Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

NECM SÛRESİ SOHBETİ

SoHBeTi yapan: KulihvÂNi
SoHBeTi yazan: Hakan
SoHBeT Tarihi: 01.01.2010


Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu..

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..


Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Esselâtü vesselâmu aleyke Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem istecartu..

Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

SaLL, ceLâLdan başlayan yüreğimize kadar inen bir ipin adıdır.. bağlantının adıdır.. anlatabilmek için söylüyorum ki, Keban’ı buraya bağlayan kablonun adıdır SaLL.. SaLL var ise İSaLe olur ve buraya cereyan gelir.. arızasız ise, tüm bağlantısı tamamsa, ara bağlantıları tamamsa, buradaki prizde bir sorun yoksa ve âlette sorun yoksa işte ozaman buradaki mü’min yüreğindeki elektrik yanar ve CÂN CERryÂNı Gelir İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Bismillâhi’r- Rahmâni’r- Rahîm.

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebîyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve SeLLimû teslîmâ (teslîmen).: Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebî’ye (Peygamber’e) saLât ederler. Ey iman edenler, siz (de) O’na salât edin! Ve (O’na) teslim olarak salât edin!(Ahzâb 33/56)

Şimdi şu ÂNda ŞeÂNuLLAHta “ALLAH celle celâlihu ve melekleri peygamberine saLâtü selâm ediyor” ne demek?.
Yâni Keban’daki şartel indi.. “yâ eyyuhâllezîne âmenûALLAH celle celâlihu, ey iman edenler.. yâni iman işlerindeki Nurullahı, Nur-u MuhaMMed’e çevirip onu fiiliyata getiren insan iman etmiştir.. Ey iman edenler şimdi siz de “saLLû aleyhi ve seLLimû tesLîmâ
Şimdi siz de peygamberinize tAMM teslim olun, canı gönülden teslim olun, evet iman edin, SaLL edin saLât edin..
SaLL, LütfuLLaHın, Lütf-u MuhaMMedîyeye çevrilip, bize kadar bizim sahib olacağımız, yâni kullanma yetkisi olduğumuz alana kadar gelmesidir bir anlamda.. Sanki cereyânı biz kullanacak hale geçiyorsak orada otuz bin volttur, burada yüz yirmi volttur.. bu KİMse tevhidi biliyorsa, buna SaLL denir ki bu, vird olarak çekilen zikirlerde de böyledir.. Yoksa avara kasnak çevirir gibi gırgır işi değildir hâşâ!.
Çünkü gelecek ve ele geçen bir şey yoktur.. ciddiye almaz ve boşuna kasnak çevirme gibi hayalî SaLL olmuştur.. Ama irsâl olmamıştır..
Oysa gerçek NÛR fiilen sizin malınız haline gelmiştir, fiilen kullanılıyor.. Yoksa elektiriğin yoksa, dünyayı âletlerle doldursan bin yıl gel desen de beklesen havanı alırsın.. ve durmadan Kur'ÂN-ı Kerîm okusa, yalvarsa yakarsa boşuna ceryÂN yokk!.

Allahümme salli ve sellim ve barik ala seydina muhammedin abdike ve nebiyyike ve rasuluke ve nebiyyül ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve ehlibeytihi
Elhamdulillahi rabbül alemin..
suhbaneke allahümme vebihamdike estağfiruke eşhedu enla ilahe ille ente vahdeke la şerike leke estağfiruku ve etubu ileyke..


41. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : Muhammedî Mürşid Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretlerinin salâvâtı

Nakşî Tarikatı kollarının kemâl kavşağı olan,
Şam'da Salihiye Tepesinde medfûn bulunan ve
maddî ve mânevî tahsilini Bağdad'da yaptığı için Bağdadî diye anılan
Muhammedî Mürşid Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretlerinin salâvâtı:


Resim

TÜRKÇESİ: (3 defa okunur)
“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîra.”
(Ücüncüsünde kesîran ile okunur)
Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedin bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîran kesîra.”

MÂNÂSI: ALLAH'ım! Efendimiz MUHAMMED (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ve Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)'in ailesine; dert çekenlerin (devâ dileyen çağırıcıların) ve devâ (çâre) lerinin tümü adedince salât-ü-selâm et. O'na ve onlara çok çok (çokça) bereket ver ve selâmlar et!.


ResimResimResim

Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretlerinin istigasesi
(ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e sığınması):


Resim

TÜRKÇESİ:

Bismillâhirrahmânirrahîm

“Yâ Hayyu Yâ Kayyûm Resim Yâ Ze'l-celâlî ve'l-ikrâm Resim Yâ ALLAHu bike tâhassentü ve bi abdike ve Resûlîke Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn Sallallahu Tealâ aleyhi ve sellime istecertü Resim Allahümme innî eselûke Yâ RAHMÂNu Yâ RAHÎMu bi esmâike'l-izâmi ve melâiketike'l-kirâmi ve Resûlîke aleyhim eftalü's-salavâti ve etemmü's-selâmi Resim Ente'l-mahnî bilemhati ehl-i Bedrin velâ mâhatihim ve tenfahni bi nefâhatihim bi hakkihim aleyke YÂ RABB!”Resim

MÂNÂSI:
Yâ Hayyu Yâ Kayyum! Yâ Ze'l-celâlî ve'l-ikrâm! Yâ ALLAH! Sana sığındım (siper edindim) ve Senin kulun ve Resûlün Seyidimiz ve Efendimiz Muhammed Sallallahu Tealâ Aleyhi Vesselleme (teslim ve tâbi' olup) boyun eğdim! ALLAH'ım! Yâ Rahmân yâ Rahîm Senden Azîm isimlerin, keremli meleklerin ve Salâvâtların en fazîletlisi ve selâmların en tamı kendisine olan Resûlün ile (yüzü suyu hürmetine) istiyorum! (ki) Beni imtihan eden (deneyici-sınayıcı) Sensin, Bedir Ehlini bir lemhada (göz açıp kapayıncaya kadarlık sürede) bir üfürüşle (merhametle hayat verişle) mahvolmaktan (silinip yok olup gitmekten) kurtardığın gibi; onların Senin üzerindeki (hatırı) hakları hakkı için, onlara olan rahmet üfürüşünle (imdat edişinle) bana da üfür ve hayat ver (meded kıl) Yâ RABBi!


ResimÂmin yâ Latîf ALLAH celle celâluhu
ResimÂmin yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu
ResimÂmin yâ Rahîm ALLAH celle celâluhu
ResimÂmin yâ VeDÛD ALLAH celle celâluhu
ResimÂmin yâ Vehhâb ALLAH celle celâluhu
ResimÂmin yâ Fettâh ALLAH celle celâluhu
ResimÂmin yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu
ResimÂmin yâ Settâr ALLAH celle celâluhu
ResimÂmin yâ ALLAH!. yâ ALLAH celle celâluhu!..

ALLAHu zü’L- CeLÂL, lütfi keremiyle; dinimizde, dünyamızda ve de âhiretimizde, hakk ve hayr olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin yüce şefaatine erdirip de O-Nurunu yaşatsın İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

30. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : SALÂVATÜ'S-SAÂDETİ

Salâtü's-saâdeti de denilen bu salâvâtı okuma husususunda gönül ehli:
“cuma günleri çokça okuyanlar dünya ve âhiret saadetine ulaşır” demişlerdir.
Saâdet salâvâtını cuma günleri çokça okuyan dünya ve âhirette saâdete ulaşır.


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn ve alâ âlihi ve sahbihi ve Ehl-i Beytihi Resim Adede mâ fi ilmillahi Resim Salâten dâimeten bi devâmi mülkillah.

MÂNÂSI: ALLAH'ım! Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ailesine, ashabına ve Ehl-i Beytine; selâm, salât, teslimiyet ve bereket ulaşım arzumuzu ulaştır. ALLAH'ın ilminde olanların adedince ve ALLAH'ın mülkünün devâmınca bir salâtla...”

Bu âlemde küllî şey yâni her şey TEKe TEKtir.. Kesrette Vahdettir..
“Atom” diyorum tek başına bir şeydir.. İki zaman, iki atom, iki şey.. Bir şey değildir.. Her şey kendi başına bir şeydir.. Bunlar kümeleşirler.. yüm hücreler bir insanda beden olurlar ki, o zaman kimlik ve kişilik kazanırlar.. Bir cemaat olurlar, kimlik ve kişilik kazanırlar.. ay olurlar, güneş olurlar, dünya olurlar.. ama temelde “küllî şey”in dediğimizde, temelde bir hidrojen atomu olduğunu görürüz.. her şey ALLAHu zü’L- CeLÂL katında aynı kanuna tâbidir…
DevrÂNı, SeyrÂNı, CevlÂNı hayrÂNı vardır.. Bütün kâinâtın dönmesiyle atomun dönmesi arasında hiç bir fark yoktur ve yaratılması itibariyle de hiç bir fark yoktur.. RaBB celle celâlihu açısından demek istiyorum.. El Halîk celle celâlihu ve halk bakımından bir fark yoktur.. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Rububiyyetini görmek.. ALLAH celle celâlihuluğunu, Uluhiyyetini, Merhamiyyetini ve Mâlikiyyetini, Kaza Kader İrade ve Meşiyetiyle kullanır kullanmaktadır.. Şe’ÂN-dadır şu ÂN dadır ve halk etmektedir.. Böyle buyurmaktadır bir şeyi dilediği zaman “KÛN ->OL!.” der ve “feyeKÛN ->OLur”.. Plan, proje, bir düşünce, bir hâl ve harekete girmesine hiç bir zaman gerek kalmaz.. İşte bu buna ulaşımın aslına ulaşımı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..
“Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seydinâ ve mevlânâ muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve Ehl-i Beytihi ve ümmetihi”
Desek biz ümmeti olarak bunu söylediğimiz anda, geriye dönünce rücû’ edecek olsak, ümmetten ehl-i beytine, ehl-i beytinden, ashabına.. Rabbu’l- âlemine gidiş..


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

Rabbine dön!. Hepsi Rabbine dönecektir.. İster eşkiyâ, ister evliyâ fark etmez.. yâni dönecektir sonra Radiyeten Merdiyeten ayrılacaktır.. Olmayanlar, bulunmayanlar şeklinde ayrılacak fakat bu bağlantıyı bizde kurarız..
“adeden ma fih ilmullah” ALLAHın ilmi kadar olsun.. İlmullah kadar olsun.. “ayn, lâm, mim” kadar olsun..
Biz bilebildiğimiz kadar anlarız.. buradaki inceliği anlatmak için söylüyorum.. “ayn, lâm, mim” bunlar basit harfler gibi gözükür.. fakat dâimâ ALLAH celle celâlihu uluhiyete çeker..
“ayn”, “a’yan-ı sabite” dediğimiz, sabit a’yanlık.. beyân ortaya çıkışlık.. Ali Yıldız dediğiniz zaman, o kişi bellidir.. Daha geçmişte, gelecekte yoktur, bir tane vardır, asla ikincisi olmayacaktır..
Zâten ALLAH celle celâlihu, TEKtir, ALLAH celle celâlihu TEK yaratır her şeyi, her atomu TEK yaratır.. TEKeTEKtir..
Yâni benzeri felan olamaz.. yeri yurdu mekanı.. aynı zamanda, aynı yerde, aynı halde iki şey yoktur kâinâtta..
Onun için “ALLaHu nuru’s- semâvâtı ve’l- ard”dır.. görüntü sadece insan içindir.. insanın görüntüsü budur.. aynı şeye başka mahluklar baktığında; arı baktığında mesela petek gibi gözlemliyor duyu algılamasıyla.. her şeyi algılamaz..
Bütün sistem insan için “adeden ma fih ilmullah”.. “ilmullah”da olan kadar.. onun içindeki kadar.. “Salâten”, öyle bir salât ki, “dâimeten” öyle bir devamlılık ki, “bî devamı mülkillah” ALLAH’ın mülkü devam ettikçe..

Bakınız “yevmi’d- din”, Ana Rahimii..
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Uluhiyetini, Kudretullahını fiilen yaratmasıyla nasıl Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, ALLAH’ın Rasûlune geçiyor.. Her halde dikkat ediyorsunuz burda ve Ehl-i Beytihi, Rububiyet terbiye edicidir.. RaBBlik, terbiye edendir.. Bunu benzetme olarak söylemiyorum.. Yâni çok önemli olduğu için söylüyorum.. “adeden ma fih ilmullah” bunu anlayan kim?. ALLAH Dostları..
“salâten dâimeten bi devamı mülkillah” ALLAH’ın mülkünde yaşayan, mülkleri olan insanlar..
Bu yoksa ALLAHu zü’L- CeLÂLin mülkünden ne haberi var dağdaki kuşun ağacın..

Evet işte böyle bir muazzam salâvâttır.. Neden muazzam?. iki ana husus var burada mülkün devamınca ve ilmin devamınca..
Anlaşılan kadarıyla yâni insan aklının ya da büyüklerimizin anladığı ALLAH Dostlarının anlayıp aktardığı, onların çeşmelerinden içtiğimiz kadarıyla risâl diliyoruz, salât diliyoruz, sılâ diliyoruz, kavuşum diliyoruz.. Ve bunun için çok sayılı nefeslerimiz var.. Yâni her insanın bir alın yazısı vardır, bir eceli vardır.. Ne takdim edilir ne de tehir edilir.. Ne geri alınır nede ileri alınır.. Belli bir günde, belli bir anda fiş çekilir..

İşte bu süre içerisinde, bu süre içerisinde, bu çeşmeleri; BİLenler, BULanlar, OLanlar kana kana İçenler.. Tertemiz yıkananlar, İÇerek İÇlerini yıkanarak DIŞlarını temizleyenler.. “kad efleha men tezekkâ” olanlar kesinlikle iflah olanlar ancak temizlenenlerdir..
İşte bunun için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Şeriat-ı Garrasını DUYarız, Şeriat-ı Garrasına UYarız ki, İÇindeki EmruLLAHa Uyarız..
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Emredici değildir;
Tebliğ edicidir, Tenzir edicidir, Tebşir edicidir ve Şâhid olucudur.
Bu dört özellik Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin güzelliğidir..
Tebliğ etmiştir Şeriat-ı Garrasını,
Tenzir etmiştir Tarikat-ı Garrasını
Tebşir etmiştir müjdelemiştir Mârifet-i Garrasını
Teşhid etmiştir, şâhid olmuştur Hakikat-ı Garrasına..

“Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne muhammeden resûlullah”
Şehâdetullahı ilk DUYuran Kur'ÂN-ı Kerîm ve illk bUYuran da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisidir..
Kur'ÂN-ı Kerîm kendisine gelmiştir.. Kendisi bu Hakikat-ı Hakk’a şâhid olarak yaşamıştır..
Bakınız hiç bir aksaklık vs. söz konusu değildir.. Resûlullah salllallahu aleyhi ve sellemde kendi hayatına baktığımız zaman bir aksaklık göremeyiz.. yâni bir insanın kendi hayatında yaşarken göreceği şeylerin tümünü görmüştür..

Evet biz Necm Sûremizi inşâe ALLAH işleyeceğiz ama şöyle bir giriş yapmaya çalışıyorum.. çünkü Necm Sûresi Kur'ÂN-ı Kerîmdeki en zor sârelerden birisidir. Birden değişir, konuları atlıyor gibi gelir.. bir bakarsınız mi’racı anlatır, bir bakarsınız fecrin sonuna gider..
Onun içinde Necm nedir?. Kamer nedir?. Şems nedir bunları bilmeliyiz..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَى
Resim---"Ve ennehu huve rabbu’ş- şı’râ.: Ve muhakkak ki, Şi’râ’nın (Şi’râ Yıldızı’nın) Rabbi O’dur.”
(Necm 53/49)

Yâni Rabbu’ş- şı’râ deyince efendim yemendekiler şı’râ yıldızına tapıyorlar da ona şı’râ diyorlar da o zaman biz ona o yıldızı rabbi diyelim geçelim mi yoksa şı’râ şurâ’ mıdır?. şera mıdır, şuûr mudur, şiir midir, şâir midir.. rabbu’ş- şı’râ, şı’rânın rabbı, terbiye edeni.. demek ki Rabbımızın terbiye ettiği bir şey, bu onun terbiyesinde olan bir şey..
Onun için biz normal bir Necm Sûresini tefsirini ya da meâlini okuyup geçmekten ziyâde biraz daha bakalım İnşâeALLAH..
Sisteme baktığımızda, kâinâta baktığımızda basit dünya ve sonsuz uzay görürüz gibi ama, hiç boş olmayan binlerce galaksi kendi başlarına sistemleri olan ama tümü birden bir sisteme bağlı olan muazzam bir gök yüzü görürüz..
Özellikleri tam bilinmeyen tahmin edilen duyulan anlamında bir ifâde âlemde ne var ise Âdemde de o vardır ve haktır.. Aklından dolayı böyledir zâten akıl algılamaktadır bu şeyleri.. Aklı çektiğiniz zaman bir şey kalmaz akıl müthiş bir şeydir muazzam bir şeydir.. Onun için ALLAHu zü’L- CeLÂL ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem akla çok büyük önem vermiştir.. Akıl kartı, bilgisayarın ana kartı gibidir.. Burda bir sorun var ise diğerlerinin tümünü çökertir.. Ondaki düzelme bütün sistemi düzeltir.. Bakınız;


Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişinin dini akıldır. Aklı olmayanın dini de yoktur!" buyurmaktadır.
(Kenzü'l-Ummâl III/7033)

Dini yâni Kur’ÂN yoktur, yaratan yoktur, din yoktur bunu anlamak lâzım ve bu aklın üretim ve eğitimi ile yaratanını bulması ve ona şâhid olması bu sistemin kurulma amacıdır..

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Resim---"Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve li’l- mu’minîne ve’l- mu’minât (mu’minâti), vallâhu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum.: Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de.”
(MuhaMMed 47/19)

“Fa’lem ennehu”
Senin bileceğin ana şey, tek şey, mutlaka bilmen gereken hususu kesinlikle bilmelisin ki o, “lâ ilâhe illâllâhu” dur.. her şeyin temeli.. bu akılla bilinen bir şeydir.. Rüşde ermiş bir akılla bilinen bir şeydir.. biraz sonra göreceğiz “rüşd”ün tersi “tugyan”dır azgınlıktır.. Nasıl “SALL”ın tersi “Dalalet”se.. ALLAHu zü’L- CeLÂL’e gidişin zıddı ŞEYTAN’a gidiş, İKİliğe gidişse, rüşde eremeyiş de o kişiyi azgınlığaki ham aklın azgınlığına götürür.. Nakilsiz ham akıl kendini ilâh gibi kabul eder, ilâh gibi hareket eder.. Emrullahı dinlemez, isterseniz cennete sokun iblis olarak geri çıkar oradan.. Hiç fark etmez onun için zâten insan tercihi çok önemlidir..

ŞaytÂNı tercih eder keyfine oynar taparsa;


أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---"E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budû’ş- şeytân (şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn (mubinun).: Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.”
(YâSîn 36/60)

وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
Resim---"Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustakîm (mustakîmun).: Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.”
(YâSîn 36/61)

"Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustakîm”
Bana tap bana, işte istikâmet yolu budur.. Emredildiğin kâim dâimâ isteyeceğim, kâimen istiyeceğin istikâmetin başındaki “ist” şiddetle istemektir.. istiğfar gafarayı şiddetle istemektir.. kimin başına gelirse o fiili çok istemeye götürür bu temeldir..
Tevhid ancak akılla anlaşılır yine buyuruyor Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


Resim---Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Şu üç kimseden kalem kaldırıldı. (dînî yükümlülükten muaf kılındı, ayrı tutuldu.) Bulûğa (rüşdüne) erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifâ buluncaya kadar akıl hastasından” buyurmuştur.

(Buhârî; Hudud 22, Talâk 11)

Resim---Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Akıl bakımından rızıklanan kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir.” buyurdu.
(Aclûnî Keşfu’l-hafâ)

قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى
Resim---"Kad efleha men tezekkâ.: Nefsini tezkiye eden kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir.”
(A’lâ 87/14)

And olsun ki, kesinlikle yemin ederim ki!. Buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLÂL.. ancak tezkiye olan, nefsi afetlerden aklını temizlenenler iflah oldu..
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu akıl bakımından rızıklanan kimse felahe ermiştir..
Burdaki rızk nedir?. Rızk, KÛN feyeKÛN Sahibliğinin “rüşd”e erişidir.. yâni bir kişi aklındaki “OLsun!. OLmasın!.” ları kaldırır da OLÂNı yaratanın, KÛN feyeKÛN Sahibinin ALLAHu zü’L- CeLÂL olduğunu, hükmünün hakk olduğunu anlarsa, işte bunu “RÜŞD”e erdirirse ve bu sözü doğruysa, hakksa işte bu kimse SiL AKıLla RıZKlanan kimsedir.. Akıl rızıklanması budur.. artık bu akıl edebli bir akıldır.. edebsiz olan İblis aklı değildir.. insan aklıdır.. İkilik aklı değildir..

Yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:


Resim---Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Şu üç kimseden kalem kaldırıldı. (dînî yükümlülükten muaf kılındı, ayrı tutuldu.) Bulûğa (rüşdüne) erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifâ buluncaya kadar akıl hastasından” buyurmuştur.

(Buhârî; Hudud 22, Talâk 11)

Şu üç kimseden kâlem kaldırıldı.. yâni şu kimseler islamla mükellef değildir, sorumlu değildir.. Tebliğ, Tenzir ve Tebşir den sorumlu değildir.. kim bunlar?. Rüşde erinceye kadar çocuktan, çocuk mesul değildir.. Uyanıncıya kadar uyuyandan ve şifâ buluncaya kadar akıl hastasından din yükülülüğü kaldırılmıştır.. yâni kâlem kaldırılmıştır kâlem onların aleyhinde bir şey yazmaz.. akıl böyle bir şeydir işte..

şimdi ne yapalım?. Kendimize bakalım, topluma bakalım, büluğa ermiş rüşde ermiş kaç kişi görüyorsunuz?. “Mürşidim!.” diyen çok da, buluğa erdirecek kaç kişi var?.
O câhillere göreyse, rüşde erdirecek çok kişi var.. her yerde var tonlarca maşallah.. ama MuhaMMedî RÜŞDüne eren kaç kişi var Kalbi uyanık!. Gördünüz mü hiç?. Etrafınıza bakın ve akılları akıllarımız fişte takılı kalan bir ütü gibi ateş gibi yakıcı ve yanıcı..

Kütübi sitte, altı imamın birlikte bildirdiği bir hadisi şerif, en sağlamı yâni ALLAHu zü’L- CeLÂL, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ibni mesud radiallahu anhdan gelen hadis..


Resim---Rasûlu Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in (İbn Mesu’d dan): “ALLAH (Teâlâ Hazretleri) aklı yarattığı zaman ona: “gel...” dedi, o da geldi. Sonra “geri dön!...” diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu buyurdu: “Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkatın en sevgilisi olana (insana) bindireceğim.” buyurmuştur.
(Kütüb-i sitte 1687)

ALLAHu zü’L- CeLÂLin buyruğu, bu Kutubi sitte hadisi, Kur’ÂNı kerimden sonra gelen hadisler.. yâni seni, benim katımda mükerrem kıldığım, keremli kıldığım, halife kıldığım, kendi yerime halife tâyin ettiğim, yâni yerime gibi halife tâyin ettiğim, bütün halk ettiklerimin en keremli olanı, en üstünü olanı, en faziletlisi olan insana bindireceğim.. Seni insanın ana kartı yapacağım.. seni dağlara taşlara edilmiş de neyse ki insan kabul etmiş..

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---"İnnâ aradnâ’l- emânete alâ’s- semâvâti ve’l- ardı ve’l- cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâ’l- insânu, innehu kâne zalûmen cehûlâ (cehûlen).: Muhakkak ki Biz, emâneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.”
(Ahzâb 33/72)

Akıl dediğim doğru değil mi?. “emânet, akıl” dediğim doğru değil mi?. “Bu emânet neydi?” diye soruluyor yâni.. Bu emânet akıldı..
Onun için buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLÂL.. onlar akletmeyen necislerdir ..


وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---"Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ (nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve o inkâr edenlerin (kâfirlerin) hali, haykırması sebebiyle bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen (anlamayan) kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden onlar akıl edemezler (idrak edemezler).”
(Bakara 2/171)

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---"Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh (iznillâhi), ve yec’alu’r- ricse alâllezîne lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı-iğrenç bir pislik) kılar.”
(Yûnus 10/100)

Murdarlardır onlar, mısmıl değiller yâni..
Değil cennet cehennem onlar insan bile değiller..
Onlar öyle ki, hani murdar hayvanlar gibidirler.. yâni hayvan gibi değil, normal hayvan gibi değiller..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Bir başka akıl hadisi şerifinde;

Resim--- Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anhu)’dan: “Yâ Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yâ Câbir!. eşyâdan önce, kendi nûrundan (Nûrullah) senin Peygamberinin nûrunu yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levh’i yarattı. Üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir....”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Câbir bin Abdullah radiyallâhu anhu,’Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Yâ Resûlullah!. anam babam sana fedâ olsun ALLAHın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu “Yâ Câbir küllî şeyden önce, eşyadan önce hiç bir şey yokken”

Bakın dikkat edin, ALLAH celle celâlihu Kendi nurundan ki, Nurullahtan Nur-u Nebîyyike, senin peygamberiyin nurunu yarattı.. ve şöyle buyurdu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “O nur ALLAHın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi tek başına.. o zaman, ne Levh-i Mahfuz, ne kâlem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne şeytan, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne ins vardı.”
Şimi bakın hiç bir şey yok idi.. bundan sonra buyurdu ki: “Ne zaman ki ALLAHu TeÂLÂ mahlukatı yaratmak istedi.. o zaman o nur, çatladı taksim oldu kısımlara bölündü.. kısım kısım ondan üredi..önce dört parça oldu.. ilk parçadan kâlemi yarattı,
Bakın Emrullah nasıl doğuyor bizim âlemimize..
Nasıl geliyor kâlem, kaza ve kader kâlemi, daha doğrusu kaza kâlemi.. İkincisi Levh-i Mahfuz, kader levhası..
Üçüncüsü üçüncü parçadan arş yarattı..

İşte bu erRahmÂN arşistiva aşrı istiva etti..


الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
Resim---"Er rahmânu alâ’l- arşistevâ: Rahmân arşın üzerine istiva etti/kuşattı, hükümran oldu, hükmetti, SEVİYEledi.”
( TâHâ 20/5)

Arş nedir ki?.
Bakınız burada dikkat edin, ARŞ üçüncüdür..
İnsana, yaratılana en yakın olandır.. Bunun üstündeki Levh-i Mahfuz ve Kâlem birer soyut kavramdır.. bildiğimiz kâlem değildir.. Levh-i Mahfuz da somut değildir..
Ama ARŞ bir şey’dir.. Ondan sonra dördüncü parça.. yâni aşağıya doğru gelirken tekrar dört parçaşa bölünür..
İlkinden gökleri yarattı bildiğimiz gökleri yarattı.. aynı zamanda Semâlarımızı Mânâ Âlemimizi yarattı..
İkincisinden ARZı-Yeryüzünü yarattı, Madde Âlemini yarattı.. Üçüncüsünden CeNNet CeheNNemi yarattı..

Yâni nedir ceNNet ceheNNem ki, âhireti yarattı..
Var mı başka ceNNet cehennem, Hizbullah ve Hizbuşşeytandan başka.. Müşterisi bizleriz.. var mı başka yer var mı?. Yok!.
İşte bu ceNNet cehennem.. bu burdaki çift “Ne” ler ceNNet ve ceheNNemdeki çift “Ne” ler, birisi CEM’de.. birisi hakikâtını kendine çevirmede yâni kendi ceNNetini kendi ceheNNemini burda kendisi yaratmakta gibi..
cehennem, “Nur-u MiM”msiz kalış, zulmet gecesinde kalış..
İşte burada dananın kuyruğu kopuyor..


ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---"İrciî ilâ RABBiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten): Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde RABBine dön.”
(Fecr 89/28)

Nasıl dediğinde mi diyor, “râdiyeten mardiyyeten, Fedhuli fiy 'ibâdi, Vedhulî cennetî”
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---"Fedhulî fî ibâdî: Artık kullarımın arasına gir.”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---"Vedhulî cennetî: Cennetime gir.”
(Fecr 89/30)

Eğer buASL’a DÖN!.üş YOKsa.. Hizbu’ş-ŞEY-tÂN İKİLiğinde Ölüş ve mahvoluş maalesef olmuştur fiilen..

“râdıyeten mardıyyen”i yok!. RABB’ısından razı değil.. RABBısı da, ondan razı değil..
KULu, RABB’sını DUYup Uymadı ŞeRri ve ŞEytÂNı tercih etti..
Tercihi bu, isteği bu hayatı bu..
İsterseniz götürün kanlı Aksaray ERvâh Mezarlığına, Kanlı Pelitteki mezara sokun!. Boşa sokarsınız.. sokarken yine öyle diyecek ve Razı olmayıp iraz edecek..
Yâni son nefesi verse dahi öyle diyecek çünkü, kesin kanaati ve tercihi öyle..

Dördüncü parçayı.. dört dört geliyor bakın dörtlü sistem..
Mesele onu anlamaz lâzım.. dördüncü parçayı taksim edip dört parçaya bölüp, bunlardan insan bundan sonra yaratılan şeydir insan.. artık mü’minlerin kalplerinin nuru, dillerinin nuru, gözlerinin nuru..
Bu Basar-kafa ve Basîret-Kalb, tıpkı dürbünün Objektif ve Okuleri gibidir.. İnsan İKİLİK İmtihanı üzere yaratıldığı için, dürbin gibi yaratılmıştır.. Bedenlerinden bakıp Ruhunu görmek üzere yaratılmıştır..
Hayal Âlemi yoktur MuhaMMedî Melâmette, uçmak yoktur, gözlerini kapatarak gitmek yoktur.. Ellerini havaya kaldırır “ALLAHuekber!.” diye erkekler kulak memelerine değer ki, zâhir ve bâtın kulaklarına “duydun mu ne dediğimi?” der.. Kadınlarımız da ellerini RahmÂN ve Rahîm MeMelerinin, göğüslerinin üzerine koyarak “Duydun mu ALLAHuekber dediğimi duydun mu?.” diye sorar..
O sesin cevabını her ikisinin de ruhlarından alması lâzım..
Öyle gözlerinin nurunu yarattıyla iş bitmez..
Gözün nuru çeşmesinin suyu nerden geliyor.. nerden geliyor?.
Hasan Dağı Helvadere Suyu kayanın altından mı çıkıyor, dağın yüreğinden mi çıkıyor?.
Nerden geliyor gözümüzün ışığı, nuru nerden geliyor?.
Nefesleri alıp verme gücü kudreti tüm bunlar ikincisinden Kalblerinin Nuru,
Üçüncüsünden Dillerinin Nuru ki TEK-BİR TEVHİDi..

Ve bu böyle devam eder gider.. bu hadis gider artık.. insanı yaratır, ondan sonra, fiileri ve düşünleri bile şimdi şu ÂNda Şe’ÂNuLLAHta yartılıp durmaktadır hamdolsun!.
Ve KüüLLîŞEYy, diğerleri diğerleri yaratılır ki, bütün KÂİNÂT..
Dörtlü sistemde gider de gider ebedenn..

Ve evet neticede diyelim ki öyle değil de hadi dördüncüsünden de insanın bedenini yaratalım buradan anlayacağımız şey bu beden adam gibi beden olmalı, taş değil bu beden.. bu beden bir elma ağacı da değil.. bu beden bir kuş da değil.. herhangi bir sığır da değil..
İnsan Bedeni, yapacağı şeyler ne var?. Nefis var, neyle emredilmiş nefis?. “Kelime-yi Tevhid”le işte bunu nefsin dili söyleyecek..
Zâten bütün organlarımızı nefis kullanmaktadır, dili de o kullanması lâzım ve tevhidi söylemesi lâzım..

Çünkü Tevhid; dünyada yaşamamıza sebeb, âhireti hazırlamamıza sebeb, dini anlamamıza sebeb tüm tevhiddir.
Kalb ne yapacaktı?. Kalb, görecekti değil mi?. kalb duyacaktı!. Evett kalb duyacaktı.. İki kulaklıydı kalb değil mi, iki kapılıylı kalb değil mi Kalb ve Fuaddı.. Secde gibiyde değil mi?.
Bir tarafı Şehadete bakardı, diğer tarafı ruku’ya bakardı..
Bir tarafı ruku’da “subhane RABBiyel azim ve bi hamdihi” diyen nefse bakardı kalbin kulağının birisi ve onu duyardı.. Öbür kulağı da, ruhun “eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne MuhaMMeden Resûlullah”ı duyardı.. Duymalıydı RahmÂN ve Rahîm kulaklarıyla..

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr: Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.”
(Bakara 2/285)

“Semiğnâ ve ateğnâ : Daha şimdi duyduk ve uyduk!...”

“Lebbeyk yâ Rabbenâ lebbeyk yâ Rasülünâ sallallahu aleyhi ve sellem!...” demeliydi..
“DUYdum ve Uydum,Tâbi olup İtaat ediyorum” demeliydi..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Mü’minlerin gözlerinin nurudur diyor.. AYNdır ordaki Nuru’l- Ayndır.. Ne demektir Nuru’l- Ayn?. Ayn nedir?. Ayn kişinin “çekirdek benliği” ki “A’yan-ı Sabite”dir.. tasavuftaki adı “sabit-özel kişilik” asla değişemez.. böyle birisi bir şahıs var..
A’yan-ı Sabite: İlm-i İlâhide eşyânın ezelden beri sâbit olan sûret ve MuhaMmedî Hakikatları..
Adını değiştirseniz, ne derseniz deyin, ona istediğiniz ismi koyu,n istediğiniz şekle sokun ne yaparsanız yapın bu kişi kimse odur.. yâni siz bundan sonra güle, ateş dediniz diye ateş mi olacak gül.. gül, güldür.. o, neyse odur.. demire, kömür dediniz diye kömür değildir.. o, odur, x deyin isterseniz.. işte bu bakımdan diyorum onun için göz yedi merceklidir.. kelle gözüyle bakarsınız, kalb gözüyle ayarlarsanız aradaki nefis boşluğunu indirmiş olursunuz.. yâni nefis merceğinden de geçer o artık.. ondan sonra ayarlarsanız, kul merceğini oturtursanız tatmin olmuş nefis, nefsü’l- mutmâinne iken hala geriye dönüşü vardır, ALLAH korusun!.
Nice tatmin olmuş insanlar vardır gün gelir sapıtırlar..


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

Kısacası “Radiyeten Merdiyeten”i bulup, merceklerini yerleştirmek zorundasınız.. dahası vardır “fedhuli ibâdi” Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Kevser Havuzunda “damla” olmamız lâzım.. dahası ondan sonra artık “fedhuli cennet”i..

سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ
Resim---SeLâMun kavlen min RABBin RaHîM (rahîmin) :Çok merhametli olan RaBb’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır)."
(YâSîn 36/58)

Buyurun hoş geldiniz “SeLâMun kavlen min RABBin RaHîM”
Rabblerinin Rahîmiyetinden.. RahmÂNiyetinden değil bakın Rahîmiyetinden.. Kim RABB?. neydi RABB eskiden; köleler efendisine, kadınlar kocasına Rabb demekteydi, islam yasakladı..
Kadınların kocası, bakıcısı her şeyiydi, ondan sorumlu olandı, neydi?. Rahîm anneydi, böyle bir “Lâ ilâhe illallah” eşleşmesi vardır ve “kavlen”dir ki, RaBBlerinden bizzâtihidir, bir selâm vardır.. sîn, lâm mim vardır.. elif, lâm, mim, ayn, lâm.. mim mim.. lâm mim değil sîn lâm mîm vardır, “SeLâM” vardır.. yâni “Dâru’s- Selâm” vardır, ebedî oluş vardır, artık bitmiştir her şey..
İşte budur aslı astarı.. Bunu görüş, bu gözler biraz sonra Necm Sûresinde görecektir ve “fuad”ı yalanlamadı buyuracaktır.. yok kıyamet koparmıştır.. tefsirleri okuyun bakın “bu kafa gözüyle görmeyi gerektirir” diyor.. bu fiil bu şekilde çekildiği zaman kafa gözüyle görmeyi gerektirir..
Karşımıza neler çıkıyor ALLAHı görmeyi güç yetiremez âyeti çıkıyor..
“Sen göremezsin ya Musâ!”
Ne çıkıyor bir kimse göremez demiyor, göremezsin diyor, hiç kimse diye ayırmıyor.. O nedenle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem görüyor demek istiyorum.. Ki çetin problemler çıkarmıştır.. ama bizim derdimiz bu değil..
Demek ki; bizim bedenimiz temizlenirse, nefsimiz temizlenirse.. BEDENiz temislenirse adam gibi ibâdet âletleri olur, NEFSimiz temizlenirse Kelime-yi Tevhidi, Ehl-i Beyt aleyhisselâm gibi isbat eder, KALBlerimiz temizlenirse RABBu’l- âlemini DUYmaya başlar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde.. RUHlarımız cilâlanırsa Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin gördüğünü görürüz İnşâeALLAH!.

Bu tempo bize bunu anlatmakta.. Bu güzelim hadis bize bunu anlatmakta.. bunun başka bir versiyonu biraz daha farklı mı, evet yine benzeridir.. fakat burdaki şeyler anlam bakımından biraz daha açık gözüküyor.. Yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme soruyor Câbir radiyallahu anh râvilerin söyleyiş tarzı değişik…

ALLAHın ilk yarattığı şey senin peygamberiyin nurudur.. O nur ALLAH celle celâlihunun kudretiyle onun dilediğiyle yerlerde dolaşıp duruyor du bu vakit daha nice daha hiç bir şey yoktu ne lef ne kâlem ne cennet ne cehennem ne gök ne yer ne güneş ne ay ne cin ne de insan vardı.. ALLAH celle celâlihu, mahlukları yaratmak dilediği vakit bunu dört parçaya ayırdı birinci parçasından Kâlemi, ikinci parçasından Levh-i Mahfuzu, üçüncü parçasından Arşı yarattı, dördüncü parçasını dört parçaya böldü bakın birinci parçadan Hamele -yi Arş, arşı taşıyıcıları hammalları, ikinci parçadan Kursî, üçüncü parçadan diğer melekleri..
Dördüncü kısmı tekrar parçalara bölmüş, birinci parçadan gökleri, ikinci parçadan yerleri, üçüncü parçadan cenneti ve cehennemi yarattı..

Burda dikkat ediyorsanız “meleküt âlemi”ni yerleştidi.. nereye yerleştirdi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Nurundan yarattı Meleküt Âlemini.. Bunları neden söylüyorum?. Bunları şundan söylüyorum biraz sonra anlatacağımız Cebrâil aleyhisselâm da bir melektir.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesselem’e vahiy getirecektir.. Oysa O’nun nurundan yaratılmıştır.. Bunun anlaşılması zordur ama, bir şeyi unutmamak lâzım, insan aklı çok yamandır eğer fırsat bulursa “ilâh”lığını uzantı halinde ilân eder.. O zaman yunan tanrılarına döner iş..
Hani var ya, aşk tanrısı şu tanrı bu tanrı savaş tanrısı anası kızı oğlu derken işler böyle uzar karışır.. Bunun için ALLAHu zü’L- CeLÂL dâimâ araya tampon koyuyor, arakesit koyuyor.. ALLAH celle celalehu, bizzat ben indiriyorum ben söyledim buyurmuyor.. Cebr-âil, Mik-âil, İsr-afil, Azr-âil hep “âil”ler vardır.. burda bu “âil”ler dört “âil” ve bunlar melekelerdir.. Meleklerdir, Meleküt Âlemidir.. ALLAHuekber!. Zü’l- Melekütü. Ve’l- Ceberütü, Ve’l- Kibriyayi, Ve’l- Azamet..
Bunların melekeleridir bunların melekeleridir öbürleri düşünebiliyor musunuz bir eşya olmayan ALLAHu zü’L- CeLÂLi, bir şey olmaktan münezzeh olan ALLAHu zü’L- CeLÂLi bir eşyanın görmesi.. bir şeyin görmesinin ne diye görecek.. ama Cebrâil de öyle değil “ben gördüm” diyor.. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “altı yüz kanadı vardı” diyor altı yüz kanadı derken cenâhı vardı buyuruyor.. o zaman 600 kanatlı kuş gibi düşünüyor.. kim?. aklı o kadar olan.. burdaki 600 kelimesine bir bak orda “ulfet” vardır “yakınlık” vadır, yaklaşım yolları vardır.. Onun için de zâten hep diyorum “hadislerin arapçalarını görmek daha doğrudur” diye.. Diğer devamında ise yine “gökler, yerler, cennet, cehennem, mü’minlerin nuru, kalblerinin nuru, tevhid nuru, unsiyet nuru, lâ ilâhe illallah nurunu yarattı” buyurmaktadır.. bu bildiğimiz hadistir yâni ve bu şekildeki anlatmaya çalıştığımız akıl gökyüzüne baktığı zaman maddî gök yüzüne baktığı zaman “İbRahîm aleyhisselâm gibi bakar” der ki “ben tapmam sizin şu taştan topraktan ağaçtan yontup da yapdığınız şeylere ben bunların azametullaha yağmura rüzgara şuna buna hükmedenler olduğunu kabul etmiyorum bunlar kendilerine hayrı olmayan şeylerdir”..
Hepsini kırıyor takıyor boynuna halkayı söyleyin konuşmuyor konuşmuyorsa ne diye tapıyorsunuz bu mu yaratıyor muş yâni diyor diyor ama yatıyor sırt üstü gecenin altında.. nedir diyor peki herkesin ustası var benim ustam kim?. yıldızlar çok muhteşem gözüküyor salkım saçak biz zaman zaman çıkıyoruz terasa seyrediyoruz muazzam bir şey akıl fikir erecek gibi değil.. o kadar çok o kadar sayısız o kadar serpiştirilmiş ki sonsuz bir kâinât içinde bir toplu iğnenin ucu kadar bile değil dünya, muazzam bir azamet gösterisinde ALLAHu zü’L- CeLÂL yâni MuhaMMed sahibliği MuhaMMed Nurundan yaratılanların muazzam bir cünbüşünü seyrettiyor, temâşa ettiriyor, böyle bir harikâlık seyrettiriyor, devrÂNını seyrettiyor, seyrÂN ettiriyor yâni..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

“İşte bunlar benim RABBım olabilir” diyor yâni ama batınca “ben batanlara ulfet etmem” diyor.. madem ki batıyor batandan RABB olmaz.. yıldızlar gitti.. sonra ay doğuyor işte bu olur diyor ay karanlığı kovuyor ve bundan RABB olur.. o da, batıyor.. ben buna da iltifât etmem, bundan lütuf beklemem, buna ülfet kurmam.. liilâfi kureşyin.. ulfet kurmam diyor.. yâni için ısınmaz bunun benim için aklım kabul etmez demek istiyorum.. vicdanım kabul etmez, o da batınca öyle diyor.. ne zaman ki sabah olup da güneş doğunca, işte RABBu kebir değil mi.. kebir, en büyük RABB doğdu diyor.. şimdi doğdu diyor.. bak hepsini kovdu tek başına kaldı tam teke tek kaldı.. yâni her şeyi ortaya çıkardı.. hakikâtı gün ışığına çıkardı ki, bundan RABB olur.. ne çâre kii o da batınca o zaman;

إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---" İnnî veccehtu vechiye lillezî fatara’s- semâvâti ve’l- arda hanîfen ve mâ ene mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: Muhakkak ki ben, hanif olarak yüzümü, yeri ve semaları yaratan Allah’ın Zat’ına döndürdüm. Ve ben, müşriklerden değilim.”
(En’âm 6/79)

Öyle bir veche döndüm ki gördüğüm görmediğim, bildiğim bilmediğim bütün bu sonsuzlukları ve yeryüzünü gökleri ve yeri yaratana çeviriverdim..
“mâ ene mine’l- muşrikîn” ben şirk edicilerden değilim, eşyadan RABB arayıcı değilim.. bunlar şey.. bu şeyleri şey eden birisi var şey olmayan.. işte ona döndüm veçhimi.. vechi dönmüştür ciha cah onu şanın şöhreti yâni hüviyet cem’idir bu.. işin topudur, yâni tümüdür, dahası yok.. vech, özün öze dönmektir, iliği kesmek gibi,, yâni anayı koparmaktır, anayı tutmak gibi, “habli’l- verid”i yakalamak gibi.. en içerden inanmak gibidir.. vech öyle birşeydir işte biz İbrahîm aleyhisselâmın dürbünüyle derunî dürbünüyle bakarsak yaratanımızı aramak için gök yüzüne neler görürüz onu söylemeye çalışıyorum.. bu bir şey değil, bir izâh tarzıdır.. tefsir değil, yorum değil.. necm yıldızlar, nucm çok türlü türlü gözüken gözükmeyen trilyonlarca yıldız.. gök yüzünde o kadar çok ki.. çoğunun ışığı hala gelmemiş bize.. öyle diyor astronotlar, milyarlarca senedir ışığı gelmeyenler var diyor.. nice yıldızlar var ki, çoktan kaybolmuş gitmiş ama ışığı gelmeye devam ettiği için hâlâ gelmeye devam ettiği için yerinde duruyor sanıyoruz.. nice yıldızlar doğmuştur ki, ak delikten hala bize ışığı ulaşmamıştır vs.. bunlar doğrudur yıldız doğuran delikler ak delikler kâinâttaki ak delik.. KÛN fe ye KÛN merkezleri.. bunlara göre yıldız yutucular kara delikler.. çeşitli teoriler biliyorsunuz vardır.. ama bunların tümü KÛN fe ye KÛN den ibârettir bütün kâinât maddî manevî olanların tümü mahluktur, küllî şeyin içinde bir şeydir ki, tek kâleme ini verir ALLAHu zü’L- CeLÂLin karşısında hiç bir şey değildir..

Onun için tasavvuf rahattır, felsefe sıkıntılıdır. Felsefe sebeblerin içinden çıkamadığı için asla sonuca ulaşamaz.. çünkü sonucu kendi aklında bulmak ister.. o ise, ona sığmaz.. kâinât bu akıl tasına sığmaz ve ona sonunda toprak sığar, ona iki avuç toprak.. zâten felsefe kandırmaya, tasavvuf inandırmaya yöneliktir.. sistem öyledir.. gerçek tasavvuftan bahsediyorum.. yâni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin saff kılışından “kad efleha men tezekkâ” bahsederek söylüyorum.. işte bendeniz bu yıldızları insanlara benzetiyorum, insanlar topluluğuna benzetiyorum gözükenler gözükmeyenler.. çeşitli isimler verebilirsiniz Küçük Ayı dersiniz, Büyük Ayı dersiniz, Süreyya dersiniz, Ülker dersiniz her birine istediğiniz isimleri verebilirsiniz.. her birinin kendine has özellikleri vardır vs. dir..
kimi Kutup Yıldızıdır, kimi Şı’râ gibidir, kimi ne bileyim ben Ülkerdir kimi Venüstür bir sürü isimlerle söyleyebilirsiniz.. bunlar kulluk imtihan karanlığında kendi kaderlerinde ve takdir edilen yere doğru kader çizgilerinde yürür giderler ki, bizlere çok benzerler..
ve ALLAHu zü’L- CeLÂL ona yeminle başlıyor ben zevk ederken;
Kameri dâimâ Ehl-i Beyte aleyhumusselâma benzetmişimdir.. Ay ile Ali kerremallahu vechehu sevgisini birleştirmiş bir insanım.. O kadar benzerler ki birbirine.. var gibi yok gibi her gün değişen güzellikler ve özellikler taşır..
Güneşi Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme her zaman benzetiriz doğrudur..
Maddî insan ya da canlı yaratmasının yaşamasının tek sebebi tek ana kaynağı bütün canlıların beslenmesinin temeli güneşten alınan bir nesneye bağlıdır.. Enerji denmesine rağmen enerji olduğunu sanmıyorum ısı ve ışıktan yararlanmasına rağmen bunun dışında bir şey alınıyor “dirilik ÖZü” dirilik diye bir şey alınıyor.. bu enerji değil ancak sadece güneşten alınıyor, elektrik enerjisinden ve diğer enerjilerden asla alınamıyor.. Beslenme zincirinin temeli olan bitki, bunu sadece en küçük varlık olan, canlı varlık olarak güneşten alabiliyor ve bunu almadığı sürece beslenme hayvana geçemiyor asla.. ot yiyeni yemeyen hayatta olamaz.. illâ ot yiyecek.. ot yiyen bir hayvan ot yiyecek ki, ot ise güneşten aldığı bu nesneyi kendi içinde foto sentez vs. yaparak gıdaya çevirecek.. dirilik enerjisine çevirecek.. yeşil enerji, yeşil ateş olarak..


الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim---"Ellezî ceale lekum mine’ş- şeceri’l- ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne).: O (Allah) ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan yakıb duruyorsunuz.”
(YâSîn 36/80)
Bahsedilen bu yeşil ateşin formülü bulunmuş değil bu formül nedir bilmiyoruz henüz..

MC0: Madde
MC1: Kuvvet
MC2: Enerji
MC3:………..
.
.
MC7: nedir.. bilmiyoruz nedir ama var..


Teknik bunu bir gün ortaya çıkarır, henüz daha üçte dolaşıyor.. enerjinin üstüne çıkmış değil o.. Oğlum Alper’in söylediğine göre MC3 ü bulmuşlar onu ama henüz açıklayamıyorlarmış.. yâni ortaya atamıyorlar ama bulmak üzereler.. bir üstü bulacaklardır, çünkü var..
Bu güneşin muhteşemliği iki tane hidrojenin 8000 C0 santigrat derece güneşin içinde sıcaklık.. Güneş bir Hidrojen deposu muazzam bir Hidrojen deposu.. ve durmadan iki hidrojen eşleşiyor Helyum meydana getiriyor ve bir artı bırakıyorlar bundan bu kadar enerji, ışık, ısı vs.. her helyum oluşta güneş muazzam bir ısı ışık vs. yayıyor.. ultraviolesi, şunu bunu aklımızın ermediği binlercesi yayılıyor durmadan durmadan..

Hidrojen’in esas hüneri güneştedir.
Güneşin Merkezindeki (İçindeki: ÖZ-ündeki) sıcaklık 20x106 C0, Muhitindeki (Dışındaki: Sathındaki) 8000 C0 dir.

İnsan oğlunun ilâhî veri olan akıl ve ilimle çözdüğüne göre:
Güneş'de 1 sn.de:

Resim

1 sâniye dense de BİLen BİLirki “AN” dadır.
Bir ANda 1 Hidrojen 1 Hidrojen'le Oksijen'siz YANarak!! EŞ-leşip BİZ-İZ dediklerinde doğan
BİZ-BİR-İZ Helyum'u ve El-HAYY HAYYatın Temel Gıda Kaynağı, Isının Işığın Menbağı Yeşil ATEŞin Can bağı ARTIK-a Ne Demeli!!!


الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim---“Ellezî ceale lekum mine'ş-şeceri'l-ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn(tûkıdûne) : O ki size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz”
(Yâ-Sîn - 36/80)

Nedir bu ATEŞli Yeşil AĞAÇ?.

MCn genel formüldür.
C üssündeki n= sıfırdan sonsuza kadar değerler alır.
n=0 olduğunda C0= 1 eder ve MCn=M olup MADDE-dir..
n=1 olduğunda C1= C eder ve MCn=MC olup KUVVET-tir..
n=2 olduğunda C2= C2 eder ve MCn=MC2 olup ENERJİ-dir..

İnsanoğlu şimdilerde n=3 nedir bulmaya çalışmaktadır.

İşte bu noktada derim ki n=3 ve ötesindeki bir gücü göndermekte
RABBu'l-âlemin Güneşle ki bu “HAYY” ın ANA ihtiyacıdır ve her AN ambalajlanıp SALLınmaktadır durmadan…

Bu ARTIK içinde gelen Isı, Işık veyâ her ne ise sâdece bu gelenle Bitkiler fotosentez yapabilmekte TÜM CANlıların ilk ve ANA Besinini yapmaktadırlar.
Sonra OT yiyenleri ET yiyenler yer de İnsan ise her ikisini de yiyerek gıdâlanır.
Böylece ömür boyu hücrelerinin enerjsini Yeşil AĞAÇ-ATEŞten alır..

Dış ısınmada da temel ısı kaynakları da bitkisel ve dolayısıyla GÜNEŞ'tir.
Odun, kömür, petrol vs.. Hepsi temelde GÜNEŞ kökenlidir ve SU ile İçİçedir..

İnsanlar oturup güneşin ne zaman biteceğini tahmin ediyorlar, düşünüyorlar ama Şe’ÂNuLLAHta her ÂN, KÛN fe ye KÛN olduğunu bilmiyorlar, bitmenin tükenmenin hesabını yapanlar.. Bırakın onu, bir atmosfer içinde sürtünerek dönen dünyanın içini mazotla doldursak kaç günde bitirir dönmek enerjisinden dolayı 1600 km/saat hızla giden bir araba gibi düşünüverse oturur kalır yerine..
Yâni demek istiyorum ki o kadar teknik daha geride ne derse dersin buna ama bir gün teknik bunları çözecektir ama Kur’ÂNı kerimde görüyoruz söylediğim şeylerin tümü görüyoruz Kur'ÂN-ı Kerîm zâten kendi başına bir ilimdir, geçimişi geleceğe ve şu ÂNı bir açan ilimdir..

İslam Âleminin geri kalışı Kur’ÂNsız kalışından olmuştur, Kur’ÂNı kerimi çağa çağıramayışından olmuştur, Kur’ÂNı kerimi bir hikâye kitabı masal kitabı sanışından olmuştur.. Çünkü hearfleri okumuş ama hiç anlamaya çalışmamıştır.. Ben de çok severim Kur’ÂNın güzel okunmasını ve hayranımdır..
Bu gün biz cumayı Alperle, Hamidiye kaynaklarının meşhur Hamidiye suyunun, Sultan II. Abdulhamid’in İstanbula taşıtıp götürdüğü içme suyunun kaynağı olan yerdeki Hamidiye Câmisinde kıldık.. Orda bir imam Ali Hoca vardı, Türkiye Kur'ÂN-ı Kerîm okuma birinciliği almış bir Hoca.. Zâten câmiye girerken muazzam bir YÂSîn okuyordu su gibi şırıl şırıl çok rahat çok harikâ okuyuşu vardı.. Ben de çok severim Kur’ÂNı kerimin öyle tertemiz okunmasını, tertille okunmasını.. fakat elbette mânâsının da anlaşılmasını..
Ordaki yeşil ağacın, yeşil ateşin bir süs değil de, yeşil ateş yeşil enerji değil midir şekerin içindeki bize enerji veren değil mi ki yediklerimizin içinden aldığımız enerjiyi nerden alıyoruz.. yâni bunlar sessiz yangınlar, oksijen yangınları demirin yanması değil midir demirin oksitlenmesi.. yanmaktan kasıt nedir?. oksijenle birleşmesidir.. hidrojenin yanması değil midir su?. işte bütün bunlar nardan nurun doğuşu “Lâ ilâhe” İnkârından “İLLâ ALLAH” İkrârının doğuşu değil midir?.

İşte bütün bu sistem içerisinde biz.. evet Nuriye oraya bir zevk attı:



ZEVK- 1264
Resim
Yeşil Ağaç→Hidrokarbon, AŞK GÜNEŞ’in HAY Aynası
Her Seher Saçların Tarar, EHLULLAH ın Haslar Hası
“Fûlki’l-Meşhun” AŞK GEMİSİ: Dirilik Döken Sahile
Gönül Lambam Yanmıyorsa; Engel Olan BENLİK PASI...


وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
Resim---“Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulkil meşhûn (meşhûni) : Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.”
(Yâsîn 36/41)

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim---“Ellezî ceale lekum mineş şeceril ahdarinâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne) :Ki O, size yeşil ağaçtan bir ateş kılandır; siz de ondan yakıyorsunuz.”
(Yâsîn 36/80)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


Yeşil ağaç, hidro karbon.. Aşk Güneşin Hayy Aynası, hidrokarbondur.. evet yeşil ağaç hidrokarbon, canlılığın temel taşıdır yâni Aşk Güneşin Hayy Aynasıdır gerçekten.. her seher saçların tarar Ehlullahın Haslar Hası..
İşte bunlar; güneşten fotosentez yapmazlar da, aydan fotosentez yapan gece bitkileri gibidirler.. yâni manevî gıda hep geceleri alınmıştır.. Ki bu çok doğru sözdür.. her seher saçların tarar Ehlullahın Haslar Hası..

Şimdilerde azaldı artık yok gibi ya da gizlendiler..
Ama eskiden, geçen yıllarda çokça çoktular hamd olsun..
Ben de, yıllarca yâni ALLAH'ın izniyle yaşamışızdır ki, gecelerin seherlerinde HAKk’ın AŞK Kapıların en açık olduğu, insan nefsinin insan ruhuylu uyuştuğu, RABBiyle görüştüğü, yâni ulaştığı çok güzel ÂNlardır.. Manevî gıdalar ki, insanları bitkilere benzetsek fotosentezi de böyledir.. AŞK Gecesin Ay’ı altında ki, yâni EhL-i Beyt aleyhumusselâmın MuhaMMedî Tâlim-Terbiyesi altında.. AŞK için geceler çok uygundur zâten..

Böyle olmazsa, insan gece gibi olmazsa, her tarafa ayan beyânsa, her tarafa dönükse-kıblesizse bundan bir şey çıkmaz!.
Gece gibi setr olmuş, Aya teslim olmuş, güzellik içerisinde ise AŞKa ancak yol bulur ve haslar hası olur..
Fûlki’l-Meşhun Aşk Gemisi ki bunlar, SEVd Sahiline DİRİ-lik DÖKen VElîYyuLLAH İnsanlardır.. İşte bunlar İlâhi AŞK Gemileridir.. Fûlki’l-Meşhun ŞahÂNe Gönül Gemilerdir ki gittikleri her yerde sahillere DİRİ-lik DÖKenler..
Kısacası Hayat Sahilini ERGİNLi Rıhtımna-EŞine ULAŞan Benden-Nefisler EmÂNetlerini-Çocuklarını İndirirler, torunlarını indirirler ki Bu HAYy Zinciri HÂLinde Kıyamete kadar gelecek NESİL-lerini dökerler gönül..

İyi ANLAyamıyorsam ki, Akıl Lambam yanmıyorsa, engel olan yalıtkan benlik pasımdır NAKLe hasret bırakan.. evet benim gönül lambam yanmıyorsa, ışıksız kalmışsam.. işte demin dediğimiz Gözün Nurunu yarattı ilk defa.. bu göz gözün nuru güneşe bakarken de vardır.. şah damarından yakın olana bakarken de aynı göz kullanılacaktır..
Beden Gözü, bir yumurta kabı gibi gözükür.. basit gibi gözükür.. oysa içerdeki RABBu’l- âlemini koruyan odur.. setreder O’nu.. onun için bir deneyin isterseniz bir yumurtayı ki, bir toplu iğnenin ucuyla delin.. GÖReceksiniz ki iki gün sonra içeriye giremezsiniz kokundan.. ve siz cinâyetle onun içindeki bütün civcivleri öldürürsünüz kıyamete kadar gelecekken..
İşte bu HAYy Sistemini, DÜZEN DENGEsini bozmaktır..
Fûlki’l-Meşhun Menbağını yok etmektir.. Szi ŞahÂNe Gemiyi deldiniz.. Musâ aleyhisselâmın Beden Gemisini mahvettiniz.. Yâni SüNNetuLLAH Sistemi çöker..

Resim

Aziz canlar işte biz böyle bir NECM-den bahsediyoruz.. yâni binlerce YILDIZdan bahsediyoruz… BUYurunuz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

BismillâhirRahmÂNirRahîm

وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى
Resim---"Ven necmi izâ hevâ.: Battığı zaman yıldıza andolsun;”
(Necm 53/1)

Necme, yıldıza yemin ederim ki, hevâ ettiğinde.. hevâ, efendim indiğinde battığında kaybolduğunda.. ben de diyorum ki, hüviyet kazandığında bende benim dediğinde yâni kendi benliğinde, kendi hevâsını ortaya koyduğunda.. bunu bir insan olarak düşündüğümde böyledir ama bende.. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hira’da iken Ven necmi izâ hevâ değildir.. Dikkat ediniz ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir Hira Mağarasına sığınıyor bir de Haticetü’l- Kübrâ aleyhiasselâma sığınıyor bunu çok iyi anlamak lâzım.. yâni Hira’dan kaçıyor Haticetü’l- Kübrâ aleyhiasselâma Vâlidemizin kalbine “ört beni!.” Buyuruyor.. Müddesir ve Müzemmil Sûreleri zâhir ki bâtın üstü örtüş sûreleridir, setr sûreleridir biliyorsunuz..

Demek istiyorum ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hallerini MuhaMMedyetini, MahMudiyetini, Ahadiyyetini, AhMediyetini ve HaBiBiyetinin derecelerini anlatmak bize düşmez.. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendine mahsus anlattığı kadar anlatmıştır..
Ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin cereyanı, necm bir anlamda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun Vahiy Hüviyyeti doğmaya başladığında, doğduğunda ya da, yıldızlığı bittiğinde, yıldızlığı kalkacağında.. o anlamlar çıkar mı?.
Caferi Sadık Ehl-i Beyt aleyhisselâmdır ne buyuruyor: “Necm’den murad Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden maksaddır.”
Burada mi’raçtan inmesi, çıkması anlatılmıştır.. Necm; indiği vakit, hevâ ettiği vakit, hüviyet kazandığı vakit.. ALLAHu zü’L- CeLÂLin Kelâmullahı iken, benim dilime geldiği vakit.. elhamdulillahi RABBul âlemin..
ALLAHu zü’L- CeLÂLde iken O’nundur.. İşte bu indiği vakit, Kur’ÂN-ı Kerîm gibi necm.. necm nedir?. aslı cem’ nurudur, MuhaMMed Cimliktir.. yâni canlık, cisimliktir.. ister cisimlik olsun ister can olsun bu nurdur.. NÛURuLLAHtan NÛr-u MuhaMMeddir.. ALLAHu nuru’s- semâvâtı ve’l- ard” oluştur.. En dağınık, en çok görünüşü ise muhakkak ki Necm halindedir.. Hangisini dersek diyebiliriz Kur’ÂN-ı Kerîmin bütün sûrelerini ve âyetlerini yıldızlar gibi serpiştiriveririz mânâ semâmıza.. Kur'ÂN-ı Kerîm
gökyüzüne kurarız Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin; Şeriatını, Amellerini, Ahlakını ve Hallerini serpiştirelim gök yüzüne.. MuhaMMedî bir gök yüzü kurarız, semâ kurarız buradaki..
Demek istiyorum ki buradaki mesele anlayıştır. ancak hüviyet verildiği vakit, indirildiği vakit, kendine mahsus olduğu vakit.. biliyoruz ki onlar hepsi bir felekte yüzmektedirler.. doğru mudur?. Doğrudur, hep söylüyorum bu kâinât, Mükemmel Kürredir, kesiti dairedir.. “şey” ise noktadır.. şey, şey yâni boyutsuz olanda noktadır..
işte bu ÂLemde gerçek doğru yoktur.. en doğru dediğimiz, en küçük eğridir ki kürreye teğettir.. doğru çizilemez kâinâtta mümkün değildir, teoriktir hepsi.. çizdiklerimiz doğru olamaz yâni doğru ALLAHtadır teknik olarakda biliyorsun Barbaros çizemezsiniz.. çünkü çizmenize müsade etmez yer çekimi, hiç bir şeyin doğruluğuna sadece biz kendi gözümüzle doğru sanırız belli ölçüde belli sahalarda.. ama, doğru yoktur yâni işte bu şekilde ister indiği zaman, tenezzül ettiği zaman, bize geldiği zaman isterse kaybolup bizim sınırımızdan çıktığı zaman hiç fark etmez buna yemin edilmiştir.. ALLAHu zü’L- CeLÂL yemin etmiştir biz bunları daha önce işledik ama böyle âyetler vardır. ALLAHu zü’L- CeLÂL yürüdüğünde geceye yemin olsun leyl leyl bâtın lütfunun zâhir lütfu olarak yaşayışa geçeceği zamandır.. hamile bir kadın gibidir.. yâni doğuracaktır ama melek mi doğuracak şeytan mı doğuracak onu işte insana bırakılmıştır.. leyl böyle leylâdır.. yâni yürüdüğünde geceye yemin olsun.. birinci âyettir leyl sûresi şemsin güneşe ve onun doğuşuna yemin olsun.. büruc da yine burç sahibi göğe yemin olsun.. burçlar on iki burç bunlar hep her asırda olan ALLAH Dostları olmasın mı.. yâni gavsu’l- azam, kutublar vs. gibi mânâ âleminde böyle olduğu fiilen bellidir.. gerçekten bellidir.. çeşitli şeyler söylenmiştir Ülker Yıldızı denmiş, Süreyya Yıldıız denmiş fark etmez hangisi denirse densin.. ama genel anlama baktığımızda yâni bütün insanların âlemi gibi gökyüzü yıldızlarıyla ama Resûlullah salllahu aleyhi ve sellem Abdullah aleyhisselâm olarak gerçekten öyleydi.. yâni “ben de sizin gibi güneşte eti kurutup da yiyen bir kadının çocuğuyum ben de sizin gibi beşerim” bir sürü vardır Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellemin kendisini anlattığı buyrukları..


Resim---Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına bir adam gelir ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle konuşmaya başlar, ancak konuşma esnasında adamın korkudan omuzlarının arası titremeye başlar. Durumu anlayan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sâkin ol, korkma! Ben bir kral değilim. Ben, tuzlanıp güneşte kurutulan etyiyen bir kadının çocuğuyum.” buyurur.
(İbni Mâce, Et’ıme, 30.)

مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى
Resim---"Mâ dalle sâhıbukum ve mâ gavâ.: Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.”
(Necm 53/2)

Sizin sahib çıktığınız ve size sahib çıkan.. HaBBe, MuhaBBet sahibliği, tohum sahibliği, Meşrebte, Mezhebte, Meslekte insan aklının kendine yüklenen, ana kartına yüklenen imkanlarıyla habbesini bulmuş ASLInı arayış.. Aklın aslını arayışı habbe bunu Samedî olarak bulduğu zaman yâni bunu yapan benden bir şey bekleyerek yapmadı, bunu anladığı zaman Fâkir olan Âciz olan Zillet ve İllet sahibi olan benim..
O’dur Mâlikü’l- Mülk O’dur, Azîz olan Azîm olan O’dur, İzzet sahibi O’dur.. Sebebleri yaratan, illetsiz olan, Hayyum Kayyum Dâim olan O’dur.. Habibiyet Vasıflarını bilir kendini bilir de, Rububuyet Vasıflarıyla RABBini bilirse o zaman “sâhıbukum” dur.. Yâni artık sahib çıkar.. kime?. Kendine kendine sahib çıkınca, kendini yaratana da sahib çıkar..
“Men arefe nefsehu fekat arefa RABBehu” bilir..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir ”” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Bunu nerden alır bu bilgiyi, olguyu nerden alır?. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemden alır. Resûlullah kendi Abdullah olarak mı çıkmış?. Yok yok “ALLAHın Rasûlü” işi.. yâni işi budur..
“ben ceryanı kablodan alırım” diyemezsiniz.. bir priz olacak, önüne bir fiş takacaksınız.. anladım prizden alacaksınız ama, bu fişle alınır bu.. bu sadece fiş değildir, sigortası vardır, anahtarı vardır, şunu vardır, bunu vardır.. yâni o gözüküyor gibi değildir.. sistem ALLAHın sistemi böyledir..
Ne luzüm var ağıza mağıza doğrudan doğruya mideye indirelim.. öyle değildir, ağızı vardır, dudağı vardır efendim tükrükleri vardır, tadı tuzu vardır, bir sürü şeyi vardır sistem böyle kurulmuştur.. Ortağı yoktur yâni sorup soruşturacak değiller “nasıl yapalım?” diye hâşâ..

İşte o sahibiniz varya "Mâ dalle sâhıbukum”.. dall etmedi ve “ve mâ gavâ” tuğyan-âsilik de etmedi.. vücuda gelişi kendi galibiyeti yaptığı şey kendi gücüyle kendisinde değil.. yâni zâhirde bâtında yaptığı şeyler kendi galibiyeti değildir.. nedir?.
“Dall”e, “Sall”ın zıddıdır.. dall, ikiliğe gidiştir şeytanlığa gidiştir, hizbuşşeytan yoludur.. Sall, salât yoludur ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yoludur.. o zaman kolay.. “ve mâ gavâ”.. O, gavî-çok azgın, çok sapkın, yoldan şaşıp azıtan zâlim de değildir.. rüşd sahibidir.. dâimiyeti şu anda görülür şu anda rüyettedir yâni elan rüşd sahibidir fiilen.. çocuk on sekiz yaşındadır, baba olacak yaştadır.. çocuk beş yaşında değildir gavî değildir.. çünkü dall ve sall ancak rüşde eren aklı erginliğe erenler içindir.. aklı daha çocuk olanlar için o iş ağır iştir, olmayasıya iştir tuğyan azgınlığı, tağut diyorlar ya, ALLAHın kanunlarını kaldırıp da kendi kanunlarını koyanlara ALLAH ne buyuruyor tagutlar-insanları Allah'a karşı isyana sevk edenler diyor.. tugyan edenler ağır suç yani bunlar hiç insanlık şeref haysiyet onurundan rüşde ermemiş, yaratanını reddedenlerdir.. Buradaki sahiblikte iki tarafın sahib çıkışında bir “hamme” vardır, hamilik vardır, sıcaklık vardır, can-ciğerlik vardır.. hamim can-ciğer dosd demektir.. hamam, sıcak su yeridir sıcak su demektir, hep buradan gelir.. hamame de güvercin bildiğim kadarıyla bu kökten..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim yiNE DELi göNLümm..

وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
"Ve mâ yentıku ani’l- hevâ.: O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.” (Necm 53/3)

"Ve mâ yentıku ani’l- hevâ”
Hevâsından söylemiyor yâni kendi hüviyetinden, kendi halinden, kendine ait bir kimlik ve kişilikten nutketmiyor. Nutk nedir?. Nutk, Kudretillah taraflığını yâni Kudretullahı kullanışının yâni, sana ait olan kısmın en İÇ ÖZden gelen şeyin NURudur. Sen onu nutk edersin, içinden geleni söylersin.. Türkçesi, rast gele bir şey söylersen sende gülersin “bu nutk değil!” dersin..
O‘nun, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin nutku hevâsından değildi. Kendi ham nefsinin, çif UÇlu aklının yâni, rüşde ermemiş aklının dalal sahibi nefsinin söylediği şeyler değildir.. Çünkü böylesi tercih edenleri bildirmiştir ALLAHu zü’L- CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde;

ALLAHu zü’l- CeLÂL ÖZü ->KeLÂMuLLAH SÖZü ->ResÛLULLAH SESinde ve ->DUYUp UYanların NEFESİndedir El ÂN-Şimdi Şe’ÂNuLLAHta SüNNetuLLAH Üzere.. Bunlar HizBuLLahtırlar..

Ne acıdır ki Nefsinin Hevesini RABBisi edinen Firavunîler, ve Nefsinin Hevâsini İlâh edinen Nemrudîler amansız bir Gaflet-Cehâlet-Dalalet ve İhanet Uykusundadırlar..

NEFSin ->HeVÂ ARZusu Kendisini İlâh edinip gizli-açık şirke düşer Nemrudlaşır:

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---“E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh (hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen).: Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?”
(Furkân 25/43)

NEFSin -> HeVES ARZusuna uyan Firavunluğa kalkışıp şirke düşer:

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---“Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”
(Nâzât 79/24)

MuhaMMedî Mü’min ki, Rüşde ermiş SALL Sahibi bir nefsin söylediği nutk budur.. Onun için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözleri âyettir.. Elbette, Sahih Hadis olmak kaydıyla, insanlar çeldirmediyse-uydurmadıysa.. Mesnedi doğruysa ki İslâm dini, ham akıllıların dediği gibi “Akıl ve Mantık Dini”nden önce “Nakil ve mesned Dinidir!”..
Kur'ÂN-ı Kerîmi bize ulaştıran emin sahabelerin getirdirdiği sahih ve yazılı olan hadisler Kur’ÂN-ı Kerîm gibidir kerîmdir.. Farkı sonra yazılanlar Hadisi Şeriflerdir.. Kur'ÂN-ı Kerîmle karışmasın diye başlarda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem titiz davranmıştır.
Hiç kimse Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme iftira edemez yalan hadis uyduramaz ki, bu tehlikeyi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisi görmüştür ve benim adıma hadis uydurmayın, benim hadislerimin karşılığını Kur’ÂN-ı Kerîmde bulun mihenk alın anlamında ikâzlar yapmıştır.

ALLAHu zü’l- CeLÂL’den korkmayan ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemden utanmayanların kör nefslerine uyup hevâ-hevesince mesnedsiz hadis uydurması cidden çok büyük hüsrandır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim benden, yalan olduğunu bildiği hal de bir hadis naklederse kendisi de yalancılar dan birisidir." buyurdu.
(Semure radiyallahu anh'dan ; Müslim ve Tirmizî.)

İbnu'z-Zübeyr radiyailahu anh'dan: Babama dedim ki; "Falan, falanın Pey gamber sallallahu aleyhi ve sellem'den hadis naklettikleri gibi neden sen de (çok) nakletmi yorsun?"
Şu cevabı verdi: "Ben müslüman olduğum günden beri O'nun yanından hiç ayrılmadım; ancak şöyle buyurduğunu duydum: «Kim benim adıma ya lan uydurup söylerse, cehennemdeki oturağı nı hazırlasın!."
(Buhârî ve Ebû Dâvud.)

Câbir radiyallahu anh'dan; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim benden kendisine ulaşan hadisi yalanlarsa, üç şeyi yalanlamış olur: Allah'ı, Resûlünü ve o hadisi rivayet edeni."
(Taberânî, el-Mu' cemu' l-Evsat'ta.)

Enes radiyailahu anh'dan: “Size çok hadis rivayet etmemden beni alı koyan, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in şu sözüdür: "Kim kasden (benim demediğimi dedi, diye) bana karşı yalan söy lerse, ateşteki yerini hazırlasın!" buyurdu.
(Müslim)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Benim adıma yalan söylemeyin! Kim be nim adıma yalan söylerse, ateşe girer." buyurdu.
(İmam Ali kerremallahu vechehuden; Buhârî, Müslim ve Tirmizî.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bana karşı (demediğimi dedi diye) yalan uydurmak, herhangi biri adına yalan söyle mek gibi değildir. Kim benim adıma yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın!" buyurdu.
(Mugîre (bin Şu'be) radiyailahu anh'dan ; Buhârî. Müslim ve Tirmizî.)

Yoksa Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin hayatı İslam Dininin uygulamsıdır, Kur'ÂN-ı Kerîmin fiilen yaşanmasıdır ve Sahih Hadis-i Şeriflerce bize ULAŞmıştır hamd olsun!.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah, benim sözümü işitip de benden işittiği gibi (başkasına) tebliğ eden kişinin yüzünü ağartsın.” buyurdu.
(Tirmizî 2795, İbni Mace 232)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “(Veda Hutbesi’nde)Sizden burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin.” buyurdu.
(Buhârî 4096, Müslim 1679/29)

Zâten sahabelerin şu durumu bize bunu haber vermektedir:

Hemmâm b. Münebbih radıyalahu anh’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Hüreyre’nin şöyle söylediğini işittim: “Rasûlullah (aleyhisselâm)’ın ashabından hiçbir kimse benim kadar hadis rivâyet etmiş değildir. Ancak Abdullah b. Amr bunun dışındadır çünkü o yazıyordu ben ise yazmıyordum.”
(Buhârî, İlim: 17; Dârimî, Mukaddime: 27) (Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Vehb b. Münebbih, Hemmam b. Münebbih’in kardeşidir.)

Hadisi şerifler için insanların neler yapacağını ve nasıl fitne olacağını bildiği için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin buyrukları vardır.
Rüşd ve Gayy, Doğruluk ve Azgınlık Yolunu Kur'ÂN-ı Kerîde açıkça görüyoruz..
Eğer doğrular, Rüşd Yolunu, Reşad /Hak yolda yürümek Yolunu görürlerse, Gayy- Azgınlık Yolunu yol edinmezler..

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
"Lâ ikrâhe fî’d- dîni kad tebeyyener ruşdu mine’l- gayy (gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urveti’l- vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm (alîmun).: Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.” (Bakara 2/256)

ALLAHu zü’l- CeLÂL korusun ki eğer ham akıllı nefs,Kibirlenerek İblis Elbisesin giyip Gayy- Azgınlık Yolunu tutarsa hüsrandadır ebeden.

سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الرُّشْدِ لاَ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ
"Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fî’- ardı bi gayri’l- hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîle’r- ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebile’l- gayyi yettehızûhu sebîlâ (sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn (gâfilîne).: Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.” (Â’raâf 7/146)

AYNı NOKTAdan terse, yâni sağa ve sola giden gidişler.. Açı kanatları gibi gittikçe uzaklaşır Haktan ve Hayrdan..
Buradaki RÜŞD ve GAYYa dikkat edelim!. Rüşd SALLa gidiş hazırlığıdır.. Bu yola onlar çıkar ki İSLÂMŞartları taşrlar.. Hür olacak, bedeni ve aklı rüşde erecek, tebliği duyacak.. Müslüman olmak için şartlar bellidir biliyorsunuz..
Gayyı ise, bu şartların olmayışıdır, uymayışıdır ya da, varısa da yok kabul ediştir.. “Bende bu şartlar yok!” diyor.. “Reşid/ Hakka ve Hayra Ergin, olgun değilim!.” diyor yâni..

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle ilgili pek çok âyet vardır biliyorsunuz.. İlahî, Resûlî ve Nebevî Hizmetlerim için sizden bir ücret istemiyorum Ehl-i Beytime sevgiden başka, benim ücretim ALLAHa aittir..

Kur'ân-ı Kerim ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ÜMMetini Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâma karşı davranışta açıkça uyarmıştır:

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Resim---“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren illel meveddete fîl kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ(husnen), innellâhe gafûrun şekûr(şekûrun): İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.”
(Şûrâ 42/23)

Nitekim bazı hadislerde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu konuya değinmekte ve Ehl-i Beyt’e karsı nasıl davranılması gerektiği konusunun ipuçlarını vermektedir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yakınları için buyrukları:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Birbirleri ile konuşurlar da benim Ehl-i Beyt’imden bir adamı görünce konuşmalarını kesen kavimlerin (bu) durumu nedir? Allah’a yemin ederim ki Allah için ve bana yakınlıkları için onları (Ehl-i Beytim’i) sevmedikçe kisinin kalbine iman girmez” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Sünen, tah. Muhammad Fuâd Abdu’l-Bâkî, Dâru’l-Fikir, Beyrut ts, I, 50.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Nimetleriyle sizi beslediği için Allah’ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Sünen, tah. Ahmed Muhammed Sâkur vd., Dâru hayâu’t-Turâsi’l- Arabî, Beyrut ts, V, 664.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hasan aleyhi's-selâm ve Hüseyin aleyhi’s-selâm’in elinden tutmuş ve: “Kim beni, bu iki çocuğu, bunların babalarını ve annelerini severse kıyamet günü yüksek derecelerle benimle birlikte olacaktır.” buyurmuştur.

(Tirmizî, Sünen, V, 656.)

Bu Hılkıyyet sadece Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme aittir. Ve Bizedüşen işise,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ahlâkıyla ki, ALLAHu zü’l- CeLÂL’nin hılkıyyet ahlâkıyla tezyin olmaktır..

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
---"Ve inneke le alâ hulukın azîm (azîmin).: Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4)

Ve ALLAHu zü’l- CeLÂLin hükmü Peygamber aleyhumusselâm için dahi değişmez ana kuraldır;

يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
"Yâ dâvûdu innâ cealnâke halîfeten fî’l- ardı fahkum beynen nâsi bi’l- hakkı ve lâ tettebii’l- hevâ fe yudılleke an sebîlillâhi, innellezîne yadıllûne an sebîlillâhi lehum azâbun şedîdun bi mâ nesû yevme’l- hisâb (hisâbi).: Ey Dâvud! Muhakkak ki Biz, seni yeryüzünün halifesi kıldık. Bunun için insanlar arasında hak ile hükmet! Ve hevaya (nefse) tâbî olma! Aksi halde seni, Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli azap vardır.” (Sâd 38/26)

Biz, sohbetlerimizde sık sık diyoruz ki “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Adına, Hesabına ve Şerefine Hasbi Hizmet edelim!.Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem cömerttir, bütün malı bizimdir fakat, bir zerresine kendi adımıza sahib çıkarsak hain oluruz ALLAH korusun!.” diye sürekli ikâz ediyoruz.. Hem kendimizi hem de kardeşlerimizi.. Çünkü bu yük çok ağırdır..
Yâni burdaki hevâ, görünüş hüviyetini kendine maal etmektir.. heves hevâ kendi ilâhlığıdır ve aslında kendi ilâhlık da gizli şirktir.. Yâni Nefs-i Emmârenin gizli şirkidir.. Akıl MuhaMMedî Hakikat Rüşdüne ermediği için bunu yapar mecburen.. kendisi, aklı kendisini götürür oraya.. Naklini BİLip-BULmamış Akıl çiğ olduğu için, çocuk kaldığı için ne yaptığını bilmez!. Çocuğun eline bir tabanca verseniz, önce kendini vurur, vurabilir çünkü bilmiyor sonucunu.. Yâni ergin değil..

Onun için de zâten deminde söyledim.. bu Dünya hayatına kapılıp Gafle-Cehâlet-Dalalet-İhânet Uykusunda olan insanların hatta Müslümanların bir hakları var Biz MuhaMMedî Melâmî Hasbî Hizmetçileri üzerimizde ki, onları zom uykularından UYANdırmak kemâle erdirmekte..
Uyuyanları uyandırmada, aklı hastası gibi olanları düzlüğe çıkarmada da diğer insanların üzerinde bir hakları vardır.. Bunlar, Kur’ÂN-ı Kerîmdeki o hevâ ve heves ters düşmeler.. bu rüşd ve tuğyan edişler.. Dalal DALL ve SALL Sahibi oluşlar Kur’ÂN-ı Kerîmde çokça geçer.. Tuğyanda ve Dalalde kalmayı, Haddi aşmak olarak, RABBi inkar etmek olarak görmüştür ALLAHu zü’L- CeLÂL, kim ki, RABBinin makamından korkar ve hevâsından nefsini nehyederse, onlar şimdi şu ÂNda CÂNda CÂNÂN CeNNetleri Hazır ve huzurdadır..

وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى
"Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehân nefse ani’l- hevâ.: Ve fakat, kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini heveslerinden nehyetmiş ise (heveslerine uymamışsa).” (Nâziât 79/40)

فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
"Fe inne’l- cennete hiye’l- me’vâ.: O taktirde, muhakkak ki cennet, o, barınacak yerdir.” (Nâziât 79/41)

“Kim ki RABBinin Makamından korkarsa” dikkat ediyorsunuz ki, RABBinin Makamı göklerde mi?. Hâşâ..
Peki mekândan münezzeh bir adres var mı?. Var!.. “Nerde?.” “Şah Damarınızdan da AKREB-AKRABa-Yakın..

MERKEZ-de.. ->AKRAB.. ->RABB’ı!.. -> HABLi’l- VERîD-in ->ÇİZiYORr!.:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Resim---
“Ve le kad halakne’l- insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu AKRABu ileyhi min HABLİ’l- VERîD :Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)


“KüLLî ŞEY-in MUHİT” ->A L L A H ->KüLlî ŞEY'in YUTuyor!..:

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---
“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır.” (Nisâ 4/126)

“ENâ!.” >“BEN ALLAH’ım!.” “feyeKÛN >sİZ”i:

“EnALLAH!”:

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---
“İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” (TâHâ 20/14)

“feyeKÛN”:

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---
“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yâsîn 36/82)

Ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem açıkça İzini gösteriyor.:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsini Tanıyan-Bilen, RABBini Tanır-BİLir ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

İşte bu, insanın kendisini tanımada önemli bir işâret ve İP uUCUdur.. Neden neyi men ediyor dikkat ediyor musunuz, neyi nehy ediyor kendinin hüviyetinden kimin hüviyetini istiyor..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
"İn huve illâ vahyun yûhâ.: O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.” (Necm 53/4)

İn huve illâ vahyun yûhâ..
el Huve.. Lâ huve illâ hüve.. O’ndan başka O yoktur.. “bir de sen çıkma ortaya” diyor.. Kendini hüviyetini çıkarmıyor nehyediyor. Çünkü hüviyet, ALLAH celle celâlihunun hüyetidir, RABBın hüyetidir. ASLın hüyetidir. Resmin hüviyeti olmaz, Ressamın hüviyeti olur.. sen, resme de ressam mı diyeceksin?. yahutta Ressamın resmini yapıp “işte bu mu Ressam!” diyeceksin.. Böyle yapsan bile bu resim puttur.. İşte burdaki öenemli iş, buna dikkat etmek için söylüyorum “gizli şirk nedir ya Resûlullah?” dendiğinde ne buyuruyor, Ebubekir radiyallahu anha soruyor galiba..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “gizli şirk, gece karanlığında düz bir taş üzerinde karıncanın yürümesinden daha gizlidir.” buyurmuştur.
(Tirmizî; hâkim ve Ebû Nuaym)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ümmetimde şirk, düz taş üzerinde yürüyen karıncanın ayak sesinden daha gizlidir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, 2/1408.)

İbni Abbas radiyallahu anhuda diyor ki: Allah’a denk tutmak şirk’tir ve bu şirk karanlık bir gecede, kara taşın üstündeki karıncanın kıpırdamasından daha gizlidir. “

O öyle bir şeydir ki kapkaranlık gecede kapkaranlık bir mermerin ya da taşın üzerinde kapkara bir zerrenin ki, zerre en küçük karınca demektir bir anlamda, onun içinde öyledir zerre kadar bir karıncanın yürüdüğünü göremediğiniz gibi gizli şirki göremezsiniz.. yâni insan aklı, o kadar kurnaz o kadar öyle halk edilmiş ki, zaman ister Beden Terbiyesi, Nefis Tezkiyesi, Kalb Tasfiyesi, Rûh Tecliyesi… Aslında hepisi onun yapısındadır onu unutmamak lâzım.. Beden Nefis Kalb Ruh dediğimizin tümü akılda yapılmaktadır bana göre.. ne zaman?. “nefsun mutmainne” olduğu anda devreye, NURuLLAH-NAKLi artık girmiştir, tam girmiştir. Çünkü direk Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden alış verip yapmaya başlar artık.. Benim inancıma göre İnşâeALLAH artık Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden ayrılmaz-ayrılamaz-gerek görmez.. yâni İnşâeALLAH..

“İn huve illâ vahyun yûhâ” Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem nutkundan konuşmaz da nerden konuşur?. “in” ancak.. in huve illâ in illâ ne demek? ancak ve ancak O, Huve kimmiş? O hüviyet “vahyun yûhâ” vaydedilen vahiydir.. yuha, vahiy ilham ALLAHtan ilham almak desek iyi de içerdeki hayy yâni vahiydeki de hayy, yuha daki ne hayy o?. yâni vahyedilen vahiy?. ben diyorum ki işte “hay”in vücuda gelişidir VaHY-vayih.. ister ALLAHu zü’L- CeLÂLdaki bir elhamdulullâhirRABBil âlemin sözünün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sesinden hayatından “hay”a gelişi olsun, ister bir çocuğun doğumu olsun ne fark eder.. ister bir yağmurun yağmurlaması olsun.. isterse bir çocuğun doğumlaması olsun.. ister bir âyet okunsun hepsi bu hayyın hayy olan Yaşayış Hakikâtı demektir.. Hayy, yaşanan bir hakikâttır, HAYY OLmak budur bizim bildiğimiz.. Canlılık, üremek vs…
Vahiy, Kelâmullahın kelâm-ı Resûlullaha ve bizim Kur’ÂN-ı Kerîmimize dönüşü bir “hayy”dır Manevî Dirilik sebebidir, nakildir. çünkü şunu diyorum düşünüyorum maddîyatta da böyledir maddîyatta da böyledir bu.. haya geliş hüviyet “vahyun yûhâ” vahyedilen bir vahiydir her an vahyedilen bir vahiydir..

Barbaros: Hocam vahyun kelimesinin ordaki un çoğul eki değil mi vahiyler gibi yoksa başka bir şey mi?.

Kulihvani: Vahiy o öylece yapılan bir vahiydir yâni vahyun bir vahiydir tek vahiydir yâni vahyun bir vahiydir o şeyin çoğun anlamında değildir. kâlemen tek, kâlemen dersin. Burda vahyen diyemezsin vahyun dersin o çoğul olarak değil güzelim öyle bir vahiydir ki yuha vahyediliyor anlamında o öyle bir vahiydir ki “in huve illâ”.. o var ya o, ancak ve ancak o öyle bir vahiydir ki, nasıl vahiydir?. Yuha, vahiy ediliyor.. ancak birisi vahyediliyor kim vahyediyor? O vahyediyor.. aslında “ye” kim O, ALLAH vahyediyor vahyeden vahyediyor vahyolunur vahyederim o sadece bir vahiydir vahyediyorum vahyediyorsun değil diyor.. vahyolunur kim tarafından vahyolunur, geniş zaman kullanıyor.. yuha “yu”yla geniş zaman, her zaman vahyolunur..

Onun için sesli demiyorum da sesli düşünüyorum.. diyorum ki her an okuduğumuz Fatiha her an Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem RABBul âleminin Rahmetenlil âlemine yağdırdığı, gönderdiği bulutlardan yağan bir rahmet gibidir Kur'ÂN-ı Kerîm.. her okuduğumuz Fatiha her ÂN yeni yaratılandır diyorum.. çünkü her ÂN yaratış sürmektedir, her ÂN ALLAHu zü’L- CeLÂL, El Hayydır, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haydır.. “çünkü okuduğumuz Kur’ÂN-ı Kerîm vahiyliğini terk etmiş değil” diyorum yâni “vahyolunur” diyorum.. çünkü vahyolundu bitti demiyor ne söylüyeceksek söyledik Resûlullah sallallahu aleyhi vesseleme matbaya verdi bastırdı size gönderdi değil.. vahyolunur buyuruyor..Biz Kur’ÂN-ı Kerîmi biz tercüme etmiyoruz hâşâ.. zâten bütün tefsirler böyle başka diyemez ki yuhaya “vahyetti” diyemez “vahyedecek” de diyemez “vahyolunur” der.. “ne zemân vahyolunur?” desen “her zaman vahyolunur” demek zorundadır, geniş zaman onu demek istiyorum..

Öyle bir şeydir bu.. çünkü kesinti olmaz. Kesinti olmaz “O’nun kelâmı yâni nutku ancak vahiydir” buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLÂL.. orda Hüve, Kur’ÂN-ı Kerîm o bahsedilen hüviyeti olan vahyin anası yâni hüve olan Kur’ÂN-ı Kerîm, vahyolunan vahyedilenden başka bir şey değildir vahyolunuyor biliyorsunuz.. yine bir şâir sözü felan değildir vediğerleri

إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
" İnnehu le kavlu resûlun kerîmin.: Muhakkak ki o, gerçekten Kerim Resûl’ün sözüdür.” (Hâkka 69/40)

وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلًا مَا تُؤْمِنُونَ
"Ve mâ huve bi kavli şâirin, kalîlin mâ tu’minûn (tu’minûne).: O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az îmân ediyorsunuz?” (Hâkka 69/41)

وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ
"Ve lâ bi kavli kâhinin, kalîlen mâ tezekkerûn (tezekkerûne).: Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz?” (Hâkka 69/42)

تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
"Tenzîlun min rabbi’l- âlemin (âlemîne).: Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” (Hâkka 69/43)

Ne kadar az inanıyorsunuz.. kahin sözü de değildir ne kadar az düşünüyorsunuz.. bunlar hep Kur’ÂN-ı Kerîm için, vahiy için buyrulan şeyler kısacası vahiyden.. Biliyorsunuz ben söyledim Kur’ÂN-ı Kerîm ve Sünnet Resûlullah salllallahu aleyhi ve sellemin buyurduğu her şey.. yeter ki kaynak sağlam olsun.. kaynaktan niye korkuyorum?. kaynaktan şundan korkuyorum, kaynaklarımızda sorun var... geçmişten beri biliyorsunuz ikiye bölünmüştür İslâm Dini.. Dünyada bir tarafa bakarsınız hiç EhL-i Beyt aleyhumusselâm hadisi yoktur.. diğer tarafa bakarsınız Ehl-i Beytten başka hadis kabul etmez.. arada olan ise, bize olur olanlar.. yâni arar dururuz orda ne dedi burda ne dedi diye.. bu ise, cidden câhilce ırkçı büyük bir acıdır çok çok ayıptır yâni.. birileri çıksa da doğruları ayıklasa diye çok isterim.. mesela Şiî kaynaklı hadisler vardır çok doğrudur.. taa o zaman bile Şia yazıyor alta felan.. tarihte Şia endişesi vardır diye, şia şia şia.. O Hadiisçi de diyor ki dâimâ işte onda efendim Şiâ endişesi vardır, karşı taraf Emevî endişesi vardır gibi hep böyle endişelerle.. halbuki çoğu Hasanı Basri kaddesallahu sırrahu Hazretleri, Caferi Sadık kaddesallahu sırrahu Hazretleriyle ve hadis imamlarla beraber yaşamışlardır hadis imamlarıyla birlikte yaşamışlardır ve Hasanı Basri kaddesallahu sırrahu Hazretleri Resûlullah salllallahu aleyhi ve sellemin mübârek dilini emmiştir.. Yani hiç mi hadis duymamıştır da bir tarafta rivâyeti yok.. yâni öyle muazzam bir âlim Caferi Sadık kaddesallahu sırrahu Hazretleri.. Neden Hadis İmamlarımız ondan alamamışlardır hadislerini.. çünkü, alsalar Emevi Krallarınca öldürüleceklerdir ve de çokça öldürülmüştür..

Nitekim Hadis İmamımız Nesaî kaddesallahu sırrahu “Hazreti Ali’nin Faziletleri Hadisi Kitabı”nı yazdıktan sonra Şam'a götrülmüş. Muaviye: “Benim için de birfazilet hadisi kitabı yaz!” dediğinde
Nesaî: “Senin için bulabildiğim tek hadis sen yemek yemekteyken seni Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem çağırtmış sen de: “yemek yemekteyim!” deyince seninin için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Doymayasıca!.” Buyurmuştur. Demiş ama sonuç feci olmuşş..

Öyle bir zaman ki, bir hafta dövülmüş sonunda birileri Medineye kaçırırken yarı yolda şehid olmuştur.. bu çok zalimlik olmuştur ve büyükçe zarar görmüştür İslam Dini bundan..
ve hâlâ Bağdatta namazdayken birbirlerini bombalamakta ve sonra da şehid vs. demektler oysa kâfirlerin tekidirler..

İnşâeALLAH bir zaman gelir ki, İslah ve İflah olur İslâm Dini Mensubları ALLAHu zü’L- CeLÂLdaki izniyle..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Peki nasıl vahiy olunur, bu nasıl vahiy olunur..

عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى
"Allemehu şedîdu’l- kuvâ.: Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrâil)” (Necm 53/5)

Allemehu.. öğretti ona şedîdu’l- kuvâ.. şiddetli bir kuvve ona öğretti.. kavi, yâni kavi ne demek?. vücuda geliş.. kuvve zâhir ve bâtın vücuda geliş kuvveti.. burada çok önemli bir şey var bakın ALLAHu zü’L- CeLÂLin zâtındaki bir “elhamdulillahi RABBul âlemin” kağıdın üzerine geçecek, kağıdın üzerine geçecek.. yâni ALLAHu zü’L- CeLÂLin Nurundan bir elma yaratılacak.. elma olacak, kuş olacak, taş olacak.. yâni demek istiyorum ki, böyle bir geliş silsilesinde.. bunu başka türlü anlatış ne anlaşılabilir.. ne anlaşılır, ne de doğru olabilir.. hâşâ zar attık da yazı tura çıktı ortaya felan.. bunları âyetlerle, “ALLAHunurissemâvâtı velard”la bir uyuştur bakıyım.. gör yazı turayı bakayım.. yâni doğruya doğru gitmek artık gerekli demek istiyorum.. ama şirkten korunarak, küfürden korunarak, Kur’ÂN-ı Kerîmı kerim ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sadık kalınarak ve dosdoğru bir şekilde gitmek lâzım..

"Allemehu şedîdu’l- kuvâ”
Şedîd/şiddetli, çok kuvvetli, üstün güç sahibi..
El kuvâ/ kudretli, kuvvetli..
şiddetli bir kuvveler ona öğretti bunu.. zâhir ve bâtın ortaya çıkış-mevCÛD OLuş kuvveleri.. kuvvetin ve enerjinin de ötesinde.. yâni kuvvetin de enerjinin de ötesinde bir oluşum var burada.. çok şiddetli yâni şiddetten kasıt yine aynı şekilde zâhir ve bâtın şiddetinin şu ana çıkışı.. yine çok şiddetli yâni yanardağ patlaması gibi olmayan bir şey çıkması anlamındadır.. bunu yapan bu şiddetli kuvve, Cebrâil aleyhisselâm mıdır?. öğreten Cebrâil aleyhisselâmsa Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Nurundan yaratılmıştır.. efendim nedir, ALLAHu zü’L- CeLÂL ile Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin arasında “ALLAH celle celâlihu, doğrudan doğruya öğretti” de dense ne olur?.
Bunu ALLAHu zü’L- CeLÂL kendisi cevâblandırıyor..

الرَّحْمَنُ
"Er rahmân (rahmânu).: (O) Rahman’dır.” (Rahmân 55/1)

عَلَّمَ الْقُرْآنَ
"Alleme’l- kur’ân (kur’âne).: Kur’ân’ı, O öğretti.” (Rahmân 55/2)

Er RahmÂN alleme’l- Kur’ÂN” er RahmÂN olan ALLAH celle celâlihu, “allame’l- Kur’ÂN” ı öğretti buyuruyor.. neden “er RahmÂN” buyuruyor da “ALLAH celle celâlihu” buyurmuyor?. çünkü Uluhiyet.. Uluhiyet öyle şeye yanaşmaz.. yâni ZÂTuLLAH yanaştırılamaz.. ZÂT’ın sıfatı girer araya..
Güneşin yüzey sıcaklığı 5500 °C ve çekirdeğinin sıcaklığıysa 15,6 milyon °C'dir. yâni kim girip de ölçecekmiş onu ki!?. o zaman sıfat girer.. güneşin ne bileyim ben ikiyüz kilometre berisine vardık da ölçtük işte şu kadar bin santigırat derece gibi sıfatlar girer dışındaki..
o zaman er RahmÂN sıfatı, RahmÂNiyetin..

الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
"Er rahmânu alâl arşistevâ.: Rahmân arşın üzerine istiva etti.” (TâHâ 20/5)

Er rahmânu alâl arşistevâ.. Er rahmân alleme’l- kur’ân.. RahmÂNiyet Sıfatının kullanışına dikkat etmek lâzım.. çünkü üçüncü sıfattır biliyorsunuz.. Elhamdulillahi Uluhiyet.. ilâ RABBi’l- âlemin Rububiyet.. er RahmÂNı, RahmÂNiyet.. er Rahîmi, Rahîmiyet.. Mâlikiyevmiddin, Mülkiyettir..

İşte bu sıfata dikkat etmemiz gerekiyor.. yine Kur'ÂN-ı Kerîmde;

قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
"Kul nezzelehu rûhu’l- kudusi min rabbike bi’l- hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ li’l- muslimîn (muslimîne).: De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur'an'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indirmiştir." (Nahl 16/102)

Âyetdeki O’nu, Rûhu’l- kudus, RABBinden hak ve gereğince indirdi. “ve huden ve buşrâ li’l- muslimîn”..
tâbi anlayamıyorum.. yâni ne dedik çünkü kul, de ki nezzelehu onu indirdi Rûhu’l- kudus indirdi.. min rabbike min rabbike bi’l- hakkı, RABBinden hakk ile.. “li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ li’l- muslimîn”
sabit kıldı, sabitledi yâni iman edenlere.. ve huda ve büşrâ, müslümanlara bir hidâyet ve müjde olarak.. büşrâ yâni öyle açık müslümanlara böyle bir âyet indirmiştir.. şunu söylemek istiyorum ki, burda Cebrâil aleyhisselâm açıkça bir sıfat gibi gözüküyor.. sıfat gibi gözüküyor da, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ne gözüküyor?. Nurundan yaratılan nur.. bütün sistem O’un Nûrundan yaratıldı, rahmetenli’l –âlemindir, huluku’l- azîmdir..

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
"Ve inneke le alâ hulukın azîm (azîmin).: Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem 68/4)

huluku’l- azîm ne demek?. Huluk, halk ediştir.. en azîm hulk ediştir, ahlâk diye tercüme ediyoruz.. huluktur ordaki kelime, halk ediş kelimesidir.. efendim insanın ahlâkı, halkedilişi üzere olacakmış buna ahlâk diyelim.. diyelim de, huluk kelimesi yalnız burda azîm, en azîmdir MuhaMMed aleyhisselâma zimmettir.. işte bu güzellikleri iyi takib etmemiz lâzım Barbaros.. çünkü zamanla çıkacak o Meleküt Âlemi ortaya bu.. kendine çıkacak.. yâni Kur’ÂN-ı Kerîmı kendi içinde sökülür demek istiyorum.. evet o zaman yâni Cebrâil aleyhisselâm öğretti buyururdu ALLAHu zü’L- CeLÂL.. dikkat etmek lâzım Ruhu’l- Kudus, Kudsî Ruh..
Ruh, Emr Âlemindendir ve herkese geliyor..

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
"Ve yes’elûneke ani’r- rûhı, kuli’r- rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.” (İsrâ 17/85)

“Rûhu’l- kudus” buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLÂL ki, Cebrâil de buyururdu.. “Şedîdu’l- kuvâ” buyuruyor, Cebrâil aleyhisselâm buyururdu.. "Er rahmân alleme’l- kur’ân, er RahmÂN öğretti” buyuruyor, “Cebrâil as öğretti” buyururdu..
yâni öyle değil demiyorum, ama demek istiyorum ki, “öyle doğrudan doğruya yüklemelere de kelimelere de biraz bakalım” diyorum..


ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى
"Zû mirratin, festevâ.: (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.” (Necm 53/6)

Zû/sahib.. mirrat/kuvvetli, azamet sahibi.. festevâ, seviyeledi.. mirrat, meriyet sahibidir.. festevâ, seviyeledi.. burda zu mirretin, mirret sahibi olmak işte bu.. kuvvetliydi, akıl bakımından kemâle ermişti, güzel huydu, bir taneydi her şey söylenibilir.. ama bir başka şey var yalnız “mim, ra” var orda Rububuiyetin MuhaMMedî yansıması sözkonusudur.. öyle midir?. ben öyle görüyorum.. festevâ seyilenmesi de lâzım mıdır?.. lâzımdır ki, ALLAHu zü’L- CeLÂLin sözünün peygamber aleyhisselâtü vesselâmda ses-söz haline dönmesi için, Rububiyetin Rusûliyyette MuhaMMedî Seviyelenmesi.. Rububiyetin sıfattan esmâya geçişleri olmayacak mı?.. bu bir mer’î/görünür olan, gözle görülen olan bir şey değil mi, fiilen olmadı mı, gerçek değil mi hâşâ?. Gerçek festevâ seviyelenmesi, tâbi ki seviyelenmesi söz konusu başka nasıl olacaktı yâni.. hâşâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir rüyâda mı gördü.. yâni hayal mi etti hâşâ..

“Zû mirratin, festevâ”
bir mirret sahibi, kuvvet olarak mirreyi alıyor, tamam kuvvet olsun da, festavâ istiva etti, toplandı..
evet izâta zorluk var zorluk.. evirip çevirip kekelemek durumunda kalınmakta.. âyetler, kelimeler çok kısa.. diyorum ya çok zor bir Sûre Necm diye..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

“fe tedellâ”, tedelli etti.. Başka bir öncesine baksak.. Râdiyeten, yaklaştı.. Merdiyeten, tedelli etti.. Aynı şeyleri çeşitli safhalarda görmek mümkün.. zâten duyurmakta tekrar görecek dediği de bu “denâ” ve “tedelli”yi görüyoruz.. yâni çeşitli aşamalarda görüyoruz burada.. Zâhire yormaya mümkün olmayan hadisler var Buharî’de..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAHu Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: “Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim. O , beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım, o bana bir zira' yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim!." buyurdu.
(Buharî, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizi, Da'avat 142, (3598))

Ve yine,

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma taleb etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem!."
(Buhârî, Rikak 38.)

Bunlar müteşabih/mânası açık olmayan hadis ki, neyle yorumlayacaksın onu.. oysa sahih hadislerdir bunlar.. ve tüm bunlar mânâ hadisleridir..
Denâ, yaklaşımlardır.. fe tedâlla, ALLAHu zü’L- CeLÂLe tedelli ediştir.. naz niyazdır yâni.. dahası var bunun için dahası var ben anlıyorum ki ne ilk çemberden son dâireden merkeze uçuş var.. yâni o işte bu oraya yaklaşma.. bakın yaklaştı da ne kadar yaklaştı?.

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
"Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.: Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.” (Necm 53/9)

Fe kâne, oldu.. bakın KÛN feye KÛN a bakın.. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.. kâbe kavseyn oldu.. veya ednâ.. “denâ”ydı ya, “ednâ” oldui en yakın..
Şimdi şahdamarımızdan da yakın/AKREB ile, en yakın arasında ne görüyorsunuz?.
“O’nun kabı, kavsu, dosdoğrusu? kavis oldu, çember-dâire oldu” dese var y O’nun doğrusundan dâire oldu dese kıyamet kopar.. kavs oldu aynen ben onu Kâbe’deki saflara benzetiyorum ve hep söylüyorum câmideki bu gün imam yine söyledi “safları dosdoğru yapın!” dedi.
Kâbe’deki İmam de diyor: “Sütuvvv!” ki, “SEVİYE”leyin yani Kâbe etrafına içiçe dâireleryapın saf olarak..
“Dosdoğru yapın!.” de bakıyım bi.. herkes Kâbe’nin her yüzündeki gibi kare çizsinde göreyim seni.. onun için 360 derece dâire yapar SEVİYEle diyor çünkü.. “dosdoğru ol!” demiyor.. dosdoğru olamazsın orada.. Kâbe, kavseyn yeri.. orası Kâbe, orada “kavs-kaviss” yapılır..

İşte burada bizim kabımız, kimin kabı şahdamarımızdan yakın olanın kabı.. kavs; beden, nefis, kalb, ruh vardı.. onlar gibi kavs olsa kavsın kendi şeyi vardır “sin” görüntüyün kudretini kullanmandır.. yâni “SUyun TESTİsi BUZdanmış” gibi.. ALLAHu nuru’s- semâvâtı ve’l- ard..
Şahdamarından da yakın, doğrudur fakat ALLAHu nuru’s- semâvâtı ve’l- ard ki, her şey O’nun NURudurun izâhı var burada, kavseyn gibi ve bu incelik bu “kablık” var ya..

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا
"Ve kevâıbe etrâbâ(etrâben).” (Nebe 78/33)

وَكَأْسًا دِهَاقًا
"Ve ke’sen dihâkâ(dihâkan).” (Nebe 78/34)

Ve kevâıbe etrâbâ, eğer kim ki kabını toprak ederse, kendi benlik kabını, yâni benlik kişilik kabını toprak ederse, un-ufak ederse, elerse elde bir şey kalmazsa..

Ve ke’sen dihâkâ, onun kâsesi HaKk dolar.. ben yazmışım oraya köpek içse ALLAH keser, HaKk keser gibi yazmışım..
Çünkü kâse, testi.. Buzdan testi erir akar.. yâni bu “kâbe kavseyn”de böyle bir kelime.. bu HÂLdir kuru lafa gelmez.. Barborus ben sadece bir zevk olsun diye, aklınızda kalsın diye kendi zevkimi paylaştım..
Bunu anlatmıştım size:
“Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! ŞERİAT TARİKÂT MÂRİFET HAKİKÂT hepsi birbirine karıştı.. benise bir şey anlamıyorum!.”
Bunu dediğimz zaman işte “Hakikât-ı ahvâlim, Hâllerimin Hakikatıdır” buyurduğunda ben: “Kâbe kavseyn” gibi mi?. “Neam, evet!” buyurunca ben: “O da bana lâzım değil!.” Dedim..
Benim işim değil böyle bir şeyle hâlle hâllenmek bunu yaşamak vs.. Düşünmek?. Nerede düşünürüm?. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yüreğine girebilirsem ve onda yaşarsam yaşarım. Kendi başıma bu işin içinde değilim yâni..
Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi; BİLip BULup yüreğinde OLmadan bunun olmayacağına-YAŞAnmayacağına inananlardanım..

Yâni ALLAH celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme;
TESLİM OLmadan,
İman ETmeden
Tâbi OLmadan ve
İtâat etmeden YAŞAnması imkânsızdır..

Yoksa falezlerin tepesinden atlayarak “ben de yüzer giderim” diyen intiharcılardan değil..
Onun için diyorum gavs, yay demektir biliyorsunuz.. burada şeyi vardır râdıyeten merdiyeten vardır.. aykırı gibi gözüken bu söz doğru bir sözdür Barbaros.. Resimle Ressam öyle aykırı uçlardaki vasıfları birbirinden tamamen uçtur.. fakat bunlar gavs olması lâzım muhakkak bir ara kesiti olması lâzım.. İki şey varsa, bir ara kesiti var değil mi?. iki şey var ise ara kesit olur.. onun için ALLAHuâlem ALLAHu zü’L- CeLÂLi insana yüklememek için, insanlaştırmamak için araya bir kaynak atar gibi Cebrâil aleyhisselâm atılıyor gibi geliyor.. yâni Meleküt öyle melekeler efendim melek kendi resim yapmıyor “oku” felan filân diyoruz ya öyle bir şey gibi.. ben de geçiştiriyorum farkındaysanız.. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ, iki yay kadar yahut daha da yakın olduğu.. şimdi ne buyuruyor?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى
"Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ.: Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti.” (Necm 53/10)

Fe evhâ.. böylece-hemence vahyetti.. ilâ abdihî kuluna.. mâ evhâ vahyettiğini.. mâ evhâ RABBul âlemin küllî şeye Kadîr olan ALLAHu zü’L- CeLÂL.. ALLAHu zü’L- CeLÂL RABBu’l- âlemindir..

Gnümüzde artık çocukluk devri çoktan geçti.. insanlar korkar diye ya da resimden, şundan bundan felan, ottan çöptenilah edinir diye.. bir Rab arama devri çoktan geçti.. doğrudan kendi nefsilerini edinmekteler..
mâ evhâ..vahyettiğini kuluna vahyetti.. kabe kavseyn ev edna oldu vahyettinğini vahyetti kuluna.. vahyettiği neyse onu vahyetti.. tâbi zor bunlar.. Cebrâil aleyhisselâm ile Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin arası ikiye ayrıldı az mesafe kaldı sonra kuluna vahyetti.. vahyetti kuluna diyeceğini nasıl diyor yâni vahyeden kim o?. bunlar Cebrâil aleyhisselâmın ne olduğunun ya da kim ne olduğunun daha ortaya çıkmamasından doğan sorundur.. sorun değil de tüm bunlar hep gizli de kalmıştır.. melek, bedeni ve nefsi olmayan bir mevhum kalb ve ruh bölgesi gibi, o bölgeler gibi yâni en az bu tarafta olan bir şey..

ama kalbi bir yapış,ı kalbî bir oluş var.. burada bahsedilen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem olmasına olmakla beraber bizim tekemmülde insanlık tekemmülü, nefis tekemümülümüzde her namazda Fatiha okuyorum Kur'ÂN-ı Kerîm okuruyoruz.. Biz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile olmak üzere emredilmişiz..

Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’e beraber TESLİM OLmaya,
Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’e beraber İMAN ETmeye,
Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’e beraber TÂBİ OLmaya,,
Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’e beraber İTÂAT Etmeye EMR OLunmuşuz..

Şimdi bana vahiy gelsin demiyorum hâşâ!. Ama bunlar bizim duyumlarımız şah damarımızdan yakından duymazsak nasıl uyacağız peki?. bizim ne zaman şehâdetimiz gerçek olacak.. namazı niyazı demiyorum hadi onları geçiştirdik.. şehâdet çok önemli bir şey.. çünkü; şimdi,şu ÂNda ŞE’ÂNuLLAHta ALLAHu zü’L- CeLÂLin ULUhiyyetine şâhid olacağız ya, bunun için de gerçekten duymamız lâzım!. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme itâat bakımından söylüyorum.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem nasıl yaptıysa öyle yapmamız gerekiyor mu?. Evet, gerekiyor?. Bunu kim diyor?. ALLAHu zü’L- CeLÂL buyuruyor. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme; Teslim ol,İman et, Tâbi ol, İtâat et buyuruyor. Hem de aynısını yap!.

Hiç dikkat ettiniz mi, bakın MuhaMMedî Melâmet Tezinde katiyyen ALLAHu zü’L- CeLÂLin izniyle hayalî işler olmaz, olmaması lâzım.. Diğer yollardan farkı budur zâten.. İnsanların akılları, Rabblarına tam iman etmeleri lâzım ve asla Şahdamarından da AKRABA OLANı aramamaları lâzım..

Aynen Derbentli Deli Hasan Babam kaddesallahu sırrahunun dediği gibi yâni..
“Her yer NÛRu olan ALLAH celle celâlihu her yerde aranmaz!.”
Bir defa sopaylasizi de kovaladı mı, hayatınızda siz birdaha ALLAHı aramazsınız yâni!.
İstediğiniz kadar allame-yi cihan olun.. zerreden-atomdan Kürreye küllî şey ALLAHu zü’L- CeLÂLin NÛRu.. “allahunuru’s- semâvatı ve’l ard”.. yâni

Burada biz nasıl şu an içimizde olan:

Hakikat-ı MuhaMMedîye
Hakikat-ı MahMudiye,
Hakikat-ı HaMidiye
Hakikat-ı Ahmediyeyi yaşamadan..
Daha doğrusu MuhaMMedî OLUŞun ne olduğunu bilmeden TESLİM olmuş, İmân etmiş, Tâbi olmuş,İtâat etmiş olabilir miyiz?.

Rahmetli Münir Derman Hocam kaddesallahu sırrahunun hep buyurduğu Özümüzdeki Hakikat-ı MuhaMMedîyeyi bilmeden: “Eşhedu en lâ ilâhe illâllah ve eşhedi enne MuhaMMedun Abduhu ve Rasûlullah” diyebilir miyiz?.
Ve Hakikat-ı Habîbiyyesiyle Dâru’s- Selâmda yaşayabilir miyiz cennetlerde.. hani var ya CeNNetler.. Oradaki CeNNet burada.. CiMde, CEM’de NUNlar.. Zâhir Bâtın Nunlar gibidir.. Burada olmayan CeNNet orada da yoktur.. burada olmayan CeheNNem de orada yoktur… kısacası zâhirde olmayan bâtında yoktur.. desem derd olur.. demesem de bana dert olur..

مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
"Mâ kezebe’l- fuâdu mâ raâ.: Kalbindeki fuad (gönül gözü görmesi), gördüğü (ruhun gözlerinin gördüğü) şeyi tekzip etmedi.” (Necm 53/11)

Mâ kezebe’l- fuâdu mâ raâ

Kizb etmedi, yalanlamadı, tekzib etmedi, kendine yormadı benlik yok.. nedir kizb?. BİLEliğe sahip çıkışın kevne gelişidir.. “ben yaptım” demiyor, “Rabbu’l- âlemin yaptı” diyor..
“Beni o yarattı, fiillerimi o yaptı, düşüncelerimi de o yarattı” diyor..
Tersini söylüyorsa yalanlıyor “ben yaptım” diyor..
İşte bütün dert burada zâten..
Mâ kezebe’l- fuâdu.. fuadı yalanlamadı.. mâ raâ gördüğünü.. bu kıyameti koparmıştı..

Bu âyetteki FUAD, Kalbin RAHMÂNiyyet kapısıdır.. Bizim KALB dediğimiz bizeyönelik olan RAHÎMiyyet kapısıdır.. Yâni fuad kalbin içindedir ötesindedir, Özündedir.. Beden, Sadr, Kalb, Fuad, Lüb, Lübbü’l- Lüb.. böyle gidiyor içeriye doğru.. başka isimlerle anıldığında demek istiyorum.. Kur'ÂN-ı Kerîmde fuad olarak bahsediliyor..
Ruh, Emr Âlemindendir..
Fuadı yalanlamadı?. Neden yalanlamadı fuadı?. Radıyeten Merdiyeten olduğu için “mâ raâ” gördüğünü yalanlamadı.
“raâ” görüş.. neyin görüşüdür bu?. İçerdeki “elif”tir dışardaki “re”dir. Rububiyetle, Uluhiyeti görüştür.. Dışardan içe baktığında şah damarından yakın olanı görüş gibidir.. açık zâten gözün gördüğünü kalb tesir etmedi. hangi gözün gördüğünü? hangi göz olursa olsun ne fark eder.. “yedi delikten içeriye baktımı” dediğim gibi.. yedi merceği denkleştiriyorsa yedi kere elini öperim.. mesela ne diye açıklıyor “kalbi yalana çıkarmadı” diyor birileri değil mi?. “kalb” mi âyetteki “fuad “mı?. Kur'ÂN-ı Kerîmde başka yerde kalb yok mu?. Var!..
“Mâ kezebe’l- kalbu mâ raâ” buyurmuyor kardeşim, hocam, yâni kurban olduğum adam niye “kalb” diye tercüme ediyorsun “FUAD”ı..
Kalbe, kalb diyorsun.. fuada da kalb diyorsun..
Fuad nedir?.
Fuad, ÖZ-İÇ-imizdeki Dâimiyet Yoludurve RahmÂNiYyet Kapısıdır..
Kalb nedir?
KALB, BİLElik Lütfunun Kudretinin olduğu yerdir Rahîmiyyet Kapısıdır..
Ama fuad öyle değil ki.. fuad içimizde dâimiyete giden yoldur..

Artık ben, bunların sadr, kalb ve fuadın tümüne “kalb” denilen tefsirler biliyorum.. yâni diyorum ki doğrudur dsinler de, ben niye öyle yaptıklarını anlamıyorum.. ama ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîminde nerede “fuad” buyurmuş nerde kalb buyurmuş açık-seçik yazmış..
Kalb denilene fuad dersen.. Sadr diyor kalb dersen.. kalb için niye üç tane kelime kullanıyorsun.. başka yerde sadıra niye sadr diyorsun burada kalb diyorsun!.
Bunları anlamak mümkün değil “sen olsan ne yapardın?” dersen.. “bilmiyorum” derim.. çünkü zor şey ama doğrusu “kal”b değil yalınız “fuad”..
Fuad, kalbten içerde bir iş, ruh kısmıyla ilgili yâni o, emr alemindendir yalanlamaz onu yâni..

Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى
"E fe tumârûnehu alâ mâ yerâ.: Yine de siz gördüğü (şey) üzerinde onunla tartışacak mısınız?” (Necm 53/12)

Siz mücedale mi ediyorsunuz gördüğü şey hususunda.. o, gördüğü şeye karşı mücadele mi ediyorsunuz.. burada şimdiki zaman bakın.. sizler hâlâ ediyor musunuz?. ettiniz değil.. şimdi ediyor musunuz?. şimdiki zaman ben bunlara dikkat ediyorum.. yâni diyorum ki devâm eden işler bunlar.. siz kimsiniz dediğimizde, itiraz eden kimse ikili olanlar ben sen fark etmez kimin nefsiyse senin nefsin fark etmez.. böyle şey olmaz mı diyorsunuz.. o gördüğü şeye, onun gördüğüne mi itiraz ediyorsunuz.. neyi görmüştü ki O, kalbi yalanlamamıştı..
İşte burada buradaki “kabe kavseyn” oluş.. vereceğini verdi, alacağını aldı.. vahiy; hayyın vücuda gelişi.. hayy, yaşayış hakikatının vücuda gelişi.. kim yaşıyor ki?. El Hayy ALLAH celle celâlihu yaşıyor.. Hayat, NÛRuLLAH, temeli ASLI O ezelen ebeden..
Benim senin izafî-iğreti yaşamımızdan ne olacak, üç gün var beş gün yok.. yâni siz bunla mücadele mi ediyorsunuz?..

وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى
"Ve lekad raâhu nezleten uhrâ.: Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü.” (Necm 53/13)

Kesinlikle and olsun ki, yemin olsun ki, kasem olsun ki “raâhu” onu bir daha gördü.. ondan sonra, ondan sonrakinde, âhirde, diğer bir defasında inişte de gördü.. benim bildiğim anladığım bu yâni Radiyeten Merdiyeten ondan razı oldu, ondan razı iken..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsu'l- mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

kullarımın içine gir.. cennette bir daha giriyor, geri dönüşte de bir daha görülüyor.. bunu anlıyorum..
“nezleten uhrâ” çünkü buradaki bir insanın bir insanı görmesi anlamında değil..
Musa aleyhisselam için Kur'ÂN-ı Kerîmde;

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
" Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyke, kâle len terânî ve lakininzur ilâl cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn (mu’minîne).: Musa (aleyhisselâm), tayin ettiğimiz (belirlediğimiz) zamanda gelince, Rabbi onunla konuştu. (Musa aleyhisselâm) şöyle dedi: “Rabbim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (Allahû Tealâ): “Beni asla göremezsin. Ve fakat dağa bak! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen, Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musa (aleyhisselâm), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman: “Sen Sübhan’sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe ederim. Ben, mü’minlerin ilkiyim.” dedi.” (A’râf 7/143)

Ey rabb azamet ve celâl perdelerinden bir kısmını ortadan kaldır.. kuluna rahmet ve fazlına yaklaş da seni göreyim!..
Bu sınırlar sidret..

عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى
" İnde sidrati’l- muntehâ.: Sidretül Münteha'nın yanında.” (Necm 53/14)

sidrin nihayeti, sadrın nihayeti.. SADR/her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Kalb, göğüs, ön.. Sıdr nere?. bir de peltek se ile Sidr var..
Ben bunları anlatamıyorum “sad ile sadr” var.. “sin ile sidr” var.. “peltek seyle sidr” var..
Bütün bu üçlüler benim-senin bölgemiz.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bölgesi.. ALLAHu zü’L- CeLÂLin RABBu’l- ÂLemîn bölgesi.. gibi.. Sadrlar.. tüm bunlar nefisle ilgilidir, baş roldedir NEFS buradan da oraya nefs.. “Ey tatmin olmuş nefs!. Ve cennetime gir!”
buyurulan nefs, öyle bir yaratık ki, öyle bir KİMLik-KİŞİLik ki, NEFS..
Gerçekten bir taraftan Firavun oluyor.. bir taraftan Musa aleyhisselâm yüreğine giriyor..
Bütün bunlar olurken, oralara uygun hale geliyor.. “Sadr.. Sidr.. Sidr..” inde…

Ötelerin ötesine.. şahdamarından yakın.. nere deseniz oradaki merkez sonsuza kaçıyor.. huni gibi sidr yâni onu demek istiyorum.. sidr var burada nihayet var sonsuzun dâveti gibi.. varırsınız, daha öte varırsınız ötesi gibi.. yorulduğun yerdeki şey var..
Sidretü’l- müntehânın yanında onu bir daha gördü.. buradaki “raâhu” görmekten kasıd; bir kuş görmek, resim görmek değil.. Raâ, aslında Rububiyet Sırrıyla Uluhiyeti yakalamak anlamında.. mesele o yâni aklın görüşü.. buradaki görüş bir cisim görmeye şartlanmış haldeyiz şuanda oysa, aklın görüşü çok önemli onu demek istiyorum..
Basar/Kafa Gözü görüşü.. ve Basîret/Kalb Gözü görüşü..
DÜRBÜN gibi.. Objektif ile Okuler gibi, birleşmediği sürece bunlar katiyyen gözükmez yâni onu demek istiyorum..
ve mutlaka belli bir mesafede oturur sanki NEFS ve RUH Merceklerinin arasında bir KALB PRİZMASI var.. FUAD da orada devreye giriyor zâten.. yukarıya alın FUADa RUHu oturtun, NEFSi SADRa yerleştirin.. Kelle Gözüyle bakın göreceksiniz.. Radiyeten Merdiyetende göreceksiniz KULLarı içinde göreceksiniz, ceNNet te göreceksiniz..
çünkü buradaki görüş Rububiyyetten bakıp Uluhiyyeti görmek.. Küllî Şeyi yaratıyor.. başka başka ben ne bileyim ne yapıyor..
Azametten Kudrete baktığınız zaman, akıl susuyor..
Onun için Musa aleyhisselam o âyette, Azamet ve CeLÂL Perdelerini kaldır buyuruyor.. Bak Azamet Perdesi, Kelle Gözünün gördüğüdür, basarın gördüğüdür..
CeLÂL Perdelerini târife gelmez.. LÂnet ve Luütuf at başıdır orada..
Çünkü o, Kudretin potansiyelidir o, orda basirette…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


Resim NECM SÛREsi 37-42 ÂYETLERi..:

Kur'ÂN-ı Kerîme bir nokta ekleyemezsiniz ya da çıkaramazsınız..
“ب” yi “ن” yapamazsınız. Altındaki noktayı üste çıkaramazsınız. Küfürdür. Yıkarsınız. Kaybolur. Herşey yerli yerindedir..

HAKk’ ta yaşamak zor iş. Çok zor iş. Her şeyden önce kendi nefsinin hevâ ve hevesini frenleyemezsin. Durduramazsın. Başkalarına göre hareket edersin. Hakka göre değil halka göre hareket edersin. Ve onlar da senin ananı ağlatırlar onu da söyleyim sana yâni. "Olur mu kardeşim!" diye başlayıverirler bakakalırsın. Demek ki, MuhaMMedî Melâmetin temeli sadakata bağlı hep söylerim biliyorsunuz. Tek sermayem ALLAH’ın izni ve inâyetiyle hamdu senâ olsun her şeyin ötesinde sadakattır. Dünayadaki bütün bir tarafa koysalar ben yine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e sadakattan ayrılmam. ALLAHın izni ve inâyetiyle inşâeALLAH. Sadakat, samimiyette güzeldir, sabır da güzeldir, selâmette hârikadır, hepsi güzeldir fakat ben sadakkattan asla ayrılmam. Sadakat ayaklarımdır çünkü. Sadakatsız yapamam. Çok önemlidir çünkü sadakat. Çünkü sadakat vefâ demektir. ifâ etmektir, ödemektir. Neyi ifâ etmektir, ödemektir, “İLK SÖZ”ü ödemektir. “Elestü bi RABBiküm?.” “Kâlû Belâ”yı ödemektir. RABBini bilmektir vaktinde..

Ne diyor Boncukçu Dede?. Daha geçen gün Hacerlerle gittiğimizde. “Ben bu hayatta vaktimi bildim RABBimi bildim başka bişey bilmedim.” diyor. "Çocuğun var mı?." diye sordu Hacer de.
Aynı Siirtli Hocam gibi sahip çıktı Hacer’e. Siirtlim gibi sahip çıktı. Siirtli Hocamın bir tek oğlu vardı Hüsameddin.. 80 yaşındayken Hacer’e sarılıp da ağlayarak: “80 yaşından sonra, beni kız sahibi yapan ALLAH’a sonsuz şükür ederim” dedi. Hacer’e ağlayarak sarılıp: “İsmâil'in anası Hacer!” dedi ve ben de döndüm Hacer’e dedim ki: “Sen hapı yuttun Senin çilen başlıyor.” Ve de başladı da. ALLAH yardım etsin. İşte o gündür bu gündür İrfan, günde altı kere Kur'ÂN-ı Kerîm okur, bütün namazları kılar, mükemmel bir düşünce tarzı vardır. Ama asla hayata ayak uyduramaz. Müthiş bir insandır. Fakat hayat başkadır onun için. Çok zordur yani. “Şehinşah”tır. İşte bütün bu özellik ve güzellikler, sadakatın karşılığındadır.

Ben Necm Sûresine dönüyorum. Ne demiştim? Demiştim ki: “Sadakat ve vefâ, Kur'ÂN-ı Kerîmde İbrahîm aleyhisselâm.. ispat ettiği bir meziyettir. Her yönüyle. “Nasıl yaratıyorsun?” “Bana inanmıyor musun?.” “İnanıyorum da kalbimmutmâin olsun!” “Dört kuş al. Kafalarını kopar bir kenarlara koy. Gövedelerini hamur et. Sonra hamurları at dağlara çağır.. Hepsi de koşarak gelmesi için onlara ülfet et. Alıştır kendine, diyor. Çağır o kuşlar hamur ettiğin kuşlar dağlardan başlarını bularak uçup gelecekler sana. Bunlar âyet. Masal mı anlatıyor?. Evet masal anlatıyor. Mezat taşlarına giderseniz orda masallarını okursunuz. Ananınızın babanızın akrabanızın çok iyi tanıdığınız insanların meşhurların Muhteşem Süleymanların, köle Süleymanların bir sürü masallarını okuyabilirsiniz..
Ama yarım nefesin arkasına sığınıp da RABBimize kafa tutar gibi yanlışlığa düşmemek gerekir. Bakın Necm Sûresinin 37. inci âyetinde ne buyuruyor. 40. dan başlayacaktık ama 37. yi tam işleyemedik diye döndüm.

وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّى
Resim---"Ve ibrâhîmellezî veffâ.: Ve Hz. İbrâhîm ki, o vefa etti (Allah’ın emirlerini ifa etti).” (Necm 53/37)

ALLAHu zül celâl diyor ki, ve İbrahim aleyhisselâm var ya atamız, milletinden olduğumuz, dininden olduğumuz, yani milletinden, ‘millet’ din demektir. Kavim demek değildir. Bu şeytan kavimleri olmuştur. Şudur budur falan diye. Farstı, araptı bunlar tamamen şeytanlıka çıkmıştı ve şeytana hizmettir. Yoksa ibrahim milleti vardır. “Ve ibrâhîme” ve İbrahim “ellezî” o ki, “veffâ” vefâkardır. Vefâ göstermiştir. Çok vefâkardır çok. “veffâ” çift, şeddelidir yani. Daha yoktur onun üzerine vefâkar. Cehennemin zümerasına soksanız nemrudun cehenneminin göbeğine soksanız “ah” dedirtemezsiniz “ALLAH” der. ALLAH da buyurur ki “berdan selâman” narı nura çevirdim ibrahim. Selâm olsun ibrahime ayetleri vardır. Hangi ibrahim aleyhisselam hanif dinindeniz dini mi kalmış çıkarıp çıksan ya. Herkes kendi alışkanlıklarını din etmiş. Cemiyetlerin partilerin dinine girmiş. Her şey altüst olmuş. Sünneti icra eden esen rüzgarlar, yıldızlar, hayvanlar, kuşlar kalmış. Yani bitkiler kalmış, dışarı kalmış. İnsanlar bambaşka olmuş demek istiyorum. Kötülemek için söylemiyorum. Üzülerek söylüyorum.

Vefâkarlık böyledir işte. Yani ibrahim a.s. mezhebidir, meşrebirdir, mesleğidir..

أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى
Resim---"Ellâ teziru vâziratun vizra uhrâ.: Gerçekten (hiç)bir günahkâr, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez.” (Necm 53/38)

Asla ve kat’a ALLAHu zülcelâlin hayatında “ellâ” asla olamaz. “teziru” yüklenemez. “vâziratun” bir günahkar, bir başkasının günahını “vizra uhrâ” sırtına alıp yüklenemez. Mümkün değil, mümkün değil. Niye böyle söylüyor? Sen neden ilk sözüne vefâkarlık göstermiyorsun, başkasıyla ne işin vardı senin? Öyle de yokmuş, böyle de yokmuş, onu yapıyormuş, bunu yapmıyormuş. Sana neydi yani? Esas senin nefes alıp vermen birinci esas değil miydi? Demek ne demek yani? İntihar mı edeceğim diyorsun?

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
Resim---"Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ.: Ve insan için, çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm 53/39)

“ve” yemin olsun ki. “en” muhakkak, muhakkak. “leyse” yoktur. “li'l- insâni” bir insan için yoktur. Ne yoktur kardeşim? “illâ” ancak ve ancak “mâ seâ” onun mesaisi vardır. Yani çalışması vardır. Başka hiçbir şey yoktur. Olabilir, dua edebilir, rica edebilir, ama sen önce sen şu gerçeği bir anla ki; doğru olan senin çalışmandır. Emredilen budur. Mesaindir yani. Mesai ne demek? Çalışmandır. “seâ” etmendir. Özün ayniyetini sana çıkarmaktır. Senlik yapmaktır. Benim niyetim çalışmak helâlinden kazanmak. Hayatımı kimseye yük olmadan geçirmek vs. ALLAH’ın sünnetini işlemek. Emrini yerine getirmektir. İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur, maddî-manevî başka bir yol yoktur.

وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى
Resim---"Ve enne sa’yehu sevfe yurâ.: Ve onun yaptığı çalışma (amel), yakında görülecektir.” (Necm 53/40)

“ve” yine “ve” burada yemindir, kesinlikle “enne” muhakkak ki muhakkak, “sa’yehu” o “sa’y” ini, çalışmasını “sevfe yurâ” mutlaka görecektir. Çalışması mutlaka görülecektir, görecektir de değil. Görülecektir! Herkes görecektir. Zahirdeki, batındaki tüm kainat görecektir, kainatı yaratan da görecektir. ‘Ve enne sa’yehu sevfe yurâ’ şüphesiz, şüphesiz onun “Sa’y” i, illa ve illa görülecektir. Bugün-yarın, geçmiş-gelecek insan aklı için vardır. ALLAH-u zülcelâl geçmişten-gelecekten münezzehtir. ALLAH şu anda her şeyi geçmişsiz- geleceksiz bir anda toptan yaratır geçer. ALLAH plan-proje yapacak değil haşa. ALLAH’ı anlamak çok zor.

ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاء الْأَوْفَى
Resim---"Summe yuczâhu’l- cezâe’l- evfâ.: Sonra onun karşılığı eksiksiz olarak ödenecektir.” (Necm 53/41)

“Summe”, ne yaptığı görülecek ya, sonra ne olacakmış, “yuczâhul” onun karşılığı verilir. Cezası verilir, karşılığı verilir. Arapçada “ceza” türkçede “ceza” böyle değildir. Bunun cezası cennet, bunun cezası cehennem. Karşılık demektir Arapçada, Türkçeye yanlış yerleşmiştir. Silemezsiniz yani. Öyle ayetler vardır. Bunun cezası cennettir ayetleri vardır. Bizim mankafalar oralarda takılır dururlar. Ne diyecek, çünkü Türkçe karşılığı, Arapçayı öğrenmek istemiyorlar, uydurmak istiyorlar.

فَأَثَابَهُمُ اللّهُ بِمَا قَالُواْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاء الْمُحْسِنِينَ
Resim---"Fe esâbehumullâhu bimâ kâlû cennâtin tecrî min tahtihâ’-l enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâû’l- muhsinîn (muhsinîne).: Böylece onlara, söylediklerinden dolayı Allah, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde devamlı kalacakları cennetler ihsan etti. Ve işte bu, muhsinlerin mükâfatıdır.” (Mâide 5/85)

“Summe yuczâhul cezâel evfâ”, muhakkak, muhakka bunun karşılığı ona “evfa” edilecek. Vefâ olarak karşılığı verilecek. İfa edilecek, yerine getirilecek. Tam tamına, eksiksiz. Fazlasıyla verilecek, tastamam. “evfa”. Şuurlunun vefâsı olur, vefâsının karşılığı ifâ etmektir. Hayatta da böyledir. Herşeyin karşılığı vardır, insan bugün değilse yarın. İfa nedir? Ödemektir, yerine getirmektir, sözünü yerine getirmektir. Kılmaktır, yapmaktır. ALLAHu zül Celâl, Kuran-ı Kerim’inde böyle muhteşem bir güzellik olarak bize bildirmektedir bunu. İbrahim aleyhisselâm mesleği dediğim buydu. Ne diyodu? İbrahim evfa etti diyor. Ödedi diyor karşılığını, vefâkardır diyor, ifâ etti diyor. Sözünü yerine getirdi diyor. Ben cehennemin zümerasında da olsam RABBımdan vazgeçmem dedi ve vazgeçmemiştir yani. Dönek değildir, gabirun değildir haşa. İşte böyle olanlar çalışmalarının karşılığını, ALLAH-u zül Celâlin Necm suresinin 40. Ayetinde şimdi, şu anda, bizzat kendisi, kendi sözü ve sesiyle, yarattığı “Ve enne sa’yehu sevfe yurâ” herkes çalışmasının karşılığı görülecektir emrini duydu ve uydu ya, evet, öyleyse devam ediyor. Ne diyor; sonra verilecek de ne olacak diyorsan? Karşılığı ona tastamam ödenecektir. İfa edilecektir. Yerine getirilecektir. Vefâkârlık yapılacaktır. Onun ifâsına vefâ gösterilecektir. ALLAHu zül celâl de vefâkardır. Tabii ki yani, birisi yalanı haram içinde, pislik kötülük içinde ALLAHu zü'l- Celâlin vaktini, başka şeylere kullanıyor, RABBını bilmiyor, vaktini bilmiyor, kendi çalıp oynuyor, bilerek de yapıyorsa ne demektir bu. Peki neymiş, bakın dikkat edin yalnız, bunu zahirdekiler nasıl yorumlar, ahirette ödenecek der, hemen ahirete yapıştırır. Dünyada? Dünyada karışmaz. Yok dünyada. Peki bu ayet neden önce geldi de sonra gelmedi.

وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى
ُResim---"Ve enne ilâ rabbike’l- muntehâ.: Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.” (Necm 53/42)

Ve şüphesiz olan bir şey daha vardır ki, ‘ilâ RABBike’ RABBinedir. ‘muntehâ’ herşeyin nihayeti RABBinedir. Bu ayet niye önce gelmedi peki. Ahirette görülecek de, dünyada görülmeyecek de bu ayet neden sonra geldi. Sen bu ahireti, dünyayı niye karıştırıyorsun bu kadar? Niye öbür tarafa sallamaya çalışıyorsun. Bu alemde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin şehadetin şerefini, şefâat şifâsını yaşamak istemiyorsun da illa öbür tarafa kaçmak, öbür tarafa sallayıp da orda da allem gullem etmeye çalışıyorsun?

“Ve enne ilâ RABBikel muntehâ” ‘munteha’ nedir? Nihayettir. Sona dönüştür. Rücudur. “Yâ eyyetuhân nefsu'l-mutmainnetu, İrciî ilâ RABBiki râdıyeten mardıyyeten” demektir.
“Ve enne ilâ RABBikel muntehâ”, şüphesiz ki herkesin nihayeti, mutlaka RABBinedir. Kesinlikle RABBinedir. Yani bunun lamı cimi yoktur. Başkaları diyorsa gidip başlarını mezar taşlarına vursunlar.
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön