Bid'at Nedir?

İslamiyet'de İ'tikad, İbâdet, Ahlâk, İtâat Hükümleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Bid'at Nedir?

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

Bid'atın Tanımı, Hükümleri ve Çeşitleri

﴿ البدعة: تعريفها، أنواعها، أحكامها ﴾




Yazan: Salih b. Fevzan el-Fevzan
Terceme eden: Muhammed Şahin


ÖNSÖZ:

Hamd, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymayı bize emreden ve bid’at çıkarmayı bize yasaklayan âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Salât ve selâm, Allah Teâlâ’nın örnek alınması ve kendisine itaat edilmesi için gönderdiği peygamberimiz Muhammed’e, âilesine, ashâbına ve ona tâbi olanların üzerine olsun.
Bu kitapçık, bid’at çeşitlerini açıklamak ve bu bid’atlardan yasaklamak konusunda yazılmış bölümlerden ibâret bir kitapçıktır.
Bu, bid’at çeşitlerini açıklayan ve bu bid’atlardan yasaklayan bölümlerden oluşan bir kitapçıktır.
Bu kitapçığı yazmamı gerekli kılan şey, Allah için, kitabı Kur’ân-ı Kerîm için, elçisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem için, müslüman yöneticiler için ve diğer müslümanlar için nasihat etmenin farz oluşundan dolayıdır.

Bid’at: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir

1. BÖLÜM:


BİD’ATIN TANIMI, ÇEŞİTLERİ VE HÜKÜMLERİ:

Bid’atın Tanımı:
Bid’at kelimesi, sözlük olarak Arapça’da “Bede’a” kelimesinden gelmektedir.

Bid’atın Anlamı:
Daha önce benzeri olmayan bir şeyi vücûda getirmek, yaratmak demektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---Bedîu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.” (Bakara 2/117)

El Bedîü:
Resim

El Mübdiü:
Resim

Başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:

قُلْ مَا كُنتُ بِدْعًا مِّنْ الرُّسُلِ وَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Resim---Kul mâ kuntu bid’an mine’r- rusuli ve mâ edrî mâ yuf’alu bî ve lâ bikum, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyye ve mâ ene illâ nezîrun mubîn (mubînun).: De ki: "Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim." (Ahkâf 46/9)

“Falanca bid’at çıkardı” denildiğinde, o kimse daha önce olmayan yeni bir yol ortaya çıkardı, demektir.

BİD’AT ÇIKARMAK İKİ KISIMDIR:

Yeni buluşlar ortaya çıkarmak gibi, günlük hayatta yeni şeyler ortaya çıkarmak ki bu, dînimizce mübahtır. Çünkü günlük hayatta yeni şeyler ortaya çıkarmakta asıl olan, mübah oluştur. Dînde yeni şeyler ortaya çıkarmak ise, haramdır. Çünkü dînde asıl olan, Kur’ân ve sünnetle sâbit olmasıdır.
Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyurmaktadır:

(( مَنْ أَحْدَثَ فيِ أَمْرِناَ هَذاَ ماَ لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ )) [رواه البخاري ومسلم]
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim, bu işimizde (dînimizde) olmayan bir şeyi ona ihdâs ederse, o ihdâs ettiği şey kendisine iâde olunur. ” buyurmuştur.
(Buhârî ve Müslim)

Başka bir rivâyette şöyle buyurmaktadır:

(( مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْـهِ أَمْرُنـاَ فَهُوَ رَدٌّ )) [رواه مسلم]
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim, bu işimizden (dînimizden) olmayan bir şey yaparsa, o yaptığı şey kendisine iâde olunur. ” buyurmuştur.
(Müslim)


BİD’AT ÇEŞİTLERİ:


İslam Dîninde bid’at, iki türlüdür:

Birincisi: Cehmiyye, Mu’tezile, Rafizîler ve diğer sapık fırkaların söyledikleri sözler ve inandıkları inançlar gibi, sözlü ve itikâdî olan bid’attır.

İkincisi: Allah’a, meşrû olmayan bir şekilde ibâdet etmek gibi, ibâdetlerde yapılan bid’attır ki, bu bid’at dört kısma ayrılır:

1-) İbâdetin aslında yapılan bid’attır ki, bu dînde aslı olmayan bir ibâdeti ihdâs etmek yani ortaya çıkarmaktır.
Mesela dînen meşrû olmayan bir namaz, oruç veya doğum gününü kutlamak gibi bayramlar ihdâs etmek/ Yeniden bir şey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak.
2-) Dînen meşrû olan ibâdetin özünde bir fazlalık yapmaktır. Mesela öğle veya ikindi namazının farzına bir rekât eklemek sûretiyle onu beş rekat kılmak gibi.
3-) İbâdeti dînen meşrû kılınmayan bir şekilde edâ etmektir. Mesela dînen meşrû olan duâ ve zikirleri gruplar halinde nağmeyle yapmak. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden çıkacak şekilde ibâdetlerde aşırıya gitmek de bu kabildendir.
4-) Dînen yapılması câiz olan bir ibâdeti, dînen câiz olmayan bir vakitle sınırlı tutmaktır.


Mesela Şaban ayının 15. gecesini ibâdet etmek ve gündüzünü de oruç tutmakla sınırlı tutmak gibi. Çünkü oruç tutmak ve geceyi ibâdetle geçirmek, dînen meşrûdur. Ancak bu ibâdetleri belirli bir vakitle sınırlı tutmanın dîni bir delîle dayanması gerekir.

DÎNDE YAPILAN BÜTÜN BİD’ATLARIN HÜKMÜ:

Dînde yapılan her türlü bid’at, haramdır, dalâlettir.
Resim---Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyurmaktadır:
((وَإِياَّكُمْ وَمُحْدَثاَتِ اْلأُموُرِ،فَإِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ )) [ رواه أبو داود والترمذي وقال:حديث حسن صحيح]
“(Dîne sonradan sokulan) yeniliklerden sakının. Zirâ (dîne sonra-dan sokulan) her yenilik, bid’attır. Her bid’at ise dalâlettir. ”
(Hadîsi, Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivâyet etmiş, Tirmizî “hadîs, hasen sahîh” demiştir.)

Resim---Başka bir hadiste Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır:
(( مَنْ أَحْدَثَ فيِ أَمْرِناَ هَذاَ ماَ لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ )) [رواه البخاري ومسلم]
“Her kim, bu işimizde (dînimizde) olmayan bir şeyi ona ihdâs ederse, o ihdâs ettiği şey kendisine iâde olunur. ”
(Buhârî ve Müslim)

Resim---Yine başka bir rivâyette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır:
(( مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْـهِ أَمْرُنـاَ فَهُوَ رَدٌّ )) [رواه مسلم]
“Her kim, bu işimizden (dînimizden) olmayan bir şey yaparsa, o yaptığı şey kendisine iâde olunur. ”
(Müslim)

Bu iki hadis, dînde yapılan her türlü yeniliğin bid’at olduğuna delâlet etmektedir: Her bid’at ise dalâlettir, sahibine iâde olunur.

Bunun anlamı: İbâdet ve itikâtta yapılan bid’atlar, haramdır. Ancak bid’atların haram oluşu, çeşitlerine göre farklıdır. Kabirlerde yatanlara yaklaşabilmek için kabirlerin çevresinde tavaf etmek, kabirlerde yatanlara kurbanlar kesmek ve adaklar adamak, onlara yalvarıp yakarmak ve onlardan yardım dilemek gibi kimi bid’atlar vardır ki açık küfürdür. Cehmiyye’nin aşırıları ve Mu’tezile’nin söyledikleri şeyler de bu tür bid’atlardandır.

Kabirlerin üzerine kubbe gibi şeyler binâ etmek, kabirlere yönelmek sûretiyle namaz kılmak, ölülere yalvarıp yakarmak gibi kimi bid’atlar da insanı şirke götürür.

Hâricîler, Kaderiye ve Mürcie’nin şer’î delîllere aykırı olarak söyledikleri ve inandıkları bid’atlar gibi kimi bid’atlar da itikâdî fısktır.
Kendini sürekli ibâdete vermek, güneşin altında oruç tutmak ve şehveti kesmek amacıyla hadım (iğdiş) ettirmek gibi kimi bid’atlar da Allah’a ve Rasûlüne isyandır.

UYARI:

Bid’at-ı Hasene (güzel bid’at) ve Bid’at-ı Seyyie (çirkin bid’at) diye, bid’atları iki kısma ayıran kimse, yanılgı ve hataya düşmüş ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Ve her bid’at, dalâlettir” emrine aykırı davranmıştır.
Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bütün bid’atların dalâlet olduğuna hükmetmiştir. Ancak bid’atları iki kısma ayıran kimse: “her bid’at dalâlet değildir, bilakis güzel bid’at da vardır” demektedir.

Hâfız İbn-i Receb, Nevevî Kırk Hadîs şerhinde şöyle der: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in:
( وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ ) “Ve her bid’at dalâlettir. ”
sözü, Cevâmi’ul-Kelim’dendir.
Hadisteki hiçbir şey Cevâmi’ul-Kelim ifâdesinden dışarı çıkmaz. Bu hadîs, İslâm dîninin büyük esaslarından birisidir.
Bu hadîs, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadîsine benzer:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
(( مَنْ أَحْدَثَ فيِ أَمْرِناَ هَذاَ ماَ لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ)) [رواه البخاري ومسلم]
“Her kim, bu işimizde (dînimizde) olmayan bir şeyi ona ihdâs ederse, o ihdâs ettiği şey kendisine iâde olunur. ” buyurmuştur.
(Buhârî ve Müslim)

“Yeni şeyler ihdâs edip onu dîne mal eden herkes, ihdâs ettiği şeyin dînde bir delîli de yoksa, ihdâs ettiği şey kendisine döner. Bu hareketi dalâlettir. İslâm dîni de kendisinden berîdir. Bütün bunlar ister itikâdî, ister amelî, isterse gizli ve açık sözlü meselelerde olsun, hepsi aynıdır. ”
(Câmi’ul-Ulûm vel-Hikem, Sayfa: 223)

Bid’at-ı Hasene diye bir bid’atın var olduğunu iddiâ edenlerin, Hz. Ömer’in-Allah ondan râzı olsun- terâvih namazı hakkında:
(( نِعْمَتِ الْبِدْعَةُ هَذِهِ ))
“Bu ne güzel bir bid’attır. ” sözünden başka bir gerekçeleri yoktur.

Yine “Kur’ân’ın bir kitapta toplanması, hadislerin yazılıp kitap haline getirilmesi gibi pekçok şey ihdâs edilmesine rağmen, seleften hiç kimse bu durumu çirkin görmemiştir. ” demektedirler.

Onlara şöyle cevap verebiliriz:
Bütün bu amellerin dînde bir aslı vardır. Sonradan ihdâs edilmemiştir. Hz. Ömer’in -Allah ondan râzı olsun- terâvih namazı hakkında: “Bu ne güzel bir bid’attır. ” sözüne gelince, Hz. Ömer bununla bid’atın sözlük anlamını kasdetmiştir, yoksa dînî anlamını kasdetmemiştir. Dînde aslı olan bir şeyin aslına dönülür. Bu bid’attır denilecek olursa, sözlük anlamın-dadır, dînî anlamında değildir. Çünkü bid’at terim olarak, dînde kendisine müraacat edilecek aslı olmayan şey demektir.

Kur’ân’ın bir kitapta toplanması, dînde aslı olan bir şeydir. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vahiy kâtiplerine Kur’ânı yazmalarını emrederdi. Ancak sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- ayrı ayrı yazılmış durumda olan Kur’ânı muhafaza etmek için bir mushafta toplamıştır.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashâbına terâvih namazını bazı geceler kıldırmış ve onlara farz kılınmasından çekindiği için son gecelerde geri kalmıştır. Sahâbe-Allah onlardan râzı olsun-, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatında da vefâtından sonra da gruplar halinde ayrı ayrı kılmaya devam etmişlerdir.

Nitekim Hz. Ömer -Allah ondan râzı olsun, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında kıldıkları gibi, bir imamın arkasında namaz kılmaları için sahâbeyi biraraya getirmiştir. Onun bu davranışı, dînde bid’at değildir.

Aynı şekilde hadislerin yazılmasının da dînde bir aslı vardır. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ashâbından bazıları hadisleri yazmak istedikleri zaman, bazı hadislerini yazmaları izin onlara vermiştir. Hayatta iken onları hadislerini yazmaktan sakındırmasının ana nedeni, hadislerin Kur’ân âyetleriyle karıştırılmasından endişe duymasındandır.
Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefât ettikten sonra bu sakıncalı durum ortadan kalkmıştır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vefâtından önce tamamlanmış ve zabdedilmiştir. Müslümanlar daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini kaybolup gitmekten korumak için kitaplar haline getirmişlerdir.
Rablerinin kitabını ve Peygamberinin sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini yok olup gitmekten ve onlarla oynamak isteyenlerden muhafaza ettiklerinden dolayı Allah Teâlâ, bizden ve müslümanlardan yana en güzel şekilde onlara mükâfatlarını versin.
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: Bid'at Nedir?

Mesaj gönderen çilekeş »

2. BÖLÜM:

Müslümanların Hayatında Bid’atların Ortaya Çıkışı ve Bu Çıkışın Nedenleri:

Birincisi: Bid’atların Müslümanların Hayatında Ortaya Çıkışı:

Bu konu iki mesele altında toplanmaktadır:

Birinci Mesele: Bid’atların Ortaya Çıktığı Vakitler:


Şeyhul-İslâm İbn-i Teymiyye bu konuda şöyle der:
Bilmen gerekir ki ilim ve ibâdetlerle ilgili bu veya başka miktardaki bid’atların geneli, bu ümmette râşid halîfelerin son dönemlerinde ortaya çıkmıştır.''

Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu şöyle haber vermektedir:

(( مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْديِ فَسَيَرَى اخْتِلاَفاً كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتيِ وَسُنَّةِ الْخُلَفاَءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِييِّنَ مِنْ بَعْديِ ))
(مجموع الفتاوى:
Resim---Sizden her kim benden sonra yaşarsa, (dînde) çok ihtilaflar görecektir. Bu sebeple benim sünnetime ve benden sonraki doğru yolu bulmuş râşid halîfelerimin sünnetine sarılın. ''
(Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin rivâyet ettikleri hadîsin bir kısmıdır. Tirmizî, “hadîs, hasen sahîh” demiştir. )
(İbn-i Teymiyye Külliyâtı. Cilt:10. Sayfa:354)


İlk defa ortaya çıkan bid’atlar, Kader, İrcâ, Teşeyyu’ (Şiâlaşma) ve Hâricîlik bid’atlarıdır.
Bu bid’atlar, sahâbenin olduğu bir zamanda hicrî 2. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Nitekim sahâbe, bid’at sahiplerini reddedip inkâr etmişlerdir.
Daha sonra Mu’tezile bid’atı ortaya çıkmış, müslümanlar arasında firneler meydana gelmiş, görüş ayrılıkları, bid’atlara, hevâ ve hevese meyletme hastalığı ortaya çıkmıştır.

Mu’tezile: Hasan Basrî’nin öğrencilerinden Vâsıl b. Atâ el-Ğazzâl, Ebû Huzeyfe el-Mahzûmî’nin hocasını terkederek kurduğu akâid mezhebine mensup olanlardır. Kaderiyye olarak da bilinirler. Başlarda Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye’nin derslerine devam eden Vâsıl b. Atâ daha sonra Hasan Basrî’nin derslerine devam etmiştir. Sessiz kişiliği ve uzun boynuyla bilinen Vâsıl b. Atâ, günah işleyen kimse hakkında “fâsık, ne mü’min, ne de kâfirdir” dediği için Hasan Basrî kendisini meclisinden kovmuştur. Amr b. Ubey de kendisine katılarak Hasan Basrî’nin derslerinden çekilmişlerdir. Böylece kendilerine “çekilenler, ayrılanlar” anlamına gelen Mu’tezile adı verilmiştir. İnanç konusundaki görüşleri bunlar beş esasta toplanmaktadır:
1-) Menzile Beynel-Menzileteyn: Büyük günah işleyen kimse, dünyada îmân ve küfür arasında bir yerdedir.
2-) Tevhîd: Kadîm,Allah Teâlâ’nın zâtına nisbet edilen en önemli sıfat olup ondan başka müstakil ve kadîm sıfatlar O’na nisbet edilemez. Buna göre onlar, Cehmiyye gibi Allah’ın sıfatlarını inkâr etmişlerdir.
3-) Adl: Kul, kendi fiillerini kendine ait müstakil bir irâde ile yapar. Yani kendi fiilini kendisi yaratır. Allah’ın bunda herhangi bir müdahalesi ve etkisi yoktur. Buna göre onlar, kader konusunda Kaderiyye ile hemfikirdirler.
4-) Va’d ve Vaîd: Mü’minlerin mükâfatlandırılması (va’d) ve fâsıkların cezâlandırılması (vaîd) Allah’ın üzerine vâciptir.


Tasavvuf bid’atı ile kabirlerin üzerine kubbe gibi şeyler binâ etme bid’atı, yine dönemlerin en hayırlısı olan sahâbe, tâbiîn ve etbâu’t- tâbiîn dönemlerinden sonra ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde bu üç dönemden uzaklaştıkça bid’atlar çoğalarak yaygınlaşmıştır.

Nevâsıb veya Nâsıbe (Nâsıbîler): Hz. Ali ve Ehli Beyt’e karşı düşmanlık besleyen, onlara dil uzatan, söz ve hareketleriyle onlara eziyet veren, bununla da yetinmeyerek onların kâfir olduklarını söyleyerek kanlarını akıtmayı helâl görenlerdir. Bunlar, Râfızîlerin karşıtlarıdırlar. (Mütercim)

Hârûriye:Hz. Ali’nin-Allah ondan râzı olsun- kendisi ile Muâviye-Allah ondan râzı olsun- arasındaki hakem etme olayını kabul etmesi üzerine karşı çıkan ve Ali’den ayrılıp Harûra denilen Kûfe’ye iki millik mesafedeki bir köyde toplanıp biraraya gelmişlerdir. Bu köye nisbetle Harûrîler olarak bilinirler. Bunlara göre kalbiyle tasdik edip,dili ile ikrar eden ve bütün farzları yerine getirmekle birlikte bütün günahlardan kaçınan kimseler dışında hiç kimse îmân ismine lâyık değildir. Yine bunlar, büyük günah işleyen kimseye kâfir derler, kanını ve malını helâl kabul ederler. Bundan dolayı Hz. Ali, Hz. Muâviye ve onlarla birlikte olanlara kâfir demişlerdir. (Mütercim)
(İbn-i Teymiyye Külliyâtı. Cilt: 20. Sayfa:300)


İkinci Mesele: Bid’atların Ortaya Çıktığı Yerler:

Bid’atların ortaya çıkışı konusunda İslâm ülkeleri çok çeşitlidir.
Şeyhul-İslâm İbn-i Teymiyye bu konuda şöyle der:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbının oturduğu, ilim ve îmânın çıktığı büyük şehirler beştir. Bunlar: Mekke, Medine, Bağdat, Kûfe ve Şam’dır. Buralardan Kur’ân, hadis, fıkıh, ibâdet ve bunlara bağlı olarak İslâm dîni ile ilgili şeyler çıkmıştır. Medine dışındaki şehirlerde ise köklü bid’atlar çıkmıştır. Kûfe’de Şiâ ve Mürcie bid’atları çıkmış ve diğer şehirlere de yayılmıştır. Basra’da Kaderiye, Mu’tezile ve tasavvufçu bidâtlar çıkmış ve diğer şehirlere de yayılmıştır. Şam’da Nevâsıb ve Kaderiye bid’atları vardı. Cehmiyye bid’atı ise Horasan’ın ücrâ kesimlerinde ortaya çıkmıştır ki bu bid’atların en şerlisidir. Bid’atların ortaya çıkışı, Medîne’ye uzak oluşuna göre değişiyordu.''

Hz. Osman -Allah ondan râzı olsun- öldürüldükten sonra müslümanlar arasında ayrılıklar meydana gelince, Harûrîye bid’atı ortaya çıkmıştır. Medine, bu bid’atların ortaya çıkmasından uzak bir şekilde emniyette idi. Medine’de Kaderiyye ve başka topluluklar, bid’atlarını içlerinde gizlemelerine rağmen, Kûfe’deki Şiâ ve Mürcie bid’atları, Basra’daki Mu’tezile ve tasavvufçu bid’atları, Şam’daki Nevâsıb bid’atının tersine bu kimseler, Medine halkı tarafından alçalmış ve baskı altında bırakılmış bir haldeydiler. Nitekim Deccâl’in Medine’ye giremeyeceğine dâir Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivâyet olunan sahih bir hadis vardır.
İlim ve îmân, Medine’de İmam Mâlik’in hicrî 4. yüzyıldaki ashâbının dönemine kadar üstün bir durumdaydı.
Dönemlerin en hayırlısı olan sahâbe, tâbiîn ve etbâu’t- tâbiîn dönemlerinde Medine’de gözle görünen kesinlikle herhangi bir bid’at yoktu.
Yine diğer şehirlerde ortaya çıktığı gibi, Medine’de dînin esaslarında kesinlikle herhangi bir bid’at çıkmamıştır.
Cevapla

“►Fıkıh ~ İlmihal ~ Hukuk ~ Akaid◄” sayfasına dön