KELAMULLAH-ta ve RESULULLAH-ta FİKRULLAH..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KELAMULLAH-ta ve RESULULLAH-ta FİKRULLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KELÂMULLAH-ta ve RESÛLULLAH-ta FİKRULLAH..

AŞKın ->İLİM ->İRADesi
ZİKiRin FİKRidir ->İDRAk
ŞÜKür ->Şe’ÂN’ın NEFesi
SABRın SIRRıdır İŞTİRAk!.


ZEVK 8326

KELÂMuLLAH -->Kur'ÂN’ı DUY!. ---->“RESÛLuLLAH İZİ”n YÜRü
EBDÂL-EBRÂR->TEBDiL-i BİRR!. AHYÂR-EHRÂR->HAYRın HÜRü
EL ->ELe ->ELLer ->ALLAH’a
vASL-ı vUSLât ->VECHuLLAH’a
->“KÂİNÂt Kur'ÂNı”n -->OKU!. -->TAHKiK TEVHiD TEFEKKÜRü!.


09.08.17 03:59
brsbrsmm.. tktktrstkkmdylnzLıkk..


Resim

AŞK ->İhvÂNimin ANAsı
KIRAT ÇİLLe ÇARPANAsı
RABBımın>NiYÂZ Ni’Meti
->KITMÎRime->FIRTINAsı!.

BEDELsizce ZİKİR ->FİKİR
KIYASsızca FİKİR ->FİKİR
ŞARtsız ve SEBEBsiz FİKİR
ŞİKÂyetsiz ŞÜKÜR ->FİKİR!.


Resim

MüBÂRek MÜNeVver MüSteSNâ MUHteŞEm MUAZzam MUStaFÂ MuhaMMed aleyhi’s- saLâtü ve’s- SeLÂM’ın;
ELESt’ten MAHŞERe MeLÂMet İZi
İNÂyette HİDÂyette SeLÂMette BİZ BİR-İZi ->

Şeriat-ı MuhaMMed aleyhisselâm’da ->ZİKRuLLAHı ->İLİM İLe BİL!.mek
Tariat-ı MuhaMMed aleyhisselâm’da ->FİKRuLLAHı ->İRADEyLe İLe BUL!.mek
Mârifet-i MuhaMMed aleyhisselâm’da ->ŞÜKRuLLAHta ->İDRAK İLe OL!.mak
Hakikat-ı MuhaMMed aleyhisselâm’da ->SABRuLLAHa ->İŞTİRAK İLe YAŞA!.mak..

ALLAHu Zü’L- CeLÂL’imİZin İZNi-İNâyeti-HiDâyetiyLe ->SELÂMetuLLAH.. İNŞâe ALLAHu TeÂLÂ..

RESÛluLLAH sallallahu aleyhi vesellem’imİZin ŞEhâdet ŞERefi ve ŞEfâat ŞifâsıyLa ve MuhaMMedî gAYRetimİZLe İNŞâe ALLAHu TeÂLÂ..


Resim

TEFEKKÜR..

TeFeKkür: İnsanoğlunun; Kafa Basarıyla yaratıklara/kâinâta BAKarak, Kalb Basîretiyle Yaratanı GÖRerek dosdoğru DÜŞÜNerek, EMRolunduğu sonUÇu elde etmesi için “KÜLLî ŞEYy”in anlamları ve kavramları arasında ENFUsî faaliyette bulunup muhakeme etme MELEKesidir.

TeFeKkür;
“CÂN-CÂNÂN BİZ BİR-İZ”liğinin SüNNeti
HABLi’L- VERîd AKRABAlığının Hikmetidir..

TeFeKkür;
GEÇmiş ve GELeceği; Şimdi, Şu ÂNda Şe’ÂNuLLAHta-SüNNetuLLAHta CEM’ EDişin MuhaMMedî TEVHiD TEK-BİRidir..

TeFeKkür;
HÂL-i HAZIRı HAKk’ın HUZURundada HABîBî HIZIR BİLiş TeFeRRÜCü,
BİLdiğini BULuş, BULduğunda OLuş, OLduğunda YAŞAyış HAVLi-Potansiyel GÜCüdür..

TeFeKkür;
Her ZamÂN, Her Yer, Her HÂL ve Her NEfeste;
HALK İÇİNde HAKk’La OLuş HÂLVeti
CihÂN CEM’inde CÂNda CÂNÂN CELveti
NEBîYyü’L- ÜMMî TÜMMLüğüne TesLimiyyet,
HALLÂKu’L- MENNÂN TAMMLığına İstikâmettir..

El Hakku:
Resim

El Müheyminu:
Resim
Et Tâmmu:
Resim

Azîz Hocam Münir DERMAN kaddesallahu sırrahu, Hâlvetten ->Celvete Çıkışı şöyle açıklar;

"Celvet;
Mânâsı, yerini yurdunu terk etmek.
Bütün İlâhi Sıfatlarla Hâlvetten çıkışına
Ve
ALLAH’ın varlığında fâni oluşuna denir.…
İlâhi Sıfatları, insanda gizli
HAKK şeklinde bulunan kudretleri idrak ederek kendinin olmadığını tamamıyle anlamaktır.
Ve bunun
ALLAH’ın RABB şeklinde tezâhürünün olduğunu HAKK kabul etmektir.
Bir damla deryâya düştüğü zaman artık kendisi yoktur.

Halvetin Celvet hâlinde:

“VAHHÂB - FETTÂH - VÂHİD - AHAD - HAMD” ki bu 5 esmâsının hakîkatine kavuşulur.
Bundan sonra 7 esmâ daha vardır.
Onlar HâLvette kulağa söylenir...
Mutlak Hakîkat
ALLAH’dır.."

(Münir DERMAN kaddesallahu sırrahu ALLAH Dostu Der ki III)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMULLAH-ta ve RESULULLAH-ta FİKRULLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

İslâmda MuhaMMedî Tasavvufta Tefekkür, insan aklını naklen İNANDIRMAk içindir.
Nakilsiz materyalist felsefede Tefekkür, daha zeki birinin aklen daha az zeki birini aklen KANDIRMAk içindir..


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde Kalbî Fıkhî Tefekkürden yoksun kalanlar hayvandan da dalalette-sapık olarak aşağılanmıştır.:

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran mine’l- cinni ve’l- insi, lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike ke’l- en’âmi bel hum edallu, ulâike humu’l- gâfilûn (gâfilûne): Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler (kavrayıp anlamazlar). Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.:"
(A’râf 7/179)

Kur’ÂN-ı Kerim’de Tefekkür kavramı; Tedebbür, Tezekkür, Akletme ve Nazar etme gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Tefekkür Kur'ÂN-ı Kerîm’de 18, Nazar ve terkib-mânâdaş türevleri 128, Tedebbür 4, Ulü’l- elbâb 16, Akıl ve terkib-mânâdaş türevleri 49, İlim ve terkib-mânâdaş türevleri ise çokça âyette geçmektedir..

MuhaMMedî Tasavvufta Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem BUYruğu olan NEFSini ve RABBını Tanımak, bunun için de ŞeytÂNını müslümÂN ediş ancak Aklen Naklen Tefekkürle mümkündür..
Kâinât Kur’ÂNı, Beden Kur’ÂNı, AKıL Kur’ÂNı’nı AKLen DUYuş, KaLb Kur’ÂNı’na NAKLen UYuş..


Resim

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslümÂN oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Ben şeytanımı MüslümÂN ettim, Rabbım’ın yardımıyla o bana iyiliği emreder.
Şeytan emrediyor iyiliği. Kim hangi şeytan?
MüslümÂN olmuş şeytÂN.
MüslümÂN olmuş Hizbuşeytanlık, Hizbullahlıktır.
MüslümÂN olmuş Firavun’un adı, yeri, Musa aleyhi’s-selâm gibidir.
MüslümÂN olmuş Nemrud’un DUYuşu-UYuşu, İbrahîm aleyhi’s-selâm gibidir.
MuhaMMedî Teslimiyyet bu kadar önemlidir..


Ben şeytÂNımı müslümÂN ettim, ey ÜMMetim siz de müslümÂN edin kurtulursunuz!.
Yâni bilelim ki, bende ikilik kalmadı..


Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsini BİLen-Tanıyan RABB’isini BİLir-Tanır.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

“Nefsini BİLen-Tanıyan RABB’isini de BİLir-Tanır.”
And olsun ki, derhal demektir.. İKİLİK-ŞEY-t-ÂN-Lık kalkar.. Tahkik Tevhid DOĞar İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
İnsÂNoğlu; AkLen ve bedenen RÜŞDe Erer, Tebliği DUYar ve Hür OLursa kendisine KeLÂMuLLAH âyetleri ve RESÛLuLLAH Hadisleri İki Kesin Kayanaktır..
Kur'ÂN-ı Kerîm, Yarattıklarından Yaratana geçiş Tefekkürüne ki, EsfeLinden İLLİYyîne çağırmaktadır.


لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Lev enzelnâ hâzâ’l- kur’âne alâ cebelin le raeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne): Eğer Biz, bu Kur’ân’ı, dağa indirseydik, O’nu mutlaka, Allah’ın korkusundan huşû’ ile boynunu bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misâlleri veriyoruz. Umulur ki, böylece onlar TEFEKKÜR ederler.”
(Hicr 59/21)


ResimKur'ÂN-ı Kerîmimiz, her ÂN taptaze akan gönülden Tefekkür Irmağımızıdır.. Yeter ki SiLm AkıLLa OKUyaLım-ANLAyaLım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..:

أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءهُمُ الْأَوَّلِينَ
Resim---E fe lem yeddebberûl kavle em câehum mâ lem ye’ti âbâehumu’l- evvelîn(evvelîne): Onlar hâlâ sözü (Kur'ân'ı) düşünmediler mi (mânâsına varmadılar mı, anlamadılar mı)? Yoksa onlara, atalarına gelmemiş olan (bir şey) mi geldi?”
(Mü'minûn 23/68)

كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim---Kitâbun enzelnâhu ileyke mubârakun li yeddebberû âyâtihî ve li yetezekkere ulû’l- elbâb (elbâbi): (Bu Kur'ÂN,) Âyetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahibleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübârek bir kitabdır.”
(Sâd 38/29)

إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Resim---İnnâ cealnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kılûn (ta’kılûne): Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz.”
(Zuhrûf 43/3)

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
Resim---E fe lâ yetedebberûne’l- kur’âne em alâ kulûbin akfâluhâ: Hâlâ Kur’ân’ı tefekkür etmezler mi? Yoksa kalbler üzerinde kilitleri mi var?”
(MuhaMMed 47/24)

İslam âlimlerimizden Mehmet Zahid Kotku kaddesallahu sırrahu Tefekkürü şöyle özetler:

“Tefekkür gönülde bir kandildir. Hayır ve şerri fark etmekte, akıl ona muhtaçtır. Tefekkür, gönülde olan mârifeti hazır edip gösterir. Kalbi gaflet deryasına düşmekten kurtarır. Tefekkür gönüllerin tasfiyesidir. Murakabelerin başlangıcıdır. Tefekkür hakikat bahçelerinin emsâlsiz ağaçları, çiçekleri, gülleridir. En ince hadiseleri pek âşikâr sûrette gösteren nurdur. Tefekkür, aynı zamanda eşyanın hakikatini gösteren bir aynadır. İnce mânâların mizânıdır. Tefekkür hikmet kaynaklarından bir kaynaktır; cevâhir gibi ve diğer kıymetli, madenleri bilmek gibidir. Tefekkür, hikmetleri yakalamak için bir ağ gibidir. İbret nazarlarına melekedir..”


ResimALLAHu zü’L- CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde, ibret alarak tefekkür etmeyi emreder ve tefekküre dâvet eder..:

يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Yunbitu lekum bihi’z- zer’a ve’z- zeytûne ve’n- nahîle ve’l- a’nâbe ve min kulli’s- semerâti, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Onunla sizin için; ekinler, zeytinler, hurMâliklar ve bağlar ve bütün ürünlerden (ürünleri, meyveleri) yetiştirir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyet (delil) vardır.”
(Nahl 16/11)

وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Ve huvellezî medde’l- arda ve ceale fîhâ ravâsiye ve enhârâ (enhâren), ve min kulli’s- semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşi’l- leyle’n- nehâr (nehâre), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Yeryüzünü uzatıp, yayan O'dur. Orada dağlar ve nehirler kıldı (yarattı, oluşturdu). Orada bütün ürünlerden ikili çiftler (zıt cinsli eşler) yarattı (oluşturdu). Geceyi, gündüze örter. Muhakkak ki; bunda tefekkür eden kavim için elbette âyetler (deliller) vardır.”
(Ra'd 13/3)

ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاً يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاء لِلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Summe kulî min kulli’s- semerâti feslukî subule rabbiki zululen, yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun li’n- nâs (nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Sonra meyvelerin (çiçeklerin) hepsinden yeyin! Rabbinin emre âmâde kılınmış yollarında sülûk edin (uçun, dolaşın). Onun karnından muhtelif (çeşitli) renklerde içecek (bal) çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için elbette bir âyet (delil) vardır.”
(Nahl 16/69)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeten, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Ve O’nun âyetlerinden olarak sizin için nefslerinizden zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve rahmet (merhamet) kıldı (oluşturdu). Muhakkak ki bunda, tefekkür eden (düşünen) bir kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.”
(Rum 30/21)

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Allâhu yeteveffe’-l enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhâ’l- mevte ve yursilu’l- uhrâ ilâ ecelin musemmâ (musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”
(Zumer 39/42)

وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Ve sahhara lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre âmâde) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.”
(Câsiye 45/13)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMULLAH-ta ve RESULULLAH-ta FİKRULLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimFİKRULLAH..

Fikr: (Fikir) Akıl. Re'y, istek, düşünce.
Fikren: Zihnen, fikir ile, düşünerek.
Fikret: Düşünme, tefekkür, teemmül, fikir, Düşünülen şey.
Fikriyyât: Fikir ve düşünce ile olan işler.
Tefekkür: Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek..
Hikmet: İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici afâkî-muhitî ve bâtini-enfusî-merkezî Nicelik ve Nitelik Keyfiyetlerinden bahseden ilim..

Tefekkür, Arapçada “fe-ke-re” mastarından türemiştir. Herhangi bir mesele hakkında düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma mânâlarına gelmektedir. Tefekkürün zıddı, fikirsizlik ve düşüncesizlik demektir..

Ragıb el-İsfehanî’ye göre, “Bilinenden ilme varma kuvvetine fikr, bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür denir.”
(El-İsfehânî, el-Müfredât, Mısır 1961, 384.)

İslam düşüncesinde tefekkür, zihnî bir süreç olarak insanın nasıl bildiğini temellendirmeye yönelik olmuştur. Yani bilgiye ve bilmeye yönelik bir zihnî faaliyet olarak algılanmıştır.
(Fârâbî, İhsâ’u’l-Ulûm, nşr.; Osman M. Emin, Kâhire 1931, s. 12, 20.)

İmam Gazzalî’nin düşünce sisteminde “hikmet ve tefekkür” kavramları iç içedir ve bu iki kavram arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu nedenle bazen bu kavramların birbirinin yerine kullanıldığı farkedilir. Gazzalî’nin eserlerinde hikmet tefekkürü, tefekkür de hikmeti kapsamakta ve ayrılmaz bir bütün olarak karşımıza çıkmaktadır. Hikmetin ilk şartı düşünmedir. Bu da temiz bir kalb ve temiz bir akıl ile olur. Allah’ın verdiği aklı şehvani arzuların peşinde kullananlar, ne kendi iç dünyalarındaki ilhamları ne de dış dünyadaki olup biten ibretli sahneleri düşünüp anlayamazlar, kavrayamazlar.
(Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, sad.; heyet, İst., 1992, C. II, s. 204- 205.)

Hakkı ve Hayrı Tefekkür, meclislere şeref katar ve İlahî Vuslata/HizbuLLAHa vesîle olur..
Bâtılı ve Şerri Tefekkür, meclislere tefrika ve günaha sokar Ebedî AYRılığa/Hizbuşşeytâna düşmeye sebeb olur..


ResimKELÂMULLAH BUYrukLarında FİKRULLAH..:

Resim Kur'ÂN-ı Kerîm’de, DÜŞÜNMEK konusunu içeren kavramların ifâdesi genellikle;

Tefekkuh: Fıkıh ilmini tahsil etmek.
Teakkul: Akıl etmek.
Tedebbür: Bir şeyin sonunu düşünmek, tefekkür etmek. Müdebbir olmak, tedbirli olmak.
Teemmül: İyice, etraflıca düşünmek. Derin derin düşünmek
Tefekkür: Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek..

Etimolojik Kelime Kök Yapısı olarak;
Bir şeye akıl ile bakmak ve Kalben delilleri bilmek ->Tefekkür ->“fe-ke-re”
Bir şeyin en sonucu-arkasını kalben-naklen ->Tedebbür ->“de-be-re”
Bir şeyi aklen ümit ve arzu etmek ->Teemmül ->“e-me-le” kökündendir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in AKL-ı SiLM Sahibi KuLLarı, KULLuk Tercihinde;

ALLAH celle celâlihu’nun Tekvinî İradesinin Tecellîsi Kâinâta Kafa Gözü/Basarla bakar.
ALLAH celle celâlihu’nun Teşrî İradesinin Tecellsi Kur'ÂN-ı Kerîme
Kalb Gözü/Basîretle bakar..

Kur'ÂN-ı Kerîmde;

إِنَّ شَرَّ الدَّوَابَّ عِندَ اللّهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---"İnne şerre’d- devâbbi indallâhi’s- summu'l- bukmullezîne lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Muhakkak ki; Allah katında, (yerde yürüyen canlıların) hayvanların en şerlisi (kötüsü) akıl etmeyen sağır ve dilsizlerdir.” (Enfâl 8/22)

إِنَّ شَرَّ الدَّوَابِّ عِندَ اللّهِ الَّذِينَ كَفَرُواْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---"İnne şerre'd- devâbbi indallâhillezîne keferû fe hum lâ yu'minûn (yu'minûne).: Allah katında (yürüyen canlıların) hayvanların en şerlisi, muhakkak inkâr eden kimselerdir (kâfirlerdir). Artık onlar inanmazlar (mü’min olmazlar).” (Enfâl 8/55)

Kur'ÂN-ı Kerîm’de bu şerlilerin ilki İblis’tir ki, doğrudan Yaratan ALLAH celle celâlihu’yu suçlamaktadır.:

قَالَ رَبِّ بِمَآ أَغْوَيْتَنِي لأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الأَرْضِ وَلأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
Resim---"Kâle rabbi bi mâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fî’l- ardı ve le ugviyennehum ecmeîn (ecmeîne).: (İblis şöyle) dedi: “Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde (azgınlığı) süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım.” (Hicr 15/39)

إِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ
Resim---"İllâ ıbâdeke minhumu’l- muhlasîn (muhlasîne): : “Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.” (Hicr 15/40)

AKL-ı SiLM Sahibi bir MüsLümÂNın; Akıldan Nakile, Dıştan İçe, Yüzden Öze, Afâktan Enfüse Nefsini ve RABBını TANıması Algılamalarının aşama-ilişkileri olan Teakkul, Tefekkuh, Tedebbür, Teemmül ve Tefekkür edebilecek imkânlar içinde yaratıldığını BİLmesi, BULması, OLması ve YAŞAması KULLuk İmtihÂNı ve Görevidir..

Dış Organlarımız, İç Organlarımız ve Aklımız, bu Şehâdet ÂLeMinde KULLuk İmtihÂNımızda İMKÂNLarımızdır. Onları HAKka ve HaYRa Kullanmak zorundayız..

Kur'ÂN-ı Kerîmimizde bu hususu pek çok âyet-i celîle açıkça buyurmaktadır;

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---"Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilmun, inne’s- sem’a ve’l- basara ve’l- fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ (mes’ûlen).: Ve (hakkında) ilmin olmayan bir şeyin ardına düşme (karışma) (açıklamaya çalışma)! Muhakkak ki işitme, görme ve fuâd (kalb, gönül, idrak) onların hepsi, ondan (takfu’dan- ardından yürümenden) mes’ul (sorumlu) oldu (mes’uldürler).” (İsrâ 17/36)


Resim Kur'ÂN-ı Kerîmde Tedebbür olarak geçen âyetler.:

أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءهُمُ الْأَوَّلِينَ
Resim---"E fe lem yeddebberûl kavle em câehum mâ lem ye’ti âbâehumu’l- evvelîn (evvelîne).: Onlar hâlâ sözü düşünmediler mi (mânâsına varmadılar mı, anlamadılar mı)? Yoksa onlara, atalarına gelmemiş olan (bir şey) mi geldi?” (Mü'minûn 23/68)

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
Resim---"E fe lâ yetedebberûne’l- kur’âne em alâ kulûbin akfâluhâ.: Hâlâ Kur’ân’ı tefekkür etmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed 47/24)


Resim Kur'ÂN-ı Kerîmde Muddekir olarak geçen âyetler.:

Muddekir: Tezekkür eden/gerek insan zihnine, gerekse varlığın ve insanlığın ortak hafızasına kazınmış bilgileri hatırlayarak, hafızada tutarak, anlayarak düşünüp ibret alan, ders çıkaran, öğüt alan ve bu yolla davranışlarına biçim vermeye dönük çaba gösterendir..

وَلَقَد تَّرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Resim---"Ve lekad teraknâhâ âyeten fe he’l- min muddekir (muddekirin).: Ve and olsun ki Biz, onu (o gemiyi) bir âyet (ibret) olarak bıraktık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?” (Kamer 54/15)

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Resim---"Ve lekad yessernâ’l- kur’âne li’z- zikri fe hel min muddekir (muddekirin).: Ve andolsun ki Biz, Kur’ân’ı, zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?” (Kamer 54/17,22,32,40)

وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Resim---"Ve lekad ehleknâ eşyâakum fe hel min muddekir (muddekirin).: Ve andolsun ki, sizin gibi olanları helâk ettik. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?” (Kamer 54/51)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMULLAH-ta ve RESULULLAH-ta FİKRULLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Kur'ÂN-ı Kerîmde Tefekkür olarak geçen âyetler.:

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَآ أَكْبَرُ مِن نَّفْعِهِمَا وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ كَذَلِكَ يُبيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ
"Yes’elûneke ani’l- hamri ve’l- meysir (meysiri), kul fîhimâ ismun kebîrun ve menâfiu lin nâsi, ve ismuhumâ ekberu min Nef’îhimâ ve yes’elûneke mâzâ yunfikûn (yunfikûne) kuli’l- afve, kezâlike yubeyyinullâhu lekumu’l- âyâti leallekum tetefekkerûn (tetefekkerûne).: Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: “O ikisinde de hem büyük günah hem de insanlar için (bazı) faydalar vardır. (Fakat) onların günahları, faydalarından daha büyüktür.” Ve sana (Allah için) neyi infâk edeceklerini (vereceklerini) soruyorlar. De ki: “Afv ettiklerinizi (vazgeçtiklerinizi, ihtiyaç fazlasını) (infâk edin).” Allah, âyetleri size işte böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz tefekkür edersiniz (bunlardaki hikmetleri düşünürsünüz).” (Bakara 2/219)

أَيَوَدُّ أَحَدُكُمْ أَن تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ لَهُ فِيهَا مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَأَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَاء فَأَصَابَهَا إِعْصَارٌ فِيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ
"E yeveddu ehadukum en tekûne lehu cennetun min nahîlin ve a’nâbin tecrî min tahtihe’l- enhâru, lehû fîhâ min kulli’s- semarâti ve esâbehu’l- kiberu ve lehu zurriyyetun duâfâu fe esâbehâ ı’sârun fîhi nârun fahterakat kezâlike yubeyyinullâhu lekumu’l- âyâti leallekum tetefekkerûn(tetefekkerûne).: Sizden biriniz temenni eder mi ki, onun altından nehirler akan hurMâlik ve üzümlükten bir bahçesi olsun onun, orada her türlü ürünü (meyvesi) bulunsun ve ona yaşlılık isabet etsin (ihtiyarlasın) ve onun zayıf (güçsüz) çocukları bulunsun. Sonra da ona (bahçeye), içinde ateş bulunan bir kasırga isabet etsin, böylece onu yaksın. Allah size âyetleri, işte böyle beyan ediyor (açıklıyor). Umulur ki böylece siz tefekkür edersiniz.” (Bakara 2/266)

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
" Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).: Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/191)

قُل لاَّ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ
" Kul lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemu’l- gaybe ve lâ ekûlu lekum innî melek(melekun), in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), kul hel yestevîl a’mâ ve’l- basîr(basîru), e fe lâ tetefekkerûn(tetefekkerûne).: De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum. Size, muhakkak ki ben bir meleğim demiyorum. Ancak bana vahyedilene tâbî olurum.” “Basiretle gören ve görmeyen bir olur mu, hâlâ tefekkür etmiyor musunuz?” de.” (En’âm 6/50)

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
" Ve lev şi’nâ le rafa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ilâl ardı vettebea hevâhu, fe meseluhu ke meselil kelb(kelbi), in tahmil aleyhi yelhe’s- ev tetrukhu yelhes, zâlike meselu’l- kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusil kasasa leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Ve şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o dünyaya meyletti ve hevasına (nefsinin afetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali, köpeğin hali gibidir ki; onunla ilgilensen de solur, onu terketsen de (kendi haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte böyledir. Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.” (A’râf 7/176)

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُواْ مَا بِصَاحِبِهِم مِّن جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلاَّ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
" E ve lem yetefekkerû mâ bi sâhıbihim min cinneh(cinnetin), in huve illâ nezîrun mubîn(mubînun).: Ve onların sahibinde cinnetten (delilikten) yana bir şey olmadığını tefekkür etmezler mi? O ancak apaçık bir nezirdir.” (A’râf 7/184)

إِنَّمَا مَثَلُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الأَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالأَنْعَامُ حَتَّىَ إِذَا أَخَذَتِ الأَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ أَهْلُهَا أَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَآ أَتَاهَا أَمْرُنَا لَيْلاً أَوْ نَهَارًا فَجَعَلْنَاهَا حَصِيدًا كَأَن لَّمْ تَغْنَ بِالأَمْسِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
" İnnemâ meselu’l- hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mine’s- semâi fahteleta bihî nebâtu’l- ardı mimmâ ye'kulun nâsu ve’l- en'âm(en'âmu), hattâ izâ ehazetil ardu zuhrufehâ vezzeyyenet ve zanne ehluhâ ennehum kâdirûne aleyhâ etâhâ emrunâ leylen ev nehâren fe cealnâhâ hasîden ke en lem tagne bil emsi, kezâlike nufassilu’l- âyâti li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Dünya hayatının durumu (örneği) sadece semadan indirdiğimiz, böylece yeryüzünde, insanların ve hayvanların yediği, arzın bitkileri ile karışan su gibidir. Hatta yeryüzü onun güzelliğini alıp güzelleştiği zaman onun sahibi, ona, kendilerinin kaadir (muktedir) olduğunu zannetti. Ona emrimiz gece veya gündüz geldi ve böylece onu hasat ettik (kökünden kopardık). Sanki dün hiç olmamış (zenginleşmemiş) gibi oldu. İşte böylece âyetleri tefekkür eden bir kavim için ayrı ayrı açıklıyoruz.” (Yûnus 10/24)

وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Ve huvellezî medde’l- arda ve ceale fîhâ ravâsiye ve enhârâ (enhâren), ve min kulli’s- semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşi’l- leyle’n- nehâr (nehâre), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Yeryüzünü uzatıp, yayan O'dur. Orada dağlar ve nehirler kıldı (yarattı, oluşturdu). Orada bütün ürünlerden ikili çiftler (zıt cinsli eşler) yarattı (oluşturdu). Geceyi, gündüze örter. Muhakkak ki; bunda tefekkür eden kavim için elbette âyetler (deliller) vardır.” (Ra'd 13/3)

يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Yunbitu lekum bihi’z- zer’a ve’z- zeytûne ve’n- nahîle ve’l- a’nâbe ve min kulli’s- semerâti, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Onunla sizin için; ekinler, zeytinler, hurMâliklar ve bağlar ve bütün ürünlerden (ürünleri, meyveleri) yetiştirir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyet (delil) vardır.” (Nahl 16/11)

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
" Bil beyyinâti vez zuburi, ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Beyyinelerle (ispat vasıtaları ile) ve semavî kitaplarla (resûller gönderdik) onlara indirilenleri, insanlara beyan etmen (açıklaman) için sana da zikri (Kur’ân-ı Kerim’i) indirdik. Umulur ki böylece onlar, tefekkür ederler.” (Nahl 16/44)

ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاً يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاء لِلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Summe kulî min kulli’s- semerâti feslukî subule rabbiki zululen, yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun li’n- nâs (nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Sonra meyvelerin (çiçeklerin) hepsinden yeyin! Rabbinin emre âmâde kılınmış yollarında sülûk edin (uçun, dolaşın). Onun karnından muhtelif (çeşitli) renklerde içecek (bal) çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için elbette bir âyet (delil) vardır.” (Nahl 16/69)

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
" E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhu’s- semâvâti ve’l- arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).: Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab’lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.” (Rûm 30/8)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeten, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve O’nun âyetlerinden olarak sizin için nefslerinizden zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve rahmet (merhamet) kıldı (oluşturdu). Muhakkak ki bunda, tefekkür eden (düşünen) bir kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.” (Rum 30/21)

قُلْ إِنَّمَا أَعِظُكُم بِوَاحِدَةٍ أَن تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَى وَفُرَادَى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ لَّكُم بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ
" Kul innemâ eızukum bi vâhidetin, en tekûmû lillâhi mesnâ ve furâdâ summe tetefekkerû, mâ bi sâhıbikum min cinnetin, in huve illâ nezîrun lekum beyne yedey azâbin şedîd(şedîdin).: De ki: "Size sadece tek bir şey vaazediyorum. Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkın. Sonra tefekkür edin." Sizin sahibinizde (arkadaşınızda) cinnet (delilik) yoktur. O, ancak sizin için önünüzdeki (gelecek olan) şiddetli azaba (karşı) bir nezirdir (uyarıcı).” (Sebe' 34/46)

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Allâhu yeteveffe’-l enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhâ’l- mevte ve yursilu’l- uhrâ ilâ ecelin musemmâ (musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Zumer 39/42)

وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Ve sahhara lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre âmâde) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Câsiye 45/13)

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
" Lev enzelnâ hâzâl kur’âne alâ cebelin le raeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh(haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Eğer Biz, bu Kur’ân’ı, dağa indirseydik, O’nu mutlaka, Allah’ın korkusundan huşû ile boynunu bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misâlleri veriyoruz. Umulur ki, böylece onlar tefekkür ederler.” (Haşr 59/21)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMULLAH-ta ve RESULULLAH-ta FİKRULLAH..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Kur'ÂN-ı Kerîmde Tefekkuh olarak geçen âyetler.:

وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ
" Ve mâ kâne’l- mu’minûne li yenfirû kâffeh(kâffeten), fe lev lâ nefere min kulli firkatin minhum tâifetun li yetefekkahû fîd dîni ve li yunzirû kavmehum izâ receû ileyhim leallehum yahzerûn(yahzerûne).: Mü’minlerin hepsinin birden sefere çıkması gerekmez (uygun olmaz). Böylece, her fırkadan bir grup sefere çıkmayıp, kendi kavimlerini, onlara geri döndükleri zaman, onları inzar etmeleri (uyarmaları) için, dîni çok iyi fıkıh etsinler! Böylece onlar hazer ederler (Allah’tan çekinirler).” (Tevbe 9/122)


Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem BUYrukLarında FİKRULLAH..:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’ın yarattıkları hakkında düşünün. ALLAH’ın zâtını düşünmeyin. ALLAH’ın zâtı hakkında düşünmeye güç yetiremezsiniz.” buyurmuştur.
(Suyûtî, el Câmi’us-Sağîr, Mısır ts., C., I, s. 136; Aclûnî, Keşfu’l- Hafâ ve Mizanu’l-İlbas, Kâhire, ts., C. I, s. 371)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kalbî rikkatine ve tefekkür ufkuna dâir bir misâli şöyle nakleder:
“Bir gece Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem bana: “Ey Âişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibâdet ederek geçireyim.» dedi.
Ben de: “Vallâhi Sen’inle berâber olmayı çok severim, ancak Sen’i sevindiren şeyi daha çok severim.” dedim.
Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki; mübârek sakalları, elbisesi, hattâ secde ettiği yer sırılsıklam oldu.
O, bu hâldeyken Bilâl -radıyallâhu anh- ezân okumaya geldi ve Rasûlullah’ı perişan bir hâlde buldu. Âlemlerin Efendisi’nin ağladığını görünce, O’nu bu kadar mahzun ve mağmûm eden hâdisenin ne olduğunu merak ederek: “Yâ Rasûlâllah! Allah Teâlâ sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz?” diye sordu.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle âyetler indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!» dedi ve şu âyetleri okudu:

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
"İnne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ardı vahtilâfi’l- leyli ve’n- nehâri le âyâtin li ulî’l- elbâb (ulîl’ -elbâbı).: Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbâb/ temiz akl-ı selîm sahibleri için elbette âyetler (kesin deliller) vardır.” (Âl-i İmrân 3/190)

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
"Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar (ulûl elbâb, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahibleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (dâima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhân'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/191)
(İbn-i Hibbân, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l- Meânî, IV, 157)

İbni Ömer (radiyallahu anhu), Hz. Âişe (radiyallahu anha)’den , Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’de görmüş olduğu en değişik hali kendisine bildirmesini istedi. Bunun üzerine Hz. Âişe ağladı, sonra dedi ki: “Rasûl-i Ekrem’in her hali değişikti. Bir gece yanıma teşrif etti…… “Ya Âişe, bu gece Rabbimin ibâdetiyle meşgul olmama izin verir misin?” diye buyurdu. Ben de dedim ki: “Ya Rasûlallah! Ben senin yakınlığını elbette severim; fakat senin arzuna riâyeti de çok isterim. İbâdetle meşgul olabilirsin.” Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem kalkıp abdest aldı, sonra namaz kıldı ve Kur’ÂN-ı Kerim’den (âyetler) okuyarak ağladı. Gözyaşları mübârek dizlerine yetişmişti. Sonra oturdu, Cenâb-ı Hakk’a hamd-ü senâda bulundu, yine ağlıyordu. Sonra ellerini kaldırdı, yine ağladı. Hatta mübârek gözyaşlarının yeri ıslattığını gördüm. Sabah ezânını okuduktan sonra Bilal geldi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ağladığını görünce şöyle dedi: “Ya Rasûlallah, Allahu Teâlâ senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı, neden ağlıyorsun?” Rasûlullah buyurdu ki: “Ey Bilal, şükreden bir kul olmayayım mı? Hem neden ağlamayayım? Bu gece bana şu âyet nazil oldu: “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde temiz akıl sahipleri için ibret verici deliller vardır. Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerinde yatarken Allah’ı hatırlayıp zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler ve (şöyle derler): Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pak münezzehsin, bizi ateşin azabından koru.(Âl-i İmrân 3/190)” Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem devam ederek şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun o kimseye ki, bu âyeti okur da onda tefekküre dalmaz.”
(et-Terğib ve’t-Terhîb, Ömer Nasuhi Bilmen Tefsir)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke-i Mükerreme’ye yaklaşık 5 km mesâfedeki Hirâ Mağarası’ndaki inzivâ, ibâdet ve tefekkür hayâtı, Atası EbuRahîm/İbrahîm aleyhisselâm gibi göklerin ve yerin melekûtundan (görünen âlemin ötesindeki kudret ve azamet-i ilâhîden) ibret almak ve Kâbe’yi seyretmek şeklindeydi.
(Aynî, Umdetü’l- Kârî Şerhu Sahîhi’l- Buhârî, Beyrut, İdâretü’t- Tıbâati’l- Münîriyye, ts, I, 61; XXIV, 128)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Rabbim bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti.” buyurmuştur.
(İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252/5838)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Tefekkür gibi ibâdet yoktur.” buyurmuştur.
(Beyhakî, Şuab, IV, 157; Ali el-Müttakî, XVI, 121)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Dünyada misafir gibi olun! Mescidleri ev ittihâz edinin!. Kalblerinizi rikkate alıştırın! Çok tefekkür edin ve çok ağlayın! Nefsânî arzularınız sizi değiştirmesin!..” buyurmuştur.
(Ebû Nuaym, Hilye, I, 358)

Yine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, İbrahîm aleyhisselâm’a indirilen 10 Suhuf’tan şunları nakleder: “Akıl sahibinin belli saatleri olmalıdır: Vaktinin bir kısmını RABBine duâ ve münâcâta, bir kısmını Yüce ALLAH’ın sanat ve kudretini tefekküre, bir kısmını geçmişte işlediklerini muhâsebe etmeye ve gelecekte yapacaklarını plânlamaya, bir kısmını da helâlinden maîşetini kazanmaya ayırmalıdır.”
(Ebû Nuaym, Hilye, I, 167; İbn-i Esîr, el-Kâmil, I, 124)

Ebu’d-Derdâ radiyallahu anhu: “Peygamberimiz: “Bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibâdetten üstündür.” buyururdu.” buyurmuştur.
(Deylemî, II, 70-71, no: 2397, 2400)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir saat tefekkür bazen bir sene ibâdetten daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
(Suyutî, Câmiu’s- Sağir, II/127; Aclûnî, Keşfu’l- Hâfâ, I/370)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allâh’ın yarattıkları üzerinde tefekkür edin…” buyurmuştur.
(Deylemî, II, 56; Heysemî, I, 81)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Tefekkür gibi ibâdet yoktur.” buyurmuştur.
(Ali el-Müttakî, XVI, 121)

Hind bin Ebî Hâlet radiyallahu anhu: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, sürekli hüzünlü ve dâimâ düşünceli idi. Onun için rahatlık söz konusu değildi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Sükûtu, konuşmasından daha uzun sürerdi. Söze başlarken de, sözü bitirirken de hep ALLAH’ın ismini zikrederdi…” demiştir.
(İbn-i Sa’d, I, 422-423)

Tâbiîn ulemâsından Saîd bin Müseyyeb radiyallahu anhu’ya: “Hangi ibâdet daha fazîletlidir?” diye sorulmuştu. Şu cevâbı verdi: “ALLAH’ın mahlûkâtı hakkında tefekkür ve dîni husûsunda tefakkuh/ince anlayış sahibi olmak.”
(Bursevî, Rûhu’l- Beyân, en-Nûr 24/44)

Bişr bin Hâris el-Hâfî kaddesallahu sırrahu: “İnsanlar Allah Teâlâ’nın azameti hakkında tefekkür etseler, O’na isyân edemez, günah işleyemezlerdi.” demiştir.
(İbn-i Kesîr, I, 448, Âl-i İmrân 3/190 tefsirinde)

Ebû’d- Derdâ radiyallahu anhu: “İnsanların bazısı hayrın anahtarı, şerrin de kilididir. Bu iş için onlara ecir vardır. Yine insanların bir kısmı şerrin anahtarı, hayrın da kilididir. Bunun için de onların büyük günahı vardır. Şerre kilit olup hayra anahtar olanlara ne mutlu.. Benim için bir saatlik tefekkür, bir gece namaz kılmaktan hayırlıdır.” demiştir.
Bir habere göre bu rivâyet, merfu’ olarak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den anlatılmıştır.
(Tembihu’l- Gâfilin, syf. 616)

NETice ve sonuç OLarak;
Çok acı ve hüsran olan husus şu ki, KeLÂMuLLAH Kur'ÂN-ı Kerîm’in Mânâ ÖZÜnü ANLAmak için ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Tefekkür emri, şekilcilikle çeşitli makamlarda ses yarışına dönüştürülmüştür.
Kur'ÂN-ı Kerîm ses yarışmaları, kâbirler ve mâtem günlerinde okunan ama insanların kulak bile vermedikleri öksüz kitab durumuna düşmüştür.
Bu hâl ise tüm İsLâm ÂLemi için maddî Manevî apaçık hüsranın ta kendisidir..:

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ
"Ve minen nâsi men ya’budullâhe alâ harf (harfın), fe in asâbehu hayrunıtmeenne bihî, ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî, hasired dunyâ ve’l- âhırate, zâlike huve’l- husrânu’l- mubîn (mubînu).: İnsanlardan (öyle) kimseler vardır ki, Allah’a az (gönülsüz) ibâdet eder. Ona bir hayır isabet etse onunla tatmin olur. Ve bir fitne isabet etse yüz geri döner. (Onlar), dünyada ve âhirette hüsrandadır. İşte o, apaçık hüsrandır.” (Hacc 22/11)

فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُم مِّن دُونِهِ قُلْ إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ
"Fa’budû mâ şi’tum min dûnihi, kul inne’l- hâsirîne ellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevme’l- kıyâmeti, e lâ zâlike huve’l- husrânu’l- mubîn (mubînu).: Artık O’ndan başka dilediğiniz şeye tapın. De ki: "Muhakkak ki, kendilerini ve ailelerini hüsrana düşürenler, kıyâmet günü hüsrana uğrayacak olanlardır." Bu apaçık bir hüsran değil mi?” (Zümer 39/15)


ResimKur'ÂN-ı Kerîm deki Tefekkür Âyetleri iki ana ilkede fikretmemizi emreder.:

1-) Bizzât Kur'ÂN-ı Kerîmin Mânâ ve Hükümleri üzerinde tefekkür.:

Nahl 16/44, Sâd 38/29, MuhaMMed 47/24, Mü'minûn 23/68, Âl-i İmrân 3/7, Kamer, 54/17,32..

Hiç Tefekkür etmediği Kur'ÂN-ı Kerîmi kalkan yaparak halka zülm edecekleri/edenleri Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem BİLdirmişti.:

Suveyd b. Gafele anlatıyor: Ali (kerremallahu vechehu) şöyle dedi:
"Ben size Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den bir şey aktardığım zaman, Allah'a yemin olsun ki, O'nun (aleyhisselam) söylemediği bir şeyi ona isnad etmektense, gökten aşağı düşmek bana daha sevimlidir. Ancak benimle sizin aranızda cereyan eden şeyler hakkında konuşunca, bilirsiniz harb hiledir/yanıltmadır.
(Ali (kerremallahu vechehu) biraz sonra muhatablarına aktaracağı hadisin doğruluğunu teyid etmek için bu girişi yaptıktan sonra, sözünü şöyle sürdürmüştür)
“Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)'ın şöyle dediğini işittim: "Âhir zamanda yaşları küçük, akılları zayıf bir grup insanlar/birtakım gençler ortaya çıkacak. Yaratıkların en hayırlısının (sallallahu aleyhi vesellem) sözünden söylerler (“Hüküm vermek ancak Allah’a aittir”, “Siz Kur’ân’ın hakemliğine dâvet ediyoruz” demeleri gibi - Nevevî, ilgili hadisin şerhi-) ve Kur’ÂN okurlar, ama okun yaydan çıkıp fırladığı gibi dinden çıkarlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Onlara nerede rastlarsanız onları öldürün. Kuşkusuz, onları öldürmek, kıyamet günü, öldürenler için bir ücret/bir mukâfat sağlar."
(Buharî, Fezâilu'l Kur'ÂN, 36, Menâkıb, 25, İstitâbe 6; Müslim, Zekât, 154; Ebu Davûd, Sunnet, 31 (4767); Nesaî, Tahrim, 26)

İlgili rivâyetlerde şu ilâveler de vardır:
"Yâ Resûlullah, (onların) alâmetleri nedir?" diye sordular da; "Saçlarını kökten tıraş etmeleridir." buyurdu.
(Müslim, Zekât, 149; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/197)

2-) Kâinât Kur'ÂNı olan KüLLî ŞEYy âyetleri üzerinde tefekkür.:

ALLAHu zü’L- CeLÂL, Tüm ESMÂuLLAH EMÂNeti Yüklenmesi olan SiLM AKIL Sâhibi İnsÂNoğLuna; Hilâfet vermiş, tüm Yaratıklarını emrine musahhar kılmış ve ZÂTına KULLukla Yükümlü Kılmıştır.
Bu hususu buyuran âyet-i celîlerden;

Bakara 2/219, 266; Âl-i İmrân 3/190; En'âm 6/50; A'râf 7/184, 185; Rûm 30/8,9,21,24,50; Târık 86/6, Ankebût 29/43..

Kur'ÂN-ı Kerîm 23 yıllık bir zaman diliminde sahaba-yi güzînin okuyup analayıp hazmedeceği aralıklarla inzâl olmuştur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem asla mânâsını FİKRedip düşünmeden kör câhil ezberciliğine izin vermemiştir.

Aişe radiyallahu anha Annemiz bir gün, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e: "Yâ Resûlullah! İnsanlar dünyada biribirinden ne ile üstün olurlar” diye sordum. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Akıl ile; kimin aklı üstün ise, onun diğeri üzerinde bir üstünlüğü vardır" buyurdu.
Ben: "Âhiretteki üstünlük ne iledir?” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Akıl iledir.” buyurdu.
Ben: “Peki, herkes kendi yaptığı iş ölçüsünde mükâfât görmiyecek mi?” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Aişe! Her fert, ancak Allah'ın kendisine verdiği akıl kadar iş yapmayacak mıdır? Binaenallleyh, dünyada yaptığı işler, akılları nisbetindedir; âhiretteki mükatatlan da bu işlere göre verilir." buyurdu.
(Ebu Abdillah Muhammed, el-Hakimü't- Tirmizî, Nevadiri'l- Usûl fi Ma'feti Ehadisi'r-Rasûl, İstanbul 1293/1876, 241.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir saat tefekkür, bir yıl ibâdetten hayırlıdır." buyurdu.
(Aclunî, Keşfu'l- Hâfâ ve Müzilü'l- libâs, Kâhire, ts.; 1, 370)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH'ın yaratıklan üzerinde tefekkür ediniz; ZÂTı hakkında tefekkür etmeyiniz. Zirâ siz, O'nun zâtının mâhiyetini bilemezsiniz." buyurdu.
(Suyutî, el-Câmiu's-Sağır, Mısır ts., 1, 136; Aclunî, Keşfu'l- Hâfâ, 1, 371)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH'ın eserleri üzerinde tefekkür ediniz; ZÂTı hakkında tefekkür etmeyiniz." buyurdu.
(Suyutî, el-Câmiu's- Sağir, Mısır ts., 1, 136; Aclunî, Keşfu'l- Hâfâ 1,136)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in, Kur'ÂN ANLAyışını iyi kavrayan, tefekküre büyük değer veren sahabenin ileri gelenleri, Kur'ÂN'ı dâimâ düşüne düşüne, yavaş yavaş okumuş ve ezberlemişlerdir.
Kurradan Abdullah b. Ömer (radiyallahu anhum), Bakara Sûresini 8 yılda ezberlemiştir.
(Suyutî, ltkan, 2, 179)

DÜNümüzde-GÜNümüzde, mânâ anlamında öksüz kalan Kur'ÂN-ı Kerîm ÇİLLesini ciğerlerinden alev alev göklere savuran Mehmed Âkif Ersoy kaddesallahu sırrahu.:

Ya açar Nazm-ı celîl'in, bakarız yaprağına,
Yahud üfler, geçeriz bir ölünün topragına..

İnmemiş hele Kur'ÂN bunu hakkıyla bilin,
Ne mezârlıkta okunmak, ne de fal bakmak için..

(Mehmed Âkif Ersoy, Safehât, İstanbul 1989)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’imiz, Kulları Bizi,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ÜMMeti Bizi,
Teslimiyyet için İslâh, İstikâmet için İflâh Eylesin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön