Kul İhvÂNi NECM Sûresi (37-62) Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Kul İhvÂNi NECM Sûresi (37-62) Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

NECM SÛRESİ (37-62) SOHBETİ

SoHBeT Tarihi: 18/07/2017.. tamerşah tarık


Euzubillahi’s-semi’l-alîmu mine’ş-şeytani’r- racîm bismillahi’r-rahmâni’r-rahîm..

Euzi bike rabbbi en yahderinu bismillahi’r-rahmâni’r-rahîm..
Euzibillahimine’ş-şeytani’r-racîm bismillahi’r-rahmâni’r-rahîm..

Esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu..

Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ille ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Nûri'z-Zâti. Ve's-sirri's-sâriî fî cemi'i'l-âsâri. Ve'l-esmâi ve's-sıfâti Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim adede kemâl'illâhi ve kemâ yelîku bikemâlihi.
Biadedi ilmiken dâimen kesiren mübâreken tayyiben fîh yâ RaBBu'l -Âlemîn!..

Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ille ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke velhamdu lillahi rabbül alemin.

Yâ Hayyu’l- Hu ALLAH celle celâlihu..

ALLAHu zü’L- CeLÂL'in lütf-i kereminden Izzet-i şerefinden es Selâm olsun. ALLAHu zü’L- CeLÂL bizi selâmette kılsın. Dinimizde dünyamızda âhiretimizde hayr üzere selâmette kılsın İnşâeALLAH.

Şimdi akşam namazına zor yetiştik. Hacer benim küçük kız kardeşim biliyorsunuz. Almanya'da olan kız kardeşim. En küçüğümüz zâten. Çok değerli bir insandır. Gerçek bir MuhaMMedî Melâmîdir Allah'a çok şükürler olsun. Çok çile içinde yetişmiş bir insandır. Teke Tek Teras Tekkesinin güvercinidir. Bu kendi hakkıdır onun..

“Şehinşah”la gelmişlerdi biliyorsunuz geçende İrfan’la. İrfan da müstesnâ bir insandır. Aşağı yukarı 20 senedir falan bir çile içinde yaşar. Değerli bir insandır. Fakat yaşanmadan anlatılamayan şeyler vardır. Çok yüce yürekli bir insandır.

Bunlardan bir tanesi de Emre’dir. Emre, Hacer'in en küçük çocuğudur. Emre'nin özelliği nedir? Emre dört yaşında iken falan sanıyorum 4 civarında ancak idi yani. Ona bakan Alman bir doktor vardı. Çocuk doktoru Röneta mıydı öyle bir şeydi kadıncağız. Ona gidiyorlar, orada annesine diyor ki sor ona “Allah’ın soyadı nedir?” diye.. Doktor duyunca çok şaşırıyor.

Ve dönüyorlar gece 2-3 civarlarında geç vakit. O zaman santralden kullanılıyor telefon. Ben lojmanda kalıyorum Su İşlerinde ve gece telefon çaldı. Hacer: “En küçük Emre dayımla konuşmak istiyorum. Konuşmam gerekiyor diyor” dedi. “Ne konuşacakmış, ne diyor?” falan.. Diyor ki: “Dayım söylesin bakalım Allah’ ın soyadı neymiş?”.. Ben de şaştım ama onunla ne uğraşacağım diye düşünüp “Ahad” diye salladım.
Onu kekeme konuşuyor diye götürmüşlerdi doktora.. Ama hiç kekeme konuşmadan bana: “Bilemedin dayı” dedi. Bilemedim çünkü ciddiye bile almadım çocuğu.. “Yavrum ben bilemedim sen söyle” dedim. “Celâl”, “Celâl” dedi. .

Ondan sonra ben “ALLAHu zü’L- CeLÂL” demeden rahat edemem. Sanki soyadı gibi ALLAHu zü’L- CeLÂL'in. Çok çok severim.

Siirtli Hocam da Emre’yi çok seven bir insandır. “Kaptan” tabiri onundur. “Kaptan, Kaptanımız” derdi hep. O bu günlerini görmedi onun fakat o muhabbeti hep sürdü.
Siirtli Hocamla birlikte Kumlucanın Bey Dağlarında Altınyaka Yaylasında kalıyoruz ve kitaplarını yazmaktayım.. her gün ikindi namazı sonrası sohbet yapar ve 200-300 kişi geliyordu..
Bir gün: “Aksaray’a gidiyoruz yarın sabah erkenden” dedi. “Hayrola Hocam”. “Hacerler gelmiş de onlar çok kalabalık gelemezler, biz gideceğiz” dedi. “Hocam ben haber almadım siz nasıl haber aldınız geleceklerini” dedim. Kızarak: “Geldiler, ne gelecekleri” dedi. Anladım...”İyi Hocam gideriz İnşâeALLAH, sabahleyin hazırım” dedim. “Rover” marka arabası olan Sarraf Mehmet diye bir genç vardı, Hocamın hanımının akrabası zengin bir çocuktu. İyi de bir insandı. Biz onunla bir kere gittik Aksaray’a.. Sarraf gelip sabah Rover’la götürecekmiş.. Ve geldi yola çıktık..
Bu ikinci gidişimizdi Aksaray’a girince: “Hacer’e misâfiriz” dedi. “Hocam Almanyadan gelmişler mi? Türkiye telefonları yok!.” falan dedim. “Abdüllatif, Abdüllatif!. Hacer’in evini biliyor musun?” dedi. “Biliyorum Hocam”. “Sen oraya götür, tarif et” dedi.

Ben işte orada, bir Allah Dostunun küçükbir çocukla nasıl haşır neşir olduğunu gördüm. Biz içeriye girdik oturduk. Bir yarım saat geçmedi çocuk geldi, Hocamın kucağına oturdu. Sakalıyla oynuyor, orasıyla oynuyor, işaret ediyorlar gel, git falan diye.. Hocam: “Rahat bırakın Kaptanı” dedi.

Ve çocuk “Efendi Baba” diye başlayarak anlatıyor.
Aksaray'da öyle bir usül vardır. “Efendi Baba” denir. Gerçek HAKk Dostu Efendilere “Efendi Baba” denir.
Soytarılara değil yalnız. Soytarılar da hergele pazarında anlaşılmaz. Sarrafta anlaşılır.

Emre: “Efendi Baba, ben sabahleyin” dedi “buna dedi” annesini göstererek “sabah anlattım” dedi. “balkona çıkardım anlattım, gel sana da anlatayım”. Bizi de çıkardı balkona. Orada bir yan komşu arsa var, kül falan döküyorlar. “Burada” dedi Emre, 4 yaş civarında, o kadar küçük yani. “Buradan göğe su fışkırıyordu şemsiye gibi, göklere çıkıyordu”. “Siz vardınız, ama üzerinizde bu yoktu”. Eliyle işaret ediyor böyle kavuk falan bir şeyler. “Dayım da vardı. Ama su ıslatmıyordu.” Ben hocamı izliyorum ne yapıyor diye. Dedi ki; “Maşallah, barekallah!. Abdüllatif, çoluk çocuğu yalan ve haramdan korumak lâzım, gerisi Rabbimin işi!.”
İşte bizim 0 “Kaptan”ın ilk çocuğu doğdu. Onun ismi de Hacer kondu. 05.45 de doğdu galiba. Bana resmini de gönderdiler.

Bizim Hacer'in el ve ayaklarında doğuştan tırnakları yoktur. Sıfırdır, hiç yoktur. Yeri bile yoktur. Şimdi ikinci Hacer doğdu. Bu güzel bir şey. Bunu bir güzellik olduğu için paylaşmak istiyorum. Bir şey olduğu için daha paylaşmak istiyorum Âdem.

Çile, o kadar vefâlı bir yatırımdır ki, mutlaka kazandırır. Yeter ki vefâ göster, sadakat göster, samimiyet göster..

Sen mutlaka melânetten melâmete geçersin ve selâmeti bulursun Yoksa gübrelikleri “gül bahçesi” diye gezer durursun. Şu andaki “şucu-bucu”lar gibi. Allah korusun!. Bunu bir güzellik olarak anlatmak istedim. Çünkü Bizim Yolumuz böyle bir yoldur. Biz sâdece sizin gül hatırımız için ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem emri gereği olduğu için bu sohbetleri yapmaktayız.

Beni azıcık tanıyanlar bilirler ki, Allahın izni ve inâyetiyle hiç bir kimseden bir şey beklemem ve istemeyiz. Yolumuz gereği öyledir. Fakat “CÂN”ımız olanlar her zaman “CÂN”ımızdadırlar. Bir şey yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı değildir. Onlarla, Gönül Bağımız vardır. Onun için hiç ayrımız olamaz. BİZde asla olamaz. Ancak, kopan parmak BİZden değildir.. Kopan parmak hariç. ALLAH celle celâlihu kopturmasın. Onlar çok acıdır, çok acıdır onlar yazıktır, korkunçtur. ALLAH celle celâlihu kimseyi kopan parmak etmesin. Çünkü BİZden ayrılmıştır, kopmuştur, yazık olmuştur. Bizim şahsımızdan değil Şeceretü’l- kevn” den ayrılmıştır. MuhaMMed aleyhisselâmın Şehâdet Şehrinden, Şerefinden ayrılmıştır. MuhaMMed aleyhisselâmın Şefâat Şifâsından ayrılmıştır. Kopmuştur, yazık olmuştur, acı olmuştur. Gitsin mutfak ve tuvaletin arasında tepinsin dursun. Çünkü ahmaktır.

Bu gün bir zevk yazıyordum. Okumak istiyorum.
Sonra da “vefâ”nın ne olduğunu bize anlatan bir zevk okuyalım diyorum..

ÂŞIK-ın -->Ağız TATLarı
ZITLarın Zevkinde ZORun!.
->PERVÂNEnin KANATLarı
>ALEVidir ->KIZIL KORun!.

ZEVK 8286

MELÂMET KINANmak DEmek!. HALK İÇİnde EN HOR OLAN!
->BAŞı ->KARLı DAĞLar Gibi!. ->YÜREği>KIZIL KOR OLAN!
->AHADî AŞKın YAŞAmak
AHMEDî MEŞKin YAŞAmak
ÖLmek NE ki KuL İhvÂNim!. HAKk’ta YAŞA!.mak ZOR OLAN!.

18.07.17 13:21
brsbrsmm..mecnundedecâmisiöğlesalatı..

Aşığın ağız tatları, zıtların zevkinde zorun.

Nerede belli olurmuş aşığın ağız tatları? Zıtların zevkinde. Zora geldiği zaman belli olur. Yoksa konuşur yani. Alır-verir çatar-çutar. Bugün câmide adam nerdeyse kendini minberden aşağı atacaktı. Coştu…

Pervanenin kanatları alevidir kızıl korun.

Bunu unutuyor. Ben Akdenizde 28 sene kaldım denizin kenarında. Geceleri ateş yaktırmamaya çalışırdım. Çünkü bütün pervaneler ateşe dalar. Ateşin etrafıdan yüzlerce kanatları yanmış kelebek görürdüm ve çok üzülürdüm..

“Pervanenin kanatları alevidir kızıl korun.”
Bu iş öyle kolay olsaydı, herkes canından çok sevdiği cennete koşardı. Oysa MuhaMMedî Melâmetin tek hedefi vardır ki, “CemâLuLLaH”tır. Ne cennettir, ne cehennem, CemâLuLLaHtır. Türkçe, her kesin duyacağı şekilde söylüyorum. Açık seçik âyetlerle söyülüyorum, “Vechullahtır”. Diğerleri bir aşamadır. Tıpkı dünya gibi, kabir gibi, kabir hayatı gibi, mahşer gibi aşamalardan birisidir.

Melâmet kınanmak demek, halk içinde en hor olan.

Neymiş melâmet?. Kınanacaksın. Halk içinde en hor olan, hor görülen olacaksın. En yakının, en uzağın “böyle de olmaz ki” diyecekler sana..

Başı karlı dağlar gibi yüreği kızıl kor olandır.

Yanardağ gibidir çünkü. Dışardan gören onu yemyeşil dağsanır. Fakat içindeki kzıl koru göremez.

Ahadî Aşkın yaşamak Ahmedî Meşkin yaşamak.
Ölmek ne ki KuL İhvÂNim, HAKk’ta yaşamak zor olan..


Ölmek ne ki, herkes ölür ama Hakk’ta yaşamaktır zor olan. Bunu yazarken iş karıştı. Kayda geçsin sizin de bilginiz olsun diye.

Çünkü Melâmet Neşesi başka bir neşedir Âdem. Melâmet, Hanif Dininin gereğidir. İslam Dini MuhaMMed aleyhisselâmla TÜMMlenmiştir, TAMMlanmıştır. Hanif ise, İbrahim aleyhisselâmla ortaya çıkmıştır. Hanif Dini olarak çıkmıştır yani, İslam.

قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen), ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki sadakallah, o halde hak perest bir hanif olarak İbrahim milletine tabi' olun, o hiç bir zaman müşriklerden olmadı.” (Âl-i İmrân 3/95)

İbrahime hanîfâ; İbrahim Milleti, İbrahim Milletindeniz.

Adama, profösör.. Nerden konuştuğu belli değil aşağıdan mı yukarıdan mı ses geliyor, bir yerden de. Çünkü onu perdelemiş. Profösör, öğretmen demek fransızcada, başka birşey değil. Öğretmen demek. Ama adam Türkiye’de başka bir yere oturmuş prof. diye.. Birşey zannediyor kendini. Dedim ki: “Hocam kusura bakmayın, ben sizin gibi okumadım. Câhil değilim ama okumadım. Bir şey sormak istiyorum? Sizi mat etmek için.” Böyle diyorum kendisine. “Ölünce kabirde” dedim, “Soracakmış Melâike”. Hadisler var dedim, Ali kerremallahu vechehu Efendimizden, Ömer radiyallahu anhu ile ilgili Sahihi Buhari, Kutubi-sitte hadisleri.”. “Biliyorum” dedi. “Bak biliyorsunuz ne güzel. Rabbin kim?”, “Rabbü’l- âlemin” dedi. Dedik. “Peygamber?”. Onu da bildik. “Hocam hangi millettensin derse ne diyeceğiz?” deyince güldü ve: “Türk milletindenim diyeceğim” dedi.
Haa…Sen Türk milletindenim, Kürt milletindenim, şu milletindenim, bu milletindenim demeye devam et. Asla “Millet-i İbrahim” değilsin ve olmayacaksın zâten. Çünkü Kur’ana bağlı değilsin. Kelâmullah’a ve Rasûlullah’a bağlı değilsin. Başka şeylere bağlısın. Teyyare yani. Çünkü İslam “a’dan z’ye” bir bütündür. Bir noktasını harfini sökseniz Kur'ÂN-ı Kerîm’i tahrib etmiş olursunuz.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi (37-62) Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Bir nokta ekleyemezsiniz. “ب” yi “ن” yapamazsınız. Altındaki noktayı üste çıkaramazsınız. Küfürdür. Yıkarsınız. Kaybolur. Herşey yerli yerindedir.

Âdem, Hakk’ ta yaşamak zor iş. Çok zor iş. Herşeyden önce kendi nefsinin hevâ ve hevesini frenleyemezsin. Durduramazsın. Başkalarına göre hareket edersin. Hakka göre değil halka göre hareket edersin. Ve onlar da senin ananı ağlatırlar onu da söyleyim sana yâni. "Olur mu kardeşim!" diye başlayıverirler bakakalırsın. Demek ki, Muhammedî Melâmetin temeli sadakata bağlı hep söylerim biliyorsunuz. Tek sermayem ALLAH’ın izni ve inâyetiyle hamdu senâ olsun herşeyin ötesinde sadakattır. Dünayadaki bütün bir tarafa koysalar ben yine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e sadakattan ayrılmam. ALLAHın izni ve inâyetiyle inşâeALLAH. Sadakat, samimiyette güzeldir, sabır da güzeldir, selâmette hârikadır, hepsi güzeldir fakat ben sadakkattan asla ayrılmam. Sadakat ayaklarımdır çünkü. Sadakatsız yapamam. Çok önemlidir çünkü sadakat. Çünkü sadakat vefâ demektir. ifâ etmektir, ödemektir. Neyi ifâ etmektir, ödemektir, “İLK SÖZ”ü ödemektir. “Elestü bi RABBiküm?.” “Kâlû belâ”yı ödemektir. RABBini bilmektir vaktinde. Ne diyor BoncukçuDede? Daha geçen gün Hacerlerle gittiğimizde. “Ben bu hayatta vaktimi bildim RABBimi bildim başka bişey bilmedim.” Çocuğun var mı diye sordu Hacer de. Aynı Siirtli Hocam gibi sahip çıktı Hacer’e. Siirtlim gibi sahip çıktı. Siirtli Hocamın bir tek oğlu vardı Hüsameddin.. 80 yaşındayken Hacer’esârılıp da ağlayarak: “80 yaşından sonra, beni kız sahibi yapan ALLAH’a sonsuz şükür ederim” dedi. Hacer’e ağlayarak sarılıp. “İsmâilin anası Hacer!” dedi ve ben de döndüm Hacer’e dedim ki: “Sen hapı yuttun Senin çilen başlıyor.” Ve de başladı da. ALLAH yardım etsin. İşte o gündür bu gündür İrfan, günde altı kere Kur'ÂN-ı Kerîm okur, bütün namazları kılar, mükemmel bir düşünce tarzı vardır. Ama asla hayata ayak uyduramaz. Müthiş bir insandır. Fakat hayat başkadır onun için. Çok zordur yâni. “Şehinşah”tır. İşte bütün bu özellik ve güzellikler, sadakatın karşılığındadır.

Ben Necm Sûresine dönüyorum. Ne demiştim? Demiştim ki: “Sadakat ve vefâ, Kur'ÂN-ı Kerîmde İbrahîm aleyhisselâm.. ispat ettiği bir meziyettir. Her yönüyle. “Nasıl yaratıyorsun?” “Bana inanmıyor musun?.” “İnanıyorumda kalbimmutmâin olsun!” “Dört kuş al. Kafalarını kopar bir kenarlara koy. Gövedelerini hamur et. Sonra hamurları at dağlara çağır.. Hepsi de koşarak gelmesi için onlara ülfet et. Alıştır kendine, diyor. Çağır o kuşlar hamur ettiğin kuşlar dağlardan başlarını bularak uçup gelecekler sana. Bunlar âyet. Masal mı anlatıyor?. Evet masal anlatıyor. Mezât taşlarına giderseniz orda masallarını okursunuz. Ananınızın babanızın akrabanızın çok iyi tanıdığınız insanların meşhurların Muhteşem Süleymanların, köle Süleymanların bir sürü masallarını okuyabilirsiniz..
Ama yarım nefesin arkasına sığınıp da RABBimize kafa tutar gibi yanlışlığa düşmemek gerekir. Bakın Necm Sûresinin 37. inci âyetinde ne buyuruyor. 40. dan başlıyacaktık ama 37. yi tam işleyemedik diye döndüm.

وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّى
"Ve ibrâhîmellezî veffâ.: Ve Hz. İbrâhîm ki, o vefa etti (Allah’ın emirlerini ifâ etti).” (Necm 53/37)

ALLAHu zü’l- CeLÂL diyor ki, ve İbrahim aleyhisselâm var ya atamız, milletinden olduğumuz, dininden olduğumuz, yâni milletinden, “millet” din demektir. Kavim demek değildir. Bu gün ırklara göre şeytan kavimleri oluşmuştur. Şudur budur falan diye. Farstı, Araptı bunlar tamamen şeytanlığa çıkmıştır ve şeytana hizmettir. Kur'ÂN-ı Kerîmde açıkça İbrahim Milleti vardır.

قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen), ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı."” (Âl-i İmrân3/95)

“Ve ibrâhîme” ve İbrahim “ellezî” o ki, “veffâ” vefâkardır. Vefâ göstermiştir. Çok vefâkardır çok. “veffâ” çift, şeddelidir yâni. Daha yoktur onun üzerine vefâkâr. Cehennemin zümerasına soksanız Nemrud’un Cehenneminin göbeğine soksanız “ah!” dedirtemezsiniz. Çünkü sadece “ALLAH!” der. ALLAH celle celâlihu da buyurur ki “berden selâman” narı nura çevirdim ibrahim. Selâm olsun ibrahime âyetleri vardır.

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
---“Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme): Ey ateş! İbrâhim için serinlik ve esenlik ol! dedik.” (Enbiyâ 21/69)

Şimdiyse, hangi İbrahim aleyhisselâm Hanif Dinindeniz.. Dini mi kalmış, herkes kendi alışkanlıklarını din etmiş. Cemiyetlerin partilerin dininine girmiş. Herşey altüst olmuş. Sünneti icra edenler ise; esen rüzgarlar, yıldızlar, hayvanlar, kuşlar kalmış. Yâni bitkiler kalmış, dışarı kalmış. İnsanlar bambaşka olmuş demek istiyorum. Kötülemek için söylemiyorum. Üzülerek söylüyorum.
Vefâkarlık böyledir işte. Yâni ibrahim a.s. mezhebidir, meşrebirdir, mesleğidir.

أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى
"Ellâ teziru vâziratun vizra uhrâ.: Gerçekten (hiç)bir günahkâr, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez.” (Necm 53/38)

Asla ve kat’a ALLAHu zü’l- CeLÂL’in Sünnetinde bu hayatta “ellâ” asla olamaz. “teziru” yüklenemez. “vâziratun” bir günahkar, bir başkasının günahını “vizra uhrâ” sırtına alıp yüklenemez. Mümkün değil, mümkün değil. Niye böyle buyuruluyor? Sen neden ilk sözüne vefâkarlık göstermiyorsun, başkasıyla ne işin vardı senin? Öyle de yokmuş, böyle de yokmuş, onu yapıyormuş, bunu yapmıyormuş. Sana neydi yâni? Esâs senin nefes alıp vermen birinci esâs değil miydi? Demek ne demek yâni? İntihar mı edeceğim diyorsun?

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
"Ve en leyse li’l- insâni illâ mâ seâ.: Ve insan için, çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm 53/39)

“Ve” yemin olsun ki. “en” muhakkak, muhakkak. “leyse” yoktur. “li’l- insâni” bir insan için yoktur. Ne yoktur kardeşim?. “illâ” ancak ve ancak “mâ seâ” onun mesâisi vardır. Yâni çalışması vardır. Başka hiçbir şey yoktur. Olabilir, duâ edebilir, ricâ edebilir, ama sen önce sen şu gerçeği bir anla ki; doğru olan senin çalışmandır. Emredilen budur. Mesâindir yâni. Mesâi ne demek? Çalışmandır. “seâ” etmendir. Özün ayniyetini sana çıkarmaktır. “Senlik” yapmaktır. Benim niyetim çalışmak helâlinden kazanmak. Hayatımı kimseye yük olmadan geçirmek vs. ALLAHu zü’l- CeLÂL’in Sünnetini işlemektir. Emrini yerine getirmektir. İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur, maddî-manevî. Maddî-manevî başka bir yol yoktur.

وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى
"Ve enne sa’yehu sevfe yurâ.: Ve onun yaptığı çalışma (amel), yakında görülecektir.” (Necm 53/40)

“Ve” yine “ve” burada yemindir, kesinlikle “enne” muhakkak ki muhakkak, “sa’yehu” o “sa’y” ini, çalışmasını “sevfe yurâ” mutlaka görecektir. Çalışması mutlaka görülecektir, görecektir de değil. Görülecektir! Herkes görecektir. Zâhirdeki, bâtındaki tüm kâinât görecektir, kâinâtı yaratan da görecektir.
“Ve enne sa’yehu sevfe yurâ”
Şüphesiz, şüphesiz onun “Sa’y” i, illâ ve illâ görülecektir. Bugün-yarın, geçmiş-gelecek insan aklı için vardır. ALLAHu zü’l- CeLÂL, geçmişten-gelecekten münzzehtir. ALLAHu zü’l- CeLÂL, şu ÂNda her şeyi geçmişsiz- geleceksiz bir ÂNda toptan yaratır geçer. ALLAHu zü’l- CeLÂL, plan-proje yapacak değil haşa. ALLAHu zü’l- CeLÂL’i AKLen ANLAmak çok zor!.

ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاء الْأَوْفَى
"Summe yuczâhu’l- cezâe’l- evfâ.: Sonra onun karşılığı eksiksiz olarak ödenecektir.” (Necm 53/41)

“Summe”, ne yaptığı görülecek ya, sonra ne olacakmı?. “yuczâhul” onun karşılığı verilir. “Cezâ”sı verilir, “karşılığı” verilir. Arapçada “cezâ” karşılıktır.. Türkçede “cezâ” böyle değildir, sadece suça karşılık olarak alışılmıştır.. oysa Kur'ÂN-ı Kerîmde bunun cezâsı cennet, bunun cezâsı cehennem âyetleri vardır. Kaşılık demektir Arapçada, Türkçeye yanlış yerleşmiştir. Silemezsiniz yâni. Öyle âyetler vardır. Bunun cezâsı cennettir âyetleri vardır. Bizim man kafalar oralarda takılır dururlar. Ne diyecek, çünkü Türkçe karşılığı, Arapçayı öğrenmek istemiyorlar da, uydurmak istiyorlar.

فَأَثَابَهُمُ اللّهُ بِمَا قَالُواْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاء الْمُحْسِنِينَ
"Fe esâbehumullâhu bimâ kâlû cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâûl muhsinîn (muhsinîne).: Böylece onlara, söylediklerinden dolayı Allah, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde devamlı kalacakları cennetler ihsan etti. Ve işte bu, muhsinlerin mükâfatıdır.” (Mâide 5/85)

“Summe yuczâhu’l- cezâe’l- evfâ”
Muhakkak, muhakka bunun karşılığı ona “evfâ” edilecek. Vefâ olarak karşılığı verilecek. İfâ edilecek, yerine getirilecek. Tam tamına, eksiksiz. Fazlasıyla verilecek, tastamam. “evfa”. Şuurlunun vefâsı olur, vefâsının karşılığı ifâ etmektir. Hayatta da böyledir. Herşeyin karşılığı vardır, insan bugün değilse yarın. İfâ nedir? Ödemektir, yerine getirmektir, sözünü yerine getirmektir. Kılmaktır, yapmaktır. ALLAHu zü’l- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîm’inde böyle muhteşem bir güzellik olarak bize bildirmektedir bunu. “İbrahim aleyhisselâm Mesleği” dediğim buydu. Ne diyordu? “İbrahim evfâ etti” buyuruyor. Ödedi diyor karşılığını, vefâkardır diyor, ifâ etti diyor. Sözünü yerine getirdi diyor. “Ben cehennemin zümerâsında da olsam RABBımdan vazgeçmem” dedi ve vazgeçmemiştir yâni. Dönek değildir, gabirun değildir haşa. İşte böyle olanlar çalışmalarının karşılığını, ALLAHu zü’l- CeLÂL’in Necm Sûresinin 40. âyetinde şimdi, şu ÂNda, bizzat kendisi, kendi sözü ve sesiyle, yarattığı “Ve enne sa’yehu sevfe yurâ” herkes çalışmasının karşılığı görülecektir emrini duydu ve uydu ya, evet, öyleyse devam ediyor. Ne diyor; sonra verilecek de ne olacak diyorsan?. Karşılığı ona tastamam ödenecektir. İfâ edilecektir. Yerine getirilecektir. Vefâkarlık yapılacaktır. Onun ifâsına vefâ gösterilecektir. ALLAHu zü’l- CeLÂL de vefâkardır. Tabii ki yâni, birisi yalanı haram içinde, pislik kötülük içinde ALLAHu zü’l- CeLÂL’in vaktini, başka şeylere kullanıyor, RABBını bilmiyor, VAKTini bilmiyor, kendi çalıp oynuyor, bilerek de yapıyorsa ne demektir bu. Peki neymiş, bakın dikkat edin yalnız, bunu zâhirdekiler nasıl yorumlar, “âhirette ödenecek” derler, hemen âhirete yapıştırır. Dünyada?. Dünayada karışmaz. Yok Dünyada. Peki bu âyet neden önce geldi de sonra gelmedi.
.
وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى
"Ve enne ilâ rabbike’l- muntehâ.: Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.” (Necm 53/42)

Ve şüphesiz olan bir şey daha vardır ki, “İlâ RABBike” RABBinedir. “Muntehâ” herşeyin nihâyeti RABBinedir. Bu âyet niye önce gelmedi peki. Âhirette görülecek de, dünyada görülmeyecek de bu âyet neden sonra geldi. Sen bu âhireti, dünyayı niye karıştırıyorsun bu kadar? Niye öbür tarafa sallamaya çalışıyorsun. Bu âlemde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin Şehadetin Şerefini ve Şefâat Şifâsını yaşamak istemiyorsun da, illâ öbür tarafa kaçmak, öbür tarafa sallayıp da orda da allem gullem etmeye çalışıyorsun ey ham sofuu!?..

“Ve enne ilâ RABBikel muntehâ”
Munteha’ nedir? Nihâyettir. Sona dönüştür. Rücû’dur. “Yâ eyyetuhân nefsu'l-mutmainnetu, İrciî ilâ RABBiki râdıyeten mardıyyeten” demektir.
“Ve enne ilâ RABBikel muntehâ”, şüphesiz ki herkesin nihâyeti, mutlaka RABBinedir. Kesinlikle RABBinedir. Yâni bunun lâmı cimi yoktur. Başkaları başka bir şeyler diyorsa gidip başlarını mezâr taşlarına vursunlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi (37-62) Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

“Ve ennehu huve adhake ve ebkâ.”

Ve bir gerçek daha vardır. Şüphesiz ki O’dur. “Ve ennehu”, şüphesiz ki O’dur, “huve”, yine tekrar, O’dur. İki tanedir burada ‘O’. ‘O’ var ya ‘O’; “adhake” seni güldüren, “ve ebkâ” ağlatan O’dur. Nerede? Ölüler güler, ağlar mı?. Burada, burada!!! Güldüren de ağlatan da O’ dur. Döneceksen Rabbine burada döneceksin burada!. Onu söylemeye çalışıyorum. Ve mutlaka görülecektir senin vefakârlığın, mutlaka görülecektir. İnsanlar görüyor, hayvanlar görüyor da Rabbim mi görmeyecek hâşâ! Böyle saçmalık mı olur.

Kesinlikle, muhakkak, şüphesiz olan, doğrusu, kesin olan nedir? O’dur. O’dur güldüren ve ağlatan. Bu iki uç çok önemlidir. Doğum ve ölüm gibidir. Çocuğumuz doğdu diye hepsi güler, çocuğumuz öldü ya da babamız öldü diye herkes ağlar. Bu dünya böyle.

“Ve ennehu huve emâte ve ahyâ.”

Dahası var. “ve ennehu”, şüphesiz O’dur. “huve” O’dur. Zâhir düşün, bâtın düşün, somut düşün soyut düşün, canının istediği gibi düşün, fark etmez diyor. O’dur “emâte” mevt ettiren, öldüren de, “ve ahyâ” ‘hayy’ eden de, dirilten de odur. Ağlatan O’dur, güldüren O’dur, öldüren O’dur, dirilten O’dur kardeşim. Hiç kendini yorma boşa.

“Ve ennehu halakaz zevceyniz zekere vel unsâ.”

Şu dünya hayatının temeli olan Rahîmiyyet, ana rahmi var ya, Rahîmiyyet; baba tohumumuz var ya Rahmâniyyet, ana tarlasına ekilen tohum var ya, işte “ve ennehu” şüphesiz ki O’dur “halaka’z- zevceyni”, “ceyn” çift demektir, bu çiftliği yaratan O’dur. Bu “zevceyn”in önüne gittin mi ikilik Şeytanına kadar gidersin. Ve imtihan aracıdır. Çekerseniz, dünyayı yaratamazsınız. Bütün Şeytanlar Müslüman olsa o zaman herkes melek olur. Kimi imtihan edeceksin. O ALLAHu zü’l- CeLÂL’in kendi sünnetinin içinde olan iştir. Yani, “Ya Rabbi öyle yapmasaydın, böyle yapsaydın!” falan, biz onu bilmeyiz. O yapacağını yapmıştır.

“Ve ennehu halakaz zevceyniz zekere vel unsâ”, İşte O’ dur bu âlemde çiftleri erkek ve dişi olarak yaratan. Kimde?. VALLAHi güvercinde de öyle, nohutta da öyle; yani hayvanda, bitkide, her can taşıyan daima çiftten çıkmaktadır ortaya. “zekere vel unsâ” ALLAH celle celâlihu bu âlemi ikilik üzere kurmuştur. Sonsuz çiftlerle hayy zincirini, dirilik zincirini yürütmektedir. Ahmet Çakır’ın canı Ali Çakır Babası’nın canıdır, hiç makas yememiştir. Ali Çakır’ın canı Âdem aleyhisselâmın canıdır diriliğidir. Hiç makas yememiştir. Böyle bir muhteşemlik vardır. Hiç makas yemeden aynı dirilik sürmektedir. Pazardan satın alınmaz bu, monte edilemez. Onun için “imanı kesik, imanı güdük” derdi rahmetliler, Derbentli’m gibi, öyle derdi. “İmanı güdük onun” derdi. Kuyruksuz anlamında. Ebter yani, kesik. Ölü yani. ALLAH korusun. Ama zincir devam etti mi, Hayy kıyamete kadar gider. “ALLAH” dese O’ da “ALLAH” der. Onun için hadisler vardır. Cuma akşamları babalar,çocuklarının evine bir bir varır. Bir kendisini hak ve hayır üzerine anıyor mu diye yoksa çoluğunu çocuğunu akrabalarını falan dolaşır bir kişi yok mu kendisini hak ve hayır üzerine ansın diye. Bunları okumak lâzım. Anlamak lâzım yaşarken. Sığır gibi gelip geçmek değil mesele.

ALLAH’a ve babanıza itaat edin âyeti vardır. Tek bir tanedir. Hep âyetler ALLAH ve Resulüne itaat ediniz diyedir. Bir tek âyet vardır ALLAH’ a ve babanıza… Demek ki zincir o kadar muhteşem ki bunu anlatmak için söylemiştir. Yoksa bir tek âyet niye?. Öbürü gibi bir tane daha atardı. Yok, işte burada dikkat etmek lâzım Rahîmiyyet bağına, Rahmâniyyet bağına. Rahîmiyyet bağı ana bağdır. Göbek bağıdır. Adamın babasını bilen tek kişi anasıdır. Ama anasını herkes bilir. Bütün cihanın önünde doğurmuştur çünkü. Bu da ayrı bir iştir.

“Min nutfetin izâ tumnâ.”

Tüm bunlarda, bu çiftlerin tümünde, ben akşama kadar 50 kere seyrediyorum güvercinleri kuşları falan. Bir nutfe vardır. “izâ tumnâ” meni atar. Dişi yumurtaya meni atar, hepsi. Yaa işte benim arı geldi, oradan tozlaştırdı, yozlaştırdı, kardeşim bırak sen onu bunu. Tüm bunun temelinde yatan nedir? Rahmâniyyet ve Rahîmiyyet EŞLEŞmesidir.

Bismillahi’r-rahmâni’r-rahîm. Geriye dön. Er Rahmân, Er Rahîm, ALLAH, Bism, “B” ile. Kim ile? Kim İle? Adam ayakta uyuyor. “İlLE”-liği, “B-İLE”-liği mi kalmış, adam vııırt deyip geçiyor. Rahmâniyyetten, Rahîmiyyetten, ALLAH’tan isimden ve bilelikten haberi yoksa, ben kimseye bir şey demiyorum. Bizim zâten deme hakkımız yok ALLAH korusun!. Biz kendi işimizle uğraşıyoruz. Biz, bizden öncekiler gibi başta ne anlattım başta niye anlattım? ALLAH’a sığınırım. Birini övmek ve övünmek için değil.
Dört yaşındaki bir çocuğun ALLAH’ın soyadını sormasındakini anlatmamdaki kasıt, ömrü boyunca “Kaptanımız” demiştir ona. Neden “Kaptanımız” demiştir? İkisinin de anlattığı, hem o çocuğun hem de Siirtlimin, Siirtli Hocam önce anlatmıştır. Antalya Körfezinde kaptan köşkündeydi ve bize tur attırırdı. MaşALLAH, barekALLAH deyip. Gülerek anlatmıştı, aynı şeyi çocuk da anlatmıştı.

Şunu demek istiyorum. Biz masal anlatmayız. Biz hikaye anlatmayız. Biz zâhiri ve bâtını BİZ-BİR-İZ görürüz. Kalbimizi ve kafamızı dürbün gibi kullanırız. Objektif Oküler gibi bakarız, hakkı ve hayrı görürüz. Biz uydur kaydırlardan öteyiz. Biz tuvaletsiz mutfak bilmeyiz. Mutfaksız tuvalet de bilmeyiz. Gübresiz gül bilmeyiz. Boksuz bostan bilmeyiz. Biz dosdoğru ALLAH’ın sünneti içerisinde yaşarız. Bizim derdimiz bir şey anlatmak değildir, zaten kimse dinlemez onu söyleyim sana. Dinler sanırsın Hakan, dinlemez. Sen dinler sanırsın dinlemez. Summun bukmun umyun…

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
---“Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn (yerciûne).: SAĞIRdırlar, DİLsizdirler, KÖRdürler. Bundan dolayı dönmezler.” (Bakara 2/18)

Kör, sağır, içindeki saat durmuş onun. Konuşamaz o. Onu uyandıramazsın. ALLAH uyandırsın. O başka şeyin sevdalısı. O cennet sevdalısı, o cehennem korkusu, cennet sevgisiyle yaşar. O Cemalullah ne bilmez, Kemâlullah ne bilmez, Celâlullah ne bilmez, umurunda bile değil onun. O vır vır vır, zır zır zır…

“Ve enne aleyhin neş’etel uhrâ.”

ALLAHu zü’l- CeLÂL kendisini nasıl anlatıyor? Güldüren odur, ağlatan odur, öldüren odur, dirilten odur, “ve enne” şüphesiz ki “aleyhi” onun üzerine, farzdır, farz. Mutlaka O’nun işidir. O yapar, O’na aittir. “neş’ete” nedir ‘neş’e’? ‘inşae’ diyorsun ne demek inşâeALLAH. “Neş’e” inşâ etmek, ne demek; ev yapmaktır, inşaat biliyorsun. Üremektir çoğalmaktır, hiç durmadan yeniden yaratıştır. “Şe’enullah”tır yani. “Ve enne aleyhin neş’etel uhrâ”, âhir olan neş’et ona aittir. İnsan aklının gidebildiği kadar gitsin en ucuna artık yeter dediği yerdeki yine onun neş’esidir. Neş’etidir. İnşeasıdır. Şeenullahı’dır. Böyle bir ‘Necm’ suresinden bahsediyoruz. Muhammedi cemiyet nurundan bahsediyoruz. MuhaMMedî Cemmü’-l cem den bahsediyoruz. Uydur kaydır bahsetmiyoruz. Dosdoğru bahsediyoruz.

“Ve ennehu huve agnâ ve aknâ.”;

“Ve ennehu” yemin olsun ki O’dur. Şüphesiz O’dur. “hüve” O’dur, tekrar. “agnâ”, ganî kılan O’dur. Ee zengin kılan. Neyi zengin kılan?. Neyin zengini kardeşim ya? Zenginden kastın ne bir söyle bakayım. Bursa’yı bana verince zengin mi olurum. “ve aknâ”, Varlıklı! “aknâ” nın varlıkla ne alakası var kardeşim. Sermayeyle, şununla, bununla ticaret mi yapıyoruz. El Ganî esması var, ne olacak.? Anlayamıyorum ben. Söylemek için bana deseler, sen yaz bir tefsir. Yani ben yazmam niye yazayım, ben çünkü yazamam. Ne diyeyim ben şimdi. Dosdoğru desem; desem öldürürler, demesem öldüm.

Ne diyor ALLAHu zü’l- CeLÂL? Benim anladığımı söylüyorum; “Ve ennehu hüve agnâ” ALLAH kendi nurundan yarattığı sende gani ve galibiyet kılandır. Onun şerefini, namusunu, haysiyetini yaşatacak olandır. Yeter ki sen teslim ol Muhammed aleyhi salâtu vesselâma, yani Rahmeteli’l- âlemin’e ve Rabbü’l- âlemin’e. İstikamete düş de bir gör nasıl oluyormuş ganilik bir gör, gör. Zenginlik fakirliği bırak da gani olmak neymiş, nur gönüllü olmak neymiş. Nur gönüllü, nur gönüllü!! “ve aknâ”, nasıl ikna oluyormuş insan. İkna olmak nedir ya? Türkçeye geçmiştir ikna olmak. Meallere bakıyorum da, zenginlikten falan bahsediyorlar, üzülüyorum. İkna olmak, kanaatını oraya getirmek, razı etmek, razı edilmek inandırmak, inandırılmak, o yana bu yana dönmeden dosdoğru “ya ALLAH ya Bismillah” deyip, ok gibi hedefe gitmek demektir. Yani, türkçesi nedir? Benim anladığım; Nurullah kudretinde, ALLAH’ta yaşamaktır. Nurullah’ın ilahi kudretini yaşamaktır. ALLAH’ın izzetiyle izzetlenmektir. Bir tek âyet vardır. ALLAH, peygamberi ve mü’minleri azizdir diye. İzzet sahibidir diye. Ne muhteşem bir âyettir, tek âyettir o. ALLAH izzet sahibidir vardır. ALLAH ve Rasulü vardır, fakat bir tek âyette de, muhteşemdir o âyet, tektir, gerçek Muhammedi mü’minler de izzet sahibidir.

يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
" Yekûlûne le in raca’nâ ilâl medîneti le yuhricennel eazzu minhâl ezelle, ve lillâhil izzetu ve li resûlihî ve lil mu’minîne ve lâkinnel munâfikîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Onlar, “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır” diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.” (Münâfikun 63/8)

Diyorlar ki: “eğer Medîneye dönersek herhalde eazz olan oradan ezell olanı çıkaracaktır”, halbuki izzet, ALLAHın ve Resulünün ve mü'minlerindir ve lâkin Münafıklar bilmezler.

İyi hocam da, bu mü’minler nasıl oluyorlar? Onların boğazlarında çan mı oluyor? Sokağa çıktığımızda öyle mi görelim yani. Boğazı çanlılar çan çan çan çalsınlar da biz de ha! İşte bak, bak, bak, bu var ya bu, işte ikna olanlardan mı diyelim. Vaaar. Soytarı mı yok. Her taraf dolu. Sen soytarı arıyorsan çok. Sen birini mi arıyorsun. Vaktini ve Rabbini bıraktın. Haa aradığını bulursun. Eğer altın arıyorsan sarrafa gidersin, domates arıyorsan sebze pazarına gidersin. Domates mi alınır sarraf çarşısından. Domates olmaz orda. Domates sebze pazarında, hayvan da hayvan pazarında olur.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: Kul İhvÂNi NECM Sûresi (37-62) Sohbeti

Mesaj gönderen tamersah tarik »

“Ve ennehu huve rabbuş şı’râ.”

“ve enne” Şüphesiz ki O.. O var ya O, Rabbidir.. Kimin? “şı’ra” nın Rabbidir. Şimdi, gel de bu işin içinden çık. Efendim Araplar eskiden biryıldıza şı’ra derlermiş.. Bana ne.. Trilyonlarca yıldız kim oluyor. Ben materyalist miyim? “şı’ra” nın Rabbısıymış da, Kutup Yıldızının Rabbısı başkası mıymış. Gökteki yıldızların Rabbısı başkası mıymış? Ne alâkası var. Araplar “Şı’ra” diyormuş.

Ben öyle demiyorum. Ben “şûur” diyorum. “Şı’ra” kökü, şûur etme köküdür. Şûur edişin Rabbi Allah’tır. MuhaMMedî Şûuru veren ALLAH celle celâlihudur. Rabbül âlemin’dir. Onu söylüyor. Senin şahdamarından yakın olan Rububiyet ve Rusuliyet ayniyetinin şehâdete çıkmasıdır ŞÛUR. Anladın mı Barbaros Gariban, anladım Hocam. Ee anladın da niye yapmıyorsun?. Neyi anladın? İyi kardeşim de “şûur” nedir “şûur”?

Şûur; insanın, içindeki Rusuliyyet ve Rububiyyet rüşdünü aynen şehâdete çıkarmasıdır. Eğer inancı dosdoğruysa tabi ki. Alavere yoksa demek istiyorum.

“Ve ennehu huve rabbu’ş- şı’râ.”; Bu herkeste olan bir şeydir. Allah’ın İslam diniyle mükellef kıldığı, yani bu adamın Müslümanlığı seçme mecburiyeti var kardeşim. Aklı, bedeni rüşde ermiş, tebliği duymuş, hür, esir değil, şu, bu bütün şartlar yerinde, her şeyi yapıyor, Müslümanlığa gelince benim aklım ermez diyor. Ermez mi?. Erdirirler dur sen. Sen buralarda kıç at, sonra bir gün göreceksin ki, MuhaMMedî Şûur’un ne olduğunu sana sorarlar. “rabbuş şı’râ”, muhakkak ki Şira yıldızının Rabbi de O’dur.

Ya kardeşim, iyi anladım da, Neptün’ün, Venüs’ün Rabbısı kim? Öyle uydur kaydır yok. MuhaMMedî Melâmette;
MuhaMMedî şûuru BİLeceksin,
MuhaMMedî Nuru BULacaksın,
MuhaMMedî Sürurda olacaksın,
MuhaMMedî O-NUR u, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şeref ve şifâsıyla yaşayacaksın kardeşim. Melâmet budur.
Ama hocam onlar süt dökmüş kedi gibi olmalılar. Onlar şöyle olmalı, böyle olmalı, şunu yapmalı, bunu yapmalı… Bırak git işine. Ne alakası var, herkes kendi kaderini yaşar, hak ve hayır versin Allah. Neyin derdindesin neyin? Alışkanlıklarının mı dininin derdindesin? Halk için mi dininin derdindesin? Hak için bir dini mi yaşamak istiyorsun. Ne diyorsun? Sen mi bunu çevireceğini sanıyorsun? Rabbül âlemine karşı sen mi diyorsun ki ben şöyle şöyle yaparım, sen kimsin, neden bahsediyorsun? Allah celle celâlihu, İbrahim alehisselâmı Nemrudun ateşine sokmuştur sen kimsin be?. Kaçarak kurtulamazsın. MuhaMMedî şûura bir teslim ol da, Rabbın Şûurunu görürsün. Rububiyyet ve Rusuliyyet, aynı şeyin iki yüzüdür. Eğer sende yürek varsa, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüreğine girersen, “şı’ra” nın şûur olduğunu görürsün. Sana söyler, söyler. Rasulullah da söyler, Kelâmullah da söyler, Hakan.

“Ve ennehû ehleke âdenil ûlâ.”
Şimdi döndü, Rabbü’l- âlemin. O’ dur, Allah’dır, Rabbü’l- âlemindir ki, ‘ehleke’ helâk etti, “âdenil ûl”’ bu Âd kavmi var ya Âd kavmi, Âd, Semud, Nuh, örnekler için anlatılan, daimiyet ayniyet kavmi yani. Ya 'daimiyet' dediğin ne kardeşim? Ben yaşıyorsam yaşıyorum, öldüysem öldüm. Kendinde bitiriyor işi. Aynen üzerine alıyor. Haşa Allah gibi kabul ediyor kendisini. Yani hükmediyor ve uyguluyor. Böyle bir zalımlık yani.

Hadi diyelim, Âd kavmi olsun ne zaman yaşamışlarsa, nerede yaşamışlarsa, Allah onları helâk etti. “heleke” yani. “KÛN fe ye KÛN” lütfunu, hüviyetini onların başına geçiriverdi. Allah korusun, adam: “Rabb kimmiş!.” diyor, Rabbü’l- âlemin de benim diyor, tepesine geçiriveriyor bakakalıyorsun.

“Ben var ya ben”; öyle külhanbeyleri vardır. “Ben şöyle yaparım” derken nefesi alamayınca ne yapıyor, yığılıp kalıyor. “Ulen hani bir şey yapacaktın. Vururdun, kırardın.” E veremedi ki, alamadı ki. İşte onun için diyorum afedersiniz ossuruktan teyyare diye. Yarım nefesin kulu, yarım nefesin konuşturduğu, coşturduğu, taştırdığı ya da kaçtırdığı, “Ve ennehû ehleke âdenil ûlâ.” , bu Âd kavminin ilk “ûlâ” evvelini en evvelsini helâk ettik. Helâk eden o Rabbü’l- âlemindir yani. O’ dur. Burada söylenecek laflar var ama çok ileriye gitmemize gerek yok. “Âd” ve “Semud” da demek istiyorum..

“Ve semûde femâ ebkâ.”

Ve semud kavmi de Daimiyetin MuhaMMedî Senliğini, yani ben acizane şunu anlamaya çalışıyorum ki, laptoptan Keban'ın cereyanını kullandım ya, hee kullandın, bu Bursa trafosundan geliyor ya, teşekkür ederim Bursa trafosuna. Yok ya, Bursa trafosundan gelir mi, Keban'dan geliyor. O Keban'a teşekkür ederim, gibi. Daimiyetin MuhaMMedî bir seyri vardır. Seni ALLAH’a götürür, el ele el ALLAH’ a götürür yani. Ve bu bir hayal değildir, uydur kaydır değildir.

Efendim Semud kavmi de yaşamış yani, yaşamıştır tabi yaşamaz mı. ‘femâ ebkâ’ bu Semud kavmi de ‘fe’ hemen, biraz sonra yani, müteakiben ‘mâ’ olmadı, ‘ebkâ’ baki olmadı. O da olmadı yani. Kim ki senliği üzerine çekiverdi mi Rabbü’l- âlemini devre dışı bırakmaya kalkıştığı anda başına geçer. Çünkü El-Baki ALLAH'tır. Bunu ‘canım sıkkındı da söyledim’ o zaman tövbe edersin. Ama hep söylüyorum, hop hoop.

‘Ve kavme nûhın min kabl(kablu), innehum kânû hum azleme ve atgâ.’

Hak nurunun ortaya çıkış ölçüsüdür Nuh A.S. Çok ilginçtir. Bir Nuh A.S. sohbeti yapmak lazım. Bütün insanlığın yok oluşu çok ilginçtir. Her hayvandan çift alınışı, bütün kainatın yeniden yaratılması gibi bir olay vardır orada. Çok ilginçtir. 'Ben senin gemine binmem' diyen oğlu vardır. Binenler kimdir o da meçhuldür. Meçhul değildir de meçhul gibidir. Cudi dağı, şimdiki bizim Cudi Dağında gemisini aramaktadırlar. Cudi Dağı ne demektir? Cidde ne demektir? Cedde ne demektir? Cud ne demektir? Bunlar hep bildiğimiz şeylerdir. Cidde, 'nine' demektir. Cidde'ye gittim ben, Havva validemizin kabri oradadır. Cedde, 'ata' demektir, cud 'cömertlik' demektir, Cevad, Cavid hep buradan gelmektedir. Uydur kaydır yok.

‘Ve kavme nûhın min kabl(kablu)’ daha önce Nuh kavmi de, ‘innehum’ onlar var ya, ‘kânû hum azleme’ onlar da zalim değil 'azlem'di yani, 'kebir' değil 'ekber' gibi. Zalimden de zalimdi, ve 'tagut' değil ‘atgâ’ ydı. Daha da sapıktı, azgındı yani, O kadar ağır. ‘e’ ile, Bunu ancak ALLAH bilir gibi bir laftır yani. Kebir-ekber, kebir 'büyük' demek, ekber ne desen; ALLAH bilir o kadar büyük yani, ‘e’ harfini önüne alıverdi mi, Uluhiyete çeker çünkü. Zalimdir, 'Azlem' dedi mi of. Onu sen bilemezsin çok büyük. ‘taga’ azgınlıktır, ‘atgâ’ dedi mi, çok çok çok beter yani. Bunlar da ‘Ve kavme nûhın’ Nuh kavmini de ileriye bağlıyor, ne yaptı, helâk etti, bir önceki ayete bağlıyor. Onlar da çok azgın en azgın ve zalimdiler yani.


devam edecek...
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön