RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


235-)SÂHİBü’L-MAKÂM sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBü’L-MAKÂM sallallahu aleyhi vesellem: ŞiMdi Şu ÂNda ŞE’ÂNuLLAHta =>SÜNNETüLLAH Üzere =>NÛRULLAHtan=>NÛR-u MuhaMMed TECELLîLeri OLan ve İzafî OLarak MevCÛD’a Çıkan =>İnsÂN’ın VARLık KAÎMİYyeti =>MuhaMMedî MAKAMLardadır..
KÜLLî ŞEYy İÇin =>Her Yerde, Her ZamÂN, Her HÂL, Her NEfeste ŞeFâat ŞİFÂsı MAKAMı OLan ReSûLuLLAH
sallallahu aleyhi vesellem..


SÂHİBü’L-MAKÂM.:

SÂHİB.: (Sohbet. den) Sohbet edilen kimse. Bir şeyi koruyan ve ona mâlik olan. Bir iş yapmış olan. Bir vasfı olan.
MAKÂM.: Durulacak yer. Rütbeli yer. Câh. Mesned. Mansab..
Kâim.: Ayakta duran. Mevcud. Bâki.

Sözlükte “övgüye lâyık yer, yüksek dereceli mânevî Makâm” anlamına gelen Makâm-ı Mahmûd, kıyamet günü sorgulama öncesinde uzun bekleyiş sebebiyle bütün insanların sıkıntıda bulunduğu bir sırada Resûl-i Ekrem aleyhisselâm aleyhisselâm’e İlâhî Rahmetin tecellî etmesi yolunda niyazda bulunması izin ve yetkisini ifâde etmektedir.

Makâm-ı Mahmûd terkibi, namaza ilişkin bazı açıklamaların ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den teheccüd namazı kılması istenmesinin ardından.:


MAKÂM-ı MAHMÛD.:

أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
Resim---“Ekımi’s- salâte li dulûki’ş- şemsi ilâ gasakı’l- leyli ve kur’âne’l- fecr (fecri), inne kur’âne’l- fecri kâne meşhûdâ (meşhûden).: Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur'ân'ını (fecr vakti okunan Kur'ân'ı) ikâme et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur'ân'ı şâhidlidir.” (İsrâ 17/78)

وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Resim---“Ve mine’l- leyli fe tehecced bihî nâfileten lek (leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ (mahmûden).: Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nâfile (ilâve) olarak O'nunla (Kur'ân'la) teheccüd namazı kıl! RABBinin seni Makâm-ı MAHMÛD'a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.” (İsrâ 17/79)

Her EZÂN OKUnunca SONra YAPtığımız DUÂda.:


EZÂN DUÂmız.:

اللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلَاةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّداً الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَالدَّرَجَةَ الرَّافِعَةَ وَابْعَثْهُ مَقَاماً مَحْمُوداً الَّذِي وَعَدْتَهُ إَنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ


TÜRKÇESİ.:

"ALLAHumme RABBe hazihi'd- dâveti't- tamme. Ve’-s selâti’l- kâimeti ati MuhaMMedeni’l- vesilete ve’l- fazilete ve’d- derecete’r- refîate. vebashu Makâmen Mahmûdenillezi veadtehu. İnneke lâ tuhlifu'l- mîâd.."


MÂNÂSI.:

.: "Ey şu eksiksiz dâvetin ve kılınacak namazın RABBi ALLAHım!. MuhaMMed'e (aleyhisselâm) vesîleyi ve fazîleti ver. Onu, kendisine vaad ettiğin Makâm-ı Mahmûda ulaştır, Muhakkak ki sen vaadinden dönmezsin!."

celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..


Makâm-ı Mahmûd tâbiri çeşitli hadis rivâyetlerinde de geçer.
Bunlardan biri,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in, ezânı duyan kimsenin okuduğu takdirde şefaatine nâil olacağını söylediği duâ metnidir.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey mükemmel dâvetin ve sürekli duânın RABBi olan ALLAHım! MuhaMMed’e, kendisini sana yaklaştıran bir vesile ve herkesin mertebesini aşan bir üstünlük lutfet, onu vaad ettiğin Makâm-ı Mahmûda ulaştır” buyurmuştur.
(Buhârî, “Tefsîr”, 17/11; “Eẕân”, 8; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 38.)

Bazı rivâyetlerde Makâm-ı Mahmûd şefaatle tefsir edilmiştir. (Müsned, II, 441; III, 456).

Şefâat =>Kur'ÂN-ı Kerîm, Sünnet-i Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve İcmâ’yı-ÜMMet ile sabittir..

En yüksek Şefaat Makâmı Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme ait olmakla birlikte; ALLAH’a yakınlığı nisbetinde ve RABBimizin izniyle belli kimseler, günahkârlara şefâat edeceklerdir..:

Kur'ÂN-ı Kerîmimizde ALLAHu zü’L- CELÂL’in ZÂTI’na mahsus OLan Şefâat ancak İZNiYLedir.:

Bakara 2/255; Nisâ 4/85; Meryem 19/87; TâHâ, 20/109; Enbiyâ 21/28; Sebe’ 34/23; Necm 53/26; Müddessir 74/48..


مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا وَمَن يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُن لَّهُ كِفْلٌ مِّنْهَا وَكَانَ اللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيتًا
Resim---“Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ, ve men yeşfa’ şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minhâ. Ve kânallâhu alâ kulli şey’in mukîtâ (mukîten).: Kim güzel bir şefaatle (iyilik yapılmasına) yardım ederse, ondan (o iyilikten) onun bir nasibi olur. Ve kim kötü bir şefaatle (günah işlenmesine) yardım ederse onun da ondan (o şerrden) bir payı olur. Ve ALLAH, herşeye mukayyed olandır (gözetendir).” (Nisâ 4/85)

لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا
Resim---“Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).: RAHMÂN'ın indinde, ahd ittihaz edenlerden (ALLAH'tan ahd alanlardan) başkası şefaate mâlik olamaz.” (Meryem 19/87)

يَوْمَئِذٍ لَّا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
Resim---“Yevme izin lâ tenfau’ş- şefâatu illâ men ezine lehu’r- rahmânu ve radıye lehu kavlâ (kavlen).: İzin günü, RAHMÂN'ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (tasarruf rızasının sahibi) kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.” (Tâ-Hâ 20/109)

وَكَم مِّن مَّلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِن بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاء وَيَرْضَى
Resim---“Ve kem min melekin fî’s- semâvâti lâ tugnî şefâatuhum şey’en illâ min ba’di en ye’zenallâhu limen yeşâu ve yerdâ.: Ve göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri (hiç)bir şeyle (hiçbir şekilde) fayda vermez. ALLAH'ın dilediği ve razı olduğu (tasarruf rızasına sahib) kimseye izin vermesinden sonrası hariç.” (Necm 53/26)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“BEN Rasûllerin kumandanıyım, lâkin övünmek yok! Ben peygamberlerin sonuncusuyum, ancak övünmek yok! İlk şefaat edecek ve şefaati ilk olarak kabul edilecek olan da BENim, ancak (bunları aslâ) övünmek için söylemiyorum.” buyurmuştur.
(Dârimî, Mukaddime, 8.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim Kur’ÂN’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, ALLAH bu sâyede o kimseyi cennetine koyar. Âilesinden hepsi cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Aziz Kardeşlerim;

Ezân işitildiği zaman ezânı dinlemek, ezânı içinden tekrar ederek icâbet ve tasdik etmek, bitince ezân duâsını okumak sünnettir, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şefaatine vesîledir..


Resim---Abdullah bin Amr bin As radiyallahu anhu bildirmiştir.: Peygamber Efendimiz aleyhisselâm.: “Müezzinin ezânını işittiğiniz vakit siz de onun söylediği gibi söyleyiniz. Sonra bana salât ve selâm okuyunuz. Çünkü her kim bana bir salât okursa, bundan dolayı ALLAH ona on defa rahmet nazarıyla teveccüh buyurur. Sonra ALLAH’tan benim için vesîleyi isteyiniz. Çünkü vesîle Cennette bir derecedir ki, o, ALLAH’ın kullarından yalnız birinden başkasına lâyık olmaz. Benim o olduğumu umuyorum. Her kim benim için ALLAH’tan vesîleyi isterse, ona şefaatim ulaşır.” buyurdu.
(Müslim, Salât, 11)

Resim---Ömer bin Hattâb radiyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Müezzin.: “ALLAHü Ekber, ALLAHü Ekber!” dediğinde siz de.: “ALLAHü Ekber, ALLAHü Ekber!.” dersiniz.
Müezzin.:
“Eşhedü en-Lâ iLâhe İLLâ ALLAH!.” dediğinde siz de.: “Eşhedü en-Lâ iLâhe İLLâ ALLAH!.” dersiniz.
Müezzin.:
“Eşhedü enne MuhaMMeden Resûlullah!” dediğinde siz de.: “Eşhedü enne MuhaMMeden Resûlallah!.” dersiniz.
Müezzin.:
“Hayye ale’s- SaLâh!.” dediğinde siz de.: “Lâ HavLe ve-Lâ kuvvete iLLâ biLLAH!.” dersiniz.
Müezzin.:
“Hayye ale’l- FeLah" dediğinde siz de yine.: "Lâ HavLe ve-Lâ kuvvete iLLâ biLLAH!.” dersiniz.
Müezzin.:
“ALLAHü Ekber, ALLAHü Ekber!” dediğinde siz de.: “ALLAHü Ekber, ALLAHü Ekber!” dersiniz.
Sonra müezzin.:
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.”dediğinde siz de.: “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” dersiniz. Böyle diyen Cennete girer..” buyurdu.

(Müslim, Salât, 12)

Resim---Câbir bin Abdullah radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her kim ezânı işittiği zaman: “ALLAHümme RABBe hâzihi’d-da’veti’t-tâmmeti ve’s-selâti’l-kâimeti âti MuhaMMedeni’l-vesîlete ve’l-fadîlete ve’b’ashü makâmen-Mahmûdeni’llezî veadtehû. İnneke lâ tuhlifu’l-mî’âd.: Ey bu mükemmel dâvetin ve namaz kıyâmı (duruşu) emrinin sahibi olan ALLAH’ım! Efendimiz MuhaMMed aleyhisselâm’e vesîleyi ve yüksek dereceleri ver. Ve O’na, vaad ettiğin Makâm-ı Mahmûd’u lütfeyle. Şüphesiz Sen sözünden dönmezsin!.” derse, kıyâmet gününde benim şefaatim ona hak olur.” buyurdu.
(Buhârî, 2/365.)

EZÂN Duâmızda geçen MAKÂM-ı MAHMÛD =>Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ÜMMetine verileceği vaad olunan yüksek bir Makâmdır..

Resim---İbn-i Abbas radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu Makâmın bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı HAKk tarafından şöyle bildirildiğini beyân buyurur.:
ALLAH celle celâlihu.: “O, öyle bir Makâm ki, bu Makâmda öncekiler de, sonrakiler de sana teşekkür ederler, sana minnettâr olurlar. Sen şerefçe bütün yaratılmışların üstünde olursun, istersin verilir, şefaat edersin şefaatin makbul olur. Senin sancağının altında olmadık hiç kimse kalmaz.”
buyurdu.

(Tecrit Terc. 2/574.)

Resim---Ebû Hüreyre radiyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bu o Makâmdır ki, onda ÜMMetime şefaat edeceğim.” buyurdu.
(Tecrit Terc. 2/574.)

Resim---Ka’b bin Mâlik radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH insanları diriltecek; bana da yeşil bir elbîse giydirecek. Ondan sonra ALLAH ne söylememi isterse söyleyeceğim. İşte Makâm-ı Mahmûd bu Makâmdır.” buyurdu.
(Tecrit Terc. 2/574.)

İslâm Âlimleri Kur’ÂN’da mâhiyeti açıkça belirtilmeyen, hadis kaynaklarında ise farklı biçimlerde zikredilen bu Makâm-ı Mahmûd tâbiriyle ilgili çeşitli görüşler ortaya koymuşlardır.:

Taberî =>Âlimlerin çoğunun Makâm-ı Mahmûdu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kıyamet günü insanlara şefaatte bulunacağı konum,
Bazılarının ise, Resûl-i Ekrem aleyhisselâm’in arşta ALLAH’ın sağ yanında oturacağı Makâm olarak yorumladığını ve bu iki görüşten ilkinin tercih edilebileceğini belirtir..

(Câmiʿu’l-beyân, XV, 179-182).

Mâtürîdî =>Makâm-ı Mahmûd tâbirinin, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ın sadece kendi ÜMMeti için değil bütün günahkârlar için şefaat etmesi yanında herkesin beğenip takdir edeceği mânevî bir Makâm olarak da açıklanabileceğini ifâde eder..
(Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, vr. 428a).

Zemahşerî, Fahreddin er-Râzî ve Âlûsî de =>Şefaat etrafında benzer yorumlar yapmışlardır.
Elmalılı MuhaMMed Hamdi Yazır ise =>Makâm-ı Mahmûdun, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e nâfile ibâdet olarak teheccüdün emredilmesi bağlamında geçmesini dikkate alarak kulun nâfile ibâdetlerle ALLAH’a yaklaşacağını haber veren hadisle (Buhârî, “Riḳâḳ”, 38) bağlantı kurmuş ve bu tâbirin ALLAH’a mutlak yakınlığı ifâde ettiğini, Resûl-i Ekrem aleyhisselâm’in “Livâü’l- Hamd” altında yapacağı şefaatin de bununla ilgili olduğunu belirtmiştir..

(Elmalılı MuhaMMed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ÂN Dili tefsiri, V, 3194).

Genellikle İslâm âlimleri Makâm-ı Mahmûdun tefsirinde şefaati esas almışlardır. Onları bu yoruma sevkeden sebeb, Makâm-ı Mahmûdu şefaatle tefsir eden hadis rivâyetleri olmalıdır.

Âlimler, Makâm-ı Mahmûdun sözlük mânasına bakarak bunun kıyamet gününde bütün insanlara yönelik bir şefaat olabileceği kanaatine varmış görünmektedir.

(konuyla ilgili hadis için bk. Buhârî, “Tefsîr”, 17/5; Müslim, “Îmân”, 326-329).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

235-)SÂHİBü’L-MAKÂM sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBü’L-MAKÂM sallallahu aleyhi vesellem: KENDİSNE SÂHİB ÇIKAN VE SÂHİB ÇIKTIĞI SÂHABELERİ ELİYLE VE DİLİYLE =>MUHAMMEDÎ MÜ’MİNLERE ULAŞAN =>MÜBÂREK, MÜNEVVER, MÜSTESNÂ, MUHTEŞEM, MUAZZAM VE MUSTAFA MAKAMLARIN SÂHİBİ OLAN ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..


SÂHİB.: (SOHBET. DEN) SOHBET EDİLEN KİMSE. * BİR ŞEYİ KORUYAN VE ONA MÂLİK OLAN. * BİR İŞ YAPMIŞ OLAN. * BİR VASFI OLAN.
MAKAM.: DURULACAK YER. * RÜTBELİ YER. * CÂH. MESNED. MANSAB.. KÂİM OLUNAN..


MAKÂM-ı MAHMÛD.:

Sözlükte “övgüye lâyık yer, yüksek dereceli mânevî makam” anlamına gelen MaKāM-ı MaHMûD, kıyamet günü sorgulama öncesinde uzun bekleyiş sebebiyle bütün insanların sıkıntıda bulunduğu bir sırada Resûl-i Ekrem’e ilâhî rahmetin tecelli etmesi yolunda niyazda bulunması izin ve yetkisini ifâde etmektedir.

MaKāM-ı MaHMûD =>ALLAHu zü’l- CELÂL’in KULLarı ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in BİZ ÜMMeti İçin DUÂ DALımızdır.
MaKāM-ı MaHMûD =>ÂLeM-i FENÂ HAYatından, ÂLeM-i BEKÂ HAYatına GERÇişte HAMd SANCAğı GÖLGesinde NAHNu-BİZ BİR-İZ OLuş NOKTA-Lığıdır. Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a MaKāM-ı MaHMûD verilmesi, umum ümmete Şefaat-ı Kübrâsına işarettir.

MaKāM-ı MaHMûD =>ALLAHu zü’l- CELÂL’in va’d edip söz verdiği Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e Mahsus Şefaat-ı Uzmâ/En yüksek Şefaat Makamıdır.
MaKāM-ı MaHMûD =>ALLAHu zü’l- CELÂL’in =>Peygamberimiz MuhaMMed ALeyhissaLâtü VesseLâm'a VERDiği =>RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in NÛRUnda Yaratılan UMuM ÜMMetine ŞEFAAt-ı KÜBRÂsıdır..
MaKāM-ı MaHMûD =>Kur'ÂN-ı Kerîmde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ALLAHu zü’l- CELÂL’imizin bir Lutfü, Keremidir.


أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
Resim---“Ekımi’s- salâte li dulûki’ş- şemsi ilâ gasakı’l- leyli ve kur’âne’l- fecr (fecri), inne kur’âne’l- fecri kâne meşhûdâ (meşhûden).: Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur'ân'ını (fecr vakti okunan Kur'ân'ı) ikâme et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur'ân'ı şâhidlidir.” (İsrâ 17/78)

وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Resim---“Ve mine’l- leyli fe tehecced bihî nâfileten lek (leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ (mahmûden).: Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nâfile (ilâve) olarak O'nunla (Kur'ân'la) teheccüd namazı kıl! RABBinin seni Makâm-ı MAHMÛD'a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.” (İsrâ 17/79)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in EZÂN DUÂsında da geçmektedir..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey mükemmel dâvetin ve sürekli duânın RABBi olan ALLAHım! MuhaMMed’e, kendisini sana yaklaştıran bir vesile ve herkesin mertebesini aşan bir üstünlük lutfet, onu vaad ettiğin MaKāM-ı MaHMûDa ulaştır!.” buyurmuştur.
(Buhârî, “Tefsîr”, 17/11; “Eẕân”, 8; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 38).

Bazı rivayetlerde MaKāM-ı MaHMûD, şefaatle tefsir edilmiştir. (İ. Ahmed, Müsned, II, 441; III, 456).

MaKāM-ı MaHMûD =>ÖVüLen MaKaM, RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem'e
=>BİZ ÜMMeti İÇin; Her Yer, Her ZamÂN, Her HÂL ve Her NEFeste CÂN CERYÂNımız Gibi HeR ÂN AKAN;
MuhaMMedî ŞÛUR
MuhaMMedî NÛUR
MuhaMMedî SÜRÛR
MuhaMMedî O-NÛUR KAYNAğımız ve KÂİM-KIYAM MAKAMımızdır..

MaKāM-ı MaHMûD =>Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi DUYup-UYan GELmiş GEÇmiş bütün insanların gıpta edecekleri, Mahşer Ehline Şefaat Makâmıdır..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimin en şereflileri, Hamele-i Kur’ân (yani Kur’ân hizmetinde bulunan hâfızlar) ve devamlı olarak gece ibâdetine kalkanlardır.” buyurmuştur.
(Münâvî, I, 522).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Abdullah bin Amr bin Âs’a.: “Ey Abdullah! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibâdetine devam ederken artık kalkmaz oldu.” buyurdu.
(Buhârî, Teheccüd, 19)

MaKāM-ı MaHMûD =>ÖNce Bütün İnsÂNLara UMuMîdir/GeNeLdir. Sonra da =>RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in kendi ÜMMetine HuSuSî/ÖZEL Sûrette şefaat edeceği MAKAMın adıdır..
(Suyûtî, el-Hasaîsu'l-Kübrâ, Beyrut 1405/1985, II, 378).

İmam Mâtürîdî, MaKāM-ı MaHMûDu tâbirin, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sadece kendi ÜMMeti için değil bütün günahkârlar için şefaat etmesi yanında herkesin beğenip takdir edeceği mânevî bir makam olarak da açıklanabileceğini ifâde etmiştir. (Teʾvîlâtü’l- ḲurʾÂN, vr. 428a).

Tefsircilerimiz; Zemahşerî, Fahreddin er-Râzî ve Âlûsî de şefaat etrafında benzer yorumlar yapmışlardır. Elmalılı Muhammed Hamdi ise MaKāM-ı MaHMûDun, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e nâfile ibâdet olarak teheccüdün emredilmesi bağlamında geçmesini dikkate alarak kulun nâfile ibâdetlerle ALLAH celle celâlihu’ya yaklaşacağını haber veren hadisle (Buhârî, “Riḳāḳ”, 38) bağlantı kurmuş ve bu tâbirin ALLAH celle celâlihu’ya mutlak yakınlığı ifâde ettiğini, Resûl-i Ekrem aleyhisselâm’ın Livâü’l- Hamd Sancağı altında yapacağı ŞEFAATin de bununla ilgili olduğunu belirtmiştir. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini, V, 3194).

Kur'ÂN-ı Kerîmde MaKāM-ı MaHMûDâyetinin yer aldığı İsrâ Sûresinin hicretten az önce nâzil olduğu bilinmektedir. Ayrıca sûrede bu âyetten önce müşriklerin Resûl-i Ekrem’i yurdundan çıkarmak için uğraştıkları belirtilmiştir.:

وَإِن كَادُواْ لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الأَرْضِ لِيُخْرِجوكَ مِنْهَا وَإِذًا لاَّ يَلْبَثُونَ خِلافَكَ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---“Ve in kâdû le yestefizzûneke minel ardı li yuhricûke minhâ ve izen lâ yelbesûne hilâfeke illâ kalîlâ(kalîlen).: Neredeyse gerçekten, seni dünyada bulunduğun yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin ediyorlardı (edeceklerdi). Ve eğer öyle olsaydı, onlar da senden sonra sadece az bir süre kalabilirlerdi.” (İsrâ 17/76)

سُنَّةَ مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن رُّسُلِنَا وَلاَ تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلاً
Resim---“Sunnete men kad erselnâ kableke min rusulinâ ve lâ tecidu li sunnetinâ tahvîlâ(tahvîlen).: Senden önce de gönderdiğimiz resûllerimizin sünneti (sünnetullah: Allah'ın kanunu) budur. Ve sünnetimizde (kanunumuzda) bir değişiklik bulamazsın.” (İsrâ 17/77)

Bu âyetten sonra da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e, bulunduğu yerden çıkarken ve gideceği yere girerken sadakat ve selâmet dairesinde tutulması ve ilâhî desteğe mazhar kılınması yolunda duâ etmesi emredilmiştir.:

وَقُل رَّبِّ أَدْخِلْنِي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَأَخْرِجْنِي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَل لِّي مِن لَّدُنكَ سُلْطَانًا نَّصِيرًا
Resim---“Ve kul rabbi edhılnî mudhale sıdkın ve ahricnî muhrece sıdkın vec’al lî min ledunke sultânen nasîrâ(nasîren).: Ve de ki: "Rabbim, beni (girilecek yere) doğru bir girdirişle girdir ve (çıkarılacak yerden) doğru bir çıkarışla çıkar ve katından bana yardımcı bir kuvvet ver." (İsrâ 17/80)

Enes b. MAlik'ten gelen bir rivayete göre de Kur'ân'ın kendisini Cehennemde hapsettiği kimselerden başkası Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin şefaatine nâil olup Cehennem'den çıkacaktır (İbn Hanbel, Müsned, III, 116).

وَعَنْ عبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمرِو بْنِ العاصِ رضِيَ اللَّه عنْهُما أَنه سَمِع رسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ : « إِذا سمِعْتُمُ النِّداءَ فَقُولُوا مِثْلَ ما يَقُولُ ، ثُمَّ صَلُّوا علَيَّ ، فَإِنَّهُ مَنْ صَلَّى علَيَّ صَلاةً صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ بِهَا عشْراً ، ثُمَّ سلُوا اللَّه لي الْوسِيلَةَ ، فَإِنَّهَا مَنزِلَةٌ في الجنَّةِ لا تَنْبَغِي إِلاَّ لعَبْدٍ منْ عِباد اللَّه وَأَرْجُو أَنْ أَكُونَ أَنَا هُو ، فَمنْ سَأَل ليَ الْوسِيلَة حَلَّتْ لَهُ الشَّفاعَةُ » رواه مسلم .
Resim---Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “EZÂNı işittiğiniz zaman, MÜEZZİNin söylediklerinin aynısını siz de söyleyin. Sonra bana salâvat getirin. Çünkü bir kimse bana bir defa salâvat getirirse, ALLAHu zü’L- CELÂL buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için ALLAH celle celâlihu’dan VESÎLEyi isteyin. Çünkü VESÎLE, cennette ALLAHu zü’L- CELÂL’in kullarından bir tek kuluna lâyık olan bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Benim için VESÎLEyi isteyen kimseye şefatim vâcib olur.” buyurdu.
(Müslim, Salât 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Salât 36; Tirmizî, Menâkıb 1; Nesâî, Ezân 37.)

وعن أَبي سعيدٍ الخُدْرِيِّ رضيَ اللَّه عنْهُ أَنَّ رسُول اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « إِذا سمِعْتُمُ النِّداءَ ، فَقُولُوا كَما يقُولُ المُؤذِّنُ » . متفق عليه .
Resim---Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle.: “EZÂNı işittiğiniz zaman siz de MÜEZZİNin söylediklerini söyleyiniz.” buyurdu.
(Buhârî, Ezân 7; Müslim, Salât 10-11. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 40; Menâkıb 1; Nesâî, Ezân 33, 35, 37; İbni Mâce, Ezân 4.)

Resim---Ömer bin Hattâb radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz.: “Müezzin.: “ALLAHu EKBER!. ALLAHu EKBER!.” dediğinde siz de.: “ALLAHu EKBER!. ALLAHu EKBER!.” dersiniz. Müezzin.: “Eşhedü en-Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” dediğinde siz de.: “Eşhedü en-Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” dersiniz. Müezzin.: “Eşhedü enne MuhaMMeden Resûlullah!.” dediğinde siz de.: “Eşhedü enne MuhaMMeden Resûlallah!.” dersiniz. Müezzin.: “Hayye ale’s- Salâh!.” dediğinde siz.: “Lâ Havle ve-Lâ Kuvvete İLLâ BİLLAH!.” dersiniz. Müezzin.: “Hayye ale’l- Felâh’ dediğinde siz yine.: “Lâ Havle ve-Lâ Kuvvete İLLâ BİLLAH!.” dersiniz. Müezzin.: “ALLAHu EKBER!. ALLAHu EKBER!.” dediğinde siz.: “ALLAHu EKBER!. ALLAHu EKBER!.” dersiniz. Sonra müezzin.: ‘Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” dediğinde siz de.: ‘Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” dersiniz. Böyle diyen Cennete girer.” buyurdu..
(Müslim, Salât, 12).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim ezanı işittiği zaman şu duayı okursa, kıyamet gününde o kimseye şefâatim vâcib olur: “Allahumme rabbe hâzihî'd-da'veti't-tâmmeh ve's-salâti'l- kâimeh, âti Muhammeden'il- vesîlete ve'l- fadîlete ve'b'ashu mekamen Mahmûden ellezi veadteh. İnneke la tuhlifu’l- mîâd.: Allâh'ım! Ey bu tam dâvetin, yâni mübârek ezânın ve kılınmak üzere bulunan namazın mukaddes Rabbi. Peygamberimiz MuhaMMed’e (aleyhisselâm) vesîleyi ve fazîleti ihsan et ve O'nu, kendisine vaad buyurmuş olduğun MaKāM-ı MaHMûD'a eriştir. Şüphe yok ki, sen vaadinden dönmezsin" buyurdu.
(Câbir radıyallahu anh'den; Buhârî, Ezân 8, Tefsîru sûre(17), 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 37; Tirmizî, Mevâkît 43; Nesâî, Ezân 38; İbni Mâce, Ezân 4.)


Duâda geçen MaKāM-ı MaHMûD Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize ÜMMetiyle ilgili olarak verileceği vaad olunan YÜKSEK BİR MAKAMdır..

Resim---İbn-i Abbas radiyallahu anhu rivâyet etmiştir ki.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu makamın bir Hadis-i Kudsîde Cenâb-ı HAKk tarafından şöyle bildirildiğini beyân buyurdu.: “O öyle bir makam ki, bu makamda öncekiler de, sonrakiler de sana teşekkür ederler, sana minnettâr olurlar. Sen şerefçe bütün yaratılmışların üstünde olursun, istersin verilir, şefaat edersin şefaatin makbul olur. Senin sancağının altında olmadık hiç kimse kalmaz.” buyurdu..
(Tecrit Terc. 2/574).

Resim--- Ebû Hüreyre radiyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bu o makamdır ki, onda ÜMMetime şefaat edeceğim!..” buyurdu..
(Tecrit Terc. 2/574).

Resim---Ka’b bin Mâlik radiyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH insanları diriltecek; bana da yeşil bir elbîse giydirecek. Ondan sonra ALLAH ne söylememi isterse söyleyeceğim. İşte MaKāM-ı MaHMûD bu makamdır.” buyurdu..
(Tecrit Terc. 2/574).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MAKÂM-ı MAHMÛD.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kıyamet gününde sâhib olacağı mânevî konumu ifâde eden kudsal tâbir..
MuhaMMedî DÂİMiYyet HAMDinin MuhaMMedî Hakikat MAKAMı..

“Makâm” kelimesi; masdar olarak da, ism-i mekân ve ism-i zaman olarak da kullanılır (yani sırasıyla, kalkmak, kalkış yeri, kalkış zamanı); ism-i mekân kullanılışı daha fazladır..
(Râğıb, el-Mufredât, “k-v-m” md.)
“Ba’s”ın kök anlamı; “bir şeyi harekete geçirmek ve yönlendirmek‟tir. Bu anlam kelimenin bağlandığı şeye göre farklılaşabilir..

ÖvüLen Makâm.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e GEÇmişte, GELecekte ve Şu ÂNda ŞE’ÂNuLLAHta NÛRUndan Taratılmakta OLan KÜLLî Şey’e ÖZÜnden DİRİLİŞ ŞİFÂsı VERiş Makâmı.
Bu Makâm O’nun önce bütün İNSANLara UMUMî; sonra da kendi ÜMMetine HUSUSî surette şefaat edeceği Makâmın adıdır..

(Suyûtî, el-Hasaîsu'l-Kübra, Beyrut 1405/1985, II, 378).

Şefaat-ı Uzmâ.. En yüksek Şefaat Makâmı. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kavuşacağı, ALLAH celle celâlihu tarafından vaad edilen Makâm.. Her ezân ve kâmetten sonra edilen mervî duâmızda, bütün ÜMMet-i MuhaMMed o va'di ifa etmek için duâ ederiz.
Bunun sırr-ı hikmeti nedir?.
Bu kadar tekrar ile kat'i verilecek olan bir şeyin vermesini istemesinin Sırr-ı Hikmeti => İstenilen şey, meselâ
MaKāM-ı MaHMûDbir UÇtur. Pek büyük ve binler Makâm-ı Mahmûd gibi mühim hakikatları ihtivâ eden bir Hakikat-ı Âzamın, Hakikat-ı MuhaMMed’in bir dalıdır.
Ve Hilkat-ı Kâinatın en büyük neticesinin bir meyvesidir..

MuhaMMed Aleyhissalâtü Vesselâm'a MaKāM-ı MaHMûD verilmesi, umum ÜMMete Şefaat-ı Kübrâsına işârettir. Hem o, bütün ÜMMetinin saadetiyle alâkadârdır..

İmam Taberî'nin rivâyet ettiği bir Hadiste Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Makâm-ı Mahmûd ÜMMetime şefaat edeceğim bir Makâmdır" buyurmuştur.

İmam Tirmizî'den gelen bir rivâyette de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e MaKāM-ı MaHMûDsorulmuş ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "O şefaattir" cevabını vermiştir.

Şefaat ise, Kadı İyaz'ın ifâdesine göre ya hesabı kolaylaştırıp kulun affını veya derecesinin yükselmesini sağlamaktır..

En-Nakkaş'ın ifâdesine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in şefaati 3, Kadı İyaz'ın ifâdesine göre 5 merhalede gerçekleşecektir.
Bu merhaleler şöyledir.:


1-) Umumî şefaat; Bu bütün insanları kaplamaktadır. Mahşer yerinde toplanan insanların, mahşerin sıkıntısından kurtulup hesaba çekilmesini sağlamak için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından yapılacak şefaattir..
2-) Mü’minlerden bir kısmının hesaba çekilmeden, sorgusuz Cennete girmeleri için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından yapılan şefaattir..
3-) İslâm ÜMMetinden tevhid ehli olup ta günahları sebebiyle Cehenneme girmeye hak kazananlara Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in ve ALLAH'ın şefaat edilmesini istediklerinin Cehennemden kurtulup Cennete girmeleri için yapılacak şefaattir..
4-) Günahları sebebiyle Cehenneme girenlerin oradan çıkmaları için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, diğer peygamberler, melekler ve salih mü’minler tarafından yapılacak şefaat..
5-) Cennet Halkının derecelerinin yükseltilmesi için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından yapılacak şefâat..
(Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi'l-Kurân, X, 310).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, MaKāM-ı MaHMûD'da bulunduğu sırada elinde Hamd sancağı/Livaül-Hamd bulunacaktır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunu bir hadiste şöyle belirtir.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben, kıyamet gününde Âdemoğullarının efendisiyim, ama bu övünmeyi gerektirmez. O gün elimde Hamd Sancağı bulunacak, ama bu da övülmeyi gerektirmez. O gün gerek Âdem, gerek diğer bütün Peygamberler benim sancağımın altına sığınacaklardır" buyurmuştur.
(Tirmizî, Menâkıb, 1).

Resim---Abdullah b. Ömer'den gelen bir rivâyette şöyledir.: “İnsanlar (Peygamber'in ümmetleri olarak) cemaat cemaat toplanırlar. Her ümmet peygamberinin peşine düşer ve: “Ey filân, bize şefaat (edip bizi bu sıkıntıdan kurtar)" diye ricâ ederler. (Büyük Peygamberler dolaşılıp hepsinden bu konuda bir şey yapamayacaklarına dair cevap aldıktan sonra) şefaat işi dönüp dolaşıp son Peygamber Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm)e gelir. İşte bu, Cenâb-ı HAKk'ın onu Makâm-ı Mahmûd'a gönderdiği gündür." buyurmuştur.
(Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi'l-Kurân, X, 309).

Enes b. Malik'ten gelen bir rivâyete göre de Kur'ÂN-ı Kerîm'in kendisini Cehennemde hapsettiği kimselerden başkası, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin şefaatine nâil olup Cehennem'den çıkacaktır.. (İbn Hanbel, Müsned, III, 116).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in MaKāM-ı MaHMûD'a gönderilmesine, yani bu Makâma hak kazanmasına sebep olarak, herkes tarafından övülmesi ve âyette de belirtildiği gibi.: "Teheccüde (gece namazına) devam etmesi gösterilmiştir"


وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Resim---“Ve mine’l- leyli fe tehecced bihî nâfileten lek (leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ (mahmûden).: Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nâfile (ilâve) olarak O'nunla (Kur'ân'la) teheccüd namazı kıl! RABBinin seni Makâm-ı MAHMÛD'a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.” (İsrâ 17/79)

Resim---Cabir b. Abdullah'tan gelen bir hadiste Makâm-ı Mahmûd'a, yani, şefaate nâil olmak için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ÜMMetine şu tavsiyede bulunmaktadır.: "Kim ezânı duyduğu zaman; "Bu eksiksiz çağrının, dosdoğru kılınan namazın Rabbi olan ALLAHım; MuhaMMed (aleyhisselâm)e vesîleyi ve fazileti ve onu vadettiğin Makâm-ı Mahmûd’a gönder." diye duâ ederse, ona şefaatim gerekir, gerekli olur" buyurmuştur.
(Buhârî, Ezân, 152).

MaKāM-ı MaHMûD; gelmiş geçmiş bütün insanların gıpta edecekleri Şefaat Makâmıdır..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimin en şereflileri, Hamele-i Kur’ân (yani Kur'ÂN-ı Kerîm Hasbî Hizmetinde bulunanlar) ve devamlı olarak gece ibâdetine kalkanlardır.” buyurmuştur.
(Münâvî, I, 522).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Abdullah bin Amr bin Âs’a şu tavsiyede bulunmuştur.: “Ey Abdullah! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibâdetine devam ederken artık kalkmaz oldu!.” buyurmuştur.
(Buhârî, Teheccüd, 19).

İmâm-ı Rabbânî kaddesallahu sırrahu Hazretleri.: “Teheccüd namazını çok kıymetli tut!. Şefâat Makâmı olan MaKāM-ı MaHMûD’dan nasîb almak isteyenler, teheccüd namazını hiç kaçırmasınlar!.” buyurur.

Aziz Kardeşlerim;

Şunu aklımızdan çıkarmamalıyız ki, İnsÂN ve CÂNLı HAKLarı Şahsî Tercih ve SUÇudur. Ve bazı âyetlerde, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in izin verdiği kişilerin de, razı olduğu ya da merhamet ettiği kişilere şefaat edebilecekleri belirtilmektedir..

Yoksa, SuÇ İŞLeyenindir Kur'ÂN-ı Kerîmde;
“Herkes kendi yaptığına karşılık ipoteklidir.” (Müddessir 74/38);
“İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını alabilir.” (Necm 53/38-39);
“Üzerinde yük bulunan hiç kimse bir başkasının yükünü çekmez” (Fâtır 35/18);
“Bunlar bir ümmetti; geldi geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandığınız ise size aittir. Onların yaptıklarından siz sorumlu tutulacak değilsiniz” (Bakara 2/134, 141)
Ayrıca =>Yusuf 12/79,93; Bakara 2/255; 19/Meryem 19/87; Tâ-Hâ 20/109; Sebe’ 34/23; Zümer 39/86; Zuhrûf 43/86; Duhân 44/40-42 âyetLeri..
Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen ahmet »

Allah CC razi olsun hocam.

Enes b. Malik'ten gelen bir rivâyete göre de Kur'ÂN-ı Kerîm'in kendisini Cehennemde hapsettiği kimselerden başkası, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin şefaatine nâil olup Cehennem'den çıkacaktır.. (İbn Hanbel, Müsned, III, 116).

Kur'ÂN-ı Kerîm'in Cehennemde hapsettiği kimseler konusunu acilarmisiniz, bu Konuda Kur'ÂN-ı Kerîm´in yetkisi var midir?
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimAhmet cânımız;

ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmimizde pek çok Âyet-i Kerimede “...ebedî cehennemliktir.” buyurmaktadır.:
Bakara 2/39,161,162,275; Nisâ 4/9,14,93; Tevbe9/68; Müminun 23/103; Furkân25/68,69,75; Mü’min 40/69. âyetten 76. âyete kadar; Cin 72/23..v.d..

Çeşitli konu ve huşuları içeren Âyet-i Kerimelerin AÇIKLAnıp ANLAŞILmasında, Ehl-i Sünnet Âlimlerimizin değişik âyet ve hadislere dayanarak vardıkları KANAAt.: Şirk de dahil her türlü inkâr, ebedî cehennemliktir..

Şirk de dahil her türlü inkârın en sonuçta dayanacağı tek NOKTA ise =>İMÂNsızLıktan dolayı bu amelleri işleyiştir..
ANLAşılması için; bir kimse, tüm güzel amelleri işlese ve hiç fâiz yemese ancak.: “Fâiz yemek helâldir!.” derse fâiz yemediği halde kâfirdir.
Bir kimse de hep fâiz yese de.:
“Fâiz yemek haramdır!.” derse büyük günah işlemiştir ama kâfir değildir..

Bu gerçek kısaca, “imansız olarak kabre girenler ebedî olarak cehennemde kalırlar” şeklinde ifâde edilir. İmansızlığı doğurmayan hiçbir günah, ebedî olarak cehennem cezâsını gerektirmez..
Çıkış yollarının başında ise şefâat ve diğer hususlar gelir ki genişcedir ve sitemizde de çokça açıklanmıştır..


ANLAtım BAKımından Bir ÖRnek OLarak;


الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---“Ellezîne ye’kulûne’r- ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess(messi), zâlike bi ennehum kâlû innema’l- bey’u mislu’r- ribâ, ve ehallallâhu’l- bey’a ve harrame’r- ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef (selefe), ve emruhû ilâllâh (ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Ribâ (fâiz) yiyenler, kabirlerinden ancak şeytan çarpmasından hırpalanmış bir kimse gibi kalkarlar. İşte bu, onların.: “Oysa alışveriş ribâ gibidir." demeleri sebebiyledir. Ve ALLAH, alışverişi helâl, ribâyı (fâizi) haram kılmıştır. Bundan sonra, RABBinden kendisine öğüt gelen kimse (ona uyarak) artık (fâizden) vazgeçerse, o takdirde geçmiş olan (önceden aldığı fâiz) onundur ve onun işi (onun hakkındaki hüküm) ALLAH'a aittir. Ve kim de (fâizciliğe) dönerse, işte onlar, ateş ehlidir. Ve onlar orada ebedî kalacak olanlardır.” (Bakara, 2/275)

Fâizle ilgili olarak ebedî cehennemde kalanlar, kâfir kimselerdir. Çünkü bunlar âyette belirtildiği üzere, “Alışveriş de, fâiz gibidir.” demişlerdir. Yani Fâizin haramlığını inkâr etmişler. Bilindiği gibi, helâli haram, haramı helâl saymak küfürdür. Demek bunların cehennemde ebedi kalmalarının sebebi, fâiz yemeleri değil, fâizi helâl saymalarıdır. (bakınız.: Razî, Beydavî, Nesefî, ilgili âyetin tefsiri.)

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا
Resim---“İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).: Muhakkak ki ALLAH, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim ALLAH'a şirk koşarsa, o takdirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir.”(Nisâ 4/48)

ResimALLAHu zü’L- CeLÂL’in Dağlara teklif ettiği İMÂN EMÂNeti..:

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---“İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen): Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.”(Ahzâb 33/72)

Resim El EMÎN MuHAMMED aleyhisselâm..:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “EMÂNeti olmayanın, İMÂNı da yoktur” buyurmuştur.
(Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 135)


Resim---Huzeyfe İbni’l-Yemân radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize iki olayı haber verdi. Bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Hz. Peygamber aleyhisselâm bize şunları buyurdu.:
“Şüphesiz ki EMÂNet, insanların kalblerinin ta derinliklerine kök salıp yerleşti. Sonra Kur’ÂN indi. Bu sâyede insanlar Kur’ÂN’dan ve Sünnetten EMÂNeti öğrendiler.” Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize EmÂNetin kalkmasından bahsetti ve şöyle buyurdu.:
“İnsan bir kere uyur ve kalbinden EMÂNet çekilip alınır, ondan belli belirsiz bir iz kalır. Sonra bir kere daha uyur, yine kalbinden EMÂNet alınır; bu defa da ayağının üzerinde yuvarladığın korun bıraktığı iz gibi bir eseri kalır. Sen onu içinde hiçbir şey olmadığı halde kabarık görürsün.” Daha sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem eline çakıl taşları alarak ayağının üzerinde yuvarladı. Sözlerine de şöyle devam etti.:
“Neticede insan o hale gelir ki, insanlar alış-veriş yaparlar da, neredeyse EMÂNeti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta şöyle denilir.:
“Filan oğulları arasında Emîn bir adam varmış.” Bir başka kişi hakkında da: “Ne kadar cesur, ne kadar zârif, ne kadar akıllı bir kişi!.” denilir. Oysa kalbinde hardal tanesi kadar bile İMÂN yoktur!.”
Şüphesiz ki bir zamanlar, sizin hanginizle alışveriş yapacağıma aldırmazdım. Çünkü alışveriş yaptığım kişi müslümansa, dini kendisini benim hakkımı vermeye yöneltirdi. Şâyet Hıristiyan veyâ Yahudi ise, Vâlisi benim hakkımı vermeye onu sevkederdi. Fakat bugün sizden sadece belli birkaç kişiyle alışveriş yapıyorum.”
buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, Îmân 230. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 17; İbn Mâce, Fiten 27)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ârefe günü akşamı olduğunda, kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunan hiç bir kimse kalmaz ki mağfiret edilmiş olmasın. Denildi ki.: "Ya Resulallah, bu yalnız Arafat ehline mi mahsustur?" Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Hayır, belki bütün müslümanlar içindir." buyurdu..
(Abdullah İbni Ömer radiyallahu anhuanhüman; Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî, Ramuz El-Ehadis)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH TeÂLÂ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimî çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihâd eden mü’mindir, diliyle cihâd eden mü’mindir; kalbiyle cihâd eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile İMÂN yoktur.” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân 80)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez." buyurmuştur.
(Müslim, İmân 147; Ebu Davûd, Edeb 29, (4091))


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

236-)SEYFULLAH sallallahu aleyhi vesellem.

SEYFULLAH sallallahu aleyhi vesellem: İL’A-yı KelimetuLLAH TebLiğinde ALLAHu zü’L- CELÂL’in Kılıcı ve Askeri OLAN ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..

Resim

237-)SÂHİBÜ’S- SEYF sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBÜ’S- SEYF sallallahu aleyhi vesellem: İL’A-yı KelimetuLLAH TebLiğinde önüne çıkan tüm engelleri kılıcıyla Muharebe ve Mukatele ederek ortadan kaldıran ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..

İL’A-yı KELİMETULLAH.: ALLAH Kelâmının, İslâmiyetin Ulviyetini ve Hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'ÂNiye ve İmÂNiyenin Neşir ve Tâmimine Cehd ile ÇALIŞmak..

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---“İlla tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahracehullezîne keferû sâniyesneyni iz humâ fî’l- gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelallâhu sekînetehu aleyhi ve eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferû’s- suflâ, ve kelimetullâhi hiye’l- ulyâ vALLÂHu AZÎZun HAKÎM (hakîmun).: Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, ALLAH O'na yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu.: "Hüzne kapılma, elbette ALLAH bizimle beraberdir." Böylece ALLAH O'na “huzur ve güvenlik duygusunu” indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa ALLAH'ın kelimesi, yüce olandır. ALLAH üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet Sâhibidir.” (Tevbe 9/40)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den itibâren müslümanların gerek inançları konusunda uğradıkları baskılar gerekse İslâm’ı Tebliğ hususunda karşılaştıkları engeller sebebiyle giriştikleri, beşerî ihtirasların hâkim olduğu istilâlardan ayrılması için “FETİH” diye adlandırılan savaşların temel amacı da İ‘LÂ-yi KELİMETULLAH olmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ki, İslâm Dini için zülmedici savaş yoktur barış esastır.:


وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---“Ve in cenehû li’s- selmi fecnah lehâ ve tevekkel alÂLLÂH (alâllâhi), innehu huve’s- SEMÎu’l- ALÎM(alîmu).: Ve eğer teslime (barışa) meylederlerse (yanaşırlarsa), o zaman (sen de) ona meylet (onların teklifini kabul et) ve Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki O; en iyi işiten, en iyi bilendir.” (Enfâl 8/61)

Resim---"Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Düşmanla karşılaşmaya pek istekli olmayın, fakat ALLAH'tan selâmet dileyin. Bununla beraber, eğer onlarla karşılaşırsanız sebat edip sabırlı olun. Bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurmuştur.
(Buhârı, Cihad, 112; Müslim, Cihâd, 19-20).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “gerçek mânâda ALLAH uğrunda cihâd edenin kim olduğu” sorusuna cevâb verirken.: "Sadece ALLAH'ın adı yüce olsun diye (İ'LAy-ı KELİMETULLAH için) cihâd eden kişi ALLAH YOLUndadır" buyurmuştur.
(Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 281-282).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Fazilet yönüyle insanların hangisi daha üstündür?" sorusuna,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Canıyla, malıyla ALLAH YOLUnda savaşan mümindir"
buyurmuştur.

(Buhârî, Cihâd, 2).

Fahr-i ÂLem Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz; insanların tümünü, mahlûkatın hepsini imânâ dâvet için gönderilen Resûlü zî-Şan olarak, Manevî İLahî EMRi Tebliğinde engellendiğinde maddden harb etmekle emr olunmuştur. Yüce dâveti reddeden ve karşı duran kabul etmeyen kâfirleri ve inatlarında ısrar eden azgınları cebren ve kahren dâvet etmiştir. Kendisine iman eden mü’min ve muvahhidlerle birlikte gidip muharebe, mücâhede ve mukatele etmiştir. Çekilen kılıçlarını ve yoketme heveslerini, Mücâhid kılıçlarıyla kırmıştır. Onları diyârlarından çıkarmak, mallarını ve azıklarını ganimet edip evlâd-ü ayallerini esir etmeğe me’mur olmuştur.
Bundan başka, Resûlüllah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Efendimizin ümmeti dahi; din düşmanları ile kılıç ve sair harp aletleri ile harb etmek emrini almıştır.
Kılıçla kıtal emri, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve ÜMMet-i MuhaMMed’e mahsustur.

Resim

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in;
KILIÇLarı, MIZRAKLarı, KALKANLarı, YAYLarı, KALKANLarı, ZIRH GÖMLEKLeri ve MİĞFERLeri..:

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in 9 KILICı vardı.:
Me’sur İsimli Kılıç.: Babasından hatra kalan kılıç. Bu kılıç, Peygamberimizin Medine’ye hicreti sırasında yanında bulunuyordu.
Abd İsimli Kılıç.: Bu kılıcı, Peygamberimize, Sa’d bin Ubade hediye etmiş Peygamberimiz, Bedir savaşına giderken, yanında götürmüştü..
Zülfekar İsimli Kılıç.: Kureyş müşriklerinden Münebbih bin Haccac’ın veya As bin Münebbih’in kılıcı olup Bedir Savaşında ganimet olarak kalmıştı. Sırtında birtakım gedikler bulunduğu için “zülfekar” denilmişti. Peygamberimiz, zülfekarı, İmam Ali kerremallahu vechehu’ye hediye etti. Kabzasının başı, bağının halkaları ve zincirleri gümüştendi.

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in MIZRAKLarı da şunlardı.: Peygamberimiz aleyhisselâm’a, Beni Kaynuka Yahudilerinden üç mızrak ganimet olarak kalmıştı. Peygamberimizin mızraklarından birinin ismi MÜSVİ diğerinin ismi MÜSNÂ idi.

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in, BEYZÂ diye anılan büyük bir HARBEsi ile ANEZE diye anılan mızraktan küçük bir harbesi de vardı. NAB’A diye de anılan bu harbeyi Necaşî, Zübeyr bin Avvam’a vermişti. Peygamberimiz, Hayber Savaşından dönerken onu, Zübeyr bin Avvam radiyallahu anhu’dan aldı. Necaşi Eshame, Peygamberimize üç ANEZE (mızrak) göndermişti.
Peygamberimiz, onlardan birini kendisi için alıkoyup ikincisini Hz. Ali kerremallahu vechehu’ye, üçüncüsünü de, Hz. Ömer radiyallahu anhu’e vermişti.
Bilal-i Habeşi radiyallahu anhu, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ANEZEsini, Ramazan ve Kurban Bayramlarında namazgaha kadar Peygamberimizin önünde taşıyıp orada Peygamberimizin önüne dikerdi. Peygamberimiz de bayram namazını, ona doğru yönelerek kıldırırdı. Peygamberimizin vefâtından sonra, Bilal-i Habeşi, bu anezeyi, bayramlarda Hz. Ebu Bekir’in önünde taşıyıp namazgahta önüne dikerdi. Hz. Ebu Bekir’den sonra Hz. Ömer ve ondan sonra da, Hz. Osman devrinde bu vazife müezzin Sa’d’ül#raraz tarafından aynı şekilde yapıldı.

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in, 6 YAYı vardı. Bunlardan.: REVHA, BEYZA, ŞAFRA diye anılan üç yay, Beni Kaynuka Yahudilerinden ganimet kalmıştı. Safra yayı, neb’ ağacından yapılmıştı. KETUM ismindeki yay da, neb’ ağacından yapılmış olup Uhud Savaşında kırılmış, kırık olarak Katade bin Numan almıştı. Ayrıca, SEDED, ZEVRA adlarında da yayları vardı.
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in 3 KALKANı vardı.: ZELUK, üzerinde koç başı sûreti bulunan kalkan. Bu kalkan, Peygamberimize hediye edilmişti. Fakat Peygamberimiz, ondan resimli oluşundan dolayı hoşlanmamıştı. Sabaha çıktığı zaman, ALLAH celle celâlihu, o sûreti, kalkandan gidermiş, yok etmişti.

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in 7 tane ZIRH GÖMLEĞİ vardı.:
ZÂTÜ’L- FUDUL.: Bunu, Sa’d bin Ubade, Peygamberimize, Bedir Savaşına çıkarken hediye etmişti.
SAĞDİYYE VE FIDDA.: Bu iki Zırh gömlek de, Peygamberimizin, Beni Kaynuka Yahudilerinden ganimet olarak aldığı silahlar arasında idi. Peygamberimiz, Uhud savaşında Fudul ile Fıdda’yı üst üste giymişti. Peygamberimizin Zırh gömleğinin göğsünde ve arkasında gümüşten iki halka bulunuyordu. SAĞDİYYE isimli zırh gömlek, Davud Aleyhisselamın, Calut ile çarpışmak üzre giydiği tarihi zırh gömlekti.
Peygamberimiz vefât ettiği sırada, Zırh gömleklerinden birisi, Beni Zaferlerden Ebüşşahm adındaki Yahudiden, ev halkının ihtiyacı için alınan otuz sa’ arpa karşılığı rehin bırakılmış bulunuyordu. O zırh gömlek de, ZÂTÜ’L- FUDUL idi. Diğer zırhları ise ZATÜLVİŞAH, ZATÜLHAVAŞİ, BETRA, HIRNIK.
Peygamberimiz, ZÂTÜ’L- FUDUL ile SAĞDİYYEyi, Huneyn Savaşında giymişti.

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in MİĞFERLeri ise,
MUVAŞŞAH, Beni Kaynuka Yahudilerinden ganimet kalmıştı. ZÜSSUBUĞ veya ZÜSSUSUB veya MEŞBUĞ isimli miğferler, Peygambermizin, Uhud Savaşında başına giydiği miğfer kırılıp halkalarından ikisi, Peygamberimizin yanaklarına batmıştı. Peygamberimiz, Mekke’yi fethe girerken de, miğferli idi..


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

237-)SÂHİBü’L- FAZİLET sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBü’L- FAZİLET sallallahu aleyhi vesellem: ALLAHU ZÜ’L- CELÂL’in NÛR’undan Yaratmakta OLduğu KULLarına ve KÂiNÂt’a VERmekte OLduğu; tümm Ni’met, Hikmet, İman Adâlet, Şecâat İffet ve diğer Lütularını FAZLının Membağ ve Merci’ FAZİLEt SÂHİBİ OLAN ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..

FazL.: İmân, cömertlik, ihsân, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet. Artmak. Artık, (bunun zıddı naks'tır). Bir şeyden bâkiye kalmak..
FaziLet.: Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfân itibârı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riâyet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemâl ve kemâl ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet. Zâta mahsus hasletin cem'i "fazâil" dir. Şecaat, in’âm ve ihsân gibi, müteaddid meziyete dair faziletlerin cem'i "fevâzıl"dır..
FezâiL-i AsLiye.: İman ile Hikmet, Adâlet, Şecâat ve İffet sıfatları.. Çünkü bu sıfatlar ile birçok faziletler doğar. Onun için bunlara, temel ve esas olan faziletler denilmiştir..

FaziLetfuruş.: f. Kendini faziletli göstermeğe çalışan. Fazilet satan.
FaziLetmeâb.: f. Faziletin sığınağı olan kimse, yâni çok faziletli.
FaziLetmend.: f. Faziletli, iyi huylu.
FaziLetperver.: f. Fazilet sahibi, fazilet sever..

ALLAHU ZÜ’L- CELÂL, KUR'ÂN-ı KERÎMinde, RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in FAZİLETLerini pek çok Âyet-i CeLîLede buyurmuştur..:


قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: De ki: “Eğer siz ALLAH'ı seviyorsanız, o takdirde bana tâbi olunuz ki ALLAH da sizi SEVsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevâba çevirsin). Ve ALLAH "Gafûr"dur, "Rahîm"dir.” (Âl-i İmrân 3/31)

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
Resim---“Ve men yutiıllâhe ve’r- resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim mine’n- nebiyyîne ve’s- sıddîkîne ve’ş- şuhedâi ve’s- sâlihîn (sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ (rafîkan).: Ve kim, ALLAH'a ve Resûl'e itaat ederse, o takdirde işte onlar, ALLAH'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehîdlerle ve sâlihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 4/69)

أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّهُ مَن يُحَادِدِ اللّهَ وَرَسُولَهُ فَأَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدًا فِيهَا ذَلِكَ الْخِزْيُ الْعَظِيمُ
Resim---“E lem ya’lemû ennehu men yuhâdidillâhe ve resûlehu fe enne lehu nâre cehenneme hâliden fîhâ, zâlike’l- hızyu’l- azîm (azîmu).: ALLAH ve O'nun resûlüne karşı, kim haddi aşarsa, artık onun için mutlaka orada ebediyyen kalacağı cehennem ateşinin olduğunu bilmiyorlar mı? İşte bu, büyük rüsvâlıktır (rezilliktir).” (Tevbe 9/63)

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz (azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bi’l- mu’minîne RAÛFun RAHÎM (rahîmun).: Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---“Ve mâ erselnâke illâ RAHMETEN Lİ’L- ÂLEMİN (âlemîne).: Seni Biz, sadece ÂLEMLERE RAHMET olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---“Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevme’l- âhıre ve zekerallâhe kesîrâ (kesîren).: Şanım hakkı için muhakkak ki size Resûllulah'da pek güzel bir örnek vardır. ALLAH'a ve son güne ümit besler olup da ALLAH'ı çok zikreden kimseler için.” (Ahzâb 33/21)

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ
Resim---“Vellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti ve âmenû bi mâ nuzzile alâ muhammedin ve huve’l- hakku min RABBihim keffere anhum seyyiâtihim ve asleha bâlehum.: İmân eden ve sâlih amel (nefsi tezkiye edici ameller) yapanların ve MuhaMMed (sallallahu aleyhi vesellem)'e indirdiğimiz Şey'e (Kur'ÂN-ı Kerim'e) ve O'nun RABB'lerinden bir hak olduğuna inananların günahlarını (ALLAH) örttü ve onların hallerini ıslâh etti.” (MuhaMMed 47/2)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû etîûllâhe ve etîûr resûle ve lâ tubtılû a’mâlekum.: Ey iman edenler, ALLAH'a itaat edin, Resûl'e itaat edin ve kendi amellerinizi geçersiz kılmayın.” (MuhaMMed 47/33)

وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
Resim---“Ve mâ yentıku ani’l- hevâ.: Ve o, hevâsından (kendiliğinden) konuşmaz.” (Necm 53/3)

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
Resim---“İn huve illâ vahyun yûhâ.: (O'nun söyledikleri), sadece O'na vahyolunan vahiydir.” (Necm 53/4)

مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehli’l- kurâ fe lillâhi ve li’r- resûli ve lizî’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîli key lâ yekûne dûleten beyne’l- agniyâi minkum, ve mâ âtâkumu’r- resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh (vettekûllâhe), innallâhe şedîdu’l- ikâb (ikâbi).: ALLAH'ın o şehir halkının (malından), resûlüne fey olarak verdiği şey (savaşsız elde edilen ganimet), artık ALLAH'ın, peygamberinin, ona yakınlığı olanların, yetimlerin ve yoksulların ve yolcularındır. (Bu) içinizden zengin olanların arasında elden ele dolaşan bir mal (servet) olmaması içindir. Ve RESÛL, size ne verdiyse o zaman onu alın. Ve o, sizi neden nehyetti ise o takdirde ondan vazgeçin. ALLAH'a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki ALLAH, ikabı (azabı) şiddetli olandır.” (Haşr 59/7)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---“Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).: Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok BÜYÜK BİR AHLÂK üzeresin.” (Kalem 68/4)

Resûlullah sallALLAHu aleyhi vesellem, Kur'ÂN-ı Kerîmde olduğu gibi. Tevrat, İncil ve Zebûr’da da övülüp müjdelenmiştir..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i ve EHL-i BEYti’ni sevmek farzdır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Fazilet SancağıÂLeMLer üzerine çeken RABBımız TeÂLÂ’mızıdır.:


أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
Resim---“E lem neşrah leke sadrek (sadreke).: Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)?” (İnşirâh 94/1)

وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ
Resim---“Ve vedagnâ anke vizrek (vizreke).: Ve senden yükünü kaldırdık (kaldırmadık mı?).” (İnşirâh 94/2)

الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ
Resim---“Ellezî enkada zahrek (zahreke).: Ki o (yük) senin sırtını bükmüştü.” (İnşirâh 94/3)

وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
Resim---“Ve refa’nâ leke zikrek (zikreke).: Ve senin için, zikrini yükselttik.” (İnşirâh 94/4)

Kur’ÂN-ı Kerîmde ve Namazda olduğu gibi, EzÂN okunurken de ALLAHu zü’L- CeLÂL’in İsmi, Habîbi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in İsmiyle BİRLİkte OKUnmaktadır..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, İLâhî FaziLetini Hadis-i ŞerîfLerinde Buyurmuştur.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Göklerden geçerken, “MuhaMMed Resûlullah” olarak ismimi gördüm.” buyurmuştur.
(Bezzâr)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Cennette her ağacın yaprakları üzerinde “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH MuhaMMedün Resûlullah” yazılıdır.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Arş üzerinde, Cennetteki her şeyin üzerinde benim ismim vardır.” buyurmuştur.
(İbni Asakir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Âdem aleyhisselâm Cennetten çıkarılınca.: “Yâ RABBî, MuhaMMed aleyhisselâmın hürmetine beni affet diye dua etti. ALLAHu TeÂLÂ ise.: “Ya Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselâm da.: “Arşta "Lâ İLâhe İLLâ ALLAH MuhaMMedün Resûlullah" yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini lâyık görürsün.” dedi. ALLAHu TeÂLÂ buyurdu ki.: “Yâ Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine duâ ettiğin için seni afvettim. Eğer MuhaMMed aleyhisselâm olmasaydı, seni yaratmazdım!." Buyurdu”
buyurmuştur.
(Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Âdem, cesetle ruh arasındayken, benden misak alınırken ben peygamberdim.” buyurmuştur.
(İ. Şâbi)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAHu TeÂLÂ, yer ve gökleri yaratmadan elli bin yıl önce, Ümmü’l- kitaba şunu yazmıştır: "MuhaMMed peygamberlerin sonuncusudur.” buyurmuştur.
(Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben âlemlerin efendisiyim.” buyurmuştur.
(Beyhekî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kıyamette insanların efendisi benim.” buyurmuştur.
(Buharî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Soyca da insanların en şereflisiyim.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ARŞ-ı Alâ’ya benden başka kimse oturmaz.” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAHu TeÂLÂ, beni insanların en iyisinden yarattı. İnsanların en iyisiyim, en iyi âiledenim. Kıyamette herkes sustuğu zaman ben söylerim, onlara şefaat ederim. Kimsenin ümidi kalmadığı bir zamanda onlara müjde veririm. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Livâ-i Hamd benim elimdedir. Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçisiyim. Bunları öğünmek için söylemiyorum, hakikati bildiriyorum.” buyurmuştur.
(Mektubât-ı Rabbanî 1/44)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben, yaratılış itibârıyla peygamberlerin ilki, gönderiliş bakımından sonuncusuyum.” buyurmuştur.
(Câmiü’s-sagir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Biz Kıyamet gününün ilkiyiz. Cennete ilk girecek olan biziz.” buyurmuştur.
(Müslim)

Hadîs-i şerîfte de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e muhabbet, hakîkî îmânın şartı olarak zikredilmiştir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Nefsim kudret elinde olan ALLAH’a yemin olsun ki; sizden biriniz, ben kendisine anasından, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakîkî mânâda îmân etmiş olamaz.” buyurmuştur.
(Buhârî, Îman, 8.)

Resim---Abdullâh bin Hişâm’ın anlattığı şu rivâyet, Rasûlullâh’a muhabbetin hangi seviyede olması gerektiğini göstermesi bakımından çok mânidârdır.: “Bir defâsında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte bulunuyorduk. Rasûl-i Ekrem, orada bulunanlardan Hazret-i Ömer’in elini avucunun içine almış oturuyordu. O sırada Ömer radıyallâhu anh.: “Yâ Rasûlallâh! Sen bana canımın dışında her şeyden daha sevgilisin!” diyerek Rasûlullâh’a olan muhabbetini ifâde etti. Onun bu sözüne karşılık Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz.: “Hayır, ben sana canından da sevgili olmalıyım!.” buyurdu. Ömer radıyallâhu anh hemen.: “O hâlde Sen’i canımdan da çok seviyorum yâ Rasûlallâh!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İşte şimdi oldu.” buyurdu.
(Buhârî, Eymân, 3)

Hülâsa-yı KeLÂM, ALLAHU ZÜ’L- CELÂL, KUR'ÂN-I KERÎM’inde BUYurmuş, DUYurmuştur Hamd OLsun!.

لنَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Resim---“En nebiyyu evlâ bi’l- mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlû’l- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi mine’l- mu’minîne ve’l- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ (ma’rûfen), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestura (mestûren).: NEBÎ (Peygamber), mü'minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır. kendi canlarından daha önce gelir.). Ve O'nun (Nebî'nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahibleri (akrabalar), onlar birbirlerine, ALLAH'ın Kitab'ında, mü'minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab'da satır satır yazılıdır.” (Ahzâb 33/6)


Resim

M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

238-)SÂHİBü’L- FEREC sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBü’L- FEREC sallallahu aleyhi vesellem.:
NÛRuLLAH’tan=>NÛR-u MuhaMMed=>NÛR-u MÂSİVâ/KüLLî ŞEYy’in =>FECR/Doğuş=>FEREC/FetihLer=>FîraC/Sıkıntıdan KURTULuş KAPIsı.. FEREC SÂHİBİ OLAN ReSûLuLLAH
sallallahu aleyhi vesellem..


Resim

=>NÛRun ALâ NÛR SîraCı,
=>NÂRından NÛR’a FîraCı,
DÜNde BuGÜNde YARında,
URÛC-RÜCÛ’sun=>MİR’ACı!.

YED’-i MuhaMMed>YEDuLLAH,
=>Lî VECHiLLAH<>SEBîLiLLAH,
===->SIRRın SÂHİBU’L-FEREC’i,
===->EHL-i BEYt-i RESÛLuLLAH,
=>ÜMMEt-i AHMED=>ABDuLLAH!.

celle celâlihu..
aleyhumusselâm..

FâRiC: (Ferec. den) Keder ve tasadan kurtaran, kördüğümü çözen, en zordayken kapı açan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..
FEREC.: sıkıntıdan kurtulmak, zafer, inşirah, kederden kurtulmak. genişlik, ferahlık, fütuhat. * girecek yerler.
FÜRUC.: çatlaklık, yarık. * geçit, kapı. * boşluk.
FERCE.: gamdan ve tasadan kurtulmak. * kurtuluş. * şiddetten kurtulmak. * yarık, şak. * girecek yer, medhal. * açıklık, ferahlık.
İNFİRAC.: gam ve gussadan kurtulma, açılma.
MÜNFERİC.: infirac eden. çok açık. açılan, genişleyen. * gam, gussa ve kederden kurtulmuş. * arası geniş. açık olan. iki tarafı birbirinden uzak olan.
FERC.: f. kadir, kıymet, mertebe.
FERC.: yarık, çatlak. korkulacak yer. * ud yeri. dişi tenasül âleti.
FEREC.: sıkıntıdan kurtulmak, zafer, inşirah, kederden kurtulmak. genişlik, ferahlık, fütuhat. * girecek yerler.
FÜRUC.: çatlaklık, yarık. * geçit, kapı. * boşluk. * ayıp, kusur.

SîraC.: Işık. Lâmba. Fener. Mum. Kandil. Şevk veren şey.
Güneş ve ay mânâsına veyâ Rasûl-i Ekrem aleyhi's-selâm'a "Nur saçan" meâlinde verilen bir isimdir.
FîraC.: Sıkıntıdan kurtuluş kapısı.
FECR.: karanlıklara, İslah-İflah AYYdınlığın şafak SÖKümü..

FEREC.: ANlatılmaz-ANlaşılmaz ÖZel dertlerin-çıkış kapısı ve Kördüğümlerin ÇÖZüm çilesi…

MERYEM’in AHSEN İFFETi,
MERYEM’in AHSEN İSMETi,
=>EZELÎ =>NAHNU NÂSİBi,
MERYEM’in AHSEN KISMETi..
aleyhasselâm..


وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ
Resim---“Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn(âlemîne).: Ve melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem muhakkak ki Allah, seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı." (Âl-i İmrân 3/42)

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---“Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn(âlemîne).: Ve o (Hz. Meryem), ırzını korudu. O zaman Biz, ruhumuzdan onun içine üfledik. Onu ve oğlunu, âlemlere âyet (ibret) kıldık.” (Enbiyâ 21/91)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ

Resim---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne): İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.” (Tahrîm 66/12)

Furûcihim hâfizûn .: IRZLarını korururLar.. Mü'minûn 23/5; Nûr 24/30,31; Ahzâb 33/35
Fecr.: İsrâ 17/78; Nûr 24/58; Fecr 89/1; Kadr 97/5..


أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
Resim---“Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ (meşhûden).: Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur'ân'ını (fecr vakti okunan Kur'ân'ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur'ân'ı şahitlidir.” (İsrâ 17/78)

سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
Resim---“Selâmun, hiye hattâ matlaıl fecr(fecri).: O (gece), fecrin doğuşuna kadar selâmdır (selâmettir).” (Kadr 97/5)

Azîz Kardeşlerimiz;
ANA RAHMİnden GİRdiğimiz bu oynak ve kaygan KULLuk İmihÂNı SAHRAsınde BiZ;
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i BİLemeyişten, BULamayıştan, O’nun Yüreğinde OLamayıştan, ve O’nun RÛHu’nda RÛHu nu YAŞAyamayıştan doğan sıkıntılar içindeyiz..

Bu Olamayışlarımızın Olması için, Lâzım ve Lâyıkını Temin için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem EfendimizLe nasıl SEVİYEleniriz!.
Bileşik Kaplar gibi Yüreklerimizi, Kalblerimizi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ALLAH celle celâluhu’ya nasıl bağlarız şu Şehâdet Âlemi’nde..
KALB KAPıLarımızın ANAhtarı Elbette El Fettâh ALLAH celle celâlihudur..

El Fettâhu celle celâlihu.: Yarım nefes ilerisini bilemeyen ve göremeyen kullarının her hâcetinin ve iyiliğinin kapılarını açan, FEREC/Çıkış YoLu veren, FETHeden, tekemmül kapılarını açıp İlâhî Sırların Anahtarını (miftah) ikrâm eden... Kullarının arasındaki ihtilafları gideren,açan ve fetheden Hâkim olan. Hidâyetin, hakkın, hayrın, rahmetin, gaybın, naklin, aklın, aşkın ve maddî-mânevî her hususta her kapının tek, eşsiz ve zıtsız açıcısı; hidâyet ile dalâlet arasını açmada kesin adâlet sâhibi; yardımıyla her kapının açılmasını, merhâmeten her problemin çözülmesini ve hidâyetiyle kemâlât imtihanındaki kulun nefsinin benlik perdelerini kaldıran ve azâmet ve kudretinin seyir kapılarını açan, kullarına sınırlı, sorumlu, izâfi, geçici, âciz, fâkir, zelil ve alil olan "Benlik Varlığı" kapılarını açan ve neticede; cümle "can" ları hep açık tuttuğu cennet kapılarından "cemâl cem'i"ne Murâdullah vaadi gereği, her zaman, her yer ve her hâlde çağırıp duran El Vedûdu'l-Fettâh olan ALLAHU ZU'L-CELÂL..

RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in şu DUÂsını BİZim için de kabul buyur.:

ALLAHUmme İslâh ÜMMet-i MuhaMMed,
ALLAHUmme Ferec an ÜMMet-i MuhaMMed,
ALLAHUmme irham ÜMMet-i MuhaMMed Rahmeten AMMeten!.


ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMed’i İslâh et!
ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMed’e FeReC/Çıkış Yolu Kurtuluş Sebebi ver!
ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMed’e Merhamet et! UMûMen Hepsine Yâ RABB’imiz!.


KULun KULLuk TERCİHinden sonra =>“HAYRı ve ŞERRi” Yaratan ALLAHu zü’L- CeLÂLdir..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kişi, kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmadıkça, mü’min sayılmaz.” buyurdu. (Tirmizî)

Elbette ALLAHu zü’L- CeLÂL’in sonsuz Merhemeti ve Hidâyeti bu Bataktan FEREC/ÇIKış Kapılarımızdır.. Samimî DUÂmız bunun içindir. RABBımıza DUÂ KULLuğuna tenezzüL etmeyenLeri kendi TercihLerinde bırakır. İsLah ve İfLah OLuş Kurtuluşu DİLEyenlere de Hidâyet Eder..

NÛRULLAH HaYydır =>NÛR-u MîM HAYydır =>KüLLî ŞEYy HAYydır..

Ve Onlar, ONlardır ki,
HAYy OLduklarının FARKına EREN HABÎBULLAH Hasbî Hizmetçileri, HAYyatın FEREc FECRR KAPIsını GÖSTERicileri,
DÂRü’s-SELÂM’a SELÂM-ET Müjdesi VERicileri,
RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem SÎNEleri ki, Es SELÂM SîNleridirler..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimAziz Kardeşlerimiz;
İnanın ki, insÂNın hılkıyeti gibi hiçbir hılkiyyet yaratılmamıştır. İnsÂN hılkıyeti en azimi ve en güzelidir. Hatta kavga ederseniz yüzüne asla vurmayınız. Yüzünü nâ-hoş bir hale getirmeyiniz. ALLAH katında azîmdir. KÂBE'sinden de çok üstün ve daha çok kıymeti vardır.


""Tecrî Min Tahtihâl Enhâr!."
AKar “ALLAH!” DEyu DEyu!.
“Fe Salli li Rabbike Ve’nhar!.”
BAKar “ALLAH!” DEyu DEyu!.

Resim
Tecrî Min Tahtihâl Enhâr!
NEdir TECRi, CERR etmek NEdir, CeRR-y-ÂN NEdir, FECR NEdir, FEREC NEdir, FECİR NEdir, FERC NEdir?
MeRYeM FERCini korudu NE DEmektir?.


لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---"Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).: Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde-kıvamda yarattık." (Tîn 95/4)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne): İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.” (Tahrîm 66/12)



Bütün SESLer>O’nun SeSi
sÖZün SÂHİBİn==>NeFeSi
NASIl da ÇALıp=>OYNAtır
>HeR ŞEYy’i ve de HERKeSi

YÛSUF benim BEN kUYuYum,
kAYnAYan=>KUYU SUyuyum,
HaVa-HeVâ-HüVeBEN” im,
NEFSin HEVESiHUu!”yUyUmmm!.


ResimZEVK4979


Yedi DİLLi =>DİLLi DüDük.. =>=saFÎ Toprak TencereyiM,
Gönlüm GÜVEÇ GüzeLLere.. FECRe FEREC-PencereyiM,
PerişÂN-Pejmurde=>seFÎL SıRR-ı SıFıR.. =>sen ÖYLe BİL,
=>KISSıldı SeSim =>ERENLer! =>ZiKr-i ERRe HançereyiM!..


06.07.12 18:26
brsbrs.. tktktrstkks…

DEdi DOst!...


Güveç.: toprak tencerede-fırında yapılan nefis bir türlü türüdür ki, MuhaMMedî Me-LÂ-Me-tte AV, AVcısın etinden yapar da kendine yedirirmiş miş..miş..
FECR.: karanlıklara, İslah-İflah AYYdınlığın şafak SÖKümü..
FEREC.: ANlatılmaz-ANlaşılmaz ÖZel dertlerin-çıkış kapısı ve Kördüğümlerin ÇÖZüm çilesi…
ZiKr-i ERRe.: boğazda halinde taMM sınırda-hançerede-gırtlakta hırıltı-inilti HÂLinde zikrediş.

MuhaMMedî Me-LÂ-Me-tte AHMeDî YeSeVî kaddesallahu sırrahu ile meşhur olmuştur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ZiKR-i EZiZi de budur hamdolsun..

Resim---Muttârif bin Abdullah bin Eş-Şihhir babasından naklen diyor ki: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i namaz kılarken gördüm: göğsünde ağlamaktan meydana gelen ve tıpkı değirmen iniltisi (sesi) gibi bir inilti (eziz) vardı.”

(Ebu Dâvud, Sünen, Salât 157-904)

Resim

SubhÂNeke ALLAHumme ve bi hamdike,
eşhedu en Lâ iLâhe ente vahdeke Lâ şerike Leke estağfiruke ve etûbu iLeyke veLhamduLiLLaHi RaBBu’l- ÂLeMîN..


Resim ''ALLAHumme salli ve sellim ve bârik aLâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebîyyike (MahMudîyyeti) , ve
RasûLike (AhMedîyyeti) ve
Nebiyyî'l-Ummiyyi (HabBiBâyyeti) ve aLâ âLihi, EHL-i BEYtihi ve Sahbihi ve ÜMMetihi... ''

bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmiyn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..

Rabbenâ yessir velâ tuassir! (Rabbımız kolaylaştır, zorlaştırma)
Rabbenâ temmim bi'L- Hayrünâ!.. (Rabbımız hayrımızı tamamla!..)

Ey EzeLî-Ebedî Hayrı ve Birr-u-İhsânı boL ve sonsuz ve Şânı Yüce OLan RABB’imiz!.
RaSûLuLLAH SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin şu DUÂsını BİZim için de kabuL buyurİnşâe ALLAHu teÂLâ!.:

ALLAHumme İslâh ÜMMet-i MuhaMMed,
ALLAHumme Ferec ÜMMet-i MuhaMMed,
ALLAHumme İrham ÜMMet-i MuhaMMed Rahmeten AMMeten!

ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMed’i İsLâh et!
ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMed’e Ferec ver! (çıkış yoLu, kurtuLuş sebebi)
ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMed’e Merhâmet et! UMûMen hepsine Yâ RABB’imiz
!.

ALLAHı Zü'l-Celâlin saLât seLâmeti seLâmi keLâmi ve meLâmı cÜMMLemizin HAKk ve HAYR Üzerimize OLsun!. İnşâe ALLAH!.


Âmin yâ Latîf ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Rahîm ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ VeDÛD ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Vehhâb ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Fettâh ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Settâr ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ ALLAH!. yâ ALLAH celle celâluhu!..

ÂMiNe yâ MuÎn!.
Yâ RaBBu’l-ÂLemîn!.
Yâ RAHMetenLi’L- ÂLemîn!.

Ve'l-HaMduliLLÂhiraBBu’l-ÂleMîNN!.


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen Gul »

Resim

GAVSı AZAM ABDULKADİRi GEYLANî
kaddasallahu sırrehu'nun DOSt DUÂSı..


TÜRKÇESİ.:
ALLAHümme’gfir ÜMMeti MuhaMMedin.
ALLAHümme’rham ÜMMeti MuhaMMedin.
ALLAHümme’nsur ÜMMeti MuhaMMedin.
ALLAHümme’hfaz ÜMMeti MuhaMMedin.
ALLAHümme’cmag ÜMMeti MuhaMMedin.
ALLAHümme’slih=>ÜMMeti MuhaMMedin.
ALLAHümme FEREC an ÜMMeti MuhaMMedin.


MÂNÂSI.:
ALLAHım!. ÜMMet MuhaMMed’i BağışLa ve Afv EYyLe!.
ALLAHım!. ÜMMet MuhaMMed’e Mi MERHAMeti EYyLe!.
ALLAHım!. ÜMMet MuhaMMed’i GaLib Kıl Yardım EYyLe!.
ALLAHım!. ÜMMet MuhaMMed’i LütfunLa Muhafaza EYyLe!.
ALLAHım!. ÜMMet MuhaMMed’i BİZ BİR-İZ Cemâatı EYyLe!.
ALLAHım!. ÜMMet MuhaMMed’i İsLâh EYyLe!. Ve İfLah EYyLe!.
ALLAHım!. ÜMMet MuhaMMed’e ŞaşkınLıktan Hakka ve Hayra Bir FEREC/ÇIKış YOLu EYyLe!.


Resim

ResimKUL İHVÂNİ 41/a SALÂVÂT-ı ŞERÎFE ŞERHi.:

ResimEs-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..

İstiğfar AntivirüsüMüz:
Subhaneke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke!
Ve'l-HaMduliLLÂhiraBBu’l-ÂleMîNN!.

Ya RaBBulâlemin, ya Rasûllallah sallallahu aleyhi ve sellem istecertu!.
ALLAH! ALLAH! ALLAH! RaBBî lâ uşrike bî şeyin!
Ve Lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billlahi'l- Aliyyi'l- Aziym!.
Es salâtu ve’s- selâmu aleyke Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
!.

Nakşî Tarikatı kollarının kemâl kavşağı olan, Şam'da Salihiye Tepesinde medfûn bulunan ve maddî ve mânevî tahsilini Bağdad'da yaptığı için Bağdadî diye anılan Muhammedî Mürşid Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretlerinin salâvâtı:

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM


Resim

TÜRKÇESİ.: (3 defa okunur)
"ALLAHümme salli alâ seyyidinâ MuhaMMedin ve alâ âli seyyidinâ MuhaMMedin bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîra."(Ücüncüsünde kesîran ile okunur)
"ALLAHümme salli alâ seyyidinâ MuhMMedin ve alâ âli Seyyidinâ MuhaMMedin bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîran kesîra..


MÂNÂSI.:

ALLAH'ım! Efendimiz MUHAMMED (salallahu aleyhi ve sellem)'e ve Efendimiz MuhaMMed (salallahu aleyhi ve sellem)'in ailesine; dert çekenlerin (devâ dileyen çağırıcıların) ve devâ (çâre) lerinin tümü adedince salât-ü-selâm et. O'na ve onlara çok çok (çokça) bereket ver ve selâmlar et!.

MevLânâ HaLid-i Bağdadî Hazretlerinin İstigasesi.:
(ALLAHu zü'L-CELÂL'e sığınması).:


Resim

TÜRKÇESİ.: (3 defa okunur).:
Bismillâhirrahmânirrahîm
"Yâ Hayyu Yâ Kayyûm!. Yâ Ze'l-celâlî ve'l-ikrâm!. Yâ ALLAHu bike tâhassentü ve bi abdike ve Resûlîke Seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedîn Sallallahu Tealâ aleyhi ve sellime istecertü. ALLAHümme innî eselûke Yâ RAHMÂNu Yâ RAHÎMu bi esmâike'l-izâmi ve melâiketike'l-kirâmi ve Resûlîke aleyhim eftalü's-salavâti ve etemmü's-selâmi. Ente'l-mahnî bilemhati ehl-i Bedrin velâ mâhatihim ve tenfahni bi nefâhatihim bi hakkihim aleyke â RABB!."


MÂNÂSI.:
Yâ Hayyu Yâ Kayyum! Yâ Zü'l- CeLâLî ve'l-İkrâm!. Yâ ALLAH!. Sana sığındım (siper edindim) ve Senin kulun ve Resûlün Seyidimiz ve Efendimiz MuhaMMed Sallallahu Tealâ Aleyhi Vesselleme (teslim ve tâbi' olup) boyun eğdim! ALLAH'ım! Yâ Rahmân yâ Rahîm Senden Azîm isimlerin, keremli meleklerin ve Salâvâtların en fazîletlisi ve selâmların en tamı kendisine olan Resûlün ile (yüzü suyu hürmetine) istiyorum! (ki) Beni imtihan eden (deneyici-sınayıcı) Sensin, Bedir Ehlini bir lemhada (göz açıp kapayıncaya kadarlık sürede) bir üfürüşle (merhametle hayat verişle) mahvolmaktan (silinip yok olup gitmekten) kurtardığın gibi; onların Senin üzerindeki (hatırı) hakları hakkı için, onlara olan rahmet üfürüşünle (imdat edişinle) bana da üfür ve hayat ver (meded kıl) Yâ RABBi!

ALLAHümme salli ve sellim ve bârik ala seyyidina MuhaMMedin Nûru’z- Zâtı’s- sırrı sarii’ fî cemii’l- esmai ve sıfati ve adedi dâimen ebeden kesiran mubâreken tayyiben fîh..

Es selatu ve’s- selâmu aleyke Ya seyyidi’l- evvelîne ve’l- âhirin.. elhamdülillahirabbülâlemin.

“ALLAHümme salli alâ seyyidinâ MuhaMMedin ve alâ âli Seyyidinâ MuhaMMedin bi adedi küllî dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîran kesîra..”
Salaten tekunu leke rıdâen Yâ Rabbülâlemin!
Salaten tekunu li hakkıke edâen Yâ Rahmetenlilâlemîn!.

Subhâneke ALLAHümme ve bi hamdike eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke! Estağfirruke veetevbileyke! El hamdü lillâhi Rabbi’l-âLemîn!.

ALLAHümme inne esseluke’l- affe ve’l- afiyeh fi’d- dini ve’d- dünyayı ve’l- âhireh ALLAHümmesturnâ bi setrike’l- CemîL!.

“Yâ Hayyu Yâ Kayyûm Yâ zü'L-CeLâLî ve'l-İkrâm Yâ ALLAHu bike tâhassentü ve bi abdike ve Resûlîke Seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin Sallalâhu Tealâ aleyhi ve sellime istecertü.

ALLAHümme innî eselûke Yâ RAHMÂNu Yâ RAHÎMu bi esmâike'l-izâmi ve melâiketike'l-kirâmi ve Resûlîke aleyhim eftalü's-salavâti ve etemmü's-selâmi Ente'l-mahnî bilemhati Ehl-i Bedrin velâ mâhatihim ve tenfahni bi nefâhatihim bi hakkihim aleyke Yâ RABB!.”


Bu istiğase biliyorsunuz HâLidi Bağdâdi Hazretlerinindir.
Orda sonunda buyuyor ki Yâ RABBî!Sen, o hiç umutsuz oldukları günde, Bedir Günü'nde, Müslümanların "mahvolduk!" dedikleri Bedir Gününde,
Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve SeLLem Efendimiz kumların üzerine diz çöküp ellerini göğe öyle kaldırıyor ki sırtındaki ridâ düşüyor. Ebubekir Radiyallâhu Anhu.: "RaBBımız duydu Yâ Rasûlullah!" ALLAH duydu seni!i" diyor.
Böyle içten ve yürekten "Yardım et!" duâsı yaptığı "Bir göz açıp kapayıncaya kadarlık ÂNda, ne yaptıysan bize de onu yap!." buyurmakta.
HâLidi Bağdâdi HazretLeri. ALLAH HiMMetini üzerimizde var etsin âmin!.
Bize de onun izinden, inşâe ALLAH Ehl-i Bedir günündeki güzelliklerden, yardımlardan, ÂNında olanlardan, göz açıp kapayıncaya kadar olanlardan; kardeşlerimizin, ÜMMet-i MuhaMMedin ne derdi neyi varsa yardım etsin!.

ALLAHumme ıslah ummeti MuhaMMed Aleyhi's-salâtu ve's-selâm: ALLAH'ım ÜMMet-i MuhaMMedi islah et!.
Hadisde yok ama ben ekliyorum hoşuma gidiyor.
ALLAHumme iflah ümmeti MuhaMMed Aleyhi's-salâtu ve's-selâm: Allahım bir de bunları iflah et yâni felâha erdir..

Hadis-i Şerif ki..
ALLAHümme islah ÜMMeti MuhaMMed Aleyhissalâtu ve's-selâm!.: ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMedi islah et!.
ALLAHumme FERİCe an ÜMMeti MuhaMMed Aleyhi's-salâtu ve's-selâm!.:ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMede bir FEREC-ÇIKış Kapısı ver!
ALLAHumme rahmeten AMMeh!..: ALLAHım ÜMMet-i MuhaMMedîn TÜMüne-UMÛMen merhâmet et!.

Hadisde yok ama ben ekliyorum hoşuma gidiyor:ALLAHumme iflah ÜMMeti MuhaMMed Aleyhi's-salâtu ve's-selâm:ALLAHım bir de bunları iflah et yâni felâha erdir.

Bir FEREC ver..
Neyine?
Kimin ne problemi varsa; söylüyor, söylemiyor, gizliyor. Kim ne ise yâni.
Her ne derdi bir şeyi var ise, problemi var ise bunlara bir FEREC ver, bir çözüm yolu, bir anahtar bir çâre bul. FEREC ver çıkış kapısı ver!.
''ALLAHumme rahmeten AMMeh UMÛMen''; merhâmet et!.
Hepsine yâni kim ki: " İLâhe İLLâ ALLAH MuhaMMede'r- Rasûlullah!" diyorsa.
Dünyânın en kötü yerinde ise dahî. Orada da olsa ona rahmet et bir çıksın o bataktan yâni.
Çünkü biz MuhaMMedîyiz, bir rahmetçiyiz. Kimseyi yargılayamayız!.
Çıkış yolu dâima ALLAH'ın izniyle olsun diye, EHL-i MuhaMMedîleriz Hamd olsun!
ALLAHu zü'L-CeLâL her KULunu kendisi yargılayacak bize ne?!.

Rahmetenli'l- âlemin Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve SeLLem'den ayrılık/ayırmamak duyulmuş mu?
Asla, hiç.. katiyen! Onun için "ÜMMetimin hepisine UMÛMen!" buyuruyor zâten AMMeh!
"UMÛMen dilerim benim ÜMMetime!." buyuruyor.

"BİZ" dediğimiz MuhaMMed aleyhi's-salâtu ve's-selâm’ ı DUYan ve UYanlardır. Katiyen biz ALLAH'a sığınırım. "Biz" derken bir avuç insanımızı da hâşâ kastetmeyiz.
Biz bütün ÜMMet-i MuhaMMed, kim ki Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve SeLLemi DUYmuş ve UYmuşsa ona diyoruz. Biz, siz, oluştan değil.
Şu Efendiler, bu Efendiler, Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve SeLLem'den başka bayrak çekiyorsa bize ne? Bizimki belli İnşâe ALLAH.
ALLAHu zü'L-CeLâL hepimize merhâmet etsin, rahmet etsin, HAKKta HAYRda bile etsin inşâe ALLAH!.

Halidî Bağdadî kaddesallahu sırrahu, o yüce insan Bağdad’da yetiştiği için Bağdadî.. Aslında Şamlı kendisi velîyullah..
Nasıl tek başına Hindistan’a kadar gittiği, hiçbir adressiz hiçbir şeysiz kendisini yetiştireni bulduğu, bundan sonra Halidî Bağdadî olduğu ilginçtir..
Bütün tarikatlar ondan bir çıkış noktası almak için silsilelerine yazarlar “Halidî Bağdadî’den de geçiyoruz!” diye..
Çok değerli bir Mürşid-i Kâmildir kendisi.. bir taun hastalığında torunları dahi hepsi şehid olmuştur hiç kalmamıştır. İslahiye Tepesinde yatar Şam’da..
Ve Şiirtli Muhammed Sıddık kaddesallahu sırrahu Hocamın mensub olduğu zincir Şeyhu’l- Hazîn kaddesallahu sırrahu, Ali Husameddin kaddesallahu sırrahudan öncedir zâten.
Ve en son Şeyh Şeyhu’l- Hazîn kaddesallahu sırrahu oğlu Şeyh Alâaddin kaddesallahu sırrahudur, kendisi oraya-Şam’a ziyarete gittiğinde oradaki türbedâr uyanık birisi yaşlı 90 küsur yaşında, zor kötek aşağıya kadar inmiş yaşlı insan..
Şeyh Alâaddin kaddesallahu sırrahu başlamış işte: “Efendim zahmet oldu!” O ise: “Yok, yok, sizin Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm olan atalarınıza Halidî Bağdadî kaddesallahu sırrahu çokça hürmet ederdi, onları beklerdi, gözlerdi gelsinler diye.. ben nasıl inmem aşağıya kadar!” demiştir.

Böyle bir birinden haberdâr, böyle gerçekten muhteşem insanlar, harika insanlar işte bize bu muhteşem Salâvâtı bırakmıştır…

İstigâsesi-Yalvarışı vardır biraz sonra okuruz..
İst-igâse: Meded isteyiş. Yardım istemektir.
İstigâsesi Salâvâtı bunlar gerçek hayatta yaşanmakta mı? Evet yaşanmakta, yaşanmakta yoksa “YAŞAnmayan YALANdır!”

Evet böyle gözü açık, yüreği açıklar ALLAH DOSTları var, hiç piyasa işi yapmadan kendi adına pazar kurmadan Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve SeLLemin İlim-Edeb-İrfÂN-ErkÂN Çizgisinden çıkmadan, insanlara şov yapmadan, HakikatHaKKı fiilen her insanın Yüreğine HakikatMuhaMMedîyyesine gösterip-İŞleyenler çok OLmuştur/OLmaktadı/OLacaktır da Hamd OLsun!..


ResimGÜL

posting.php?mode=edit&f=203&t=8096&p=76308#preview
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen Gul »

Resim

El Latîfu celle celâlihu DUÂSI

EL LÂTÎFu celle celâluhu Esmâsı ile iLgiLi;
Dertten, Kederden, Kördüğümden FEREC-ÇIKIŞ KAPIsı DUÂsı Vardır.:

Resim

Eûzu bi'llahi min eş-şeytâni'r-racîm.
Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm.

BEDENEN =>Es-salâtu ves-selâmu aleyke MuHaMMeDullah sallallâhu aleyhi ve sellem!.
NEFSEN =>Es salâtu ves-selâmu aleyke MaHMûDullah sallallâhu aleyhi ve sellem!.
KALBEN =>Es salâtu ves-selâmu aleyke HaMîDullah sallallâhu aleyhi ve sellem!.
RÛHEN =>Es salâtu ves-selâmu aleyke AHMeDullah sallallâhu aleyhi ve sellem!.
SIRREN =>Es salâtu ves-selâmu aleyke HABÎBullah sallallâhu aleyhi ve sellem!.


Resim

ARAPÇASI.:

latîfu entellezi teltifu bî-ıbâdike ve tusiluhum ilâ envâi'n- niamı ve terfuki biehli'l- hicâbî fetuhrecuhum min ğavailin nikami ve terhamu min ilticai ileyke bîrahmetike’l- amîmete ve teczibehu ile’l- envâri mine’z- zulmi ta’lemu hafiyyati’l- eşyâi ve dekaikıha ve tecudu bî-ihsânike ala ibâdike bienvâi’l- berri ve keşfi dekâikiha.
Es’eluke ALLAHumme bî-latîfi lutfike ve feyzi fazlike ve durreti bahri cudike ve kuvveti sultâni askerike ve cunudike en tec’Âleni nazıyfen fil’akvâlî ve’l- ef’alî refiykan fi'l-halî ve'l-malî verzuknî min bereketi lutfike hazzan vâfiren ve e’ınnî alâ kabuli asarî fadlike vec’al lî minhu hasemen vafiren zâhiren ve eyyedenî bî-tedbîrike lienale min bahri cûdike feyzan zâhiren inneke ente’r- rahîmu latîfu edriknî bilutfike’l- hafîyyi..


Resim

''Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike (Muhammedîyyeti) ve Nebîyyike (Mahmudîyyeti) ve Resûlike (Ahmedîyyeti) ve Nebîyyûl-ümmîyyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi ve's-sahbihi ve EhL-i Beytihi ve ÜMMetihi.''

İnşallahurahman

Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.


TÜRKÇESİ.:

Latîf ALLAH celle celâlihu!
Sen’sin Kullarına iltifat eden karşılıksız İHSÂN eden!
Ve Sen’sin sayısız ni’metleri hasıl eden, meydana getiren!
Ve Sen’sin Perdelilerin, “Halk içinde HAKk’la OL-AN” ların Refiki-Yoldaşı!
Ve Sen’sin; musibetler, belâlar, dertler, sıkıntılar, kederler, hüzünler, felâketler, âfetler ve nikmetler olan intikamlar, öc almalardan; Yoldan çıkmış, yolunu şaşırmış azgınları selâmete çıkaran!
Ve Sen’sin Sana ilticâ edip sığınanlara her zaman, her yer ve hâlde umumen RAHMET eden!
Ve Sen’sin Zulmet Karanlıklarından NURULLAHına CEZB eden, kendine çeken!
Ve Sen’sin Eşyâ Gizlilik Sırlarını ve dakaiklerini- anlaşılması çok dikkat isteyen inceliklerini ve keyfiyetlerini bilen ve bildiren..
Ve Sen’sin Kuluna lutfen-İHSANınla, Eşyanın sayısız BeRR Gerçekliğinin ve Hakikatının Keşfini vücûda getiren ve CÛD-cömertliğini Herşey ve Herkese yağdıran el CEVVÂD ALLAH celle celâluhu!.


ALLAHım celle celâlihu!.
El Latîf celle celâlihu İsm-i Şerîfin hürmetine SEN-in LUTFundan İsterim!.


El Latîf celle celâlihu İsm-i Şerîfin hürmetine SEN-den; Fazlından- Cömertlik, İhsan, Kerem, İlim, Ma'rifet, Üstünlük, Hüner, Tefâvüt, İnayet ve Hidayetinden Feyzinin-Bolluk, Bereketini İsterim!.

El Latîf celle celâlihu İsm-i Şerîfin Hürmetine SENin Cömertlik-CÛD Denizinden, muhtaçlığımı kimselere bildirmeye meydan vermeksizin lütuf ve ihsandan bir damla İNCİ Dilerim!.

El Latîf celle celâlihu İsm-i Şerîfin hürmetine SEN-den;
SÖZlerimi ve Fiillerimi temiz, pâk ve nazik kıl diye,
HÂLime ve MALıma Refik-Yoldaş ol diye,
Madde ve Mânâda SULTANÎ Askerleriyin ve Ordularıyın güç, kuvvet ve yardımını dilerim!.


El Latîf celle celâlihu İsm-i Şerîfiyin Bereketinden SENin Lutfunla Hazan- Sevinçle, Hoşlukla, Zevkle, Saadetle, Nimet Bahtlı Nasible ve Sürurla çok çok bolca Dilerim!.

El Latîf celle celâlihu İsm-i Şerîfiyin Fazl Hediyeyesi Âtiyyesinden El Latîf celle celâlihu hürmetine Beni de Ni’metlendirmeni Dilerim!.

El Latîf celle celâlihu İsm-i Şerîfin hürmetine SEN-den Benim için El Latîf celle celâlihu İSM-i ŞERÎFiyin LUTFundan kesin olarak bir Problemlerimden, engellerimden ve Manevî saptırıcılarımdan kurtuluşumu hâlledip neticeye varmamda Zâhiren-açıkça ve bolca hidâyet kılmanı Dilerim!.
El Latîf celle celâlihu İsm-i Şerîfin hürmetine;
SEN-in Tedbirinle- Bir duamın karşılığını te'min edecek veya def' edecek yolu bulmamda başarmam için lâzım gelen hazırlık ve uygulamamda,
SEN-in CÖMERTlik DENİZİnden en feyzle-bolca ve zâhiren-açıkça NÂİL olmam ve MURADıma Ermem için,
El Latîf celle celâlihu Adınla, Beni TE’YİD Etmeni-Kuvvetlendirmeni, Sağlamlaştırmanı, Metânet vermeni, HAKk’ta Doğrulamanı, HAYR-da doğru çıkarmanı ve Desteklemeni İsterim-Dilerim-DUÂ Ederim!.
Kesinlikle ve Şüphesiz ki Er RAHÎM ALLAH celle celâlihu SENsin!.


El Latîf celle celâlihu!.
En Derekede-Dipteyim ve Doruk’a çıkarmanı- DUÂmı DUYmanı-Yardım etmeni El Hafî celle celâlihu İsminle lutfundan Dilerim-DUÂ Ederim, RABBu’l-Âlemîn ALLAH-ımız celle celâlihu!.


Resim ''ALLAHumme salli ve sellim ve bârik aLâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebîyyike (MahMudîyyeti) , ve
RasûLike (AhMedîyyeti) ve
Nebiyyî'l-Ummiyyi (HabBiBâyyeti) ve aLâ âLihi, EHL-i BEYtihi ve Sahbihi ve ÜMMetihi... ''

ALLAHı Zü'l-Celâl'in SaLât SeLâmeti SeLâmi KeLâmi ve MeLâmı cÜMMLemizin HAKk ve HAYR Üzerimize OLsun!. İnşâe ALLAH!.


Âmin yâ Latîf ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Rahîm ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ VeDÛD ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Vehhâb ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Fettâh ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ Settâr ALLAH celle celâluhu
Âmin yâ ALLAH!. yâ ALLAH celle celâluhu!..

ÂMiNe yâ MuÎn!.
RaBBu’l-ÂLemîn!.
RAHMetenLi’L- ÂLemîn!.

Ve'l-HaMduliLLÂhiraBBu’l-ÂleMîNN!.


ResimGÜL
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

239-)SÂHİBü’L- HÜCCET sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBü’L- HÜCCET sallallahu aleyhi vesellem.:
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in => Akl-ı Silm SâhibLeri için =>Yüce EMÂNeti olan Kur’ÂN-ı Kerîm’in Hücceti ve Şâhidi =>İsmetin Menba’ı ve SÂHİBİ OLAN ReSûLuLLAH
sallallahu aleyhi vesellem..



Resim HÜCCEt=>sözlükte “delil, burhan, senet” anlamına gelen hüccet (çoğulu hücec) “bir davanın sıhhatine delâlet eden şey” demektir..

Hacc.: Kasdetmek. Muârazada delil ve bürhan ile galip olmak. Bir yere çok tereddütle varıp gelme. Şâyan-ı tâzim bir şeye teveccüh. Bir şeyden feragat etmek.
Hacîc.: (Hâcc. c.) Hacılar. Hüccet getirenler..
Hücec.: (Hüccet. c.) Deliller, senedler, vesikalar.
Hüciyyet.: İhticaca salih olma. Delil sayılabilme, sağlam delil kabul edilir olma.

Muhâcce.: (Hüccet. den) İddiâ edip münakaşa ederek deliller ve hüccetler gösterme. İsbatlar gösterme.
İhticâc.: (c.: İhticacat) Delil, vesika, şahit göstermek. Münâzaa ve mürâfaada hüccet ve delil göstermek. Bir mes'elenin şüphesizliğini delillerle isbat etmek..
İhticâcacen.: Delil, şahid ve vesika gösterme yoluyla..

Hüccet.: Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. tutanak, belge, mahkemede delil. Şâhid..

Hüccetü’l-İslâm.: İslâmın delili, hücceti..
Hüccet-i Katı’a.: f. Kat'i delil. Bir şeyin doğruluğunu şeksiz, şüphesiz isbata vesile olan..
Hüccet-i Müsbite.: Bir şeyin isbatında delil olan hüccet..

Hüccet.: ALLAHu zü’L- CeLÂL’in yarattığı her şey/herkese KULLarının âdil davranması için AKLî/nAKLî VERiLerdir. HAKk TeÂLÂ’ın kullarına zulmedenin onlar adına dâvâcısı ALLAHu zü’L- CeLÂLdir. ALLAH celle celâlihu da bir kimsenin hasmı oldu mu, artık o kimsenin tutunabileceği bütün HüccetLer =>BâtıLdır ve KuDReTuLLÂH karşısında bir te’siri yoktur..

HÜCCEt =>Arapça "H-C-C" kökünden gelen "huccat".:

Ezherî, buna huccet denmesinin sebebini, kendisine yönelmek olarak izâh etmektedir..
(Ezherî, Tehzîbü’l-Luga, III, 390; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, II, 228.)

Mecelle’de, “Beyyine, Hüccet-i Kaviyye demektir” (md. 1676)

Hüccet.: Burhan, delil, senet, belge, fatura, seçkin âlimlere verilen ünvân. Çoğulu hucec ve hıcâctır.
Hüccet.: "İleri sürülen bir görüşün doğruluğuna delâlet eden, onu kuvvetlendiren şey" Bu şey aynı zamanda iki zıt şeyden birisinin geçerliliğini de gerekli kılar. "Delil" ile aynı anlamı taşıdığı da söylenir..
(Cürcânî, Ta'rifât, s. 82; Isfahânî, Müfredât, s. 155).

Hüccet- Delil- Burhan kelimeleri benzer anlamlıdır.:
Delil.: Doğru yolu gösteren, meçhulü keşfetmekte ve malumun sıhhatini ispat etmekte vasıta ve âlet ittihaz olunan hususlar demektir.
Hüccet.: Bir iddianın doğruluğunu ispat için gösterilen resmi vesika ve senet demektir.
Burada hüccet, nesne ve vasıta makamındadır. Delil ise nesne ile yani hüccet ile elde edilen aklî ve zihnî çıkarımlardır. Yani hüccet el ile tutulur gözle görülür bir vesika iken, delil daha ziyâde zihinde ve akıldaki önermeler ve hükümlerdir..
Burhan.: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet demektir. Deliller içinde de kuvvet makamları vardır ki, burhan deliller içinde kuvvetli bir makamı ifade ediyor. Burhan, inkarı kabil olmayan kuvvetli delil demektir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hadis-i Şerîflerinde; "hüccet, hacîc, muhâcce." ve "ihticâc." tâbirleri geçmektedir.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mûsâ aleyhisselâm ile Âdem aleyhisselâm'ın kader konusunda tartıştığını (muhâcce) ve Âdem aleyhisselâm'ın Mûsâ aleyhisselâm'ı mağlûb ettiğini açıklamıştır.
(Buhârî, "Enbiyâʾ", 31, "Tevḥîd", 37; Müslim, "Ḳader", 13-15)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Amcası Ebû Tâlib'e Kelime-i Tevhidi söylemeyi telkin edip ALLAH celle celâlihu nezdinde bununla “ihticâc”da bulunabileceğini bildirmiştir.
(İ. Ahmed, Müsned, V, 433)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem. itaatten ayrılan kimsenin kıyamet gününde hüccet sâhibi olamayacağını buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, II, 70).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, cennetle cehennem arasında bir tartışmanın (muhâcce) vuku bulacağını bildirmiştir.
(İ. Ahmed, Müsned, II, 314)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ''Abdest imanın yarısıdır. Elhamdulillah mizânı doldurur. Subhanallah ve'l-hamdulillah da göklerle yer arasını doldururlar -yahut doldurur-, namaz bir nûrdur, sadaka bir burhandır, sabır bir ışıktır, Kur’ÂN senin lehine ya da aleyhine bir hüccettir. Bütün insanlar sabah gider ve nefsini satar. Bu sebeble ya onu hürriyetine kavuşturur (azâd eder) yahut onu helâke götürür. '' buyurdu.
(Ebu Mâlik el Eş’arî radiyallahu anhu’dan; Müslim, "Tahâret", 1; Tirmizi, 3517; Tuhfetu'l-Eşraf, 12167),

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben de sizin gibi bir insanım. Siz dâvâlarınızın halli için bana geliyorsunuz. Bâzınızın HÜCCET yönüyle, diğer bâzısından daha iknâ edici olması sebebiyle ben, dinlediğime istinâden onun lehine hükmedebilirim. Kimin lehine kardeşinin hakkından bir şey hükmetmişsem (bilsin ki), onun için cehennemden bir ateş parçası kesmiş olurum.” buyurmuştur.
(Buhârî, Şehâdât 27, Mezâlim 16; Müslim, Akdiye 5)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Temizliğini tam yapıp, vakitlerine uyarak beş vakit namaza devâm eden kimseye o namaz kıyâmet gününde NÛR, HUCCET ve DELÎL olur. Kim namazı zâyi ederse, Fir'avn ve Hâmân ile haşrolur.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed bin Hanbel, Müsned)

Elli dört farzdan biri de Kur’ÂN-ı Kerîm’i huccet, tutmak, O'nun hükmüne râzı olmaktır.. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

Resim
HÜCCEt =>Kur’ÂN-ı Kerîmde HÜCCet.:

HÜCCEt=>Hüccet-i Bâliğa.: Kemâl bulan, hedefe ulaşan asıl delil. ALLAH'a mahsus olup buna karşı getirilen hüccetler boştur ve O'nun hakkında tartışmaya girişilmemelidir..


قُلْ فَلِلّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ
Resim---“Kul fe lillâhi’l- huccetu’l- bâligah (bâligatu), fe lev şâe le hedâkum ecmaîn (ecmaîne).: De ki: “Artık en kuvvetli (kesin, sağlam ve maksada ulaştıran) delil, ALLAH'ındır. Öyleyse eğer O (ALLAH) dileseydi, elbette sizin hepinizi hidâyete erdirirdi.” (En'âm 6/149)

HÜCCEt=>İhticâc-delil getirmek oLarak.:

رُّسُلاً مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
Resim---“Rusulen mubeşşirîne ve munzirîne li ellâ yekûne lin nâsi alâllâhi huccetun ba’der rusul(rusuli). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).: (Onlar) müjdeleyici ve uyarıcı resûllerdir ki, insanların, resûllerden sonra ALLAH'a karşı (bizi uyaran ve müjdeleyen bir resûl gelmedi diye) hüccetleri (delilleri) olmasın. Ve ALLAH, AZÎZ'dir, HAKÎM'dir.” (Nisâ 4/165)

HÜCCEt=>Muarızın/Karşı gelenin delilini reddedip ona üstün gelmek için tartışmaya girişmek oLarak.:

فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Resim---“Fe li zâlike fed’u vestekım kemâ umirt(umirte), ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâb(kitâbin), ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecmeubeynenâ, ve ileyhil masîr(masîru).: (Ey Rasûlüm) İşte bunun için, artık sen onları davet et. Ve emrolunduğun gibi istikamet üzere (ALLAH'a doğru) ol. Ve onların heveslerine tâbî olma. Ve onlara de ki: “ALLAH'ın kitaptan indirdiği şeye îmân ettim. Ve sizin aranızda adil (adaletli) olmakla emr olundum. ALLAH, sizin de RABBiniz bizim de RABBimiz. Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz size. Sizinle bizim aramızda bir huccet (çekişme) yoktur. ALLAH, bizi bir araya toplayacak. Ve dönüş, O'na (ALLAH'adır).” (Şûrâ 42/15)

HÜCCEt=>Kur’ÂN-ı Kerîm'de bu kelime “hüccet” kalıbının dışında, "hâce", "hâcec" ve "hâcce" gibi benzer kalıplarda toplam olarak 33 âyette geçmektedir. Bunlardan 13’ünde İsIâm'ın Beş Esasından birisi olan "Hac" ibâdeti (Bakara, 2/89, 196 ve 197) bir yerde de; "yıl" anlamında kullanılmıştır (Kasas, 28/27) Bu sonuncuların konumuzla fazla ilgisi yoktur..

HÜCCEt=>Geriye kalan 19 yerden 11’inde daha çok "hâce" ve "hâcec" kalıplarında "tartışma" ve "delil getirme" anlamlarında kullanılmıştır.:


يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَآجُّونَ فِي إِبْرَاهِيمَ وَمَا أُنزِلَتِ التَّورَاةُ وَالإنجِيلُ إِلاَّ مِن بَعْدِهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
Resim---“Yâ ehlel kitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme ve mâ unziletit tevrâtu vel incîlu illâ min ba’dih(ba’dihî), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).: Ey Kitab ehli! Hz. İbrahim hakkında nasıl tartışıyorsunuz ki; Tevrat ve İncil ondan önce indirilmedi ki (ondan sonra indirildi). Hâlâ akıl etmiyor musunuz?” (Âli İmrân 3/65)

هَاأَنتُمْ هَؤُلاء حَاجَجْتُمْ فِيمَا لَكُم بِهِ عِلمٌ فَلِمَ تُحَآجُّونَ فِيمَا لَيْسَ لَكُم بِهِ عِلْمٌ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---“Hâ entum hâulâi hâcectum fî mâ lekum bihî ilmun fe lime tuhâccûne fî mâ leyse lekum bihî ilm(ilmun), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).: İşte siz busunuz. Kendisine dair ilminiz olmayan bir şey hakkında tartıştınız. Artık bilginiz olmayan bir şey hakkında siz niçin tartışıyorsunuz? Ve ALLAH bilir ve siz bilmezsiniz.” (Âli İmrân 3/66)

وَحَآجَّهُ قَوْمُهُ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللّهِ وَقَدْ هَدَانِ وَلاَ أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلاَّ أَن يَشَاء رَبِّي شَيْئًا وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا أَفَلاَ تَتَذَكَّرُونَ
Resim---“Ve hâccehu kavmuh(kavmuhu), kâle e tuhâccûnnî fîllâhi ve kad hedân(hedâni), ve lâ ehâfu mâ tuşrıkûne bihî illâ en yeşâe RABBî şey’â(şeyen), vesia rabbî kulle şey’in ilmâ(ilmen), e fe lâ tetezekkerûn (tetezekkerûne).: Ve kavmi onunla tartıştı. “(Rabbim) beni hidayete erdirmişken, ALLAH hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ona ortak koştuklarınızdan, RABBimin bir şeyi dilemesi hariç ben korkmam. RABBim ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” dedi.” (En'âm 6/80)

وَإِذْ يَتَحَاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفَاء لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنتُم مُّغْنُونَ عَنَّا نَصِيبًا مِّنَ النَّارِ
Resim---“Ve iz yetehâccûne fîn nâri fe yekûlud duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ nasîben minen nâr (nâri).: Ve onlar ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar kibirlenenlere: "Gerçekten biz size tâbî olduk. Şimdi siz, ateşten nasibimizi bizden giderebilir misiniz?" derler.” (Mü'min 40/47)

HÜCCEt=>Bizzât, "huccet" kalıbının kullanıldığı 8 âyetten birisinde, "tartışma" anlamında.:

فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Resim---“Fe li zâlike fed’u vestekım kemâ umirt(umirte), ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâb(kitâbin), ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecmeubeynenâ, ve ileyhil masîr(masîru).: (Ey Rasûlüm) İşte bunun için, artık sen onları davet et. Ve emr olunduğun gibi istikamet üzere (ALLAH'a doğru) ol. Ve onların heveslerine tâbî olma. Ve onlara de ki: “ALLAH'ın kitaptan indirdiği şeye îmân ettim. Ve sizin aranızda adil (adaletli) olmakla emrolundum. ALLAH, sizin de RABBiniz bizim de RABBimiz. Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz size. Sizinle bizim aramızda bir huccet (çekişme) yoktur. ALLAH, bizi bir araya toplayacak. Ve dönüş, O'na (ALLAH'adır).” (Şûrâ 42/15)

HÜCCEt=>Diğer âyetlerde ise "Delil ve Burhan" anlamında kullanılmıştır.: Bakara, 2/150; Nisâ, 4/165; En 'âm, 6/83,149; Şûrâ, 42/16; Câsiye, 45/25..

وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ عَلَى قَوْمِهِ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاء إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve tilke huccetunâ âteynâhâ ibrâhîme alâ kavmih (kavmihî), nerfeu derecâtin men neşâ’(neşâu), inne RABBeke hakîmun alîm (alîmun).: Ve işte bunlar, İbrâhîm'e, kavmine karşı verdiğimiz delillerimizdir. Dilediğimiz kimselerin derecelerini artırırız. Muhakkak ki; senin RABBin hakîm (hükmün ve hikmetin sahibi)dir, alîmdir (en iyi bilendir).” (En'âm 6/83)

قُلْ فَلِلّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ
Resim---“Kul fe lillâhi'l- huccetul bâligah (bâligatu), fe lev şâe le hedâkum ecmaîn (ecmaîne).: De ki: “Artık en kuvvetli delil, ALLAH'ındır. Öyleyse eğer O (ALLAH) dileseydi, elbette sizin hepinizi hidayete erdirirdi.” (En'âm 6/149)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimHÜCCET.: “Şüphelerini gidererek mâzeretleri ortadan kaldıran delîl” demektir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in İçinde Yaşadığımız KULLuk ÂLeMinde =>Sonsuz HüCCetLer-DeLiLLerden sonra Şirk ve Küfür Ehlinin ALLAH celle celâlihu’ya karşı söyleyecek tek sözü.: “Eşhedü en Lâ İLâhe İLLâ ALLAH ve Eşhedü enne MuhaMmede’r-ResuLuhu ve Adbduhu.”dur..

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in KuLLarı Üzerindeki HÜCCETi.;

1-) MİSÂK.: ALLAHu zü’L- CeLÂL’nın RABBLiğinin kabulüne dâir kulların ruhlarından alınan ikrâr ve şirk koşmamak üzere verilen sözdür.:


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---“Ve iz ehaze RABBuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu biRABBikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevme’l- kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn (gâfilîne).: Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin RABBin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şâhid tuttu. (ALLAHu TeALÂşöyle buyurdu): “Ben, sizin RABBiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim RABBimizsin), biz şâhid olduk.” (A’râf: 7/172)

أَوْ تَقُولُواْ إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
Resim---“Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim, e fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûn (mubtilûne).: Veya fakat daha önce babalarımız da şirk koştu ve biz onlardan sonraki nesiliz. Hal böyle iken bâtılla amel edenlerin yaptıklarından dolayı mı bizi helâk edeceksin?” dersiniz diye.” (A’râf: 7/173)

وَكَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Resim---“Ve kezâlike nufassılul âyâti ve leallehum yerci’ûn (yerci’ûne).: Ve işte böyle âyetlerimizi ayrı ayrı açıklıyoruz ki; böylece onlar, (ALLAH'a) dönsünler diye.” (A’râf: 7/174)

Resim---Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “ALLAH celle celâlihu, cehennemlik arasında azâbı en hafif olana.: “Dünyâ ve içindekiler senin olsaydı onu fidye olarak verir miydin?.” buyuracak. Kâfir.: “Evet!.” diyecek. ALLAH celle celâlihu.: “Âdemin sülbündeyken BEN senden bundan daha kolayını şirk koşmamanı ve seni cehenneme koymamamı istedim. Ama sen şirk koşmaktan başkasını kabul etmedin!.” buyuracak.” buyurmuştur.
(Buhârî (3334); Müslim (2805)…)

2-) FITRAT.: ALLAHu zü’L- CeLÂL’in mahlûkatı kendisini bilip tanıyacak, idrak edecek bir hal ve kabiliyet üzere yaratmasıdır.:

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---“Fe ekim vecheke li’d- dîni hanîfâ (hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh (halkıllâhi), zâlike’d- dînu’l- kayyimu ve lâkinne eksere’n- nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, ALLAH'ın hanif fıtratıyla ki; ALLAH, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. ALLAH'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.” (Rûm 30/30)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her doğan mutlaka fıtrat üzerine doğar. Sonra anne ve babası onu Yahûdî, Hıristiyan veya Mecusî yapar.” buyurmuştur.
(Buhârî (6599); Müslim (2658)…)

3-) AKIL.:BiLgiyi kabule hazır olan güçtür.:

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---“Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh (iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve ALLAH'ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü'min olması (mümkün) olamaz. Ve (ALLAH), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap) verir.” (Yûnus 10/100)

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ
Resim---“Tekâdu temeyyezu mine’l- gayz (gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr (nezîrun).: (Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.” (Mülk: 67/8)

قَالُوا بَلَى قَدْ جَاءنَا نَذِيرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللَّهُ مِن شَيْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ كَبِيرٍ
Resim---“Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr (kebîrin).: Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve ALLAH hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.” (Mülk: 67/9)

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ
Resim---“Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbi’s- saîr (saîri).: Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.” (Mülk: 67/10)

4-) RİSÂLET.:ALLAHu zü’L- CeLÂL’in vahyini insânlara ulaştırmaları için peygamberlerini görevlendirerek göndermesidir.:

رُّسُلاً مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
Resim---“Rusulen mubeşşirîne ve munzirîne li ellâ yekûne li’n- nâsi alâllâhi huccetun ba’der rusu l(rusuli). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ (hakîmen).: (Onlar) müjdeleyici ve uyarıcı resûllerdir ki, insanların, resûllerden sonra ALLAH'a karşı (bizi uyaran ve müjdeleyen bir resûl gelmedi diye) hüccetleri (delilleri) olmasın. Ve ALLAH, Azîz'dir, Hakîm'dir.” (Nisâ 4/165)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, her ümmete bir peygamber yahut peygamberin dâvetini yayan bir kimse göndermiş ve HÜCCETini ikâme etmiştir.:

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Resim---“Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibû’t- tâgût (tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhi’d- dalâleh (dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetu’l- mukezzibîn (mukezzibîne).: Andolsun, biz her ümmete.: "ALLAH'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine ALLAH hidâyet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.” (Nahl 16/36)

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ
Resim---“İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ (nezîren), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr (nezîrun).: Muhakkak ki Biz seni, hak ile müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik. İçinden bir nezir gelip geçmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur.” (Fâtır 35/24)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, cennetle müjdeleyici ve cehennem ile de korkutucu rasûl göndermeden hiçbir kavme azâb etmemiştir. Azâb ancak Risâlet HÜCCETi kendilerine geldiği halde ondan yüz çevirenler içindir.:

مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً
Resim---“Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih (nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ (resûlen).: Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekmez. Biz bir Peygamber göndermedikçe, hiç kimseye azâb edecek değiliz.” (İsrâ 17/15)

Şirk işleyen kimseye “müşrik”, küfür işleyenin de “kâfir” hükmü verilmesi, risâlet HÜCCETinden önce de sâbit olan bir hükümdür.:
ALLAHu zü’L- CeLÂL şöyle buyurmaktadır.:


لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ مُنفَكِّينَ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُ
Resim---“Lem yekunillizîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne munfekkîne hattâ te’tiye humu’l- beyyineh (beyyinetu).: Kitab Ehlinden ve müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine beyyine (açık delil) gelinceye kadar (küfürlerinden) ayrılacak değillerdir.” (Beyyine 98/1)

وَإِنْ أَحَدٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ حَتَّى يَسْمَعَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ
Resim---“Ve in ehadun mine’l- muşrikînestecâreke fe ecirhu hattâ yesmea kelâmallâhi summe eblighu me'menehu, zâlike bi ennehum kavmun lâ ya'lemûn (ya'lemûne).: Ve eğer müşriklerden birisi senden yardım isterse, o taktirde, ALLAH'ın kelâmını işitinceye kadar onu himaye et. Sonra onu emin olduğu yere ulaştır. İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.” (Tevbe 9/6)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Kur’ÂN-ı Kerîm ile birlikte gönderilmesiyle Risâlet HÜCCETi artık kıyâmete kadar tüm insânlık için gerçekleşmiştir.:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---“Ve mâ erselnâke illâ kâffeten li’n- nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne eksere’n- nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Ve Biz, seni (kâinattaki) insanların hepsi için müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olmandan başka bir şey için göndermedik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe' 34/28)

Bu ümmet içindeki şirk koşanları ehli kitâba benzetmek büyük bir sapıklıktır. Zîrâ ehl-i kitâbın, ehli kitâb olmaları dînlerinin nesh ve kitâblarının da tahrif olmasıdır. Bizim dînimiz İslâm ise kıyâmete kadar tek dîn olarak göndermiştir. ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur’ÂN-ı Kerîm’i indirmiş ve onu korumayı da kendi üstüne almıştır.:

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Resim---“İnnâ nahnu nezzelne’z- zikre ve innâ lehu le hâfizûn (hâfizûne).: Muhakkak ki zikri (Kur'ÂN-ı Kerim'i), BİZ indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka BİZiz.” (Hicr 15/9)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, HÜCCETlerini ikâme etmiştir. Bu sebeble şirk ve küfür üzere ölenleri asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları ise dilediği kimseler için affeder.:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
Resim---“Yâ eyyuhân nâsuttekû RABBekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar, RABBiniz'e karşı takvâ sahibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten (Âdem aleyhis selâm'dan) yarattı. Ve ondan zevcesini yarattı ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O'nunla (O'nun adı ile) birbirinize dilekte bulunduğunuz ALLAH'a karşı takvâ sahibi olun ve rahimlerden (akrabalık haklarından) sakının. Muhakkak ki ALLAH, sizin üzerinizde murakıbtır (sizi kontrol edendir).” (Nisâ: 4/48)

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا
Resim---“Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bil vâlideyni ihsânen ve bizi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni ve’l- câri zi’l- kurbâ ve’l- câril cunubi ve’s- sâhıbi bil cenbi vebni’s- sebîli, ve mâ meleket eymânukum. İnnallâhe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ (fehûran).: Ve ALLAH'a kul olun. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve ana-babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa (eşlere), yolda kalmışa ve elinizin altında sahip olduklarınıza (köleye, câriyeye, işçilere) ihsanla davranın. Muhakkak ki ALLAH, kibirli olan ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisâ: 4/36)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Osman b. Maz’un radiyallahu anhu’ya.: "Âilenin senin üzerinde hakkı vardır. Misâfirinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır" buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Tatavvu, 27.)

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 240-)SÂHİBÜ’L-İZÂR sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBÜ’L-İZÂR sallallahu aleyhi vesellem.:
Kâinâtın, İslâm Dînimizin ve BİZim İsmet ve İffet Kaynağı OLAN ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..


İZAR.: Peştemal. Futa. Göğüsten aşağı örtülen elbiseler. İsmet, iffet. Zevce.


Resim 241-)SÂHİBü’r-RİDA sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBü’r-RİDA sallallahu aleyhi vesellem.:
İslâm Dînimizin İsmet ve İffet Kaynağı OLAN ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..


RİDA.: örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. akıl. ilim. seha. zînet. parlaklık veren şey. hırka.


Resim 242-)SÂHİBü’L-MİĞFER sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBü’L-MİĞFER sallallahu aleyhi vesellem.:
İsLâm DîNimizin AKL-ı KüLL Sâhibi OLAN ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..


MİĞFER.: Ateşli Silâhların İcadından Evvel, Muharebede Kılıç, Mızrak Ve Ok Gibi Harp Âletlerinden Korunmak İçin Başa Giyilen Bir Nevi Başlık İdi. Miğfer, Zırh İle Beraber Bir Bütün Teşkil Ederdi..


Resim 243-)SÂHİBü’t-TÂC sallallahu aleyhi vesellem.[/b]

SÂHİBü’t-TÂC sallallahu aleyhi vesellem.:
İslâm Dînimizin AKL-ı KüLL OLuşunun işâreti HAREM Örtüsü Sâhibi OLAN ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..


TÂC.: hükümdarların başlarına giydikleri mücevherli ve kıymetli taşlarla süslü başlık. * müslümanların, peygamberimizin sünnetine uygun olarak veya onu temsilen başlarına sardıkları örtü; sarık, imame..


Resim 244-)SÂHİBü’L-LİVÂü’L-HAMD sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBü’L-LİVÂü’L-HAMD sallallahu aleyhi vesellem.:
Kendisine inananların Kıyâmetten sonra altında toplanacakları SAncağın/Bayrağın Sâhibi OLAN ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..


LİVÂ.: bayrak. sancak. eskiden kazadan büyük, vilâyetten küçük yerleşme merkezlerine denirdi. tugay. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme âit sancak..
LİVÂÜ’L-HAMD.: Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in bayrağı. O'na inananların Kıyâmetten sonra altında toplanacakları SAncağın/Bayrağın adıdır..

Azîz CÂNLar;
Nefs-i Merzîyye o ki;
Nefsin Hâfî Nefs mertebesidir.
AHADÎ Tecellîlerin AHMEDÎ Zuhûratı her nefsin nâsib ve kısmetince ikrâm edilir.
Her kademede nefsin Tevhidî Öğretim ve Eğitimi Muhammedî Tasavvufun konusu ve işidir...
Bizim anladığımız kadarıyla âlemde/kâinâtta olanın aynısı Âdemde/insanda da vardır.
Letâiflerin ve Nefs Mertebelerinin renkleri konusunda da biz âcizâne farklı düşünüyoruz..
Pek çok tasavvuf ehli kimseler Nefs-i Sâfiyeye beyaz ışık ve diğer renkler bunun içinde demişlerdir..
Biz ise, AHMEDÎ yaklaşımla Akdes Noktası’nda AHAD Karanlığında, Bilinemezlik Yutuculuğu ve Kara deliği olarak anlıyoruz.
Bilinemezlik ve gelinip görülemezlik zifiri karanlık renksizliği...
Ahfâ; en hafî olan, daha gizli ve pek kapalı olandır.
Ahmedî Makamdır.. El AHAD celle celâluhu'ya hamdetmeyi kendisinden öğrendiğimiz AHMED aleyhisselâm Makamı..

AHMED aleyhisselâm, Livâu’l- HAMD Hamd Sancağı'nın tek sahibi...

Kütüb-i Sitte Dışındaki Hadis İmamları Müsnedlerinde.:
10-) “Bana arzın anahtarları verildi
اُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ اَرْضِ "
11-)AHMED diye İsimlendirildim"
وَسُمّيتُ اَحْمَدَ "
12-) “Ümmetimin en hayırlı ümmet kılındı"
وَجُعِلَتْ اُمَّتِى خَيْرَ اُمَمِ "
13-) “BENİM geçmiş ve gelecek günahlarım affedildi"
غُفِرَ لِي مَا تَقَدّمَ مِنْ ذَنْبِى وَمَا تَأخّر "
14-) “BANA KEVSER VERildi
س وَاُعْطِيتُ الْكَوْثَرَ "
15-)“ARKADAŞINIZ Kıyamet Günü LİVÂu'L- HAMD'in SAHİBİDİR"
اِنَّ صَاحِبَكُمْ لَصَاحِبُ لِوَاءِ الْحَمْدِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ "
16-) “ŞEYTAN’ım kâfirdi, ALLAH o’na karşı bana yardımcı oldu da MÜSLÜMAN oldu."
كَانَ شَيْطَانِي كَافِراً فَأعَانَنِى اللَّهُ فَاسْلَمَ "
(İbnu Hacer, Ahmed İbnu Hanbel ve Bezzâr'ın Müsned'leri)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Kabirden ilk kaldırılacak olan benim. İnsanlar toplanmaya başladıkları zaman onlara ilk hitap edecek olan benim. Onlar ümidsizliğe düştükleri zaman onlara ilk müjdeyi ben vereceğim. O gün Livâu'l-HAMD BENim elimdedir. Ben, ALLAH İndinde Âdemoğlunun en şereflisiyim. fakat öğünmem!.” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Peygamberimiz Muhammed Mustafa aleyhissalâtu vesselâm, "ÜMMetini" düşünecek ve onlardan şefaate muhtaç ve bu şefaate liyâkati olanlara şefaat edecektir.
Bu imtiyaz hadiste Makam-ı MahMûd olarak ifâde edilmiş bulunmaktadır. Zira orada Evvelîn ve Âhirîn kendisine Minnettâr olacaktır.
Cumhur bu mânada ittifak etmekle beraber başka rivâyetleri esas alarak,.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e Livâu'l-Hamd denilen sancağın verileceği makamdır" diyen âlimlerimiz de vardır.

Ahmed İbnu Hanbel'den gelen bir rivâyete göre de;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Makam-ı MahMûd nedir?" diye vâki’ bir suâle.: "Cenâb-ı HAKk'ın Kürsüsünden ineceği gündür" diye cevab vermiştir.
Bu hadisin devâmında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu açıklamayı yapar.: "O gün herkes yalın ayak, çırılçıplak getirilecek. Evvelâ İbrahîm aleyhisselam sonra da Bana Cennet Libası giydirilecek. Sonra ALLAH'ın sağında bir makamda dikileceğim. Orada bana Evvelîn ve Âhirîn hep gıpta edecek."
buyurmuştur..
(Ahmed İbnu Hanbel, Müsned.)

Mahşer Gününün “HAMD SANCAĞI” RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’e verilecektir.
(İ. Ahmed, Müsned,V, 138.)
ve bütün peygamberler O’nun bu Sancağı altında toplanacaklardır.
(İ. Ahmed, Müsned, I, 281.)

LİVÂu’L- HAMD.: RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem'in BİZ BİR-İZ HAMD SANCAĞI.. O’na inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır. RENGİ, AHADÎ-AHMEDÎ A’MÂDA KAPAKARA-SİMSİYAH NÛRULLAHtır..

Resim---RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.:
ـ عن أنسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللَّهِ #: أنَا أوَّلُ النَّاسِ خُرُوجاً إذَا بُعِثُوا، وَأنَا خَطِيبُهُمْ إذَا وَفَدُوا، وَأنَا مُبَشِّرُهُمْ إذَا أيِسُوا، وَلِوَاءُ الْحَمْدِ يَوْمَئِذٍ بِيَدِى، وَأنَا أكْرَمُ وَلَدِ آدَمَ عَلى رَبِّي وََ فَخْرَ[. أخرجه الترمذي
"insanlar (kıyamet günü) diriltilecekleri zaman yerden ilk çıkacak olan BENim. onlar (Huzur-u İlahîye) geldiklerinde (onlar adına) hatibleri BEN olacağım. (ALLAH'ın Rahmetinden) ümidlerini kestiklerinde (Rahmet ve Mağfireti) onlara BEN müjdeleyeceğim. o gün LİVÂu'l- HAMD (Hamd Sancağı) BENim elimde olacak. Âdemoğlu’nun ALLAH'a en Kerim olanı da BENim. bunda fahr yok!." BUYURDU.
(Enes radıyallahu anh’dan; Tirmizî, Menâkıb 2, (3614)

PEYGAMBERİMİZ RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem Kıyamet Gününde İnsanların EFENDİSİ OLacaktır.

(İ. Ahmed, Müsned, I, 5. Müslim, Fedail, 3. II, 1782.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamet günü geldiğinde, peygamberlerin imamı, hatibi ve şefaatlerinin sahibi olurum. bunu övünmek için söylemiyorum.” buyurmuştur.
(Tirmizî; İbn Mâce.)

Resim---RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem.: “BEN âdem evladının efendisiyim. bu sözümde övünme yok! ben kabrinden çıkan ilk insanım. ben ilk şefaat edenim. ben ilk şefaati kabul olunanım. “LİVÂÜ’L-HAMD” BENİM ELimdedir. Âdem ve ondan sonra gelenler o bayrağın altında toplanırlar.” buyurmuştur.
(Tirmizî, (hasen olarak); İbn Mâce, (Ebû Said el-Hudrî'den)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Her peygamberin kabul olunan bir DUÂsı vardır. ben o DUÂmı, Kıyamet Gününe ümmetime, şefaat olarak saklamak istiyorum.”buyurmuştur.
(Buharî, Müslim)

”Mahşer Günü’nde “HAMD SANCAĞI” RESÛLULLAH sallallahu aleyhi veselleme verilecektir.”
(İ. Ahmed, Müsned, V, 138.)

”Ve bütün Peygamberler o’nun bu sancağı altında toplanacaklardır.”
(İ. Ahmed, Müsned, I, 281.)

LİVÂu’L- HAMD.: RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem'in BİZ BİR-İZ HAMD SANCAĞı. o’na inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır. Rengi, AHADÎ-AHMEDÎ A’MÂda Kapakara-Simsiyah NÛRULLAHtır..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ene Seyyidü Veled-i Âdeme. Yevme’L-kıyâmeti ve lâ fahra, ve biyedî livâü’l- hamdi ve lâ fahra, ve mâ min nebiyyin yevme izin âdemü femen sivâhü illâ tahte livâî, ve ene evvelü men tenşakku anhü’l- ardu ve lâ fahra. ve ene evvelü şâfiin ve evvelü müşeffain ve lâ fahr.: Ben Kıyamet Günü’nde Âdemin Evlâtlarının, insan cinsinin Seyyidiyim, en Şereflisiyim, en Efendisiyim, en önde geleniyim. iftihar-övünmek yok!. ve Hamd Sancağı, LİVÂü’l- HAMD BENim elimde BENim elimde --veya iki elimde-- olacak; öğünmek yok!. ve peygamberlerden hiçbir Peygamber yoktur ki, o Kıyamet Günü’nde, Âdem ve ötekiler.. o gün hepsi benim LİVÂü’l- HAMD'imin, benim dalgalandırdığım şanlı Hamd Sancağı'nın altında olacaklar.. yeryüzü yarılıp da, içindekileri çıkardığı zaman, ilk çıkan ben olacağım övünmek yok!. Ve ilk şefaat edecek olan BEN olacağım. Ve şefaati ilk kabul olan kimse de BEN olacağım. bir övünç bahis konusu değil!."buyurmuştur..
(Ahmed İbn-i Hanbel, İbn-i Mâce ve İmam Tirmizî)

Azîz Kardeşlerim,
MUHAMMEDÎ ŞUÛR'un, NÛR’un, SÜRÛR’un ve ONUR’un BİLinmesi, ANLAşılması ve YAŞAnması, ALLAH-u zü'L-CELÂL'in HİDÂYETi, RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem'in Şefâatı, ERENLER’in Hayır
Himmeti ve KUL’un kendi Tercih ve Gayretinin ne kadar önemli OLduğu aşikârdır.
MUHAMMEDÎ NEŞ'e bir bütündür, KÜLLdür. TÜMüyLe TEKtir.
Onun için iyi DUYmamız ve UYmamızLa ULAŞaBİLirİZ.
CENÂBI ALLAH celle celâluhu'nun bize Ni’met-i Uzması (en büyük ni’met) olan MuhaMMed aleyhi’s-selâm; Dinimizin, Dünyamızın ve Âhiretimizin Şâfiî'si (şefâatçisi) KuLLuk derdimizin ŞİFÂsıdır.
AHMED aleyhi’s-selâm'ın AHAD TeALÂ'ya Hamd ve Halkına Şefâat Makamı olan Makam-ı MahMûd'undaki LİVÂü’l- HAMD'i (Hamd Sancağı) altında; Merhâmet, Muhabbet, İsmet ve İffet içinde hesabsız CeNNet EhLi olan, MuhaMMedî OLuş Şuûrunu Kelime-i Şehâdetle YAŞAyanlardan OLmak için İyi Niyet, Ciddîyet ve Samimîyyetle TesLimîyyet ve İstikâmette Azmimiz ve ALLAH TeALÂ'yı VekîL-KefîL-Nasîr-VeLî Edişimiz, Erdemimizdir...
ALLAH celle celâlihu MUÎNİMİZ OLsun. ÂMİN!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 245-)SÂHİBÜ’L-Mİ’RÂC sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBÜ’L-Mİ’RÂC sallallahu aleyhi vesellem.:
ŞeRiat DeVR-i DEVRÂNı’nda RABBı TeÂLÂsı’nı Kur'ÂN-ı Kerîm İLe BİLen,
TARikat SeYR-i SEYRÂNı’nda RABBı TeÂLÂsı’nı Kur'ÂN-ı Kerîm İLe BULan,
MÂRifet CeVL-i CeVL ÂNı’nda RABBı TeÂLÂsı’yLa Kur'ÂN-ı Kerîm İLe OLan,
HAKikat HaYR- HAYRÂNı’nda RABBı TeÂLÂsı’nın Târifsiz TECELLîsini FİİLEN BİLiş ŞeHÂDEt ŞEREfi SÂHİBü’L-Mİ’RÂC OLAN ReSûLuLLAH
sallallahu aleyhi vesellem..


Mİ’RÂC.: Merdiven, süllem. Yükselecek yer. En yüksek makam. Huzur-u İlâhî.. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenâb-ı HAKk'ın Huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir..
URuC.: Yukarı çıkmak. Yükselmek.
RÜCU’.: Geri dönmek.


Resim

KUL KITMİR’in===>HUZURun’da,
BÂTıN->BİZdik=>ZÂHiR>bENdim!.
CEMMü’L-CEM’iz>MîM NURun’da,
=====->SÂHİBi Mİ’RÂC EFENdim!.

MERZiYyeten==>ALLAH HAYydır!
=>RAZı==>RaSûLuLLAH HAYydır!
=>ZiKiR=>FiKiR=>ŞüKüR=>SaBır!
AŞKuLLAH=>ABDuLLAH HAYydır!.


ZEVK 8115

TEK-BİR ALLAH.. ===>MuhaMMedî TeKMiL-i TEVHiDin TÂCı,
CÂNda=>CÂNAN CEM’in YAŞA!.==>HÂL-i HaZıR HÂLde HACı,
==>ŞeHÂDet ÂLeMin==>ŞÂHiD==>Eş ŞEHîDü’L- AHAD-VÂHiD,
Bu ÂLEMde==>ŞiMDi=>Şu ÂN==>Şe’ÂNuLLAH=>ŞÂH Mİ’RÂCı!.


22.04.17 19:06
brsbrsmm..tktktrstkkmdecâncÂnÂn..


Resim yuSEBBİHu SEMÂ’mız..

MERKEZde>HAKk MUHİTte->HAYy,
DÖNdürEN DOst!.=>DÖNENi DOst!.
MAHŞER<=>ELESt->ÂHiDde HAYy,
YÖNdürEN DOst!.=>YÖNENi DOst!.


celle celâlihu..
aleyhisselâm..


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim KELÂMULLAH’ta Mİ’RÂC.:

Mİ’RÂC, Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya oradan da ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Huzuruna yükseldiği SEYR-i SEBBAHasıdır. Recep ayının 27. gecesine Mİ’RÂC gecesidir. Mİ’RÂC kelime anlamı itibariyle göğe çıkma, yükselme anlamlarına gelir. İSRâ ve Mİ’RÂC Hâdisesi, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hicretinden 18 ay evvel vukû’ bulmuştur.


سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---“Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).: Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.” (İsrâ 17/1)

وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى * مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى * وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى * إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى * عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى * ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى * وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى * ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى * فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى * فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى * مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى * أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى * وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى * وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى * عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى * عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى * إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى * مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى * لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى
Resim---“Ven necmi izâ hevâ. * Mâ dalle sâhıbukum ve mâ gavâ. * Ve mâ yentıku ani’l- hevâ. * İn huve illâ vahyun yûhâ. * Allemehu şedîdu’l- kuvâ. * Zû mirreh (mirretin), festevâ. * Ve huve bi’l- ufuki’l- a’lâ. * Summe denâ fe tedellâ. * Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ. * Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ. * Mâ kezebe’l- fuâdu mâ reâ. * E fe tumâr rûnehu alâ mâ yerâ. * Ve lekad reâhu nezleten uhrâ. * İnde sidreti’l- muntehâ.* İndehâ cennetu’l- me’vâ. * İz yagşe’s- sidrete mâ yagşâ. * Mâ zâga’l- basaru ve mâ tegâ. * Lekad reâ min âyâti RABBihi’l- KUBRâ.: Kaybolduğu zaman yıldıza andolsun. * Sâhibiniz (MuhaMMed aleyhisselâm) dalâlete düşmedi ve azmadı. * Ve o, hevâsından (kendiliğinden) konuşmaz. * (O'nun söyledikleri), sadece O'na vahyolunan vahiydir. * O'na çok şiddetli ve kudretli olan (Cebrâil aleyhisselâm) öğretti. * O (Cebrâil aleyhisselâm), kuvvet ve azamet sâhibidir. Öylece istivâ etti (yöneldi- Aslî Hüvîyyeti’ne SEViyeledi). * Ve o, ufkun en yüksek yerinde (gözüktü). * Sonra yaklaştı ve böylece indi. * Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu. * Böylece O'nun kulu’na vahyedeceği şeyi vahyetti. * Kalbindeki fuad (gönül gözü görmesi), gördüğü (rûhun gözlerinin gördüğü) şeyi tekzib etmedi. * Yoksa siz, onunla gördüğü şey hakkında mı tartışıyorsunuz? * Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü. * Sidretü’l- Müntehâ'nın yanında. * O'nun (Sidretü’l- Münteha'nın) yanında Mevâ Cenneti (vardır).” (Necm 53/1-18)


Resim

RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’ta Mİ’RÂC.:

Mİ’RÂC İLE İLGİLİ HADİSLER.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ŞeRh-i SADRı/SADRının TeMiZLenmesi.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben Kâbe’nin Hatîm Kısmı’nda yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. (Bu sözünü söylerken boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı gösteriyordu.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi îman ve hikmetle dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp SU ve Zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi ÎMAN ve HİKMETLe doldurulup tekrar yerine kondu…” buyurmuştur.
(Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiyâ 22, 43; Müslim, Îman 264)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in SÜT’ü TeRCiHi.:


Resim---Ebû Hüreyre radıyallahu anhu’den.: “İsrâ gecesi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e, birinde ŞÂRAB diğerinde SÜT bulunan iki kâse getirildi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle bir baktıktan sonra süt kâsesini tercîh etti. Bunun üzerine Cebrâîl aleyhisselâm.: “Seni, İnsÂNın Yaratılış Gâyesi’ne uygun olana yönlendiren ALLAH’a hamd olsun!. Şâyet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi.”buyurdu.
(Müslim, Îman, 272; Eşribe, 92.)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’inMİ’RÂC’a ÇIKIŞ HÂDİSESİ.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben Kâbe’nin Hatîm Kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim… Yanıma merkebten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselâm- beni götürdü. Dünyâ Semâsı’na kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
“−Gelen kim?” denildi.
“−Cibrîl!” dedi.
“−Berâberindeki kim?” denildi.
“−MuhaMMed -aleyhissalâtü vesselâm-” dedi.
“−Ona Mİ’RÂC Dâveti gönderildi mi?” denildi.
“−Evet!” dedi.
“−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!.” denildi ve kapı açıldı.
Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı gördüm.
“−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!” denildi.
Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana.:
“−Sâlih Evlâd hoş geldin, Sâlih Peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve İkinci Semâ’ya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ -aleyhumumesselâm- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı.
Sonra Cebrâîl beni Üçüncü Semâ’ya çıkardı ve orada Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Dördüncü kat Semâ’da Hazret-i İdrîs -aleyhisselâm- ile, Beşinci kat Semâ’da Hârûn -aleyhisselâm- ile, Altıncı kat Semâ’da ise Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
“−Sâlih Kardeş hoş geldin, Sâlih Peygamber hoş geldin!” dedi.
Ben onu geçince, ağladı. O’na.:
“–Niye ağlıyorsun?.” denildi.
“−Çünkü, benden sonra bir Delikanlı Peygamber oldu, O’nun ümmetinden Cennete girecek olanlar, benim ümmetimden Cennete girecek olanlardan daha çok!.” dedi.
Sonra Cebrâîl beni Yedinci Semâ’ya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
Cebrâîl -aleyhisselâm-.:
“−Bu, Baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!” dedi.
Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra.:
“−Sâlih Oğlum hoş geldin, Sâlih Peygamber hoş geldin!” dedi.
Daha sonra bana.:
“−Yâ MuhaMMed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara CeNNetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de CeNNete çok ağaç diksinler. CeNNetin ağaçları “Sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallahu ekber!” demekten ibârettir.” dedi.
Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer Testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.
Cebrâîl -aleyhisselâm- bana.:
“−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!” dedi.”
Burada 4 nehir vardı: İkisi Bâtınî Nehir, İkisi Zâhirî Nehir.
“–Bunlar nedir, ey Cibrîl?” diye sordum.
Cebrâîl -aleyhisselâm-.:
“–Şu iki Bâtınî Nehir, Cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!” buyurdu.”buyurdu.

(Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418)

Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselâm-:
“–Yâ Resûlullah! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “–Niçin ey Cibrîl?” diye sordu.
O da cevâben: “–Cenâb-ı HAKk bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi.[/b]
(Fahreddin Râzî, et-Tefsîrü’l-kebîr, XXVIII, 251)

SİDREtü’L-MÜNTEHâ.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Yâ Resûlallah! Sidre’yi kaplayan ne gördün?” diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup ALLAH’ı tesbîh ettiğini gördüm.”buyurdu.

(Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in ALLAHu TeÂLÂ’yı GÖRmesi.:


Resim---İbn-i Abbâs -radıyallahu anh-’tan gelen rivâyete göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben, YÜCE RABBİMi gördüm!” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78.)

Resim---Bir başka rivâyette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “RABBini gördün mü?” sorusuna cevaben,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“Bir NÛR gördüm!”buyurmuştur.

(Müslim, Îman, 292.)

YETİM MALI YİYENLER.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mİ’RÂC’ta bir topluluğa uğradı ve gördü ki, onların dudakları deve dudağı gibidir. Birtakım vazîfeli memurlar da onların dudaklarını kesip ağızlarına taş koyuyor.
“Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.
Cebrâîl aleyhisselâm.: “Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” buyurdu.

(Taberî, XV, 18-19)

GIYBET EDENLER.:

Resim---Resûlullâh, başka bir topluluğa rastladı. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“Ey Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.
Cebrâîl –aleyhisselâm.: “Bunlar, (gıybet etmek sûretiyle) İnsÂNların etlerini yiyenler ve onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır.” cevâbını verdi.

(Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4878)

ZİNÂ EDENLER.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem orada; zinâkârları, leş yiyen bedbahtlar olarak; fâiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde gördü..

(Taberî, XV, 18-19)

Resim---Bu sebeble Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Eğer benim bildiğimi sizler de bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!” buyurmuştur.
(Buhârî, Tefsîr, 5/12.)

BORÇ=>SADAKADAN ÜSTÜNDÜR.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, yine Mİ’RÂC’ta yaşadığı müşâhedelerle alâkalı.: “Mİ’RÂC Gecesinde Cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm.: “Sadaka on misliyle, borç vermek ise on sekiz misliyle mükâfâtlandırılacaktır.”
Ben.:
“Ey Cibrîl! Borç verilen şey niçin sadakadan daha üstün oluyor?” diye sordum.
Cibrîl aleyhisselâm.: “Çünkü, sâil (çoğu kere) yanında para olduğu hâlde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyâcı sebebiyle talepte bulunur.” cevâbını verdi.

(İbn-i Mâce, Sadakât, 19.)

CENNETE GİRENLERİN EKSERÎSİ.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “(Mİ’RÂC esnâsında) Cennetin Kapısında durup içeri baktım. Oraya girenler ekseriyâ fakirler idi. Zenginler de (hesap vermek için) mahpus idiler. Bunlardan cehennemlik olanların ise ateşe atılmaları emredilmişti. Cehennemin Kapısında da durdum. Oraya girenlerin ekserisi kadınlardı.” buyurmuştur.
(Buhârî, Rikâk, 51; Müslim, Zühd, 93)

ABDURRAHMÂN BİN AVF’ın (radıyallahu anhu) CeNNetLe MüJDeLeNMeSi.:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “O gece (Mİ’RÂC Gecesi’nde) Abdurrahmân bin Avf’ı gördüm. Cennete, oturduğu yerde emekleyerek giriyordu.
Ona dedim ki.: “Niçin bu kadar ağır geliyorsun?”
Dedi ki.: “Yâ Resûlallah! Malımın hesâbı dolayısıyla, çocukları bile ihtiyarlatacak kadar ağır sıkıntılar geçirdim. Öyle ki, bir daha sizi göremeyeceğimi zannettim…” buyurmuştur.

(Muhammed Pârsâ, Faslu’l-Hıtâb, s. 403)

KADERİ YAZAN KALEM.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “(O gece) göğe yükseltildim. Öyle bir makâma çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtılarını duyuyordum.”[color=#008080]buyurmuştur.
(Buhârî, Salât, 1)

EBU BEKİR radıyallahu anhu’n TASDÎKi.:

Resim---Varlık Nûru, Kâinâtın Sürûru Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, İsrâ ve Mİ’RÂC Hâdisesini Kureyş Müşriklerine haber vereceği zaman.: “Ey Cebrâîl, kavmim beni tasdîk etmez!” dedi.
Cebrâîl aleyhisselâm.: “Ebû Bekir Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır.” dedi.

(İbn-i Sa’d, I, 215)

Mİ’RÂC’ta PEYGAMBERİMİZE VERİLEN HEDİYELER.:

Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur.:

Resim---“Resûlullâh’a ([color=#800080]Mİ’RÂC’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve Ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...”
(Müslim, Îman, 279.)

1-) NaMaZ.:
Mİ’RÂC’daki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mûsâ aleyhisselâm’ın tavsiyeleriyle Cenâb-ı HAKk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı HAKk, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir.
Daha sonra Cenâb-ı HAKk şöyle.: “Her kim bir hayır işlemek ister de onu yapamazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevâb yazılır, yaptığı takdirde ise on sevâb yazılır.
Her kim de, bir kötülük yapmak ister, ancak onu yapmazsa, kendisine günah yazılmaz. Şâyet o kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!” buyurmuştur.

(Müslim, Îman, 259)

Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem, Namazda Teşehhüdde otururken okunacak olan Tahiyyât’ı ashabına öğretirken Mİ’RÂCta RABB’i ile görüştüğü için bunun okunması gerektiğine dâir herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

Bu konuda sahabenin büyüklerinden Abdullah İbn Mes’ud radiyallahu anhu.:

Resim---“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana, ellerimi avuçlarının içine alarak Kur’ÂN’dan sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretti.” [color=#008080]demiş ve bundan sonra o, tahiyyâtı okumuştur.
(Buhârî, Ezan, 148, 150, Amel fi’s-Salât, 4; Müslim, Salât, 55-59 (402); Tirmizî, Salât, 215; Nesâî, Tatbîk, 100.)

Resim---Bir hadisinde de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim namazı nasıl kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılın”[color=#008080]buyurmuştur.
(Buharî, Ezan, 18)

2-) CeNNet MÜJDESi.:

Resim---ALLAHu TeÂLÂ=>Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Peygamberlerden hiçbiri SeN’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de SeN’in ümmetinden evvel CeNNete girmeyecektir!.” [color=#008080]buyurmuştur.
(Fahreddin Râzî, et-Tefsîrü’l-kebîr, XXVIII, 248)

3-) Bakara Sûresinin son iki Âyet-i Kerîmesi vahyedilmiştir.:


Resim---Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem’e [color=#800080]Mİ’RÂCta üç şey verildi : Beş vakit Namaz, Bakara sûresinin sonu ve Ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...”
(Müslim, Îman, 279)

Mİ’RÂC’tan SONRA NELER YAŞANDI?.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz [color=#800080]Mİ’RÂC hadisesini anlattıktan sonra Müşrikler nasıl tepki verdiler?.
Varlık Nûru, Kâinâtın Sürûru Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, İsrâ ve Mİ’RÂC Hâdisesini Kureyş Müşriklerine haber vereceği zaman.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“Ey Cebrâîl, kavmim beni tasdîk etmez!” dedi.
Cebrâîl aleyhisselâm.: “Ebû Bekir Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır.” dedi.

(İbn-i Sa’d, I, 215)

Resim---Müşrikler, Mİ’RÂC hâdisesini duyduklarında, derhâl yalanlamaya koyuldular. Ortalığa bir dedikodu velvelesi hâkim oldu. Bunu fırsat bilerek, mü’minleri de bu yolda vesveselerle îmanlarından caydırmak istediler. Hattâ Hazret-i Ebû Bekir’e bile gittiler. Ancak o, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e olan îman sadâkatinin şevki içinde.: “O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimal yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” dedi.
Müşrikler.: “Sen O’nu tasdîk ediyor, bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler.
Ebû Bekir radıyallahu anh.: “Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallahi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine.: ALLAH’tan haber geldiğini” söylüyor da ben yine O’nu tasdîk ediyorum!.” dedi.
Daha sonra Ebû Bekir radıyallahu anh, o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in yanına gitti. Olanları bizzat O’nun mübârek ağzından dinledi ve.: “Sadakte (doğru söyledin), yâ Rasûlallah!..” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, O’nun bu tasdîkinden gâyet memnûn kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Ebû Bekir radiyallahu anhu’e.:
“Yâ Ebâ Bekir, sen “Sıddîk”sın!..” buyurdu.

(İbn-i Hişâm, II, 5)

O günden sonra Ebû Bekir radıyallahu anh “Sıddîk” lâkabıyla meşhur oldu.
Ashâb-ı Kirâm hazarâtı da Ebû Bekir radıyallahu anh gibi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i tasdîk ettiler.
Mü’minleri kandıramayan müşrikler, bu defâ Peygamber Efendimiz’in huzûruna çıkarak akıllarınca O’nu imtihan etmeye kalktılar. Beyt-i Makdis’i sordular. Cenâb-ı HAKk, Beyt-i Makdis’i Resûlü’nün gözleri önüne getirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, sorulan suâllere Beyt-i Makdis’i seyrederek cevâb verdi.

(Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 41; Tefsîr, 17/3; Müslim, Îman, 276)

Müşrikler, bu defâ da yoldaki bir kervandan ve o kervandaki bâzı husûsiyetlerden sordular.: “Ey MuhaMMed! Sen bize, bizim için Beytüʼl-Makdisʼten daha önemli olan kervanımızdan haber ver!” dediler.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şu vâdide filân oğullarının kâfilesine rastladım. Onları bir hayvanın gizli sesi ürkütmüş, bir develeri kaçmıştı. Ben kaçan develerinin yerini onlara gösterdim.” buyurdu.
Daha sonra şöyle devam etti.: “Dacnân Mevkii’ne geldiğimde filân oğullarının kervanına rastladım. İnsanlar uyuyorlardı. İçinde su bulunan bir kapları vardı, onun üzerine bir şey örtmüşlerdi. Örtüsünü açtım ve içindeki suyu içtim. Sonra üzerini yine eskisi gibi kapattım. Onların kâfilesi, şimdi Beyzâʼdan, Tenʼim yokuşundan iniyordur. Kâfilenin önünde boz erkek bir deve, devenin üzerinde de birisi siyah, birisi de alaca iki çuval vardır.” buyurdu.
Aldıkları cevâblarla şaşkına dönen müşrikler.: “Lât ve Uzzaʼya yemin olsun ki işte bu, tam bir işârettir.” dediler. “Belki son söylediği doğru çıkmaz.” düşüncesiyle Tenʼim yYkuşu'na doğru hızla gittiler. Kervanı gözlemeye başladılar.
Kervan görününce: “Vallahi işte kervan geliyor! Boz deveyi de en öne sürmüşler!?” dediler.
İlk karşılaştıkları deve, kendilerine târif edildiği gibi idi. Kâfileye su kabını sordular. Onlar da kabı dolu olarak bıraktıklarını, üzerini örttüklerini, fakat sonradan örtüsünü açtıkları zaman içinde su bulamadıklarını söylediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemʼin bu su içmesi mesʼelesi aynı zamanda Mİ’RÂCʼın hem bedenen hem de rûhen birlikte tahakkuk ettiğine delâlet eden hususlardan biridir.
Kureyş Müşrikleri, diğer kâfilelere de soracaklarını sordular.: “Doğrudur! Oʼnun bahsetmiş olduğu Vâdi’de bir sesle irkildik ve bir devemiz de kaçtı. Bir kimse bizi devemize çağırıyordu! Deveyi Oʼnun çağırdığı yerde bulduk ve yakaladık.” dediler.
Hattâ bâzıları bu sesin sahibini de tanımışlar ve.: “Bu MuhaMMedʼin sesidir.” demişlerdi.
Kureyş Müşrikleri, kervanlarındaki develerin ve çobanların sayısına varıncaya kadar, sormadık bir şey bırakmadılar. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de hepsinin doğru cevâbını verdi. Çünkü kervan da, o an tıpkı Mescid-i Aksâ gibi Resûlullâhʼın gözlerinin önüne getirilmişti. Lâkin kalbleri kilitli olanlar, inatlarında devâm ederek.: “Bu apaçık bir sihirdir!” dediler..

(İbn-i Hişâm, II, 10; İbn-i Seyyid, I, 243; Heysemî, I, 75; Beyhakî, Delâil, II, 356)

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---“E fe ayînâ bil halkıl evvel(evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd(cedîdin).: Yoksa BİZ, ilk yaratışta aciz miydik? Hayır (öyle değil), onlar (ölümden sonra) yeniden yaratılıştan şüphe içindeler.” (Kâf 50/15)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..




Resim
Yâ RASÛLULLAH sallallahualeyhi vesellem!.

1. SALÂVÂT-I ŞERÎFE .:

İbni Hacer el Heytemî’nin, Salâvât-ı Şerîfe Câmi’asında,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den vârid bütün salâvâtları kendisinde toplayan,
hadis-i Şerîf mesnedli ve en fâzilletli salâvât olduğunu belirttiği salâvât.:


Resim

TÜRKÇESİ.:
TÜRKÇESİ:ALLAHümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ MuhaMMedîn Resim abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyil-ümmiyyi Resimve alâ alî seyyidinâ MuhaMMedin ve ezvâcihi ümmühâtil-minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI.:
ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyil-Ümmîn olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!”
(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)



Resim

Resim

TÜRKÇESİ.:
ALLAHumme bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ MuhaMMedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike ve'n nebîyyil-ummiyyi Resim ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ummihâtil-mu’minîne ve zurriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI.:
ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyîl-Ümmîn olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin
(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلٖيمًا
Resim---“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebîyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ: Muhakkak ki Allah ve Melâikesi Peygambere hep salât ile tekrim ederler, ey o bütün iyman edenler! Haydin ona teslimiyyetle salât-ü selâm getirin.” (Ahzab 33/56)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 246-)SÂHİBÜ’L- BURHÂN sallallahu aleyhi vesellem.

SÂHİBÜ’L-BURHÂN sallallahu aleyhi vesellem.:
PEYGAMBERLiğinin Hak OLduğuna şübhe bırakmayan açık, kesin, yakîn ve içerdiği hükümde hiçbir tereddüde yer bırakmayacak derecede Kesin deLiL.. Kaynağı, Hak ile Bâtılı, Doğru ile Yanlışı AYIRan Kur’ÂN-ı Kerîm’de, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in ’in apAÇık deLiL..Lerinin BURHÂN SÂHİBİ OLAN ReSûLuLLAH
sallallahu aleyhi vesellem..


BURHÂN.: deLiL, hüccet, isbat vasıtası. * Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. * Red ve inkâr için i’tiraz kabul edilmeyecek sûrette isbat-ı hakikat eden sağlam hüccetdeLiL..
BURHÂN.:Doğruluğunda şüphe bulunmayan ve zarurî bilgi getiren, hakkı batıdan, doğruyu yanlıştan ayıran kesin deLiL.., kanıt, senet, hüccet-i kaviyy, İlahî Aydınlık..

BURHÂN.: برهان =>Arapça’da “berraklaştırmak, açıklığa kavuşturmak; deLiL.. getirmek” anlamındaki “b-r-h” (بره) kökünden türediği kabul edilir. Kur’ÂN-ı Kerîm’de.: “Hak ile Bâtılı birbirinden ayıran kesin deLiL..” karşılığında kullanılır..

BURHÂN Kavramı.:Kur’ÂN-ı Kerîm’de isim şeklinde 8 Âyet-i Celîlede hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran bütün şüpheleri gideren, İçerdiği hükümde hiçbir tereddüde yer bırakmayacak derecede kesin deLiL.. olarak geçmektedir.:


وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---“Ve kâlû len yedhulel cennete illâ men kâne hûden ev nasâr(nasârâ), tilke emâniyyuhum kul hâtû BURHÂNekum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).: Ve dediler ki: “Cennete yahudi veya hristiyan olan kimselerden başkası asla girmeyecektir.” Bu, onların emaniyesidir (zan ve kuruntularıdır). “Eğer siz sadıklar iseniz deLiL..lerinizi getirin.” de.// Dediler ki: "Yahudi veya hristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez." Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: "Eğer doğru sözlüyseniz, kesin kanıtınızı (BURHÂN) getirin." (Bakara 2/111)

Bazı müfessirler Kur’ÂN’ın bir adının da “BURHÂN” olduğunu kabul ederler..
(İbnü’l-Cevzî, II, 264).:

“Ey İnsanlar! Size RABBinizden bir DeLiL.. (BURHÂN) geldi ve size apaçık bir NÛR/Kur’ÂN-ı Kerîm indirdik.”
(Nisâ 4/174)
=>Bu Âyet-i Celîledeki DeLiL../ BURHÂN) =>SEVgiLi Peygamberimiz MuhaMMed RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellemdir..


يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُورًا مُّبِينًا
Resim---“Yâ eyyuhâ’n- nâsû kad câekum BURHÂNun min RABBikum ve enzelnâ ileykum nûran mubîn (mubînen).: Ey insanlar! RABBinizden size bir BURHÂN (kesin DeLiL..) gelmiştir. Ve size, apaçık bir NÛR/Kur’ÂN-ı Kerîm indirdik.// Ey insanlar RABBinizden size “kesin bir kanıt (BURHÂN)” geldi ve size apaçık bir NÛR/(Kur'ÂN-ı Kerîm) indirdik.” (Nisâ 4/174)

وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلا أَن رَّأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاء إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ
Resim---“Ve le kad hemmet bihî ve hemme bihâ, levlâ en reâ BURHÂNe RABBih (RABBihi), kezâlike li nasrife anhus sûe ve’l- fahşâ (fahşâe), innehu min ibâdine’l- muhlesîn (muhlesîne).: Ve andolsun ki; (kadın) onu arzuladı. Eğer RABBinin DeLiL..ini görmeseydi, O (Yusuf aleyhisselâm) da o’nu arzulamıştı. İşte böylece o’nu kötülükten ve fuhuştan uzaklaştırırız. Muhakkak ki; O, muhlis kullarımızdandır.// Andolsun kadın o’nu arzulamıştı, -eğer RABBinin (zinâyı yasaklayan) kesin kanıt (BURHÂN)ını görmeseydi- o da (Yusuf aleyhisselâm da) o’nu arzulamıştı. Böylelikle biz O’ndan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (O’na DeLiL.. gönderdik). Çünkü O, muhlis kullarımızdandı.” (Yûsuf 12/24)

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُم مُّعْرِضُونَ
Resim---“Emittehazû min dûnihî âliheh (âliheten), kul hâtû BURHÂNekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men] Yoksa O'ndan (ALLAH'tan) başka ilâhlar mı edindiler? “Haydi BURHÂNınızı (kesin DeLiL..inizi) getirin. (İşte) bu, BENimle beraber olanların ve BENden öncekilerin ZİKRİdir (Kitabıdır).” de. Fakat onların çoğu, hakkı bilmezler. Bu sebeple onlar, yüz çevirenlerdir.// Yoksa O'ndan başka ilâhlar mı edindiler? De ki.: "Kesin kanıt (BURHÂN)ınızı getirin. İşte BENimle birlikte olanların ZİKRi (Kitabı) ve BENden öncekilerin de ZİKRi." Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çeviriyorlar.” (Enbiyâ 21/24)

وَمَن يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِندَ رَبِّهِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ
Resim---“Ve men yed’u maALLAHi ilâhen âhare lâ BURHÂNe lehu bihî fe innemâ hısâbuhu inde RABBih (RABBihi), innehu lâ yuflihul kâfirûn (kâfirûne).: Ve kim, bir BURHÂNı (DeLiL..i) olmamasına rağmen, ALLAH ile beraber başka bir ilâha taparsa, artık onun hesabı sadece RABBinin katındadır. Muhakkak ki kâfirler, felâha (kurtuluşa) eremezler.// Kim ALLAH ile beraber ona ilişkin geçerli kesin bir kanıt (BURHÂN)ı olmaksızın başka bir ilâha taparsa, artık onun hesabı RABBinin katındadır. Şüphesiz inkâr edenler kurtuluşa eremezler.” (Mü’minûn 23/117)

Mûsâ aleyhisselâm’ın asâsı ve yine onun elinin bir meşâle gibi parlaması “yed-i beyzâ)” mu’cizelerine de =>BURHÂN adı verilir.:


اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ وَاضْمُمْ إِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِن رَّبِّكَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Resim---“Usluk yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sû (sûin), vadmum ileyke cenâhake mine’r- rehbi fe zânike BURHÂNâni min RABBike ilâ fir’avne ve melâih (melâihî), innehum kânû kavmen fâsikîn (fâsikîne).: Elini koynuna sok, onu kusursuz beyaz olarak çıkar. Korkudan (emin ol), kanatlarını (kollarını) kendine çek. Bu ikisi, senin RABBinden, Firavun’a ve o’nun (kavminin) ileri gelenlerine iki BURHÂNdır (DeLiL..dir). Muhakkak ki onlar, fâsık bir kavimdir.// "Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşetten yana kanatlarını kendine doğru çek. İşte bunlar, senin RABBinden Firavun ve önde gelen adamlarına iki kesin kanıt (mu’cize)dir. Gerçekten onlar, fâsık bir topluluktur." (Kasas 28/32)

وَنَزَعْنَا مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Resim---“Ve neza’nâ min kulli ummetin şehîden fe kulnâ hâtû BURHÂNekum fe alimû enne’l- hakka lillâhi ve dalle anhum mâ kânû yefterûn (yefterûne).: Ve bütün ümmetlerden bir şâhid çekip çıkardık (seçtik). Sonra da: "BURHÂNlarınızı (DeLiL..lerinizi) getirin." dedik. Böylece hakkın ALLAH'a ait olduğunu bildiler (anladılar). Ve uydurmuş oldukları şeyler onlardan sapıp uzaklaştı.// Her ümmetten bir şâhid ayırıp çıkardık da.: "Kesin kanıt (BURHÂN)ınızı getirin" dedik. Artık öğrenmiş oldular ki, hak, gerçekten ALLAH'ındır ve düzüp uydurdukları kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.” (Kasas 28/75)

Kur’ÂN-ı Kerîm’de, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in ’ın apaçık DeLiL..i olarak MuhaMMed aleyhisselâm’a =>BURHÂN adı verilir.:


أَمَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---“Emmen yebdeu’l- halka summe yuîduhu ve men yerzukukum mine’s- semâi ve’l- ard (ardı), e ilâhun meALLAH (meALLAHi), kul hâtû BURHÂNekum in kuntum sâdikîn (sâdikîne).: Yoksa ilk defa yaratan sonra da onu (geri) döndürecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? ALLAH ile beraber bir (başka) ilâh mı? (Onlara) de ki: "Eğer siz doğru söyleyenlerseniz, DeLiL..lerinizi getirin."// Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? ALLAH ile beraber başka bir ilâh mı? De ki.: "Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin kanıt (BURHÂN)ınızı getiriniz.” (Neml 27/64)

البرهان
BURHÂN
=>Kur’ÂN-ı Kerîmde Naklî =>Hadis-i Şerîflerde Kesin Bilgi veren Aklî bir DeLiL..dir..

İbn Sînâ.: “Kesin bilgi elde etmek için doğruluğu kesin önermelerden yapılan kıyas” diye târif eder..
(en-Necât, s. 126).

Gazzâlî.: “Hakîkî BURHÂN doğruluğu devamlı olan, değişikliğe uğraması imkânsız bulunan ve kesin bilgi meydana getiren DeLiL..dir.”
(Miʿyâru’l-ʿilm, s. 187).

Fıkıh UsuLûnde => Fıkhî Kıyas ve Kesin DeLiL..Lere BURHÂN denilmiştir..
Kelâm İLMinde =>ALLAH’ın VARLığını isbat etmede kullanılan DeLiL..lere BURHÂN denilmiştir..

BURHÂN.: Doğruluğunda şüphe bulunmayan ve zarurî bilgi getiren, hakkı batıdan, doğruyu yanlıştan ayıran kesin DeLiL.., kanıt, senet, hüccet-i kaviyy, İlahî Aydınlık..

Huccet, DeLiL.., İsbat aracı olan BURHÂN =>Kelâm İlmi açısından.:

1-) Sırf AKLî DeLiL...: Bütün mukaddimeleri/öncülleri AKLa dayanan DeLiL..dir.: Meselâ, “Âlem değişkendir her değişken hâdistir/sonradan olmadır” gibi..

2-) AKLî-NAKLî DeLiL...: DeLiL..in mukaddimeleri/öncülleri tamamen Naklî DeLiL..dir.:
ALLAH'ın Emri’ni terkeden asîdir.” Hükmü gibi..


أَلَّا تَتَّبِعَنِ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي
Resim---“Ellâ tettebian (tettebiani), e fe asayte emrî.: Niçin BANA tâbî olmadın? Yoksa emrime isyan mı ettin?.” (TâHâ 20/93)

Her asî Cehennem'liktir.. "ALLAH'a ve Rasûlüne asî olan için Cehennem ateşi vardır"


إِلَّا بَلَاغًا مِّنَ اللَّهِ وَرِسَالَاتِهِ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا
Resim---“İllâ belâgan minALLAHi ve risâlâtih (risâlâtihî), ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe inne lehu nâre cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden).: (Bu) sadece ALLAH'tan olanı tebliğ ve O'nun risâletidir. Ve kim ALLAH'a ve O'nun RESÛLü’ne âsi olursa, bundan sonra muhakkak ki onun için, içinde ebedîyyen kalacağı cehennem ateşi vardır.// "(Benim görevim,) Yalnızca ALLAH'tan olanı ve O'nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim ALLAH'a ve O'nun elçisine isyan ederse, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır.” (Cinn 72/23)

Naklî DeLiL.., NÛRLanmış AKLın DeLiL..idir. Çünkü, Nakli tebliğ eden ZÂT’ın/Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in doğruluğunu yine AKIL ile isbat ederiz..

BURHÂN/DeLiLLeR.:
1-) ZaNNî DeLiL.: Bildirdiği şeyden başka ihtimalleri ortadan kaldıramayan DeLiL...
2-) KAT'î DeLiL.: Bildirdiği şeyden başka ihtimalleri ortadan kaldıran DeLiL..dir ve buna BURHÂN denir..

Naklî DeLiL..Lerde =>DeLiL.., gücünü kaynağının güvenirliliğinden alır.
BURHÂNî DeLiL..Lerde =>DeLiL..,gücünü söyleyenden değil kendi iç tutarlılığından yani söylenenden alır..

BURHÂN.: Yakîniyattan meydana gelen bir kıyastan ibarettir. Yakîniyat denilen şeyler, bir kıyasın mukaddimelerini/önsözünü teşkil eder..
BURHÂN.: AKıL ve NAKiLLe varılan neticelere, YAKÎN ve Kesin BİLgi veren BURHÂNî DeLiL..ler denir..
Mânâsı apaçık (muhkem) olan Kur’ÂN Âyetleri İle bu özellikteki mütevatir Hadisler Ehl-i Sünnet’e göre BURHÂN niteliğinde yani kâfi DeLiL..lerdir..

İLMin Kesin BİLgisinin Zıttı/Tersi olan CEHÂLEtin ÇeLişki öğeleri.:
1-) Zann.: Tereddüt edilen iki taraftan birinin ağır basması, bir emâre ve belirtiden
meydana gelen sanmak, sezmek..
2-) Vehm.: Vehim. Belirsiz fikir ve düşünce.. İki önermeden tercihe uzak ve iki kanaatin daha zayıf olanı
3-) Şekk.: Bir şeyin varlığı ile yokluğu arasında tereddüt etmek.. İnsan nezdinde iki zıddın /karşıtın eş değer ve denk olmasıdır..
4-) Şübhe.: Tereddüd. Bir şeyin doğru olup olmadığına veya var olup olmadığına dair kat'i kanaat ve bilgi sâhibi olmamak hâli. İster somut ister soyut olsun aralarındaki benzerlikten dolayı iki şeyin birbirinden ayırt edilememesidir..

FıKıH Açısından KeLâM’da BURHÂN/DeLiL.. =>Şer’în Tahkik Hükmünü =>Sâlih Amele götüren Kesin Kanıt OLup;

A-) ASLî DeLiL.. OLarak.:
1-) Kitab.: ALLAHu zü’L-CeLÂLKatından gelmiş olan ve Şer’î Hükümlerin Temel Kaynağı OLarak Kur’ÂN-ı Kerîm..
2-) Sünnet.: Kur’ÂN-ı Kerîm’in Tebliğcisi ve Uygulayıcısı OLan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in uygulama ve ibâdetlerde izlediği yol, yöntem, üsuller ve Kur’ÂN-ı Kerîm dışında sadır olan söz, fiil ve bildirileridir..
3-) İcmâ.: İmâm Gazalî kaddesallahu sırrahu’nun tanımına göre.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından sonra dinî bir amel/iş konusunda O’nun ÜMMeti’nin ittifakı yani görüş birliğine varmalarıdır..

(Gazalî, el-Mustasfa,ter. Yunus Apaydın, Rey Yay.,Kayseri,1994,c.1, s.257.)
4-) Kıyas.: Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek.. İki şeyi birbirine eşitlemek, takdir etmek, bir şeyi bir başka şeyle ölçmek anlamlarına gelir..

B-) TÂLî DeLiL.. OLarak.:
ASLî DeLiL.. olan bu 4 DeLiL..e bağlı, onlardan çıkarılmış TÂLÎ yani İkinci Derecede DeLiL..ler.:

1-) İstihsân.: Sözlükte.: “Güzellik, rağbet edilen ve sevilen şey” anlamındaki “hüsn” kelimesinden türeyen istihsân.: “bir şeyi iyi ve güzel bulmak” mânasına gelir..

2-) İstislâh.: Sözlükte.: “Düzeltme, iyileştirme, bir şeyi iyi bulma” anlamına gelen ve sulh, ıslâh, maslahat kelimeleriyle de kök birliğine sâhib bulunan istislâh, Fıkıh Usulünde.: “Kaynaklardan hüküm çıkarmada izlenen yöntem” mânâsına gelir..

3-) İstishâb.: Sözlükte.: “Kısa süreli olmayan beraberlik, bir arada bulunma” mânâsındaki “sohbet” kökünden türemiştir ve.: “Beraberliği istemek, birlikte olmayı devam ettirmek” anlamına gelir. Terim anlamı ise.: Bir konuda sabit olan bir hükmün, içinde bulunan hal, yâni durumun değişmesine rağmen sabit kalmasıdır.. Fık.: Mazide sabit olup bilâhare zâil olduğu bilinmeyen bir şeyin hâlâ devam ettiği sayılmasıdır..

4-) Örf ve Âdet.: İnsanların benimseyip alışkanlık haline getirdikleri işler yahut
duyulduğunda akla başka anlamlar gelmeyecek derecede özel bir anlamda kullanmayı
âdet edindikleri lafızlardır şeklinde tanımlanmıştır.
Bu tanım, örfün âdetle aynı anlama geldiğini savunanlarca yapılmıştır.
Diğer taraftan Örf.: “Akıl ve Din yönünden iyi görülen, Selim Akıl Sâhibleri tarafından kötü karşılanmayan şey”, Âdet ise.: “Halk tarafından alışkanlıkla yapıla gelen şey.” şeklinde târif edilmiştir.

5-) Sâhabi Sözü.: Şer’i Meselelerle ilgili olarak sahâbîlerin verdikleri fetvalar ve ictihatlarıyla istinbat ettikleri hükümlerdir. Genel olarak Rasûlullah döneminde yaşayan ve onunla sohbet imkanı bulan müslümanlara “sahâbe” adı verilmektedir.
Yalnız usûl bilginlerinin çoğuna göre sahâbî, Rasûlullah’a yetişmiş ve ona iman etmiş ve örfen arkadaş denilebilecek seviyede uzun süre onunla birlikte bulunmuş kişiye denilir.
Sahabi sözünün, re’y ve ictihad ile kavranmayacak bir konuda olması halinde,
kaynak olduğunu ve buna göre amel etmek gerektiğini bütün bilginler ihtilafsız kabul
etmişlerdir.
Ebu Hanîfe, Ebu Yusuf ve İmam MuhaMMed, çoğu kez eser, yani sahabe kavli vardır diye kıyası bırakmışlardır.

(Serahsi, Ebu Bekir bin MuhaMMed Ebi Sehli, Usûl, Dare’l Fıkra, Beyrut, 2005, s.229.)

İstinbat.: Bir söz veya bir işten gizli bir mânâyı meydana koymak. * Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir mânâyı içtihadı ile meydana çıkarması. * Bir mes'eleyi derin tetkik ile meydana çıkarması. * Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak..

6-) Sedd-i Zerâyi’.: Sözlükte.: “Kapamak, mâni’ olmak” ve.: “İyi olsun kötü olsun başka bir şeye ulaştıran vesile” anlamlarına gelen “sedd” ve “zerâi” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir.
Fıkıh usulü terimi olarak ise aslında yasak olmayan bir fiilin şer’an sakıncalı bir sonuca götüreceğinden emin olunması veya bunun kuvvetle muhtemel bulunması sebebiyle yasaklanması olarak tanımlanır..

7-) Geçmiş Şeriatlar.: ALLAH’ın Rasûlullah’tan önceki cemiyetler için vazettiği ve elçileri vasıtasıyla onlara tebliğ ettiği hükümlerdir. Bizden öncekilerin şeriatı olarak da adlandırılır
Önceki elçiler aracılığıyla tebliğ edilen hükümler MuhaMMed ÜMMetine nisbetle iki kısma ayrılır.:
1*) Birincisi Kur’ÂN-ı Kerim’de ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hadislerinde yer almayan hükümlerdir ki bunların MuhaMMed ÜMMetini ilgilendiren bir tarafı yoktur.
2*) İkincisi ise, Kur’ÂN-ı Kerim’de ve hadislerde zikredilen hükümlerdir ki, bunlar da üç kısımdır.:
a-) Önceki ümmetleri ilgilendiren ve müslümanlar bakımından uygulaması kaldırılmış olduğuna dair DeLiL.. bulunan hükümler: Bu gibi hükümlerin müslümanları ilgilendirmediği konusunda âlimler ittifak etmişlerdir.
b-) Müslümanlar hakkında da geçerli olduğuna ilişkin DeLiL.. bulunanlar: Bu tip Hükümler önceki ümmetler hakkında geçerli olduğu gibi MuhaMMed ÜMMeti için de geçerlidir.
c-) Kur’ÂN-ı Kerim’de veya Hadis-i Şeriflerde bahsedilen fakat hükmünün kaldırıldığına dair bir DeLiL.. bulunmayan ve müslümanlar hakkındada geçerli olup olmadığı bildirilmeyen hükümler: Usûl Âlimleri bu hükümler konusunda ihtilaf etmişlerdir..


قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---“Kul sadakALLAHu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen), ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "ALLAHû TeÂLA doğruyu söyledi. Öyle ise hanîf olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı."// Sen onlara.: “ALLAHdoğru söylemiştir. Hakka ve tevhide yönelik İbrahim’in dinine, sünnetine, İslâm Dinine tâbi olun. O hiçbir zaman ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında ALLAH’a ortak koşan, gizli şirki yaşayan, başka otoriteler de kabul eden müşriklerden olmadı.” de.” (Âl-i İmrân 3/95)

Bu nas ile =>Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Şeriatinin, İbrahîm aleyhisselâm’ın Diniyle bir tutulduğu yorumu yapılmıştır. Muristen/mirâs bırakandan ->vârise bir malın kalması gibidir..

(Debûsi, Takvimü’l Edille fi Usûlü’l Fıkh, El-Mektebe al Asrıyya,2006,Beyrut,s.26.)

Arapça’da DeLiL.. =>“Yol göstermek, irşad etmek, kılavuzluk.” mânâsındaki “delâlet” kökünden mübalağa ifâde eden bir sıfattır. “Yol gösteren, doğru yola ve doğru sonuca ulaştıran, kendisiyle kanıtlamanın gerçekleştiği şey, kendisiyle bir şeyin bilgisine ulaşılan şey, işâret eden” anlamlarına gelir.
Hidâyet ile yakın anlamı bulunan DeLiL.. =>Mürşid anlamına da gelmektedir. Çoğulu “Edille” ve “Edillau” şeklinde gelir..

DeLiL.. =>Duyulara gizli olanın veya zorunlu olarak bilinmeyenlerin bilgisine ulaştıran yol gösterici olarak da tanımlamıştır..
Başta Gazalî olmak üzere Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el Amidî, Teftâzânî, Seyyid Şerif Cürcânî gibi Müteahhirûn dönemi kelâmcıları salt AKIL İlkelerine dayanan DeLiL..in, duyu verilerine dayanan DeLiL..den daha doğru olduğunu savunmuşlardır..
Bu da gözlem ve deneye dayanan DeLiL..leri kabul eden ilk dönem kelâmcılarının bu konuda eleştirildiği anlamına gelmektedir..

Aklî DeLiL.. =>Bütün öncülleri ->AKLa dayanan DeLiL..dir.
Naklî DeLiL.. =>Bütün öncülleri ->NAKLe dayalı DeLiL..dir.

Kat’î DeLiL.. =>Yakînî DeLiL.. diye de adlandırılır..

Kat’i BİLGİ Kesinlik Bakımından.:
1-) İlme’l- Yakîn.: Yakînî İlim demektir.. İlim, düşünme ve DeLiL..le elde edildiğine
Göre YAKÎN de ->DeLiL.. ve düşünmeyle elde edilen bir bilgi olarak târif edilir.
Böylece DeLiL.., düşünme, istidlal ve muhakeme ile elde edilen Kesin İlme denir. Önemli olan DeLiL..lerin kesinliği, sağlamlığı ve düşünmenin doğruluğudur. Bu bilgi bir otoriteye, araştırmaya veya duyu verilerine dayanır. Bu bilgide bizzât müşâhede ve iç tecrübe yoktur.
Uzak bir yerde bir Nehir olduğunu bilmek İlme’l- Yakîndir.
Kur’ÂN-ı Kerîm’de.:


كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ
Resim---“Kellâ lev ta’lemûne ilme’l- yakîn (yakîni).: Hayır, keşke siz, İlme’l- Yakîn (kesin bilgi) ile bilseydiniz.” (Tekâsür 102/5)

لَتَرَوُنَّ الْجَحِيمَ
Resim---“Le terevunne’l- cahîm (cahîme).: Mutlaka cahîmi (alevli ateşi) göreceksiniz.// Elbette kaynayan, köpüren Cehennem’i görecektiniz.” (Tekâsür 102/6)

ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ
Resim---“Summe le terevunnehâ ayne’l- yakîn (yakîni).: Sonra mutlaka onu Ayne’l- Yakîn ile (gözünüzle) göreceksiniz.// Onu, elbette, bir daha çıplak gözle görecektiniz.” (Tekâsür 102/7)

2-) Ayne’l-Yakîn.: Duyu yoluyla elde edilen ve dış tecrübeye dayanan bilgilerdir. Daha önce hakkında bilgi sâhibi olduğumuz şeyin, duyu organlarımızla algılanması ve tecrübe alanımıza girmesidir. Görülen ve bizzât tecrübe edilen bilgi, verilen haberden daha etkilidir. İlme’l-Yakîn’e kıyasla daha doyurucu, tatmin edici bilgi verir. Daha önce varlığını bildiğimiz Nehri gidip görmek Ayne’l-Yakîn bilgiye girer..

İbrahîm aleyhisselâm’ın ALLAH’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istemesi buna örnektir.:


وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---“Ve iz kâle ibrâhîmu RABBî erinî keyfe tuhyi’l- mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten mine’t- tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ (sa’yen), va’lem ennALLAHe AZÎZun HAKÎM (hakîmun).: Hz. İbrâhîm.: “RABBim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. (ALLAH) “İnanmıyor musun?” buyurdu. (İbrâhîm aleyhisselâm da).: “Evet (inanıyorum). Fakat kalbimin tatmin olması için.” dedi. “Öyleyse kuşlardan dört tane tut, sonra onları kendine alıştır (parçalayıp) her dağın üzerine onlardan bir parça koy, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Ve ALLAH'ın, AZÎZ (ve) HAKÎM olduğunu bil!// Bir zamanlar İbrâhim de.: “Ey RABBim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. ALLAH.: “Yoksa inanmadın mı?” buyurdu. İbrâhim (aleyhisselâm).: “Elbette inandım. Fakat kalbimde şüphe kalmaması, mutmain olması, aklımın yatması için görmek istiyorum.” dedi. Bunun üzerine ALLAH.: “Öyleyse dört kuş yakala. Kuşlarla aranda dostluk kurarak kendine bağlı hâle getir. Sonra onları kesip parçala, her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır, koşarak sana gelirler. ALLAH’ın kudretli, hikmet sâhibi ve hükümrân olduğunu bil!.” buyurdu.” (Bakara 2/260)

3-) Hakka’l-Yakîn.: İç duyu ve tecrübenin verdiği, insanın içinde hissettiği ilimdir. Yakînî bilginin en üst düzeyidir. Nehrin içine girip onun tecrübesini yaşamak hakka’l-yakîne örnektir.,
Yalanlayıcıların cehenneme girip azâbı tatmaları da Kur’ÂN’da Hakka’l- Yakîn olarak anlatılmıştır.:


وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُواْ عَنْهَا أُوْلََئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---“Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ ulâike ashabu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler ve onlara karşı kibirlenenler, işte onlar ateş ehlidirler ve onlar, orada devamlı kalanlardır (kalacaklardır).” (A'râf 7/36)

بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ وَأَعْتَدْنَا لِمَن كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَعِيرًا
Resim---“Bel kezzebû bi’s- sâati ve a’tednâ li men kezzebe bi’s- sâati saîrâ (saîren).: Hayır, onlar o saati (kıyâmeti) yalanladılar. Ve Biz, o saati tekzib edenlere (yalanlayanlara), alevli ateş (cehennem) hazırladık.// Hayır, onlar kıyamet saatini yalanladılar; biz kıyamet saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık.” (Furkân 25/11)

وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاء الْآخِرَةِ فَأُوْلَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
Resim---“Ve emmellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ve likâi’l- âhıreti fe ulâike fî’l- azâbi muhdarûn (muhdarûne).: Ve onlar ki (kâfirlerdir), âyetlerimizi inkâr ve tekzib ettiler (yalanladılar) ve âhirete ulaşmayı (hayattayken rûhu ALLAH'a ulaştırmayı tekzib ettiler). İşte onlar, azâb içinde hazır bulundurulanlardır.// Ancak inkâr edip âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanlar ise; artık onlar da azâb için hazır bulundurulurlar.” (Rûm 30/16)

وَأَمَّا الَّذِينَ فَسَقُوا فَمَأْوَاهُمُ النَّارُ كُلَّمَا أَرَادُوا أَن يَخْرُجُوا مِنْهَا أُعِيدُوا فِيهَا وَقِيلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ
Resim---“Ve emmellezîne fesekû fe me’vâhumu’n- nâr (nâru), kulle mâ erâdû en yahrucû minhâ uîdû fîhâ, ve kîle lehum zûkû azâbe’n- nârillezî kuntum bihî tukezzibûn (tukezzibûne).: Ve fakat fâsık olanlar, onların mevâ’sı (barınağı) ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya iade edilirler (geri döndürülürler). Ve onlara.: "Ateşin azâbını tadın! Ki onu tekzib etmiştiniz (yalanlamıştınız)." denir.” (Secde 32/20)

كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَاهُمْ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ
Resim---“Kezzebellezîne min kablihim fe etâhumu’l- azâbu min haysu lâ yeş’urûn (yeş’urûne).: Onlardan öncekiler (de) yalanladı da böylece azâb onlara farkında olmadıkları bir yerden geldi.// Onlardan öncekiler de, peygamberlerin azâbla ilgili uyarılarını yalanladılar. Hatırlarına gelmeyen, farkına varamadıkları bir yerden onlara azâb yağdı.” (Zümer 39/25)

وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ تَرَى الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى اللَّهِ وُجُوهُهُم مُّسْوَدَّةٌ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْمُتَكَبِّرِينَ
Resim---“Ve yevme’l- kıyâmeti terellezîne kezebû alALLAHi vucûhuhum musveddeh (musveddetun), e leysefî cehenneme mesven li’l- mutekebbirîn (mutekebbirîne).: Ve kıyâmet Günü, ALLAH'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenlerin yeri cehennemde değil mi?// Kıyamet günü, ALLAHadına yalan uyduranların yüzlerinin kara olduğunu görürsün. Büyüklük taslayarak serkeş, zorba diktatör güç ve iktidar sahipleri için Cehennem’de devamlı ikâmet yeri mi yok?” (Zümer 39/60)

فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ
Resim---“Fe veylun yevme izin lil mukezzibîne.: İşte (o) izin günü tekzib edenlerin (yalanlayanların) vay haline.// O gün, kitapları, peygamberleri, âhireti yalanlayanların vay hâline!” (Tûr 52/11)

فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ
Resim---“Fe nuzulun min hamîm (hamîmin).: O takdirde kaynar sudan bir ziyafet vardır.// Artık (onun için) alabildiğine kaynar sudan bir şölen vardır.” (Vâkıa 56/93)

Resim
Kur’ÂN-ı Kerîm’de BURHÂN kavramının yakın bir anlam ilişkisi OLan KeLimeLer.:

Resim * Beyyine Kelimesi.: BURHÂN kavramının gerçeği açık bir şekilde isbatlayan kesin DeLiL.. anlamında Kur’ÂN-ı Kerîm’de kullanılan “beyyine” kelimesiyle yakın bir anlam ilişkisi vardır.
Beyyine =>Aklî ve Naklî DeLiL.., hüccet, açık belge, herkesçe mâlum tarihî olaylar, bu olaylara tanıklık eden harabeler, vahiy anlamlarında kullanılır..

Nûr gibi kendisi beyyin yani gâyet açık olup başkasını da beyan edenyani açıklayan anlamındadır. Onun için davacının davasını açık bir şekilde beyan ve isbat eden şâhide, sağlam, açık DeLiL..e ve mu’cizeye “beyyine” denir.

(Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’ÂN Dili, c.9,s.355.)

AkLî DeLiL.. anlamında kullanılan BURHÂN, beyyineden daha kuvvetli ve “insanı kabul etmeye yönlendirici nitelikte olan” bir DeLiL..dir.

(Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’ÂN, terc: Alparslan Açıkgenç, Ankara, Ankara Okulu Yay., 2005, s.123.)

Nitekim Beyyine Sûresinde “Apaçık DeLiL..” anlamında kullanılmıştır.:


لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ مُنفَكِّينَ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُ
Resim---“Lem yekunillizîne keferû min ehli’l- kitâbi ve’l- muşrikîne munfekkîne hattâ te’tiye humu’l- beyyineh (beyyinetu).: Kitab Ehlinden ve Müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine beyyine (açık DeLiL..) gelinceye kadar (küfürlerinden) ayrılacak değillerdir.// Kudsal Kitaplarda müjdelenen, oğulları gibi tanıdıkları âdil önder ALLAH’ın RaSûLü MuhaMMed ->Hak DeLiL.. Kur’ÂN-ı Kerîm ile tebliğ görevine başlayıncaya kadar, Ehl-i kitabdan ve Müşriklerden küfürde ısrar edenler, görevlendirilecek Hak Peygamber’e iman ederek tâbi olacakları konusunda verdikleri sözden ve kararlarından vazgeçmiş değillerdi.” (Beyyine 98/1)

Resim * ÂYeT Kelimesi.: BURHÂN kavramıyla anlam ilişkisi bulunan diğer bir kavramdır. Bu kavram alâmet, emâre, belirti demektir..
Âyet.: Kur’ÂN-ı Kerim’de başı sonu belli tam bir cümle, sultân, güç, otorite, mu’cize ve DeLiL.. anlamlarına gelir..

(İsfehanî, el-Müfredat, s.112-113, Âyet kavramıyla ilgili detaylı bir çalışma ve geniş bilgi için Bkz: Duran, Muhammet, “Âyet Kavramı ve Anlam Alanı Üzerine Bir Analiz”, C.B.Ü.S.B.Dergisi, 2014, c.XII, sy.1,s.39-74.)

Âyet Kelimesi ->Kur’ÂN’da tekil ve çoğul olarak 382 kez geçmektedir..
(Çanga, Mahmut, Kur’ÂN-ı Kerim Lügatı,s.73.)

Kur’ÂN-ı Kerîm’de ALLAH’ın varlığını isbat etmeyi amaçlayan DeLiL..Lerden çoğunlukla “ÂYET” diye söz edilir. Kelâm ve Felsefede “ihtirâ, gaye ve nizam” gibi adlar verilen bu DeLiL..ler Kur’ÂN’da ALLAH’ın VARLığı ile ilgili âyetlerin ana konusunu oluşturur.:


إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ السَّمَاء مِن مَّاء فَأَحْيَا بِهِ الأرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخِّرِ بَيْنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim---“İnne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ardı vahtilâfi’l- leyli ven nehâri ve’l- fulkilletî tecrî fî’l- bahri bimâ yenfeu’n- nâse ve mâ enzelallâhu mine’s- semâi min mâin fe ahyâ bihi’l- arda ba’de mevtihâ ve besse fîhâ min kulli dâbbe(dâbbetin), ve tasrîfir riyâhı ve’s- sehâbi’l- musahhari beyne’s- semâi ve’l- ardı le ÂYÂTin li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).: Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yarar sağlayarak denizde akıp giden o gemilerde, O'nun (ALLAH'ın) gökten su indirip böylece onunla, ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, orada bütün hayvanlardan yaymasında, rüzgârların (değişik yönlerden) esmesinde ve yerle gök arasında musahhar (emre amade) kılınmış bulutlarda, akıl eden kavim için mutlaka ÂYETLer (DELİLLer) vardır.” (Bakara 2/164)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنتُم بَشَرٌ تَنتَشِرُونَ
Resim---“Ve min ÂYÂTihî en halakakum min turâbin summe izâ entum beşerun tenteşirûn (tenteşirûne).: Ve O'nun ÂYETLerinden (mucizelerinden)dir ki, sizi topraktan yarattı. Sonra siz, beşer (insan) haline gelince (çoğalıp yeryüzünde) yayılırsınız.” (Rûm 30/20)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Ve min ÂYÂTihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeh (rahmeten), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve O'nun ÂYETLerinden olarak sizin için nefslerinizden zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve rahmet (merhamet) kıldı (oluşturdu). Muhakkak ki bunda, tefekkür eden (düşünen) bir kavim için mutlaka âyetler (DeLiL..ler) vardır.” (Rûm 30/21)

وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْعَالِمِينَ
Resim---“Ve min ÂYÂTihî halku’s- semâvâti ve’l- ardı vahtilâfu elsinetikum ve elvânikum, inne fî zâlike le âyâtin li’l- âlimîn (âlimîne).: Ve O'nun ÂYETLerindendir ki, gökleri ve yeri yaratmıştır ve lisanlarınız ve renkleriniz (birbirinden) farklıdır. Muhakkak ki bunda, âlimler için mutlaka âyetler (DeLiL..ler) vardır.” (Rûm 30/22)

وَمِنْ آيَاتِهِ مَنَامُكُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُم مِّن فَضْلِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Resim---“Ve min ÂYÂTihî menâmukum bi’l- leyli ve’n- nehâri vebtigâukum min fadlih (fadlihi), inne fî zâlike le ÂYÂTin li kavmin yesmeûn (yesmeûne).: Ve O'nun ÂYETLerindendir ki, siz gece uyursunuz ve gündüz O'nun fazlından istersiniz. Muhakkak ki bunda, işiten bir kavim için mutlaka ÂYETLer (DeLiL..ler) vardır.” (Rûm 30/23)

وَمِنْ آيَاتِهِ يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاء مَاء فَيُحْيِي بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim---“Ve min ÂYÂTihî yurîkumu’l- berka havfen ve tamaan, ve yunezzilu mine’s- semâi mâen fe yuhyî bihi’l- arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike le ÂYÂtin li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve O'nun ÂYETLerindendir ki, korku ve ümit olarak size şimşeği gösterir. Ve gökten su indirir, böylece onunla, ölümünden sonra arzı (toprağı) diriltir. Muhakkak ki bunda, akıl eden bir kavim için mutlaka ÂYETLer (DELİLLer) vardır.” (Rûm 30/24)

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ
Resim---“Yâ ma'şere’l- cinni ve’l- insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâri’s- semâvâti ve’l- ardı fenfuz (fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi SULTÂN (sultânin).: Ey insan ve cin topluluğu! Semâların ve Arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp gitmeye) eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir SULTÂN olmaksızın nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız).” (Rahmân 55/33)

Resim * ALâMet Kelimesi.: Türkçe ->“bellik”, Farsça’da ->“nişane” adı verilen “alâmet ve âlem” zâten açıkça görünen şeye denilir. Kişi görünen alâmeti anlayınca daha önce anlamadığı şeyi onunla anlar. Çünkü hükümde aynıdırlar. Bir yol arayan kimse eğer o yolun işâretlerini bilirse onları gördüğü vakit yolu bulduğunu kavrar. Şu halde alâmet ->zâten zâhir ve açık olunca, âyet ->alâmetin daha açığı demek olur. Örneğin.: bir dağ alâmet ise, zirvesi bir âyet olur. Güneş bir gündüz âyeti, ay bir gece âyetidir..

(Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’ÂN Dili, c.I, s.16.)

Görüleceği üzere Kur’ÂN-ı Kerîm’de ALLAHu zü’L-CeLÂL’İn VARLığına, BİRLiğine ve Kudretine işâret eden BURHÂN-DeLiL..Ler çoğunlukla “ÂYET” olarak ifâde edilmektedir. Bu bakımdan “DeLiL..” ile “ÂYET” kelimeleri arasındaki ilişki oldukça açıktır. Mu’cizeler de elçilerin ALLAHtarafından gönderilmiş olduğunu kanıtlayan alâmet ve işâret olmaları sebebiyle ÂYET kelimesiyle anlatılmaktadır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 247-)SÂHİBÜ’ş- ŞEFÂAT SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

SÂHİBÜ’ş-ŞEFÂAT SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.: HER NEFSİN, ENFÜSÜNDE-SÎNESİNDE, HABLİ’L-VERÎDİNDE, ÖZÜNDEN DE ÖZÜNDEN AKRABASI RABBISINA ŞEHÂDET İRSALİNİ-ULAŞIMINI SAĞLAMAKLA HAKK TEÂLÂCA GÖREVLİ, ŞU SANAL ÂLEMDEN HAKK’A KULLUK KÖPRÜMÜZ, KENDİ NÛRUDAN YARATILAN MEVCÛD VARLIKTA TEKBİR OLAN RIZA REHBERİMİZ, ŞEHÂDET ŞİFÂMIZIN SÂHİBİ HABBESİ HABÎBULLAH RESÛLULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

Şâfi.: Hastaya şifâ veren ALLAH celle celâlihu * Yeter görünen, kifâyet eden..
Şâfi.: (Şefaat. den) Şefaat eden. Bir kimsenin suçunun bağışlanması için vasıtalık eden.
Şefâat.: Şefaat etmek. Af için vesile olmak. * Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır..
Şefâat-ı Uzmâ.: Makam-ı Mahmud.: En yüksek şefaat makamı. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kavuşacağı, ALLAH celle celâlihu tarafından vaad edilen makam..
Şifâ.: Devâ demektir. İnsanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına geliyor.

Eş-Şâfi ALLAH celle celâlihu İsminin anlamı.: Hastalara şifâ veren, yarattığı mahlukatının maddî ve manevî, her türlü hastalığına şifâ veren, her türlü derde devâ veren, tüm yarattıklarından hasta ve dertli olanlarına şifâ veren, hem maddi ve manevi hastalıklara şifâ veren ALLAH celle celâlihu...
Eş-Şâfi celle celaluhu her ne kadar Tirmizi hâdisindeki esmâlar arasında geçmiyorsa bu İsm-i Şerif RABBimizin Kur'ÂN-ı Kerîmi’nde ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin DUÂ hadislerinde bildirilen Esmalardandır. Maddî ve manevî fiziksel her türlü hastalıklara şifâ veren, sıkıntıları gideren bir İsmi-i Şeriftir.
Şefaât İsmi ile ALLAH celle celâlihu insanın maddî ve manevî hastalıklarına şifâ verir.


Resim KUR'ÂN-ı KERÎM’de ŞİFÂ.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İki ŞİFÂ vardır.: “Bunun biri BALdır, diğeri Kur’ÂN-ı Kerim’dir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Tıp, 7)

İmâm Kuşeyrî Hazretleri naklediyor.: “Şimdi arz edeceğim 6 âyet ŞİFÂ kaynağıdır. Bunları bir insan sabah-akşam dikkatlice, ihlâsla okursa hangi hastalık olursa olsun biiznillah ŞİFÂ bulur. Bu âyetlerin ŞİFÂ verdiğini tecrübe etmişizdir. Benim 12 yaşlarında bir kızım vardı. Devâsı olmayan müzmin bir hastalığa yakalandı. Bütün hekimlere götürdüm, devâ bulmadı. Onu ölüme terk etmiş durumdayken SÂLiH bir İnsaÂN-La karşılaştım. Bu halimi arzettim. Dedi ki.; Kur'ÂN-ı Kerîm’de 6 tane ŞİFÂ âyeti bulunmaktadır ki kızına ihlasla bu DUÂları sabah-akşam okursan o biiznillah iyileşecektir!.” Ben de bu âyetleri öğrenip kızıma okudum. Ölmek üzereyken kızım sıhhat buldu, iyileşti. Onun için bu âyetlerin ne kadar ŞİFÂ verici olduğuna bizzat şâhidim.”


قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ
Resim---“Kâtilûhum yuazzibhumullâhu bi eydîkum ve yuhzihim ve yansurkum aleyhim ve YEŞFi sudûre kavmin mu'minîn (mu'minîne).: Onlarla savaşın. ALLAH sizin ellerinizle onları azâblandırır ve onları alçaltır. Ve onlara karşı size yardım eder (zafere ulaştırır). Ve mü'minler kavminin göğüslerine ŞİFÂ verir (iyileştirir, ferahlatır).” (Tevbe 9/14)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءتْكُم مَّوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَشِفَاء لِّمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Yâ eyyuhe’n- nâsu kad câetkum mev'ızatun min RABBikum ve ŞİFÂun limâ fî’s- sudûri ve huden ve rahmetun li’l- mu'minîn (mu'minîne).: Ey insanlar! Size, RABBinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki hastalıklara) ŞİFÂ ve mü'minlere Hidâyet ve Rahmet gelmiştir.” (Yûnus 10/57)

ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاً يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاء لِلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Summe kulî min kulli’s- semerâti feslukî subule RABBiki zululâ (zululen), yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi ŞİFÂun li’n- nâs (nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Sonra meyvelerin (çiçeklerin) hepsinden yeyin! RABBinin emre âmade kılınmış yollarında sülûk edin (uçun, dolaşın). Onun karnından muhtelif (çeşitli) renklerde içecek (BAL) çıkar. Onda insanlar için ŞİFÂvardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için elbette bir âyet (delil) vardır.” (Nahl 16/69)

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَارًا
Resim---“Ve nunezzilu mine’l- KUR’ÂNi mâ huve ŞİFÂun ve rahmetun li’l- mu’minîne ve lâ yezîdu’z- zâlimîne illâ hasârâ (hasâran).: KUR'ÂN'dan indirdiğimiz şeyler, mü'minler için ŞİFÂdır ve rahmettir. Ve zâlimlerin sadece hüsranını (kaybettiği dereceleri) arttırır.” (İsrâ 17/82)

وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
Resim---“Ve izâ maridtu fe huve YEŞFÎn (yeşfîni).: Ve hastalandığım zaman bana ŞİFÂ veren, O'dur.” (Şu’ârâ 26/80)

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاء وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى أُوْلَئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ
Resim---“Ve lev cealnâhu KUR’ÂNen a’cemiyyen le kâlû lev lâ fussilet âyâtuh (âyâtuhu), e a’cemiyyun ve arabîy (arabîyyun), kul huve lillezîne âmenû huden ve ŞİFÂun, vellezîne lâ yû’minûne fî âzânihim vakrun ve hûve aleyhim amâ (amen), ulâike yunâdevne min mekânin baîd (baîdin).: Ve eğer O'nu (Kitab'ı), yabancı dil bir KUR'ÂN kılsaydık, mutlaka.: “O'nun âyetleri açıklanmalı değil miydi?” derlerdi. Araba yabancı dil mi? De ki.: “O, iman edenler için Hidâyet ve ŞİFÂdır. Ve mü'min olmayanların kulaklarında vakra vardır. O (KUR'ÂN), onlara karşı körlüktür (ŞİFÂ ve Hidâyet değildir). İşte onlara uzak bir yerden seslenilir.” (Fussılet 41/44)


Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’de ŞİFÂ.:

ARAPÇASI.:

Resim

اَللّٰهُمَّ رَبَّ النَّاسِ أَذْهِبِ الْبَاْسَ وَاشْفِه۪ وَأَنْتَ الشَّاف۪ي لَا شِفَاءَ إِلَّا شِفَاؤُكَ شِفَاءً لاَ يُغَادِرُ سَقَماً
Resim TÜRKÇESİ.:

ALLAHümme RABBe’n-nâsi! Ezhibi’l-be'se, veşfihi, ve ente’ş-ŞÂFİ. Lâ ŞİFÂe illâ ŞİFÂüke. ŞİFÂen lâ yüğâdiru sekamâ....:


Resim MÂNÂSI.:
ALLAH'ım!. Ey insanların RABBi!. Sıkıntıyı gider, ŞİFÂ ver. ŞİFÂyı veren ancak SENsin. SENin vereceğin ŞİFÂdan başka ŞİFÂ yoktur. Öyle bir ŞİFÂ ver ki, hastalık nedir bırakmasın.!."
(Buhârî, Tıb, 37.)



ARAPÇASI.:

Resim

Resim TÜRKÇESİ.:
"Ezhibi’l-be'se RABBen-nâsişfi ve-ente’ş-ŞÂFİ lâ ŞİFÂe illâ ŞİFÂuke ŞİFÂen la yukadiru sekame.".:

Resim
MÂNÂSI.:

Bu hastalığı gider ey insanların RABBi! ŞİFÂ ver, çünkü ŞİFÂ verici SENsin. SENin vereceğin ŞİFÂdan başka ŞİFÂ yoktur. Öyle ŞİFÂ ver ki hiç bir hastalık bırakmasın!."
(Buhârî, Merdâ, 20; Müslim, Selâm, 46; Ebû Dâvud, Tıbb, 18, 19.)


ARAPÇASI.:

Resim
Resim TÜRKÇESİ.:
Bismillahi turbetu ardina ve rîkatu ba'dina yüşfe sakimuna bi-izni RABBinâ...:


Resim MÂNÂSI.:
ALLAH’ın adıylaDUÂya başlarım. Bizim yerimizin toprağı ve birimizin tükürüğü vesilesiyle ALLAH’ın izniyle hastamız ŞİFÂ bulur. !."
(Buhârî, Tıbb, 38; Müslim, Selâm, 54; Ebû Dâvud, Tıbb, 19.)


Resim---İbn Abbas radıyallahu anhu.: “Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e bir hâtûn müracaat edip.: “Yâ Resûlallah, ben sar’a illetine duçar oluyorum. Hem de sar’a hâlinde açılıyorum. ALLAH TEÂLÂ’ya DUÂ ediniz ki, bu illeti benden izâle eylesin!” dedi. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz kadına hitaben.:
“Dilersen sabret, bu illet mukabilinde sana cennet verilsin. Dilersen sıhhat ve afiyetin için ALLAH TEÂLÂ’ya DUÂ edeyim!.” buyurdu.
Sonra o hâtûn.: “Yâ Resûlallah, böylece sabrederim. Yalnız sar’a hâlinde açılmamam için ALLAH TEÂLÂ Hazretlerine DUÂ ediniz!.” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de, o halinde açılmaması için DUÂ buyurdu.

(Buhârî, Merdâ, 6; Müslim, Birr, 54)

Resim---Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem.: "Ağrıyan dişinin üzerine şehâdet parmağını koyup Yâsîn-i şerîfin son tarafını nihâyete kadar oku, bî-İznillah TeâLâ ŞİFÂ bulursun.” buyurmuştur.
(Suyûtî, el-Câmi’us-Sağîr, no: 5218)

HASTALARA ŞİFÂ DUÂSI.:


ARAPÇASI.:


Resim
Resim TÜRKÇESİ.:
Euzu bi izettillahi ve kudretihi min şerri ma ecidu..:

Resim MÂNÂSI.:
Sağ elini vücûdunda rahatsız olduğun mahalle koyup yedi defa mesh eyle ve her meshte.: “Hissettiğim bu hastalığın şerrinden ALLAH’ın İzzetine ve Kudretine sığınırım!.” de. Bî-iznillahi TeâKâ ŞİFÂ bulursun.” buyurmuştur!.
(İbn Hanbel, IV, 217.)


CEBRÂİL ALEYHİSSELAM’IN ŞİFÂ DUÂSI.:
Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz rahatsızlandıkları zaman onu Cibril aleyhisselam tedâvi eder ve.:


ARAPÇASI.:

Resim

Resim TÜRKÇESİ.:
“Bismillahi arkıyke min kulli şeyin yu'zike min şerri kulli nefsin ev aynin hasidin, Allahu yeşfike bismillahi arkıyke...:


Resim MÂNÂSI.:
ALLAH’ın İsmiyle seni rahatsız eden her şeyden sana okurum. Her nefsin veya hasetçi her gözün şerrinden ALLAH sana ŞİFÂ versin. ALLAH’ın Adıyla sana okurum.” derdi.!.
(Müslim, Selâm 40.)


HASTA DUÂSI
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir rahatsızlıkları olduğu zaman Muavvizeteyn sûrelerini okur, kendi üzerine üfler ve onu eliyle üzerinden silerdi. Ve şöyle buyururdu:


ARAPÇASI.:

Resim

Resim TÜRKÇESİ.:
“Bismillahi Allahümme dâvini bi devâike veşfini bi ŞİFÂike ve ağnini bi fadlike ammen sivâk vahzer anni ezâke..:

Resim MÂNÂSI.:
ALLAH’ın İsmiyle!. Ey RABBim! Beni KENDİ Devân ile tedâvi et, bana KENDİ ŞİFÂn ile ŞİFÂ ver ve beni KENDİ Fazlınla SENden başkalarından müstağni kıl ve beni ezâlardan uzak tut!.”!.
(Heysemî, X, 180.)


Henüz eceli gelmemiş bir hastayı ziyâret eden bir mü’min yedi defa.:


ARAPÇASI.:

Resim

Resim TÜRKÇESİ.:
“Ese’lullahe’l-Azîme RABBe’l- ARŞi’l- Azîmi en yeşfiyeke...:


Resim MÂNÂSI.:
Azîm olan ALLAH’tan, Azîm olan ARŞ’ın RABBi ALLAH’tan sana ŞİFÂ vermesini istiyorum!.” derse muhakkak âfiyet bulur. “!.
(Ebû Dâvud, Cenâiz, 8; Tirmizî, Tıbb, 32; İbn Hanbel, I, 239.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 248-)SÂHİBÜ’l- BURAK SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

SÂHİBÜ’l- BURAK SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.: Meleküt, Ceberut, Kibriyâ, Azamet ve Kudrat ÂLEMLerine Mi’RÂCında =>Lâ-ZamÂN HıZLı BİZ BİR-İZ BİNeğine Sâhib OLAN RESÛLULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

BURAK
براق‎ .: RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in Mi’râc Olayında bindiği özel binektir.. Kelimenin kökü.: “Berk” dir. BURAK'ın Hadis-i Şerife göre ta'rifi.: "Merkepten büyük, katırdan küçük hacimde bir “dâbbe” ki; ayağını gözünün müntehasına basar." Bu ise bir berk ve elektrik sür'atini anlatır..
Dâbbe.: Yürüyen, debelenen mahluk..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..: “Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte "BURAK" isminde bir hayvana bindirildim. Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksa'ya geldik. Cebrâîl, BURAKı, bütün Peygamberlerin bineklerini bağladıkları bir halkaya bağladı.” buyurmuştur.
(Buhari Salât, 8.)

BURAK, anlam olarak ALLAH celle celâlihu’ya yaklaşan ve yaklaştıran demektir. BURAK, Arapça yıldırım, şimşek, parıldamak, ışıldamak anlamlarına gelen “Berk” kelimesinden türetilmiştir. Kur'ÂN-ı Kerîm'de böyle bir isim geçmemekle beraber, Hadis-i Şerîf Kaynaklarında böyle bir varlığın olduğu yer almaktadır..
Ayrıca İslam inancında, Eşi Sâre ile yaşayan İbrahim aleyhisselâm Peygamberimiz’in diğer Eşi Hacer ve oğlu İsmâil aleyhumusselâm'ı ziyâret etmek için Mekke'ye giderken BURAK'ı kullandığı ve aynı gün içinde akşam vakti yine BURAK ile geri döndüğü ifade edilmektedir..
(Journeys in holy lands: The Evolution of the Abraham-Ishmael Legends in Islamic Exegesis, Reuven Firestone, State University of New York Press, New York, 1990)

Hadis-i Şerîflerde belirtildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte Mescid-i Aksâ’ya vardığında BURAK'tan inmiş, Cebrâil aleyhisselâm, BURAK’ı eskiden kalmakta olduğu yere götürmüş ve bağlamış, Resûl-i Ekrem aleyhisselâm da orada bulunan Peygamberler Cemaati’ne imam olarak namaz kıldırmıştır. Cebrâil aleyhisselâm’ın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte BURAK’a binip binmediği konusu ihtilâflıdır.. (Hâkim’in el-Müstedrek’inde (IV, 606))
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e BURAK getirildiğinde Cebrâil aleyhisselâm’ın da arkasına bindiği tarzında Ebû Hamza Meymûn el-A‘ver’den rivâyet ettiği hadis konu ile ilgili diğer haberlerle desteklenmemiştir..

Ayrıca Kıyamet Günü, Mahşer yerinde bulunan Ümmetlerine ulaşabilmeleri için Peygamberlere binek verileceği, Sâlih Peygamber ->Devesi’ne binerken, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in de Kızı Fâtıma aleyhasselâm ile birlikte BURAK’a bineceği ve o gün BURAK’ın sadece kendisine tahsis edileceği gibi hususlar da konu ile ilgili rivayetlerdendir..

Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadiste de, insanların üç grup halinde Haşir İşlemine tâbi tutulacağı haber verilmektedir.:
1-) Günahları sebebiyle ümitle korku arasında bulunan müminler ki bunların yaya olarak gitmesi muhtemeldir,
2-) Binekle gidecek erdemli müminler ve,
3-) Yanlarından ayrılmayan bir ATEŞLe Hesab Meydanı’na sevkedilecek gruplar..
(Buhârî, Riḳāḳ, 45; Müslim, Cennet, 59; İbn Hacer, XIII, 188-193).

BURAK =>“Parıldamak, şimşek çakmak” anlamına gelen Arapça berk (البرق) kelimesinden türetilmiş olup renginin saf ve parlak oluşu veya çok hızlı hareket edişi sebebiyle bu adı almıştır.. (Lisânü’l-ʿArab, “brk” md.).


سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
“Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen mine’l- mescidi’l- harâmi ile’l- mescidi’rtl- aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huve’s- SEMÎu’l- BASÎr (basîru).: Âyetlerimizi göstermek için, KULU’nu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten ALLAH, SUBHÂN'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.// Bir gece, KULU MUHAMMED’in Mescidi Haram’dan, etrafını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya, en yüce makama vuslatını gerçekleştiren, huzurunda secdesini sağlayan ’ı tesbih, tenzih ve takdis ederiz. Kudretimizin açık delillerinden olan O Evrensel Peygamberi ins-ü cinne, bütün kâinâta tanıtalım; kâinât ve ötesinin, geçmişte olanlar ve gelecekte olacakların bir kısmını ona müşahede ettirelim diye bu mi’racı gerçekleştirdik. Şüphesiz RASÛLÜ MUHAMMED’in, kâinât ve ötesinin duyduklarını ve gördüklerini duyuran ve gösteren O’dur.” (İsrâ17/1)

İsrâ Sûresinin ilk âyetinde, ALLAHu zü’L-CELÂL’in bir gece Muhammed aleyhisselâm’ı Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya kadar yürüttüğü bildiriliyorsa da söz konusu âyette bu yolculuğun BURAK’la gerçekleştiğine dair herhangi bir işâret yoktur. Konu ile ilgili hadislerde yer alan ayrıntılı bilgilere göre yolculuk Mescid-i Aksâ’dan sonra semâya yükseltilmek sûretiyle devâm etmiştir. Cebrâil aleyhisselâm’ın da refakat ettiği ve İslâmî Kaynaklarda “isrâ” ve “mi‘rac” diye adlandırılan bu Gece Yolculuğu hadislere göre BURAK denilen bir binekle gerçekleşmiştir.
Mi‘racın İslâm literatürüne girdiği şekliyle Peygamberimiiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e has bir mu’cize olduğu bilinmektedir..

BURAK, Resûl-i Ekrem aleyhisselâm’den başka diğer Peygamberlere de hizmet etmiştir. Taberî’nin naklettiği bir rivayette İbrâhim aleyhisselâm’in Kâbe’yi ziyârete giderken bu bineği kullandığı belirtilmekte ve bu sebeple BURAK’tan =>“Dâbbetü’l- İbrâhim.: İbrâhim’in Bineği” şeklinde söz edilmektedir (Taberî, Tefsîr, XV, 5, 10)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den önce başka Nebîlere, bu arada İbrâhim aleyhisselâm’e de hizmet etmiştir.
Abdülvâsi Çelebi’nin;
“Bu İbrâhim Kurâkıdır ki kāim,
Binip Kâbe tavâf eylerdi dâim!.”


Süleyman Çelebî’nin;
“Andayiken nâgehân ol yüzi ak,
Cebrâil Cennetten irgürdi BURAK!.”


Kesin olarak bilinen, Mi’rac’ın Hicretten önce Mekke’de meydana gelmiş olmasıdır.
Bir gün Peygamberimiz aleyhisselâm’a soruldu.: "Yâ Resûlullah!., Göğüs açılır mı?”
Peygamberimiz aleyhisselâm.: “Evet, açılır.” buyurdu.
“Nasıl olur?” diye sorduklarında,
Peygamberimiz aleyhisselâm.: "Bir NÛRdur ki, ALLAH O’nu mü’minin kalbine atar, o da O’nunla ferahlanır, açılır.” buyurdu.
“Onun alâmeti nedir?” dediler.
Peygamberimiz aleyhisselâm.: “Aldanma yurdundan/(Dünyâdan) uzaklaşmak, Ebedîyyet Yurduna/(Âhirete) YÖNELmek ve GELmeden ÖNce ÖLüm için HAZIRLANmaktır!.” Buyurdu
(İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm, C. 2., s. 174.)


Mesrûk radiyallahu anhu da şöyle demiştir.: “Aişe radiyallahu anha’ya.: “Vâlide! MuhaMMed sallallahu aleyhi vesellem RABBi’ni gördü mü?”
O.: “Söylediğin sözden tüylerim diken diken oldu. Nasıl oluyor da bunu bilmiyorsun. Üç şey vardır ki, onları her kim sana söylerse yalan söylemiş olur.: Her kim MuhaMMed (aleyhisselâm) RABBi’ni gördü derse yalan söylemiş olur!.” dedi
Ve sonra şu âyetleri okudu.:


لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
“Lâ tudrikuhu'l- ebsâru ve huve yudriku'l- ebsâr(ebsâru) ve huve'l- lâtîfu'l- habîr (habîru).: Görme hassaları onu idrak edemez. Ve O, görme hassalarını idrak eder. Ve O, lâtiftir, her şeyden haberdardır.// "ALLAH, gözleri ve akılları denetim ve idraki içine alırken, gözler ALLAH’ı dünyada göremez, akıllar dünyada ve âhirette ALLAH’ı kavrayamaz. O hikmetine nüfuz edilmeyen yüce varlıktır ve gizli-açık her şeyden haberdârdır.” (En'am 6/103)

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
“Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm (hakîmun).: ALLAH'ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır, illâ vahyile veya perde arkasından veya dilediğine izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. ALLAH, bilir ve hikmet sahibidir.// ALLAH, bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir Rasûl gönderir, ilmi, planı dâhilinde izniyle sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecelliîsine uygun olanları vahy eder. O yücedir, hikmet sahibi ve hükümrandır.” (Şûrâ 42/51)

إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“İnnallâhe indehu ilmu's- sâah (sâati), ve yunezzilu'l- gays (gayse), ve ya’lemu mâ fî'l- erhâm (erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ (gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût (temûtu), innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, ALLAH'ın Katı'ndadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki ALLAH, Alîm'dir (en iyi bilen), Habîr'dir (haberdar olan).// Kıyametin kopacağı an ile ilgili bilgi ALLAH Katındadır. Toprakların, bölgelerin, yağmurdan alacağı payı, kurduğu düzene ve sünnetine uygun olarak O paylaştırıp aralıklarla yağdırır. Rahimlerdeki döllenmeler ve oluşumlar, O’nun ilmi, planı ve iradesi dâhilinde gerçekleşir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını, hayır ve şer ne işleyeceğini, ne sevap elde edeceğini, hangi günahları yükleneceğini bilmez. Hiç kimse, hangi yerde öleceğini de bilmez. ALLAH her şeyi bilir, gizli-açık her şeyden haberdârdır.” (Lokman 31/34)

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
“Yâ eyyuherresûlu bellıg mâ unzile ileyke min RABBik (rabbike) ve in lem tef’al femâ bellagte risâleteh (risâletehu) vallâhu ya’sımuke minen nâs(nâsi) innallâhe lâ yehdî'l- kavme'l- kâfirîn (kâfirîne).: Ey Resûl! RABB'inden sana indirileni tebliğ et (duyur). Eğer bunu yapmazsan, o taktirde O'nun Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış) olursun. Ve ALLAH seni insanlardan korur. Muhakkak ki ALLAH, kâfirler kavmini hidayete erdirmez.// Ey ALLAH’ın Rasûlü, RABBinden sana indirileni, Kur'ÂN’ı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, ALLAH’ın sana yüklediği peygamberlik görevini ifa etmemiş olursun. ALLAH, insanların saldırılarından, suikastlerinden seni koruyor, korumaya alıyor. ALLAH kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, ALLAH’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfir bir kavmi doğru yola sevketme lütfunda bulunup başarıya ulaştırmayacak.” (Mâide 8/67)
Aişe radiyallahu anha sözlerine devamla.: şöyle demiştir:
"Resûlullah (aleyhisselâm) RABBi’ni görmedi. Fakat O, Cebrâil (aleyhisselâm)ı kendi asli sûretinde iki kere gördü." buyurdu.
(Buharî, K. Tefsir el-Kur'ÂN sure 53, ve’n-Necm, 1bab.: l; Müslim, iman, 77.)

İbn Mes’ûd radiyallahu anhu da, Aişe radiyallahu anha’nın görüşündedir.. (Askalânî, Fethu ’l-Bârî, Mısır, 1948, c. 8, s. 493.)

Ebû Zer radiyallahu anhu de şöyle demiştir.: "Peygamberimize sordum.: Yâ Resûlullah!. RABBin’i gördün mü?” dedim. Peygamberimiz.:O, bir NÛR, O’nu nasıl göreyim!.” buyurdu.
(Müslim, iman, 78.)

İkrime radiyallahu anhu şöyle demiştir.: "İbn Abbas (radiyallahu anhu).: "MuhaMMed (aleyhisselâm RABB’ini gördü." dedi.
Ben.: "Gözler O’nu idrak edemez" buyurulmuyor mu?” dedim, İbn Abbas.: “ALLAH gerçek NÛRu ile tecelliî ettiği zaman öyledir.” diye cevab verdi.
(Tirmizî, Tefsîru’l- Kur’ÂN, 54.)

Yine İbn Abbas (radiyallahu anhu).: "İbrahîm aleyhi’s-selâm’ın ALLAH’ın DOSTu olmasına, Mûsa aleyhi’s-selâm’ın ALLAH ile konuşmasına ve MuhaMMed aleyhi’s-selâm’ın ALLAH’ı görmesine şaşıyor musunuz?" demiştir.
(İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, c.8., s. 492. 21-Necm, 11.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem BURAK hakkında.: şunları: “Binmek üzere ona yaklaştığımda birden azgınlaşıp hareketlendi. Cebrâil elini hayvancağızın yüzüne sürüp ona.: “Utanmıyor musun? Yemin ederim ki, MuhaMMed’den daha üstün bir beşer sana binmedi! Ne oluyor sana?” deyince sakinleşti ve sonra ona binmemi istedi. Cebrail’in terkisinde bindim, o kadar süratli idi ki ön ayaklarını gözümün en uzak gördüğü yere/ufuğa atarak, her bir hareketi gözün gördüğü en son noktaya ulaşarak ilerliyordu.” buyurmuştur.
(Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 42; Müslim, İman 259; İmam Ahmed, Müsned, c. III, s. 148.)

Ardından Mekke’deki Harem-i Şerif’ten Kudüs/Beytü’l-Makdis’teki Mescid-i Aksâ’ya götürüldü..

Cebrâil aleyhisselâm’ın (bu sözlerinden daha önce BURAK’ın sırtında yolculuk yapan Peygamberlerin olduğunu anlıyoruz ki bu konuda da kaynaklarda kaydedilen bilgiler vardır.. (Muhammed İbn Salih ed-Dimaşkî, Subulu’l-hüda ve’r-reşad fi hedyi hayri’l-ibad, c. III, s. 187.)

Rivayetlere göre Mi’rac’dan dönüş güzergâhının semâvâttan tekrar Beytu’l-Makdis’e, oradan da Mekke’ye doğru gerçekleştiği görülmektedir. Mekke’den Kudüs’e gerçekleşen İsrâ Olayında Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in BURAK’ın sırtında götürüldüğü, semâvâta ise vasıtasız ulaştırıldığı anlaşılmaktadır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 249-)SÂHİBÜ’l- HÂTEM SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

SÂHİBÜ’l- HÂTEM SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.: Kaşında =>“MuhaMMed RESÛLULLAH” Yazılan ve resmî Mektublarında MÜHÜR olarak da kullandığı YÜZÜĞÜN Sâhibi OLAN RESÛLULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

Bu makalede Peygamber Efendimiz aleyhisselâm’ın yüzüğü ve yüzüğündeki mührü incelenmektedir. Altın, gümüş, akîk yüzük konusundaki rivâyetlerin tahlili yapılmaktadır.

Asr-ı Saadette Hicaz Bölgesinde yüzük kullanılmaktaydı, ancak yüzüğün kaşına mühür nakşedilmesi yaygın değildi. Hicri yedinci senede Peygamber Efendimizin (aleyhisselâm) gümüş bir yüzük yaptırması ve kaşına mühür nakşettirmesiyle yaygınlık kazanmıştır. Peygamber Efendimiz bu yüzüğü hem takmış hem de yazışmalarda mühür olarak kullanmıştır. Daha sonra halifeler tarafından sürdürülen bu gelenek, zamanla çeşitli görevlerde bulunan idarecilere de şamil olmuştur.

Hadislerde yüzük, “hâtem”
[خاتم] kavramıyla ifade edilmektedir. Aslında hâtem’in sözlük anlamı, mühür, damga, mühürlenen, son verilen… demektir. Bu kavrama yüzük anlamının yüklenmesi ise idarecilerin evrakları mühürlemek üzere kullandıkları yüzüğün kaşındaki mühre nispetledir. Zamanla mühürlü ya da mühürsüz bütün yüzüklere “hâtem” denilmiş; hatta Arapçada yüzüğün asıl karşılığı olan حلقة “halka/halâka” veya فتخة “fetha/fetaha” nın yerini almıştır. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, II, 10; İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, III, 40; XII, 164.)

Bundan başka Peygamber Efendimizin sırtındaki mühre de “hâtem” denilmektedir. Peygamberlerin sonuncusu anlamındaki “Hâtemu’l-Enbiyâ” ve “Hâtemu’n-Nebiyyîn” ifadeleri de Onun vasıflarındandır.

Şu halde hâtem tâbiri, Peygamber Efendimizle alâkalı birçok hususu ihtivâ eden müşterek bir lafızdır. Nitekim kaynaklarda ve hadislerde “Peygamber(lik) mührü” anlamındaki “Hâtemu’n-Nebî, Hâtemu Rasûlillah, Hâtemu’n-Nübüvve…” gibi terkiblerle Onun yüzüğü, yüzüğündeki mühür veya sırtındaki peygamberlik mührü ifade edilmektedir. Ancak bunlardan hangisinin kastedildiğini tespit için hadisteki diğer bilgi ve karinelere de bakılmalıdır.

Resim

PEYGAMBER EFENDİMİZ aleyhisselâm’ın YÜZÜĞÜ.:
Mekke döneminde Peygamber Efendimizin (aleyhisselâm) yüzük kullandığına dair herhangi bir kayda rastlamadık. Medine döneminde ise ilk önce altın bir yüzük taktığı, bir müddet sonra onu çıkarıp gümüş yüzük yaptırdığı, bu arada altın yüzüğü ashabın erkeklerine yasakladığı nakledilmektedir..

Buharî ve Müslim’in Abdullah b. Ömer’den rivâyet ettikleri bir hadis şöyledir.: Resûlullah (aleyhisselâm) altın bir yüzük taktı ve yüzüğün kaşını avuç içine gelecek şekilde çevirdi. Ashabdan da altın yüzük takanlar vardı. Derken Resûlullah (aleyhisselâm) minbere çıktı, elindeki yüzüğü çıkardı ve şöyle buyurdu.: “Vallahi bundan böyle ebediyen altın yüzük takmayacağım.” Ashabdan altın yüzük takanlar derhal yüzüklerini çıkardılar. Bundan sonra Resûlullah (aleyhisselâm) gümüşten bir yüzük yaptırdı.”
(Buharî, Libâs 45; Müslim, Libâs 51)

Efendimizin (aleyhisselâm) kısa bir süre taktığı bu altın yüzük, Hz. Âişe’nin (radiyallahu anha) bildirdiği aşağıdaki rivâyetten anlaşılacağı üzere Habeş Hükümdarı Necaşî’nin gönderdiği bir hediyedir.:
“Habeş hükümdarı Necâşî’nin Resûlullah’a (aleyhisselâm) gönderdiği hediyeler gelmişti. Bu hediyeler arasında Habeşî kaşlı altın bir yüzük de vardı. Resûlullah (aleyhisselâm) o yüzüğe pek iltifat etmeden bir çubukla ya da parmağının ucuyla aldı. Daha sonra kızı Zeyneb’in kızı Ümâme’yi çağırdı ve yüzüğü ona vererek.: "Yavrucuğum, bununla ziynetlen (süslen)" buyurdu.”
(Ebû Dâvûd, Hâtem 8.)

Bu hâdise, 628 yılında Hayber Fethinin ardından vuku bulmuştu. Nitekim Hz. Ali kerremallahu vechehu’nin ağabeyi Cafer b. Ebî Tâlib başkanlığındaki Habeş Muhacirleri kâfilesi, beraberlerinde Necaşî’nin gönderdiği Habeşli heyet ve hediyelerle birlikte Rasulullah’ın huzuruna gelmişlerdi. Resûlullah (aleyhisselâm) hediyeleri kabul etmiş ve gönderen hükümdara değer verdiğini izhar etmek üzere altın yüzüğü parmağına takmıştı. Abdullah b. Ömer bir süre, Enes b. Mâlik ise sadece o gün Peygamberimizin parmağında altın yüzük gördüklerini naklederler. Akabinde yüzüğü çıkarıp ashabına bu tür ziynetlerin erkekler için meşru olmadığını bildirdiğini kaydederler. Peygamberimiz (aleyhisselâm), aynı sene içinde gümüş bir yüzük sipariş vererek kaşına mühür nakşettirir. Enes b. Mâlik (radiyallahu anhu) bu hususu şöyle anlatır.:
“Resûlullah (aleyhisselâm) Roma ve Acem Diyârına mektup yazmak istediğinde kendisine.: “Eğer mektubunuz mühürsüz olursa onlar bunu asla kabul etmezler!.” denildi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhisselâm) gümüşten bir yüzük yaptırdı. Yüzüğün kaşında
محمد رسول الله .: MuhaMMed ALLAH’ın RASÛLÜdür] ibâresi nakşedilmişti. Parmağındaki gümüş yüzüğün ışıltısı hâlâ gözümün önündedir.”
(Buharî, Libâs 52; Müslim, Libâs 56)

YÜZÜKTEKİ MÜHÜR.:
Enes b. Mâlik (radiyallahu anhu) şöyle demiştir.: Resûlullah’ın yüzüğünün kaşındaki yazı üç satır şeklinde nakşedilmişti. “MuhaMMed” bir satırda, “RaSûL” bir başka satırda, “ALLAH” lafzı ise diğer bir satırda yazılıydı." (Buharî, Libâs 55)

Aynı rivâyet, Abdullah b. Ömer ve diğer sahabîler tarafından da nakledilmektedir. Üç satırdan ibaret bu istif yazının alttan yukarıya doğru okunuşu.:
محمد رسول الله .: MuhaMMed RESÛLULLAH’dır.
Merhum Muhammed Hamîdullah, Medineli bir sanatkâra yaptırılan bu yüzüğün gümüşten mâmul, iri ve kalın bir yüzük olduğunu, mührün çapının iki cm.yi bulduğunu, Resûlullah ve ilk halifeler tarafından devlet mührü olarak kullanıldığını kaydeder. (M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 1026)

Bütün bu bilgilere dayanarak Peygamberimizin yüzüğünü ve mührünü temsili bir resmini yazının başında görebilirsiniz.
Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Ömer, bu mührün Peygamberimiz’e has olduğunu şöyle nakletmişlerdir: "Resûlullah (aleyhisselâm) gümüşten yüzük yaptırdı. Kaşına.: “MuhaMMed Resûlullah” yazısını nakşettirdi ve buyurdu ki.: “Hiçbir kimse yüzüğüne aynısını nakşettirmesin."
(Buharî, Libâs 54; Müslim, Libâs 54)

Yine Enes b. Mâlik demiştir ki: Resûlullah (aleyhisselâm) helâya gireceğinde yüzüğünü çıkarırdı.”
(Tirmizî, Libâs 18; Ebû Dâvûd, Tahâre 10)

Ebû Râfi‘ Resûlullah’ın abdest alırken –suyun alta nüfuz etmesi için– yüzüğünü hareket ettirdiğini nakleder. (İbn Mâce, Tahâre 54).
Aynı şekilde Hz. Ali kerremallahu vechehu ve Abdullah b. Ömer radiyallahu anhu başta olmak üzere sahabe ve tabiînden birçok şahsın abdest alırlarken yüzüklerini hareket ettirdikleri kaydedilir.. (Buharî, Vudû 29; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I, 44 vd.)

PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm YÜZÜĞÜ HANGİ PARMAĞA TAKARDI?.:
Enes b. Mâlik (radiyallahu anhu) ve İbn Ömer (radiyallahu anhu), Peygamber Efendimizin yüzüğü sol elinin serçe parmağına taktığını naklederler. Ayrıca kimi zaman yüzüğün kaşını avuç içine gelecek şekilde çevirdiğini kaydederler.. (Müslim, Libâs 54-65; Ebû Dâvûd, Hâtem 5)

Bir defâsında Enes b. Mâlik’e (radiyallahu anhu), Resûlullah’ın yüzük takınıp takınmadığını sorduklarında şöyle demiştir.: “Evet takınırdı. Hatta bir gece Resûlullah (aleyhisselâm) yatsı namazını gece yarısı oluncaya kadar tehir etmişti. Sonra mescide çıkmış ve şöyle buyurmuştu.: “Halk namazı kılmış ve uyumuştur. Siz ise namaz için beklediğiniz müddetçe namaz kılıyor (gibi ecirde) sayılırsınız.” Enes b. Mâlik.: “Sanki ben şu an Resûlullah’ın yüzüğünün parıltısını hâlâ görüyor gibiyim.” dedi ve sol elini kaldırıp serçe parmağını göstermek sûretiyle yüzüğün yerine işârette bulundu.
(Buharî, Libâs 48)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, bâzen yüzüğü sağ elinin serçe parmağına da takmıştır.. (Tirmizî, Libâs 16; Ebû Dâvûd, Hâtem 5)

Ancak ekseriyet itibâriyle sol eline taktığı mervîdir. Dört halifenin de sol elin serçe parmağına taktıkları nakledilir. Ayrıca Hz. Hasan, Hz. Hüseyin aleyhumusselâm gibi torunlarının da Resûlullah’a ittibâen yüzüklerini sol ellerine taktıkları kaydedilir.. (Tirmizî, Libâs 16; İbn Ebî Şeybe, Musannef, V, 196)

Hz. Ali kerremallahu vechehu ise orta ve işâret parmağını göstererek.: Resûlullah (aleyhisselâm) şu iki parmağa yüzük takmamı nehyetti.” buyurmuştur.
(Müslim, Libâs 64)

Bütün bu rivâyetlere göre orta ve işâret parmağına yüzük takmak tasvib edilmezken serçe parmak veya yüzük parmağına uygun görülmektedir..

PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm’ın YÜZÜĞÜNÜN İLK HALİFELERE İNTİKÂLİ.:
Resûlullah (aleyhisselâm) vefât edince parmağındaki mühürlü yüzük çıkarıldı. Hz. Ebû Bekr (radiyallahu anhu) halife sıfatıyla devlet başkanlığına getirilince yüzüğü teslim aldı. Resûlullah’ın yaptığı gibi yüzüğü sol elinin serçe parmağına taktı ve yazışmalarda devlet mührü olarak kullandı. Aynı şekilde Hz. Ömer ve Hz. Osman’a intikal etti. (M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, Beyrut 1987, s. 371)
Fakat Hz. Osman’ın hilâfetinin altıncı senesinde (h.30/m.650) yüzük kayboldu. Abdullah b. Ömer ve Enes b. Mâlik bu hâdiseyi şöyle haber vermektedirler.:
"Resûlullah’ın yüzüğü vefâtına kadar elinde (parmağında) idi. Sonra Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a intikal etti. Bir defâsında Hz. Osman Erîs Kuyusunun başına oturmuştu. Yüzüğü mahallinden çıkarmış, elinde çeviriyordu. Derken yüzük kuyuya düştü. Hz. Osman’ın nezâretinde üç gün boyunca kuyunun suyunu çekerek boşaltmamıza rağmen onu bulamadık." (Buharî, Libâs 55)

Erîs kuyusu, Mescid-i Nebevî ile Kubâ Mescidi arasındaki hurmalıklarda yer almaktadır. Resûlullah’ın hâtemi düştükten sonra “Bi’ru Hâtem” namıyla şöhret bulan kuyu, halen Medine’deki ziyaretgâhlardan birisidir.
Arama çalışmaları sonuç vermeyince Hz. Osman başka bir yüzük yaptırmıştır.. (Ebû Dâvûd, Hâtem 1)

Bu arada Peygamber Efendimizin yüzüğünün/mührünün zâyi olmasıyla alâkalı yanlış bir kanaatin tashih edilmesinde yarar var.:
“Hz. Osman’ın yüzüğü kuyuya düşürüp kaybetmesiyle birlikte hilâfetinde ciddî sıkıntılar yaşadığı, şehîd edilmesine kadar fitnelere ma’ruz kaldığı…” şeklinde itham edenler olmuştur. Ne var ki bütün fitneleri yüzüğün zâyi edilmesine bağlamak İslâm inanç ve Akidesine katiyen uygun değildir. Hem Hz. Osman yüzüğü bilerek ve isteyerek kuyuya düşürmüş değildir. Üstelik kuyudan çıkartılması için çok çaba harcadığı ma’lumdur. Böyle bir takdir sebebiyle Hz. Osman’ı itham etmek doğru değildir.

Buraya kadar tahlil etmeye çalıştığımız yüzük mühre ait hususiyetleri, günümüze intikal eden orijinal vesikalarla da özleştirmek mümkündür. Nitekim Resûlullah’ın orijinal mektublarından dördü Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi’nde mevcuttur. Deri üzerine mürekkeble yazılmış bu mektublar Peygamber(lik) Mührüyle mühürlenmiştir. M. Hamîdullah, birçok eserinde bu mektuplar hakkında geniş bilgi vermiştir. (Bkz. M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, s. 100; İslam Peygamberi, I, 43)
Ayrıca Hilmi Aydın’ın hazırladığı “Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler” (İstanbul, 2004) adlı eserde bu mektupların metinleri ve üzerindeki mühürler renkli fotoğraflarla sunulmuştur..

ALTIN ve GÜMÜŞ YÜZÜĞÜN HÜKMÜ.:
Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm), Necaşî’nin göndermiş olduğu hediyeleri kabul ettiğini izhar etmek üzere Habeşî kaşlı altın yüzüğü sadece bir defâ –o güne mahsus– takmıştır. Ardından yüzüğü çıkarmış ve ashabına hitaben bu tür altın ziynetlerin erkekler için meşrû olmadığını bildirmiştir. Altın yüzüğü kız torununa hediye etmek suretiyle kadınlar için meşrû olduğunu göstermiştir.

Akabinde gümüşten bir yüzük yaptırmış ve kaşına “MuhaMMed Resûlullah” mührünü nakşettirmiştir.
Peygamber Efendimizin bu uygulamasını örnek alan Ashab-ı Kirâm, altın yüzük takmaktan vazgeçmişler ya da yüzüklerini gümüşe tebdil etmişlerdir. Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Ömer bu hususu şöyle anlatırla.:
Resûlullah (aleyhisselâm) altın yüzük takmıştı. Yüzüğünü hemen çıkardı ve.: “Artık ebedîyyen bu yüzüğü takmayacağım!” buyurdu. Bunun üzerine ashab da altın yüzüklerini çıkardılar.”
(Buharî, Libâs 45, 53; Müslim, Libâs 51)

Resûlullah’ın altın yüzüğü erkekler için meşrû görmediğine dair Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ûd, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, İmrân b. Husayn, Ebû Hureyre, İbn Abbâs, Berâ b. Âzib ve daha birçok sahabeden gelen tevatür hükmünde rivâyetler vardır. Bu rivâyetlerde; Resûlullah’ın altın yüzüğü yasakladığına dair söz ve uygulamaların yanı sıra sahabe uygulamaları da yer almaktadır. (Buharî, Libâs 45; Müslim, Libâs 51; Tirmizî, Libâs 13; Ebû Dâvûd, Hâtem 3; Nesaî, Libâs 76-7. İbn Ebî Şeybe, Musannef, V, 193)

AKİK YÜZÜK.:
Resûlullah’ın (aleyhisselâm) akik yüzük taktığına dair mevsûk bir rivâyet yoktur. Akik yüzüğü tavsiye etmesi konusundaki rivâyetler ise sıhhat ve sübût yönünden tenkid edilmiştir. Hadis münekkidleri, akik, zümrüt, yâkut, zebercet gibi değerli taşları ihtivâ eden yüzükler hakkında Peygamberimizden sahîh rivâyet gelmediğini belirtmişlerdir. (Bkz. İbn Hibbân, Kitâbu'l-Mecrûhîn, Haleb 1396, III, 138; İbn Adiy, el-Kâmil, Beyrut 1988, VII, 146; Ukaylî, ed-Du‘afâ, Beyrut, ts., IV, 449; İbnu’l-Cevzî, el-İlelu’l-mütenâhiye, Beyrut 1403, II, 693; Kitâbu’l-Mevzûât, Beyrut 1983, III, 56-59; Zehebî, Mîzân, I, 530; IV, 448)

Akik yüzük kullanmak câizdir, sünnet değildir. Bu konudaki şu rivâyet ise
تختموا بالعقيق “Akik yüzük takının.” malüldür. (Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XI, 251; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, II, 57; Ukaylî, Du‘afâ, IV, 448.)

Bu rivâyet, isnâd yönünden za‘fiyeti bir tarafa, metin yönünden hatalı nakledilmiştir. Zirâ
تَخَتّمُوا [tehattemû =yüzük takının] ibaresinin aslında تخَيّمُوا [tehayyemû = çadır kurup ikamet edin] şeklinde olduğu, ancak ravinin ي harfini hataen ت olarak nakletmesi sebebiyle yukarıdaki ibareyle nakledildiği kaydedilmektedir. Hadisteki bu tür harf veya kelime hatalarına tashîf denilmektedir. Yukarıdaki rivâyetin metin yönünden doğrusu تخَيّمُوا بالعقيق “Akîk vâdisinde çadır kurun/ikamet edin.” olmalıdır. Nitekim Ebû Ahmed el-Askerî, Tashîfâtu’l-muhaddisîn adlı eserinde bu hususu beyan eder. Ali el-Kârî, Münâvî ve Aclûnî gibi hadis münekkidleri de bu görüşe destek verirler. (Bkz. el-Askerî, Tashîfâtu’l-muhaddisîn, Kahire 1982, I, 360; Ali el-Kârî, el-Esrâru’l-merfû‘a, Beyrut 1985, s. 94; el-Münâvî, Feyzu'l-kadîr şerhu Câmi´i’s-sağîr, III, 236; el-Aclûnî, Keşfu'l-hafâ, I, 356)

Akikle ilgili bu rivâyet hatasının tashîh edilmesi gerekmektedir. Zirâ Resûlullah’ın hadislerinde zikredilen akîk, yüzük taşı değil, bilakis Medine’deki Akîk vâdisidir. Yukarıdaki rivâyetin bazı kayıtlarında şöyle bir ziyâde vardır.:
فإنه واد مبارك “...çünkü o mübârek bir vâdidir.”
Ne var ki
تخَيّمُوا ibâresi hatalı nakledildiği için, tabiatıyla hadisin devâmında yer alan ifadeler de akik yüzükle irtibatlı zannedilmekte ve şu şekilde hatalı yorumlanmaktadır: Akik yüzük mübârektir; bereket kaynağıdır; fâkirliği giderir; sıkıntıyı, tasa ve kederi bertaraf eder... Hatta yüzükteki akik taşının parmağa temas etmesi hakkında da birçok hikmetler zikredilmektedir ki, bunların güvenilir bir dayanağı yoktur.

Oysa Resûlullah (sallallhu aleyhi ve sellem)’in tavsiye buyurduğu akik, Medine’nin kuzeybatı-güneybatı istikametindeki meşhur Vâdi’nin adıdır. Bu Vâdinin isim benzerliği dışında akik taşıyla herhangi bir ilgisi yoktur. Orada ne akik taşı ne de değerli bir taş vardır. Akik taşı daha ziyâde Yemen taraflarında bulunmaktadır..

Rivâyetlerde ifâde edildiği üzere; Resûlullah (aleyhisselâm) Medine’ye girip çıkarken yol üstündeki Akîk Vâdisi’nde konaklamış, serin havasından ve suyundan istifâde etmiş ve ashabına da tavsiye buyurmuştur. İbn Sa‘d, Resûlullah’ın (aleyhisselâm) Akîk Vâdisinde konakladığını ve Rûme denilen Kuyudan su içtiğini kaydeder. (Tabakât, I, 504)

Özellikle sıcakların arttığı dönemlerde Medine için ayrı önem taşıyan Akîk Vâdisi, serin havası ve suyuyla bir sayfîye yeridir. Kimi sahabîlerin orada yazlıklarının olduğu, hatta orada vefât ettikleri kaydedilmektedir. (Hâkim, Müstedrek, III, 496, 566, 580)
Bundan başka Zülhuleyfe mevkii, Medine havalisi için mîkat (ihrama girme) yeridir. Akîk vâdisi de Zülhuleyfe’ye kadar uzanmaktadır. Bu mevkide ihramlı olarak konaklayan Resûlullah (aleyhisselâm) Akîk’in mübarek bir vâdi olduğunu beyân buyurmuştur. (Buharî, Hac 16)

Dolayısıyla hadislerde mübârek olduğu ifade edilen akik, yüzük taşı değil, mezkûr Vâdi’dir.

SONUÇ.:
Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm) Mekke Döneminde yüzük kullanmamıştır. Medine’ye hicretten 6 sene sonra Necaşî’nin hediye olarak gönderdiği Habeşî kaşlı altın yüzüğü, gönderen şahsa değer verdiğini izhar etmek üzere sadece o gün parmağına takmıştır. Sonrasında kız torunu Ümâme’ye hediye etmiştir. Bir süre sonra gümüş bir yüzük yaptırmış ve kaşına “MuhaMMed Resûlullah” mührünü nakşettirmiştir. Bu arada altın ziynetlerin erkekler için meşrû’ olmadığını bildirmiştir. Ashabdan altın yüzük takmakta olanlar ise yüzüklerini çıkarmışlar yahut gümüş ile tebdil etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz aleyhisselâm gümüş yüzüğünü genellikle sol elinin serçe parmağına takmış ve yazışmalarda mühür olarak kullanmıştır. Vefâtından sonra ilk hâlifelere intikal eden bu yüzük Hz. Osman’ın hilâfetinin altıncı senesinde Medine’deki Erîs Kuyusuna düşmüştür. Bütün çabalara rağmen bulunamamıştır. Hz. Osman radiyallahu anhu da başka bir yüzük-mühür yaptırmıştır. İlerleyen yıllarda vâli gibi üst düzey idârecilerin yanı sıra alt kademede görev yapan kimseler de kendilerine mahsus mühürlü yüzük yaptırmak sûretiyle bu uygulamayı sürdürmüşlerdir..

Dr. Abdülkadir Paksoy
(Harran Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 250-)SÂHİBÜ’l- ALÂMEt SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

SÂHİBÜ’l- ALÂMEt SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.: HâTeMü’L-ENBiYâ/Son PeygamberLiği Hususunda Sayısız Nişân, İşâret, Belirti, Göstergesi Belirli İZ =>ALÂMET SÂHİBİ OLAN RESÛLULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.


Resim

Resim SoN PeYGaMBeR OLan RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem eLbette Tüm PeygamberLer'in Ortak PeygamberLik ALÂMEtLerini/Sıfatlarının Sâhibi idi.:

1-) EMÂNet Sıfatı.: Kendisinden Emîn OLunan, Korkmayan ve Kendisine güvenilen MuhaMmed’L- EMîn aleyhisselâm..
2-) SIDk Sıfatı.: Sıdk =>Peygamberlerin, İlâhî Hükümleri, emir ve yasakları insÂNlara tebliğde ve verdikleri her türlü haberde doğru sözlü, sâdık olmalarıdır.
3-) FETÂNEt Sıfatı.: Fetânet =>Peygamberlerin üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâfıza ve yüksek bir ikna gücüne, zihin açıklığı, çabuk kavrayış ve anlayışa Sâhib OLmalarıdır..
4-) İSMEt Sıfatı.: İsmet =>Peygamberlerin gizli ve aşikâr her türlü masiyetten, günahtan ve Peygamberlik Şerefiyle bağdaşmayacak hareketlerden uzak bulunmaları ki ->Günahlardan kaçınmak melekesine Sâhib OLmalarıdır..
5-) TEBLİğ Sıfatı.: TEBLİğ=>Peygamberlerin kendilerine vahyedilen İLÂHî HükümLeri =>İnsÂNLara Aynen Ulaştırmak, Götürmek, Bildirmek ve Eriştirmek Yetki ve Etkisine Sâhib OLmalarıdır..


Resim ZÂTına/ŞAHSına MaHSuS HÂTEMü’n-NÜBÜVVe/Nübüvvet Mührü ALÂMETİ SÂHİBİ OLAN RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.:

Hâtem-i Nübüvvet/hâtemü’n-nübüvve tamlaması Türkçe’de;
Mühr-i Nübüvvet, Nübüvvet Mührü, Peygamberlik Mührü, Peygamberlik Nişânıdır..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kürek kemikleri arasında sol kürek kemiğine daha yakın, elle hissedilebilecek kadar kabarık, güvercin veya keklik yumurtası büyüklüğünde, siğile benzetilen kırmızı beze şeklinde bir et parçasının bulunduğu ve bunun “Nübüvvet Mührü” olarak isimlendirildiği Hadis ve Siyer Kaynaklarında belirtilmektedir.. (Müsned, V, 107; Buhârî, Vudûʾ, 40; Müslim, Fezâʾil, 110; Tirmizî, Menâḳıb, 11.)

El-Müstedrek tarafından Vehb b. Münebbih radiyallahu anhu'den şöyle nakletmiştir;
Vehb b. Münebbih radiyallahu anhu.: "... ALLAH hiçbir peygamber göndermemiştir ki, onun sağ elinde Peygamberlik Beni (Şâmet'ün-Nübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm bunun istisnâsını teşkil etmektedir. Zirâ O'nun Peygamberlik Beni, (sağ elinde değil) kürek kemikleri arasındadır.
Peygamberimiz'e bu durum sorulunca;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kürek kemiklerim arasında bulunan bu “BEN”, BENden önceki Peygamberlerin Beni gibidir." buyurdu” demiştir.
(Tirmizî'nin Şemâil isimli kitabının tercümesinden, Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimiz (aleyhisselâm)'in Şemâili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 73.)

Cabir b. Semüre radiyallahu anhu.: "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan Nübüvvet Mührü’nü gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızımtırak bir yumru idi.” demiştir.
(Et-Tirmizî İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemâil-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 36)

İmâm Ali (kerremallahu vechehu'nin Torunlarından İbrahim b. Muhammed aleyhisselâm.: "Dedem Ali (kerremallahu vechehu) =>Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm)'in vasıflarını anlatırken, Resulullah'ın Hilyesi (güzel sıfatlar, süs, zinet, cevher, güzel yüz, suret, görünüş) hakkındaki hadisi bütün uzunluğu ile zikreder ve.: "Kürek kemikleri arasında Nübüvvet Mührü vardı. Ve O, Peygamberlerin SONuncusudur." buyururdu” buyurmuştur..
(Et-Tirmizî İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemâil-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976, s. 38)

Ebu Nadre radiyallahu anhu.: "Ashabdan Ebu Said el-Hudri'ye Resulullah Efendimizin Peygamberlik Mührü’nün nasıl bir şey olduğunu sordum. “Mübârek Sırtları’nda GÜL TOMURcuğu gibi bir et parçası” olduğunu söyledi” demiştir.
(Et-Tirmizî İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemâil-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları, Ankara,1976,, s. 42)

"İki küreği arasında Peygamberlik Mührü yer alıyordu. Bu Mühür sağ omzuna daha yakındı." (Huccetü'l-İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, II/820, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998)

Muhammed b. Müsenna ->Muhammed b. Hazm ->Şu'be Simak 'dan.: "Cabir İbn-i Semure'nin şöyle dediğini duydum.: "Resûlullah (aleyhisselâm.)'in Sırtında MÜHÜR gördüm: güvercin yumurtası gibi idi." demiştir.
(Et-Tirmizî İmam Ebu İ'sa Muhammed, Şemâil-i Şerife, I/36, Hilal Yayınları, Ankara,1976,)

Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem ZÂTına/ŞAHSına MaHSuS ALÂMETİ SÂHİBİDİ.:

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>RisâLeti UMuMîdir.:

1-) Peygamberimiz RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>ALLAHu zü’L-CeLÂL’in en SEVgiLi KuLu =>Yaratılanşların En Faziletlisidir..
2-) RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>Son Peygamberdir, ondan sonra Peygamber geLmeyecektir..
3-) RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>Bütün Kâinât’ın/İnsÂNların Peygamberidir =>Ondan önceki Peygamberler belirli milletlere gönderilmiştir..
4-) RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>Peygamberliği kıyamete kadar bütün zamanları içine almıştır. =>Diğer Peygamberlerin görevi ise belirli bir zamana mahsus idi..
5-) Peygamberimiz RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem'in => Tebliğ ettiği ALLAH’ın İSLâm DîNi =>Kıyamete kadar devam edecektir..


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Ve mâ erselnâke illâ kâffeten li’n- nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Ve BİZ, SENi (kâinattaki) insÂNların hepsi için müjdeleyici ve nezîr (uyarıcı) olmandan başka bir şey için göndermedik. Fakat insÂNların çoğu bilmezler.” (Sebe’ 34/28)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Kul yâ eyyuhe’n- nâsu innî RESÛLULLÂHi ileykum cemîanillezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihi’n- Nebîyyi’l- UMMîyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne).: De ki: “Ey insÂNlar! Muhakkak ki; BEN, sizin hepinize (gönderilen) ALLAH'ın RESÛLÜyüm. O ki; semâların ve arzın mülkü, O'nundur. O'ndan başka İLÂH yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse ALLAH'a ve O'nun ÜMMÎ, NEBÎ, RESÛLÜne îmân edin ki; O, ALLAH'a ve O'nun KeLimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O'na tâbî olun ki; böylece siz, hidâyete eresiniz.” (A’râf 7/158)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.: “BEN Altı Şeyle diğer Peygamberlerden üstün kılındım.:
1-) Az sözle çok şey ifâde etme kabiliyeti BANA verildi.
2-) Düşmanın kalbine korku salınarak zafere ulaşmam sağlandı.
3-) Savaştan alınan ganimetler BANA helâl kılındı.
4-) Bütün yeryüzü benim için temiz bir mekân ve bir mescid kılındı.
5-) Ben bütün insÂNlara Peygamber gönderildim.
6-) Peygamberler zinciri benimle son buldu.”
buyurmuştur.
(Müslim, Mesâcid, 5)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH’ın gönderdiği peygamberlerden her birine mutlaka insÂNların onun gibi bir şeyi görmekle imana geldiği bir mu’cize vermiştir. Ancak BANA verilen mu’cize ise onlardan farklı olarak ALLAH’ın BANA gönderdiği bir vahiydir. Bu yüzden Kıyamet Günü, onların hepsinden daha fazla tâbileri (uyanları) bulunan bir Peygamber olacağımı ümit ediyorum.” buyurmuştur.
(Buharî, İtisam, 1)

Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem=>HATEMü’l-ENBİYÂ/Son PeYGaMBeRdir.:


مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“Mâ kâne MuhaMMedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin Resûlallâhi ve Hâteme’n- Nebîyyin (nebîyyine), ve kânALLÂHu bi kulli şey’in ALÎMâ(alîmen).: MuhaMMed (aleyhisselâm), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat ALLAH'ın RESÛL'ü ve NEBÎLER'in (Peygamberler'in) HÂTEMi'dir (Sonuncusu). ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Ahzâb 33/40)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz BENimle diğer Peygamberlerin durumu şu misâle benzer: Adamın biri bir saray yapmış, onu güzelleştirip mükemmel bir şekilde tamamlamış, fakat bir tuğla yeri boş kalmıştır. Herkes gelip bu saraya giriyor ve ona hayran kalıyor ve.: ‘Şu boş kalan tuğla yeri olmasa, bu köşke diyecek yok!” diyorlar. İşte BEN o köşkü tamamlayan tuğlayım.” buyurmuştur. (Tirmizî, Emsâl, 2)

Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in ÜMMeti =>ÜMMetlerin En HayırLısıdır.:

ALLAHu zü’L-CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîm’inde;


كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
“Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).: Siz (Ey ÜMMet-i MuhaMMed), insÂNlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ÜMMetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men’ edersiniz). Ve siz, ALLAH'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitab Ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.” (Âl-i İmrân 3/110)

Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>USVETUN HASENE/GüZeL ÖRNeK ALÂMETİ SÂHİBİDİR.:


لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
“Lekad kâne lekum fî RESÛLİLLÂhi USVETUN HASENEtun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).: Şanım hakkı için muhakkak ki size RESÛLLULAH'da pek GÜZEL BİR ÖRNEK vardır. ALLAH'a ve son güne ümit besler olup da ALLAH'ı çok zikreden kimseler için.” (Ahzâb 33/21)

Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>HULUkın AZÎM /Çok Büyük Bir AHLâK ALÂMETİ SÂHİBİDİR.:


وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
“Ve inneke le alâ hulukın azîm (azîmin).: Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Zâlike biennALLÂHe lem yeku mugayyiren ni'meten en'amehâ alâ kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim ve ennALLÂhe SEMÎun ALÎM (alîmun).: Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar ALLAH'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten ALLAH İŞİTENdir, BİLENdir.” (Enfâl 8/53)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben, GÜZEL AHLÂKı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmuştur.
(İmâm Mâlik, Muvattâ, Hüsnü’l-Hulk, 8; İbn Hanbel, II, 381)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hayırlınız, AHLÂKI GÜZEL olanınızdır.” buyurmuştur.
(Buhârî, Menâkıb 23, Fezâilü ashâbi’n-nebî 27, Edeb, 38-39; Müslim, Fezâil 68. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 47, 69)

Eyyûb b. Musa radiyallahu anhum ->Babası aracılığıyla ->Dedesinden naklettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hiçbir baba, evlâdına GÜZEL TERBİYEden daha üstün bir hediye vermemiştir.”
buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr, 33)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, AHLÂK bakımından EN GÜZEL olanıdır.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Sünnet, 15)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kıyâmet Gününde mü’min kulun terazisinde GÜZEL AHLÂKtan daha ağır bir şey bulunmaz. ALLAH TeÂLÂ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr 61)

Ebû Hüreyre radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “İnsanları Cennet’e en fazla götürecek şey nedir?” diye soruldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’a saygı/takvâ) ve GÜZEL AHLÂKtır” buyurdu. “İnsanları Cehennem’e en fazla götürecek şey nedir?” diye sorulunca, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ağız ve cinsel organdır” buyurdu..
Tirmizî, Birr 62. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 29)

İmâm Ali kerremallahu vechehu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namaza kalktığında şöyle DUÂ ederdi.:
“...(ALLAH’ım!) Beni GÜZEL AHLÂKa eriştir. SENden başka GÜZEL AHLÂKA eriştirecek yoktur. Kötü Ahlâkı benden uzaklaştır. SENden başka kötü ahlâkı benden uzaklaştıracak yoktur!..” buyurmuştur.

Ebû Zerr radiyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Nerede olursan ol, ALLAH’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol! Kötülüğün peşinden iyi bir şey yap ki onu yok etsin. İnsanlara da GÜZEL AHLÂKA uygun biçimde davran!” buyurdu.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr, 55)

Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in mübârek Yüzü =>Yüzlerin En Güzel ve Temizi OLma ALÂMETİ SÂHİBİDİ.:

Abdullah bin Selâm, Yûsuf aleyhisselâm’ın neslindendi. Medine Yahudilerinin ulularından ve âlimlerindendi. Medine’deki İsrail oğullarının âlimlerinden başlıcaları beş kişi olup, bunlardan birisi Abdullah bin Selâm’dı. Abdullah’ın babası Selâm da Yahudi âlimlerindendi.
(İbn Abdilberr, el-İstiâb fî Ma’rifeli’l-Ashâb, c. 3, s. 921; Hâkim, El-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 414.)

Abdullah bin Selâm Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile karşı karşıya gelince.: “Rasûlullah’ın yüzünü görünce, anladım ki, onun yüzü yalancı yüzü değildir.” diyerek, İslâm ile şereflenmiştir..
(Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 3, s. 108, 271; Tirmizî, Kıyâmet, 42/2485; Beyhâkî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 228-229; İbn Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megazi ve’s-Siyer, c. 1, s. 207)

Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>Merhamet ve Şefkatin ENgin EŞsizLiği ALÂMETİ SÂHİBİDİR.:

Ebû Hüreyre radıyallâhu anhu.: “Biz, bir gazâda kâfirlerin yok olması için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bedduâ etmesini istedik. O ise.: “Ben, lânet etmek için değil, (âlemlere) RAHMEt olarak gönderildim.” buyurdu..
(Müslim, Birr, 87)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

PEYGAMBERİMİZ RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in,
=>ÜMMEti'ne Eşsiz ÖRNek OLan =>ZÂTı’na Mahsus/GÜZELLikLeri ve ÖZELLikLerindEN.:


=> İlk yaratılan NÛR, O’nun NÛRUdur. Cism-i nazîfânelerinde zindelik, kuvvetli hayâ ve müthiş bir azîm, bir arada idi. Örtüsüne bürünmüş bâkire bir genç kızdan daha edebli idi..
=> Yüzünde Nûr-i Melâhat, sözlerinde Selâset/açık, kolay, akıcı ve âhenkli ifade, hareketlerinde Letâfet/ Güzellik, nezâket, yumuşaklık, hafiflik, Lisânında Talâkat/düzgün sözlülük., Kelimelerinde Fesâhat/doğru ve düzgün söyleyiş, Beyânında fevkalâde Belâğat/uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı vardı..
=> Fuzûlî söz söylemeyip her kelâmı hikmet ve nasîhat idi. Lügatinde aslâ dedikodu ve mâlâyâni yoktu. Herkesin akıl ve idrâkine göre söz söylerdi..
=> Mülâyim ve Mütevâzı idi. Gülmesinde kahkaha gibi aşırılık olmazdı. Dâimâ mütebessimdi..
=> O’nu ansızın gören kimseyi haşyet sarardı. O’nunla ülfet ve sohbet eden kimse, O’na cân u gönülden âşık ve muhib olurdu..
=> Derecelerine göre Fazîlet Erbâbına ihtirâm eylerdi/hürmet ve saygı gösterirdi.. Akrabasına da ziyâdesiyle ikrâm ederdi. Ehl-i Beyti’ne ve Ashâbına Hüsn-i Muâmele ettiği gibi, diğer insÂNlara da rıfk/yumuşaklık, yavaşlık, tatlılık, nezâket ve lutf ile muâmele ederdi..
=> Hizmetkârlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara da onu yedirir ve onu giydirirdi. Cömert, ikrâm sâhibi, şefkatli ve merhametli, gerektiğinde cesur ve gerektiğinde de halîm idi, yumuşak huylu ve hoş muamele ederdi..
=> Âhid ve vaadinde sâbit, kavlinde sâdık idi. Ahlâk güzelliği, akıl ve zekâ seviyesi bakımından bütün insÂNlardan üstün ve her türlü medh u senâya lâyık idi..
=> Elhâsıl Sûreti ->güzel, Sîreti ->mükemmel, misli ->yaratılmamış bir => Vücûd-i Mübârek idi..
=> RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in hüznü dâimî, tefekkürü aralıksız idi. Zarûret olmaksızın konuşmazdı. Sükûnet hâli uzun sürerdi. Bir söze başlayınca, yarım bırakmadan tamamlayarak bitirirdi. Birçok mânâları birkaç kelimede toplar, öyle söylerdi. Sözleri tane tane idi. Ne lüzûmundan fazla ne de az idi. Yaratılış olarak yumuşak olmasına rağmen gâyet salâbetli/sağlam, dayanıklı ve heybetli idi..
=> Öfkelendiği zaman yerinden kalkmazdı. Hakk’a îtiraz edilmesinin, hakkın çiğnenmesinin hâricinde öfkelenmezdi. Kimsenin farkına varmadığı bir hak çiğnendiği zaman öfkelenir, hak yerini buluncaya kadar öfkesi devâm ederdi. Ancak hakkı tevzî ettikten sonra sükûnete bürünürdü. Aslâ kendisi için öfkelenmezdi. Şahsî meselelerde kendisini müdâfaa etmez, kimseyle münâkaşaya girmezdi..
=> RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, kimsenin hânesine izin almadıkça adım atmazdı. Evine geldiği zaman da evde kalacağı müddeti üçe bölerdi. Birini ALLAH’a ibâdete, birini âilesine, diğerini de şahsına ayırırdı. Kendisine ayırdığı zamanını avâm-havâs insÂNların hepsine tahsis eder, onlardan kimseyi mahrum bırakmazdı. Hepsinin gönlünü fethederdi..
=> RESÛLULLAH’ın her hâl ve hareketi ->Zikir ile idi. Belli bir yerinde oturmanın âdet edinilmesini önlemek için mescidlerin her yerinde oturduğu olurdu. Yerlere ve makamlara kudsîyet izâfe edilmesini ve meclislerde kibirlenmeye sebeb olacak bir tavır takınılmasını istemezdi..
=> Bir meclise girince, neresi boş kalmışsa, oraya oturur, herkesin de öyle yapmasını arzu ederdi..
=> Kim O’ndan herhangi bir ihtiyâcını gidermek için bir şey isterse, ister ehemmiyetli, ister ehemmiyetsiz olsun, onu yerine getirmeden huzur bulamaz, ihtiyâcı halletmesi mümkün olmadığı takdirde hiç olmazsa güzel bir söz ile muhâtabının gönlünü almaktan geri kalmazdı. O, herkesin dert ortağı idi..
=> Hangi makam ve mevkîde olurlarsa olsunlar ->Zengin-Fâkir, Âlim-Câhil bütün insÂNlar O’nun yanında insÂN olmak haysiyetiyle eşit bir muâmeleye nâil olurlardı. Bütün Meclisleri ->İlim, Hilim, Hayâ, Sabır, Tevekkül ve Emânet gibi fazîletlerin hâkim olduğu bir mahaldi..
=> Ayıp ve kusurlarından dolayı kimseyi kınamaz, îkâz ihtiyâcı belirdiğinde bunu, karşısındakini rencide etmeyecek bir şekilde, zarif bir îmâ ile yaparlardı..
=> RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem ->Sevâbını umduğu meseleler hâricinde konuşmazdı. Sohbet Meclisleri vecd içinde idi..

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>Kur'ÂN-ı Kerîm’den DUYduğuna/TEBLİğe=>UYAN, UYGULAyan => ÜMMEti İÇin HASBî ve HABîBî HİZMEtinde =>TÂLiM/ÖĞREtim ve TERBiye/EĞİtiminde EBEDî MUÂLLiMimizdir.:
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem =>İLMî TâLim/Öğretim ve TERBiye/Eğitim'e çok çok önem verir =>Kur’ÂN-ı Kerîm’in ANLAyarak okunmasını ve => Amellerin BİLinçLi YapıLmasını Emrederdi..

ALLAHu zü’L-CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîm’inde;


رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ
“RABBenâ veb’as fîhim RESÛLen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumu’l- kitâbe ve’l- hikmete ve yuzekkîhim inneke ente’l- AZÎZu’l- HAKÎM (hakîmu).: RABBimiz, onların arasından kendilerinden, onlara SENİN âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara Kitab'ı (Kur’ÂN-ı Kerîm'i) ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye (ve tasfiye) edecek BİR RESÛL beas et (hayata getir). Muhakkak ki SEN, SEN, AZÎZ'sin, HAKÎM'sin.” (Bakara 2/129)

كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
“Kemâ erselnâ fîkum RESÛLen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumu’l- kitâbe ve’l- hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn (ta’lemûne).: Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir RESÛL (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitab'ı(Kur'ÂN-ı Kerîm'i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin..// Üzerinizdeki ni’metimizi tamamlamak için, kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, içinizi dışınızı temizleyip sizi, vicdanınızı arındıran, size okuma yazmayı, kitabına, Kur’âN’a vukufu, ilmi, hikmeti, sağlıklı ve ahlâklı yaşama bilgisini, sünnetini öğreten, size akılla ve düşünerek bilemeyeceğiniz şeyleri gösteren, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere bir RASÜL, bir PEYGAMBER gönderdik.” (Bakara 2/151)

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ
“Le kad mennALLÂHu alel mu’minîne iz bease fîhim RESÛLen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumu’l- kitâbe ve’l- hikmeh (hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).: Andolsun ki ALLAH, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir PEYGAMBER göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara âyetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı (Kur'ÂN-ı Kerîm’i) ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.// Andolsun ki, içlerinden kendilerine ALLAH’ın âyetlerini okuyan, kendilerini, vicdanlarını arındıran, onlara okuma-yazmayı, kitabına, Kur’ÂN’a vukufu, ilmi, hikmeti, sağlıklı ve ahlâklı yaşama bilgisini, sünnetini öğreten özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere bir RASÛL görevlendirmekle ALLAH mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar, başlarına buyruk bir hayat, koyu bir cehâlet, dalâlet ve bozuk düzen içinde idiler.” (Âl-i İmrân 3/164)

ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“Ud’u ilâ sebîli RABBike bi’l- hikmeti ve’l- mev’ızati’l- haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen (ahsenu), inne RABBeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bi’l- muhtedîn(muhtedîne).: RABBinin YoLu’na (ALLAH'a ulaştıran yola, Sırat-ı Mustakîm'e) hikmetle ve güzel (pozitif dereceler kazandıracak) öğütle dâvet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Muhakkak ki SENin RABBin, O'nun YoLu’ndan (Sırat-ı Mustakîm'den) sapanları (dalâlete düşenleri) ve hidâyete erenleri bilir.// SEN RABBinin YoLu’na, İLİMle, hikmetli sözlerle, sağlıklı ve ahlâklı yaşayışınla, kurduğun örnek toplum düzeni ile, sünnetinle gönül alacak güzel öğütlerle, sorumluluklarını hatırlatarak, uyararak dâvet et!. Onlarla, en güzel metodları kullanarak mücâdele et. RABBin, başına buyruk hareket ederek, yolundan uzaklaşanları, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih edenleri iyi bilir. Hiâayet rehberiyle gösterilen, öğretilen HAK YoL’a girmeye istekli olanları, İslâm’da sebat edenleri de iyi bilir.” (Nahl 16/125)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem ise İLİM İÇin => ŞerefLi HadisLerinde.:

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.: "İLİM taleb etmek her Müslüman’a farzdır.” buyurmuştur.
(İM224 İbn Mâce, Sünnet, 17)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim İLİM tahsili için bir yola girerse, ALLAH ona cennete giden yolu kolaylaştırır. ALLAH’ın Evleri’nden bir evde, ALLAH’ın Kitabı’nı okuyan ve kendi aralarında onu araştırıp öğrenen bir topluluğun üzerine SEKÎNEt (İlahî Yardım, Bereket Ve Rahmet) iner, onları Rahmet bürür, etraflarını melekler sarar ve ALLAH onları huzurunda bulunanlara anar. Kimin ameli kendisini geriletir ise soyu onu ileri götürmez!.” buyurmuştur.
(M6853 Müslim, Zikir, 38; T2945 Tirmizî, Kırâat, 10)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem her BUYRUğunu ANLAşıLsın ve UYGULansın diye BUYUrUr ve Ashâb-ı GÜZÎN’i de bu Hususu dikkate alırlardı. Nitekim;

İmâm Ali kerremallahu vechehu İnsÂNLarı UYARmıştır: “İnsanlara ANLAyabilecekleri şeyleri rivâyet edin! ALLAH ve RESÛLÜ’nün yalanlanmasını ister misiniz?!.” buyurmuştur.
((Buhârî, İlim, 49 -bâb başlığı-) uyarısını yapmıştı.)

Abdullah b. Mes’ûd radiyallahu anhu da.: “Şayet bir topluluğa akıllarının ermediği bir rivayette bulunursan, bu onların bir kısmı için ancak fitne olur.” buyurmuştur.
(M14 Müslim, Mukaddime, 5)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, Sağlam Kur'ÂNî ve ReSûLî BİLginin peşinde koşan, İLİM öğrenmek isteyen insanlarla yakından ilgilenilmesini, onların güzel bir şekilde karşılanıp ihtiyaç duydukları konularda BİLgilendirilmelerini isterdi.:
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.: “Size doğu tarafından İLİM öğrenmek için insanlar gelecektir. Size geldiklerinde onlara iyiliği tavsiye ediniz.” buyurmuştur.
(T2651 Tirmizî, İlim, 4; İM249 İbn Mâce, Sünnet, 22)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, muhatabını mahcub etmez ve onu güç durumda bırakmazdı.:

Medineli genç sahâbî Muâviye b. Hakem, yasak olduğunu henüz bilmediği sıralarda namaz esnâsında aksıran birisine.: “Yerhamükellâh” demişti. Cemaat, bakışlarıyla ona tepki göstermiş, o da.: “Yazıklar olsun! Ne oluyor da bana bakıyorsunuz?.” diye karşılık vermişti. İnsanların üstelemeleri üzerine ise susmak durumunda kalmıştı. Namazın ardından RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in kendisine nasıl davrandığını şöyle anlatıyordu.: “Ne O’ndan önce ne de sonra daha güzel öğreten birini gördüm. Vallahi Resûlullah beni ne azarladı ne bana vurdu ne de hakaret etti. Sadece.: “Bu namazdır, namaz kılarken konuşulmaz. Çünkü NAMAZ Ancak => Tesbih, Tekbir ve Kur’ÂN OKUmaktır!.” buyurdu.” buyurmuştur.
(M1199 Müslim, Mesâcid, 33)

Abdullah b. Amr radiyallahu anh.: "RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.: “BEN ancak ve ancak => MUALLim OLarak gönderildim…” buyurdu.” demiştir.
(İbn Mâce, Sünnet, 1; Mukaddime, 17. No: 229)

Bir gün evinden çıkıp mescide giden RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, orada halka olmuş iki toplulukla karşılaşmıştı. Bunların birinde Kur’ÂN okuyorlar ve ALLAH’a DUÂ ediyorlardı, diğerinde ise İLİM öğreniyor ve öğretiyorlardı. Sevgi ve rahmet dolu bakışlarıyla onlara ilgi gösteren Resûl-i Ekrem.: “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’ÂN okuyor ve ALLAH’a DUÂ ediyorlar; ALLAH dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar ise, İLİM öğreniyor ve İLİM öğretiyorlar. Ben de MUALLİM olarak gönderildim.” buyurdu ve onların halkasına katıldı.
(İM229 İbn Mâce, Sünnet, 17; DM357 Dârimî, Mukaddime, 32)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, Âişe Vâlidemiz aleyhasselâm’a.: “…ALLAH, BENi sıkıntı verip zorlaştırıcı olarak göndermedi. Beni ancak KOLAYLaştırıcı bir MUALLİM /Öğretmen olarak gönderdi.” buyurmuştur.
(M3690 Müslim, Talâk, 29)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem => Hayatın her alanında insanlara faydalı olan pek çok şeyi ashabına öğretirken;

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.: “BEN size, bir babanın evlâdına öğrettiği gibi öğretiyorum.” buyurmuştur.
(İM313 İbn Mâce, Tahâret, 16; N40 Nesâî Tahâret, 36)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, Mescid’e bevleden bir bedevîyi dahi kızmadan uyarmıştır.. (İbn Mace, Taharet, 78)
Öfkeyle adamın üzerine yürüyen ashabını.: “Siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil” sözleriyle sâkinleştirmiştir .
(Tirmizî, Taharet, 112)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, ciddî bir hata yapıldığını gördüğünde veya haber aldığında dahi kimseyi rencide etmezdi.:
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.: “Bazı kimselere ne oluyor ki…” Diye isim vermeden söze başlar, yapılan hatayı dile getirir, kişiler üzerinde değil olaylar üzerinde dururdu.
(Müslim, Fedail, 127)

Rahmet Elçisi RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, çocuklara ve gençlere öğretirken daha da müşfik davranırdı.: “Yavrucuğum…” diye başlardı çoğunlukla hitâbına, kimi zaman da başlarını okşardı.. (Ebu Davud, Salat, 28)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem, GENÇLerLe dâimâ => SEVgi ve MuhaBBete dayalı bir ilişki kurardı onlarla. Kendi hatalarını fark edip düzeltmelerini sağlar aşırı tepkiler verip onları kendinden uzaklaştırmazdı.:

Bir defasında zinâ etmek istediğini söyleyen bir gence.: “Sen, annenle zinâ edilmesini ister misin?” diye sormuş, gencin.: “Elbette istemem!.” cevabına karşılık aynı soruyu kızı, halası, teyzesi ve kız kardeşi için ayrı ayrı sormuştu. Her seferinde.: “Hayır!.” yanıtını alan RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem o gence.: “Hiç kimsenin kendi annesiyle, kızıyla veya başka bir yakınıyla zinâ edilmesinden hoşnut olmayacağını” söylemiş ve günahlarının affı için DUÂ etmişti..
(İbn Hanbel, V, 256-257)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 251-)SÂHİBÜ’l- BEYÂN SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

SÂHİBÜ’l- BEYÂN SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.: SÖZLerini ve İLâhî Hükümleri =>İnsÂNların Akıllarınca ve rahatça DUYup/ANLAyıp UYguLayacakLarı şekilde =>açıklamak, açıkça ortaya koymak ve belirgin hale getirmekte TEBYİN/BEYÂN SÂHİBİ OLAN

RESÛLULLAH
SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM.

Resim



Resim BEYÂN
البيان
Mânâdaki kapalılığı giderip ona muhatabın anlayacağı biçimde açıklık kazandırmak veya hükümlerin Allah tarafından açıklanış keyfiyetini ifâde etmek üzere kullanılan fıkıh usulü terimi.
Sözlükte “açık seçik olmak” ve “açıklamak” mânâlarına gelen beyân, terim olarak da sözlük anlamı ile paralellik gösteren bir muhtevaya sâhibtir. Buna göre beyân, “Mânâdaki kapalılığı giderip ona muhatabın anlayacağı biçimde açıklık kazandırmaktır.”
Fukaha metoduna göre telif edilen fıkıh usulü eserlerinde ise beyân, gayesi ve ifa ettiği görev açısından beş kısma ayrılarak incelenmektedir.
1-) Beyân-ı Takrîr.: “Mecâz” veya “husus” ihtimallerine açık olan sözü bu ihtimalleri bertaraf ederek güçlendiren açıklama demektir. Meselâ “kanatlarıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki...” (En‘âm 6/38) âyetinde, “kanatlarıyla uçan” şeklindeki açıklama “kuş”un mecâzi mânâda anlaşılmasını engellediğinden, bir beyân-ı takrîrdir.
2-) Beyân-ı Tağyîr.
3-) Beyân-ı Tefsîr.
4.-)Beyân-ı Zarûret.
5-) Beyân-ı Tebdîl..

Resim BEYÂN
البيان

Beyân.: İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. Öğretme. Fesâhat ve Belâgat.
Beyânat.: (Beyan. c.) Nutuklar, izahlar, açıklamalar, beyanlar.
Beyânname.: f. Durumu yazı ile bildiren açıklama.
Belâgat.: Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı..
BEYÂN.: Belâgat ilminin bir anlamı değişik yollarla ifâde etmenin usul ve kaidelerinden bahseden dalı.
TEBYiN.: Belirtme. Açıkça anlatma. * İsbat etme…

BEYÂN =>“Ortaya çıkmak, açık seçik olmak; açıklamak, anlaşılır hale getirmek” gibi mânâlara gelen kelime.
Kur’ÂN-ı Kerîm’in 3 âyetinde geçmekte olup;

BEYÂN =>İlân etme anlamında;

هَذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ
“Hâzâ BEYÂNun li’n- nâsi ve huden ve mev’ızatun li’l- muttekîn (muttekîne).: Bu (âyetler), insanlar için bir açıklama ve bir hidâyet ve takvâ sâhibleri için bir öğüttür.// Bu, Kur’ÂN bütün insanlara açıklanarak ilân edilen bir insan hakları bildirisidir. ALLAH’a sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunanlara, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sâhib çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minlere de bir hidâyet rehberi, bir öğüt, sorumluluklarıyla ilgili bir uyarıdır.” (Âl-i İmrân 3/138)

BEYÂN =>Açıklama anlamında;

ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ
“Summe inne aleynâ BEYÂNehu.: Sonra O'nun BEYÂNı (açıklanması) muhakkak ki BİZE aittir.// Sonra onu ayrıntılı olarak açıklamak, belletmek de BİZE aittir.” (Kıyâme 75/19)

BEYÂN => İfâde etme anlamında;

عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
“Allemehu’l- BEYÂN (beyâne).: Ona, BEYÂNı (idrak edip ifâde etmeyi ve açıklamayı) O öğretti.//
İnsana dili, konuşmayı, düşünmeyi ve meramını anlatmayı, Kur’ÂN’a vukufu, açıklamayı, varlıkları ayırıcı vasıflarıyla birbirinden ayırt etmeyi öğretti.” (Rahmân 55/4)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
إن من البيان سحرً
“İn Mine’l- Beyân sıhran.: Söz ve İfâdenin öylesi vardır ki büyüleyici bir etkiye sâhibtir.” buyurmuştur.
Buhârî, “Nikâḥ”, 47, “Ṭıb”, 51) hadisinde ise “söz ve ifâde” mânâsına gelmektedir.

Beyân İlmi, bir kelimenin gerçek anlamda kullanılması demek olan hakikatle ilgilenmez. Ancak mecâzın anlaşılabilmesi için hakikati anlamak gerekir ve bu sebeble hakikat da beyânın konuları arasında yer alır.
Meselâ bilinen hayvan kastedilerek “aslan” denirse bu kelime hakiki mânâsında kullanılmış olur ve açık olup olmama diye bir şey düşünülmez..
* Hakikat-Lugavî =>hayvan için söylenen “aslan” gibi..
* Şer‘î anlamda “DU” anlamındaki “Salât”ın =>“Namaz” anlamında kullanılması gibi..
* Umumî-Örfî =>yerde debelenen/yürüyenler” demek olan “dâbbe” kelimesinin =>“binek hayvanı” anlamında kullanılması gibi..
* Hususî-Örfî =>İlmî Terimler gibi… olmak üzere dört çeşittir..

Mecâz =>Bir kelimenin gerçek anlamından başka bir anlamda kullanılmasıdır..
Teşbih =>“Lafızların, bir şeyin bir vasıfta diğer bir şeyle ortaklığına delâlet etmesi” demektir. olup
Kinâye =>Gerçek mânâsını düşünmeye engel olacak bir karine bulunmamak şartıyla bir sözü başka bir mânâda kullanma sanatıdır..

Nitekim Kur’ÂN-ı Kerîm’de;

خَلَقَ الْإِنسَانَ
“Halaka’l- insân (insâne).: İnsanı, O yarattı.” (Rahmân 55/3)

عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
“Allemehu’l- BEYÂN (beyâne).: Ona, BEYÂN ı (idrak edip ifâde etmeyi ve açıklamayı) O öğretti.//
İnsana dili, konuşmayı, düşünmeyi ve meramını anlatmayı, Kur’ÂNa vukufu, açıklamayı, varlıkları ayırıcı vasıflarıyla birbirinden ayırt etmeyi öğretti.” (Rahmân 55/4)

Beyân kelimesini terim anlamına en yakın şekilde ilk ele alan Câhiz (ö. 255/869), el-Beyân ve’t-tebyîn ile el-Ḥayevân adlı eserlerinde belâgat konularının ana hatlarını, vasıf ve şartlarını bol misallerle anlatırken beyân ilminin temel unsurlarından olan teşbih, mecâz, istiare ve kinâye gibi terimleri de tarif ve izah eder.
Ebû Mansûr es-Seâlibî’den sonra beyânın müstakil bir ilim olduğunu söyleyen ikinci âlim Zemahşerî’dir (ö. 538/1144).

Zemahşerî (ö. 538/1144) Esâsü’l-Belâġa adlı eseriyle (s. 7-8) el-Keşşâf adlı tefsirinde (I, 16) beyândan müstakil ilim olarak bahsetmektedir. Zemahşerî, Kur’ÂN-ı Kerîm’deki üslûp ve mânâ inceliklerini meânî ve beyân ilimlerini bilen kimselerin anlayabileceğini ifâde ettikten sonra beyân âlimlerine atıflarda bulunur. Teşbih, İstiare, Mecâz ve Kinâyenin bütün çeşitlerine şiirlerden de örnekler vererek (el-Keşşâf, I, 190-214) işâret eder. Bu sebeble denilebilir ki Beyân İlminin konuları Zemahşerî tarafından en geniş şekilde ele alınmıştır.
Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209) =>Cürcânî ile Zemahşerî’nin tesbitlerine dayanarak beyân ilminin bütün konularını çeşitli bölümlemelerle Nihâyetü’l-Îcâz adlı Eserinde sistemleştirmiştir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12883
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KUR’ÂN-ı KERiM’de BEYÂN KAVRAMI ve,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’iN TEBYiN GÖREVi:.


Sevim GELGEÇ
YÜKSEK Lisâns TEZi..


Kur'ÂNî bir kavram olan "BEYÂN" sözlüklerde, "açıklamak, açıkça ortaya koymak ve belirgin hale getirmek" anlamlarına gelmektedir. Kur’ÂN-ı Kerim'in muaflaşması ve nüzul döneminden uzaklaşılmasından sonra, bazı Kur’ÂN kelimeleri gibi, BEYÂN kelimesi de anlam kırılmasına uğramıştır. Bu anlam kırılmasının, BEYÂN kavramına "mücmel/kapalı olanı tefsir etme" mânâsı verilmesiyle gerçekleştiği görülmektedir.

Kur’ÂN-ı Kerim'de değişik kalıplarda kullanılan "b-y-n" kökü ve türevleri daha çok "İlahî açıklamalar" anlamına gelmektedir.
Bu anlamda Peygamber aleyhisselâm'in hayatı batan başa TEBYiNdir. Fakat bu TEBYiN.: "anlamı kapalı olan âyetleri tefsir etmek" anlamında değil, Vahy-i İlahîyi aktüelleştirmek ve uygulamak anlamındaki TEBYiNdir. Kur’ÂN-ı Kerim'deki âyetler bağlamında Peygamberlerin BEYÂNı, ALLAH tarafından kalblerine ilka’ olunan vahyi gizlemeden, eklemeden, değiştirmeden, unutmadan, ne ise olduğu gibi muhataplarına bildirmeleridir.

1.1-) SÖZLÜK ANLAMI.:
BEYÂN kelimesi "b-y-n" kökünden türemi bir mastardır. Kelimenin sülasisi olan “bâne” lâzım yani geçişsiz bir fiildir.

وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَدًا مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُواْ وَاصْفَحُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Vedde kesîrun min ehli’l- kitâbi lev yeruddûnekum min ba’di îmânikum kuffârâ (kuffâran), haseden min indi enfusihim min ba’di mâ teBEYYEne lehumu’l- hakk (hakku), fa’fû vasfehû hattâ ye’tiyallâhu bi emrih (emrihî), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Ehli kitabtan çoğu, hak kendilerine apaçık BEYÂN olduktan sonra, nefslerindeki hasetten dolayı, sizi îmânınızdan sonra küfre döndürebilmeyi (fıska düşürmeyi) isterler. Artık, ALLAH (bu husustaki) emrini getirinceye kadar bağışlayın ve hoşgörün. Muhakkak ki ALLAH, herşeye kaadîrdir.” (Bakara 2/109)

İlk dönem müfessirlerinden Taberî’ ye (ö. 310/923) göre âyetteki “tebeyyene” kelimesi “(gerçeğin) açıkça ortaya çıkması” anlamındadır. (Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Câmiu’l-BEYÂN an-t’evil’i âyi’l-Kur’ÂN, Daru’l-Hadis, Kahire, 2010, I, s. 715; IX, s. 832.)
Ragıb el- İsfehanî (ö. 502/1109) “Müfredatu elfazi’l-Kur’ÂN” adlı sözlüğünde BEYÂN kelimesine.: “Bir şeyi açıkça ortaya koyma” anlamını vermekte ve Kur’ÂN’ın tümüne “açıklama” mânâsı vererek öyle demektedir.: “Söz de BEYÂN diye adlandırılır; çünkü söz ile açıklanması amaçlanan mânâ açıklanır/ortaya konur.”

“Bu Kur’ÂN, insanlara yönelik bir açıklamadır.”(3/138)
Sözün mücmel ve mübhem olan tarafını açıklayan kısmına da BEYÂN adı verilir. ALLAH TeALÂ’nın şu sözü gibi: “Sonra onu sana açıklamak da bize düşen bir iştir.” (75/19)

el- İsfehanî .: “Sözün mücmel ve mübhem olan tarafını açıklayan kısmına da BEYÂN adı verilir”

Lisânu’l-Arab Müellifi İbn Manzur (ö. 711/1312) “b-y-“ maddesini oldukça uzun ele almıştır. “b-y-n” köküyle ilgili "be" ayrı anlam sunmaktadır.:

1-) b-y-n.: Birleştirme, kavuşma, vuslat.:
Tebeyyün.: Açıklamak ve aynı zamanda açık olma. Bu kelimeden türeyen “tibyân” mastarının anlamı keşif ve izâhtır.
“Tebeyyün” aynı zamanda derin düşünme anlamına gelir. Bir şeyi “tebeyyün etmek”, onun üzerinde dikkatle düşünmek ve üzerinde fikir yürütmek demektir.
b-y-n.: Fasih konuşmak ve mesajını karısındakine kabul ettirip benimsetmeye gücü yetmek.
b-y-n.: İnsan BEYÂN sâhibi canlıdır. Bu BEYÂN kabiliyeti yani güzel söz söyleme, ikna edici, büyüleyici konuma niteliği sadece insana özgü olup onu hayvanlardan ayırır. (İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, I, s. 559-565.)

BEYÂN kelimesinin çoğulu “EBYİN” ve “BEYÂNat” şeklinde gelmektedir. (Cevherî, a.e, s. 126.)
Ancak Kur’ÂN’da bu şekilleriyle kullanılmamaktadır.

Ayrıca BEYÂN kelimesi Osmanlıca sözlüklerde “anlatma, açık söyleme, bildirme” anlamlarına gelmektedir. Bu kelimeden türemi olan BEYÂNat kelimesi ise “nutuk, söylev, demeç” mânâlarında kullanılmaktadır. Yine Türkçe’de de kullandığımız BEYÂN-name kelimesi “bildirge, hali yazı ile bildiren açıklama” anlamlarını ifâde etmektedir.
(Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, haz. Aydın Sami Güneyçal, Aydın Kitabevi, Ankara, 2005, s.94.)

“Bilgiyi gizlememek, bildirmek” anlamında dilimizde, “Kirâ gelirimi BEYÂN ettim.”, “Gelir BEYÂNında bulundum.” eklinde kullanılmaktadır. Bir deyim olarak kullanılan “ayan BEYÂN” tâbiri ise “apaçık, âşikâr, besbelli” mânâlarına gelmektedir.

Ragıb el- İsfehanî “b-y-n” kökünden türeyen “BEYYİNE”yi “ister akla dayalı olsun, ister somut olsun “açık delil” diye tanımlamaktadır.
(el- İsfehanî, Müfredatu elfazi’l-Kur’ÂN, s. 157; Zebidiî, a.g.e, XXXIV, s. 310.)
Terim Anlamı Sözlük kullanımlarından hareketle “BEYÂN”ın terim anlamını öyle ortaya koyabiliriz: “ ster söz ister fiil olsun, meydana gelen herhangi bir eyin, ne ise olduğu gibi ortaya konulması, açıkça belgelenmesi, söz sâhibi olma açısından ALLAH’ın, sözün aktarıcısı olarak Peygamber aleyhisselâm’ın ve sözü anlayan herkesin maksadını en beliğ şekilde ifâde etmesidir”.

2-) BEYÂN KAVRAMI İLE YAKIN ANLAMLI OLAN HÜDÂ KAVRAMI.:

Aynı kökten türemiş olmasa da hüdâ kelimesi, BEYÂN kelimesi ile yakın anlama gelmektedir. Kur’ÂN-ı Kerim’de hidâyet kelimesi yer almamakla birlikte “hüdâ” seksen beş âyette geçmektedir. Bu kavram Kur’ÂN’da çeşitli fiil sığalarının yanı sirâ “hadi, hüdâ, mühtedi” isimleriyle birlikte üç yüz elli kadar âyette tekrarlanmakta ve büyük çoğunluğu ALLAH’a izâfe edilmektedir.
(Muhammed Fuat Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-müfehres li elfazi’l-Kur’ÂNi’l Kerim, Daru’l-Kütübi’l-Mısrıyye, Kahire, 1364, s. 731; Y. Şevki Yavuz, “Hidâyet” DA, İstanbul, 1998, XVII, s. 473.)

“h-d-y” fiilinden isim olan hüdâ, istenilene ulaştıracak şeye lütuf ve letâfetle rehberlik etmek, bir kimseyi selâmet yoluna delâlet ve irşad etmek, hak ve doğru yolu göstermek, gündüz, itaat ve vera gibi anlamlara gelmektedir.
(İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XV, s. 58-63.)

Ayrıca “hidâyeti gösteren, HAKk’ın âyetlerini bildiren delil, doğru yolu gösteren belge”
(K. Hüseyin Ece, İslam’ın Temel Kavramları, BEYÂN Yayınları, İstanbul, 2000, s.270.)
Anlamına da gelen hüdâ kelimesi hem hidâyet hem de ihtida mânâlarını içermektedir.
(Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, sad. Nedim Yılmaz, Hisar Yayınevi, İstanbul, 2011, I, s. 91.)

Kur’ÂN-ı Kerim’de HÜDÂ ve HİDÂYET kelimeleri de anlamlı olarak kullanılır.: Bakara, 2/2, 5, 38; En’âm, 6/35; Nahl, 16/37.

Hidâyet konusuna genişçe yer veren Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1361/1942) konuyla ilgili unları söylemektedir.: “Hidâyet, hayırlı bir şeyin istenmesine mahsustur. Mesela hırsıza yol göstermeye, rehberlik etmeye hidâyet denilmez. “Onlara cehennemin yolunu gösterin” (Saffat 37/23) âyetinde olduğu gibi şerde kullanılması, alay etme ve sitem gibi bir nükteye dayanılarak mecâz olur. Demek ki hidâyet her istenene mutlak olarak kılavuzluk etmek değil, irşad gibi gayesinde hayır, yapılı eklinde de incelik ve tatlılık bulunan bir kılavuzluktur.”
(Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, I, s. 90. 19 2.)

Kur’ÂN Terminolojisinde BEYÂN, anlam açısından hidâyete en yakın kelime olarak nitelendirilir. ALLAH evreni ve insanoğlunu yarattıktan sonra hidâyeti BEYÂN ederek hayır ve şerri, helâk ve kurtuluş yolunu nasıl bulacaklarını da göstermiştir. Bu anlamda insana rehberlik yapacak akıl vermiş, Peygamberler ve kitablar göndererek doğruyu, yanlışı, güzeli ve çirkini BEYÂN etmiştir.
Hüdâ ile ilgili Kur’ÂN-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır.:
“İşte onlar Rablerinin gösterdiği yolda yürüyen kimselerdir. Umduklarına kavuşup mutluluğa erişecek kimseler de yine onlardır!” (Bakara 2/5)
Bu âyette geçen “alâ hüdâ” (hidâyet üzeredirler) ifâdesi “apaçık bir BEYÂNüzeredirler” anlamına gelmektedir.

Arapçada “alâ” edatı üzerine zârif bir incelik vardır. Bu edat üstünlük mânâsını da içine almaktadır. Gerçekte kişiye üstünlük veren ey ise hak ve hidâyet üzere yaşamakta sebat göstermesidir. (İbn Kayyım el-Cevziyye, Medaricu’s-salikin, Daru’l-Hadis, Kahire.)

Kur’ÂN âyetlerini açık ve anlaşılır olarak indiren ALLAH celle celâlihu, bu âyetlerle, mutluluğa ve doğru yola erimek isteyen kimselere yol göstericilik yapmaktadır. Görüldüğü gibi hüdâ ve BEYÂNın ilişkisi çok açıktır.
“İşte biz onu (Kur’ÂN’ı) apaçık âyetler olarak indirdik; şüphesiz ALLAH dileyeni hidâyete yöneltir”. (Hacc 22/16)

3-) BEYÂN’IN AMACINI GERÇEKLEŞTiRMESİNE ARAÇ OLAN KELiMELER.:

BEYÂN kavramının HÜDÂ kavramıyla anlamsal çerçeve oluşturmasıyla beraber TAFSİL, TASRİF, İ’LÂN, İZHÂR, TEBLİĞ gibi kelimelerle de ilişki içinde olduğu, bu anlamsal çerçeve içindeki kelimeler ile kurduğu mânâ yakınlıklarının direkt olmasa da dolaylı olarak ortaya çıktığı, bu zikri geçen anlamsal yakınlıkların BEYÂN kavramında (amacını gerçekleştirme açısından) hissedildiği, bunun yanısıra KİTMAN, İHFÂ, İHTİLÂF, SİRR, TEBDİL, TAHRİF, İLBAS, LEYY, NİSYÂN gibi kelimelerle de zıt kutuplarda durduğu görülmektedir. BEYÂN kavramına hüdâ kadar yakın olmasa da efradını câmi ayarını mâni ilkesinden hareketle BEYÂNın amacını gerçekleştirmesinde araç olarak kabul edilen kelimeleri sözlük anlamı ve geçtikleri âyetlerle birlikte ele almak

3.1-) TAFSİL.:
Sözlüklerde tafsil, “ayrıntılarıyla etraflıca açıklamak, uzun uzadıya anlatmak” mânâsına gelmektedir.52 Kur’ÂN’da “tafsil” kalıbında 23 âyet bulunmaktadır.

وَمَا كَانَ هَذَا الْقُرْآنُ أَن يُفْتَرَى مِن دُونِ اللّهِ وَلَكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ الْكِتَابِ لاَ رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Ve mâ kâne hâze’l- Kur’ÂNu en yufterâ min dûnillâhi ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve TAFSÎLe’l- kitâbi lâ reybe fîhi min RABBi’l- âlemin (âlemîne).: Ve bu Kur’ÂN, ALLAH'tan başkası tarafından uydurulmuş değildir. Ve lâkin, onların ellerinde olanı tasdik eder ve Kitab'ı TAFSİL eder (ayrıntılı olarak açıklar). O'nun hakkında şüphe yoktur, âlemlerin RABBindendir.” (Yûnus 51/37)

3.2-) TASRİF.:
“S-r-f” kökünden türeyen “tasrif” kelimesi, “tekrar tekrar açıklamak, evirip çevirip farklı yönleriyle anlatmak, bir halden baka bir hale çevirmek, yönlendirmek” anlamına gelmektedir. Kur’ÂN-ı Kerim’de “tasrif” kalıbıyla “açıklamak” anlamında 10 kelime bulunmaktadır.

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
“Ve kezâlike enzelnâhu Kur’ÂNen arabîyyen ve SARRAFnâ fîhi mine’l- vaîdi leallehum yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ(zikren).: Ve böylece Kur’ÂN'ı Arapça olarak indirdik ve O'nda, vaadedilenleri açıkladık. Böylece takvâ sâhibi olurlar veya onlar için bir zikir (ibret) olur.” (TâHâ 45/113)

3.3-) İ’LAN.:
“A-l-n” kökünden türeyen “i’lan” kelimesi, sözlüklerde “açıklama, bildirme ve açığa çıkarma” anlamında “gizleme”nin zıddı olarak kullanılmaktadır. Kur’ÂN’da 16 âyette geçmektedir.

وَاللّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
“Vallâhu ya’lemu mâ tusirrûne ve mâ tu’linûn(tu’linûne).: Ve Allah, gizlediklerinizi (sırlarınızı, sakladığınız şeyleri) ve açıkladığınız (alenî olan-ı'lân ettiğiniz) şeyleri bilir.” (Nahl 70/19)

3.4-) İZHÂR.:
“Z-h-r” kökünden türeyen “izhâr kelimesi, “açıklamak, açığa vurmak, açık olmak, bildirmek, kuvvetlendirmek, galip getirmek ve öle vaktine girmek” anlamında, aynı zamanda “gizleme”nin zıddı olarak kullanılmaktadır. “Z-h-r” köküyle “açıklamak ve açık olma” anlamında Kur’ÂN’da 13 âyette geçmektedir.

قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالإِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَأَن تُشْرِكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“Kul innemâ harreme RABBiye’l- fevâhişe mâ ZAHERe minhâ ve mâ batane ve’l- isme vel bagye bi gayri’l- hakkı ve en tuşrikû billâhi mâ lem yunezzi’l- bihî sultânen ve en tekûlû alallâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: De ki: “RABBim size, sadece fuhuşu (kötülüğü); AÇIK ve gizlisini ve günahı ve haksız yere zulmetmeyi ve ona bir delil (sultan) indirilmemişken, ALLAH'a şirkkoşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri ALLAH'a söylemenizi (maletmenizi) haram kıldı.” (A’râf 39/33)

3.5-) TEBLİĞ.:
Tebliğ kelimesi Arapça’da “ulaştı, yetişti, yeterli oldu ve maksada kavutu” gibi anlamlara gelen “be-le-a” fiil kökünden tef’il kalıbına sokularak türetilmiş bir mastardır. Bu mastar, sözlükte; “taşımak, götürmek, ulaştırmak, bildirmek ve eriştirmek” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bu kavram değişik anlam ve maksadlarla Kur’ÂN’da 61 âyette geçmektedir. Ancak “iletmek ve bildirmek” anlamında Kur’ÂN’da 25 âyette geçmektedir.

وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
“Ve mâ aleynâ ille’l- BELÂGu’l- mubîn (mubînu).: Ve bizim üzerimizde açıkça TEBLİĞden (bildirmekten) başka bir şey (sorumluluk) yoktur.” (YâSîn 36/17)

4-) BEYÂN KAVRAMI İLE ZIT ANLAMLI OLAN KELMELER.:

4.1-) KİTMAN.:
“b-y-n” ve türevlerinin zıt anlamı olarak Kur’ÂN’da kullanılan kelimelerden biri “k-t-m” fiilidir. Kur’ÂN-ı Kerim’de 21 defa geçmektedir.
Sözlükte “gizlemek, saklamak, açığa vurmamak, sır tutmak, açıklanması gereken bir şeyi kasten açıklamamak” gibi anlamlara gelmektedir.

الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمْ وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ve inne ferîkan minhum le yeKTUMûnel hakka ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).: Kendilerine kitap verdiklerimiz, O'na (Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm)'e) kendi oğullarına ârif oldukları (tanıdıkları) gibi âriftirler (tanıyıp bilirler). Ve muhakkak ki onlardan bir fırka, hakkı gerçekten bile bile GİZLİyor .” (Bakara 2/146)

4.2-) İHFÂ.:
“h-f-y” kökünden türeyen “ihfâ” ve türevleri Kur’ÂN-ı Kerim’de 34 defa geçmektedir. Sözlükte “örtmek, gizlemek” mânâsında ve “b-y-n” kökünden türeyen tebyin kelimesinin karşıtı olan ihfâ yukarıda da değindiğimiz gibi ketm ile tam olarak aynı anlama gelmemektedir. Ketm, mânâdan sükut iken, ihfâ bile bile gerçeği gizlemektir. ihfâ, ketm kelimesinden daha kapsamlıdır. ihfâ ile ilgili Kur’ÂN’da geçen bir âyet şu şekildedir:

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ
“Yâ ehle’l- kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum kesîran mimmâ kuntum tuHFÛne mine’l- kitâbi ve ya’fû an kesîr (kesîrin) kad câekum minallâhi nûrun ve kitâbun mubîn (mubînun).: Ey kitap ehli! (Kitap sahipleri), Kitap'tan çoğunu GİZLEmiş olduğunuz ve çoğundan vazgeçtiğiniz şeyleri, size BEYÂN eden bir Resûl'ümüz gelmiştir. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.” (Mâide 5/15)

4.4-) SİRR-İSRÂR.: “S-r-r” fiil kökü if’al kalıbında kullanıldığında “gizlemek, sır saklamak” anlamında Kur’ÂN-ı Kerim’de 32 defa geçmektedir.

وَاللّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
“Vallâhu ya’lemu mâ tuSİRRûne ve mâ tu’linûn(tu’linûne).: Ve ALLAH, gizlediklerinizi (sırlarınızı, sakladığınız şeyleri) ve açıkladığınız (alenî olan) şeyleri bilir.” (Nahl 16/19)

4.5-) TEBDİL.:
“b-d-l” den türeyen “tebdil” kelimesi tef’il kalıbında ve “değiştirme” anlamına gelmektedir. Bu şekilde Kur’ÂN’da 33 âyette geçmektedir.

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاء نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
“Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena'ti bi Kur’ÂNin gayri hâzâ ev BEDDİLh(beddilhu), kul mâ yekûnu lî en uBEDDİlehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy (ileyye), innî ehâfu in asaytu RABBî azâbe yevmin azîm (azîmin).: Ve onlara âyetlerimiz, delillerle okunduğu zaman Bize ulaşmayı dilemeyen kimseler şöyle dedi.: “Bize bundan başka bir Kur’ÂN getir veya O'nu DEĞİŞTİR.” De ki: “O'nu, kendi nefsimden (bir şey) ilka’ ederek benim DEĞİŞTİRmem olamaz. Ben ancak bana vahyolunan şeye tâbî olurum. Şâyet RABBime asi olursam muhakkak ki ben, büyük günün azabından korkarım.” (Yûnus 10/15)

4.6-) TAHRİF.:
“h-r-f” den türeyen tef’il kalıbındaki “tahrif” kelimesi, “değiştirmek, eğip bükmek, çarpıtmak” anlamlarında Kur’ÂN’da 4 âyette geçmektedir:

أَفَتَطْمَعُونَ أَن يُؤْمِنُواْ لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِن بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“E fe tatmeûne en yu’minû lekum ve kad kâne ferîkun minhum yesmeûne kelâmallâhi summe yuHARRİFûnehu min ba’di mâ akalûhu ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).: (Ey mü'minler)! Hâlâ onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Onlardan bir fırka (grup) vardı ki, ALLAH'ın kelâmını işitirler, sonra onu akıl ettikleri (anladıkları) halde, bile bile TAHRİF ederler.” (Bakara 2/75)

4.7-) İLBAS.:
“L-b-s” kelimesinin aslı “bir şeyi örtmek/gizlemek, karıştırmak” demektir. Bu anlamda Kur’ÂN-ı Kerim’de 7 âyette 81 geçmektedir.

وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
“Ve lâ tELBİSûl hakka bil bâtılı ve tektumû’l- hakka ve entum ta’lemûn (ta’lemûne).: Hakkı bâtıl ile ÖRTMEyin ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz.” (Bakara 2/42)

4.8-.) LEYY.:
“l-v-y” den türeyen ve “eğip bükmek, çarpıtmak” anlamında ki kelime Kur’ÂN’da 2 âyette geçmekte olup âyetlerden biri şöyledir:

وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Ve inne minhum le ferîkan yELVûne elsinetehum bi’l- kitâbi li tahsebûhu mine’l- kitâbi ve mâ huve mine’l- kitâb (kitâbi), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâh (indillâhi), ve yekûlûne alâllâhi’l- kezibe ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).: Ve muhakkak ki onlardan (Ehli Kitap'tan) bir grup mutlaka, onu (okuduklarını) kitaptan zannetmeniz için kitabı okurken dillerini EĞİP BÜKerler oysa o kitaptan değildir. O, allah'ın Katından olmadığı halde.: "O, ALLAH'ın Katındandır" derler. Ve onlar ALLAH'a karşı bilerek yalan söylüyorlar.” (Âl-i İmrân 3/78)

Bu âyetteki “leyy”, “çarpıtarak, lafı geveleyerek gerçeği yansıtmama” anlamında, “ne ise olduğu gibi açıklayarak hakikati ortaya koyma” anlamına gelen BEYÂN kelimesinin zıddıdır.

4.9-) NİSYÂN.:
“n-s-y” den türeyen “nisyân”, “unutmak” anlamına gelir ve “insanın kendine emanet edileni birâkması, terk etmesi”dir. Kur’ÂN’da türevleriyle birlikte 45 âyette geçmektedir.

سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى
“Senukriuke fe lâ tENSÂ.: (Kur’ÂN'ı) sana, Biz okutacağız, bundan sonra sen UNUTmayacaksın.” (A’la 8/6)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön