MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Kalble ilgili çok değerli insanların değerli eserleri mevcûddur.
Dr. Âdem Ergül'ün Kur'ân ve sünnette "Kalbi Hayat" adlı eseri çok değerli ve doyurucudur..

Biz yine de Kur'ÂN-ı Kerîm meâlini elinize alıp bir kalb taraması yapmanız için kalble ilgili âyetlerinin pek çoğunun yerlerini arzedeceğiz..

İslâmda KALBin önemi, tasavvuftaki ve imtihÂN âlemimizdeki yeri, kemâl karargâhı oluşu.. ve noktaya gelirken çeşitli HÂLLerde oluşu..

Biliriz ki, İslâm DÎNinde esas olan KULun;
MuhaMMedî Sadakatı, Samîmiyyeti, Sabrı ve SeLÂMeti DİLEyip BİLip, BULup, OLup YAŞAyışıdır.

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm(selîmin).: Allah’a selîm (selâmete ermiş) kalble gelenler hariç.” (Şuarâ 26/89)


Resim İtmînân Nuru ve Son anda (inâyet, ikrâm ve ihsân) Müjde Nuru:

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Resim---Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh (zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnu’l- - kulûb (kulûbu).: Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.” (Ra'd 13/28)

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimu’l- - melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bi’l- - cennetilletî kuntum tûadûn (tûadûne).: Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (Fussilet 41/30)

MuhaMMed aleyhi’s-selâm'ın, MuhaMMedî Şerîat-ı Garrasına, Tebliğe ve Tevhide, teslim olup Sırat-ı Mustakîm üzere MuhaMMedî istikametle ömrü bitirip sekerât döşeğine düşen MuhaMMedî mü'minlere meleklerin bu âlemden ayrılacağımızdaki son söz şehâdet müjdeleri, korkusuz ve hüsünsüz geçiş ve cennetü'l-alâ müjdesi..

Kur'ÂN-ı Kerîm'imizde Temiz Kalb ile Kirli kalb tezatları zikredilmektedir ki;

Merhametsiz KalbYufka Kalb,
Mütekebbir KalbMütevâzi hoşgörülü Kalb,
Şüpheli kalbMutmaîn Kalb,
Dalalette hüsran KalbSelâmette selim Kalb,
Âsî KalbMünîb Kalb,
Karanlık Kalb Nurlu Kalb,
Sağlıklı afiyette KalbHastalıklı Kalb,
Katı, galiz KalbYumuşak hilimli Kalb,
Perdelerin soyunmuş KalbKaplumbağa gibi kılıfını sürükleyen Kalb.
Hakka ve hayra açık, bâtıla ve şerre kapalı KalbHakka ve hayra kilitli şerre ve bâtıla apaçık Kalb,
İlâhî lûtf-ü-ihsâna kavuşmuş Kâmil KalbMuhabbete, merhamete ve dahası hidâyete kör ve Mühürlü Kalb...

Ve bu çeşit kalbler için Kelâmullahta neler buyurulmuş..

Aziz kardeşlerimim, iyice okuyup anlamanızı ve Kalbinizinn Kur'ÂN-ı Kerîm röntgenini çektirmenizi ve Nur-u Mim'e ki HakikatMuhaMMedîyyenize tutunup ve ışığında, güzelce bir inceleyip, varsa derdinizi ve dermÂNınızı düşenmeniz hususunu önemle arz ederim.

Kur'ÂN-ı Kerîm'imizde; fuad-efideh, kalb-kulub/kalbler olarak;

Bakara 2/7,10,74,88,93,97,118,204,225,260,283; Âl-i İmrân 3/7,8,103,126,151,154,159,167; Nisâ 4/63,155; Mâide 5/13, 41,52,112,113; En'âm 6/25,43,46,109,110; A'râf 7/100,101,179; Enfâl 8/2,10,11,12,24,49,70;
Tevbe 9/8,15,45,60,77,87,93,110,117,125,127; Yûnus 10/57,74,88; Ra'd 13/28; Hicr 15/12; Nahl 16/22,106,108; İsrâ 17/36,45,46; Kehf 18/14,28,57; Enbiyâ21/3; Hacc 22/32,35,46,53,54; Mü'minun 23/60,63,78; Nur 24/37,50; Şuarâ 26/89,194,195,200; Kasas 28/10; Rum 30/59; Secde 32/9, Ahzâb 33/4,5,10,12,26,32,51,53,60; Sebe’ 34/23; Sâffat 37/84; Zümer39/22,23,45; Mü’min 40/18,35; Fussilet 41/5; Şûrâ 42/24; Câsiye 45/23; Ahkaf 46/26; MuhaMMed 47/16,20,24,29; Fetih 48/4,11,12,18,26; Hucurât 49/3,7,14; Kaf 50/33,37; Hadîd 57/16,27; Mücâdele 58/22; Haşr 59/2,10,14; Saff 61/5; Münâfıkun 63/3; Tegâbûn 64/11; Tahrîm 66/4; Müddesir 74/31; Nâziât 79/8; Mutaffifin 83/14
bkz..
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen der-ya »

Resim


ALLaHım!.
Bizi tehlikelerden koru!. Bizi sevgine lâyık olan zümre-yi sâlihine ilhak eyle!.
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

KALB ve FuAD ile İLGİLi bazı âyet-i celilelerin meâllerini teberrüken arzedelim:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîza’l- kalbi lenfaddû min havlike, fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fî’l- emr (emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh (alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne).: Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalbli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah'tan af dile, yapacağın işler hakkında onların görüşlerini al, ama karar verince artık Allah'a dayan. Hiç kuşkusuz Allah kendisine dayananları sever.” (Âl-i İmrân 3/159)

فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ وَلاَ تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَىَ خَآئِنَةٍ مِّنْهُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمُ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Fe bimâ nakdihim mîsâkahum leannâhum ve cealnâ kulûbehum kâsiyet (kâsiyeten), yuharrifûne’l- kelime an mevâdııhî ve nesû hazzan mimmâ zukkirû bihî, ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâınetinminhum illâ kalîlen minhum fa’fu anhum vasfah innallâhe yuhıbbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalblerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.(Mâide 5/13)

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ لاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُواْ آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ وَمِنَ الَّذِينَ هِادُواْ سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِن بَعْدِ مَوَاضِعِهِ يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ هَذَا فَخُذُوهُ وَإِن لَّمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواْ وَمَن يُرِدِ اللّهُ فِتْنَتَهُ فَلَن تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللّهُ أَن يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim---Yâ eyyuhâ’r- resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fî’l- kufri minellezîne kâlû âmennâ bi efvâhihim ve lem tu’min kulûbuhum, ve minellezîne hâdû semmâûne li’l- kezibi semmâûne li kavmin âharîne lem ye’tuke yuharrifûne’l- kelime min ba’di mevâdııhî, yekûlûne in utîtum hâzâ fe huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe len temlike lehu minallâhi şey’â (şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhira kulûbehum lehum fî’d- dunyâ hızyun ve lehum fî’l- âhirati azâbun azîm (azîmun).: Ey Resûl! Kalbleri iman etmediği halde ağızlarıyle "inandık" diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.” (Mâide 5/41)

وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا حَتَّى إِذَا جَآؤُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَآ إِلاَّ أَسَاطِيرُ الأَوَّلِينَ
Resim---Ve minhum men yestemiu ileyke, ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ (vakran), ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minû bihâ, hattâ izâ câuke yucâdilûneke yekûlullezîne keferû in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn (evvelîne).: Ve onlardan kim seni dinlerse, onu anlamalarına karşı (anlamamaları için) kalblerinin üzerine ekinnet koyduk ve kulaklarında vakra (ağırlık) vardır. Ve onlar bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Hatta sana geldikleri zaman, seninle tartışırlar (mücâdele ederler). Kâfir olanlar: “Bu ancak evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” derler.” (En'âm 6/25)

Ekinneten: ekinnet, fıkıh etmeyi engelleyen bir sistem

وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُواْ بِهِ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Resim---Ve nukallibu ef’idetehum ve ebsârahum kemâ lem yu’minû bihî evvele merratin ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn (ya’mehûne).: Ve onların fuad hassalarını (nefsin kalbinin idrak hassalarını) ve basiretlerini (nefsin kalb gözünün görme hassalarını) evvelce O’na inanmadıkları (mü’min olmadıkları) ilk zamanki hallerine çeviririz. Onları, azgınlıkları içinde şaşkın bırakırız.” (En'âm 6/110)

أَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ الأَرْضَ مِن بَعْدِ أَهْلِهَا أَن لَّوْ نَشَاء أَصَبْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَنَطْبَعُ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لاَ يَسْمَعُونَ
Resim---E ve lem yehdi lillezîne yerisûne’l- arda min ba’di ehlihâ en lev neşâu esabnâhum bi zunûbihim, ve natbeu alâ kulûbihim fe hum lâ yesme’ûn (yesme’ûne). Eski halkından sonra yeryüzüne varis olanlarca şu husus anlaşılmadı mı ki, biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibete uğratırdık ve kalblerine mühür vururduk da, artık bir şey duymazlardı.” (A'râf 7/100)

تِلْكَ الْقُرَى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَآئِهَا وَلَقَدْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ بِمَا كَذَّبُواْ مِن قَبْلُ كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللّهُ عَلَىَ قُلُوبِ الْكَافِرِينَ
Resim---Tilke’l- kurâ nakussu aleyke min enbâihâ ve lekad câethum rusuluhum bil beyyinâti fe mâ kânû li yu’minû bi mâ kezzebû min kablu, kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbi’l- kâfirîn (kâfirîne).: İşte o kasabaların haberlerinden bazılarını sana anlatıyoruz. Şüphesiz onlara peygamberleri açık belgeler getirmişlerdi. Ancak daha önce yalanladıklarına iman etmeye yanaşmadılar. İşte Allah, kâfirlerin kalblerini böyle mühürler.” (A'râf 7/101)

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran mine’l- cinni ve’l- insi, lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike ke’l- en’âmi be’l- hum edallu, ulâike humu’l- gâfilûn (gâfilûne).: Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (A'râf 7/179)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beyne’l- mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).: Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfâl 8/24)

إِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ فِي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ
Resim---İnnemâ yeste'zinukellezîne lâ yu'minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri vertâbet kulûbuhum fe hum fî raybihim yeteraddedûn (yeteraddedûne).: Senden sadece Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar ve kalbleri şüpheye düşmüş olanlar izin isterler. Artık onlar, kendi şüpheleri içinde tereddüt ederler (bocalarlar).” (Tevbe 9/45)

وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ نَّظَرَ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ هَلْ يَرَاكُم مِّنْ أَحَدٍ ثُمَّ انصَرَفُواْ صَرَفَ اللّهُ قُلُوبَهُم بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَفْقَهُون
Resim---Ve îzâ mâ unzilet sûretun nazara ba’duhum ilâ ba’din, hel yerâkum min ehadin summensarafû, sarafallâhu kulûbehum bi ennehum kavmun lâ yefkahûn (yefkahûne).: Bir sûre indirildiğinde, bazısı bazısına bakar (ve): "Sizi bir kimse görüyor mu?" (der.) Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalblerini çevirmiştir.” (Tevbe 9/127)

ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِ رُسُلاً إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَآؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ بِمَا كَذَّبُواْ بِهِ مِن قَبْلُ كَذَلِكَ نَطْبَعُ عَلَى قُلوبِ الْمُعْتَدِينَ
Resim---Summe beasnâ min ba’dihî rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fe mâ kânû li yu’minû bimâ kezzebû bihî min kabl (kablu), kezâlike natbeu alâ kulûbi’l- mugtedîn (mugtedîne).: Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte biz, haddi aşanların kalblerini böyle mühürleriz.” (Yûnus 10/74)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Resim---Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh (zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnu’l- kulûb (kulûbu).: Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.(Ra'd 13/28)

إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ قُلُوبُهُم مُّنكِرَةٌ وَهُم مُّسْتَكْبِرُونَ
Resim---İlâhukum ilâhun vâhid (vâhidun), fellezîne lâ yu’minûne bi’l- âhirati kulûbuhum munkiretun ve hum mustekbirûn (mustekbirûne).: Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Ahirete inanmayanların kalbleri ise inkarcıdır ve onlar müstekbir (büyüklenmekte) olanlardır.” (Nahl 16/22)

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm (ilmun), inne’s- sem’a ve’l- basara ve’l- fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ (mes’ûlen).: Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ 17/36)

وَرَبَطْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَن نَّدْعُوَ مِن دُونِهِ إِلَهًا لَقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا
Resim---Ve rabatnâ alâ kulûbihim iz kâmû fe kâlû rabbunâ rabbu’s- semâvâti ve’l- ardı len ned'uve min dûnihî ilâhen lekad kulnâ izen şetatâ (şetaten).: Onların kalbleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; ilah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız." (Kehf 18/14)

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا
Resim---Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti ve’l- aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînete’l- hayâti’d- dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ (furutan).: Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” (Kehf 18/28)

ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِن تَقْوَى الْقُلُوبِ
Resim---Zâlike ve men yuazzım şeâirallâhi fe innehâ min takvâ’l- kulûb (kulûbi).: İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.” (Hacc 22/32)

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Resim---E fe lem yesîrû fî’l- ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma’l- ebsâru ve lâkin ta’ma’l- kulûbulletî fî’s- sudur (sudûri).: Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalbleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalbler körelir.” (Hacc 22/46)

وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِهِ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ اللَّهَ لَهَادِ الَّذِينَ آمَنُوا إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---Ve li ya’l- emellezîne ûtûl ilme ennehu’l- hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin: (Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur'an'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalbleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir.” (Hacc 22/54)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوا وَّقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ
Resim---Vellezîne yu’tûne mâ âtev ve kulûbuhum veciletun ennehum ilâ rabbihim râciûn (râciûne).: Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalbleri çarparak yapanlar;(Mü'minun 23/60)

أَفِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ أَمِ ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَن يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ بَلْ أُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Resim---E fî kulûbihim maradun emirtâbû em yehâfûne en yehîfallâhu aleyhim ve resûluh (resûluhu), bel ulâike humu’z- zâlimûn( zâlimûne).: Kalblerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!(Nur 24/50)

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm (selîmin).: Allah’a selîm (selâmete ermiş) kalble gelenler hariç.(Şuarâ 26/89)

عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ
Resim---Alâ kalbike li tekûne mine’l- munzirîn (munzirîne).: Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir).(Şuarâ 26/194)

كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbillezîne lâ ya’l- emûn (ya’l- emûne).: İşte bilmeyenlerin (hakkı tanımayanların) kalblerini Allah böylece mühürler.(Rum 30/59)

مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ
Resim---Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfih (cevfihî), ve mâ ceale ezvâcekumullâî tuzâhırûne min hunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed’ıyâekum ebnâekum, zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vallâhu yekûlu’l- hakka ve huve yehdî’s- sebîl (sebîle).: Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalb kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip iletir.(Ahzâb 33/4)

ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh (indallâhi), fe in lem ta’l- emû âbâehum fe ıhvânukum fî’d- dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ (rahîmen).: Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalblerinizin kasıt gözeterek (taammüden) yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzâb 33/5)

تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا
Resim---Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk (aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn (kulluhunne), vallâhu ya’l- emu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.: Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alıp barındırabilirsin; ayrıldıklarından, istek duyduklarına (dönmende) senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın (en uygun) olan budur. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah bilendir, halimdir.(Ahzâb 33/51)

إِذْ جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---İz câe rabbehu bi kalbin selîm (selîmin).: O, Rabbine selîm/teslim olmuş, arınmış bir kalb ile gelmişti.(Sâffat 37/84)

وَإِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَحْدَهُ اشْمَأَزَّتْ قُلُوبُ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ وَإِذَا ذُكِرَ الَّذِينَ مِن دُونِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Resim---Ve izâ zukirallâhu vahdehuşmeezzet kulûbullezîne lâ yu’minûne bil âhıreh (âhıreti), ve izâ zukirellezîne min dûnihi izâ hum yestebşirûn (yestebşirûne).: Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar.” (Zümer 39/45)

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
Resim---E fe lâ yetedebberûne’l- kur’âne em alâ kulûbin akfâluhâ.: Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbleri kilitli mi?(MuhaMMed 47/24)

لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا
Resim---Lekad radiyallâhu anil mu’minîne iz yubâyiûneke tahte’ş- şecereti fe alime mâ fî kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ (karîben).: Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur, kalblerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılık) olarak vermiştir.(Feth 48/18)

إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْوَاتَهُمْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوَى لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---İnnellezîne yeguddûne asvâtehum inde resûlillâhi ulâike’l- lezînemtehanallâhu kulûbehum lit takvâ lehum magfiretun ve ecrun azîm (azîmun).: Şüphesiz, Allah'ın Resûlü'nün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalblerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.” (Hucurât 49/3)

وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ
Resim---Va’l- emû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin mine’l- emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumu’l- îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumu’l- kufre ve’l- fusûka ve’l- isyân (isyâne), ulâike humu’r- râşidûn (râşidûne).: Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalblerinizde süsleyip çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurât 49/7)

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalblerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurât 49/14)

مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاء بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ
Resim---Men haşiyer rahmâne bi’l- gaybi ve câe bi kalbin munîbin.: Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalb ile gelen içindir.(Kaf 50/33)

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
Resim---Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsabni meryeme ve âteynâhu’l- incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu ra’feten ve rahmeten, ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illâbtigâe rıdvânillâhi fe mâ raavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynâllezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn (fâsikûne).: Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalblerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır.(Hadid 57/27)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi ve’l- yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalblerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.(Mücâdele 58/22)

وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِن بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِّلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm (rahîmun).: Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalblerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr 59/10)

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
Resim---Zâlike bi ennehum âmenû summe keferû fe tubia alâ kulûbihim fe hum lâ yefkahûn (yefkahûne).: Bu, onların iman etmeleri sonra inkâr etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalblerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar.(Münâfıkun 63/3)

مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh (bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh (kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm (alîmun).: Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, her şeyi bilendir.” (Tegâbûn 64/11)

إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ
Resim---İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat kulûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe huve mevlâhu ve cibrîlu ve sâlihu’l- mû’minîn (mû’minîne), ve’l- melâiketu ba’de zâlike zahîr (zahîrun).: Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalbleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.(Tahrîm 66/4)

وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ
Resim---Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtû’l- kitâbe ve’l- mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun ve’l- kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ (meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ (yeşâu), ve mâ ya’l- emu cunûde rabbike illâ hû (huve), ve mâ hiye illâ zikrâ li’l- beşer (beşeri).: Biz o ateşin muhafızlarını hep meleklerden ibaret kıldık. Sayılarını da ancak kâfir olanlar için bir fitne yaptık, (zira on dokuz meleği azımsayarak onları helâk edebileceklerini sandılar); kendilerine kitab verilenler de Kur’an’ın hak olduğuna inansınlar; (çünkü onların kitablarında da bu meleklerin sayısı on dokuzdur); müminlerin de imanlarını artırsın. Kendilerine kitab verilenlerle müminler (böylece) şüpheye düşmesinler. Kalblerinde bir maraz (nifak) bulunanlarla kâfirler de şöyle desin: “- Allah bu sayı ile beraber hangi şeyi murad etmiştir? İşte Allah dilediğini böyle şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını da ancak kendisi bilir. O cehennem de insanlar için ancak bir öğüddür.(Müddesir 74/31)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim,
El ALîmu’l- ÂLim celle celâluhu olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'dir.

El Âlim:
Resim

El Alîm:
Resim

İlimin her türlüsü O'nda ve O'ndandır. İlmin sınıfı ise çoktur.
İnsanların tümüne gönderilen Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizden bize intikâl eden Ledünn İlmi, Ehl-i Kalb İlmi de bunlardan birisidir.

İlm-i ledünn: Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de öğrenip ulaşma yolları bulur. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (aleyhumusselâm) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir..

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Ve Biz, seni (kâinattaki) insanların hepsi için müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olmandan başka bir şey için göndermedik. Fakat insanların çoğu bilmezler.(Sebe' 34/28)

Biz mü'minler bu ilme vârisiz. Ledünn İlmi bir Hikmettir.
Ledünn İlmi Sözden öte, sohbet ilmidir.

فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
Resim---Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ (ilmen).: Böylece katımızdan, kendisine rahmet verdiğimiz ve ledun (gizli) ilmimizden öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul buldular.(Kehf 18/65)

Ledünn İlmi, kesbî (çalışilârak elde edilen) bir ilim değildir. Kalbî bir ilimdir.

Bu ilme:
Vahyî kavuşanlar NebîyuLLah,
Veysî kavuşanlar EhluLLah,
Vehbî kavuşanlar ise EvLiyâuLLahdır.
KESBÎ kavuşanlar ise BizLer AbduLLahdır.
KESBÎçabalar, vehbî olan ilmin hibe edilmesine sebeb olacağı açık ve bellidir İnşâe ALLAH.

Zîrâ; âyet-i celilede:

يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
Resim---Yu’ti’l- hikmete men yeşâu, ve men yu’te’l- hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ (kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.(Bakara 2/269)

Ûlü'l-el bâb; ÖZ ehli olanlar, kendinde Lûbbü'L- Lûbe, ÖZün ÖZüne ulaşanlardır.
Zâhir ve Bâtın MuhaMMedî LutfuLLAHa mazhar olurlar..
Ki onlar; HaBLi’l- VERîd AKRabası RABBıyla her ÂN, ŞeÂNuLLahta NÛRuLLAH ki, NûR-u MuhaMMed ki, NÛR-u HaLifetuLLAH BİZ BİR-İZLeridirler..

LüBB: İç. Öz. Her şeyin iyisi, hülâsası. * Akıl, içli şeyin içi.
ElBaB: (Lübb. C.) Akıllar.
Lûbbü'L- Lûb: NAKLe ULaşan AkıLLardır.


Bu ulaşımın (silâ) SALL yolu, yöntemi, usûlü, kaide ve kuralları ise Mürşid-i Mutlak olan Resûl-i Ekrem SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimiz tarafından bildirmiştir. SELL ile SALL olmuştur..
Tahkik (hakikat olan) MuhaMMedî Tasavvuf bu olup sonucu itibariyle bu ise, Tevhidin Temini, Tekemmülü, Teşekkülü ve Teşekkürüdür İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
العلمعلمان: فعلمفيالقلبفذلكالعلمالنافع،وعلمعلىاللسانفذلكحجةاللهعلىابنآدم
İlim iki kısımdır; Kalb ilmi ki, faydalı olan budur. Dil ilmi olan ki, âdemoğlunun aleyhine kullanilâcak ilimdir.”

(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-5717)

Kalb İlminin, Hikmet İlminin, Ledûnn İlminin, Bâtın İlminin, Öz İlminin Yurdu Kalbdir.
Kalb ise fotoğraf filmi gibi HAKka ve HAYRa olduğu kadar, Bâtilâ ve Şerre karşı da çok hassastır. Anında leke kapar veya lekelesini siler..

RaBBu’l- ÂLemîn Baş Şehri Kalbimizin basireti-Kalb GÖRüşü hakkında Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemden bazı Hadis-i Şerif buyruklarına bakalım;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Eğer Âdemoğlu şeytândan dolayı işlediği mâsiyet (âsîlik, isyân, günâh) lekeleri kalbini perdelemeseydi gök âlemini seyrederdi..." buyuruyor.
(Siirtli MuhaMMed Sıddık kaddesallahu sırrahu Hocamdan)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
إنالعبدإذاأخطأخطيئةنكتتفيقلبهنكتةسوداء،فإنهونزعواستغفروتابصقلقلبه،وإنعادزيدفيهاحتىتعلوعلىقلبه
Kul bir hata işlediği zaman kalbine simsiyah bir nokta konur. Eğer günahtan kendini çeker, tevbe ve istiğfar eder se kalbi cilâlanır, etmez se ta ki; kalbini kaplayıncaya kadar nokta artırılır .”
buymuştur.
(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-2070 , Tirmizi, tefsir 83 ,İ. Mace, tevhid 29 )

NûR-u MuhaMMede Ulaşan Kalb:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اذادخلالنورفيالقلبفانفسحوانشرحقالوافماعلامةذالكيارسولاللهقالالانابةاليدارالخلدوالتجافيعندارالغرورولاستعدادللموتقبلنزوله
Kalbe nur girince genişler, rahatlar. Bunun alameti nedir Yâ Rasûlullah dediler? Dedi ki; âhiret’e yöneliş, aldatma yurdundan (Dünya) uzaklaşma, Ölüm gelmeden ölüm için hazırlık.”
buymuştur.
(Tirmizî)

Kalbin din, dünya ve âhiret önemi:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
إناللهتعالىلاينظرإلىصوركموأموالكم،ولكنإنماينظرإلىقلوبكموأعمالكم
“Şanı yüce olan sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalblerinize ve amellerinize bakar.”
buymuştur.
(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-1832)

Kalbin Teslimiyyet ve İstikâmeti ve DİL:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
لايستقيمايمانعبدحتىيستقيمقلبهولايستقيمقلبهحتىيستقيملسانه
Kulun imanı istikâmet bulmaz, ta ki kalbi doğrulmadıkça; Kalbi istikâmet bulmaz ta ki dili doğrulmadıkça.”
buymuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned-C.3 S.198)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
مثلالقلبمثلالريشةتقلبهاالرياحبفلاة
Kalbin misâli; çöldeki bir tüy gibidir. Rüzgâr onun içini dışın, dışını içine çevirir durur.”
buymuştur.
(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-8135)

Kalbin felâketi o kimsenin hüsranı:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
الاوانفيالجسدمضغةاذاصلحتصلحساؤرالجسدواذافسدتفسدساؤرالجسدالاوهيالقلب
Şüphesiz ki beden de bir parça vardır; o düzgün olursa bedenin tamamı düzgün olur, bozuk olursa bedenin tamamı bozuk olur. Dikkat ediniz ki o kalbtir.”
buymuştur.
(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-3856 ; Buhari, iman 39, büyu’ 2; Müslim, müsakat 107; Ebu Davud, büyu’ 3; Tirmizî, büyu’ 1; Nesaî, büyu’ 2)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
الولدثمرةالقلب،وإنهمجبنةمبخلةمحزنة
Körlüğün en şerlisi kalb körlüğüdür.”
buymuştur.
(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-9689)

o zaman cÂN Taşıyan her AkL-ı SİLM Sahibi MuhaMMedî Müslim-Mü’min Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin DuÂsını DUYsun ve UYsun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اللهمإنيأعوذبكمنعلملاينفع،وقلبلايخشع،ودعاءلايسمع،ونفسلاتشبع،
ALLAH’ım korkmayan kalbten, faydasız ilimden, kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”
buymuştur.
(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-1490)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اللهماجعلفيقلبينوراوفيلسانينورا،وفيبصرينوراوفيسمعينورا
ALLAH’ım; Kalbimi nurlu kıl, lisânımı nurlu kıl, bakışımı nurlu kıl, işitmemi nurlu kıl!.”
buymuştur.
(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-1513)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اللهمطهرقلبيمنالنفاق،وعمليمنالرياء،ولسانيمنالكذب،وعينيمنالخيانة،فإنكتعلمخائنةالأعينوماتخفيالصدور
ALLAH’ım kalbimi nifaktan, amelimi riyâdan, dilimi yalandan, gözümü hain bakmaktan koru. Şüphesiz ki sen gözlerin hain bakışlarını ve göğüslerde gizlenenleri bilirsin!.”
buymuştur.
(Şeybanî, Câmiu’s- Sağir-1529)

nOt:
الجامع الصغير
el-Camiu's-Sağir

İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî(189/805)

Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî’nin (ö.189) Zâhirü’r-Rivâye diye bilinen ve Hanefî mezhebinin ana kaynaklarını oluşturan altı eserden biri.
Hanefi fıkhının ilk yazılı kaynaklarından olup İmam Muhammed'in, hocası Ebu Hanife'den Ebu Yusuf vasıtasıyla kendisine ulaşan görüşleri bir araya getirerek telif ettiği bir eserdir. Kaynaklarda Şeybanî'nin el-Camu's-Sağir'i Ebu Yusuf'un isteği üzerine kaleme aldığı belirtilmektedir. Tamamlanmasından sonra eserini Ebu Yusuf'a okuyan İmam Muhammed onun iltifatına mazhar olmuştur. Bazı kaynaklarda el-Cami'us-Sağîr'in İmam Muhammed'le Ebû Yûsuf'un müştereken kaleme aldıkları bir kitab olduğu ileri sürülmekteyse de gerek eserin Ebû Yûsuf'un isteği üzerine yazıldığı ve onun tarafından takdir edildiği rivâyeti, gerekse her bölümün başında: "Muhammed, Ya'küb'dan (Ebû Yûsuf), o da Ebû Hanîfe'den rivayet etmektedir ki" ifâdesi, el-Câmiu's-Sağir'in tek başına Şeybânî tarafından telif edildiği görüşünü kuvvetlendirmektedir. Eseri İmam Muhammed'den İsâ b. Ebân ve İbn Semâa rivayet etmişlerdir.

Fürû'a ait olan el-Câmiu's-Sağir 1532 fıkhı meseleyi ele almakta ve bunlar hakkındaki hükümleri delillerini belirtmeksizin nakletmektedir. Şeybânî eserini, muhtemelen muhtasar oluşu sebebiyle bölüm ve alt bölümlere ayırmadan kaleme almışsa da daha sonra Ebû Tâhir ed-Debbâs kitabı bâblar halinde tertib ve tasnif etmiştir. Hasan b. Ahmed ez-Za'ferânî tarafından ayrı bir tasnifinin daha yapıldığı bilinmektedir. Debbâs'ın tasnifinin baş tarafında İmam Muhammed'in eseri kırk kitap halinde kaleme aldığı belirtilmekte, ancak onun tasnifi otuz üç kitabı ihtiva etmektedir. Bu farklılığa, birbirine yakın konulan işleyen bazı kitapların Debbâs tarafından birleştirilmesi yol açmış olmalıdır.
Şeybânî'nin daha önce telif etmiş olduğu el-Mebsut'un aksine, bu eserinde Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf ve kendisinin görüş birliği içinde oldukları meseleleri bir araya getirmek istediği ileri sürülmüşse de 170 kadar meselede ihtilâfların da zikredilmiş olması, bu hedefin her zaman göz önünde bulundurulmadığını ortaya koymaktadır. Bununla birlikte bazı bölümlerde İmam Züfer'in görüşlerinin de belirtilmesi bir tarafa bırakılacak olursa eserin esas olarak Ebû Hanîfe ile iki talebesinin fıkhı görüşlerini ihtiva ettiği görülmektedir.

Ebû Yûsuf'un el-Câmiu's-Sağir'i yanından hiç ayırmadığı belirtilmekte, özellikle ilk dönemlerde kadı ve müftü olmak isteyenlerin bu eseri ezberlemeleri gerektiği bilinmektedir. el-Câmiu's-Sağîr küçük hacmine rağmen Hanefi fıkıh literatürü içerisinde önemli bir yer tutmuş, üzerine çok sayıda şerh ve haşiye yazılmıştır. Leknevî bunlardan otuz üç kadarını zikretmektedir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Kalb gözü, basîrettir. Basîret ise ön gürüş, iç seziş ve ilhâmî görüştür.
Basar (aklî): Kafa gözü görüşü "ilelik"dir. Parmak-yüzük gibidir..
Görür, unutur. Binlerce görür, binlerce unutur. Sistemi budur hayatın. Yoksa olamaz...

Basîret (aşkî, naklî): Kalb gözü görüşü "BİLElik"dir. Et-tırnak gibidir. Gördü mü iş bitti, unutmaz... Sürekli ve sonsuz görme gücü.


Basîret, Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyânın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat. * İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet.

Basîret, İlâhî seziştir ki Eşyânın hakikatini ANLAyış;…

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allahümme erine’l- eşyae kemahiye: Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster” buyurdu.
(Fareddin Razî Tefsirü’l- Kebir, TâHâ Sûresi)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmde;

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim---Se nurîhim âyâtinâ fî’l- âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehu’ hakk (hakku), e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Âyetlerimizi afâkta (ruhumuzun baş gözüyle) ve enfüste (nefsimizin kalb gözüyle) onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin (açıkça belli olsun) diye. Rabbinin herşeye şahit olması kâfi değil mi?”-"İnsanlara âfâk (ufuklar) ve enfüslerinde (nefslerinde) âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. RABB'inin her şeye şâhid olması yetmez mi?" (Fussilet 41/53)
Âfâk: ufuklar, muhit, arzdan Arşa, dış âlem, kâinât.
Enfüs: nefsler, merkez, bedenden-akdes'e iç âlem, insân.


Basar ile belki bir uzaklığa kadar görülür, eli görür, canı göremez.
Ama hayatta lâzım ve lâyıktır.
Basar için sağlıklı bir göz ile birlikte yeterli ışık (güneşin doğması) da gereklidir ve sonra bakilâcak doğru dürüst bir hedef gerekir.

Basîret ile de belli bir şeyler görülebilir. Tasavvufun gözü basîrettir. Yoksa bir körün yol gösterici olması gibi olur sonuç.
Basîret için sağlıklı bir akıl ve Nur-u MuhaMMed güneşinin doğması vahyî nurun aydınlatması mutlaka şarttır.
Din Nuru de, Hikmet Nuru, de.. Ne dersen, de!. Yoksa kuru gürültü!...

Tevhid Dürbünü ile bakarsak:

Resim

Naklden kasdımız aklın; naklî, ilâhî tebliği anlayacak şuûr rüşdüne ermiş hâli olan Aşktır...
Yoksa ayrı ayrı şeyler değil: Bebek Genç Olgun İhtiyar...

Hulûs-i kalb ile teslimiyyet ve Hakka ve hayra sırât-ı müstakîm üzere ihlâsla istikâmet ise müslim ve mü'min oluşumuzdur.
İhlâs da hikmet gibidir.

Resim---Hadisi kudsîde ALLAH Tealâ: "İhlâs, sırlarımdandır ki onu dilediğim kullarımın kalblerine atarım (ilka ederim) ." buyurmuştur.
(Kuşeyrî Risâlesi)

İhlâs kelimesi, sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” mânâsındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelir. ALLAH celle celâlihu’nun, dışındakilerden teberrî/uzaklaşma, ayrılık ve kurtuluş anlamı da vardır. İhlâs kelimesi, terim olarak “ibâdet ve iyilikleri riyâdan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir.

قُلْ أَتُحَآجُّونَنَا فِي اللّهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ وَلَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَ
Resim---Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn (muhlisûne).: De ki: "O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O'na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız. (dîni O’na hâlis kılanlarız).” (Bakara 2/139)

Hikmeti, ehline anlatmak Hasbî Hizmettir ve anlatmamak gizli zulümdur:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kardeşini kendisiyle hidâyete/doğru yola ilettiğin hikmet kelimesinden daha güzel hediye yoktur." buyurmuştur.
(Dârimî, Mukaddime 32)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hikmet, mü'minin yitik malıdır; nerede bulursa onu alır." buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd 15; Tirmizî, İlim 19)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hikmetin başı Allah korkusudur." buyurmuştur.
(Tirmizî; Feyzu'l-Kadir, 3/ 574; Beyhakî; Deylemî; Keşfu’l Hafâ, 1/421; İbn Merduyeh; İbn Kesir, 1/242)

Ancak Hikmeti-İlmi ehl-i olmayana anlatmak da zulümdür ki;

Resim---Enes radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "İlim talebi, her müslümana farzdir. İlmi, ona lâyık olmayan kimseye öğretmek, domuzun boynuna mücevherat, inci, altın takmak gibidir." buyurmuştur.
(Kütüb-i Sitte)

Gerçi bu günümüzde, işportacı gibi tüm esrârı bazara döksen, dönüp bakan yok, herkesin gözü görüntüde ve gürültüde...

Elbette her devirde Ehl-i Hikmet olacaktır kıyâmete kadar.
Hatta âhir zamanda gelenler daha cevvâl (koşan, dolaşan) ve cevâddırlar (cömert) .
Çünkü, Ümmet-i MuhaMMed'in dengesi bozulmuş ve âhir zamanda merhamete, muhabbete ve hasbî hizmete daha çok muhtaçtır ve Ehl-i Hikmet olanlar ise denge ve düzenin devâm röperleri ve sigortalarıdır.

فَهَزَمُوهُم بِإِذْنِ اللّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاء وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ وَلَكِنَّ اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
Resim---Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhu’l- mulke ve’l- hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedeti’l- ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin ale’l- âlemin (âlemîne).: Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.” (Bakara 2/251)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de, ALLAH Tealâ'nın, sâlih bir kulu yüzü suyu hürmetine kırk komşusunu derdden kederden koruduğunu buyurmuştur.
Ancak, sâlihlerin sağladığı bu sulhun da bir sınırı var:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Enuhleke vefinâ's-sâlihune: İçimizde sâlihler varken yine de helâk olur muyuz?" diye sorulunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Neam izâ kesüra'l-hubsü: Evet eğer hubüs (pislik) çoğalırsa!" buyurdu.
(Buhârî, Fiten4,28; Müslim, Fiten 1,2; Tirmizî, Fiten 21,29; İbn Mâce,Fiten 9; İ. Mâlik, Muvatta, Kelâm22)

Azîz kardeşlerim,
Sözlerimizin, fiillerimizin, ahlâkımızın ve hâllerimizin islâh ve iflâhı kalb karargâhındaki niyyetlere bağlıdır.
Herşeyler bu kararın ürünüdür. Menfi ya da müsbet...
Onun için:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ancak, kalblerinize (niyet) ve amellerinize (fiil) bakar." buyurdu.
(Müslim. Birr 34; İbni Mâce, Zühd 9)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ey kalbleri ve gözleri çeviren (ALLAH'ım), kalbimi dinin üzerine sabıt kıl!" buyurdu.
(Müslim, Kader17)

Resim--- Enes İbni Mâlik (radiyallahu anhu): Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu duayı çok yapardı: "Allahümme sebbit kalbi alâ dinike: ALLAH'ım kalbimi dinin üzere sabit kıl". Bir adam: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ! Biz sana imân ettiğimiz ve senin getirdiklerini tasdik ettiğimiz hâlde bizim için (âkibetimizden) korkuyor musun?" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kalbler, muhakkak ki Rahmân'ın celle celâluhu parmaklarından iki parmağı arasındadır, onu (dilediğince) döndürür." buyurdu.
(Kütüb-i sitte şerhi, 7147)

Ne var ki, imkÂN âleminde kulluk (ibâdet-itâat) imtihÂNında bize verilen cüz'i iradeyi Hakka ve Hayra veya Bâtıla ve Şerre kulanma kabiliyeti olan AKIL ile tercihimizi yaptığımız an, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL kalblerimizi o yöne döndürüp gereğini halkeder. Hâşâ asla zulmetmez..

Kalblerimiz, bizim soyut olan mânâmızın, somut olan maddemizle "bile" (beraber) olduğu karar ve hayat karargâhıdır.
EL HAYY celle celâluhu'dan gelen ve vücûdumuzda elân mevcûd olan can diriliği ve hayat, kalbde dönüşümle mümkündür.
Kalbler diriliğin kaynağıdır.
Kalbler ölürse madde ve mânâ âlemi çöker.

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kim her iki bayramın da gecesini, ALLAH'tan sevâb umarak ibâdetle geçirirse, kalblerin öldüğü günde kalbi ölmez." buyurdu.
(Ebu Ümâme (Radiallahu anha)'dan, Kütüb-i Sitte Şerhi Hadis no 6550)

Tasavvufta iki "ı'yd" nedir?. Kalbe NûR-u MUhaMmed Güneşinin Doğuş Bayramı.. Bu ise ehlince ma'lûmdur.
ALLAHÜ-ZÜ'L-CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmimizde:

أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûran yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fî’z- zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine li’l- kâfirîne mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.” (En’âm 6/122)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Azîz kardeşlerim!.
Kalbin, mânâ ile maddenin geçişim-dönüşüm merkezi (transprasyon) olduğunu arzetmiştim.
Şunu demek istedim ki Hayy Bağının, “BİZ BİR-İZ Hayy BİRr”liğinin HaYyat Prizi ve HaYyatın MuhaMMedî Hakikât Merkezi KaLBdir..

Bizim DSİde çok zeki bir Bölge Müdürümüz vardı.
Birlikte çıktığımız uzun bir seyahatta bana: "Sizi genellikle takdir ediyorum, ancak bu yaşta vebu teknik bilgide bir mühendis olarak tasavvufla uğraşmanı anlayamıyorum?" dedi.. Müstehzi-alaylı bir gülümseme ile Teknik ve Tasavvufu bir araya sığdıramadığını söylüyordu.
Kendisine: "Kaç yaşındasınız?" dedim. "Atmış küsür yaşındayım" dedi.
Ben de :"Testi yaşınız mı? Yoksa içindekinin yaşı mı?" dedim.
"Anlayamadım!" dedi.
Anlattım: "Siz, birkaç kilo doğdunuz. Ana, babanız size et yedirdi, ot yedirdi. Et yiyen hayvan ot yiyenleri yer, ot-bitkiler ise toprak yer SON-uçta..
Ebeveyininiz de netice olarak bu toprağı et, süt, sebze v.s. ambalajı içinde getirip sizin özünüzdeki DİRİ-Liğe sıvadılar. O DİRİ-Lik ki, her ölü gıdayı DİRİlterek 80-90 kiloya kadar çıkarttı.
Beden Testinizin yaşı 62 imiş, içindeki DİRİ-Lik => Can => Hayy yaşı nedir?" diyorum size soruyorum:
"Siz DİRİliği kimden aldınız?"
"Tabî ki babamdan..."
"DİRİliği size verdiğinde babanız DİRİ mi idi?"
"Elbette"
"Babanız DİRİliği kimden almışdı?"
"Babasından yâni Dedemden"
"Dedeniz de DİRİ iken babasından, o da DİRİ iken babasından... Böyle böyle nere gidiyorsunuz?. DİRİlik hiç makaslanmadan, kesilmeden en sonunda kime varacaksınız?"
Dediğimde: "ilk insana"dedi.
Ben de kendisine: "Ver elini, el sıkışalım!. Ben Âdem aleyhi’s-selâm diyorum, sen ilk insan diyorsun, hiç farketmez aynı KİŞİdir." dedim.
Uzunca düşündü ve: "Aslında, aklım her zaman gizlice böyle şeyleri düşünüp beni rahatsız ediyordu!..." dedi.


Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELL ; kalbi öldürür diye ifratta aşırı gülmeyi, tefritte aşırı hüznü yasaklamıştır...
Maddî Kalbe âlet dersek, Mânevî Kalbe bu âleti kullanan mekanizma diyebiliriz.
Maddî Kalb bir MAKAMsa-Tahtsa, Mânevî Kalb de orada oturan PâdiŞÂH gibidir..

Onun içindir ki, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem;
KALBi öldürür diye ifratta şımarıklığı aşırı gülmeyi, tefritte aşırı hüznü ve sürekli surat asmayı yasaklamıştır...

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mümin kardeşinin yanında suratı asık durana, melekler lanet eder.” buyurdu.
(Hatib)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Eğer Cennet ve Cehennemi görseydiniz, az güler çok ağlardınız.” buyurdu.
(Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Gülerek günah işleyen, ağlayarak Cehenneme gider.” buyurdu. (Ebu Nuaym)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Çok gülmek kalbi öldürür ve müminin değerini düşürür.” buyurdu.
(Tirmizî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, gülmezdi ancak tebessüm ederdi.”
(İ. Ahmed Müsned 5/97; Albânî Sahihu’l-Câmi 4861)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem uzun sukutlu ve az gülerdi.
(Ahmed Müsned 5/97; Albânî Sahihu’l- Câmi 4862)

Aişe radiyallahu anha ANNemiz: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i kahkaha ile güldüğünü hiç görmedim, taki küçük dilini göreyim bilakis o sadece tebessüm ederdi.” buyurdu.
(Ebu Davud, 5098)

Elbette Gülmek Sünnetulah gereği fıtrî bir hâldir. İnsanın tabiâtında vardır sadece MuhaMMedîce gülmek güzeldir..
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Gülmeyi çoğaltmayınız! Çünkü gülmenin çokluğu kalbi öldürür.” buyurdu.
(İbni Mâce 4193, Albânî Es-Silsiletu’s-Sahiha 506)

SonUÇta; güldüren de, ağlatan da ALLAH celle celâlihudur:

وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى
Resim---''Ve ennehu huve adhake ve ebkâ.: Ve muhakkak ki, güldüren ve ağlatan O’dur.” (Necm 53/43)

سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.6. FUAD

Resim

Azîz kardeşlerim,
KALBin İÇindeki ÖZ'ün adı FUADdır.
Çoğulu, efideh olan Fuad, lûgatte akıl ve gönül de denmiştir.
Âcizâne KALBin ÖZü diyoruz. Fuad bir halkadır. Bir zarftır. İçinde Ruh, onun içindeyse Sır v.d... vardır.
DIŞtaki AKLen SONsuz İLE, İÇteki NAKLen SıRR-ı SıFıR ARAsı BERZAHıdır..

KaLB;
NAkiL ile AKıL, Mânâ ile Madde, Somut ile Soyut, KÛN İLe feyeKÛN ARAsında BİZ BİR-İZLik BERZAHıdır..

KaLbin SıRRa Açılan RahmÂNiYyet Kapısına FUAD,
KaLbin NeFse Açılan RahîmiYyet Kapısına normal Kalb deriz..

El feide: kebâb olmuş et.
Elmüfteedu: ateşli külde pişmiş ekmek.
El nefûdü: iç derdi olan adam...
Ef’ide: (Fuâd. C.) Kalbler. Gönüller.
Fuâd: Kalb, gönül, yürek.
Efid: (Eftid) : f. Medhedici, öven, sena eden. * Hayret edilecek, şaşılacak, taaccüb edilecek şey.
FUAD: Gönül, yürek.

Harflerin diliyle ise, söylemiyoruz..
Kalb kelimesi Arapçada, bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek ve değiştirmek gibi mânâlara gelmektedir. Bu değişken özelliği sebebiyle bu şekilde “kalb” olarak isimlendirildiği belirtilmektedir. (İbn-i Manzur, I, s.687).

Kısacası kalb insan kişiliğinin ruhî merkezi, benliğin ve şuurun kaynağı, eşyanın hakikatini anlayıp bildiğimiz mânevî benliğimiz; benlik idraki ve şuurun ortaya çıktığı ruhî/manevî özümüzdür.
(Fahreddin er-Râzi, s. 61, Gazzali, III, 29, 32).

Büyük Muhakkık Hâkim et-Tirmizî: "Fuad, kalbin ortasıdır." demiştir.

Şeyhü'l-Ekber Muhiddini Arabî (kaddesallahu sırrıhu) de "Lübbü'L-Lüb: ÖZün ÖZü"anlamında kullanmıştır.

Fuad-efideh, Kur'ân-ı Kerîmde 16 yerde geçmektedir.

مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
Resim---Mâ kezebel fuâdu mâ reâ.: Kalbindeki fuad (gönül gözü görmesi), gördüğü (ruhun gözlerinin gördüğü) şeyi tekzip etmedi.(Necm 53/11)

وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُواْ بِهِ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Resim---Ve nukallibu ef’idetehum ve ebsârahum kemâ lem yu’minû bihî evvele merratin ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn (ya’mehûne).: Ve onların fuad hassalarını (nefsin kalbinin idrak hassalarını) ve basiretlerini (nefsin kalp gözünün görme hassalarını) evvelce O’na inanmadıkları (mü’min olmadıkları) ilk zamanki hallerine çeviririz. Onları, azgınlıkları içinde şaşkın bırakırız.” (En'âm 6/110)

وَلِتَصْغَى إِلَيْهِ أَفْئِدَةُ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُواْ مَا هُم مُّقْتَرِفُونَ
Resim---Ve li tesgâ ileyhi ef’idetullezîne lâ yu’minûne bil âhırati ve li yerdavhu ve li yakterifû mâ hum mukterifûn (mukterifûne).: Ve ahirete inanmayanların gönülleri ona (onlara; insan ve cin şeytanlara) meyletsin ve ondan razı olsunlar. Ve onlar, kazandıkları şeyleri kazanmaya devam etsinler.(En'âm 6/113)

وَكُلاًّ نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve kullen nakussu aleyke min enbâir rusuli mâ nusebbitu bihî fuâdeke ve câeke fî hâzihi’l- hakku ve mev’ızatun ve zikrâ li’l- muminîn (muminîne).: Ve sana anlattığımız şeylerin hepsi, resûllerin haberlerindendir. Onlarla senin kalbindeki fuad hassasını (fiziğin ötesindeki idrak) sağlamlaştırırız. Ve bunda (bu haberlerde) sana hak, mü’minlere öğüt ve zikir geldi.(Hûd 11/120)

رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
Resim---Rabbenâ innî eskentu min zurriyyetî bi vâdin gayri zî zer’ın inde beytilke’l- muharrami rabbenâ li yukîmu’s- salâte fec’al ef’ideten minen nâsi tehvî ileyhim verzukhum mine’-s semerâti leallehum yeşkurûn (yeşkurûne).: Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.(İbrâhim 34/37)

مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لاَ يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاء
Resim---Muhtıîne mukniî ruûsihim lâ yerteddu ileyhim tarfuhum, ve ef’idetuhum hevâun.: Başlarını dik tutarak (gökyüzüne doğru devamlı bakarak) koşanlar! Onların bakışları, kendilerine dönemez. Ve onların kalpleri heva ile (nefsin afetleriyle) doludur (nefsin afetlerinden ibarettir).(İbrâhim 34/43)

وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---Vallâhu ahracekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemûne şey’en ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâre ve’l- ef’idete leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Allah, sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.(Nahl 16/78)

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilmun, inne’s- sem’a ve’l- basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ (mes’ûlen).: Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.(İsrâ 17/36)

وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---Ve huvellezî enşee lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâra ve’l- ef’ideh (ef’idete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Ve sizin için işitme hassası, görme hassası ve fuad hassası (idrak hassası) inşa eden (yaratan) O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Mü'minun 23/78)

وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِن مَّكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُم مِّن شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون
Resim---Ve lekad mekkennâ hum fî mâ in mekkennâkum fîhi ve cealnâ lehum sem’an ve ebsâren ve ef’ideten fe mâ agnâ anhum sem’uhum ve lâ ebsâruhum ve lâ ef’idetuhum min şey’in iz kânû yechadûne bi âyâtillâhi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn (yestehziûne).: Andolsun, biz onları, sizleri kendisinde yerleşik kılmadığımız yerlerde (size vermediğimiz güç ve iktidar imkanlarıyla) yerleşik kıldık ve onlara işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdik. Ancak ne işitme, ne görme (duyuları) ve ne gönülleri kendilerine herhangi bir şey sağlamadı. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlardı. Alay konusu edindikleri şey, onları sarıp kuşattı.(Ahkâf 46/26)

قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâre ve’l- ef’ideh (ef’idete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: De ki: “Sizi inşa eden (yoktan yaratıp var eden) ve size işitme, görme ve idrak etme hassalarını veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?(Mülk 67/23)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâre ve’l- efidete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?(Secde 32/9)

وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِن مَّكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُم مِّن شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون
Resim---Ve lekad mekkennâ hum fî mâ in mekkennâkum fîhi ve cealnâ lehum sem’an ve ebsâren ve ef’ideten fe mâ agnâ anhum sem’uhum ve lâ ebsâruhum ve lâ ef’idetuhum min şey’in iz kânû yechadûne bi âyâtillâhi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn (yestehziûne).: Andolsun, biz onları, sizleri kendisinde yerleşik kılmadığımız yerlerde (size vermediğimiz güç ve iktidar imkanlarıyla) yerleşik kıldık ve onlara işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdik. Ancak ne işitme, ne görme (duyuları) ve ne gönülleri kendilerine herhangi bir şey sağlamadı. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlardı. Alay konusu edindikleri şey, onları sarıp kuşattı.(Ahkâf 46/26)

نَارُ اللَّهِ الْمُوقَدَةُ
Resim---Nârullâhi’l- mûkadeh (mûkadetu).: (O), Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir.” (Hümeze 104/6)

الَّتِي تَطَّلِعُ عَلَى الْأَفْئِدَةِ
Resim---Elletî tettaliu ale’l- ef’ideh (ef’ideti).: Ki o (hutame) yüreklerin üstüne çıkar (yükselir).” (Hümeze 104/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim,
Tasavvuf ilmi bir bütündür TÜMMdür-TAMMdır.
Kenarından, köşesinden el yordamı ile bilinip de tanınamaz.
MuhaMMedî EREN ELLerde, MuhaMMedî tÂLİm tERBiyeden geçmeden “ASL”a İSÂLe-ULAŞım Yoktur SüNNetuLLAHta ki;

Kendini/NeFsini BİLip
Mürşidini/PÎRini BULup
Resûlullah Ravzasında OLup
Şe’ÂNuLLahı, Hakkta-Hayr OLarak YAŞAyıp bizZÂT MuhaMMedî ŞâHiDi OLUş Şefâat Şerefidir.. seyr-Ü-süLûkudur.. El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemin!..

Yaşanmadan NEFSin heves OYUNu ve coşmaLarı ise LâLla peynir gemisi yürütüLür SANmak zavaLLıLığıdır.. AT-EŞ-siz ocağa bir ömür üfürüLse de sonuç, yeLLenmeden TeYyÂRedir!.

Vâcibu’l- VüCÛD OL-ÂN Yaratan ALLAHu zü’l- CeLÂL; Şe’ÂNuLLAHta “KÛN” EMRiyle ->feyeKÛN-MevCÛDatını-yartılanları her ÂN YENİden Yaratmaktadır.. Yaratan ÂLemi ve Yaratılanlar ÂLemi..
BİZ BİR-İZ KâLû BeLÂ ÇÖLümüz ki,

Âlemi's-Sagir (Küçük ÂLem) denilen Âlemü'l-HaLk/HALK Âlemi ile,
Âlemü'l-Kebir (büyük ÂLem) denilen Âlemü'l-HAKk/HAKk Âlemi vardır..

Âlemü'l-HAKk/HAKk ÂLemi..
ARŞ ise ÂLemü'L-HaLkın ZiRVesindedir ve Berzahîdir.
Arş'ın bir altında Kursî vardır.
ARZ ise ÂLemü'L-HaLkın DİBindedir ve Zâhirîdir..


Nitekim, İmam Ali kerremullahi veche Şahdamarından da AKRABa RABBını Bİlen AbduLLAHı Anlatırken BUyruğu:

İmâmı Alî keremullahi veche: “Eyâ insan! Ve tezeimu inneke cismi'’s- sâgir ve fike intivae’l-âlemi’l- kebir: Ey insan, sen cismi sagirsin, zum’ edersin!... Hâlbuki Âlemû’l-Ekber sende müntâvidir : Ey insan! Senin cirmin küçücüktür, fakat Âlemi Ekber sende tâvadır.”””


“Ey insanoğlu; sen kendini, küçücük bir şey, bir C-İSİM mi sanıyorsun?
Hâlbuki en büyük âlem
(Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın) sende dürülüp C-AN olup toplanmıştır...”


Zum’ etmek: Bâtıl zann, sanı, şüphe.
Tâva: Dürülüp, yerleştirilmiş.
Müntâvi: İhtivâ eden, bükülüp sarılıp sokulan, katlanan.
Cirm: Cüsse, cisim.
Sagir: Küçük
Âlemi Ekber: Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın Sırları..


ARŞ, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Kudret ve Saltanatının Tecellî yeridir.
ARŞULLAH ->KÛN ->feyeKÛN KÂİNÂTI’nı YUTan TeceLLîde, ZamAN-ZANn ZARFıdır..

ARŞULLAH ki.. Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahmân, Arşi’l- Azîm, Arşi’l- Kerîm, Arşi’l- Mecîd, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdân..

Arş-ı Rahmân..:

الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
Resim---Er rahmânu alâ’l- arşistevâ.: Rahman (olan Allah) arşa istiva etmiştir.” (Tâhâ 20/5)

الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ الرَّحْمَنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا
Resim---Ellezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alâ’l- arşi’r- rahmânu fes’el bihî habîrâ: O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan ve sonra arşa istiva edendir. Rahman (olan Allah)dır. Bunu (bundan) haberi olana sor.” (Furkân 25/59)

Arşi’l- azîm..: Tevbe 9/129; Mü'minûn 23/86; Neml 27/26; Zuhruf 43/82..

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُلْ حَسْبِيَ اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
Resim---Fe in tevellev fe kul hasbiyallâh (hasbiyallâhu), lâ ilâhe illâ hûve, aleyhi tevekkeltu ve huve rabbul arşi’l- azîm (azîmi).: Bundan sonra eğer onlar dönerlerse, o zaman onlara şöyle de: “Bana, Allah yeter (kâfidir), O’ndan başka ilâh yoktur. Ben, Allah’a tevekkül ettim (güvendim). Ve O, azîm arşın Rabbidir.(Tevbe 9/129)

Arşi’l- kerîm..:

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ
Resim---Fe teâlallâhul meliku’l- hakk (hakku), lâ ilâhe illâ hû (huve), rabbu’l- arşi’l- kerîm (kerîmi).: İşte Hakk Melik olan Allah, çok yüce’dir. O’ndan başka İlâh yoktur. (O), kerim arş’ın Rabbidir.” (Mü'minûn 23/116)

Arşi’l- mecîd..:

ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ
Resim---Zu’l- arşi’l- mecîd (mecîdu).: (O), Arşın Sahibi’dir, Mecid’dir (çok yüce ve şereflidir).” (Bürûc 85/15)

ARŞ ve Kürsî..:

KÛN feyeKÛN SeBBeha AÇILımında-Oluşumunda RahmÂNiyyet ARŞı..
KÛN feyeKÛN SeBBeha AÇILımında-Oluşumunda Rahîmiyyet KÜRSÎsi..
KÛN feyeKÛN SeBBeha AÇILımında-Oluşumunda UBuDiyyet FERŞi/Yeryüzü…

Kur'ÂN-ı Kerîmde ARŞ;

A'râf 7/54; Tevbe 9/129; Yûnus 10/3; Hûd 11/7; Yûsuf 12/100; Ra'd 13/2; İsrâ 17/42; Tâhâ 20/5; Enbiyâ 21/22; Mü'minûn 23/86,116; Furkân 25/59; Neml 27/23,26; Secde 32/4; Zümer 39/75; Mü'min 40/7,15; Zuhruf 43/82; Hadîd 57/4; Tekvîr 81/20; Bürûc 85/15 âyetlerinde geçmektedir..

Kur'ÂN-ı Kerîmde KÜRsÎ;

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyum (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu).: Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur (Sadece O vardır). Hayy’dır Kayyum’dur. O’nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O’nundur. O'nun izni olmadan, O’nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O’nun lminden, O’nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O’nun Kürsîsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), Kendisine zor gelmez ve O Alâ’dır (çok yücedir), Azîm’dir (çok büyüktür).” (Bakara 2/255)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Pek çok Hadis-i şeriflerde de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ARŞ ve KÜRSiyyi bildirmiştir..:

Resim---Abdullah b. Mes'ud'dan -ALLAH ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Dünya semâsı ile ondan sonra gelen semâ arası, beş yüz yıllık mesafe kadardır. Her iki semâ arası, beş yüz yıllık mesafe kadardır. Yedinci semâ ile Kürsî arası, beş yüz yıllık mesafedir. Kürsî ile su arası, beş yüz yıllık mesafe kadardır.Arş da suyun üzerindedir. ALLAH Teâlâ, Arş'nın üzerindedir. Amelerinizden hiçbir şey O'na gizli-saklı kalmaz."
(Abdullah b. Mes'ud'dan; İbn-i Huzeyme, et-Tevhîd, sayfa:105'de, Beyhakî "el-Esmâ ves-Sıfât", sayfa: 401'de rivâyet etmiştir.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
اَلنَّاسُ يَصْعَقُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَكُونُ أَوَّلَ مَنْ يُفِيقُ، فَإِذَا أَنَا بِمُوسَى آخِذٌ بِقَائِمَةٍ مِنْ قَوَائِمِ الْعَرْشِ، فَلاَ أَدْرِي أَفَاقَ قَبْلِي أَمْ جُوزِيَ بِصَعْقَةِ الطُّورِ ) [ رواه البخاري
: İnsanlar, kıyâmet günü büyük bir korku ve dehşete kapılıp bayılacaklardır. Bunun üzerine ilk olarak uyanacak kişi ben olacağım. Bir de ne göreceğim. Musa, Arş'ın ayaklarından birisini kuvvetlice tutmuş! Bilmiyorum acaba Musa benden önce mi ayılmış olacak?. Yoksa o, ALLAH Teâlâ'nın Tûr çarpılışından müstesnâ kıldığı kimselerden mi olacaktır?"
buyurmuştur.
(Ebu Saîd'den; Buhârî, hadis no:3217)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
أُذِنَ لِي أَنْ أُحَدِّثَ عَنْ مَلَكٍ مِنْ مَلاَئِكَةِ اللَّهِ مِنْ حَمَلَةِ الْعَرْشِ، إِنَّ مَا بَيْنَ شَحْمَةِ أُذُنِهِ إِلَى عَاتِقِهِ مَسِيرَةُ سَبْعِ مِائَةِ عَامٍ (رواه أبو داود )
: Bana, Arş'ı taşıyan ALLAH'ın meleklerinden bir meleğin ne kadar büyük bir yaratılışa sahib olduğu hakkında insanlara konuşmam için (ALLAH Teâlâ tarafından) izin verildi. Hiç şüphe yok ki o meleğin kulak memesi ile omuzu arası, yedi yüz yıllık yol mesafesi kadar geniştir."
buyurmuştur.
(Câbir b. Abdullah'tan; Ebû Dâvûd, hadis no:4727 )

İmam Hâfız İbn-i Hacer hadis hakkında: "Hadisin isnâdı, Buhârî'nin şartına göre sahihtir." demiştir..
(Fethu'l-Bârî, cilt:8, sayfa:665 )

Arş, Kürsî'nin, hatta her şeyin üstündedir.
Arş, yükseklik, yüksek yer, tavan, çardak. hükümdarın tahtı., saltanat, mânâlarına geliyor..

Bediüzzaman Sâid Nursî kaddesallahu sırrahu ARŞ Hakkında:
“Kalb de bir ARŞtır, fakat ben de ARŞ gibiyim diyemez.” demiştir..
(Lem'âlar, On Yedinci Lem'â.)

“İsm-i âzama mazhar olan ARŞ-ı Azama uruc yolu, yetmiş bin perdeden geçer.”
“Cennetin sekiz tabakası birbirinden üstün oldukları halde umumunun damı ARŞ-ı Azamdır.”
demiştir..
(Sözler, Yirmi Sekizinci Söz.)

“Arş; Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır.” demiştir..
(Mesnevî-i Nuriye, Hubab.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bana, Arş'ı taşıyan ALLAH'ın meleklerinden bir meleğin ne kadar büyük bir yaratılışa sahib olduğu hakkında insanlara konuşmam için izin verildi. Hiç şüphe yok ki o meleğin kulak memesi ile omuzu arası, yedi yüz yıllık yol mesafesi kadar geniştir." buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, hadis no:4727)

Arab tefsir ve dil bilginiolan Râgıb el-İsfehanî: "Arş, aslında üstü örtülü ve gölgelikli şey demektir. Çoğulu "urûş"dur. Bazılarına göre arş, en üstteki felek ve kürsî de yıldızlar feleğidir. Bu görüşü ileri sürenler, Peygamberimizin (aleyhisselâm): “Yedi gök ve yedi yer, kürsîye nispetle uçsuz bucaksız bir çöle atılmış bir halka gibidir. Arşın yanında kürsî de öyledir.” şeklindeki hadisini delil göstermişlerdir."
(Ragıb İsfahani, Müfredat, Arş kelimesi.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Güneş, ay ve yıldızlar yüce ALLAH'ın arşının ışığından yaratılmışlardır." buyurmuştur.
(ed-Durrul Mensur, c:3,s:477. Biharu'l-Envar, c:55,s:210.)

ــ عن عمران بن حصين رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُما قال: ]دَخَلْتُ عَلى رسولِ اللَّهِ # المَسْجِدَ فَأتَى نَاسٌ مِنْ بَنِى تَمِيمٍ، فقَالَ: اقْبَلُوا البُشْرَى يَا بَنِى تَميمٍ، فقَالُوا: بَشَّرْتَنَا فأعْطِنَا مَرَّتَيْنِ، فَتَغَيَّرَ وَجْهُهُ، ثُمَّ دَخَلَ عَلَيْهِ نَاسٌ مِنْ أهْلِ الْيَمَنِ، فقَالَ: اقْبَلُوا البُشْرَى يَا أهْلَ اليَمَنِ إذْ لَمْ يَقْبَلْهَا بَنُو تَميمٍ، قَالُوا: قَبِلْنَا يَا رسولَ اللَّهِ، ثُمَّ قالُوا: جِئْنَا لِنَتَفَقَّهَ في الدِّينِ، وَلِنَسْألكَ عَنْ أوَّلِ هذَا ا‘مْرِ مَا كَانَ؟ قال: كانَ اللَّهُ تَعالى، وَلَمْ يَكُنْ شَئٌ قَبْلَهُ، وََكَانَ عَرْشُهُ عَلى المَاءِ، ثُمَّ خَلَقَ السَّمَواتِ وَا‘رْضَ، وَكَتَبَ في الذِّكْرِ كُلَّ شَئٍ[. أخرجه البخارى والترمذى
Resim---İmran İbnu Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Mescidde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Benî Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara: "Ey Benî Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen: "Bize müjde verdin. Öyle ise (beytü'l- mâlden) iki kere bağış yap!." diye talebde bulundular. Onların bu cevabı karşısında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzünden rengi attı.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna (Hayber'in fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş'ârî) girmişti. Onlara: "Ey Yemenliler! Benî Temim'in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!" dedi. Onlar: "Kabul ettik Yâ Rasulullah!" dediler ve arkadan ilâve ettiler: "Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mahlûkatın ve Arş'ın başlangıcını anlatmaya başladı: "Bidâyette/ ALLAH vardı, O'ndan önce başka bir şey yoktu. O'nun ARŞ'ı SUyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı." buyurdu.
(Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.)

Bidâyet: Başlangıç. İlk önce. Evvel ve ibtida. İlk olarak..

ـ2ـ وعن أبى رزين العقيلى رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قُلْتُ يَارسُولَ اللَّهِ: أيْنَ كَانَ رَبُّنَا قَبْلَ أنْ يَخْلُقَ خَلْقَهُ؟ قالَ: كانَ في عَمَاءٍ، وَمَا تَحْتَهُ هَوَاءٌ، وَمَا فَوْقَهُ هَوَاءٌ، وَخَلَقَ عَرْشَهُ عَلى المَاءِ[.قال أحمد، قال يزيد: »الْعَمَاءُ«: أى ليس معه شئ. أخرجه الترمذى .
Resim---Ebu Rezîn el-Ukeylî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Yâ Rasulullah!.”, dedim, mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" Bana şu cevabı verdi: "Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. ARŞını SU üzerinde yarattı." buyurdu.
Ahmed İbnu Hanbel dedi ki: "Yezid şunu söyledi: el-Amâ, yani "ALLAH'la birlikte başka bir şey yoktu" demektir."
(Tirmizî, Tefsir, Hud (3108)

Bir kısım hadîslere dayanan ulemâ, semâvat ve arzdan önce kalemin yaratıldığını belirtir.
Öyleyse yaratılış sırayla şöyle olmuştur.:

KÛN feyeKÛN -> Su <- Arş <- Kalem <- Kürsî <- Semâvat <- Arz..
Arz.ı yutan >Semâvat.. Semâvatı yutan ->Kürsî.. Kürsîyi yutan ->Kalem.. Kalemi yutan ->Arş.. Arşı yutan ->Su-Mâe…

Burada çok önemli bir gerçeği dile getirmeliyiz ki,
KÛN feyeKÛN KâiNâtındaki KüLLî Şey’in somut-fizikî ŞEKLi kesinlikle KÜRESELdir.. Kâinâtta Hacımsal anlamda, Küb, silindir, prizma vs. asla olamaz..
KÛN feyeKÛN KâiNâtında asla dosdoğru yoktur geometrik olarak, DOĞru ve DÜZLem elde edilemez. Bizim Akıl algımızda “en doğru” dediğimiz parça, KÜRReye teğet en OL-ÂN en az eğri ki, TEK NOKTAdır.. ve’s- SeLÂM..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Kürsî’nin, yedi semâya nazaran büyüklüğünü tasavvur edebilmemiz için şu teşbihte bulunur: "Yedi semâ, Kürsî içerisinde, bir kalkanın içine atılmış yedi adet dirhem (kuruşluk) gibidir."
Aynı maksadla, İbnu Abbas şu teşbihte bulunur: "Eğer yedi semâ ve yedi arz genişleyerek birbirlerine değecek hâle gelseler, Kürsî’nin genişliği yanında, bunlar, çöle atılmış bir halka gibi kalır."
Kürsî’nin genişliği bu olursa, Kürsî'yü kuşatan Arş'ın genişliği nasıl olur?
Bu soru, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e aynen sorulmuştur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Nefsimi kudret elinde tutan Zat'a kasem ederim, yedi semâ ve yedi arz, Kürsî’nin yanında, çöl bir arâziye atılmış bir (demir) halkadan baka bir şey değildir. Arş'ın Kürsî'ye olan üstünlüğü de, tıpkı bu çölün o halkaya üstünlüğü gibidir"
(İbnu Kesir, Tefsir 1, 550)

Resim---Hz. Ebu Hüreyre radıyallâhu anhu: "Biz Ashab'tan bir grup, Hz. Peygiamber (aleyissalâtu vesselâm)'le birlikte otururken bir bulut geldi. Resûlullah (aleyhisalâtu vesselâm): "Bu nedir, bilir misiniz?" dedi. "ALLAH ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Buyurdu ki: "Bunlar, bulut, yeryüzünün sakalarıdır. ALLAH, bunları kendisine şükür ve ibâdet yapmayan bir kavme (bile) sevkeder" buyurdu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, sonra tekrar sordu: "Pekiyi, sizin şu üstünüzdeki şey nedir, bilir misiniz?" : buyurdu.
"ALLAH ve Resûlü daha iyi bilir?" dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bu, dünyamızın semâsıdır (raki') korunmuş bir tavandır, kat kat dürülmüş bir dalgadır" buyurdu.
Sonra tekrar sordu: "Sizinle onun arasında ne kadar mesâfe var biliyor musunuz?"
"ALLAH ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sizinle onun arasında beş yüz yıllık mesafe vardır" buyurdu.
Sonra tekrar sordu: "Pekâlâ, bunun üstünde ne var biliyor musunuz?"
"ALLAH ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bunun üstünde iki semâ mevcut, ikisinin arasında da beş yüz yıllık mesafe var" buyurdu.
Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tekrar aynı şekilde açıklamalar yaparak yedi semâyı saydı ve her iki semâ arasında, dünya ile semâ arasındaki kadar mesafe olduğunu belirtti.
Sonra tekrar sordu:"Pekâlâ bunun üstünde ne var biliyor usunuz?"
"ALLAH ve Resûlü daha iyi bilir" dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Bunun üstünde Arş vardır. Bununla semâ arasında da iki semâ arasındaki mesafe kadar uzaklık vardır."
Sonra tekrar sordu: "Altınızda ne var biliyor musunuz?"
"ALLAH ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bu, Arzdır" dedi ve sordu: "Pekâlâ bunun altında ne olduğunu biliyor musunuz?"
"ALLAH ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bunun altında, başka bir arz daha var. Bu ikisi arasında beş yüz yıllık mesafe mevcut." buyurdu,
Sonra Hz. Peygamber (aleyhissilâtu vesselâm), bu şekilde yedi arzı saydı ve sonunda şu açıklamayı yaptı: "MuhaMMed'in Nefsini elinde tutan Zât-ı Zülcelal'e yemin ederim, şâyet siz, en aşağıdaki arza bir ip sarkıtacak olsanız, bu ip ALLAH'ın (ilmi) üzerine inecektir". Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü tamamlayınca:

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Huve’l- evvelu ve’l- âhiru vez zâhiru ve’l- bâtın (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.” (Hadîd 57/3)
âyetini OKudu."

Tirmizî der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu âyeti okuması da gösterir ki, sarkıtılan ip, ALLAH'ın ilmine, kudretine ulaşacaktır".
(Tirmizî, Tefsir, Sûretu'l-Hadîd, (3294)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

İnsanın; Somut-Maddî ve Soyut-Mânevî yapısında da benzer durum vardır.
Kalb Kursî, Fuad ise Arş gibidir..
ZÂHİRî tarafta KALB ile ANılırken, BÂTINî sınırda FUAD adını almaktadır.

Resim

Âlem-i Asgâr (küçük âlem) olan insanoğlu, hakikatte Âlem-i Ekber'in (Büyük Âlemin) timsâlidir. Onda olan onda da mevcûddur.

Resim---Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)

Azîz Efendim İmâmı Alî keremullahi veche: "Eyâ insan cirmike cirmi’s- sâgirun, ve fike intavâ âlemü'l- ekber: Ey insanoğlu! Cirmin (cisim, hacim) çok küçüktür, fakat âlemü'l-ekber sende intevâdır, mündemictir. İçine sokulmuştur (o kadar da değerin var) !" buyurması ne hârikadır.

Ey insanoğlu, Âlemü'l-Ekber senin özüne, enfüsüne, fuadına dürülüp sokulmuştur. Tıpkı bir tohumun içine yerleşen dev ağaçlar gibi...
Ruh "Âlemü'l-Emr"dendir. Âlemü'l-Emr ise Emri veren Âlemdendir!..

Kişinin MuhaMMedî oluşu:
ŞerîatMuhaMMedîyye,
Tarikat-ı MuhaMMedîyye,
Mârifet-i MuhaMMedîyye,
Hakikat-i MuhaMMedîyye
Her kişinin özünde fitraten mündemictir.
Piriz gibi herkesin hilkıyetinde hazır beklemektedir...
BİLir, ARAr, BULur ve KULLANırsa ne mutlu SAÎDdir-EVLİYÂdır.
İmkÂNla İmtihÂN ÂLEMinde, Hakkı ve HAYRı reddederse ne yazık ki ŞÂKİ-EŞKIYÂdır..

Bir başka rivâyette ise İmâmı Alî keremullahi veche: "Eyâ insan: Ve tezeimu inneke cismi's- sâgir ve fike inta'l- âlemi’l- kebir: Ey insan, sen cismi sagirsin, zum' edersin!. Hâlbuki Âlemû'l- Ekber sende müntâvidir (intiva etmiştir, katlanmıştır)."


Zum' etmek: bâtıl zann, sanı, şüphe.
Müntâvi, Mültevî: ihtivâ eden, bükülüp sarılıp sokulan.


Ey insanoğlu; sen kendini, küçücük bir şey, bir cisim mi sanıyorsun? Hâlbuki en büyük âlem (evvel-âhir-zâhir-bâtın) sende dürülüp toplanmıştır..."

Kalb ise, BİLelik Lütfu Kadrinde ap-ayrı bir hârikalıktır..
Aziz Hocam MuhaMMed Sıddık kaddesallahu sırrahu bir sohbetinde: “Burada teberrüken mübârek Şeyhimiz Mevlânâ Alâaddin kaddesallahu sırrahu bir sohbetinde: "Allah'ın yeryüzünde kabları vardır. Onlar mü'minlerin kalbleridir. Ancak nerede bulacaksın Sufi Numan gibilerin kalblerini?..." İşte İmam-ı Ali kerremallahu vechehu'nunn buyurduğu budur... Kalbin ne kadar kıymetli olduğunu bildiriyor.” buyurmuştu.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allahu TeÂLÂ’nın yeryüzünde yaşayanlar içinde (feyiz ve nur) kapları vardır. Rabbinizin kapları salih kullarının kalbleridir. Bu kalblerin O’na en sevgili olanları, en yumuşak ve en ince olanlarıdır.”
(İ. Ahmed, K. Zühd, No: 827; Ebu Nuaym, Hilye, VI, 97; Abdullah b. Ahmed, Zevaidü’-Zühd, 153; Suyutî, es-Sağır, No: 2375)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Elâ innallahe fi'l- arzı viai: ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in yeryüzünde kabları vardır. Elâ innallahe fi'l-arzı viai..." buyurunca soruyor Sahabeyi kiram radiallahu anhum:
"Yâ Resûlullah, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in bu âlemdeki kabları nelerdir?"
Cevâben: "ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in yeryüzündeki kabları kullarının kalbleridir. Eğer temiz ve pâk olurlarsa o kalblere ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL nurundan verir (doldurur, bağlar)" buyuruyor..

Nur verilen kalb; İlim, İmân, İhlâs, İttika, İtâat, İrfân, Îkan, İhsân Nurlarına kavuşmuş olur demektir.


Îkan: sağlam biliş, kesin bilmedir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu: "ihsan, Allaha sanki Onu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Zira, sen Onu görmesen de, O seni kesinlikle görür." Buyurdu.
(Müslim)

Kısacası böylesi KUL KaLBLeri, önce Nur-u MuhaMMed'e dolayısıyla da Nurullah'a kavuşmuştur.:

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Allâhu nûru’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), nûrun alâ nûr (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu’l- emsâle lin nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Allah, göklerin ve yerin nuru’dur. O’nun nuru, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini nuruna hidayet eder (ulaştırır). Ve Allah, insanlara örnekler verir. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.(Nûr 24/35)

Onun içindir ki, mü'mine gereken islâh ve iflâh çağrısına ki, ezÂN'a kulak verip DUYup-UYup, önce ÖZünü temizlemektir.:

قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى
Resim---''Kad efleha men tezekkâ.: Nefsini tezkiye eden- temizlenip arınan kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir.” (A'lâ 87/14)

İslâm Dini tümüyle bir bütündür;
İçi cıfıt çarşısı iken sokakta tesbih çekmek meseleyi çözemez..
Sözün özü o ki, Kâmil Ârif olan Âşık, Sûrette Âlem-i Sûgra, Sîrette Âlem-i Kûbradır.. Bütün bunlar kalb ve fuad'ın işleridir.
Onun için fuadı, kalb gibi.. Ruhu, nefs gibi anlatmakta zorluk çekiyoruz.
İleriye ve mânâya sokuldukça aklın anlayış sahası daralıp zorlaşmakta ve AŞK dediğimiz, imân etmiş akılın devreye girmesi gerekmektedir. NAKLen DUYuş-UYuş Mü’minliği..

İşin burasında Akıl-Aşk değişiminden ne demek istiyorum?.

Zihninizi yormasın diye anladığımı açıkça anlatayım...:
Akıl-Naklen Aşk dönüşümüne misâl olduğu kadar CâhiL-KâmiL dönüşümüne de misâldir..

"Dervişin, DOST'a DÖNüşümü; DevrÂNda mı, SeyrÂNda mı, CevLÂNda mı yoksa HayrÂNda mıdır?" diye sorduğum o zaman 43 yıllık Seyyah Derbentli Deli Hasan Baba: "İpekçi Baba'ya git de göstersin" dedi.

Resim

İpekçi Baba'yı ben yıllar sonra ALLAH celle celâluhu denkleştirdi de bulabildim. İnancı kavi, malûmatı vasat, AŞKı yüce bir köylü idi. İpekçilik de yapıyordu.
Duyunca koştum. Beni boş bir odaya götürdü.. Yapraklı dut ağacı dallarını kırmış, atmış ortaya.. İpek böceği tırtılları çıtır, çıtır, çıtır.. İlginç bir senfoni orkestrası gibi...

Resim

DEmişti ki yaşlı Dedem:"OğuLcAN, bu tırtıllar belli bir zaman gece-gündüz, var güçleri ile dut yapraklarını yerler, semirirler.. Gördüğün gibi bunca ayakları olan tırtıllar buradan şuraya ne kadar zamanda bin bir zorlukla ulaşabilen canlılardır. . İyice semirdiklerinde dut yaprağını vermeyi kesince, her tırtıl bir kuru dala kendi ürettiği ipek salyasını atıyor ip gibi.. Kendini dala asıyor ve etrafına ipek kozasını örüyor.. Belli bir müddet sonra tohumluk kozalar kalıyor diğerlerini kaynar kazanda sağıyorlar ki ipeklerini alabileler.. Tohumluk kalan kozalar ise günü gelince yumurtadan çıkan civciv gibi, kozasını yırtar çıkar ki bizim yeşil tırtıl bin bir renkli iki kanatlı kelebek olmuş. Bıraksak âlemi dolaşır. Ama bize yumurtası lâzım ki tırtıl elde edelim!.."dedi.

Sonraları incelemiştim İpek Böceğinin İpek serüvenini..

Tırtılın vücudu 12 boğumdan ibarettir. Vücutların yanlarında hava delikleri vardır. Son boğumlarda yürümeyi sağlayan 5 çift ayak, ön boğumlarda ise tutunmaya yarayan 3 çift ayak bulunur.. 16 ayaklıdır..
Tırtıllar çok obur olduklarından çabuk gelişirler. Bir ay (25-35 gün) içinde dört defa deri değiştirir ve 8-9 cm’ye ulaşarak koza örecek duruma gelirler. Bu zaman zarfında 100 tırtıl 40 kg dut yaprağı tüketir. Tırtıllar yemden kesilerek koza örmek için kendilerine uygun yer aramaya başlarlar. Bu zamanlarda tırtılların üzerine dallar ve çalılar konur. Pupa (koza içindeki devre) olmaya hazır tırtılların ağızlarında bulunan boru biçimli iki salgı bezi faaliyete geçerek ipek denen sıvı bir madde salgılamaya başlar. Protein yapılı bu sıvı havayla temas ettiğinde ince tel halinde sertleşir.

Tırtıl 3 gün içinde, dıştan içe doğru ipekten bir koza örerek pupa dönemine geçer. Koza içindeki bu tırtıllara krizalit denir. Koza içinde de iki defa deri değiştirerek 18-20 gün içinde krizalitler kelebeğe dönüşür. Kozayı delerek dışarı çıkarlar. Dişi kelebekler salgıladıkları bir maddeyle erkekleri kendilerine çekerler. Döllenmeden hemen sonra yumurtlamaya başlarlar. Besin emme hortumları körelmiş olduğundan bir şey yemezler. 3-4 gün sonra ölürler. İpek böceği yetiştiricileri kelebekler meydana gelmeden kozaları toplayarak güneş altında veya 75°C’lik sıcaklıkta pupa içindeki krizalitleri öldürürler. Yalnız dinimiz kelebeklerin güneş altında öldürülmelerine izin verdiği halde, ateşte ısıtarak, kaynar suya koyarak öldürmeyi uygun bulmaz, izin vermez. Bu kozalar daha sonra yumuşatılarak koza ipliğinin başlangıcı aranır. Bir kozadan 800 metre, bazen da bir kilometreden uzun ipek tel iplik çözülür. Yarım kg. ipek için yaklaşık olarak 2500-3000 koza gereklidir. Tohumluğa bırakılan kelebeklerin deldiği kozalar makbul değildir. Bir koza 800 metre uzunluğa varan bir tek ipek telinden örülür. Bunların baş rol oyuncusu ipek böceğinin ömrüyse iki ay kadardır..


Resim


İşte şu İpek Böceği Tırtılı gibi olan AKIL; fıtrî kabiliyet ve istiddadıyla ki, A'yân-ı Sabitesiyle Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in MuhaMMedî MuhaBBet Okulunda İlmullahla beslenir,
Haşyetullahla edeblenirse başına MuhaBBetullah Kozasını örüp lûtf-ü-ikrâma ve ihsâna ermiş olarak KEMÂL KELEBEĞİ olarak Rızaullah Âlemine kanat açar... MuhaBBetULLahın MuhaMMedî Mesele budur cANLarımm..

Tırtıl başka, kelebek başka!.” derseniz haklısınız, ancak;
Tevhid Tekemmülü MuhaMMedî Rotada, AKLen-NAKLen AŞKuLLAH olur.
İlim-İrade-İdrak-İştirak ki; ANLAtış, ANLAyış ve YAŞAyışla OLur ve’s- SeLÂM..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Âlemde ne var ise Âdemde de o vardır.
Vusûlsüzlük, usulsüzlükten.. ve bir yere varamayış yol bilmeyiştendir.
Onun içindir ki;

Rehber-i Mutlak,
Mürşid-i Mutlak,
İmâm-ı Mutlak
MuhaMMed Mustafa SALLallahu aleyhi ve SELLem'in;

Sözü,
Fiili,
Ahlâkı ve
Hâli başımıza tâç, derdimize ilâçtır.
Gözümüze nur, gönlümüze sürûrdür.
Sen, ben, biz: Biz hepimiz BİZ BİR-İZ ve de MuhaMMedîyiz, hamdolsun!..

Bu hayatımızda da böyledir...
Tekemmül içinde olmayan can olamaz. Ama müsbet, ama menfi...
Bebek olan, delikanlı olan, olgun olan ve pîr-i fâni olan hep BİZiz...
GELip-GEÇen TEVHİDin TekeMMüL süresidir.
Kimse beşikte yatan bebeğin resmine bakıp da: "Bu bebek ->bu sakallı olamaz!.." diyemez.
Derse, desin ve işine gitsin ve terk et onu!..

Azîz kardeşlerim,
Takdir edersin ki bu konuların her birisi ciltlerce kitab doldurabilir.
Bu derviş kardeşiniz, çalakalem genellikle irticâlen yazmaktadır.
Kusurdan hâlî-boş, tenha değildir.
Sizin gibi kâmil kardeşlerimin noksan aramayıp mükemmeli seyretmeleri, gönlümü serinletiyor çok şükür!.

İsLÂM DİNimizde MuhaMMedî-KURÂNî Mesned çok önemlidir;
Ana mesned Kur'ân-ı Kerîm,
Sonra sahih Hadis-i Şerîfler,
Sonra ashabın sahih sözleri,
Sonra MuhaMMedî sâlihler, sâdıklar, âşıklar...

İmâm-ı Azam Efendimiz ise : "Söz ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve ashabının sözüdür. Gerisi erkekse biz de erkeğiz!.."buyurmuştur.

İmâm-ı Şâfî Efendimiz ise: "Söz ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve ashabın sözüdür. Gerisi Ahmedin, Mehmedin sözüdür!"buyurmuştur.

Elbette herkes konuşacak; farklı farklı konuşacak çünkü akıllar standart değildir, eşit değildir ve akıl insanî bir vasıf olup parmak İZi gibi şahsa münhasırdır.


Münhasır: (Hasr. dan) Belli bir sınır içinde olup harice tecavüz etmeyen, inhisar eden, her yanı çevrili. * Yalnız bir kimseye veya bir şeye mahsus olan.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL EL ÂLiM'dir ve de EL ALÎM'dir..
Ancak hâşâ, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL akıllıdır diyemeyiz...

Biz ise, ÜMMet-i MuhaMMediz elbette;
Konuşacağız, dinleyeceğiz, anlayacağız, anlaşacağız..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mümin müminin aynasıdır, mümin müminin kardeşidir, (ihtiyaç duyduğunda) onun geçimini temin eder /zarardan-ziyandan korur ve arkasından da /gıyabında da elinden geldikçe onu savunur." buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Edeb, 49).

Birbirimizin kusurlarını başkaları fark etmeden görüp ve ıslahı ve yok olması için birbirimize yardımcı olacağız İnşâe ALLAHu TeÂLâ!.

Mümin kardeşimizin kusurlarından haberimiz olursa, ondan hemence rencide olmamalıyız, ona peşin peşin kızmamalıyız, hatta ona teşekkür bile etmeliyiz. Çünkü o bize bir nevi ayna olmuş oluyor.

İmam Zeynel Abididin aleyhisselâm kendisine arkasından: “Münâfık” diyen bir münâfığa:“Oturup düşüneceğim; eğer onun dediği münâfıklık bende var ise iki kerre teşekkür edeceğim ve tevbeedeceğim. Çünkü, haber verdi ve beni kurtardı.. münâfıklık bende yoksa, yine teşekkür edeceğim. Çünkü neden ona münafık gibi görünmüşüm diye!.”buyurmuştur ve de yapmıştır..

Tırtılı ve nasıl Kelebek olduğunu bileceğiz ki, Kelebeğin Âlemü’l- Ekberdeki Sır-Hafî-Ahfâ-Akdes Terakkiyâtını YAŞAyaBİLelim İnşâe ALLAHu TeÂLâ!..
Bilmeden ve ilimsiz ise, cehâlet olur ki sonucu ceheNNeme çıkar...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL; Maddî ve Mânevî Hayatımızı, Nefsimizin hevâ ve hevesinden ve Şeytânın şerrinden korusun İnşâe ALLAHu TeÂLâ!.
Bizi Ehl-i Hâllerle hâldaş ve yoldaş kılsın ve bizleri sevgilisi ve sevgilimiz MuhaMMed SALLallahu aleyhi ve SELLem'e bağışlasın İnşâe ALLAHu TeÂLâ!..
Sâfî, Kâfî, Nâfî ve Hâfî MUHAMMEDÎlerden kılsın İnşâe ALLAHu TeÂLâ!.
Benlik başımızı Ravza Kevserinde eritip, "KÛN-feye KÛN " etsin!.. MUHAMMEDÎ Mahviyete ulaştırsın!.
Âmin İnşâe ALLAHu TeÂLâ!..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "İslâm dini ehlinin elinde bulundukça asla ağlamayınız. Velâkin gayri ehlinin eline düşerse, işte o zaman ona ağlayınız!.." buyurmuştur.
(Ebu Eyyubû'l-Ensari radiyallahu anhudan; İmâm-ı Ahmed ve Hâkimi't-Tirmizî)

Onun için âhir zamanda çokça ağlamayan Âşık Milleti görmedim...
Ağlaşıp geziyorlar...
İç başka, dış başka...
Günümüzde ise, görüntü revâçta...
Halk için giyinip, tıraş olup konuşuyoruz.
Hakk celle celâluhu'a namazda bile gerekli Huşû' ve Huzû'yu kaybettik...
Haram ve Yalan hallaç pamuğu gibi atıyor..

Oysa MuhaMMedî MuHABBet YOLumuz İsLÂM Dinimizde KULL ve SALL HUŞÛ ve HUDÛsu:

Namaz hûşu ve hudû ile kılınmalıdır. Hûşu namazın sırrı ve ruhudur.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde;

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Resim---''Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn(kânitîne).: Salâvât’a (Allah’tan gelen nurlara, namazlara) ve salât-ı vusta’ya hafîz olun (koruyun, bu namaza kesintisiz devam edin). Ve kalkın, Allah için kânitin olun (Allah’ın huzurunda huşû içinde ve saygı ile uzun süre durun)!.(Bakara 2/238)

وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ
Resim---Vesteînû bis sabri ve’s- salât (salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâ’l- hâşiîn (hâşiîne).: (Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.” (Bakara 2/45)

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---Kad eflehal mu’minun(mu’minune).: Mü’minler felâha ermiştir.” (Mü'minûn 23/1)

الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ
Resim---''Ellezîne hum fî salâtihim hâşiûn(hâşiûne).: Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır(Mü'minûn 23/2)

Bu âyet-i kerime nazil olmazdan önce sahabe-i kiram namazda gözlerini gökyüzüne kaldırıyorlar, sağa sola bakınıyorlardı. Âyet-i Kerimenin nazil olmasından sonra artık gözlerini secde mahalline çevirmeye başladılar.
Abdullah Bin Ömer bu âyet-i kerimenin izahında şöyle der: "Sahabe-i Kiram, namaz için ayağa kalktıklarında başka hiçbir şeyle ilgilenmezler, bütün varlıklarıyla kendilerini namaza verirlerdi. Gözlerini secde yerine dikerler ve Allah'ın kendilerine baktığını kabul ederlerdi."
Namazda ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayaklara, secdede iken burun ucuna, otururken iki elleri arasına bakmalıdır. Bu söylenilen yerlere bakıp ta gözler etrafa kaymazsa, namazda hûşu hali hasıl olabilir, kalb dünya düşüncelerinden kurtulabilir.
El parmaklarını Rükûda açmak ve secdede bir birine yapıştırmak sünnettir. Bunlara dikkat edilmelidir. Parmakları açık veyahut bitişik bulundurmak, sebepsiz boş şeyler değildir. Bizler için İslamiyet'in sahibine uymak kadar büyük bir nimet yoktur.

Huşû’: Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül.
Hudû’: Eğilip tevâzu’ etmek.


Bazı âlimler hudû, maddî zâhirî eğilmek, hûşu ise, mânevî ve ruhî eğilmektir, derler.
(Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İnn-i Mace Tercemesi ve Şerhi, c 3, s 348)

Bazı Âlimler ise, hûşu azalarla; hudû ise kalble olur, demişlerdir. Veya hûşu gözle, hudû diğer azalarla olur.
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnneme’l- HUŞÛ’u limen temekkene ve tevâdaâ.: Hûşu ancak, namazda (uzuvlarını) hiç kımıldatmayan ve tevâzu’ içinde olan kimseler için tahakkuk eder.” buyurmuştur.

İmam Ali kerremallahu vechehu şöyle buyurur:" Hûşu kalbte bulunan bir şeydir. Namazda iken donmuş gibi durup hiç bir yana bakmamak ve hiç bir şeyle ilgilenmemek hûşudandır. Hûşu’ olmayan namazda, lüzumsuz şeylerden kaçınılmayan oruçta, tertile riâyet edilmeden yapılan kıraatte, günahlardan sakındırmayan amelde, sehavet bulunmayan malda, sıkı bağlılık bulunmayan kardeşlikte, ihlas olmayan duada hayır yoktur."

Resim---Sahabelerden Ammar Bin Yasir radıyallahü anh 'ın bildirdiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Öyle durumlar olur ki, kişi namazını bitirince defterine kıldığı namazın sadece onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı kadar sevâb yazılır."
(Darimî, Salat, 91)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim güzelce abdest alır, rükûları ve secdeleri tam yaparak hûşu ile vaktinde namazını kılarsa, o namaz bembeyaz, parıl parıl bir şekilde göğe yükselir ve sahibine şöyle der: "Sen beni nasıl geçirmedin, vaktinde kılarak korudun ise Allah da seni korusun."
Kim ki güzel abdest almaz, rükûları ve secdelerini Hûşu ile yapıp, vaktinde namazını eda etmezse, onun namazı da simsiyah zifiri karanlık halinde göğe çıkarak sahibine şöyle der: "Sen beni zayi’ ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin!"
Allah'ın dilediği zaman gelince bu tür namazlar, bir eski paçavra gibi dürülüp sarılarak sahibinin suratına çarpılır. “
buyurmuştur.
(et-Terğib ve't- Terhib, I, 339)

Resim---Osman radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Müslüman bir kişi farz namaz vakti girince güzelce abdest alır, sonra tam bir huşu içinde namaz kılar, namazın rükûynu da güzel bir şekilde yaparsa, büyük günah işlemediği müddetçe bu namaz, onun geçmiş günahlarına keffâret olur. Namazın bu faziletini devamlı elde eder.”
(Müslim)

İzah: Namazda huşu; kalbde Allah’ın azamet ve korkusunun bulunması, azalarda da sükûnetin hakim olmasıdır Ayaktayken gözlerin secde yerine, rükûda ayak parmaklarına, secdede buruna, tahiyyata oturunca kucağa bakması huşûya girer.
(Beyanü’l- Kur’ÂN, Şerh'i Sünen-i Ebî Davûd li’l- Aynî)

Resim---Zeyd bin Hâlid Cühenî radıyallahu antidan rivâyet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur; “Kim güzelce abdest alır, sonra iki rek’at namaz kılar ve namazda yanılmazsa (yani tam olarak Allah’a teveccüh edip yönelirse,) onun geçmiş günahları affolunur.”
(Büyük günahlar ve kul hakları buna dahil değildir. Şerh-ü süneni Ebî Dâvûd.)

Resim---Ukbe bin Âmir Cühenî radıyallahu anh’dan rivâyet edilmiştir; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Herhangi bir müslüman güzel bir şekilde abdest alır, sonra ne okuduğunu bilerek (dikkat ve teveccühle) namaz kılarsa, annesinden doğduğu günkü gibi günahsız olarak namazını bitirir.”
(Müstedrek-i Hakim)

Resim---Osman radıyallahu anh’ın azadlı kölesi Humran rahmetullahi aleyh diyor ki: Hz. Osman bin Affan radıyallahu anh abdest için su istedi ve abdest almaya başladı. Önce ellerini (bileklerine kadar) üç defa yıkadı. Sonra mazmaza yaptı (ağzına su verdi) ve burnunu temizledi. Daha sonra üç defa yüzünü yıkadı. Sonra sağ kolunu dirseğine kadar üç defa yıkadı. Ondan sonra sol kolunu dirseğine kadar üç defa yıkadı ve başını meshetti. Son olarak sağ ayağını topuklarına kadar üç defa yıkadı ve sol ayağını da aynı şekilde topuklarına kadar üç defa yıkadı. Sonra şöyle buyurdu: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in benim abdest aldığım gibi abdest aldığını gördüm. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem abdest aldıktan sonra buyurdu ki: “Kim benim bu abdestim gibi abdest alır, sonra kalbinden hiçbir dünyevî düşünce geçirmeden iki rek’at namaz kılarsa, onun geçmiş bütün günahları affolunur.”
(Müslim)

İbni Şihâb rahmetullahi aleyh diyor ki: Âlimlerimiz buyurdular ki; “Bu abdest, bir kimsenin namaz için aldığı en mükemmel abdesttir.”

Resim---Ebû Derdâ radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim; “Bir kimse güzelce abdest alır, sonra iki veya dört rek’at namaz kılarsa, (Râvi, “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem iki rek’at mı, yoksa dört rek’at mı buyurdu” diye şüpheye düşmüştür) namazda da güzel bir şe-kilde rükû yapar, namazı huşû ile kılar ve sonra Allahu Teâlâ’dan bağışlanmasını taleb ederse, o kimse bağışlanır.” Buyurdu.
(Müsned-i Ahmed, Mecma'u’z- Zevâid)

Resim---Ukbe bin Âmir Cühenî radıyallahu anadan rivâyet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Herhangi bir kimse güzelce abdest alır ve iki rek’at namaz kılar, namaz esnasında da kalbini namaza yöneltir ve azalan da sükûnet içinde durursa, muhakkak Cennet ona vacib olur.”
(Müsned-i Ahmed)

Resim---Huzeyfe radıyallahu anh’dan rivâyet edilmiştir: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Kişi namaz kılmak için ayağa kalkınca namazını bitirinceye veya (namazda) huşû’a ters gelen bir amel işleyinceye kadar Allahu Teâlâ ona tam olarak teveccüh eder.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)

Resim---Ebû Zerr radıyallahu anh’dan rivâyet edilmiştir: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Sizden biri namaz için ayağa kalktığı zaman, namazda olduğu müddetçe, bir zaruret olmadan çakıl taşlarına elini sürmesin. Çünkü o vakit Allahu Teâlâ’nın hususî rahmeti o kişiye yönelir.” buyurmuştur.
(Tirmizî)


nOt: İslam’ın ilk yıllarında mescidlerde safların olduğu yerlere ince çakıl taşları serpilirdi. Bazen bir çakıl taşı dik olarak durur, bu yüzden secde yapmak zor olurdu. Secde vakti, Altahu Teâlâ’nın rahmetinin yönelme vaktidir. Çakıl taşlarını düzeltme veya buna benzer başka işlere yönelmekten dolayı kişi rahmetten mahrum kalmasın diye Rasûlullah sallallahu aleyhi veseltem sık sık çakıl taşlarını düzeltmekten men’etmiştir.

Semüre radıyallahu anh diyor ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize namazdayken secdeden başımızı kaldırdığımızda (iki secde arasında) rahatça yere oturmamızı, ayaklarımızı dikerek oturmamamızı emretmiştir.”
(Taberânî, Mecmau’z- Zevâid.)

Resim---Ebû Derdâ radıyallahu anh vefat edeceği sırada şöyle buyurdu: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’dan işittiğim bir hadisi beyân etmek istiyorum. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allahu Teâlâ’ya sanki onu görüyormuş gibi ibadet et. Eğer bu keyfiyet nasib olmuyorsa o zaman Allahu Teâlâ’inn seni gördüğünü düşünerek ibadet et. Kendini ölüler arasında say. (Kendini dirilerden sayma. Böyle olunca ne bir şeye sevinmek ne de bir şeye üzülmek gerekmez.) Mazlumun bedduasından sakın. Zira onun duası derhal kabul edilir... Sizden birinin, sürünerek de olsa yatsı ve sabah namazlarına katılmaya gücü yeterse, katılsın.” buyurdu.
(Taberânî, Mecmau’z- Zevâid)

Resim---Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumadan rivâyet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “(Herkesten ayrılıp) vedalaşan kimse gibi namaz kıl. (Yani “Bu benim hayatımın en son namazıdır” diye düşünerek namaz kıl.) Bir de Allah’ı görür gibi namaz kıl. Eğer bu hâli kendinde bulamıyorsan o takdirde en azından mutlaka “Allah seni görüyor” keyfiyeti içinde namaz kıl.” buyurdu.
(Camiu’s- sağîr)

Resim---Abdullah radıyallahu anh diyor ki: Biz (İslam’ın ilk yıllarında) Rasûlullah aleyhi vesellem namazdayken ona selâm veriyorduk. O da selâmımızı alıyordu. Biz Necâşi’nin yanından (Habeşistan’dan) dönünce (önceki alışkanlığımıza uyarak) Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e selâm verdik, selâmımıza cevab sermedi. Biz: “Yâ Rasûlallah! Biz önceleri namaz esnasında size selâm verirdik, siz de selâmımızı alırdınız. (Ancak bu defa siz selâmımıza cevab vermediniz.)” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz namazdayken yalnız namazla meşgul olmak gerekir!.” buyurdu.
(Müslim)

Abdullah radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan nefesi tutuluyor, bu yüzden mübarek göğsünden, el değirmeninden gelen sese benzeyen bir ses geliyordu.”
(Ebû Dâvûd)

Resim---İbni Abbas radıyallahudan rivâyete göre Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Farz namaz teraziye benzer. Kim namazı tam olarak edâ ederse, ecrini de tam alır.” buyurdu.
(Beyhakî, Terğib)


Resim---Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan rivâyet edilmiştir: Rasûlulîah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Namaz üç hisseden oluşur (Yani o üç hisseyi doğru olarak yerine getirmekle namaza tam sevab verilir.) Temizlik üçte bir hissedir. Rükû’ üçte bir hissedir. Secde üçte bir hissedir. Kim namazı hakkıyla (adâbına riâyet ederek) kılarsa, onun namazı kabul edilir. Ayrıca diğer amelleri de kabul edilir. Kimin namazı (doğru kılmadığından dolayı) kabul edilmezse, onun diğer amelleri de kabul edilmez.”
(Bezzâr, Mecmau’z- Zevâid)

Resim---Ebû Hûreyre radıyallahu anh diyor ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize ikindi namazı kıldırdı. Sonra bir adamın namaz kıldığını görünce ona seslenerek:
“Ey falanca! Allah’tan kork, namazını güzel kıl. Siz, benim sizi görmediğimi mi zannediyorsunuz? Ben arkamda bulunan şeyleri önümdekileri gördüğüm gibi görürüm. Namazlarınızı güzel kılınız. Rükû’ ve secdelerinizi güzel yapınız.”
buyurdu.
(İbni Huzeyme)

Vâil bin Hucr radıyallahu anh diyor ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem rükû yapınca ellerinin parmaklarını açık tutar, secde yapınca parmaklarını birleştirirdi.”
(Taberânî, Mecmau’z- Zevâid)

Resim---Ebû Derdâ radıyallahu anh diyor ki: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim secde ve rükûlarını tamamlayarak iki rek’at namaz kılarsa, (ondan sonra) Allahu Teâlâ’dan ne isterse ona acil olarak ya da (Allahu Teâlâ’nın bir hikmetinden dolayı) bir müddet sonra mutlaka verilir.” buyurdu.
(Taberânî, İthaf)

Resim---Ebû Abdullah Eş’arî radıyallahu anadan rivâyet edilmiştir Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Tam olarak rükû yapmayan ve (karga misali) başını secdeye vurup kaldıran kimse, bir-iki hurma yiyip de karnı doymayan adama benzer. (Aynı şekilde böyle kılınan namaz da bir işe yaramaz.)” buyurdu.
(Taberânî, Ebû Yâ'lâ, Mecmau’z- Zevâid)

Resim---Ebû Derdâ radıyallahu anh’dan rivâyet olunmuştur: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Bu ümmetten ilk kaldırılacak olan şey huşudur. Hatta sen ümmet içinde bir tane huşu sahibi insan göremeyeceksiniz.” buyurdu.
(Taberânî, Mecmau’z- Zevâid)

Resim---Ebû Katâde radıyallahu anh’dan rivâyet edilmiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “En kötü hırsız, kendi namazından çalandır.” buyurdu. Sahâbe-i Kiram radıyallahu anhum: “Yâ Rasûlallah! Namazdan nasıl çalar” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Namazın rükû ve secdesini tam olarak yapmamakla” buyurdu.
(Müsned-i Ahmed, Taberânî, Mecmau’z- Zevâid)

Resim---Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan rivâyet edilmiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allahu Teâlâ, rükûdan sonra, secdeye gitmeden önce (yani kavmede) belini doğrultmayan kimsenin namazına bakmaz.” buyurdu.
(Müsned-i Ahmed, Feth'ur Rabbanî)

Resim---Aişe radıyallahu anha diyor ki: “Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e,
“Namazda oraya buraya bakmak nedendir?” diye sordum. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bu, şeytanın, kişinin namazından kapmasıdır” buyurdu.
(Tirmizî)

Resim---Câbir bin Semüre radıyallahu anadan rivâyet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Namazda gözünü göğe doğru çeviren kimseler bu hareKetlerine son versinler, yoksa onların gözleri yukarıda kalacaktır.” buyurdu.
(Müslim)

Resim---Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan rivâyet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem mescide girdi. O esnada bir adam mescide geldi ve namaz kıldı. Sonra (Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanına geldi ve) Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e selâm verdi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem selâmına cevab verdikten sonra: “Git namaz kıl. Çünkü sen namaz kılmadın” buyurdu. Adam gitti, önceki kıldığı gibi namaz kıldı. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelip selâm verdi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Git namaz kıl. Çünkü sen namaz kılmadın” buyurdu. Bu durum üç defa meydana geldi. Adam: “Seni hak ile gönderen Zât’a yemin olsun ki, ben bundan daha güzel namaz kılamam. Siz bana namaz kılmayı öğretiniz” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sen namaz kılmak için kalktığın zaman önce tekbir al. Sonra Kur’ÂN-ı Kerim’den okuyabileceğin kadar oku. Sonra itmînan içinde rükû’ yap. Daha sonra rükûdan itmînan içinde doğrul ve itmînan içinde secde yap. Sonra secdeden kalkınca itmînan içinde otur. Namazının tamamında bunları yap!.”
(Buhârî)

Bu âyet-i Kerimelerimizi ve de bu Hadis-i Şeriflerimizi cÂN KULağıyla dinleyen kardeşlerimiz ANLAmıştır MuhaMMedî HUDÛ KULLUK KOZası Tırtılı İle MuhaMMedî HÜŞÛ’ KULLuk Kelebekliğini İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Bir zamanlar Bağdadda yaşayan Kadı Bülûban; ismi Hasan, meczûb meşrebli ve Hak dostudur.
Zâhiri âlimler ta'n edip-ayıplayarak: "Kadı Bülûban! İyi hoş da neden hiç cemâatımıza katılıp namaz kılmıyorsun!.." deyip bunun hata-kusur olduğuna dâir hadislerle deliller sunuyorlar..
Cevap vermeyen-kaçan ve sonunda çâresiz kalan Kadı Bülûban: "Pekii!" deyince bu insanlar onu, ne olur ne olmaz diye en ön safa imâmın hemen arkasına yerleştirip korumaya alıyorlar.
İmâm başlıyor öğle namazı farzına, öğle farzı kıraatı sessiz olunca bekliyorlar, bekliyorlar.. Ama imâm da bekliyor.. kıraat bitmiyor ve de rükû’ya gitmiyor..
Derken Kadı Bülûban kükrüyor: "Off bee! Yoruldum yahu yeterrr!.." deyip bırakıp çıkıyor ve avluda bir kenara oturuyor ama burnundan soluyor.
Namazları bitince koşuşturuyorlar Kadı Bülûban başına : "Bu nasıl iş be zavallı adam ki namazı ortasında terkettin!. Bizim namazlarımızı da mahvettin!." dediklerinde, Kadı Bülûban hışımla: "Ulan İmam dediğiniz şu herife sorun!.." deyip imâmı gösteriyor.
İmâm yutkunuyor amma çâresiz doğruyu söylüyor: "Eyy cemâat!. Ben: “ALLAHÛEKBER!.” dedikten sonra, subhânekeyi okurken: “Acaba ben şimdi hacca gitsem nasıl olurdu?” derken İhramımı giyip Hacc yoluna çıktım.. her şeyleri yapıp giderken tâa Minâ'ya kadar vardık, kurban kesip şeytanımı taşlayacağım.. derken arkadan Kadı Bülûban' nın sesini duyup ayıktım ki kıyamda beklemekteyim boşu boşuna. Hemen toparladım namazı bitirip sehv-i secdeyi çaktım!." diyor..

Meşhur Mârufu Kerhi Hazretleriyse;
Bir imâma uymuş. Namaz bitince dışarda kendisini basitçe zavallı dilenci biri gören imâm: "Nereden geçiniyorsun?." diye sorunca Mârufu Kerhi Hazretleri: "Biraz bekle, namazı iâde edeyim de cevâbını vereyim. Zirâ rızık verenden şüphe eden ahmak kimse bana imâm olamaz!. Ahmak Kulağını açta dİNLE!." Demiş ve buyurmuştur:

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kur'ÂN-ı Kerîminde;

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

Resim---“Ve mâ min dâbbetin fî’l- ardı illâ alâllâhi rızkuhâ ve ya'lemu mustekarrahâ ve mustevdeahâ, kullun fî kitâbin mubîn (mubînin).: Ve yeryüzünde yürüyen bir canlı yoktur ki; onun rızkı, Allah’ın üzerine (Allah’a ait) olmasın. Ve onun karar kıldığı (kaldığı) yeri ve onun emanet (geçici) durduğu yeri bilir. Hepsi Kitab-ı Mübîn’dedir.” (Hûd 11/6)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kur'ÂN-ı Kerîminde yine;

أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ

Resim---“E hum yaksimûne rahmete rabbik (rabbike), nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fî’l- hayâti’d- dunyâve refa’nâ ba’dahum fevka ba’dın derecâtin li yettehıze ba’duhum ba’dan suhriyyâ (suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmaûn (yecmaûne).: Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Biz onların dünya hayatında maişetlerini (geçimlerini) aralarında taksim ettik. Onların bir kısmının derecelerini, diğerlerinin üzerine yükselttik (üstün kıldık). Onların bir kısmı diğerlerini emrinde çalıştırsın diye. Ve senin Rabbinin rahmeti, onların topladığı şeylerden (başka insanları çalıştırmayıp biriktirdikleri paradan) daha hayırlıdır.” (Zuhrûf 43/32)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ise, şerefli Hadis-i Şerilerinde;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sizden biri mal ve yaratılmışlıkça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağı olana çevirsin!.Böyle yapmak ALLAH’ın üzerinizdeki ni’metini küçük görmemeniz için gerelklidir.” buyurdu.
(Buharî, Rikak 30; Müslim, Zühd, 8; Tirmizî, Kıyamet, 59)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Eğer siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç çıkıp akşam tok dönen kuşlar gibi, sizi rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kuşakları boş olarak çıktıkları halde akşama doymuşolarak dönerler” buyurdu.
(Ömer (radiyallahu anh)'dan; İ. Ahmed b. Hanbel, Müsned; Tirmizî, Zühd 33; Nesaî; İbn-i Mâce Zühd 14; İbn-i Hibbân ve Hakim rivayet etti. . Tirmizi "Hasen ve sahih"tir demiştir.)

Aziz kardeşlerim, Tasavvuf, MuhaMmedî Şuûr ister...
SALÂttasın!. Kıyama duruyorsun.. KıBLe arıyorsun..
360 derecelik bir dâirede sonsuz yön vardır, ancak kıble TEKtir...
TEKe TEK.. TEK-BİR Tek yÖNdedir..
Başka yönlerde sabahtan akşama kadar, her şartları yerinde ham aklınca mükemmel olarak kılınan namaz kıblesiz olunca daha başlamadan-baştan geçersizdir.
Çünkü Rıza-KaBuL Kıblesinde değildir yönü de önü de..

Biz Hamdolsun MuhaMMedîyiz ve Maksadımız hâşâ asla tenkid de değildir. Ancak ve Ancak HaKka ve Hayra teşviktir ve biz sadece Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYar, Uyar ve Hasbî Hizmetini ederiz inşâ ALLAHu TeÂLÂ..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ene'd- delilun ve'l-hadi ALLAH: Ben delilim, hidâyet ALLAH'dandır!" buyurur.
(Muhammed Sıddık Hekim, Şeriat - Tarikat - Hakikat ve MÜRŞİDLERİN HALLERİ)

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

Resim---“Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mâ’l- kitâbu ve lâ’l- îmânu ve lâkin cealnâhu nûran nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm (mustekîmin).: İşte böylece sana emrimizden bir ruh (Kur'ân-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O'nu “nur” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidayete erdiririz. Ve muhakkak ki sen, mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet ediyorsun (ulaştırıyorsun).” (Şûrâ 32/52)

Resim

BAŞımın TÂCı
DERDim İLÂCı
HÂLimin HÂCı
Yâ ReSûLuLLaH
sallallahu aleyhi vesellem..

ZEVK 7092

VÂHiDu’L- KAHHÂR ->AHiRi.. ->KÜLLî ŞEYy’in NİHÂyeti
EZEL>EBED>EL ÂN ->ALLAH.. ->KÜLLî ŞEYy’in BİDÂyeti
RaBBu’L- ÂLEMîn EMîNi
RaHMeten Li’L- ÂLEMîNi
NÛR-u NÛNun ->NÛR-u MîMi.. ->HAYyu’L- HADî HiDÂyeti!.


07.09.15 15:02
brsbrsa..tktktrstkkmdtktkk..



El Vâhidu:
Resim

El Kahhâru:
Resim

El Hayy:
Resim

El Hâdî:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

3.3.7. Rûh

Aziz kardeşlerim;
İnsanoğlunun Nefis Gelişim Letâif şemâsı ->Beden->Nefs->Kalb->RûH->Sır->Hâfi->Âhfâ->AKdestir..
İnsanın mânevî yapısının ANAsı olan İlâhî Bağ RÛH'a geldik.
Herkes kabı kadar, karınca kaderince ve aklı kadarınca ANLAyacak.
Bu bölgeler, Nakilsiz Aklın ayağının kaydığı bölgelerdir.
Bu bölgelerin hakikatini çok iyi anlayan hatta yaşayan nice yüce âşıklar ise, ya rumuzla/işâretle anlatmış ya da "leylek getirdi?" deyip geçiştirmişlerdir.
Dönmek ve yürümek anlamındaki “r-v-h” kökünden türeyen rûh sözlükte insanın canlı olmasını sağlayan unsurfur..
Rûh ve sonrasını sağlam mesnedlerle inceleyeceğiz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..


Rûh: Can, nefes, canlılık. Öz, hülâsa, en mühim nokta.
Rûh-u Revân: Rûhun zuhuru. Rûhun ferahlığı. Rûhun akışı.
Rûhu’l- Emîn: Cebrâil aleyhisselâm'ın iki ayrı ismi. Emin ve mukaddes rûh. Allah'ın ism-i azamı.
Rûha: Ferahlık. Yumuşak rüzgâr.
Rûhanî: Cisim olmayıp gözle görülmeyen cin ve melâike gibi bir mahluk. Rûha ait. Rûhtan meydana gelmiş, melek. Madde ile alâkalı olmayan, mânevi, rûh âlemine mensub olan.
Rûhanîyyat: Madde âleminden başka olan rûh âlemleri, rûhanîler.
Rûhanîyyet: Yalnız rûhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan rûhî kuvveti. Rûhanîlik.
Ruhanîyyun: (Ruhanî. C.) Rûh âlemine mensub olanlar. Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtlar.
Ruhî: Ruha ait, rûhla ilgili. Rûhça.
Rûhiyât: Rûh ilmi, psikoloji.


İbni Sina kaddesallahu sırrahu, rûhun maddî bedenden ayrı, manevî bir cevher olduğunu ve kişinin kendini, idrakiyle BİLeBİleceğini BiLdirir.

Bediü’z- zaman Sâid Nursî kaddesallahu sırrahu: “Bir kanun-u zîvücud-u haricî.: Hariçte müstakil bir varlığı bulunan bir kanun.” Demektedir.
(Sözler)

Fahreddin er-Razi kaddesallahu sırrahu: “Değişik tuhaf yaratılışlı bir melek. Cesede hayat veren şey.” Demektedir.
(Fahreddin er-Razi, Tefsirü’l- Kebir)

Rûh, İnsana hayat veren ve onu, düşünen, anlayan, idrak eden bir kişi haline sokan maddî olmayan, ölümsüz varlık.
İslam Dinimizde; can, nefes, öz, nefis, ilham, vahiy, cebrâil gibi soyut anlamlarla ifâde edilmiştir..
İslam Dinimizde, rûhun ana rahminde bedenin oluşmasıyla birlikte var olduğu kabul edilir. Bedenle birlikteliği geçici dünya yaşamı boyuncadır..


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde RÛH kelimesi:

يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُواْ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَاْ فَاتَّقُونِ
Resim---“Yunezzilu’l- melâikete bir rûhi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûni.: Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan rûh ile indirir: Benden başka ilâh yoktur, şu halde benden korkup sakının, diye uyarın."
(Nahl 16/2)

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde Rûh, Vahy Meleği Cebrâil aleyhisselâm olarak:

Vahy Meleği Cebrâil aleyhisselâm dedim bir varlık amma nasıl bir varlık taş gibi kuş gibi mi hâşâ.. Melek, meleke aynı kökten ve somut-soyut yapılı insan gibi BİRdir..
Somuttan soyuta geçiş melekesi gibi..


Melek: Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahluk.
Meleke: Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret. Mümârese.
Melekât-ı Akliyye: Tecrübe neticesi aklen bilinen kolaylık, tecrübeden doğan bilgililik.
Melekût: Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde Rûh, Rûhi’l- Kudüs olarak:

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِن بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءكُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقاً كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقاً تَقْتُلُونَ
Resim---“Ve lekad âteynâ mûsâ’l- kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bi’r- rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhi’l- kudus (kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn (taktulûne).: Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.”
(Bakara 2/87)

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَكِنِ اخْتَلَفُواْ فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلُواْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
Resim---“Tilke’r- rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d (ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât (derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryeme’l- beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhi’l- kudus (rûhi’l- kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câethumu’l- beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer (kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd (yurîdu).: İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık. Allah, onlardan kimiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti. Ve Biz, Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler verdik. Ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik (doğruladık). Eğer Allah dileseydi, onlardan sonra gelenler, kendilerine beyyineler (ispat vasıtaları) geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin ayrılığa düştüler. O zaman onlardan kimi îmân etti, kimi de inkâr etti. Eğer Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin Allah, dilediği şeyi yapar.”
(Bakara 2/253)

إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدتُّكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِئُ الأَكْمَهَ وَالأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ
Resim---“İz kâlellâhu yâ îsâbne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke bi rûhi’l- kudusi tukellimun nâse fî’l- mehdi ve kehlâ (kehlen), ve iz allemtuke’l- kitâbe vel hikmete vet tevrâte ve’l- incîl (incîle), ve iz tahluku minet tîni ke hey’etit tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu tayran bi iznî ve tubriu’l- ekmehe ve’l- ebrasa bi iznî, ve iz tuhricu’l- mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî isrâîle anke iz ci’tehum bi’l- beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun mubîn (mubînun).: Allah (cc.) şöyle buyurmuştu; “Ey Meryem oğlu İsâ! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhûl Kudüs ile desteklemiştim de beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Ben’im iznimle nemli topraktan kuş şeklinde heykel (suret) yapmıştın, sonra onun içine üflemiştin, böylece Ben'im iznimle bir kuş olmuştu. Ve, doğuştan kör olanı ve alaca tenliyi yine Ben'im iznimle iyileştiriyordun. Ben'im iznimle ölüleri (diriltip, kabirden) çıkartıyordun. Ve onlara apaçık belgeler getirdiğin zaman İsrailoğullarının saldırısını senden savmıştım (seni kurtarmıştım). O zaman onlardan kâfir olanlar (küfürde olanlar); "Bu ancak, sadece apaçık bir sihirdir." demişlerdi.”
(Mâide 5/110)

قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
Resim---“Kul nezzelehu rûhu’l- kudusi min rabbike bi’l- hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ li’l- muslimîn (muslimîne).: "İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur'ân'ı) hak olarak Rabbinden Rûhu'l-Kudüs indirmiştir."
(Nahl 16/102)

فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا
Resim---“Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ (seviyyen).: Sonra da onlardan (ayıran) bir perde çekti. O zaman ona Ruhumuz’u (Ruh’ûl Kudüs) gönderdik. Ona normal bir beşer suretinde (hüviyetinde) temessül etti (göründü).”
(Meryem19/17)

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde Rûh, Rûhu’l- emîn olarak:

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
Resim---“Nezele bihi’r- rûhu’l- emîn (emînu).: O’nu, Rûhu’l- Emin (Cebrâil aleyhisselâm) indirdi.”
(Şuarâ 26/193)

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ
Resim---“Ta'rucu’l- melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe seneh (senetin).: Melekler ve ruh, O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.”
(Meâric 70/4)

يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا
Resim---“Yevme yekûmu’r- rûhu vel melâiketu saffâ (saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ (sevâben).: Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman'ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir.”
(Nebe’ 78/38)

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde Rûh, Rûh olarak:

تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
Resim---“Tenezzelu’l- melâiketu ve’r- rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin: Melekler ve rûh, onda (o gecede) Rab’lerinin izniyle herbir emir için inerler.”
(Kadr 97/4)

ResimRûhum minhu: O’ndan bir Rûh olarak İsâ aleyhisselâm..:

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Resim---“Yâ ehle’l- kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illâ’l- hakk (hakka). İnnemâl mesîhu îsâbnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuhu. Elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun minhu, fe âminû billâhi ve rusulihî, ve lâ tekûlû selâseh (selâsetun). İntehû hayran lekum. İnnemâllâhu ilâhun vâhid (vâhidun). Subhânehû en yekûne lehu veled (veledun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ey ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsâ Mesîh, ancak Allah'ın resûlüdür, (o) Allah'ın, Meryem'e ulaştırdığı "kün: Ol" kelimesi(nin eseri)dir, O'ndan bir rûhtur. (O'nun tarafından gönderilmiş, yahut teyit edilmiş, yahut da Cebrail tarafından üfürülmüş bir rûhtur). Şu halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. "(Tanrı) üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah'tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.”
(Nisâ 4/171)

يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا
Resim---“Yevme yekûmu’r- rûhu vel melâiketu saffâ (saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ (sevâben).: Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman'ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir.”
(Nebe’ 78/38)

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde Rûh, Vahy-Kur'ÂN-ı Kerîm olarak:

يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُواْ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَاْ فَاتَّقُونِ
Resim---“Yunezzilu’l- melâikete bir rûhi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûni.: Kullarından dilediği kişinin üzerine “Benden başka ilâh yoktur.” tarzında uyarmaları için melekleri, emrinden ruh ile beraber indirir. Öyleyse Bana karşı takva sahibi olun (ruhunuzu ölmeden evvel Bana ulaştırın).”
(Nahl 16/2)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---“Ve yes’elûneke ani’r- rûhı, kuli’r- rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.”
(İsrâ 17/85)

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ
Resim---“Rafîu’d- deracâti zu’l- arş (arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevme’t- telâk (telâkı).: Dereceleri yükselten Arş'ın sahibi (Allah), “toplanma ve buluşma” günü ile uyarıp korkutmak için, kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediğine indirir.”
(Mü’min 40/15)

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---“Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mâ’l- kitâbu ve lâl îmânu ve lâkin cealnâhu nûran nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm (mustekîmin).: Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (Kur'ân-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O'nu “nur” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidayete erdiririz. Ve muhakkak ki sen, mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet ediyorsun (ulaştırıyorsun).”
(Şûrâ 42/52)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.”
(Mücâdele 58/22)

ResimRÛh.. RûHuLLAH..:

Kur'ÂN-ı Kerîmde Rûh, RûHuLLAH olarak:
Ruhumdan:


فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---“Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!”
(Hicr 15/29)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---“Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Böylece onu sevva ettiğim/düzenlediğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!”
(Sâd 38/72)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran’ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.”
(Tahrîm 66/12)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---“Ve yes’elûneke ani’r- rûhı, kuli’r- rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Sana rûh'tan sorarlar; de ki: "Rûh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir."
(İsrâ 17/85)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---“Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Sonra (Allah), onu dizayn etti/düzeltip bir biçime soktu ve ona/o’nun içine rûhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası/ gönüller) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.”
(Secde 32/9)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---“Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: "Onu bir biçime sokup, ona rûhumdan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın."
(Sâd 38/72)

Rûhiy:

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---“Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Ona bir biçim verdiğimde- sevva ettiğim de, dizayn ettiğim de ve ona rûhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın."
(Hicr 15/29)

Mi'r- Rûhina:

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---“Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten li’l- âlemin (âlemîne).: Irzını koruyan (Meryem); biz ona kendi rûhumuzdan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık.”
(Enbiyâ 21/91)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekât bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona rûhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.”
(Tahrîm 66/12)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimRûhun varlığı hakkında pek çok hadis ve sağlam bilgi vardır DİNimizde..:

Resim---Rasûlüllah (aleyhisselâm); Âllah'ın peygamberleri ölmezler. Onlar bir dünyadan ötekine nakledilirler" ve "kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur" buyurmaktadır. Bu ifâdeler, insan olarak isimlendirilen varlığın, cesedin ölümünden sonra da yaşamaya devam eden ruhun olduğuna delâlet etmektedir. Yani insan bu cesed ve kalıptan başka bir şeydir..
(Râzî, Tefsirül Kebir, XXI, 41).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’ın Peygamberleri ölmezler. Onlar ancak bir yurttan başka bir yurda intikal ederler.” buyurmuştur.
(İbn Kesir cilt ıx / s.4831)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur." buyurmuştur.
(el-Akidetu’t-Tahaviye,1/169; Ahmed b. Hanbel, el-Akide, s.64-76; el-lalekâî, İtikadu ehli’s-sünne, 1/156, 158, 166-şamile).

Ruhun anne karnındaki cenine nefhedilmesi (üfürülmesi), insanın rahimde oluşumu ve gelişmesi hadis-i şerifte şu şekilde ifâde edilmiştir:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şüphesiz sizden birinizin teşekkülâtı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir müddette bir pıhtı olur. Sonra o kadar müddette orada bir parça et haline gelir. Sonra, Allah ona bir melek gönderir. Meleke; "Amelini, ecelini, rızkını, Şakî ve sa'id olacağını yazması şeklinde dört kelime emrolunur. Sonra da ona ruh üfürülür..." buyurdu.
(Buhârî, Enbiya, I).

Resim---Abdullah b. Mes'ud (radiyallahu anhu)'dan rivâyet edilen bu hadis, Müslim tarafından ruhun üfürülmesi, dört emirden önce zikredilerek rivâyet edilmektedir.. (Müslim, Kader, I).

Ruhun ölümlülüğü ve ölümsüzlüğü üzerinde de tartışmalar yapılmıştır. Ruh, ölümden sonra nerede kalmaktadır? Her insanın ömrü, Allah tarafından takdir edilmiş olup, ne bir artma ve ne de bir eksilmeye tabi tutulmaz. Allah'ın takdir etmiş olduğu zaman dolunca, ya bir sebeb çerçevesinde ya da sebebsiz olarak insan ölür. Yani, ölüm meleği (Azrâil) tarafından ruh kabzolunur, bedenden geri alınır. ölümden sonra ruhun kıyamet gününe kadar geçici olarak kalacağı âleme "Berzah Âlemi" denir. Berzah Âlemi, dünya ile âhiret arasında bir geçiş yeridir ve bu iki âlemden de farklı olup, mahivetini ancak Allah Teâlâ bilmektedir.
Ancak, Berzah âleminde cezâ ve mükafatın ruhlar üzerinde etkili olacağını;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir şukurdur" buyurmuştur.
(Tirmizi, Kıyâmet, 26) hadisi bildirmektedir.

İslâm Âlimlerin çoğunluğuna göre (ki doğru olan görüş budur), ruhlar bekâ (süreklilik) için yaratılmışlardır. Ezelî değildirler; ancak, ebedîdirler, ölen ise, insanın cesedidir. Ruhun bedenden ayrıldıktan sonra, kıyamet gününde tekrar bedenine dönünceye kadar, Allah'ın nimet ve azabına muhatap olacağı bir gerçektir.
Nitekim âhidlerle alakalı âyet de buna delâlet etmektedir;

أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ وَأَن تَصُومُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---“Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskin (miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh (lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: (Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Fakat sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı), diğer (başka) günlerden (oruç tutarak) tamamlanır. (İhtiyarlıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) ona (oruç tutmaya) güç yetiremeyenlerin, bir yoksulu (sabah, akşam) doyuracak (kadar) bir fidye vermesi (gerekir).Artık kim isteyerek (gönülden) bir hayır yaparsa (orucunu veya fidyeyi artırırsa),işte o, kendisi için bir hayırdır.Oruç tutmak sizi için daha hayırlıdır, keşke bilseydiniz.” (Bakara, 2/ 184)

Yine ALLAHu zü’l- CeLâL buyurmaktadır ki;


كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---“Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhıle’l- cennete fe kad fâz (fâze), ve mâl hâyâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurur (gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyamet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.”
(Alî-i İmrân 3/185)

Nefsin ölümü tatması, bedenin ölümü esnasında ölüm acısını hissetmesi, bedenden ayrılırken acı duymasıdır. Tadmak için diri ve duyarlı olmak gerekmektedir. Nefsin ölümü, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bedenden ayrılan ruh, içinde kazandığı şekli bedensiz olarak sürdürür.

Hadislere göre kabzolunan ruhlar göklere çıkarılmakta, orada melekler iyi ruhları selâmlamakta, nihâyet, Rabbin huzuruna sokulmaktadırlar:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Mü'minin ruhu çıktığı vakit, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar. Sema ehli "Güzel bir ruh yer tarafından geldi. Allah sana ve yaşattığın cesede salat eylesin " derler. Peşinden onu Rabbine (c.c) götürürler. Sonra "Bunu hududun sonuna kadar götürün" buyurur. Kâfirin ruhu çıktığı vakit, sema ehli; Pis bir ruh yer tarafından geldi" derler ve "Bunu hududun sonuna kadar götürün denilir" buyurmuştur.
(Müslim, Cenne, 17).

Akaid kitaplarımız, genellikle ruhun, kabirde cesedine döneceğini bildirir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Gerçekten ölü kabrine konulduğu vakit, kendisini getirenlerin oradan ayrılırken ayakkabılarının seslerini pekâla işitir" buyurmuştur.
(Müslim, Cenne, 17)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ruhlar toplu cemaatlerdir. Onlardan birbiriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar da ayrılırlar.” buyurmuştur.
(Buhârî, Enbiyâ, 1; Müslim, Birr 159)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz sizden birinizin oluşumu, annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir müddette (yani kırk günde) alekâ (yapışkan madde) haline gelir. Sonra, o kadar bir zamanda mudğa (bir parça et) olur. Sanra Allah ona bir melek gönderir. Meleğe; ‘amelini, ecelini, rızkını, şakî ve saîd olacağını’ yazması şeklinde dört kelime emrolunur. Sonra da ona ruh üfürülür.” buyurmuştur.
(Buhârî, Enbiyâ 1, Kader 1, Tevhîd 28; Müslim, Kader 1; Ebû Dâvud Sünnet 16; Tirmizî, Kader 4; İbn Mâce, Mukaddime 10; Ahmed bin Hanbel, I/382)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’minin ruhu çıktığı zaman, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar. Gök ehli; ‘Yer tarafından güzel bir ruh geldi. Allah sana ve yaşattığın cesede salât (duâ) etsin’ derler. Peşinden onu Rabbine götürürler. Sonra, ‘bunu sınırın ötesine (sidretü’l müntehâ’ya) kadar götürün’ diye buyurulur. Kâfirin ruhu çıktığı zaman gök ehli; ‘Yer tarafından pis bir ruh geldi’ derler ve ‘bunu sınırın sonuna (Cehennem’e) kadar götürün’ diye söylenir.” buyurmuştur.
(Müslim, Cennet 75, hadis no: 2872, 4/2202)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Biriniz öldüğü zaman sabah akşam ona oturacağı yer gösterilir. Eğer cennet halkından ise cennet halkındandır (orası cennettir); eğer cehennem halkından ise cehennem halkındandır (o makamı cehennemdir). Ona: ‘İşte Allah seni kıyâmet günü tekrar diriltinceye kadar oturacağın yer burasıdır’ denilir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Cenâiz 70)

Resim---Bedir savaşında Kureyş ölüleri, bir kuyuya dolduruldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kuyunun içindeki ölülere hitap ederek: “Ey falan oğlu falan ve ey filân oğlu filân, Allah ve Rasûlü’nün size vaad ettiklerini gerçek buldunuz mu? Ben, Allah’ın bana vaad ettiğini gerçekleşmiş buldum” dedi. Hz. Ömer: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, ruhsuz cesetlere nasıl hitap ediyorsun?’ diye sordu. Rasûlullah: “Benim söylediklerimi, siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Fakat onlar cevap veremezler” buyurdu.
(Müslim, Cennet 76-77; Buhârî, Cenâiz Bâbu Mâ câe fî azâbi’l-kabr)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kişi kabre konulup arkadaşları yanından ayrıldıklarında, onların ayak seslerini duyar. İki melek gelip onu oturtur, ‘bu adam, yani Muhammed (s.a.s.) hakkında ne diyorsun?’ derler. Mü’min: ‘Ben onun, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim’ der. Ona: ‘Cehennemdeki yerine bak, Allah onu cennete çevirdi’ denilir. O kimse her iki makamı da görür. Münâfık ve kâfir ise bu soru karşısında: ‘Bilmiyorum, insanların onun hakkında söylediklerini söylüyorum’ der. Ona: ‘Sen anlamadın ve okumadın (ne kendin gerçeği anladın, ne de bilginlerden sorup öğrendin)’ denilir. Ve demirden coplarla ona vurulur. Adam öyle bağırır ki, cinlerden ve insanlardan başka herkes onun sesini işitir.” buyurmuştur.
(Buhârî, Cenâiz Bâbu Mâ câe fî azâbi’l-kabr; Ahmed bin Hanbel, III/26)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ümmetine, bir kabristandan geçerken: “Esselâmu aleyküm dâre kavmin mü’minîn: Selâm size ey mü’minler yurdunun sâkinleri” şeklinde selâm vermeyi emretmiştir..
(Müslim, Cenâiz 102; Ebû Dâvud, Cenâiz 79; Nesâî, Tahâret 109; İbn Mâce, Cenâiz 36)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Yahudilerden bir gruba uğradı. Onlardan bazısı: "Muhammed'e ruh hakkında sorun" dedi; bazısı da: "Sakın sormayın, hoşunuza gitmeyecek şeyler işitirsiniz" diye aralarında konuştular. Sonunda kalkıp: "Ey Ebu'l-Kasım bize ruh'tan anlat, (ruh nedir?)" dediler. Resulullah (aleyhisselâm) bir müddet sessiz durdu. Ben anladım ki kendisine vahiy inmektedir. Sonra okudu: "Sana ruhtan sorarlar; de ki, ruh Allah'ın emrinden ibarettir. Size onun hakkında az bir ilim verilmiştir" (İsra, 85). Bir rivâyette: "Onun hakkında az bir ilim verilmiştir" denmektedir. A'meş: "Bizim kıraatımızda böyledir" demiştir.
(İbnu Mes'ud tad.’dan; Buharî, İlm 47, Tefsir, Benu İsrail 13, İ'tisam 3, Tevhid 28, 29; Müslim, Münafikun 32, (2794); Tirmizi, Tefsir (3140)

وعن أبي هريرة رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللَّهِ : ا‘رْوَاحُ جُنُودٌ مُجَنَّدَة، مَا تَعَارَفَ مِنْهَا ائْتَلَفَ، وَمَا تَنَاغَرَ مِنْهَا اخْتَلَفَ[. أخرجه مسلم. وأبو داود، وأخرجه البخاري عن عائشة
Resim---Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ruhlar toplanmış cemaatler gibidir. Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar."

(Buhârî, Enbiya 2; Müslim, Birr 159, (2638); Ebû Dâvud, Edeb 19, (4834)

Bu hadisle ilgili İmam Nevevî derki:
"Ruhlar, "toplanmış cemaatler" veya "muhtelif nev’ler" şeklindedir". Tanışmaları için de: "Ruhları yaratılırken fıtratlarına koyulduğu müşterek bir hassa sebebiyledir." Bazıları: "Ruhların sıfâtlarının ve ahlâklarının uygunluk içinde yaratılmış olmaları sebebiyle tanışıp kaynaşırlar".


Çünkü uyuyan insan canlı olduğu halde nefsinin bedeninden alındığı Kur'ÂN-ı Kerîm’de açıklanmıştır:

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Allâhu yeteveffe’l- enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhe’l- mevte ve yursilu’l- uhrâ ilâ ecelin musemmâ (musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Allah, fizik vücutları ölüm anında öldürür. Ve onlar ki, uykularındadır, ölmemişlerdir, o zaman, üzerine ölüm hükmedilecek olanı (kişinin fizik vücudunu uyku halinde) tutar ve diğerini (nefsi) belirlenmiş ecele (zamana) kadar (rüyada dilediği yere) gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.”
(Zümer 39/42)

Bu nedenle nefsin kavrayan ve bilen benlik şuuru anlamına geldiği de kabul edilir.
(Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rvh” md.).

Ruhun varlığına ilişkin aklî deliller ise kısaca şöyledir:

1-) Çocukluktan itibaren ölene kadar bedeni hacim yönünden değişmesine rağmen insanın “ben” diye bahsettiği benlik şuurunun hiç bir değişikliğe uğramadan varlığını sürdürmesi değişime uğradığı kesim olan bedensel varlığından farklı bir unsurunun bulunduğunu gösterir.

(Razî, el-Metâlibu’l-âliye, VII, 101).

2-) Varlıkları algılayıp değerlendirme ve bilgi üretme gücünün yanı sıra Allah’a inanıp itaatte bulunma kabiliyetinin gözlenebilen canlılar için de sadece insanda var olması onu diğer canlılardan ayıran farklı bir unsura sahip kılındığını gösterir. Nitekim bedenini zayıflatan insanda ruhî güçler gelişmekte ve daha ileri düzeyde bir zihinsel yoğunlaşma imkanı ortaya çıkmaktadır
(Râzî, Tefsirü’l- Kebir, XXI, 14-15).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Aziz Kardeşlerim;
HAKsız ve HaYRsız bir hayatın son ucu hüsrandır.. ALLAH celle celâluhu korusun!..
Hak ve Hayr'ın hakikati ise hedeftedir. Hayattaki imkÂNla imtihÂN ve Tevhid Tekemmülü olan Tahkik Tevhide ulaşım için insan gerek zâhirî hayatında gerekse bâtınî hayatında aşamalar, tabakalar ve hâllerden hâllere tereküb/hâlden hâle binmek ve terekküb/hâlden hâle oluşum eder gider. İlâhî Kader yolunda.. KaderuLLAH kadar…

فَلَا أُقْسِمُ بِالشَّفَقِ
Resim---“Fe lâ uksimu bi’ş- şefak (şefakı).: Bundan sonra hayır, şafak vaktine yemin ederim.”
(İnşikak 84/16)

وَاللَّيْلِ وَمَا وَسَقَ
Resim---“Vel leyli ve mâ vesak (vesaka).: Ve geceye ve örttüğü (barındırdığı) şeylere (yemin ederim).”
(İnşikak 84/17)

وَالْقَمَرِ إِذَا اتَّسَقَ
Resim---Vel kameri izet tesak(tesaka).: Ve nuru tamamlandığı (dolunay haline geldiği) zaman Ay’a (kasem ederim).”
(İnşikak 84/18)

لَتَرْكَبُنَّ طَبَقًا عَن طَبَقٍ
Resim---Le terkebunne tabakan an tabakın.: Siz mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz (HÂLden HÂLe geçeceksiniz).”
(İnşikak 84/19)

Tasavvuf ise bu oluşumun; İLMini, EDEBini, İRFÂNını ve ERKÂNını ->BİLmek, BULmak, OLmak ve YAŞAmaktır..
Rûh, insan ikliminin reisidir.. Emr âlemindendir..


ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde buyurur:

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---“Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).: Artık onu dizayn edip-biçim verip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!”
(Hicr 15/29)

BEDEN, NEFS, KALB ve RUHun, dördünün de bir arada olduğu mahlûk İNSANoğludur.
Bedeni olmayan; nefsi, kalbi ve ruhu olan varlıklar CİNlerdir.
Bedeni ve nefsi olmayan kalbi ve ruhu olan varlıkar MELEKlerdir.
Bedeni-nefsi ve kalbi olmayan ise RUH'tur..

Rûh, mahlûk mudur, değil midir?
Ne fırtınalar kopmuştur. Ruh mahlûktur dese insanda ilâhî uzanım kabul edilecek işin ucu "İlâhî insan"a ve şirke gidecek.
Ruh mahlûk değil dese insanla bağıntısı, alâkası ulaşımı ve sorumluluğu nasıl olacak?
Biraz önce arz ettiğim bu bölgeler tekin değil dediğim böylesi hususlardır.
Bu ÂCİZ, FAKÎR ZELÎL ve ÂLÎL olduğunu, İLİM, İRADE, İDRAK ve İŞTİRAK bazında ANLAyıp ve YAŞAyıp; sadece ve sadece RABB'ısına KULLuk kasdımla anladığımı anlatıyorum..
Düğümsüz dervişler, DOST'un celle celâluhu DOST'unun sallallahu aleyhi ve sellem dostudurlar..
Mesele, Ruhun oluşum hâli değil, ruhu, kalbi, nefsi ve bedeni ile evvelen, âhiren, zâhiren ve bâtınen şâhidim ki:
"Lâ ilâhe illallah MuhaMMede'r Resûlullah" demek ve yaşamaktır.
Gerisi lâf-ı güzâfdır..

Düğümsüz derviş dedim de, çok önemlidir..
İğne altından, iplik ipekten olsa da iplik düğümlü ise TEVHİD dikişi dikilemez..

Adana Erkek Lisesinde leyl-i meccâne okuyordum. Yıl 1964 idi. Yaz tatili için köye geldim. Rahmetli Hasan Amcamla evlerimiz bitişik idi. Hasan Amcamı hâlâ çok severim.. Şemsî Meşreblî ve derunî bir derviş idi..
Hasan Amcamın kısa boylu kırmızı renkli bir ev köpeği vardı. Yavuz mu yavuz ve çok değerli. Evin etrafından kuş uçurtmuyordu..
Bir gün baktım ki köpeğin boğazına 30 santimlik bir sopa bağlanmış.
Hasan Amcamın Hanımı Fahriye Halaya: "Neden böyle yaptınız!" deyince : "Bu köpek tavukların yumurtladığı folluğa alışmış her gün girip yumurtaları içiyor. Amcan köpeğe kıyamadı öldürmeye... Boynuna folluğun girişinden daha geniş bir sopa bağladı, artık giremiyor da bağırıp duruyor boşuna!." dedi.
Gerçekten biraz sonra gördüm ki, köpek folluğa başını sokuyor, bağırıyor, çeniliyor ve var gücüyle çabalıyor amma ve lâkin sopa engelliyor ve giremiyordu.. Ben de ibretle seyrettim bu olayı ve hiç unutmadım!..

Kendi nefsim için diyorum ki MuhaMMedî tasavvuf, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in;
Sözlerine (Kur'ân ve Hadis), Fillerine (Sünnet-i seniyye), Ahlâkına ve Hâllerine,
benim girmemi engelleyen, boynuma bağlı; hamakat (ahmaklık, bönlük, beyinsizlik), gaflet, cehâlet, dalalet ve ihânet sopalarını-engelleyicilerimi söküp atma Mesleğinin adıdır..
Halk'a Merhamette ve Hakk'a Muhabbette MUHAMMEDÎ olma Mezhebidirdir.
Şah Damarımızdan da AKRABa-Yakın ve Hâli Hazır ve Nazır olan RABbu’l- ÂLEMînimizle Huzur BULup, Rahmetenli’l-ÂLEMînimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin Rıza Ravzasında ki Kevser Havuzundan Sır Sahibi MuhaMMedî OLmak Meşrebidir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ÂN-ı Kerîmimizdeki Ruhla ilgili âyeti celîlelere devâm edelim:

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).: Böylece onu sevva ettiğim-şekillendirdiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!”
(Sâd 38/72)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim--- “Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim e lestü bi rabbiküm kâlû belâ şehidnâ en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhid olduk, dediler.”
(A’raf 7/172)

"Bezm-i Elest-Elest Meclisi" diye meşhur olan başlangıç, her nefsin ilk defa sahneye çıktığı, “Rububuyiyyet Tevhidi”ni hepsinin de kabul edip kendi kendilerine şâhid olup taahhüd ettikleri antlaşmadır.

Bu âyet-i celîlede SONuç da hemen belirlenmiştir. İlk sözü Elestte verdiniz, imkÂNla imtihÂN Hanı olan şu Cihândan, çıplak girip çıplak çıkarken son sözünüze bakılacak: "RABB'ınızın celle celâluhu ni'metleriyle bir ömür yaşadınız..son nefeste ÖZünüzdeki SÖZ Emânetinize hiyânetiniz oldu mu?. Kısacası, “ULuhiyyet Tevhidi”niz var mı?."

Âdemoğlunun zahrından (arka, sırt, bâtın) çıkarılan zürriyet (nesil-kuşak-soy-döl), esâsında bedensiz gibi, ancak beden içinde bedenler şeklinde bedenlidir.


"BEDEN ->NEFS ->KALB ve ->RUH"dan oluşan zürriyetin NEFSi dışarı çıkarılıp ona; tevhid yükü kendi istek ve tercihi ile yüklenip mükellef kılınırken, kendi BEDENi, KALBi ve RUHu da kendi nefsine şâhid tutuluyor.
Nefsin ilk sözüne şâhid olan bu azalardan beden dahi, âhirette şâhid olacak bu imtihÂN serüvenine..

Bu ilk âhidleşme, insanın imânının içindeki Ahdullah Emânetidir.
Bu AHDin ASLı SÖZdür ve soyuttur..
Rübûbiyyet Tevhidini her nefs istisnâsız kabul etmiştir.
Kabul edişlerinden dolayı var edilmiş ve her türlü imkân emrine âmede kılınmıştır.

İnsanın "Fuad"ındaki bu "Ahd" İlâhî bir emânettir ve Enfüs ve Merkezdedir. İlâhî bağlantı bu ilk sözle tamamen alâkalıdır.
Kalbdeki imân ise bu emâneti çevreleyip koruyan fanus gibidir.
Yâni ampül imân ise içerdeki elektriği (nuru) ışığa (işe) çeviren iç telde emânettir ve Fuaddadır.

Bu sözün dışında kalan ve insanoğluna verilen maddî ve mânevî herşey de ni’mettir.

Ni’met -> ÂFÂKta ve MUHİTtedir.
Emânet -> ENFÜS ve MERKEZdedir..
Emânet: Emânetullah, “Ahdullah”tır ve tektir. "Kalû belâ!.."
Ni’met: Ni'metullah ise sayısızdır. Herşey ni'mettir.
Ni'met: İkrâm, lütûf, ihsândır. Îmân dahi ni'mettir. Kalb, akıl, beden ve kâinâttaki her şey..
Ve Ni'met-i Uzma Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
Çünkü "Rahmetenlil âlemin"dir.:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim--- “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l- âlemin (âlemîne).: Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

SıDK ve ADL:

Azîz kardeşlerim,
Şu âyet-i celîleyi iyice düşünelim:


وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---“Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adlâ (adlen), lâ mubeddile li kelimâtihî, ve huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: Ve Rabbinin sözü sadakatle ve adaletle tamamlandı. O’nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.”
(En'âm 6/115)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Rabbülâlemin olarak kulları ile ezel âleminde vahdaniyetini kabul kaydıyla “sıdk” ve “adl” üzere âhidleşmiştir.

Bu ahdimiz her şeyimizin tohumu olan "EMÂNET"tir.
Dağın-taşın kabul etmediği, bizim kabul ettiğimiz KULLuk EMÂNETimiz..:


إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim--- "İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).: Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o (insan) çok zâlim ve çok câhildir!..."
(Ahzâb 33/72)

Kulluk EMÂNETİ.. Emânete sadakat yâni Sıdk, kul için de şarttır. Zîrâ ALLAH Tealâ sâdıklar sâdıkıdır. Kul, hakk ve bâtıldan "Hakk"ı tercih edip HAKK EMÂNET'e SIDK edecektir.
HAKK celle celâluhu'yu görürcesine ihlâsla kulluk yapmanın gerekçesi ve sebebi TEVHİDdir.
Emânet tevhiddir. Emânet ve Sıdk, enfüsî ve kalbîdir.
İçte-MERKEZde ve niyyetlerde gizlidir. Mü'min makamıdır..
Dış-MUHİT, âfâk, âlem ve kendi varlığımızdaki bunca ni'mete "ADL" adâlet ise kesinlikle şarttır. Yoksa zulüm olur.
Çünkü; ni'metleri ya HAYR ya da ŞERR de kullanırız.
Hayrda kullanım adl, şerde kullanım zulmdür.
Adl, İslâm Makamıdır..
Mevcûdâtın İÇ DENGE ve DIŞ DÜZENi ilâhî adâlet üzere kurulmuş ve aklı olan insana adâlet emredilmiştir.
Adâlet, i'tidâl (optimum) üzere "Lâ ilâhe İllallah" TEVHİDidir.
Tek-BİR El İlâh olan ALLAH'a imân ve yaşayışıdır.
İfrat edenler, şirke ve çok ilâha kulluk ederler ve zâlimler olurlar.
Tefrit (minumum) edenler ise; tevhidi ta'til (durdurma-kesme) edip ilâhsız ve başıboş hayvanlardan da aşağı yaşayan zâlimler olurlar.
Yine;
"Kulun iradesini sonsuz sanmak" ->İFRAT,
"Kulun iradesi yok demek" (cebr) ->TEFRİT iken,
"Kulun iradesi ALLAH'ın celle celâluhu verdiği kadar cüz'i iradedir,sınırlı ve sorumlu olan bu cüz'i irade yeterlidir, lâzımdır, lâyıktır" demek ->İ'TİDÂL ve adâlettir...
Kullukta da adl (i'tidâl) esastır.

Şerîatı Garramızda Kur'ÂN-ı Kerîmde;


Kullukta İfrat etmek.:

طه
Resim---“Tâ, hâ.: Tâ, Hâ.”
(Tâhâ 20/1)

مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى
Resim---“Mâ enzelnâ aleyke’l- kur’âne li teşkâ.: Kur’ân’ı sana meşakkat (güçlük) olsun diye indirmedik.”
(Tâhâ 20/2)

إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى
Resim---“İllâ tezkiraten li men yahşâ.: Huşû sahiplerine/içi titreyerek korku duyanlara zikir (öğüt) olsun diye.”
(Tâhâ 20/3)

Kullukta Tefrit üzere olmak.:


أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
Resim---“E fe hasibtum ennemâ halaknâkum abesen ve ennekum ileynâ lâ turceûn (turceûne).: Öyleyse Bizim, sizi abes olarak (boş yere) yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?”
(Mü'minun 23/115)

Kullukta i'tidal üzere olmak:

"Ve kezâlike ceâlnâkum ümmeten vasata:İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık."
Vasat: İki şey'in (ifrat ve tefritin) ortası (i'tidal, adl) olandır...

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe alen nâsi ve yekûne’r- resûlu aleykum şehîdâ (şehîden), ve mâ cealnâ’l- kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiu’r- resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh (akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ alellezîne hedallâh (hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm (rahîmun).: Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırdetmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.”
(Bakara 2/143)

Dinin, denge ve düzeni “ADL” üzeredir.
Kul için Sıdk-ü-Adl; önce Rehber-i Mutlak, Mürşid-i Mutlak ve İmâm-ı Mutlak MuhaMMed aleyhi’s-selâm'a imân edip tâbi' olmak, kendisine indirilen Kur'ân'ı kabul edip, onun yolunda yürüyüp onun sünneti ki, tavır, tarz, kivâm, sitili ile söz, fiil, ahlâk ve hâlde MuhaMMedî OLuş Şuûruyla Rabbülâlemin'e EMRedildiği üzere KULLuk edip, va'dedilen ve Muradullah olan cennet ve Cemâlullaha kavuşmayı dilemektir ve ummaktır..
Bu âyeti celîleyi çok çok seviyoruz: çünkü, İmanda HAKkı ve Amelde HAYRı cem' etmiştir..:
"RABB'inin kelimesi Sıdken ve adlen tamam oldu."


وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---“Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adlâ (adlen), lâ mubeddile li kelimâtihî, ve huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: Ve Rabbinin sözü-kelimesi sadakatle ve adaletle tamamlandı. O’nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.”
(En'âm 6/115)

Sıdk ve Adl için âcizâne zevkimiz budur. Tefsirimiz değil!.

"RABB'inin kelimesi" ise: Kaza, kader irade ve meşiyeti mutlak olarak zâtına mahsus olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, "KÛN feyeKÛN" kelimesi ile her Şey’i ki, Kelimeyi var eder, yok eder ki; ŞeÂNuLLAHta SüNNetuLLAH Üzere her ÂN YENiden YARATıp durmaktadır..

“Kelimesi”nin en mükemmeli olan “insÂN” ise zirvede mükerrem kılınmış tek varlıktır..:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---''Ve le kad kerramnâ benî âdeme ve hamelnâhum fi'l-berri ve'l-bahri ve razaknâhum mine't-tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tefdîlâ: Andolsun ki, Biz Âdem-oğullarını mükerrem kıldık ve onları karada ve denizde (nakil vâsıtalarına) yükledik ve onları leziz, temiz şeylerden merzûk ettik ve onları mahlûkatımızdan birçokları üzerine ziyâdesiyle üstün kıldık.”
(İsrâ 17/70)

Ahdullah, Tevhid Emânetine sadakatla (şartı) ve Ni'metullah'a adâletle insan kelimesi imkÂNla imtihÂN için kendisine Lâzım ve Lâyık olanlarla birlikte halk edilmiş ve işlem tamamlanmıştır.
İmtihân İşlemi ki KÛN feyeKÛN Ürünü olan kâinâtta başlamıştır.
Sünnetullah ki, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in tüm âlemlerdeki tavrı, tarzı ve stili bildirilmiştir.
Hazır ve Nazır olan RABB'ımız celle celâluhu sisteminin her zerresini, hücresini ve sezişlerini hakkıyla dinleyici ve EVVEL, ÂHİR, ZÂHİR, BÂTINını hakikaten tek biLicidir..


هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huve’l- evvelu ve’l- âhiru ve’z- zâhiru ve’l- bâtın (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”
(Hadîd 57/3)

Rahmeti sonsuz olan RABB'ımız celle celâluhu dondurucu soğukta dışarıya bırakılan bebeğin ölümünü, kulu tercih ettiği için fiilen halk edecek ancak, kendisinin Kur'ân ve Hadislerle bildirdiği ve kulunu sorumlu kıldığı kulunun mehrametsizliğinden dolayı o kuluna azab edip cehenneme atacaktır.
İmtihÂNın imkÂNı hazırlanmış, âlet edâvâtı verilmiş, kuralları belirlenmiş ve imtihÂN şu anda Şe'enullahda nefes nefes yaşanmaktadır.
Yukarıdaki âyetteki kelime; kelâm (söz) olduğu kadar "KÛN!" emriyle "feyeKÛN-Var olan" anlamına da yorumlanabilir.


إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
Resim---“İz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minhu, ismuhu’l- mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fî’d- dunyâ ve’l- âhırati ve mine’l- mukarrabîn (mukarrabîne).: Melekler şöyle demişlerdir: "Ey Meryem,! Muhakkak ki Allah, Kendinden bir “KELİME” ile seni müjdeliyor. Onun ismi "Mesih, Meryem oğlu Îsâ'dır. Dünyada ve ahirette şereflidir ve mukarrebinlerdendir."
(Âl-i İmrân 3/45)

Açıkça görüldüğü üzere Mesih (mübârek) İsâ aleyhi’s-selâm "Kelimetullah"olarak bildirilmiştir..

"İyi ama, İsâ aleyhi’s-selâm başka, biz başkayız!" denmemesi için de:

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: Muhakkak ki Allah’ın indinde (nezdinde) Hz. Îsâ’nın misâli-durumu, Hz. Âdem'in durumu (yaratılışı) gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona "Kun!: Ol!.." ve "Fe yekûn!..: hemence oluverdi!"
(Âl-i İmrân 3/59)

“İyi ama, Âdem aleyhi’s-selâm başka biz başka!.” diyemeyiz.
Zirâ insan olarak halkedilen Âdem aleyhi’s-selâm'dan kıyâmete kadar tüm insanlar, esas itibariyle tüm varlığıyla Âdem aleyhi’s-selâm da zâten mevcûddur. Ve CÂN ZincirininİLK Halkasıdır ÂDEM aleyhisselâm Babamız..
Âdem aleyhi’s-selâm da mevcûd olan bu yolcular, VAKTi GELdiğinde mi'katlarına -yer, zaman ve hâl olarak- varınca, yolculuk araçları olan dopdolu şahâne gemilerinden Baba-ANA filika-Gemilerinden HAYAT Sahiline inerler..

Âdem-Havva aleyhumusselâm kendileri (filika-küçük tekne) nin taşıdığı zürriyetlerini iskelelerine indirdiler.. Bu işlem son insana kadar devâm edecektir.

وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
Resim---“Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulki’l- meşhûn (meşhûni).: Ve onların zürriyetlerini (nesillerini) dolu gemilerde taşımamız onlar için bir âyettir- delildir.”
(Yâ Sin 36/41)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
Resim---“Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulki’l- meşhûn (meşhûni).: Ve onların zürriyetlerini (nesillerini) dolu gemilerde taşımamız onlar için bir âyettir- delildir.” (Yâ Sin 36/41)

Âdem aleyhi’s- selâm dan beri el ele bize kadar gelen ve bizden de son torunumuza (Kıyamete kadar gidebilir) kadar kesintisiz gidecek dirilik (HaYy) zincirinin ilk halkası, Âdem aleyhi’s-selâm'ın “TESTİ”sine (toprak bedenine) üfürülen ve hâlâ alıp vermekte olduğumuz nefhâ (üfürüş) dır. HAYY TeVHiDini ANLAmak tasavvufun temelllerindendir.. Diriden diriye, diriyken devredilen DİRİLİK SIRRI..
SıRRın Sahibi SubhÂN ALLAH celle celâlihu..

Bazı kıt akıllılar: "Bu gemi Antalya Limânından İstanbul Limânına insanları taşıyan gemidir!.." diyorsa desin ve boş işine gitsin!.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL; halk ettiği sonsuz sayıda akıl derecesinde ve kader çizgisinde halk ettiği insanların her birinin aklına kabınca, kadarınca ki, KADERince alabileceği her türlü bilgiyi (ilmi) Kelâmullahında bildirmiştir... Kimseyi kınayıp kimseyi de methetmiyoruz asla.!
Herkes, oturduğu yer, yön ve hâle göre gördüğünü söylüyor ve kendince doğrudur. Sırt sırta dayayıp otursak; senin gördüklerini ben, benim gördüklerimi sen göremezsin ki, insanoğlu kendi ensesini AYNasız göremez!.
Ancak, ikimiz de gördüklerimizi söyleriz..
Ne var ki; nereye oturup, nereye yöneleceğimiz nasıl bakıp, nasıl duyup, nasıl anlayıp ve nasıl yaşayacağımızın;
Anayasası, Kur'ân-ı Kerîmle,
Yasaları Sahih Hadis-i Şerîflerle,
Tüzükleri Sünnet-i Seniyye ile bizzât tatbik edilerek,
Zamanla değişen Yönetmelikleri ise Sâlih ve Sâdık MuhaMMedî HaKk Âşıklarca BİLdirilmiştir/BİLdirilmektedir/BİLdirilecektir Kıyamete kadar İnşâ ALLAHu TeÂLÂ!.

Elbette BİZ, felsefe yapmıyoruz.
ÖZ MuhaMMedî Tasavuftan bahsediyoruz!.
Halk Mutasavvıfı, halk için tasavvuf ilmiyle uğraşır.
HaKk Âşıkı SıRR-ı Sıfır Sûfî ise, HaKk celle celâluhu için tasavvuf İLMini EDEBiyle birlikte YAŞAr ve YAŞatmaya da LivechiLLAH MuhaMMMedî Hasbî Hizmetçidir Hamd OLsun Rabbı TeÂLÂmıza..
Kimseyle lâf tokuşturmaya ne zamanımız ne de imkânımız vardır... Biz âcizâne böyle görüyoruz!.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kur'ân-ı Kerîm'i oluşturmak için yıllarca düşünmüş değil hâşâ!.
ALLAH celle celâlihu ->“KÛN: OL!.” Buyurunca ->feyKÛN: Hemence OL-ÂN bu ÂLemde KüLLî ŞEYy YAŞAmaktadır her ÂN ->Şe’ÂNuLLAHta SüNNetuLLAH üzere..

"KÛN! (ol!) ->fe yeKÛN!. (derhâl oldu)".:

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O’nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.” (YâSîn 36/82)

Resim Bir erkeksiz (babasız) ve bir kadınsız (anasız) olarak Âdem aleyhi’s-selâm'a ->"KÛN " buyurdu ve ->“feyeKÛN” oLuverdi..

Resim Bir kadınsız (anasız) olarak bir erkekten (Âdem aleyhi's- selâm dan) Havva aleyha's-selâm vâlidemize ->"KÛN " buyurdu ve ->“feyeKÛN” oLuverdi..

Resim Bir erkeksiz (babasız) olarak bir kadın (Meryem Aleyha's selâm)' dan Mesih İsa aleyhi’s-selâm'a ->"KÛN " buyurdu ve ->“feyeKÛN” oLuverdi..

Resim Abdullah aleyhi's- selâm Babasından ve Âmine aleyha's- selâm Annesinden, MuhaMMed aleyhi's- selâm’a ->"KÛN " buyurdu ve ->“feyeKÛN” oLuverdi..

Resim Tıpkı "Şe'ÂN"da ve şu ÂNda, her bir erkek ve bir kadından da HÂL-i Hazırda "Kûn!" buyurunca nice çocuklar OLuverdiği gibi ...

Bu "kelimelerin" var oluş serüveni sistemin sonuna kadar sürecektir.

Bir ara nOt :
Ana dili gibi Arabça bilen bir Şeyh "Meryem aleyha's-selâm!" dedim diye beni toplum içinde haşladı...
Ben de: "Mânâsı ne demektir ki...? Bu söz, aleyha’s-selâm ancak peygamberlere söylenir diyorsun!." dedim.
O da: "ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ona selâm etsin!" demektir deyince: "Etmesin mi hocam? Demin buraya girince size: "Es Selâmü aleyküm!" dedim. Yâni: “ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Selâmı sizin üzerinize olsun!." dedim ve siz de cevâbladınız. Siz kabul ettiniz de;
Kelâmullahda, tüm âlemlerdeki kadınların üzerinde bir fazîletle övülen Meryem Vâlidemize Selâmetullahı diledim diye eski ve mânâsız alışkanlıkla bu garibi haşladın!.
Ancak, "Selâmu aleyküm" diyenlere seslenmedin.
Hâlbuki "selâm" ile "Es Selâm" arasındaki fark sonsuzdur.
"Selâm" kimin olduğu bile meçhul bir selâmdır.
"Es Selâm" ise belirlilik harf-i târifiyle aklı olanın bilmesi gereken ve Es SELÂM olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e ait bir selâmdır!" demiştim.. MuhaMmedî gayretkeşlikle bir zamanlar..


Elbette Batıl ettikleri dinlerinde küfür putlarına tapanların Meryem’i-Mariya'sıyla Kur'ÂN-ı Kerîmin buyurduğu Meryem aleyhasselâm arasında çok çok çok fark vardır.:

وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ
Resim---“Ve iz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâi’l- âlemin (âlemîne).:Ve melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem muhakkak ki Allah, seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı."(Âl-i İmrân 3/42)

يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ
Resim--- “Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mea’r- râkiîn (râkiîne).: Ey Meryem! Rabbin için kânitîn ol (Rabb'inin huzurunda huşû ile dur) ve secde et ve rukû edenlerle birlikte rukû et.” (Âl-i İmrân 3/43)

Hülâsa biz MuhaMMedî Âşık Milleti; zâten rüzgar gibi yersiz-yurdsuz, yansız-yönsüz olduğumuzdan kimsenin kabına da dolamayız bu gel-geç Dünyalarında..
Bizim kahrımızı ancak Sahibimiz sallallahu aleyhi ve sellem çeker!..
ElhamdulillahiRabbilâlemîn!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kur'ÂN-ı Kerîmimizdeki Ruhla ilgili âyet-i celîleleri arz edelim.
Sonra da, Merkez (mâhiyet) -Muhit (hüviyet) meselemizi zevk edelim İnşâe ALLAH..

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
--- “Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen): Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsrâ 17/85)

Koca İmâm Fahreddin Râzi efendimizin bildirdiği bir hadis-i şerîfte : “Yâ Resûlullah! "Ruh, RABB'imin emrindendir." den ne anlayalım?" diye sorduklarında; Cenâb-ı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "aklınız kadar anlayın!" buyurmuştur...
(Fahreddin Râzi, Mefatih'ul Gayb-Tefsirü’l- kebir- gaybın anahtarları İsrâ Sûresi)

Bu ne kadar muhteşem ve hârika bir cevâb Yâ RABBim celle celâluhu!.
İşte Mürşid-i Mutlak MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin cevâbı..
CÂNÂN ile CÂN'ın ara kesiti gibi, anlaşılması akılla mümkün olmayan, tevhid tekemmülü sonucu AŞK ile YAŞAnması şart ve mümkün olan DUYuş-UYuş..
Asırlardır ham akıl hocalarının Sırsız Sohbetlerinin ısıtılıp ısıtılıp sunulan çözümsüzlük çorbası hayalperestliğiyanında vusLÂt VÂHÂsı..
İnsana verilen ve o RÛH ile mükerrem kılınan KULLuk Vasfı..
Daha doğrusu Rabbanî olan tüm ikrâm, lütüf ve ihsânın verilmesine esas ve asl olan RUH...

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
---''Ve le kad kerramnâ benî âdeme ve hamelnâhum fi'l-berri ve'l-bahri ve razaknâhum mine't-tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tefdîlâ: Andolsun ki, Biz Âdem-oğullarını mükerrem kıldık ve onları karada ve denizde (nakil vâsıtalarına) yükledik ve onları leziz, temiz şeylerden merzûk ettik ve onları mahlûkatımızdan birçokları üzerine ziyâdesiyle üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ
“Rafîud deracâti zu’l- arş (arşi), yulkı’r- rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevme’t- telâk (telâkı).: Dereceleri yükselten Arş'ın sahibi (Allah), 'toplanma ve buluşma' günü ile uyarıp korkutmak için, kendi emrinden olan RÛHu kullarından dilediğine indirir." (Mü'min 40/15)

İnsanoğlunun derecelerinin değişimi (yükselmesi-tekemmülü) ile ilgili;

وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ
“Ve mâ minnâ illâ lehu makâmun ma’lûm (ma’lûmun).: Ve bizden (hiç) kimse yoktur ki, onun bilinen bir makamı olmasın.” (Sâffat 37/164)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قِيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللَّهُ لَكُمْ وَإِذَا قِيلَ انشُزُوا فَانشُزُوا يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَجَاتٍ وَاللَّهبِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fî’l- mecâlisi fefsehû yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillahullezîne âmenû minkum vellezîne ûtû’l- ilme derecât (derecâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun: Ey iman edenler, size meclislerde "Yer açın" dendiği zaman, yer açın; Allah size genişlik versin. Size: "Kalkın" denildiği zaman da kalkın. Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Mücâdele 58/11)

وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve huvellezî cealekum halâife’l- ardı ve rafea ba’dakum fevka ba’dın deracâtin li yebluvekum fî mâ âtâkum, inne rabbeke serîu’l- ikâbi ve innehu le gafûrun rahîm (rahîmun).: O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (En'âm 6/165)

Âyeti celîleleri, saâdet ve şekâvet (saîd-şaki) derecelerini tâyin buyurup bildirmiştir.
Derecelenme tüm cisimler içinde geçerli olup kimisi suflî-unsurî (aşağı ve yersel), kimisi ulvî-felekî (yüce-göksel) kimisi ise Arşî dir...
Arzdan Arş'a kadar (Arş dahil) İlâhî Aşk Sahası...
Arş ise cisimlerin muazzam ve mükemmelidir. Azamet ve kudretini ilân eden sistemin sahibi ve ustası SUBHAN ALLAH celle celâluhu sahibliğini ilân ediyor...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLin kudret ve saltanatının tecelli yeri.
Arş kâinatı kaplar. ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLin kudreti ve ilmi de her şeyi kaplar. Fevkiyyet, ulviyyet. Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk, Felek-i Atlâs, Felek-i Azâm gibi isimlerle Cenâb-ı Hakkın izzet ve saltanatından kinâye olarak söylenir.

RÛHun hayatiyeti; ilâhî bilgi ve kudsî cilâ iledir. Kısacası vahiyle oluştuğundan RÛH denilmiştir. Vahiy Ruhanî Hayatın tahakkuk vesilesidir.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, sahibi olduğu en büyük Cismanî Arş ile aklî olan refu'd-derecâtı (derecelerin yükselişi) te'kid ederken, tüm ruhanîlerinde sahibi olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:
"Kendi emrinde olan ruhu ilkâ" ile de naklî sahibliğini te'kid buyurmuştur.
"Mursil" olan ALLAH celle celâluhu, "irsâlini" (Vahy, ruh) "Emr" ile kullarından dilediğine ilka eder:

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
“İnne rabbekumullâhullezî halaka’s- semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alâ’l- arşı, yugşî’l- leylen nehâre yatlubuhu hasîsen ve’ş- şemse ve’l- kamere ven nucûme musahharâtin bi emrihi, e lâ lehu’l- halku ve’l- emr (emru), tebârakallâhu rabbulâlemîn (âlemîne).: Semaları ve arzı altı günde yaratan, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva etti. Gündüz, onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar O’nun emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Yaratma ve emir O’nun değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir, şanı yücedir.” (A'râf 7/54)

يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُواْ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَاْ فَاتَّقُونِ
“Yunezzilu’l- melâikete bir rûhi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûni.: Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup sakının, diye uyarın."(Nahl 16/2)

Muhakkik Sûfîlerce bilinir ki Cesed; cansız, kesif, karanlık ve kullanışsızdır.
Ne zaman ki RÛH gelince; canlı, lâtif, aydınlık ve iş görebilir hâli gelir. Akıl nuru ile (herkesin nâsibince), önü aydınlanır. Ruh, basar ve basîreti sağlar. Beden sistemini çalıştırır...
Aklın kemâliyyeti ise; kader yolunda, hayat çileleriyle olgunlaşıp, arınıp, durunup, kurunup ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in maddî ve mânevî âlemlerini seyr, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in zâtını (bildirdiği kadar), sifâtını, fiillerini (Şe'enullah: Şûyûn) ve eşyâlarını tanımakladır.
"Nasrullahi ve'l-Fethullah"a mazhar olunca teslim olup istikâmet bulacaktır.

إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
“İzâ câe nasrullâhi vel fethu.: Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman.” (Nasr 110/1)

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
“Ve raeyten nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ (efvâcen).: Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde” (Nasr 110/2)

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
“Fe sebbih bi hamdi rabbike vestagfirhu, innehu kâne tevvâbâ (tevvâben).: Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr 110/3)

Yâni akıl, İlmullahla gelişir, Haşyetullahla pişer ve Muhabbetullahla Mârifetullaha ulaşır.
Mârifetullahla nurlanan, aydınlanan akıla, biz AŞK diyoruz ki, saf, olgun ve mü'mindir. Akıl yokken, ruh ise insânî değildir.
Onun için; ruh'a; Nefhatullah, Vahyullah, Kelâmullah (Kur'ân-ı Kerîm) denilmesinde sakınca yoktur.
Tebliğle me'mur olanlar şüphesiz peygamberlerdir.
Mü'minler ise; ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'den, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den veya Kur'ân-ı Kerîmden durmadan ilhâm almaktadırlar.

Mesele; gaflet ve cehâlet uykusundan uyanmaktır ki, daha beteri olan dalalet ve ihânet batağına düşmesin..
Bu çok ince ilgi bilgileri her derecedeki aklın anlayacağı bir harfler kabına konulamıyor ki...
Bakınız ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
“Yâ ehle’l- kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illâ’l- hakk (hakka). İnnemâl mesîhu îsâbnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuhu. Elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun minhu, fe âminû billâhi ve rusulihî, ve lâ tekûlû selâseh (selâsetun). İntehû hayran lekum. İnnemâllâhu ilâhun vâhid (vâhidun). Subhânehû en yekûne lehu veled (veledun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('OL' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ 4/1719)

Unutmamalıyız ki sistemin tümü dinamiktir (devingen), asla statik (duragan) değildir...
Zerreden (atom) kürreye (kâinât) kadar tümü devrândadır.
Her zerre özü itibariyle emr'i (işi) bilir ve yapar...

أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
“E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûran yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine li’l- kâfirîne mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.” (En'âm 6/122)

Nur; Ruh, Kalb, Nefs ve Beden yoluyla iş yapılabilir hâle geliyor.
Onun için nefsin statik, pasif ve yalıtkan hâlden; dinamik, aktif ve iletken hâle getirilebilmesi için MuhaMMedî Tasavvufun tevhidi tekemmül öğretim ve eğitimi gereklidir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Azîz kardeşlerim, şöyle zevk edelim;
Ben, bir bütün olarak boğazıma kadar çamura çökmüşüm farzedelim.
gÖZümle GÖRdüğüm, ELimle TUTtuğum bedEN, Baş, eL, aYaK gibi organlarımla BİRLikte, GÖRemediğim ANcak onlarla VaR OLduğum AKLım, fiKRim, cÂNım gibi kısımlarım da dahil tÜMMüyle birlikte tehlikedeyim, kurtulmam LÂzım.. mı?!i

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyruğunda;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsini-kendini Bilen-Tanıyan-ANlayan RABBini BİLir.. ”” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Mesele budur!.
Ancak biz, "İnsan TAMMıyla-TÜMMüyle NEdir?" sorusuna cevâb olsun diye tarama yapıyoruz..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

3.3.8. SıRr:

Aziz kardeşlerim,

İnsanın Maddî-Manevî Âlemi İÇİçedir.
Beden->Nefis->Kalb->Rûh->Sır->Hafî->Ahfâ->Akdes..
Sır letâifi, insanın aklının ermediği ilâhî hikmetleridir. İzâhı zordur.
Sır (esrâr); zâten kimseye söylenmeyen, söylenince de (ifşâ) sır olmayandır.
“Beynehu beyne ALLAH””…
ALLAH celle celâluhu ile kulu arasında hâl bölgesi...

Sırr;
Varlığı ya da kimi yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şeydir, gizdir.
Bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, deneyim ve sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanıdır.
Bir amaca ulaşmak için kullanılan, başvurulan, özel ve gizli yöntem; insan AKLının yeterince açıklık getiremediği ve NAKLe Açılan kapıdır.

Sır Letâifindeki KuLLuk Makamı o kadar hassas ve incedir ki açıklanıp açıldığında buharlaşıp yok olur..

İmam ALi kerremallahu vechehu Efendmiz: “ÖZündeki SıRR, ÖZünde tuttuğun sürece senin kÖLendir, ağzından çıktığı ÂNda artık sen onun kÖLesi olursun!.” buyurmuştur..

LivechiLLAH KULLUktaki SıRR, MuhaMmedî MutLuLuktur..
Ne söylesek sonu boş lâfa çıkar..
Ancak konuyu tamamlamak için tafsilî ma'lûmât arzedelim..

Meselâ: "Sırr-ı Rübûbiyyet, abd üzerinde zuhûr etse abdin bûtlanı (boşluk, çürüklük, uygun olmayışı, bâtıllık) nedeniyle bâtıl (boş-çürük, beyhude) olur..." buyurulmuş ki işte Ubudiyyet SıRRımız..

Sır letâifi; insan kemâlâtında zuhûr ve şühûd'un; Sırr-ı Tecellîyât tahtası ki, Ahadiyyet-i CeM'iyyenin izhara yansıma AYNası... A'YÂN-ı SABite AYNAsının SıRRıdır.. ->LüBBü'L- LÜBçe EHLine..
Sırr; Sırât (sırlar), Sırr-ı Sıfır, Sırru's- SıRr...
Sırr: Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. İnsanın aklının ermediği şey ki, ALLAHu zü’l- CeLÂL'in MuhaMMedî-HaBiBî Hikmetidir.

SıRRını kimseye fâş etme ResimSıRRın Fâş olur.
Sen kendi SıRRını SAKLAyamazsan ResimEL sana nasıl SıRRdâş olur..

SıRR-ı Ahadiyyet: Ehadiyetin Sırrı, mânası, kuvvet ve te'siridir ki; ZeRRe-KüRRe BİZ BİR-İZ-Lğini -> feyeKÛN Kâinâtı EMRini, TEK-BİR “KÛN!.” MuRâDına SIRRLamaktır ASLı SIRrın..

KuLLuk, Elestteki “KuLLuk Teklifini Kabul”den ibârettir.
SıRR-ı TeKLif: İnsanların dünyaya gelip, ALLAHu zü’l- CeLÂL tarafından vâzifelendirilmelerinin hikmetidir.
Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın SıRRı, Zevkden de öte Hazz meselesidir ki nasıl Sözle ve Sohbetle arz olunsun!. Kaldı ki bunun içinde Ehl-i Hâl lâzımdır.

Ben ise, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Kulluk KervÂNının Tescilli KitMÎRiyim hamdolsun!.
Çağlardan Çağlara Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Esrârını taşıyan Kıratları-yızz hamd olsun!. Yükümüz ise, Esrâr.. Sırlar.. Gizli hikmetler ve mânalardır Resim Bilinmeyenleri; BİLdiren-BULduran-OLduran- YAŞAtan Hususlardır..
SebiliLLah KervÂNı’nın gâh önünde, gâh arkasındayız... Bir ıslıkla koşup duruyoruz;
Her Yer, her zamÂN, her HÂL ve her NeFeste elhamdulillahirabbilâlemînn..

Aslında: SıRR ve ondan sonra gelen Letâif Makamları, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in İMâM-lığında ULaŞılan ve YAŞAnılan Mertebelerdir. Bunu iyi anlamak lâzımdır..
SıRr sahibinindir ve MuhaMMedî Makamdır. SıRRuLLAH Resim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir.

Bakınız Kur'ÂN-ı Kerîmimizdeki BUyruklara;

وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
“Ve huvallâhu fî’s- semâvâti ve fî’l- ard (ardı), ya’lemu sırrakum ve cehrekum ve ya’lemu mâ teksibûn (teksibûne).: Göklerde ve arzda Allah O’dur. (O Allah, göklerde ve yerdedir.) Sizin sırrınızı (gizlediğinizi) ve açıkladığınızı ve kazanacağınız şeyi bilir.” (En'âm 6/3)

أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُمْ وَأَنَّ اللّهَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ
“E lem ya’lemû ennallâhe ya’lemu sırrahum ve necvâhum ve ennallâhe allâmu’l- guyûb (guyûbi).: Allah’ın, onların sırlarını ve fısıldaşmalarını bildiğini bilmiyorlar mı? Ve muhakkak ki; Allah, gaybte olanları (gayb bilgilerini) çok iyi bilir.” (Tevbe 9/78)

وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى
“Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemu’s- sirre ve ahfâ.: Ve sen, sözü açıklasan da (açıklamasan da) muhakkak ki O, gizliyi ve daha gizliyi (ve en gizliyi) bilir.” (TâHâ 20/7)

فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
“Fe lâ yahzunke kavluhum, innâ na’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn (yu’linûne).: Öyleyse onların sözleri seni hüzne kaptırmasın. Gerçekten biz, sakladıklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz.” (YâSîN 36/76)

أَمْ يَحْسَبُونَ أَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُم بَلَى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
“Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrehum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn (yektubûne).: Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, işitiriz; hem de onların yanında resûllerimiz (elçilerimiz) vardır (herşeyi) yazarlar.” (Zuhrûf 43/80)

İnsan Nefsi!..

Hizbu’ş- ŞeytÂN <= İnsan NEFsi/AKLı => HizBuLLaH

Bir UCu Hizbu’ş- ŞeytÂN ve diğer UCu HizBuLLaH olan DÜZ DOĞru gibidir. ANcak, Orta-ARA KESitinde HAKk’a KULLUK TERCİH Noktasındadır NEFSLerimiz eL ÂN, HaYYatta he ÂNn..
İndirildiği ESFELİnden, tekrar URUCu-RUCÛu İstenen İLLiYyineSALL-İSÂLe-ULAŞımı ReSÛLî ROTAyı AKLen-NAKLen İZLEmekledir İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Aşağıya doğru indiğin zaman Nefsi Emare, kendind ki Hakat-ı MuhaMmediyye SIRRından gâfil olur.
devam ederse gaflet içinde geçen Nefsi Câhil olur..
Nefsinden de aşağı indi mi hayvan olur, daha aşağıda hayvandan da DALLun-sapık olur.. Daha aşağılarda ihânet eder ve lânet olur.
İşte, Kur'ÂN-ı Kerîm âyetlerimizde de okuduğumuz gibi daha indikçe iner, indikçe iner aşağıya..

Yukarıya çıktıkça ise;
Nefs-i Emmâresi-Bedenî Nefsi, Nefs-i Levvâme olup: “Yavv ben ne yapıyorum?.” demeye başlar. Kendini kınar ki bu "Nefsî Nefs" makamıdır.
Sonra “ “Nefs-i Mülhimme””olur, gönül âleminden, Allah âleminden mesajlar, Muhammed Aleyhisslam’ın gönlünden haber almaya, ilham almaya başlayan nefs, Mülhime-"Kalbî Nefs" olur.
Nebiyü’l-ÜMMî ÜMMet TÜMMlenmesi o nefsi İlahî CeZBeyle TAMM-Lanmaya sürükler..

Sonra bu İlahî duyuşların sesi yaklaşır iyice, sesi söyleyen de yaklaşır bilmesiyle “Nefs-i Mutmâine” olur: “Tamam işte burası tatmin yeridir.” der. Bu makamda KULLUk İmtihanından ANA SORumlu olan Nefs, "RUHî Nefs" olur.
ALLAHu zü’l- CeLÂL’den en İnce KuLLuk SıRRı kadar ÖZet-ÖZ-gERçek Razı olur ki artık bu nefs, "SıRRî Nefs"tir.
Sonra Nefs-i Raziye olur.
ALLAHu zü’l- CeLÂL’den razı olmaya başlar, razı olur yâni.
“OLsun!. OLmasın!.” derdini bir kenara atar. ”OLÂN ALLAH’tan OLdu!.””der.
şu Yalan DÜNya Hayatında daha “OLsun!. OLmasın!.” işleri, tedbir bakımından düşünülür önceden, ve hayr sanılanlar için elden gelen yapılır. Ancak SON-Uçta OL-ÂN, olduktan sonra ALLAHu zü’l- CeLÂL’in Hükm-ü Hakktır.. ve ALLAHu zü’l- CeLÂL de ZÂTından razı olan Nefislerden razıdır ve’s- SeLÂMm..


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim--- “Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim--- “Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

جَزَاؤُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ
“Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anhu, zâlike li men haşiye rabbehu.: Rab’leri Katı’nda onların mükâfatı, altlarından nehirler akan adn cennetleridir, orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah onlardan razı ve onlar O’ndan (Allah’tan) razıdır. İşte bu, Rabbine huşû duyan kimseler içindir.” (Beyyine 98/8)


Resim

Çün BİLdin Resim Mü’minin kalbinde ResimBeytuLLah var.
Resim Niçin İzzet etmedin ki Resim o "EV"de ALLAH var?
Her ne var ise Âdemde var ResimÂdem’den iste HaK’kı sen!..
Resim Olma İbLis-i Şâki Resim Âdemde Resim SırruLLah var!..

HAKk Âşık NeSiMî kaddesallahu sırrahu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

3.3.9. HaFî:


İkram etmek, lütfedip vermek anlamındaki "h-f-v" kökünden türeyen "hafî" (çoğulu, hufevâ') çok ikram eden, bir şeyi derinlemesine bilen âlim demektir..

Hafî, lütfedilen ikramı ancak ve ancak verenin BİLeBİLeceği ve ALanın en gizli hazinesi olandır.
ALLAHu zü’l- CeLÂL’in sıfatı olarak hafî; çok ikram eden, son derece iyilik ve lütuf sahibi, her şeyi bilen demektir.


El Hâfî:
Resim

Hafî kelimesi, Kur'ÂN-ı Kerîm'de iki âyette geçmektedir.
Birisi, bilen ve haberdâr olan anlamında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sıfatı olarak;


يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي لاَ يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلاَّ هُوَ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لاَ تَأْتِيكُمْ إِلاَّ بَغْتَةً يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللّهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Resim---“Yes’elûneke ani’s- sâ’ati eyyâne mursâhâ, kul innemâ ilmuhâ inde rabbî, lâ yucellîhâ li vaktihâ illâ huve, sekulet fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ te’tîkum illâ bagtete (bagteten), yes’elûneke keenneke hafiyyun anhâ, kul innemâ ilmuhâ indallâhi ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Sana saati (kıyâmet) ne zaman olacağını (karar kılındığını) soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. Yerlere ve göklere ağır geldi, o size ansızın gelir (ansızın olmaktan başka bir şekilde gelmez).” Sen sanki ondan haberdarmışsın gibi soruyorlar. “Onun ilmi yalnızca Allah’ın katındadır.” de. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.”
(A'râf 7/187)

Diğeri de, ALLAHu zü’l- CeLÂL’in sıfatı olarak geçmektedir:

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا
Resim---“Kâle selâmun aleyk (aleyke), se estagfiru leke rabbî, innehu kâne bî hafiyyâ (hafiyyen).: (İbrahim): “Sana (senin üzerine) selâm olsun!. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana (çok) lütufkârdır.” dedi.”
(Meryem 19/47)

Hafiyyen: (çok) lütufkâr

Fıkıh usulü terimi olarak ise hafî; haricî bir sebepten dolayı kapsamındaki fertlerin bir kısmına delaletinde kapalılık bulunan lafıza-söze-kelimeye denir.

Hafî: Gizli. Açıkta olmayan. Saklı.

Sırr Letâifi Resimİlahî Vahdet (birlik) Merkezidir.
Hafî Letâifi Resimİlahî İstiğrak (boğulma, gark olma) Merkezidir.
Ahfâ Letâifi Resimİlahî İzmihlâl (yok, görünmez olma, kaybolma) Merkezidir.

MuhaMMedî KUL’un Özündekinin-HabL’iL Verîdindekinin-İÇindekinin HaKk olması.. NEFSin-izafî “bEN”inin ÖZündeki Hakikata Kesin ULaŞım... MahMudî Makamdır.
SıRR-ı SüveydÂya düÇÂR Olan MuhaMMedî HAKk ÂŞıklar ALLAHu zü’l- CeLÂL’in İzni Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şerefli şefâtıyla SELL-ü SALL Safhalarında-SAHRÂLarındadıır..

Rahmetli Hoca BaBama-Hacı MehMed AMucaMa SORduğum da Resim
“Yiğenim buralar SÖZe sığmaz.. Dİyen >BİLmez!. BİLen de >DEmez ki >Dİyemez!. AğYÂRına mâni > EFrâdına CÂMi’.. YAŞAmayanLara YaLan GELir!.” BUyurmuştu.. 40 yıLLar ÖNcesi..


يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفَى مِنكُمْ خَافِيَةٌ
Resim---“Yevme izin tu’radûne lâ tahfâ minkum hâfiyeh (hâfiyetun).: Siz o gün-İzin günü (RaBBinize-sorguya) arz olunacaksınız. Sizden (size ait hiçbir şey) sır olarak gizli hâliniz (hafî) kalmaz.”
(Hâkka 69/18)

Hafî, “hafâ”dandır.
Hafâ ise, gizlilik, kapalılık, saklı olmaktır.
Adı üstünde kapalı bölge. Uğrarsan bize de haber ver!..
ResimDEsem ÖLdürürLer!. ResimDemesem ÖL!.düm!. HAYy Dostt ALLAH celle celâlihu!.

Hafî; usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz.


İmâm-ı Rabbânî kaddesallahu sırrahu: “Kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâ latîfelerinin asılları, kökleri ResimÂLem-i Kebîrdedir. İnsanın dışındaki varlıklara >"ÂLem-i Kebîr" denir." buyurmuştur.

Nefsin Letâif makamlarından KALB ResimMuhaMMedîYyet Makamıdır.
Kur'ÂN-ı Kerîm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in KaLBine nâzil olmuştur.
MuhaMMedî İhLâs; KaLbi NEFSin ESFeLinden kurtarır ve SıRRuLLAH İLLiYyînine SALL Eder..
SıRR ise, Hafîyyetin-BİZ BİR-İZ ÖZ GİZLiliğinin GİRiş Kapısıdır.. RızauLLahın SeLâmet SAHrasıdır..


Hafî ResimAhfâ ResimOrtada olmayan, görünmeyen, saklı, nihân, pinhân. Başkalarına söylenmeyen, başkalarından saklanan, mahrem, sır. Bilinmeyen, anlaşılmayan, gizlenmiş, saklanmış, meknuz/gömülü hazine-define. Bilmesi gerekenlerin dışındaki kişilerin haberdâr ol¬maları istenmeyen ve izinsiz açıklandığı takdirde tevhidin güvenliğine, varlık ve bütünlüğüne, menfâatlerine ciddî şekilde zarar verecek olan saklı ve kendisinde değil de tatbik sahasında kapalılık bulunan ve kendisi açık ve anlaşılır olan hafî..

KuL Nefsinin İlahî AŞK AŞamaları/Letâifleri ResimLâhut Âlemine-Uluhiyyet Âlemine NAKLen yükselip de ResimALLAHu zü’l- CeLÂL’in Esmay-ı Hüsnâ mânâsına ve Sırr-ı Sıfatları Gölgelerine ULAŞım Kara Sevdâ Seferi Resimson-UÇudur..

Hülâsa ResimALLAHu zü’l- CeLÂL’e olan imân, teslimiyet, tevekkül ve muhabbetin kuvveti, bu olguların sırr, hafî ve ahfâya yerleşmesi derecesine göredir. Onun içindir ki, evliyâlar için “kaddesallahu sırrahu: Allah sırrını takdis etsin!.” diye duâ ederiz..


Resim

3.3.10. AHFâ:

Ahfâ: Çok gizli, pek gizli, en gizli, en hafî olan, daha gizli ve pek kapalı olandır.

ÖZden de ÖZündeki ResimHakikat-ı MuhaMMediyyesine AYNen Ulaşım.. AhMedî Makamdır..

وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى
Resim---“Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemu’s- sirre ve ahfâ.: Eğer sen, sözü açıktan söylersen (cehredersen, ilân edersen, yüksek sesle dersen) şüphesiz ki O, sırrı (gizli olanı) da, ahfâyı da (gizlinin gizlisini de) bilir..."
(TâHâ 20/7)

Sırr: sır olan, gizli olan.
Ahfâ (mübalaga): daha gizli, en gizli.


Bu ÂLemde Maddî-Manevî KüLlî Şey
Resim
Resim

ZÂT-> SIFAT -> ESMÂ -> EŞYÂ
TaaYyününde eşyâların ANAsı projesi ESMÂ vardır.. insan bende,Nefs, Kalb, Ruh, Sır, Hafi, Ahfâ ve AKDESiye bir ESMÂuLLAH MecmuÂsıdır.. ve BeYTu’r- RABBdır.. TüMM esmÂyı EMÂNeten yüklenen İNSAN -> MMuhteşem ve Mükerremdir..

ÂDEMde Olan ÂLemdedir bu âlemde.. İnsÂNoğlu Nefsinin Letâif aşamaları ile güneş ışığının tayfına bakarsak göreceğimiz tıpatıp AYNısı olduğudur:
Resim Kırmızı <-> Turuncu <-> Sarı <-> Yeşil <-> Mavi <-> Lâcivert <-> Mor <-> Simsiyah
Beyaz ışığın TaYfı Dizilimini, İlâhî tecellînin insan nefsindeki seyr-ü-sülûk kemâlâtı olan tevhid tayfında da görmekteyiz.
Şöyle ki:


Nefs-i Emmâre (beden, kan) kırmızı,
Nefs-i Levvâme (nefs) turuncu,
Nefs-i Mülhime (kalb) sarı,
Nefs-i Mutmaînne (ruh) yeşil,
Nefs-i Râziyye (sır) mavi,
Nefs-i Merzîyye (hafî) lâcivert,
Nefs-i Sâfiyye (ahfâ) mor,
Nefs-i Kâmile (Akdeste Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e ait mukaddes nefs) simsiyahtır.


Akdes: Hüsn-ü Mutlaktır...

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ALLAH celle celâluhu: “كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى
Küntü kenzen mahfiyyen fehalaktu’l- halku li ya’rifunî:
Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek için mahlukatı yarattım.” buyurdu.

(Aclunî , Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133; Ed-Dürerü’l-Müntesire, Celâlettin-i Suyuti,125)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Biz bu bilgileri din piyasasında kol gezen, çok değişik izâhların aslını astarını anlatmak açısından ele aldık. Yoksa MuhaMMedî Tasavvufun;

İLİM ->HÂLi EDeblenmesinde,
İRADE ->HAYRı DUYmasında,
İDRAK ->HAKka UYmasında,
İŞTİRAK ->HaKk-Hayrı UYGULAmasında,
MuhaMMedî Kulun Nefsi ->Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ve onun sayesinde ->ALLAH Tealâ'ya;

TeSLiM OLup ->MuhaMMedî Müslim OLması,
İMâN EDip ->MuhaMMedî Mü'min OLması,
TâBi' OLup ->VeliyuLLAH MuhaMMedî ÂRif OLması,
İTâat EDerek ->EHLuLLAH MuhaMMedî Kâmil ÂŞık OLması,
Ve bu Latâifler SON-UÇunda ->İmâm-ı Mutlak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i DUYup da, Uyması esastır İslâm Dininde o kadar..

Gerisini, Vâcibu’l- VüCÛD ALLAHu zü’l- CeLÂL ve Vâcibu’l- MevCÛD İmâm-ı Mutlak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bilir..
Ve asla, bilir-bilmez bazılarının peşine takılıp kendi akıl ve mantığıyla fenâfillah v.s. hayaliyle uğraşmak, uçmak, kaçmak derdine ve sevdâsına düşmez artık MuhaMMedî Mü'min inşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Aklını-Mantığını da, “iş-güç”dediği dediği şeyleri her ÂN yeniden yaratıp da ortaya çıkaran RaBBu’l- Âlemînin'e de tahkik imanla ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in İMÂMlığında inanır ve KULLuk ibâdeti eder inşâe ALLAHu TeÂLÂ...

Şeytâna uyan Nefs-i Emmârenin şeytânının müslüman olması ve Nefs-i Emmâre’nin sâf hâle gelmesi seyr-ü-sülûkü ve tâ'lim-terbiyesi, hiç de kolay bir iş değildir.


Bunu başaran insan nefsi için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
Resim --- " Ve kul câel hakku ve zehekâ’l- bâtıl (bâtılu), innel bâtıle kâne zehûkâ (zehûkan).: Yine deki: Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti. Zâten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur."
(İsrâ 17/81)

Azîz Efendimiz ve Sahibimiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in cihâd-ı ekber (büyük cihâd) buyurduğu nefsin,
bu tekemmül aşamalarını başarması ve Ahlâk-ı Resûlullah, Ahlâku'l-Kur'ân ve Ahlâkullah'a ulaşmasıdır.


Resim --- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: " Küçük cihâddan büyük cihâda dönüyoruz" buyurmuştur.
(İ. Razî, XXIII, 72; Beydavî, II, 97)

Resim --- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Evet, küçük cihâddan büyük cihâda gidiyoruz. O nefisle cihâddır.” buyurmuştur.
(İ. Suyuti, II, 73)

Resim --- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hakiki mücâhid nefsine karşı cihâd açan kimsedir" buyurmuştur.
(Tirmizî, Fezâilü’l- Cihâd, 2)

İşte bu Nefsî Harbi (savaşı) kazananlar MuhaMMedî Mihraba (harb yerine-harab olmaya) yönelen MuhaMMedî Mücâhidlerdir.
Neticede Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in;


KaVLi ->İ'tikadı, sözü
A'mâli ->Fiili, uygulaması
Ahlâkı ->Özdekini Yüzde uygulama niyyeti ve
Hâli ->El ÂN niyetin İÇ-Dış bir fiil, iş oluşuyla hâllenenler
->Ni'met-i Uzmaya-büyük ni’mete ve Neş'e-i Ulâ'ya-sırf ve saf huzur, Sekînet-i MuhaMMede kavuşurlar.


Anlarlar ki:


إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ
Resim --- “İnned dîne indâllâhi’l- islâm (islâmu), ve mâhtelefellezîne ûtû’l- kitâbe illâ min ba’di mâ câehumu’l- ilmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîu’l- hısâb (hısâbı).: Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.”
(Âl-i İmrân 3/19)

Ve onlar derler ki:

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim --- “Ellezîne yezkurûnallâhe Kıyamen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."
(Âl-i İmrân 3/191)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12884
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Azîz kardeşlerim,
Nefs-i Râziyye, Nefs-i Merzîyye ve Nefs-i Sâfiye, Seçkinlerin, Nebîlerin, Resûllerin nefsi hâlleri,
Nefs-i kâmile de Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Nefsi hâli olsa gerektir.
Bizim bu Nefslerde oluşumuz ise, damlanın Akdeniz'e karışması gibidir. MuhaMMedî Letâif Tekemmülünde Nefsî Aşamalardır.
MuhaMMedî oluş şuûruna varış başlangıcından son UÇuna kadar RABB'ımızın cûd-ü-keremi ve lûtf-ü-ihsânıdır bize...


إِلَّا ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَى
Resim---“İllebtigâe vechi rabbihil a’lâ.: Ancak yüce Rabbinin rizâsını aramak için (verir).”
(Leyl 92/20)

وَلَسَوْفَ يَرْضَى
Resim---“Ve le sevfe yerdâ.: Ve o, yakında mutlaka razı olacak.”
(Leyl 92/21)

Tertemiz saf ve kâmil nefsler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Habibîyyetine ve ALLAHu Teâlâ'nın ihsânına mazhar olmuşlardır. En yüce derece ehlidirler. Ehlullahtır..
İslâm dininin hârikalıklarının, kemâlâtının ve muradedilen vasıflarının tümü onlarda gelişmiş, çiçek açmış ve meyvelerini vermiştir. Yakînlikleri-Akrabalığa dönüşmüşlükleri, RABB'ları ile kendileri arasında sır olup, bizim târifimiz cidden imkÂNsızdır.
Çünkü tasavvufta hâl, ancak iştirak/yaşamak hâlinde anlaşılır.
Yoksa karşıdaki kişinin hafsalası almaz, taşar ve ayağı kayar..
“YAŞAnmayan Yalandır!.” Dediğimiz budur.
Burası zirvedir. Temkinli olmak/vakar, izzet, iktidar, kudret ve ölçülü hareket sâhibi OLaBİLmek ilk ve son şarttır.
Onlar, Vechillah Ehlidirler.
Sen, Veche; rızâ de, zâtın kendisi de, veya cemâl de... Ne ANLArsan onu de!..

Böylesi zâtlar Ehlullah/ALLAH'ın ehli, Sıddık, Sâlih, Âşıklar olarak normal insanlar ile, mürselin olan nebîler, resûller ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'dir.
Ehlullah deyip geçmemek lâzım.
Evliyâullah/ALLAH Dostları başka, Ehlullah/ALLAH EHLi başka...

Azîz kardeşlerim,
Bu MuhaMMedî MuhaBBet Mertebelerin merdivenleri ÇİLLe üzerine ÇİLLedir ve baştan sona MeLÂMettir!. ve gerçek MuhaMmedî MeLÂMîLerin GÖZ-SÖZ-ÖZ YOLLarının;
Her zamÂN, Her Yerde, Her HÂLde ve Her NEFeste Tertemiz olmasına sebeb ise,
Çünkü onların MuhaMMedî MuHABbet YOLLarı/Sırât-ı Müstakîmleri 24 saat;
sÖZ Suyu/Zikir, gÖZ Suyu/Şükür ve ÖZ Suyu/Fikir ile YIKAnır DURur.

Yoksa KÖRün KÖRe kandil tuttuğu, Sağırın Sağıra masal anlattığı ve de, AHmağın AHmağa AŞK TÂCı taktığı bir AHmak Arenası Değildir bu ŞehâdetuLLAH ÂLeMi!.

Bırak gitsinler akılsızlar, vites değiştirir gibi, takır takır geçirip son hızla giderek ancak ve ancak Cehâlet Cehennemine saplanırlar son-Uçta!.

Şu zamanda, etrafına bir bak ve elini vicdanına koy!..
Ne diyor adam: "Nazarını/bakışını-dikkatini, şu organıyın şurasına çevir ve şu kadar bin adet şu zikri çek: “Ahfâ”dasın!.."
Yâni Nefs-i Merzîyyedesin!..
Aman yâ RABB'i!.. Affet bizleri... ne kadar da kolaymış.. ne gerek varmış bir ömür ÇİLLe Çekip Tarikat-ı MuhaMMedîyye YOLUn İZLemeye ki, güyâ!.
AKLı NAKLe ULAŞmamış ResûLî RÜŞDe Ermemiş, alıp-satıcı nefisperest, Tasavvuf Simsarları Tevhid Tücccarları!..
Çocuk oyuncağı mı ulann bu İŞş?!..

Azîz kardeşlerim,
Biz MuhaMMedî MelÂMette, El ÂN Elimizdeki-gönlümüzdeki Kur'ÂN-ı Kerîmimize bakalım Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi İZLeyeLim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Kadınlardan, Ehlullah'ın seçkini olan Meryem aleyha's-selâm Vâlildemiz'e bir bakalım:


وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ
Resim---“Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn(âlemîne).: Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve âlemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.”
(Âl-i İmrân 3/42)

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---“Fe tekâbbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyya’l- mihrâbe, vecede indehâ rızkâ (rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh (indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb (hısâbın).: Böylece Rabbi onu güzel bir kabulle kabul buyurdu, güzel bir şekilde yetiştirdi. Ve Zekeriyya (aleyhi's-selâm)'ı, ona bakmakla mükellef kıldı. Zekeriyya (aleyhi's-selâm), onun yanına mihraba her girişinde, onun yanında bir rızık bulurdu, "Yâ Meryem, bu sana nasıl, nereden (geldi)" deyince, o da: "O, Allah'ın katından" diyordu. Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.”
(Âl-i İmrân 3/37)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekât bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran'ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.”
(Tahrîm 66/12)

فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا
Resim---“Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh (nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ (mensiyyen).: Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya) mecbur etti. “Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” dedi.”
(Meryem 19/23)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön