Sall SILAsı
Latif YILDIZ

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1295
5.6. ÜZME - ÜZÜLME - SEV- SEVİL PAROLASI
El HAKK (celle celâluhu) hatırına, O'nun halkını Üzme ve sükût et!..
Üzülme ve halvet et (halk içinde HAKK'a rücû' et), Sev ve celvet et!
(Nuût-i ilâhiyye (ilâhî övülmüşlük) ile halvetten hürûc, Benlik Fenâsından Beka'ya ürûc ile her şeyde hakkı HAKK görüp, saygı duyuş) Sevil ve uzlet et! (Muhammedî Gar-ı Hirada bilelik)...
Kur'ân-ı Kerîm'de: "İşlerin vakti vardır!" buyuruluyor...
Âşıkların acelesi olmaz ve kuşlar dâima kanatlanınca uçarlar...
Canların (ana-baba) cümbüşünden canımız cesed buldu, cisim giydi ve cihan gördü...
Can dedimse her canı; canının farkında sanma...
Taş kömürü, kok kömürü de karbon (C), elmas da karbondur...
Farkları, yandıklarında Elmas geride kül bile bırakmaz...
İşte Muhammedî canlar elmas gibi erdem erleridir...
Cihan genellikle doğurduğunu yiyen bir canavar gibidir.
Özellikle ise Muhammedî canların, can ve imtihan evidir...
Sûretlere bakma! Sîretler sırdır...
Can Dostu bir deli derviş demişti: Yediler buluşup hacca gidecekler.
Altısı yola çıkmışlar yedincisi yok meydanda...
Şam'a varınca zifiri zenci birisi yanaşmış: "Yolculuk nere yârenler..." demiş.
Onlar da: İnşâallah Hacca!" deyince: "Biz de bile!" demiş ve katılmış... İçlerinden birisi, içinden: "Acaba bu da Yediler'den mi?" diye geçirince:
"Ne o canım, boyayı mı beğenmedin boyacıyı mı?" demiş...
HAKK'ı hâlihazır, herkesi de Hızır bil!..
Söz, Sohbet, Zevk ve Hazz; alıcıya âmâdedir. Sağıra sohbet ise ahmaklıktır.
Duyandan kasıd, özünden duyandır ve yüzünden duyan değil...
İnsanın özü (merkez), vahdet deryası; yüzü (muhit) ise, kesret kerbelâsıdır... Arablar derler ya: "Kellim kellim la yenfâ..." "Söyle, söyle faydası yok!" odunumun parası...
Yine de bin kere de olsa binbiri söyleyeceğiz...
Zirâ âhir zaman şartlarına ve fitne fırtınasına ömürleri denkleşen torunlarımızın üzerimizde hakları, vebâlleri vardır...
Birgün İnşâallah okuyup da uyanmalarına sebeb olur:

Atını arayan süvari, dört nala at koşturma...
Seyr-ü Sülûku; gece gündüz anlamını ve mânâsını anlamadan, ruhuna ve sırrına ermeden esmâ tekrarı sanma...
Başkalarının yandığını söyleyip de yanma...
Muhammedî Tasavvufta seyr: nefsin kalbî şartları sağlayıp, eşkiyâlık elbisesini (sûretini) soyunup, evliyâlık sîretini (hâlini) bürünüp kalbe girişi; sülûk ise, bu kalbi berzah (madde-mânâ ara kesiti tecellî karargâhı) da ruha kavuşmasıdır...
Fakr-ü- fenâya sabretmeden lülf-û-likâya sıla (vuslat) ham hayaldir.İnsanoğlunun sûreti, sîretinin (zâtı) zarfıdır.
Harflerin içinde misilsiz mânâlar gizlenir...
Okumayana ise çâresiz çiziklerdir...
Toplumsal tevhid parolammız olan "üzme-üzülme-sev-sevil"i kolay sanma sakın: Bu âlemde bizi diğer yaratıklardan tebessümdür ilk ayıran...
Zâten aşk tebessümle başlar ve kanlı göz yaşıyla son bulur...
Bu ise aşıkların ezel kaderleridir...
ZEVK 2741
Hu esmâsın âhıdır aşk, âşıkların göz yaşıdır.
Mevlâ'ya merhamet için istirham ağlayışıdır,
Fenâsına erenlerin beka sermayeleri aşk.
Özdeki naz, gözde niyâz ağlamak işin başıdır...
HAK Dostları derler ki: Bir ârifin iki talebesi bal satıyorlar.
Birisi güleç yüzlü ötekisi somurtkan...
Güleç olan balını tezelden satıp dönerken, somurtkanın balı elinde kalıyor ve bunun sebebini ârifine sorunca:
"Ah oğlum ah... Küpün bal satarken, yüzün sirke satıyor da ondan..." demiş...
Her şey'in yok olmaya mahkûm olduğu bu imtihan meydanında Muhammedî nûr'un ışığını takip eden O'na teslim olup tek istikamete "Biz Bileliği"nde yol bulanlar İrfân-ı Muhammedîn ebedî edebi içinde emindirler...
"Kesrette vahdet-vahdette Kesret" oyununda; tek oyuncu olan insanoğluna kesret galib gelirse Benlik başına belâ olur ve belâsını bulur. Yok eğer, vahdet (Tevhid-i Muhammedî) galib gelirse cümle cihanda (mevcûdda), HAKKı (cûd'u, gerçek vücûdu) müşâhade olan Edeb-i Resûlullah'a ulaşırsa Mevlâsını bulur...
Bu böyledir...
"Kesrette vahdeti, vahdette kesreti, zevk etmek ise lûtf-û-ikrâm ve ihsân olup haşyet, hayret ve dehşet hazzıdır...
İnsanoğlunun nefsi, arsız ve nûrsuz kalırsa cehennem gibi celâl yurdu; ruhî nefs olup Muhammedî nûr ve şuûra sıla (vuslat, salâvat) ederse cennet gibi cemâl yurdu olur tüm âlemlerde...
Nefsin bu âlemde ektiği tohum sonunda toplayacağı meyve demektir. Kâmil insan nefsi diye ona deriz ki kendi aklının tasarladığı "Lâ ilâhe"yi Rehber-i Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaştırıp naklî olan "illâ ALLAH" ile kişinin nefsinin aklen bildiği, bulduğu ve olduğu hâle geldiği naklen teslimiyyet ve istikamet merkezi olan İmam-ı Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın sıfır seviyeli Subhanî safı olmalıdır...
Kâinâtı ve ustasını, nefsin benlik ve imtihan sırrıyla gizleyen aklın; bâtıl ve şerre dönük i'tikad, amel, ahlâk ve hâllerini, Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın;
Şerîat-ı Muhammedîyye (i'tikad, inanç),
Tarikat-ı Muhammedîyye (sâlih amel, fiil, sünnet-i seniyye!),
Mârifeti Muhammedîyye (Ahlâk-ı muazzama: Ahlâk-ı Kur'ân: Ahlâkullah) ve
Hakikati Muhammedîyye (Kâbe kevseynî hâller, söze sığmaz özellik ve güzellikler) ile arıtıp, durutup kurutup pırıl pırıl cemâl camı hâline getirip artık adına da "İlahî Aşk" deyip:
Biz gözüyle, biz gözlüğünden "BİZ" bileliğiyle aynı seviyeden aynı şeyi görüp: "Semiğnâ ve ateğnâ... İyyake na'büdü ve iyyake nesta'in..." teslimiyyette birlikte "canlar cemâatı" olarak duyarız ve imâmıza uyarız... Azmederiz ve istikamette tevekkül ederiz (vekil kılarız)
Agâh (uyanık) ol Âşık...
Bu âlem, ilâhî aşkın mihrabıdır...
Nice "Benlik"lerin harab oluduğu meydandır...
Aşk Mihrabına niyâzla gir (Bismillahi) niyâzla eğil (Subhanallahi), niyâzla doğrul (ALLAHÜEKBER), niyâzla geç (Elhamdülillah)...
Naz ise sistemin sahibinin hakkıdır....
İnsanoğlu özündeki emânete mârifet-i Muhammedîyye ile ulaşır şahsî şifrelerini bulur, bilir ve emredileni yaşar ve şâhidi olur...
Onun için şerîat ve tarikat aslında meşk yolu olup; kulun tercih, gayret ve çabası esastır.
Esas seyr budur.
Seyr; insanın kendi kaderini mutlak kendinin yaşaması gibi sadece ve yalnız kendisinin teslimiyyet yürüyüşüdür.
Mârifet ve hakikat ise aşk yoludur.
Rabbü'l-âlemin'den abdine ilâhî cezbe ve teslimiyyet sülûkudur. "İle"likten "bile"liğe geçiştir.
Kulun gayreti,
ALLAH Dostlarının himmeti,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şerefli şefâati ve
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in hakk ve hayr hidâyeti birleştimi yolda yoran engeller yerle bir, uzaklar yakîn ve hayaller gerçek olur...
İşte bu aşkın yolu çile yoludur...
Muhabbette nûrun anası nardır.
Cemâlî cennet, celâlî cehennemle çevrilidir...
"Lâ ilâhê "nin merkezinde "İLLALLAH"...
Madde ve mânânın masalı sanma...
Maverâsı bil Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın...

Her nefesin imtihanı o nefese ait hızla gelip geçen rüzgâr gibi doğrusu... Ne varki câhil canın hicâbı (perdesi), kendi cehlidir.
Bilmem ki sesimi (sözümü) duyabiliyor musun?
Ben buradan söylerim de sen oradan duyarsın sanma...
Ses dalgaları derûnî sırlar taşır...
Ve her zerre yanı başındakine söyler...
Sıra sana gelince duyarsın...
Ondandır ki telefonun telleri vardır.
Şimdi hava zerreleriyle v.s. geliyor...
Boşlukta (mutlak vakumda) her türlü iletişim sıfırdır...
Ve her zerre ve her an işinin başında...
Ya sen...
ZEVK
Kim vurmuş dost Züleyhâ'yı, kanı yerde Yûsuf... Yûsuf....
El değmemiş sevgi narı atmış derde Yûsuf... Yûsuf?
Nedir kervan? Bu kör kuyu? Zehir mi zemzem mi suyu?
Vücûd, can Yûsuf'a gömlek, Yakub nerde: Yûsuf... Yûsuf...
İşte sıla (ibâdet) yolunda yolculuktan kesitler ve görüntüler...
Salât ise tüm ibâdetlerin direği ve imâmıdır.
Salâtsız sıla hasrettir....
Teslimiyyete salâvât, istikamete salât sılası bizim bilelik yolumuz ve görevimizdir...
Sadece salât değil ki kulluk...
Her yerde, her zaman her hâl ve her nefeste kulluk...
İlk nefesten son nefese kulluk ve işimiz ibâdet...
Tüm kâinâtı (sistemi), bizi, fiillerimizi ve dilemelerimizi dahi yaratan Rabbü'l-âlemin bize; gerekli tüm ilim ve bilgileri verip, öğretici, eğitici ve tatbik ediciler gönderip tüm sistemini hizmetimize sunup, tek tercih imkânı tanıyıp da imtihan ediyor.
Biz tercih edince dileğimizi halk ediyor. Yeni doğmuş bebeği; dondurucu soğuğa terk etmeyi tercih eden vicdânsızın bu eylemini halk edip, bebeği dondurup öldüren ALLAH Tealâ Sünnetullah, Emrullah ve tehdidleri gereği bu işi yapanın yakasına "merhametsiz..." diye yapışıp tüm canlıları öldürmüş gibi cezâlandırıyor...
Tercih çok çok önemli...
Bu tevhid yolunda iki ata binilmez. İki ata binenlerin ise maddî-manevî, parça parça hüsrân olmaları göz açıp kapayıncaya kadar bile sürmez...
Sevil kız söylemişti: "Baba... Üveys dedi ki: Ölümü, yattığında yastığının altında; kalktığında önünde bil..."
Ne güzel söylemiş meşhur ve mübârek Muhammedî Ûveys (kaddasallahu sırrıhu) Hazretleri...

(Hicr 15/99)
Ve asla Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bilelik bâsireti olan Fırka-i Nâciye yolundan ayrılma:

(Yûsuf 12/108)
Bu yol açık seçik sırat-ı müstakîm üzere; tefritsiz, ifratsız ve i'tidâl üzere imtihan ve kemâlât yoludur.
Tekemmül ise emredilen ve dışına kaçılamayan kaderdir...

(İnşikak 84/16-19)
"Le terkebünne tabakan an tabakin": Muhakkak, kesinlikle tabaka tabaka terekkûb edersiniz.
Terekkûb: karışıp birleşme, meydana gelmedir. Maddî ve manevî hâlden hâle geçip (tabaka-tabaka) her hâlde hâl bulma, meydana gelmedir. Nefsin letâif tabakalarındaki Muhammedî tekemmül kademeleri...