ev beddilh (beddilhu), kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy (ileyye), innî ehâfu in asaytu RABBî azâbe yevmin azîm (azîmin).: Ve onlara âyetlerimiz, delillerle okunduğu zaman Bize ulaşmayı dilemeyen kimseler şöyle dedi: “Bize bundan başka bir Kur’ÂN getir veya O'nu değiştir.” De ki: “O'nu, kendi nefsimden (bir şey) ilka ederek benim değiştirmem olamaz. Ben ancak bana vahyolunan şeye tâbî olurum. Şâyet RABBime asi olursam muhakkak ki ben, büyük günün azâbından korkarım.” (Yûnus 10/15)

ALLAHu zü’L- CeLÂL; âhirete kavuşmayı düşünmüyorlar ya “Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ” bizim âyetlerimiz tilâvet edildiğinde, Kur’ÂN-ı Kerim âyetleri kendilerine okunduğunda “âyâtunâ beyyinâtin” açık seçik, herkesin aklı kadar anlayacağı şekilde söylendiği zaman, duyuyor da anlıyor da bal gibi, “kâlellezîne lâ yercûne likâena” onlar var ya onlar, ya boş ver öyle şey mi olur. Biz bir süre kalacağız, ondan sonra gideceğiz, tekrar karşılacağız, döneceğiz RABB’ımıza demeyenler; Ne diyorlar onlar Peygamber aleyhisselâm'a; “likâena'ti” “hadi getir”, “bi Kur’ÂNin gayri hâzâ” şu elimdeki Kur’ÂN'dan başka bir Kur’ÂN getir hadi bakayım. Sen söylüyorsun da, yazıyorlar ya, onu bırak da, şöyle bize bir gökten bir kitap getir bakalım hadi. Onu yapamazsan “ev beddilh” ya da onu tebdil et. Yâni oradaki âyetleri, öldüreceksen öldürme de, öldürme diyorsa öldür de. Yâni bundan başka bir Kur’ÂN getir veya bu Kur’ÂN'ı değiştir kardeşim. Bizim beğenmediğimiz yerler var diyorlar, dediler buna, Rasûlullah sallallahuu aleyhi ve sellem'e.
ALLAHu zü’L- CeLÂL buyuruyor ki yâ MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem “kul” de ki, “mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî ehâfu in asaytu RABBî azâbe yevmin azîm (azîmin).” kardeşim bir dakika de ki onlara; ben bunu yaparım ama onu kendiliğimden tebdil edip değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak ve ancak ALLAH'ın bana vahyolunandan başkasına uymam. ALLAH'ın vahyine uyarım. Eğer o öyle yapmazsa ne olur “in” eğer ki “asaytu” isyan edersem, öyle yapmazsam RABBime isyan edersem, “azâbe yevmin azîm” o azîm gün var ya, azîm gün, işte nerde o İngiltere Başbakanı, cart curt derken bir tane virüs "geç kardeşim şuraya” dedi."Yahu bir dışarı çıkayım.”, ”yok çıkma, gir içeri”. “yevmin azîm” yâni insânın çâresiz kaldığı, yapacak bir şeyinin olmadığı, son nefeste “yevmin azîm” gününde “azâbe yevmin azîm” o günün azâbından ben RABB’ime sığınırım, isyan etmekten, de. Peygamber aleyhisselâm’a böyle buyurmaktadur ALLAHu zü’L- CeLÂL..


قُل لَّوْ شَاء اللّهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلاَ أَدْرَاكُم بِهِ فَقَدْ لَبِثْتُ فِيكُمْ عُمُرًا مِّن قَبْلِهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
Resim---“Kul lev sâallâhu mâ televtuhû aleykum ve lâ edrâkum bihî, fe kad lebistu fîkum umuren min kablih (kablihî), e fe lâ ta'kilûn (ta'kilûne).: De ki: “Şâyet ALLAH dileseydi, O'nu size okumazdım ve O'nu size bildirmezdim. Halbuki O'ndan önce içinizde bir ömür sürdüm. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?” (Yûnus 10/16)

“Kul” De ki onlara Yâ MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem; “lev sâallâhu mâ televtuhû aleykum” ALLAHu zü’L- CeLÂL eğer dilememiş olsaydı, Şe’enullahta yaratmamış olsaydı, “mâ televtuhû” ben tilâvet edemezdim, okuyamazdım “aleykum” size bu Kur'ÂN-ı Kerîmi. “ve lâ edrâkum bihî” ya da ben onu sizin idrakinize sunamazdım, yâni sizin idrakinize bildirmezdi ALLAH. Kardeşim gel bir düşün ALLAH'ını seversen. Bak doğdun doğmasına da bir yerde gidip orada batacaksın. Şuraya niye geldin, niye gidiyorsun, böyle bir uydur kaydır dünya değil bu. Küllî ŞEYy, zerresi kürresi kurala bağlı.
“fe kad” iki kere yemin bak, “le” üç. Hadi diyelim ki, Bütün bunlardan sonra diyorum ki diyor “kad” kesinlikle “lebistu fîkum” ben sizin İÇinizdeyim, “umuren” bir ömür içinizdeydim, “min kablih (kablihî)” ondan önce “e fe lâ ta'kilûn” siz aklınızı başınıza almayacak mısınız? Akıllanmayacak mısınız. Ben yıllarca sizin içinizde yaşadım, beraberdim. ALLAHu zü’L- CeLÂL beni böyle görevlendirmemiş olsa, âlemlerin RABB’inden korkan birisiyim ben. Siz akıllanmayacak mısınız? Bu bir insân işi değildir. Siz ilâhlarınızı kendiniz yapıyorsunuz, akşama da yiyorsunuz lokma gibi..


فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ
Resim---“Fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih (âyâtihî), innehû lâ yuflihu’l- mucrimûn (mucrimûne).: Artık ALLAH'a karşı yalanla iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim (var)dır? Muhakkak ki O, mücrimleri (suçluları) felâha (kurtuluşa) erdirmez.” (Yûnus 10/17)

“e men” kimdir o ki, “azlemu” en zâlim, “mimmenifterâ alâllâhi keziben” ALLAH'ı yalancı yerine koyarak iftira eden kimdir ki; veya o kimdir ki “kezzebe bi âyâtih” O’nun âyetlerini inkar ediyor, Kur’ÂN-ı Kerim âyetlerini inkar ediyor, yarattığı kâinâtı inkar ediyor. Hainin kendisini yaratıyor, onu gene inkar ediyor. “innehû lâ yuflihul mucrimûn.” asla ve kat’a felah bulmaz, iflah olmaz bu mücrimler. Suç tercihçileri, fitne gibi, ateş gibi, gittiği yeri yakıyor. Huyu falan değil ya. Artık ALLAH'a karşı yalanla iftira edenden ve ya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zâlim kim vardır bu âlemde. Kesinlikle O yüce ALLAHu zü’L- CeLÂL hep suç işleyen ve işleten, durmadan zulmeden, üzen ve üzülen sürekli yâni, kapanmayan bir yara gibi durmadan, bir rahat, huzur vermiyor, bulmuyor bunlar. Felâha kurtuluşa erdirmez ALLAH onları. Çünkü neden? Tercihleri öyle. Biz bunu tercih ediyoruz diyor. Zorla gel seni felâha mı sokayım. Öbürü diyecek ki.: “Hayır efendim ben Hakktan ve hayırdan yanayım, pisliklerden uzağım” diyecek. Ona yazık olmaz mı? Onun için de hepimizin çok çok vicdanlı olması lâzım. Kime karşı? Kendimize karşı, kendimize. Vicdan etmeliyiz kendimize Merhamet etmeliyiz fırsat elde iken. Bırak sen ötekini bötekini. Fırsat elindeyken şunu bir iyice şey yap. Programa al..
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

Bakınız şimdi,

وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَؤُلاء شُفَعَاؤُنَا عِندَ اللّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللّهَ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلاَ فِي الأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---“Ve ya'budûne min dûnillâhi mâ lâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum ve yekûlûne hâulâi şufeâunâ indALLÂH (indallâhi), kul e tunebbiûnâllâhe bimâ lâ ya'lemu fî’s- semâvâti ve lâ fî’l- ard (ardı), SUBHÂNehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve onlara fayda ve zarar vermeyen ALLAH'tan başka şeylere (putlara) kulluk (ibadet) ediyorlar. Ve “Bunlar, ALLAH'ın yanında bizim şefaatçilerimiz.” diyorlar. De ki: “Yeryüzünde ve semâlarda bilmediği bir şeyi ALLAH'a haber mi veriyorsunuz?” O, SubhÂN'dır (münezzehtir), onların ortak koştuğu şeylerden yücedir.” (Yûnus 10/18)

“Ve ya'budûne min dûnillâhi mâ lâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum.” Şunlara bak, şunlara. Onlar neye tapıyorlar ALLAH'ı bırakmışlar da, kendilerine zarar ve fayda vermeyecek şeylere tapıyorlar. Diyelim ki birisi paraperest.. Yok kardeşim bana fayda veriyor, sana fayda veriyor diye bir şey yok. Git mezârdakilere bir uğra, ebene, dedene bir sor, hangi para zarar veriyor, hangi para fayda veriyor, bir öğretsin sana..

“ve yekûlûne hâulâi şufeâunâ indallâhi,” bir de ne diyormuş bunlar? Bunlar bize ALLAH'ın katında şefaat edecek şeyler. Adam RABBı’sının yerine şeyhini koymuş, öteyi koymuş, böteyi koymuş, cemaat kurumuş, oturtmuş Peygamber aleyhisselâm’ın yerine bazı câhil kimseleri koymuş; ne diyorlar?.
“şufeâunâ indallâh” ALLAH'ın katında bize şefaat edecekler, ALLAH'ın Peygamberi Rasûlullah'ını, Kelâmullahını kendisini yok sayıp, öyle bir kendisine fayda ve zararı dokunmayan birisini öne geçiriyor..

“kul” de ki, bakın bakın, sen onlara de ki, “e tunebbiûnâllâhe” siz ALLAH'a haber mi veriyorsunuz. Siz ALLAH'a bir haber mi veriyorsunuz. “bimâ lâ ya'lemu” onu ALLAH bilmiyor da siz biliyorsunuz, ALLAH'a mı hatırlatıyorsunuz. “fîs semâvâti ve lâ fîl ard(ardı)” gökte ve yerde ALLAHın bilmediği hâşâ, bir şey mi var da siz onlar bize şefaat ediyor.. Sen anlamadın mı. Yâ RABB’i diyorsunuz size zararın ve faydanın verdiğini yaratanı bilmiyor da, onlar bunlar mı biliyorlar. Sizin yeni ilâhlarınız mı biliyor. İlah gibi gördükleriniz mi biliyor. Kim olursa olsun, ne olursa olsun, ister para olsun, ister insân olsun, hiç fark etmez. Başka şey de olsa, ineğe tapanlar da var, o da olsa fark etmez..

“subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).” O ALLAH celle celâlihu”SubhÂN’dır. “subhânehu” Efendim, münezzehtir. Kardeşim anladım, şu münezzehi ALLAH'ını seversen bir kere de de ki.: “ALLAH şimdi küll-i şeyy’i yeniden yaratıyor. Yaratan ALLAH'ın kimseye sormasına, araştırmasına gerek yok.” “SubhÂNehu” “O”SubhÂN’dır de yeter yâni. “ve teâlâ ammâ yuşrikûn.” ve de “Alâ”dır. Yâni verdiği lütfun aynısı O’ndandır. Barbaros can, adama bak ceryÂNı kullanıyor da.: “Keban’dan değil!.” diyor bak şimdi. HasbinALLAH kardeşim. Orası ”SubhÂN” dır, orası “teâlâ”dır. Lütfünun ayniyetini sana verendir. “amma yuşrikun” ALLAH onların ALLAH'tan başka ALLAH edinmelerini şirk koşmalarından “teâlâ”dır., ALLAH-u TeâLA,”teâLA’dır, ”SubhÂN"dır. KüLLî ŞEYy’i yeniden yaratmaktadır. Lazîm ve Lâyıkınca yaratmaktadır. Onlara da bu iş kalmamıştır diyor değil mi?.


وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلاَّ أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواْ وَلَوْلاَ كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Resim---“Ve mâ kâne’n- nâsu illâ ummeten vâhideten fahtelefû, ve lev lâ kelimetun sebekat min RABB’ike le kudiye beynehum fîmâ fîhi yahtelifûn (yahtelifûne).: Ve insânlar, tek bir ümmetten başka olmadı (tek bir ümmetti). Sonradan ihtilâfa (ayrılığa) düştüler. RABB’inden bir söz (kelime) geçmiş (verilmiş) olmasaydı, onların aralarında ihtilâfa düştükleri şey hakkında mutlaka hüküm verilirdi.” (Yûnus 10/19)

Bütün insânlık, bütün ümmet, tek bir ümmet yâni insânlar zâten. Bir ümmet. Anaları, Havva Vâlidemiz aleyhasselâm ve babaları Adem aleyhisselâmdır. Bir tek babanın çocukları. Bir tek ümmet, bir tek annenin çocukları yâni. “fahtelefû” ihtilâfa düştüler, öyle ihtilâflara düştüler ki, “ve lev lâ kelimetun sebekat min RABB’ike le kudiye beynehum fîmâ” öyle ihtilâflara, öyle ihtilâflara düştüler ki, o yaptıklarının hesabını hemen görmek gibi bir RABB’inin bir sözü olsaydı, aralarında ihtilâfa düştükleri konu hakkında hemen hüküm verilir, başlarına azâb iniverirdi.

Bakın insânların hepsi aynen sizin çocuklarınız gibi. Nasıl doğan çocuklarımızı, hepimiz böyle ana, baba böyle avuçlarının arasına alıp da merhametle, muhabbetle nasıl idiyse, onlar da öyle idi çocuklarına karşı. İşte bütün insânlar, tek bir ümmetten başka bir şey olmadılar. Sonradan ihtilâf hususları çıktı. Halifelik, ihtilâfa dönüştü. Kendileri halifeliği beğenmez oldular. RABB’lık falan peşine düştüler. Eğer RABB’inden, Yâ MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem, bir söz verilmiş olmasaydı, hemen yapanın cevabını hemen verseydik, onların kendi aralarında ihtilâfa düştükleri şey hakkında mutlaka hüküm verilirdi. Hemen, hemen. Demin dedim ya, annesi çocuğuna bedduâ ediyor, ne diyor?. "Öl ulan!.” diyor, o da ölüyor. Al sana. Değil, böyle değil işte.
“fîhi yahtelifûn (yahtelifûne)”. Ya da birileri zulmediyor yâni, RABBu’l-âlemîn hesabı, bizim hesabımız gibi değil demek istiyorum. Ama zamanı geldiğinde de görüyorsun ki duman ediyor her tarafı.

Evet bugün son âyetimiz;


وَيَقُولُونَ لَوْلاَ أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَقُلْ إِنَّمَا الْغَيْبُ لِلّهِ فَانْتَظِرُواْ إِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ
Resim---“Ve yekûlûne lev lâ unzile aleyhi âyetun min RABB’ih (RABB’ihi), fe kul inneme’l- gaybu lillâhi fentezirû, innî meakum mine’l- muntazirîn (muntazirîne).: Ve: “RABB’inden ona bir âyet (mu’cize, delil) indirilse olmaz mıydı?” derler. O zaman de ki: “Gayb, yalnız ALLAH'ındır (ALLAH'a mahsustur). Artık bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (Yûnus 10/20)

Ve o lafazanlar var ya laf ebeleri, kusura bakmasınlar yâni. Ben Kur’ÂN-ı Kerim ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizle irtibat kurmamış, hayatta, mutfakta, tuvâlette demiyorum, her yerde, her zaman, herhalde, her nefeste, diyorum. İnsan bu, her zerresi O’nun NûRU’ndan yaratılmıştır. KüLLî ŞEYy ile beraber. Hayatında yok, ne Kelâmullah var, ne Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem var, kendi bildiği gibi gidiyor. Arada sırada.: “ALLAH yALLAH!.” Söylüyor şuursuzca.. Böyle değil kardeşim. Bakın ne diyorlar o inkâr edenler dedikoducular.
“Ve yekûlûne lev lâ unzile aleyhi âyetun min RABB’ihi” Ben Resûlullah'ım diyen MuhaMMed aleyhisselâm var ya, evet, “aleyhi” ona “unzile” inse, RABB’inden bir âyet inse, öyle diyorlar yâni, ne âyeti istiyorlar? Başka âyetlerde var. Çöle hurma bahçesi yapsın, içinden ırmaklar aksın, uyduruyorlar yâni. Şunu yapsın, bunu yapsın. Hadi yaptır falan gibi. Böyle diyorlar değil mi? Öyle dediler zâten. “fe kul” derhal de ki onlara, “innemel gaybu lillâhi”. “gayb” BİLELik gâniliği ALLAH’ındır. Elektrik Keban’ındır kardeşim. Oraya kim hükümdarsa O elektirği keser ve herkes karanlıkta kalır. Kimse “cık!.” diyemez. “innemel gaybu lillâhi” Gayb ALLAH'ındır. Çok mu merak ediyorsunuz, “fentezirû” bekleyin, Nazar edin bekleyin “innî meakum” ben de sizinle braber buradayım “mine’l- muntazirîn (muntazirîne).” ben de sizinle beraber bekleyeceğim. Göreceksiniz. Görmüşlerdir değil mi? Ebu Cehil de görmüştür, Ebu Leheb de görmüştür. Gören görmüştür. Bugün de görmekteyiz, yarın da göreceğiz. Hakk ve Hayır OLsun..

Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi YÛNUS Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

Es-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..


SubhÂNeke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke!. Ve Huve’r- Rahîmu’l- Vedûd celle celâlihu
Ve'l-HaMduliLLÂhiraBBu’l-ÂleMîNN!.


Resim
Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike (MuhaMMediyyeti) ve
Nebiyyike (MahMudiyyeti) , ve
Rasûlike (AhMediyyeti) ve
Nebiyyi’l-ÜMMiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ÜMMetihi... ''
Resim

KeLÂMuLLAH ve RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem hürmetine İnşâe ALLAH bizi dâim MuhaMMedî BİZ BİR-İZ içinde yaşayanlardan eylesin diye RABBu TeÂLÂ’mıza DUÂ ederiz, yalvarırız ve deriz ki;
HasbunALLAH ve ni’me’l- VEKÎL,
HasbunALLAH ve ni’me’l- KEFÎL,
HasbunALLAH ve ni’me’l- NASÎR,
HasbunALLAH ve ni’me’l- MEVLÂ!.


Yâ RABBenâ!
SEN şu ÂN’da bizim MEVLÂmızsın ve geçmişimizde bizim çok şeylerimiz olmuştur, insÂN hâlidir yine de hatalarımız olacaktır da.. ALLAH celle celâlihu hayırlar versin!. Olmasın desek de, olacaktır. Çeşitli sebepler vardır ve bütün bunlar için;
GufrÂNeke RABBenâ ve ileyke’l masîr..
İstesek de istemesek de sana koşarak siğirterek geliyoruz!. Ve gelecek de SEN’in ELindedir..
Ve hüve alâ küllî şey’in KADÎR..
Külli Şey’e KADÎR olan SENsin.. GELeceğimizi bağışla İnşâe ALLAH!.
Şu ÂN’ımızda RIZANı ARAyanLardan,
RIZANı=>BİLip=>BULup=>OLup=>YAŞAyanlardan EYyLe!.
YAŞAdığımız sürece Bizi, KeLÂMuLLAH ve RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in Şeriat-Tarikat-Mârifet-Hakikat Hududu içinde, sınırı içerisinde, şaşmadan taşmadan HAKk ve HAYr aşkıyla AŞKULLAHLa KULLuğumuzu yerine getirmeyi bize Nâsibimiz ve Kısmetimiz KıL İnşâe ALLAH.
Bu hususta bize merhamet et diye RABBımız TeÂLÂ’ya DUÂ ederiz!.

Yûnus Sûresinde kaldık 20. Âyette kalmışık, devam edeceğiz İnşâe ALLAH!.
Bir hususa çok iyi dikkat etmemiz gerekir ki, insÂN Şu ÂN’ı yaşar.. Bir saniye öncesi gelmiş geçmiştir ve GEÇen ÂN için yapacak bir şeyi yoktur. Şu ÂN kendisinin hizmetine verilmiştir.. Bir saniye sonrası daha gelmemiştir ve GELeceği için yapacak bir şeyi yoktur.
Şu ÂN, her NEFisçe her nefeste mutlaka yaşanır.. İnsanın ömrü, alıp verdiği nefes kadardır.. ve alıp verdiği nefesler arka arkaya gelerek HAYAT'ı oluşturuyor..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd, 30)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe, 9-11)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd 30)

Kur'ÂN-ı Kerîmde;

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim---“Ve kul li’l- mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, ve’l- yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulî’l- irbeti mine’r- ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâti’n- nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn (zînetihinne), VE TÛBÛ İLÂLLÂHİ CEMÎAN EYYUHE’L- MU’MİNÛNE leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zâhir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sâhib oldukları (câriyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. EY MÜ'MİNLER, HEPİNİZ ALLAH'a TÖVBE EDİN! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.” (Nûr 24/31)

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim LÂ TAKNETÛ MİN RAHMETİLLÂH (rahmetillâhi), innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu Huve’l- GAFÛRu’r- RAHÎM (rahîmu).: De ki: "Ey NEFSLeri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın RAHMETİ’nden ÜMİT KESMEYİN. MUHAKKAK Kİ ALLAH, GÜNAHLARIN HEPSİNİ MAĞFİRET EDER (sevâba çevirir). O, muhakkak ki O; GAFÛR'dur (mağfiret eden), RAHÎM'dir (Rahmet Nûru gönderen).” (Zümer 39/53)

NASSLarda AÇıKça belitildiği gibi ve KULLuk İmtihÂNı gereği, insÂN geçmişinde elbette hatalar da yapar, günahlar da işler.. Ki ALLAHu zü’L- CeLÂL’in affedici sıfatları TEVVÂB, GAFFÂR, GAFÛR ALLAH celle celâlihu.. Tüm bunlar affedici Sıfatlar Esmâlar çalışmaz hâle gelir..
Çünkü kimse günah işlemese, melek olsa Sistem yok olur..
Ama AkL-ı SiLM Sâhibi Nefsler, bütün bunların farkına varıp anlayıp da artık yapmamak.. Yapmamak yâni, yanlışı yapmamak.. “Kafa benim kafam taşa vururum yine vururum” değil.. “Artık vurmayacağım!.” TÖVBEsidir.. Yâni öyle tövbeler nâsib etsin ALLAH celle celâlihu.. Nasihat Tövbeleri, Nasuh Tövbeleri, İnce Tövbeler..
Yoksa onun içinde, tövbe içinde, BİZ bağlıyız, her çocuğun ana babadan doğduğu gibi, mâneviyâtta da bağlarımız vardır. Biz bu bağları söylemekten herkesin kötü bağları yüzünden kendi gönül bağlarımızı inkar edecek değiliz. Başka cemaatlar tarikatlar partiler şunlar bunlar çeşitli alevere yapabilir, biz alevere yapmamıza gerek yok.. Bizim alacağımız da vereceğimiz de RABBımızdandır.. Zâten alan da veren de RABBımızdır.. Bizi, işlerimizi-fiillerimizi, düşüncelerimi her ÂN yaratan RABBu’l- ÂLeMîndir. Biz KULLarız sadece bir tercih yaparız.. Aklımız, Fikrimiz, Vicdanımız, Bilgimiz, İlgimizle, Yoldaşımızla, Arkadaşımızla yaparız..
Onun için atalarımız demişlerdir ki.: “Kim olduğunu söylemene gerek yok, arkadaşını söyle biz biliriz kim olduğunu!.” Çünkü pisle gezen pis kokar, misle gezen mis kokar.. Hayat böyledir ve insÂN hâlidir, hepimiz her hâli yaşayabiliriz!.
Fakat çıkış yolu kendimizden kaçmak değildir. Çünkü her insÂN fıtratında ALLAHu zü’L- CeLÂL’in NÛRu’ndan yaratılmıştır, Rasûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in NÛRu’ndan yaratılmıştır. Her insÂN ALLAHu zü’L- CeLÂL’in potansiyel, isterse, tercih ederse HÂLİFEsi olacaktır. Bütün Kâinât emrine verilecektir, melekler dahil..
Buna çok dikkat etmemiz lâzım ve lâyıktır. Cebrâil aleyhisselam Rasûllullah sallallahu aleyhi ve sellemin hizmetindedir.. Bunun karşıtı nedir İBLİStir.. Ve Şeytânları.. İsyan ve küfür her şeyi yapabiliyor biz de onu Müslüman etmek için uğraşıyoruz.

Onun için insÂNın yapısında esmâ olarak yüklenirken Cebrâillikte yüklenmiştir İblislikte yüklenmiştir. Biz buraya bunları bilmeye ilm etmeye idrak etmeye ayırmaya iyiyi kötüden ayırmaya idrak etmeye bunun sonucu ne olacak netice nereye varır diye ve doruğa çekmeye.: “Artık doğruymuş yürüyeceğim ya da yanlışmış geri dönüp tevbe edeceğim!.” deriz ve iştirak eder.. İşte bu iştirakta ifrat ve tefritten kaçınmak lâzım etrafımızdaki aşırıcı insÂNlar vardır. Efendim yaşlıdır, işi gücü yoktur ki yapsın!. Fakat normal olarak insÂNın İşi vardır, Aşı vardır, Çoluk-çocuğu vardır ve de, dini, imanı da vardır.. Ve bütün bunları bir arada yürütmek durumundadır.. Ve bu çok önemlidir ki;
İfrat yapmaması lâzım maksimuma çıkmaması lâzım, çıkarsa Rasûllullah sallallahu aleyhi ve sellem'in seviyesini aşar ve ŞeytÂN tuzağına düşer.. ve bunun altına da inmemesi lâzım.. DiN Yokmuş gibi din diye bir şey yokmuşçasına kendi bildiklerini KeLâMuLLAHın ve RaSûLuLLAHın önüne çıkararak bu daha doğru diyerek İblis’in Oyuncağı olursa ŞeytÂN’ın oyuncağı olursa, uşağı olursa başı dertten dünyada, âhirette kurtulmaz!.
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön