Kul İhvÂNi Biat Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Kul İhvÂNi Biat Sohbeti

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim..ÇÖL GüNEşi..

BİAT SOHBETİ

27.05.2011 Cumâ..

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve ummetihi...
İnşae ALLAHurrahmân…

Bir şeyden bahsediyordunuz.
Salavât yapacağız ama sizin sohbetinizden sormak istediğiniz bir şey var mı Barbaros?.


Barbroros:
Biat meselesini konuşuyorduk Hocam.
Bugün Asiye’yle konuştum da bana dedi ki: “Ben Mekke’de, Aleviyye tarikatına biat ettim. Onun virdleri var, O virdleri çekiyorum” dedi.
“Bazen de, Morocco'daki zâviyede çok saygı duyduğum başka bir şeyh var.
O şeyhin de bazı virdleri var onları da bâzen çekiyorum.
Bir dağın tepesine bir sürü yol tırmanmakta, aynı zirveye, o yolların içerisinde bakıyorum, değişik çiçekler görüyorum, vahşi, değişik değişik, yabancı çiçekler çıkmış, hoşuma gidiyor, câzib geliyor bazen.
Bana diyorlar ki, senin biat etmiş olduğun tarikatın, o kişinin verdiklerini çekmen lâzım, diğerlerini bırakman lâzım diyorlar. Bu benim yapmış olduğum şey yanlış mı?” dedi.
Onu soruyordu. O sırada siz de yoktunuz internet üzerinden soramadım size.
Benim anladığım biat hususunda, biat kişiye değil de “Resûllullah Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize edilir” diye benim anladığım, bizim anlayış sistemimiz içerisinde.
Diğer kişiler elektriği getirir diye benim bildiğim.
Yani, “kişi kendisinden fayda gördüğü zikirleri, sürekli virdleri çektiği müddetçe, yan taraftan başka hoşuna giden vird olursa çekmemeli mi ya da şeyhine danışarak mı çekmeli?” bunun üzerine konuşuyorduk hocam.


KulihvÂNi:
Evet o meşhur ağacın altındaki biat. Bu konuyu konuşâlim Barbaros. Çünkü, bu en çok istismar edilen, insanların kendilerini merak ettiği, insanların da istismar edildiği bir konu.


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen) : Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefâ gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.”
(Fetih 48/10)

لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا
Resim---“Lekad radiyallâhu anil mu’minîne iz yubâyiûneke tahteş şecereti fe âlime mâ fî kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ(karîben) : Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur, kalplerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılık) olarak vermiştir. .”
(Fetih 48/18)

Şimdi mesele nedir? Biz kimiz? İnsan nedir?.
İnsan, yani varlık olarak insan, kendini ne olarak görüyor?
Nelere ihtiyaç hissediyor?
Yemek yemeye neden ihtiyaç hissediyor?
Neden inanmaya ihtiyaç hissediyor?.
Neden yemek yerken, akıl bakımından söylüyorum, zararlı bir şeyleri yememeye çok dikkat ediyor. Ateş yemiyor meselâ.
İnançta da dikkat etmesi gerekiyor.
Şimdi senin, benim, bizim yolumuz, elin parmağı kadarız ama, bizim yolumuz var. Damarlarımız gibi, aklımız, fikrimiz, vicdanımız, kalbimiz gibi bir yolumuz var. Bize ait yani, biz bunu tercih ediyoruz.
Bu yolda, iki değişemez mesned; Kur'ân-ı Kerim ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir. Ne şeyhi, ne müridi, ne mürşidi, ne de bir şahıs hududu geçemez, geçerse doğru değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden değildir.

Biat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem e mahsustur. ve O'na Uyulması bu denli önemlidir.
MuhaMMedî İlim, Edeb, İrfan ve Erkan bilen Ârif Kâmil İnsanlar asla insanları: “Biat et bana!” diyerek mecburen bağlamaz ve daima Biatın Merkezi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize yönlendirir ve köprü olur Hasbî Hizmette İnşâallah.

Bizim ayak bastığımız yer, vücudumuzu üzerine oturttuğumuz, fikir ayağımızın tabanı gibi bastığımız temel mesned, Kur'ân-ı Kerimdir.
Bizi taşıyan Kur’ân-ı Kerim ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, seni de dinleriz, onu da dinleriz, bunu da dinleriz, konuşuruz, yapacağımızı yaparız.
Ama biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hizbullah Gönül Gemisinden inmeyiz.
İnersek neye bineriz?. Yanılır da binersek, KuLLuk İmtihÂNında, o ikinci alternatif; Hizbu’ş- şeytan alternatifi, Allah’ın karşısında olana, yasaklanana bineriz.. ALLAH celle celâlihu korusun!.

İnsan aklı kandırılmaya daha müsaiddir.
İnandırılmaya ise çok hizmet ister. Kandırılmaya ise, hizmet istemez, çok basitçe kandırılabilir.
Ama inandırmak için, kendinden inanacağı için onda olana inanacağı için oldukça zor.
Tıpkı bir çocuk yetiştirmek gibi uzun zaman ve dikkatli uğraşacaksın.
Kandırmak istediğin çocuğun nesini kandıracaksın, herhangi bir şey dersin pat gider.
Onun için de ben diyorum, meselenin İnşae ALLAH özüne bakâlim diye.
Şimdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemde olmayan bir şeyi kabul edersek büyük yanılgıya düşeriz.

Biat nedir?.


Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhâr etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.

Biat, Arapça bir kelime.
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhâr etmek. Bağlılığını tâzelemek. Rey’ vermektir.
Temeli, Biat-ı Rıdvan dediğimiz, “Rıza Bulanların Biatı”.
Fetih Sûresi 18.inci âyetinde zikri geçen, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bağlılıklarını bildiren sahabelerin biatlarıdır. Biat edenlerin, 1400 veya daha fazla olduğu bildirilir.
Bu cemaata Ashab-ı Rıdvan da denir.

Biat için anlatılan sağlam kaynaklardan haberler;

Milâdî 628 yılında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve 1400 kadar Sahabesi, Kâbe’yi ziyâret etmek için Medine’den yola çıktılar.
Niyetleri sadece Kâbe’yi ziyâret olduğu için yanlarına sadece “yolcu kılıcı” denilen silâhları aldılar. Fakat Mekke’li müşrikler bu yolculuğu öğrenince Müslümanları Mekke’ye sokmamaya karar verirler.

Bunun üzerine niyetlerinin barış olduğunu anlatmak için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem , Hırâş bin Ümeyye’yi elçi olarak gönderdi.
Mekkeliler gönderilen elçiye çok kötü davrandılar ve öldürmeye kalkıştılar.

Bunun üzerine Mekke’de birçok akrabası bulunan Hz. Osman radiyallahu anhu elçi olarak gönderildi.
Mekkeliler Hz. Osman’a (radiyallahu anhu) çok iyi davrandılar ve tek başına ziyâret edebileceğini söylediler.
Hz. Osman radiyallahu anhu: “Hz. Peygamber tavaf etmeden ben asla tavaf etmem” deyince Mekkeliler öfkelendi ve Hz. Osman’ı (radiyallahu anhu) Mekke’de alıkoydular. Bu arada Hz. Osman’ın (radiyallahu anhu şehîd edildiği söylentileri Müslümanlara kadar ulaştı.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Bey’atü’r-Rıdvân ..Rıdvân Biatı.. ile Müslümanların Kureyşlilere karşı kanlarının son damlasına kadar çarpışacaklarına dair söz aldı.

Bu arada müşriklerden de birkaç elçi daha gelip gitti.
Fakat hiçbirinde de antlaşma ve sulh için kesin bir netîce elde edilemediğinden, bu defâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Osmân radıyallâhu anh’ı Mekke’ye, müşriklerle görüşüp meseleyi halletmesi için gönderdi ve ona:
“Kureyşlilere git! Onlara haber ver ki, biz buraya hiç kimse ile çarpışmak için gelmedik! Biz ancak şu Beytullâh’ı ziyâret için, onun haremliğine riâyet ve tâzîm ederek geldik. Yanımızdaki kurbanlık develeri kesecek ve döneceğiz! Sonra onları İslâm’a da dâvet et!” buyurdu.
Aynı zamanda oradaki erkek-kadın bütün mü’minlerle görüşmesini, Mekke’nin yakında fethedileceğini müjdelemesini, Allâh Teâlâ’nın dînine yardımcı olduğunu, Mekke’de îmânın açığa vurulacağı günün yaklaştığını haber vermesini de emir buyurdu.

(İbn-i Sa’d, II, 97; İbn-i Kayyım, III, 290)

Hazret-i Osmân radıyallâhu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin emri gereğince hemen hareket ederek Mekke’ye gitti.
Müşriklere, niyetlerinin umre yapıp dönmek olduğunu anlattı.
Müşrikler buna rağmen yine de izin vermediler. Hazret-i Osmân’ı göz hapsinde tutarak: “İstiyorsan sen tavâf edebilirsin!..” dediler.
Fakat kendisini Allâh’a ve Rasûlü’ne adamış olan mübârek sahâbî Hazret-i Osmân radıyallâhu anh: “Hazret-i Peygamber Kâbe’yi tavâf etmedikçe ben de edemem! Ben Beytullâh’ı, ancak O’nun arkasında ziyâret ederim…” diyerek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e olan sadâkatini bildirdi.

(İ.Ahmed, Müsned, IV, 324)

Osmân radıyallâhu anh’ın geri dönüşü gecikince, hakkında, öldürüldüğü şâyiası çıktı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisini temsîl eden elçisi Hazret-i Osmân’ın ölüm ihtimâli üzerine derhâl ashâbını toplayıp: “Anlaşılan müşriklerle vuruşmadıkça buradan ayrılamayacağız!” buyurdu.

(İbn-i Hişâm, III, 364)

Ardından, Allâh yolunda canlarını fedâ etmek için bütün ashâbdan bey’at istedi.
Kadın-erkek bütün mü’minler: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin gönlünde ne murâdı varsa, onun üzerine bey’at ediyorum.” diyerek Rasûlullâh’ın bu arzusunu seve seve yerine getirdiler.

(Vâkıdî, II, 603)

Mü’minler, Allâh yolunda ölünceye kadar savaşmaya söz verdiler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mübârek ellerini tutarak bey’at ettiler.
Bey’atin sonunda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir eliyle diğer elini tutarak: “Bu da Osmân’ın bey’atidir!” buyurmak sûretiyle Osmân radıyallâhu anh’a olan îtimâd ve muhabbetini, fiilî olarak izhâr ettiler.

(Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 7)

Bir ağacın altında yapılan bu bey’ate, “Bey’atü’r-Rıdvân” ya da “Hudeybiye Bey’ati” denildi.
O gün bir münâfık hâriç bütün ashâb bey’at etmişti.
Bu bey’at, ashâb-ı kirâmın, Cenâb-ı Hakk’ın yüce rızâsını kazanmalarına vesîle oldu..

Bu biata katılan 1400’e yakın sahabenin adı İslâm tarihinde “Ashab-ı Rıdvân” olarak geçmektedir. Mekke’nin 17 km. batısında bulunan Hadbâ adlı ağacın altında yapılan bu biata katılan sahabeler Fetih sûresinin 18. âyetinde şöyle anlatılmaktadır:

لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا
Resim---“Lekad radiyallâhu anil mu’minîne iz yubâyiûneke tahteş şecereti fe âlime mâ fî kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ(karîben) : Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur, kalplerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılık) olarak vermiştir. .”
(Fetih 48/18)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem bir gün Hazret-i Hafsa vâlidemizin yanında: “İnşâallâh ağacın altında bey’at eden Ashâb-ı Şecere’den hiç kimse cehenneme girmeyecek!” buyurdular.
Bu söz üzerine aklına bir soru takılan Hafsa Vâlidemiz: “Peki yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Hakk:


وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
Resim---“Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen): İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür.”
(Meryem 19/71)

Buyuruyor bu nasıl olacak?” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allâh Teâlâ şöyle de buyurdu.” buyurarak bir sonraki âyeti okudu:


ثُمَّ نُنَجِّي الَّذِينَ اتَّقَوا وَّنَذَرُ الظَّالِمِينَ فِيهَا جِثِيًّا
Resim---“Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen): Sonra biz, Allah'tan sakınanları kurtarırız; zâlimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız..”
(Meryem 19/72)
Akabinde de buradaki “Cehenneme varmak”tan maksadın, sırattan geçerken cehennemin yanından geçmek olduğunu, yoksa içine girmek mânâsına gelmediğini açıkladı.
(Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 163)

Hazret-i Câbir radıyallâhu anh anlatıyor: “Hudeybiye günü insanlar susadı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e geldiler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in önünde deriden îmâl edilmiş bir su kabı vardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem abdest aldı.
Halk ona doğru sokuldu. Bunun üzerine: «Neyiniz var?» diye sordu.
«Abdest almak ve içmek için önünüzdekinden başka suyumuz kalmadı.» dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem derhâl ellerini kaba koydu.
Derken parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı pınarların kaynaması gibiydi. Hepimiz ondan içtik ve abdest aldık.”
Câbir radıyallâhu anh’ya: “O gün kaç kişiydiniz?” diye soruldu:
“Eğer yüz bin kişi de olsak su yetecekti, fakat biz, bin beş yüz kişi idik!” cevâbını verdi.

(Buhârî, Menâkıb, 25)

İşin aslı budur ve biyat, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle yapılır.

İlk biat ise ilk başlarda, daha hiçbir şey yok ortada.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de sıkışmış, bir yol açılacak ama hiç kimseyi tanımıyor.
Evet, kendisinin Medine’de dayıları falan var ama, irtibat çok zayıf. Mekke’deyse kendi öz amcaları taşa tutuyor, yalnız kalmış.
Bu haldeyken, 6 kişi Biat Mescidi diye bir yer var, ben gittim gördüm tâbi defâlarca.. Mekke’ye 17 km. dışarıda bir yerdir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem orada buluşuyor 6 kişiyle. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Beni canınız gibi koruyacak mısınız, bunu yapacak mısınız” diye soruyor.

Bu Medine’liler, 6 kişi bir başka gün bunu hazırlayabilirim, şu anda kafadan konuşmak istemiyorum. 6 kişi çok önemli.
Bu altı yüz, Kâbe nin altı yüzü gibi, 6 kişi dediler ki:
“Yâ Resûlallah sen gelirsin de, malımızla, canımızla her şeyimizle seni koruruz. Biz inanıyoruz sen Allah’ın Resûlusun!.”
Birinci Rıdvan birinci rıza, Radiyeten budur.
İkinci sefer, bir yıl sonra bu 6 kişi, 6 kişi daha getirdi 12 kişi oldular. Bu da Merziyeten, “Biat-ı Rıdvan” dendi.

Bu kimseler, Medine’de söz sahibi insanlardı.
Geriye kim kalıyor, Yahudiler kalıyordu.
Yahudilerse daha Mekke’de bile ortaya çıkmamışlardı, bekliyorlardı.
Biat, bu tâbi 12 kişiyle başladı, ama zamanla çok arttı. Birinci yıl 6 kişi, ikinci yıl esas biat edenler bunlar yani “kan-can veririz!.” diyenler. Bunun başka anlamları da vardır ve bu biat eden kişilerin sonraki hayatlarında da, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatında önemli yerleri vardır.

Apayrı bir konudur biat.
Biat şartları da; ALLAH celle celâluhu’ya hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, çocuklarını öldürmemek, kimseye iftira etmemek, hiçbir hayırlı işe karşı çıkmamak.
Bu genel biat olup, kadınlara da: “Irzınıza da sahib çıkacaksınız, bana sahib çıkmak üzere biat alıyorum sizden” buyurmuştur.

Bu 12 kişi:

1- Es'ad bin Zürare
2- Avf bin Haris
3- Muaz bin Haris
4- Rafı bin Mâlik
5- Zekvan bin Abdilkays
6- Ubade bin Samıt (meşhur sahabe)
7- Yezid bin Sa'lebe
8- Abbas bin Ubade
9-Ukbe bin Âmir
10-Kutbe bin Âmir
11- Ebu'l-Haysem Mâlik bin Teyyihan
12- Uyeym bin Sadie radiyallahu anhum..

Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Biat Sohbeti

Mesaj gönderen nur_umim »

Olmak üzere, bunlar temel taşı oldular. Gözükmeyen taşlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle: “Gel biz seni koruruz” yani: “Mekke’den çıkıp bizim oraya gelebilirsin” dediklerinde,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bana emredildiği zaman geleceğim” buyurdu.
Ama 1 yıl daha beklemesi gerekti.
Onlar 1 yıl sonra kendi hacları için geldiklerinde, Arafat’a geçerken, yollarına Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çıkıyor.
Şimdiki Biat Mescidi’nin olduğu, orada bir ağacın altında buluşuyorlar.
Ve ellerini ellerinin üzerine koyarak ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de hepsinin elinin üzerine elini koyarak, 6 kişide 12 el vardır biliyorsunuz, ellerini koyuyor ve buyuruyor ki: “Her sorumluluğu üzerlerine aldılar” önemli olan bu.
İslam’da biat başka şey, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem verilen o ilk biat..


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh (yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih (nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ (azîmen) : Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefâ gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.”
(Fetih 48/10)

Bakın Allah Zülcelal “İnnellezîne” onlar yok mu onlar, “yübâyiûneke” sana biat edenler, tâbi olanlar yok mu onlar..
Buradaki biatın temeli nedir? Tâbi oluş nedir?
“Bağa” fiilidir tâbi oluş. Ayan-ı sabite BİLE-liğidir.
Tıpkı elektrik direklerinin birbirine ellerle-tellerle bağlandığı gibi bağlanıştır.. Ondaki cereyan ondaki cereyandır, can candır.
Bu çok önemli bir âyettir bu.
“İnnellezîne yübâyiûneke innemâ yübâyiûnallah”
Sana biat edenler aslında doğrudan ALLAH celle celâluhu’ya ettiler.
Çünkü ResûlAllah tır. Resûl, “Allah” değildir hâşâ Resûlullah’dır. Resûlsuz bir Allah yoktur, Kur'ân-ı Kerim yoktur, din yoktur. Onun için Allah-u Zülcelal, sana biat edenler, “ben biat ettim sen kabul ettin” değildir.
Biat ettim, Allah’ı kabul ettim.
Ne demektir Allah’ı kabul ettim?.
Konuşmakla farklı şey bunlar.
İşte bu biatı yaptıklarında Allah Zülcelal buyuyor ki: “Şüphesiz ki sana biat edenler “innemâ” şüphesiz olan bir şey varsa o da şudur ki, “yübâyiûnallah”, Onlar ALLAH celle celâluhu’ya biat ettiler. “Yedullahi fevka eydîhim”, Allah’ın Eli onların eli üzerinde oldu.”
“Nasıl oldu?.”
Sana biat ettikleri zaman, ALLAH celle celâluhu’ya biat ettiler.
Allah’ın Eli, senin elinin üzerinde, “yedullah”, buradaki “yed”, biliyorsunuz, çok ağır bir sıkıntımız var insanların.
Öyle ki, bu devirde insanlar, putperest gibi âdeta ve illâ şeklen görmek ister.
Bu insanlığın yapısında vardır.
İnsan nefsi görmeye bağlıdır.
Bedenî temas etmeye bağlıdır.
Temas etmediği bir şeyi beden asla anlamış sayılmaz.
Ama gözlerini yumsun, ne yaparsa yapsın elleriyle dokunsun. Temas beden için bir numaradır.
Temassız ne haz duyar, ne de nefret duyar, hiçbir şey.
Temas bu kadar önemli beden için. İnşae ALLAH bu konuya da gireceğiz.


لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
Resim---“Lâ yemessuhû illel mutahherûn (mutahherûne) : Ona, temizlenip arınmış olanlardan başkası dokunamaz.”
(Vâkıa 56/79)

“Lâ yemessuhû illel mutahherûn”
Temas etmesin mutahharun olmayanlar. Ne demek?
“Temas edemez” buyuruyor.
Yani: “Hocam fişi prize soktum!”
Soktun fakat, fiş paslı temas etmiyor Barboross!.
Onun içindir ki, prizdeki cereyan buraya geçmiyor. Makine çalışmıyor.
Temas etmek, onu oraya koymak değil, temas etmek; iki CANı bir CAN etmek.
Bunu ALLAHu zü’L- CeLÂL ne güzel buyuruyor.
Öyle bir temastır ki buradaki temas, elleri ellerinin üzerinde. ALLAHu zü’L- CeLÂL ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buna ihtiyacı yok.
Ama ne buyuruyor bak, “elleri ellerinin üzerinde.”
En hassas parmak uçlarına üst üste koyuyor “fevke eydihim” favkında, “fevk ve taht” çok önemli kelimelerdir..

“Cennatin tecri min tahtihe’l- enhara halidina fîhâ.”
Cennetin altından ırmaklar.. cennetin altı mı olur.
Meryemin tahtından-altından bir ses?
Bu taht ne biçim bir taht bu?.
Bunları zaman içinde incelememiz gerekiyor.
Fevk de öyledir. Alâ var, Alâ ne demek…
Bak şimdi elimdeki çay bardağı masanın üzerinde, Alâ.
Fevk nedir o zaman?
Niye alâ demiyor da fevk diyor, onu diyorum.
Allah’ın Eli onların elinin fevkinde.. ne demek?.


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh (yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ: Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.”
(Fetih 48/10)

Âyetimize dönelim.. “Ve men nekese” kim bu biatında noksanlık yaparsa, noksanlık ederse, “innemâ yenküsü alâ nefsihî” bu ancak ve ancak kendi nefsi için noksanlık yapar.
Ne ALLAH celle celâluhu’ya ne Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme ne de bir kişiye zarar veremez.

Aziz ALLAH celle celâluhu.. BULunduğumuz İstanbul’da ezan okunmakta..
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne muhammaden abdühü ve rasuluhu.
La ilâhe İllallahu’l- melikül hakku’l- mubîn
Muhammaden rasûlullahu’l-sadıku’l- va’du’l- Emîn..

Zâhir ve Bâtın O’dur. Küllî şey O’nundur. Daha doğrusu O’nun Nurudur.
Ve Mubîndir. Binâ eden O’dur. Beyân eden de O’dur.
Hem de binâ etmiştir, inşaat gibi.

hayyalessalah… hayyalessalah…
Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyil azim.

Haydi salaha edin. Salaha gelin. Haydi islah olabilmek için dirilmeye gel. Salah olarak, Salahu O’nun olana sahib çıkmaktır.
Elin, ayağın, kafan, aklın, fikrin, düşüncelerin dahi O’nundur. O’nun olana sahib çıkabiliyor musun şu BUZluğun geçinceye SU Oluncaya kadar Barbaros?.
Yani, BUZ-un üzerine sitediğini yaz “SUyum!” de, ama eridiğinde göreceksin ki yazdıkların da boşaymış..
BUZ, Su, Buhar, BULutun formülü H2O ya inene kadar tekemmül.
Bu işlerde güç-kuvvet ve potansiyel havl ancak ve ancak Azîm olan ALLAH celle celâluhu’ya mahsustur O’na sığın ve iste!.

Hayyalelfelah… Hayyalelfelah…
Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyil azim.

Haydi iflah olabilmek için dirilmeye gel. Felehu O’nun olan senin içindedir.
Adres senin içinde, Yol senin içinde. Yolcu, Yoldaş, Yolluk tümü senin içindedir ve şah damarından yakın olandır.

Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyûl-ümmîyyi ve alâ âlihi ves-sahbihi ve Ehl-i Beytihi..
Allahumme Rebbe hazihi'd-da'veti't-tamme. Vesselatil kâimeti ati Muhammedenil vesilete vel fazilete ved-dereceter-refîate. vebashu makamen Mahmudenillezi veadteh. İnneke lâ tühlifü'l-mîâd birahmetike erhamerrahimin birahmetike erhamerrahimin erhamne Yâ Rabbi..

Allah’ım, şu Medine Merkezinde, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüreğinden okunan, her ÂN okunan, bitmeyen tükenmeyen tüm vakitlerin ezanını bir ezânla okuyan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in bu ezânını bu dâvetini TAMMlamamlamıza yardım et!…
Nurullaha sahib çıkış, ezan ALLAH celle celâluhu adına sahib çıkıştır NUN’a.
Ezan budur. Âna sahibliktir. Küllî şey Nurullahtır.
“Allahu Nurussemavatıvelard” buyurduğun ÂNdır.
İşte bu, bunu tamamla..
Salaten kâime.. SALLımızı ayağa kaldır.
Sall nedir? Ölünün Sal’ıdır.
Bir de nedir?. ASLa gidiştir, SILAya gidiştir, ikisi de aynıdır aslında..
İşte bunu kıyam ettir. Ayağa kaldır. Doğru olsun.
Dosdoğru olsun. İşe yarasın.
Bizim SALL’ımızı çay gibi içelim, ekmek gibi yiyelim, burada yiyelim öbür tarafa hayal kurmayalım.
Öyle miydi, böyle miydi değil, ne göreceksek burada görelim yaşayalım.
Yani İlim, İrade, İdrak ve İştirakı burada yapalım.
Çünkü burası Ez Zâhir bölgesidir.
ALLAH celle celâluhu için en kıymetli Şehâdet Âlemidir.
Rüyada ALLAH celle celâluhu’ya şâhid olunmaz.
Mahşerde ALLAH celle celâluhu’ya şâhid olunmaz.
Nasıl ve kime şâhid olacaksın.
Burada imtihan olur, burada şâhidlik olur.
Onun için de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem MuhaMMediyeti portakal kabuğu gibidir. İşi içinde cem’ eder.
Yumurtanın kabuğu gibidir. Sarısı, beyazı, dölü, döşeği hep içindedir..
MuhaMMediyet; 3 MİM vardır.
Ve biri de kendi içindeki “Hamd”ı saklar 4 MİM’lidir.
4 başı mâmurdur MuhaMMediyetin.
Sebeb; çünkü Ez Zâhir esmasının mazharıdır.
“Allahu Nurussemavatıvelard.”

Yani, “En iğrenç dediğin şey de, gübre de, ASLında, Allah’ın Nûrudur” demediğin sürece nedir, bu âyete göre zâten kâfirdir.
İnsan-akıl-nefs; bu ZÂHİR ÂLEMde, Kader Zuhurat imkanlarıyla imtihan olmaktadır.
Bu âyeti unutmamalyız, ALLÂHU NÛRU’S- SEMÂVÂTİ VE’L- ARD..
Yerde, gökte ne gördüysek Allah’ın Nurudur…

ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“ALLÂHU NÛRU’S- SEMÂVÂTİ VE’L- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.”
(Nûr 24/35)

Kim ki noksanlık yaparsa kendisine yapar. “Ve men evfâ”, kim vefâ gösterirse; “bimâ ahede”, ahdinden dolayı vefâ gösterirse; “aleyhullah”, kendi lehinedir.
“Aleyhe” Arapçada öyle bir kelimedir ki.. lehine diye bir kelime yoktur Arapçada.
Aleyhe dedim mi, Türkçede kötülüğüne anlamaktayız.
Oysa cezâ gibidir bu da iki yönlüdür. Kötülüğün cezâsı Cehennem, İyiliğin cezâsı Cennet..
İyilik ya da kötülük kendi üzerinedir diye konuşulur Arapçada. Buradaki âyette de meselâ aleyhi, onadır yani kendinedir.
Ama Türkçe olarak tercüme edersek yanılırız.
Çoğu da öyle yapar zâten bilmeyenler.
Ahede Rasulullah, Allah’ a ahdettiydi-söz verdiydi ya, bu vefâsını yaparsa ALLAH celle celâluhu’ya yapmıştır.
Noksanlığı kendisine yaptı dikkat edin.
Ama vefâsında durursa, ALLAH celle celâluhu’ya verdiği ahdinde durur.
“feseyü'tîhi”, Allah ona ita’ eder. İhsan buyurur. Neyi?
“ecran azîmâ”. Öyle bir “cerr” verir ki, kıyamete çeker onu.
Allah bir insan aklının, fikrinin, vicdanının hesap edemeyeceği; “hayran kaldım” falan diyoruz ya, bunlar rüyada konuşulan laflardır. ALLAH celle celâluhu’ya karşı duyulan hazz karşısında..
Allah’la oluşun ne demek olduğunu, bunun neden hesaba kitaba girmediğini, bunun neden cennetle, yemeyle, içmeyle, şununla bununla anlatılmaya çalışıldığını..

İnsan, Azameti bilmediği, sûreti-sîreti bilmediği sürece hep yanılacaktır.
Birisi size diyor ki, işte laptopta şunları görürsün, bunları görürsün konuşursun.
Barbaros bir sürü yazıyor çiziyor öbürü okuyur veya dinliyor. Ama burada ne oluyor?.Şimdi bakınız Barbaros taa İngiltereden Basildon’ dan konuşuyor, ben burada konuşuyorum, görüşüyoruz.
Görüntü bile alıyoruz.
Demek istiyorum ki yani, hakiki “hazz” budur, iştirak.
Şah damarından yakın ola RABBu’l- âlemin ile ben kontak kuramadım ki.
Kuramadım yani, işin garip tarafı bu, ALLAH celle celâluhu doğru buyuruyor, ben kuramadım.
ALLAH celle celâluhu hâşâ oyun oynamıyor, bilmece bulmaca yapmıyor.
Ama bizler yapıyoruz.. Onun için kötülükler nefsimizden, hayır ALLAH celle celâluhu’dan.
Çünkü kendi yaratıp, kötülük etmez hâşâ El Âdil ALLAH celle celâluhu.
İnsan bile yaptığı resmi yırtmaz.
İnsan yırtmazken hâşâ ALLAH celle celâluhu, kendi yarattığını yok etmez zulmetmez.
Bir imtihana soktuğu açık.
Kendi İlahlığına vasıf veriyor.
Bütün esmalarını yüklüyor, “halifemsin” buyuruyor.
Eğer sınırları biraz genişletse vallahi insanlar mezar akpılarını kapatırlar da ALLAH celle celâluhu’ya inanan kalmaz.
Ecren azima burada, Rububiyet cem’iyetine CERR-ÇEKiştir. Rabbanî insan, Rasulî insan. Özel insan..
Öyle derdi sohbetlerinde Siirtli Hocam “bu bizim tezimiz” derdi. İştirak o ki, bana yüz kere “çay içer misin?” diyeceğine, bir kere içir!.
Hiç konuşmamıza bile gerek yok, içtiğim her yudum çay, hücrelerimde, her hücrem çaydır.
Elektrik var ampul ışıldıyor, yanıyor. “Ben yanıyorum!” diyor Keban!.
Bunu Anlayan Ampul diyor ki: “Ben de Keban’ım. Keban bende ben Keban’da!” diyor.
İşte “yubadiune” bu. Biat budur, ellerini koyuyorlar.
“Fevki eydihim” buyuruyor ALLAH celle celâluhu.
Bunlar böyle aldılar ilâhi buyruğu, Rabbanî insan, Rasulî insan. Özel insan...
“Nasıl oldular?”
Nasıl mı oldular?
Elleri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in ve de ALLAH celle celâluhu’nun BİLElik ELİnin üzerinde olunca-SALL vuslatını fiilen YAŞAyınca “Ben Keban’da Keban bende veya Suyun Testisi BUZdan!” ve “BİZ BİR-İZ” oluverir İnşâe ALLAHu TeâLâ!..
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön